Alevilik ve Anadolu
Anadolu, hangi ulustan, hangi ırktan, hangi inançtan olursa olsun bütün insanlara, bütün
ermişlere, bütün dervilere, bütün uluslara kapılarını açmış, onlara derin sevgi, saygı göstermiş
insanların yurdudur. Anadolu, bilinen en eski çağlardan bugüne uzanan bir uygarlıklar
zinciridir. Bir kültür mozaiğidir.
Tarihçilerin ve arkeologların verdikleri bilgilere göre, Anadolu’nun 10.000 yıllık bir tarihi
var. Anadolu uygarlıkları, bir yaratmalar bütünü, emekler toplamıdır.(33) Anadolu’nun tarihi,
Anadolu insanının tarihidir. Anadolu insanı ile
Anadolu tarihi bir bütündür. Biri olmadan diğeri düşünülemez. biri anlaşılmadan, öteki
anlaşılamaz, açıklanamaz. Bu bütünlük, bilinen en eski geçmişten günümüze kadar sürüp
gitmektedir. Anadolu insanı, başkalarından aldığına kendi özelliklerini de katmış, yoğurmuş
yeni bir öz ve biçim vermiştir. Çok tanrılı, tek tanrılı bütün dinler Anadolu’da buluşmuş,
karışmış, kaynaşmış yeni bir inanç, yeni bir düşünce olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
En son tek tanrılı din olan İslamlık bile burada, doğduğu ülkedeki gibi algılanmamış, Anadolu
toprağına ekilince farklılaşmış, yeni bir içerik kazanmıştır. Anadolu Müslümanlığı, kendine
has özellikler taşıyan bir içerikle ortaya çıkmıştır. Anadolu medeniyetlerine şöyle bir göz
atarsak şu başlıklara rastlıyoruz:Hitit Öncesi, Hititler (Etiler), Hurriler Frigyalılar, Lidyalılar,
Likyalılar, Karyalılar, Urartular, Anzaranlar, Suriler, Sümer, Akad, Babil, Asur ile Helenistik
Çağ, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkler... Anadolu’da Doğu ve Batı
inançları çağlar boyu birbirine o kadar çok karışmış ve kaynaşmıştır ki hangi inancın kaynak
olduğu, hangisinin kaynaktan çıktığı kesin olarak söylenemez. Örneğin, Aleviliğin en önemli
ilkesi olan, “Eline,
Beline, Diline...” sahip olma inancı, Budha dininde de, Maniheizm’de de görülmektedir.
Gene Tasavvuftaki ölümsüzlük, Hint düşüncesi Nirvana’nın varlığında ölümsüzlük olarak
yaşıyor. Alevilerdeki Cem ayininin kaynağı bakın nerelerde görüyoruz: Dionysos, Eski
Anadolu’da, Cem ise, İran’da şarabın bulucusudur.
Eski Yunan’da Şarap Tanrısı Dionysos’un törenlerinde ayinlerde şarap içilir. Alevi
Cem’lerinde de tören sırasında şarap içilir. Halbuki Müslümanlıkta içki yasaktır.
Hıristiyanlıktaki “Baba Allah, Oğul Allah, Ruh Allah” ya da Allah, Rahman, Rahim
biçimindeki üçleme inancı Anadolu’da Alevilikte; Allah, Muhammed, Ali üçlemesi olarak
görülmektedir. Eski Yunan’daki rakamlara verilen kutsal anlam (üçler, beşler, yediler, kırklar
v.s.) Alevilikte de aynen görülüyor.
Güneş, çok tanrılı dinlerde özellikle Zerdüşt dininde çok anlamlıdır. Aynı inanç, Şamanizmde
de var. Anadolu Alevileri de güneş doğunca oturup dua ederler. 1937’de Meksika
büyükelçimiz olan Tahsin Mayatepek, Meksika yerlileri üstüne yaptığı incelemelerle ilgili
olarak M. Kemal’e gönderdiği raporda Maya ve İnka medeniyetlerinde görülen birçok öğenin
aynen İslam dininde de görüldüğünü belirtmektedir. Üstelik, İnka ve Maya medeniyetlerine
ait Güneş kültü, İslamiyetin doğuşundan 10.500 yıl önceye dayanmaktadır.
35Mayatepek, raporunda, secdeyi, namazı, ezanı, orucu, ölülerin yıkanmasını, sünneti, yağmur
duasını, Kabe’yi ziyareti, Mevlevi ayinlerini anımsatan ayinlerin Maya ve İnka
medeniyetlerinde İslamiyetten çok önce varolduğunu belgelerle kanıtlıyor.(34)
Gene Anadolu’da görülen, Güneş’in, Ay’ın dağların, yüksek tepelerin, suyun, ateşin, eşiğin
kutsal sayılması Şamanizmden gelmiştir. Şamanlığa giriş töreninde de, aynen Alevilikteki
ikrar ayininde olduğu gibi kurbanlar kesilir, içki içilip, sazlar çalınır, dans (semah) edilir.
Zaten, Anadolu deyimi de Bizans kökenlidir.
Anadolu’ya Türkiye adını ilk kez Haçlılar verir. Eskiden kentlerdeki Türk ileri gelenleri
kendilerine Rumi derlermiş.(35)
Türkler, Müslümanlığı Emeviler döneminde kabul eder. Emeviler Türklere görülmemiş
derecede zulüm yaparlar. Müslümanlığı kabul etmeyen yüzlerce Türkü ağaçlara asarlar.
Türkçe konuşanların dillerini keserler, Türk illerini yağma ederler. Araplar, Türk illerine
halifenin bahçesi adını verirler.(36)
Anadolu tarihçileri, Türklerin, XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya göçler yolu ile geldiklerini
yazarlar. Türkler bu sırada gerek kültür, gerek dinsel açıdan heterojen bir toplumdur. Batıni
eğilimlerin güçlü olduğu, tasavvufa açık bir yapıları vardır.
Bu göçler sırasında, çeşitli tarikatlere bağlı çeşitli milliyetlere mensup şeyhler ve dervişler de
akın akın Anadolu’ya gelirler, yerleşirler ve tekkelerini açarlar. Arkasından da inançlarını
yaymaya başlarlar. İşte, Hacı Bektaş-ı Veli’den önce Anadolu’da görülen Alevi potansiyel; bu
şeyhlerin, dervişlerin çabası ile meydana gelmiş olabilir.
Çünkü, Hacı Bektaş-ı Veli’den önce Selçuklu yönetiminin haksızlıklarına karşı ardı arkası
kesilmeyen başkaldırılar olmuştur. Bir Babai İsyanı yaşanmıştır. Hacı Bektaş-ı Veli,
Anadolu’ya bu olaylardan sonra gelmiştir. Tarih olarak da tahminen Babai İsyanı sonrası,
yani 1240 yıllarında. HACI BEKTAŞ-I VELİ VE ANADOLU Anadolu Aleviliğini anlamak
için, Hacı Bektaş-ı Veli’yi tanımak gerekir.
Çünkü, Anadolu Aleviliği ve Bektaşiliği ile Hacı Bektaş-ı Veli adı, eş anlamlıdır. Biri
bilinmeden diğeri bilinemez. Anadolu’da halk arasında, Bektaş-ı Veli’nin hayatı ile ilgili
sayısız rivayet vardır. Bu nedenle Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatı ile ilgili bilgilerin esasını
masalımsı, mitolojik bilgiler oluşturur. Yani, Hacı Bektaş-ı Veli’nin gerçek hayatı yanında,
bir de mitolojik hayatı vardır.
Mitolojik hayatında, masal unsuru hakimdir. Kahramanımızın bir bağırması ile yüzlerce kişi
ölebilir, yok olabilir. Erenler, denize halısını veya postunu serer üstüne oturur, karşıya geçer.
Sırası gelince şahin olur, güvercin olur uçar.
Gerekirse silkinir, insan olur. bir anda birçok yerde olabilir. Sabah namazını Kabe’de kılar,
öğle namazında evine döner. Ateşte, kaynar suda yanmaz. Taşa basar, taşta ayak izleri çıkar.
Taşı isterse un gibi ezer, dağı saman çöpü gibi nefesiyle uçurur.
Taşlar, kerametine tanıklık eder. Hayvanlar keremi ile dile gelir, kayalar yürür. Yırtıcı
hayvanlar onun bakışıyla ya yok olur ya da taş kesilir. İradesi tabiat kanunlarının üstündedir.
dileyip de gerçekleştiremediği şey yoktur. Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan yaratır.
36Onun için yok yoktur; doğuşu bile bir kerametin sonucudur. Ölüm ise onun için uyumak
anlamına gelir.(37)
Velayetname, Hacı Bektaş-ı Veli’yi işte böyle tanıtıyor. Her masalda halkın yorumu vardır.
Dileği, düşüncesi, anlayışı, anlatışı ve masalın dayandığı bir gerçek payı vardır. Bu yüzden
bazen gerçek masallaşır ve dile gelir. Bu özellik, bütün dinlerde ortak paydayı oluşturur.
Hıristiyan aziz de ejderha öldürür, Müslüman aziz de, Budist aziz de...
Hıristiyan aziz de şu veya bu hayvanın donuna girer, Müslüman aziz de, Budist azizi de...
Hepsi denizi geçer, havada uçar v.s. Bu olağanüstü olaylar dinden ya da mezhepten değil, çok
tanrılı dinler dönemindeki düşünceden kaynaklanır.
Bunlar, refah ve huzur dileğidir. Erişilmeze erişmeyi isteme duygusudur. Bu özellikler hangi
ulus ve dinde olursa olsun ortak özlemlerdir. Geçmişte ortak şeyler yaşanmıştır. Aynı inanç ve
aynı özlemler paylaşılmıştır. Bu durum, şu ya da bu oranda bugüne de yansımıştır. Hacı
Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişi, Anadolu Selçuklu devletinin son yıllarına rastlıyor. Hacı
Bektaş-ı Veli’yi Anadolu’ya büyük Türk tasavvufçusu Hacı Ahmet Yasevi’nin halifelerinden
Lokman Parande’nin gönderdiği rivayet edilir.
Lokman Parende aynı zamanda Hacı Bektaş-ı Veli’ye, babası İbrahim Al Sani (Seyyid
muhammet) tarafından Hoca olarak tutulmuştur. Lokman Parende öğrencisini Yasevilik
tekkelerinde uygun örf ve ananeye göre yetiştirmişti. İslamiyetin Türkler arasında
yayılmasından sonra, Yasevilik Türkler arasında gelişen ve büyük taraflar toplayan ilk
Müslüman Türk tarikatı oldu. Yasevilik, Türkistan, Anadolu ve Rumeli’nde bulunan Türk ve
Kürt tarikatlarına tasavvuf anlayışını soktu.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişinden önce Baba İshak önderliğinde Anadolu
Selçuklu devletine karşı büyük bir başkaldırı olmuş, Alaaddin Keykubat ayaklanmayı ancak
paralı Fransız askerlerinin yardımıyla ve çok kanlı bir biçimde bastırmıştı. Bu sırada, bir
başka tasavvuf piri, Ahi Evren Veli de Kırşehir’de yaşıyordu.
Bütün Anadolu işçi ve esnafı onun buyruğundaydı. Ahilik ve Babailik temelde birbirine yakın
düşünce akımlarıdır. Hacı Bektaş-ı Veli Kırşehir’e yerleşmeden önce Horasan ve Erdebil’de
tekke eğitimi almış, bunun dışında Ortadoğu’yu hayli gezmiş, incelemişti.
Bazı kaynaklar Mekke ve Medine’ye gittiğini de yazar. Bektaş-ı Veli, İran Batınilerini,
Arabistan’daki İsmailileri, Horasan’da Yaseviliği, Mezopotamya’yı Selçuklu Sultanındaki
Acem etkisini, Karamanlılardaki Türklük fikrini, Ahi ve Babai inançlarını da yakından
tanımıştı. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya geldiği yıllarda Anadolu çok karışıktı. Anadolu
Selçuklu Devleti, halka yabancılaşmıştı.
Acem ve Arap etkisindeki Türklere insan muamelesi bile yapılmıyordu. İktidar ve din
kavgalarının alıp yürüdüğü Anadolu’da halk Selçuklu yönetiminden çok hoşnutsuzdu. Zaten
Babai İsyanı da bu yüzden çıkmıştı. İsyanın önderi İshak, Selçuklu ordusunu bir kaç kez
yendikten sonra, Fransız paralı askerlerin yardımı ile ele geçirilmiş, asılmış ve isyan da
böylece bastırılmıştı (1240).
Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu’da uzun süre gezdikten sonra, Kırşehir civarındaki,
Sulucakaracahöyük’e (bugünkü Hacıbektaş Kasabası) yerleşti. Orada tekkesini kurdu ve
inançlarını yaymaya başladı. Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlenip evlenmediğine ilişkin farklı
37görüşler vardır. Bu konuda bir görüş; Bektaş-ı Veli’nin, İdris Hoca’nın eşi Kadıncık Ana’dan
doğma kızı Fatma Nuriye Hatun “Kutlu Melek” ile evlendiği ve çocuğu olmadığıdır. Başka
bir görüşe göre ise, Bektaş-ı Veli hiç evlenmemiştir. Kadıncık Ana’nın Bektaş-ı Veli’den
hamile kalması söz konusu değildir.
Rivayete göre, “Kadıncık Ana, Bektaş-ı Veli’nin burnundan akan kanı, ziyan olmasın günah
olur,diye içer ve hamile kalır.” Bektaş-ı Veli, Kadıncık Ana’ya “Yurdun bekçisi, senden
gelecek ve senden olacaktır” diye söylediği de bilinen rivayetler arasındadır. Ayrıca, Kadıncık
Ana’nın İdris Hoca’dan hamile kalarak üç erkek çocuk doğurduğu ve sadece bunlardan ,
Timur Taş’ın yaşadığı söylenir.
Buna SEYİTALİSULTAN veya HIZIRLALA da denilmiştir. İşte PİREVİNEbu çocuk halife
olur. İddiaya göre, Hacı Bektaş Çelebilerinin soyu; Hızır Lala’dan gelir. Hacı Bektaş-ı
Veli’nin çocuğu olmamıştır. Çocuksuz vefat etmiştir (1270-71). Kadıncık Ana, Bektaş-ı
Veli’nin eşi değil nefes evladıdır. Seyit Ali Timur Taş bel oğlu değil, Bektaş-ı Veli’nin yol
oğludur. Seyit Ali Sultan daha sonra, Dimetoka’da bir Bektaşi dergahı kurar.
Seyit Ali Sultan’ın (mezarı Hacıbektaş’tadır) oğlu RESULBALISULTAN’dır. Resul Balı
Sultan’ın, Hüdadad ve Mürsel Bali Sultan adlarında iki oğlu olur. Kendi mezarı
Dimetoka’dadır. Soyu bu iki koldan yürüyen Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahını ve külliyesini
2. Osmanlı Sultanı Orhan Gazi Bey, türbesini de 2. Murat yaptırmıştır. Sonradan bu türbeyi 2.
Beyazıt tamir ettirmiştir.(38)
Hacı Bektaş-ı Veli’nin sağlığında “Bektaşilik” denilen bir tarikat yoktu. Alevilik ya da
Bektaşilik dediğimiz inanç sistemi veya tarikatı o öldükten çok sonra ortaya çıkmıştır.
Bu düşünceyi ve eylemi, Hacı Bektaş-ı Veli’den 200 yıl kadar sonra posta oturan Balım
Sultan sistemleştirmiştir. Bektaşilikte hiç evlenmemeyi (mücerret babalığı) ve kendini
tamamen dine verme geleneğini Balım Sultan ortaya koymuştur. Hacı Bektaş “Babaları” bu
görüşü savunurken, “Çelebiler” kolu da evlenmeyi savunmuştur.
Balım Sultan’dan sonra Hacı Bektaş’ta iki post vardır: A) Babalar, B)Çelebiler. Hacı Bektaş-ı
Veli 1270-71 yıllarında vefat ettikten sonra, Babalık postuna sırasıyla Hızır Lala, Resul Bali,
Yusuf Bali, Mürsel Bali Sultan, Cemali Sultan, Açık Hacım Sultan, Sarı İsmail Sultan
oturmuştur.
Bunlardan sonra Balım Sultan gelir. Bu postnişinlerin Hacı Bektaş-ı Veli’nin yol oğlu, Timur
Taş’tan soy takip ettiği söylenir. Timur Taş’a Hızır Lala da denir. Bektaşiliği sistemleştirip
geliştiren Balım Sultan’ın annesi bir Rum kızıdır. Olay şöyle gelişmiştir. Fatih Sultan
Mehmet, Sırbistan’ın fethi sırasında esirler arasında bir Sırp prensi ile bir de prensesi getirir.
Bunlar kardeştirler.
Fatih bu iki genci, yetiştirilmek üzere Dimetoka’da bulunan Bektaşi tekkesine gönderir. Bu
prens ve prenses Bektaşi terbiyesine göre yetişir ve Bektaşi olurlar. Bektaşilerden Sersem Ali
Baba bu sırp prensesi ile evlenir ve Balım Sultan dünyaya gelir.
Bir iddiaya göre, Sultan Beyazıt anadolu Alevilerini Şiilikten korumak için Balım Sultan’ı
Hacı Bektaş-ı Veli dergahına gönderir. Bugün, Balım Sultan Türbesi Hacı Bektaş’ta Bektaş-ı
Veli’nin türbesi ile birlikte ziyarete açıktır. Mücerret babaların kulağının kesilip küpe takıldığı
38eşikte niyaz edilir. Bu mücerretlik küpesinin anlamı evlenmemektir. Dini ve felsefi anlamı
ise; “Terki dünya, Terki urba, Terki terek” biçiminde özetlenir.
Bu, dünya nimetlerinden uzaklaşıp kendilerini Hakka veren dervişliğin yaşam felsefesidir.
Alevilikte Hacı Bektaş-ı Veli’nin soy seceresi meselesi de önemlidir. Birçok Alevi, Hacı
Bektaş-ı Veli’nin seceresini Hz. Ali’ye kadar götürürler, bu iki din ulusunun aynı soydan
geldiğine inanırlar. Ancak, Bektaş-ı Veli’nin soy kütüğünün Hz. Ali’ye dayandırılması
mantıken mümkün görülmüyor.
Hacı Bektaş’ın soy kütüğü şöyle tespit ediliyor: Hacı Bektaş-ı Veli, Seyyid Muhammed
İbrahim Al-Sani, Seyyid Musa-ı Sanı, İbrahim Mükerrem Al Mücab İmam Musa-ı Kazım,
İmam Cafer al-Sadık, İmam Muhammed-al Bakır, İmam Zeynel-al Abidin, Ali-İmam
Hüseyin-al Şahid, İmam Emir-al Mu’minin Ali. Görüldüğü gibi, Hz. Ali ile, Bektaş-ı Veli
arasında sekiz kişi var.
Ali, Hicret’in 40. yılı ramazanının 19. günü vurulur, 21. gecesi vefat eder (61); Hasan 670’te
zehirlenerek öldürülür; HZ. Hüseyin, 680’de Kerbela’da şehit edilir; oğlu Zeynel Abidin Ali,
712’de, onun oğlu Muhammed Bakır, 732’de, Cafer-i Sadık, 705’te, Musa-ı Kazım; 799’a
vefat etmiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli, hem Vilayet-Name’ye, hem Ariflerin Menkıbeleri’ne hem de Aşık Paşa
tarihine göre 1270-1271’de ölmüştür. Bu tarih ile, İmam Musa-ı Kazım’ın ölümü arasında
500 yılı aşkın bir zaman var. Bu kadar yıl içinde, Hacı Bektaş ile Musa-ı Kazım arasında üç
kişi görülüyor. Bu hiç mümkün değildir.(39)
Bu bakımdan, Hacı Bektaş-ı Veli’nin soy kütüğünün Hz. Ali’ye ulaştırılması, mantıken
mümkün değildir. Elde somut deliller yoktur. Olay zamanın geleneğine uygun bir düşünce
tarzı ile, Hacı Bektaş-ı Veli’yi sevip kutsal sayanlarca ona SEYİTLİK verilmek istenmesine
dayanmaktadır.*
Hacı Bektaş’ı Veli’nin; 1273 yılında vefat eden Mevlana Celaleddin-Rumi ile çağdaş
olduğunu Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri adlı eserinde belirtir. Menakıb-al-Arif’de de Hacı
Bektaş, Mevlana’nın çağdaşıdır. Ona İshak adlı dervişi yollayan da gene Mevlana’dır.(40)
Yani, Bektaş-ı Veli’nin bu yıllarda yaşadığı kesindir. Soy kütüğünde hayal unsuru ağır
basmaktadır. Aynı eserde, Nurettin Hoca, Hacı Bektaş’ın şeriat buyruklarına uymadığını
Mevlana’ya anlatır. Aşık Paşa Tarihi adlı eserde de, Aşık Paşazade, Hacı Bektaş’ın
Osmanoğulları ile görüşmediğini, Selçuklu devrinde yaşadığını belirtir ve onun Babailerden
olduğunu açıklar.(41)
Eserde ayrıca, Hacı Bektaş’ın Selçuk İmparatorluğu aleyhine bir isyan tertiplendiği için 1240
yılında idam edilen Baba İshak’ın (kendisine inananların dilinde “Baba Resul Allah”) en ileri
gelen halifesi olduğu yer alır. Ayrıca, Hacı Bektaş-ı Veli’nin kardeşi Menteş’in Babai
İsyanı’nda öldüğü bilinen olaylardandır.
Halbuki Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya bir Yasevi dervişi olarak gelmişti. Piri ise, Hacı
Ahmet Yasevi’dir. Ahmet Yasevi, Doğu Türkistan’ın Seyran kasabasında doğmuştur. Babası
Şeyh İbrahim, annesi ise Ayşe Hatun’dur. Babası sonradan Yesi kasabasına yerleşir. Yesi,
Oğuz Han’ın hükümet merkezidir. Bugün buraya Türkistan denir. Şeyh Ahmet, bu kasaba
39dolayısıyla “YESEVİ” ismini almıştır. Ahmet ilk tahsilini YESİ’de yapar. Sonra Buhara’ya
gider.
O sırada Buhara, ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlıların elindedir. Ahmet Yasevi
mutasavvıflardan, Şeyh Yusuf Hemedani’den ders alır. onun halifeliğini kazandıktan sonra,
tüccar olarak Yesi şehrine gelir. Kısa zamanda binlerce müridi olan büyük bir tekke kurar.
Hoca Ahmet Yasevi’den Türkistan’da, doksan dokuz bin pirin piri olarak bahsedilir. Yani
Hoca Ahmet Yasevi, pirler piridir.
Lokman Parende, bu doksan dokuz bin pirin piri Hacı Ahmet Yasevi’nin halifesidir. Hacı
Bektaş-ı Veli de Lokman Parende’nin halifesi olarak Anadolu’ya gelir.
Ahmet Yasevi müridlerine tarikatını anlatmak için Türkçe olarak ahlaki ve tasavvufi şiirler
yazar. En önemli eseri Divan-ı Hikmet’tir.(42)
Hacı Ahmet Yasevi, kaynaklara göre, Hicri 562’de (1166-1167) 120 yaşında vefat etmiştir.
Mezarını Timurlenk yaptırmıştır. Anadolu’ya Lokman Parende’nin halifesi, müridi olarak
gelen Hacı Bektaş-ı Veli tasavvuf erbabıdır ama, Yesevi’dir.
Yesevilik ise Türkistan’da Müslümanlığı kabul eden ve tasevuf inançlarını izleyen bir
tarikattır. Bir başka deyişle Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya ayağını bastığında bir Yasevi
dervişidir. Fakat ne olur, ne biter çok kesin bilinmez. Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu’da
Aleviliğin en büyük piri olur. Burası çok önemli ve üzerinde durup düşünülmesi gereken bir
konudur. Birçok araştırmacı bunun hikmetinin Anadolu’da olduğunu belirtir.
Biz de bu noktada biraz durup o yıllarda Anadolu’da ne olup bittiğine kısaca bir göz atacağız.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya geldiği yıllarda Anadolu’da halkın çok huzursuz olduğunu
Selçuklu yönetimine defalarca başkaldırdığını biliyoruz. Burada, önce bu toplamsal
başkaldırılara kısa bir göz atacak, sonra da eski Anadolu inançları, Anadolu halkının
İslamiytei kabul biçimi gibi konulara geçeceğiz.