12 Ekim 2013

İMAM HAZRETİ ALİ 6 NCI BÖLÜM... ALEVİLER NEDEN CAMİYE GİTMEZ

Aleviler Neden Camiye Gitmezler, Namaz kılmazlar!

Alevîlik Nedir ? Türk halk kültürü ve sosyal hayatı içinde Alevîlik önemli bir yer tutar. İslam'ı benimseyen, Allah’ın varlığına ve birliğine (Tevhid) inanan, Hz. Muhammed'i (s.a.s) Peygamber kabul eden, kitabı Kur’ân-ı Kerim olan, Ehlibeyt sevgisini merkeze alan Alevîlikte en eski Türk inançlarından izler bulunmaktadır. Bu anlayış zamanla gelişerek ve yaygınlaşarak Türk toplumunda önemli derecede kabul gören tasavvûfî bir inanç haline gelmiştir.

Bu anlayışın sözlü kültürle aktarılması ilk Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî’den beri süregelen bir yoldur.
Bazı Alevi düşünürler Alevi düşünce ve yaşam görüşünü İslam dininden ve Hz.Ali' nin  yaşam biçiminden ayrı görerek kökenleri konusunda ihtilaflı bir Alevilik fikrini benimsemeye çalışmaktadırlar. Bunu yaparkende İslami bazı önermeler üstünden hareket etmektedirler.
Eldeki belgelerden hareketle Hz.Ali hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak kolay olduğundan, gerçekte yaşamış olan Hz.Ali’nin yaşamı hakkında rahat konuşulabilmektedir. Tarihteki Hz.Ali, Hz.Muhammed’in yeğeni ve dördüncü Halife olan ve yaşamı Kur’an-ı Kerim’e ve Muhammed’in sünnetlerine göre geçmiş olan Hz. Ali’dir. Hz.Ali’nin söz, vasiyet, hutbe ve vecizelerinin yer aldığı 1015 yılında vefat etmiş olan Şerif Radıy’ın derlediği ve A.B.Gölpınarlı tarafından hazırlanan “Nehc-ül Belaga isimli kitabı bir Alevi kaynağı olarak kabul edenlerin elbette buna da uygun yaşamaları beklenir. Söz konusu kaynak günümüzde başvuru kaynağı haline getirilmek istendiğinden, neden ve niçin soruları da önemli ve düşündürücü olmaktadır. Hem bu kaynağı temel alıp hem de Alevilerin temel yaşam prensiplerini kabul ettiğini söyleyenler büyük bir çelişki içerisindedirler. Çünkü bu kaynakta Hz.Ali’nin şu emri bile söz konusu çelişkiyi göstermeye yetmektedir: “Namaz her temiz kişinin Allah’a yaklaşmasıdır. Hac her zayıfın savaşıdır. Her şeyin zekatı vardır, bedenin zekatı da oruçtur...” (S.390) Bu kaynağı okuyanlar, Tarihte yaşamış olan Hz.Ali’nin sayfa 26’da ki Kabe ve Kıble’ye, sayfa 110’da ki Ramazan orucu ve namaz’a sayfa193 ve 344’de ki kadına, ayrıca savaşa ve başka konulara yaklaşımı ile Alevilerin yaklaşımı arasındaki büyük farkları açıkça göreceklerdir.

Aleviler “En-el Hak” yani Tanrı bendedir derken, Hz.Ali ise, “Seni yarattıklarından bir şeye denk tutan, seni onunla bir sayar; seni bir şeye denk sayan, hükmü yerinde ve apaçık olarak indirdiğin ayetlerine kafir olur.” (s. 42,36 ve 37 ) der.
 ( Böyle bir karşılaştırmayı yapanın “En-el Hak” kavramının içeriğini bilmediği muhakkaktır. Kişilerin bilinç seviyeleri düşük olduğunda yüksek perdeden gelen fikri mutealalar arasında çelişkiler varmış gibi algılanır.Çünkü dinleyen yada bu  abes karşılaştırmayı yapan yazar sözün içeriğini tartabilecek ehil noktada değildir.Bu kişi ne köklü tasavvuf geleneğini ne mistizmi ne de ezoterik bilgi dünyasını biliyor.Bilmediği aşikar! Ancak kalp gözü ile bakanlar kelimelerin arkasındaki manevi deryayı görebilirler.İnsanın, bilmediği kelimenin içine girmediği anlamadığı sözleri böylesine cahilce karşılaştırması anlaşılır şey değildir.Hz. Ali'nin evrensel insancıl bakış açısı ile Alevilik düşüncesini ve  yolunu birbirinden ayrı görmek  sözde Alevi olan birinin içine düşebileceği en büyük gaflettir.Körlüğün ve bilgisizliğin böylesi kabul edilebilir değildir.)
Bu yanlış muteala içinde yazar tırnak içinde  şöyle diyor:

''Yukarıdaki bir kaç örnek bile Tarihte yaşamış olan Hz.Ali ile Alevilerin Ali’sinin aynı kişiler olmadığını göstermektedir.''
Çetin BAL: Bu tırnak içerisindenki ifadelerle  Hz. Ali ve Alevilerin Ali'sini birbirinden ayıran kişiler ne İslam dinini ne Hz. Ali'yi nede Alevilik felsefesini bilmedikleri kesin. Zaten “En-el Hak” kavramı ve mutealası Hz. Ali'nin Tanrı'ya dair olan bakış açısının bir sonucu olarak ortaya çıkan  bir kavramdır. Sözün anlamını bilmeden fındık kabuğunu doldurmayan kıt bir anlayış ve zeka ile Hz.Ali'nin sözlerini tartabilmek mümkün değildir.Sözlerin, manaların yukarıda kullanıldığı şekilde bilinçsizce karşılaştırılması aklı kül ( aklı bütün) bir insanın işi olamaz. Bu ifadeler Alevileri islam dışı görmek isteyen Sünni ve Şii ve diğer ritüele, şekle önem veren İslam mezheplerinin ekmeğine yağ sürmek demektir.Bu çok ince nükteli kelime oyunları ile Alevilik hakkında zaten tam bir bilgisi olmayan Sünni alimlerinde Aleviler hakkındaki yanlış kanaatlerini daha da pekiştirmesine vesile olacaktır. Yine bu nükteli ifadeler zaten kendi değerlerini tam olarak bilmeyen Alevi zümreleride çelişkiye götürecektir.  Alevilik felsefesi yaşam biçimi Hz. Ali'den gelmektedir. Hz. Ali'den orta asyadaki türk boylarına ( Buhara, Semerkant) ve türk mutasavvıflarına uzanmaktadır.İslam dini içindeki tüm ritüel uygulamalar İslam için de vardır tabiki! Hz. Ali'de namaz kılmış oruç tutmuştur! Ama bunlar özdeki düşüncenin halin şekli ritüel uygulamalarla teyit edilip uygulama düzeyinde pekiştirilmesinden başka bir şey değildir. Hz. Ali namaz kılsada esasın güzel ahlak ve iyi huy olduğunu her demde vurgulamış bir şahsiyetti.Namaz bu güzel niyetleri örten koruyan süslü bir elbise mertebesindedir. Türkler tasavvuf sohbeti ve muhabbeti içinde İslamın bu özdeki yaşayışına değer vermişlerdir.Bu yaşayışı egemen kılmak istemişlerdir.Aleviler namaz kılmayabilirler ama hiç bir alevi namaz kılmanında yanlış olduğu söylemez ( söylememeli),  kılanıda hor görmez ( görmemeli)! Hikmet namazın içindeki ruhiyatı yaşamlarımıza aktarabilmektir. Namazdaki ruhiyatla yaşayabilmek her dem allahın huzurunda olduğunu bilerek yaşamak daha önemli bir noktadır. Ama şeklen namazında kendine göre manevi hikmetleri vardır. O hikmete mazhar olmak isteyen namazını kılar. Ama ordaki ruhiyatı yaşamına aksettirdiğini düşünüyorsada kişi o derecede bir hikmet içinde olur. Yani kimse ben namaz kılıyorum diye daha fazla müslümanım yada namaz kılmıyorum daha az müslümanım dememeli. Müslümanlık esasta kalblerde yaşanır. Kalp içinde allahı tespih ediyorsanız bu da bir namazdır! İnsanlığı bu yönü ile islama davet etmek ve islamı bu manevi  boyutu ile insanlığa sunmak anlatmak gerekir. Şeklen ve rütüel uygulamalar bazında islamı bir şeyleri dayatan şartlanmacı bir din gibi göstermek ancak İslam dinine karşı olanları memnun edecektir.Bu konunun dünya İslam alimlerince yeniden ele alınıp incelenmesi gereklidir.Hatta İslam kelimesi ve kullanılan edebi dilin kendisi bile bir tabu haline getirilmemelidir.Mesele İSLAM kelimesinin içini neyle doldurduğumuz yada orda neyi görmemiz gerektiğidir. Gönlün aklın geniş olması lazım. Gerçek islam bunu emreder.İslam her türlü şekilden öteye geçmemizi söyler. İslamın evrenselliğide bu yönde bir telkine sahip olmasındandır. İslamı can kulağı ile dinleyenler bu telkini alabilirler. Gönülleri ile bu telkini duyabilirler.Hz.Ali bile çocuklarınızı çağın gereklerine göre yetiştirin der. Çağın zamanın mekanın anlayış ufku içinde islamı anlamak yorumlamak gereklidir.
Böylesine emri vakiler ve İslamı belli şartları dikte eden bir din gibi göstermeye çalışmak Hz Ali ile çatışma içinde olan Emevi hükümdarlarının işine yaradığı aşikardır.
Ben  dünyaya  şartlanmalarla dolu bir müslüman gözlüğü ile yada bir Budist, bir Hristiyan yada bir Yahudi, Ateist yada herhangi bir mezhepsel, ideolojik çerçeveler içinden bakıyor değilim. Ben önce AKLI KÜL ( evrensel, bütüncül ) bir pencereden bakıyorum.
Sözde Alevilere özgü denilen “En-el Hak” yani ''Tanrı bendedir'' kavramı zaten Hz. Ali'nin ve Hz. Muhammet'in sırlı felsefesinin ya da Allah mütealasının ( inancının) içinde diyelim var olan bir kavramdır. İslamın ilmi ışığı içinde bu gerçek izah ediliyor.  Allah Kuran'da demiyormu ki ''ben size şah damarınızdan daha yakınım.'' Ve daha bir sürü vecize, ayet ile bu gerçek  defalarca tekrarlanıyor.Ama gelin görün'ki bunları kalb ile görecek göz nerde! Görenedir görene, köre ne ki köre ne! Aleviliğin İslam dışı olduğunu söyleyenlerde bu gerçekleri göremeyen körlerden çıkan seslerden ibarettir. Bu yanlış ve bilgisiz sözler İslamıda tam olarak bilmeyen diğer mezheblerin kendi bilgisizliklerini daha da derinleştirmelerine  hizmet eder. Aynı şey Alevilerinde kendi değerlerinin evrensel niteliklerinden kopmalarına vesile olur.
Anadolu Alevileri Allah'a inanırlar. Allah'ın birliğine, Hz. Muhammet'in peygamberliğine ve Hz. Ali'nin veliliğine inançları tamdır. Hatta bunu; "Allah-Muhammet-Ali" üçlemesi ile ifade ederler.

Ayrıca Kuran'ı kutsal kitapları olarak görürler. Kuran, Hz. Muhammet zamanında değil de daha sonraki halifelerden, önce Ebubekir, sonra Ömer tarafından sahabelerden alınan bilgilerle yazıya geçilmesi sırasında tartışmalar nedeni ile toplanan bazı ayetlerin ve hadislerin yok edildiğini, yakıldığını da iddia ederler.

Eldeki Kuran'ın 3. halife Osman zamanında oluşmuş olduğundan da bazı çekinceleri vardır. Bu düşüncelerini eskiler; "Kuran'a kalem karıştı" diye ifade ederler.

Ayrıca, 620 yıllarının Bedevi Arap toplumunun sosyolojik yapısına uygun getirilen kurallarla değişen sosyal ve toplumsal şartlara rağmen dünyanın sürgit bu kurallarla yönetilmeye kalkılmasının sıkıntılar yaratacağını düşünürler.

Bu nedenlerle Allah'ın dünyamız ve insanlık için söyledikleri Kuran'ı Batıni yoruma tabi tutarlar. Kuran'ın ilham kaynağı olması gerektiğine inanırlar. Bu nedenle de Hz. Ali'yi "Kuran'ı Natık" yani "Konuşan Kuran" olarak değerlendirir ve buyruklarına önem verirler.

Namazın 5 vakit veya 3 vakit olmasını, 30 gün tutulan Ramazan orucunu, İslamın 5 şartından biri olarak görmezler.

Örneğin, Kuran'da 5 vakit namaz kılmanın ne sayısı, ne şekli, ne de yeri olmadığına Aleviler inanırlar. Namazın bu biçimde ve 5 vakit kılınmasının İslama Emeviler ve Abbasiler zamanında konan kurallardan biri olduğuna inanırlar. Şiilerin namazı 5 değil de 3 vakit kılmalarını da Şiilerin namazı 5 değil de 3 vakit kılmalarını da Şiilerin oluşturduğu bir kural olarak değerlendirirler.

İslamın 5 şartı olarak ifade edilen şartların da Kuran'da olmadığını, bunların da İslama sonraki dönemlerde girdiğini kabul ederler. 30 gün orucun da Kuran'da olmadığını söylerler.

Gerçekten de Kuran incelendiğinde; oruç ve ibadetten bahseder. Ama ne orucun süresi, ne de ibadetin biçimi ve sayısı Kuran'da yoktur.

Ayrıca Kuran'da camiden ve camide kılınan namazdan da söz edilmiyor. Bu da gene daha sonra İslama giren kurallardan birisidir.

Aleviler bu düşüncelerini Kuran'daki bazı ayetlere dayanarak ileri sürerler; Örneğin ibadetin biçimi ile ilgili olarak Ali İmran Suresi 191. ayette; "Onlar ki, ayakta iken, otururken, yatarken Allah'ı anarlar" şeklinde olduğunu anımsatarak ibadetin bazı kurallara bağlanamayacağını, bunların göstermelik ve şekilcilikten kaynaklandığını düşünürler.

Aleviler, "Her oruç tutmayan, namaz kılmayan Müslümanları biz İslamdan saymazsak bu büyük bir çoğunluk oluşturan insan toplumunu İslam dini dışında saymak (kafir) anlamına gelir ki, buna kimsenin hakkı yoktur. Ayrıca bu İslam'a da aykırıdır"diyorlar.

Bu konuda Kuran'ın Nisa Suresi'nin 94. ayetinde; "Size Müslüman olduğuna bildiren dünya hayatının geçici menfaatlerine gözdikerek, sen mümin değilsin demeyin"diyor. O halde İslama sonradan konan şartlar olan 5 şartı yerine getirmeyene İslam değilsiniz denemez.

Aleviler ibadetin ille de camide yapılması gerektiğini de kabul etmiyorlar. Onlar "Yeryüzünün tümü ibadet yeridir" diye düşünüyorlar. İbadet için camiye gitmek gibi bir zorunluluğu gerekli görmüyorlar.

Kendi inançlarına göre; cami etimolojik anlamda tapınak değil, toplantı yeridir. İslamiyetin ilk yıllarında Hz. Muhammet bir ibadet yeri yapmaya gerek görmemiştir. Çünkü belli bir tapınak oluşturmak ve düzenli olarak sadece orada ibadet yapmak onun getirdiği inanç sistemine aykırıdır. Nitekim o yıllarda ibadetin özellikle gece yapılması, gösterişten kaçınılması isteniyordu.

Bazı müslümanların Mekke-Medine yolu üstünde Kuğba Köyünde yaptırdığı Camiyi Hz. Muhammed, "Dedikodudan başka bir şeye yaramıyor" gerekçesiyle yıktırmıştır. Peygamber elbette bunu Allah'ın ilhamına aykırı olarak yapmaz.

Bu konuda Kurandaki 2 ayet ilginçtir. İşte Tövbe Suresin'de 107. ayet: "Zarar vermek, inkar etmek müminlerin arasını açmak Allah ve Peygamber'ine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescit kurup, biz sadece iyilik yapmak istedik diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah'da şahittir."

Bu ayetin devamındaki 108. ayette ise; bakın Kuran ne diyor:

"Ey Muhammed, o mescide hiç gitme, Allah'a karşı gelmekden sakınanlarla bulanman daha uygundur. Orada arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenleri sever."

Demek ki ibadet yapmak için cami şartı aranamayacağı gibi her yapılan camiyi "Allah'ın Evi" olarakda görmek de doğru değildir.

Aleviler, Allah için ille de şu şartlar yerine getirilerek yapılır gibi katı kurallara katılmıyorlar. Kuran'daki bir ayet bu düşünceyi doğruluyorlar. Bakın Hadid Suresi 4. ayet ne diyor. "Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir. Allah ne yaptıklarınızı görür."

Namaz ve cami ilişkisini Hacı Bektaşi Veli soyevlatlarından A.Celalettin Ulusoy "Alevi Bektaşi yolu" kitabında bakın şöyle ifade ediyor:

"Hz. Muhammed'den sonra halifeler özellikle Ümeyyeoğulları ve Abbasoğulları istedikleri düzeyde manevi saygınlığa sahip olamamışlardı. Hükümranlıklarını güçlendirmek için, İslam toplumunun her kesimine ulaşan bir propagandaya gereksinme duyuyorlardı. Bunun o çağda en kolay ve etkili yolu topluluklara hitap etmek şekli idi. Bu amaçla Müslümanların belli saatlerde belli yerlerde toplanmaları ihtilal çevrelerincede teşvik ediliyor ve hatta zorunlu tutuluyordu. Nitekim, Emeviler zamanında camiler Ali'yi ve onun soyunu kötülemek için konuşma yerleri olmuştur."

Bu ve benzeri nedenlerle ibadet için camilere gitmeyen Aleviler-Bektaşiler ibadetlerini,Cemlerini uygun evlerde yapıyorlar. Cemiyet evi veya Cemevi adı ile toplantı yapılan Cem yapılan binaları bulunan köy sayısı yok denecek kadar az buluyor.

Aleviler'in Cemine kadın-erkek, yaşlı-genç herkes gelebilir. Dede önderliğinde ve bağlama eşliğinde ibadet yapılır. Oturuş biçimi ise toplumsal ilişkiyi geliştiren, küskünlükleri gideren, kin ve düşmanlık kapılarını kapatıp, barışa kardeşliğe yönelmeyi kolaylaştıran içtenlikli bir ibadet tarzı olarak yüz yüze, cemal cemale oturma biçimindedir. Allah'a ibadet ve dualarla birlikte sohbet, yardımlaşma, kişi ve toplum sorunlarına çare bulma imkanları sağlayan toplu tapınma biçimidir. İnsanın insana yakın olması bu biçimde daha kolay oluşuyor.

Duvara değil cemale, "Didar-ı pak'e" yani temiz insan yüzüne bakmak, insanın yaptığı cami binasından önce Allah'ın özenle yaratıp, "Bütün meleklerin secde ettiği" insanı kutsal görmek Alevilerde ibadetin esasını oluşturuyor. Bu anlayışla Aleviler; "Secde ademedir", "Hak ademedir" düşüncesiyle insanı, insan sevgisini dinin esası haline getirmişerdir.

Alevi-Bektaşinin ibadet tarzını bir ozandan örneklemek gerekirse bakın Edip Harabi ne diyor:

"Zühd ü riya ile olan ibadet
Hatadır Hz. Settar'a karşı
Böyle namaz ile olamaz ümmet
Hiç kimse Ahmet-i Muhtar'a karşı
Tarikatsız mü'min olamaz kimse
Nur'u nübüvvetle dolamaz kimse
Hakk'ı Peygamber'i bulamaz kimse
Yatup kalkmak ile duvara karşı

Allah gözlerine çekmiş bir perde
Yok dersin Allah'ı gökde ve yerde
Gösterelim gelde gör Hakk'ı nerde
Secde edersin Didar'a karşı"
''Bana Namaz Kılmaz Diyen, Ben kılarım Namazımı, Kılarsam Kılmazsam, Ol Hak Bilir Niyazımı!''
                                                                                         (Yunus Emre)


“Ahir zamanda bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat, içlerinde bir tane mümin bulunmayacaktır.” [Deylemi]


“Yalan söyleyen, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.” [Buhari]



Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Ahir zamanda yapılan bir amele zamanımızda yapılan elli amel sevabı yazılır” Bu müjde karşısında sahabeler sormuşlar: “Ya Resu-lullah, bizim yaptığımız elli amelin sevabı mı yazılır, yoksa sizin yaptığımız elli amelin sevabı mı?” Resu-lullah (s.a.v.): “Sizin?” diye cevap buyurmuştur.


Siz öyle bir zamandasınız ki, içinizden kim emredildiklerinin onda birini bırakırsa helak olur, sonra öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda yaşayanlardan kim emrolunduğunun onda birini yaparsa kurtulacaktır” buyurur. [Ramûzu’l-Ehadis s. 136, 1753. hadis (Tabarani filkebir, İbn-i Adiy, Ebû Hureyre’den]

Eskilerden daha kabiliyetli ve anlayışı yüksek olacaklar, yazdığım hadislerde sözü geçen ahir zaman ehli mi? Maddi değerlerin her şeyin üzerinde tutulduğu ve ahlaki çöküşün had safhada olduğu bir zamanın insanlarından mı söz ediyoruz?!!

Dinin içrek yanını eskilerden daha iyi mi anlayacaklar, yoksa işlerine geldiği gibi mi anlayacaklar? Ben çok emin değilim bundan..!?

Hep merak etmişimdir, bu Deccal bu kadar yüksek kapasiteli ve anlayışlı insanları nasıl yoldan çıkaracak acaba? Yoksa Deccal konusu bir efsane ve safsata mı? Deccal gerçekse, ahir zaman ehlinin kabiliyetli ve anlayışı yüksek olması mı hayali bir inanış?

Anlama kapasitesi aynı zamanda yaşama kapasitesidir. Eğer ahir zamanda yaşayanlar eskilerden kabiliyetli olsaydı ortalık evliadan geçilmezdi. Ama evliyayı bulamıyoruz artık.

Aleviliğin Bazı Değerler Konusunda Düşünceleri
Alevi demek  Hz.Ali'nin yolundan giden demektir.
Alevilik kendine özgü bir yaşam biçimidir. Alevilikte, Sünniliğe kıyasla insana olağanüstü bir sevgi ve saygı vardır. Sünnilikte insan "kul"dur. İnsan için; günahlar, yasaklar, cinler, periler, binbir çeşit korku vardır. Allah'a ulaşmak için bile insanın önüne önünü konan çeşitli tuzaklar başarı ile aşılarak gerçekleşebiliyor.

Halbuki Alevilikte Allah korkusu, din korkusu, cennet ,cehennem vs. korkusu yoktur. Allah sevgisi vardır. Herşey insandadır.Herşey insanın kalbinde saklıdır. İnsanı sevmek, inancın esasıdır. "Hak ademdedir. " Ademden başka yerde Hak aramak nafiledir. "İnsan kıbledir" " Secde edilecek makamdı; mihraptır." "İnsan konuşan kurandır".

Hacı Bektaş Veli; Alevilikte insan anlayışını, Alevi felsefesinde insanın yerini bakın nasıl ifade ediyor:

"Hararet nar'dadır, Sac'da değildir.
Keramet baştadır, Tac'da değildir.
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir".

Alevi yolunun önemli haklarından biri olan Hallacı Mansur'un "Enek Hak" diye ifade ettiği ölümüne neden olan anlayış; "Tanrıyı insanlaştıran, insanı Tanrılaştıran sevgi anlayışıdır." Hak ademdedir anlayışıdır. İnsanı yücelten anlayıştır.Bakara süresi'nde "Meleklerin secde etmesi" gereken insandır." Size şahdamarınızdan daha yakınım " diyen ayetteki anlayıştır.

Alevilikte sevgi özellikle insan sevgisi o denli yüceltilmiştir ki, o Alevi inancının temelini oluşturmuştur. Sevgisiz hiçbir şeyin yaşayamayacağı gibi inancın da yaşamayacağından hareketle; sevgi adeta "din derekesinde" ifade edilmiştir. Halk ozanları bu anlayışı; "benim dinim sevgidir". Diye ifade etmişlerdir.

Pir Sultan Abdal,insan Allah ilişkisini bakın anlatıyor:

"Sen Hakk'ı yabanda arama sakın
Kalbini pak eyle Hak sana yakın
İnsan hor bakma gözünü sakın
Cümlesin insanda bulduk erenler..."

XVII. yüzyıda yaşamış tasavvuf eri Mısri Niyazi, bakın Tanrı'ya ulaşmak için yapılan ibadeti nasıl değerlendiriyor:

"Savm-ü Salt hac ile sanma biter zahit işin İnsan-ı kamil olmağa lazım irfan imiş..."

Yani; namaz kılmak oruç tutmak, hacca gitmek ile işin biteceğini sanma, İnsan-ı kamil olmak gerekiyor. Yoksa şekilci ibadetler nafile diyor.

Alevilikte insana yabancı olan hiçbir şeyin inançta yeri yoktur.Herşey insan içindir. Bu nedenle Alevi felsefesinin , Alevi inancının özü; insan sevgisidir, hoşgörüdür.

Hz. Ali gibi, Hacı Bektaş Veli gibi insanlığa örnek olmuş, Kişilikleri "Tanrı katında görme" anlayışı bu coşkun sevgi anlayışından kaynaklanıyor olsa gerektir.

Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş Veli'nin, Pir Sultan Abdal ve bu geleneğin sözcüklerindeki taşan insan sevgisi, kaynağını bu sevgi okyanusundan almaktadır.

"Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Yunus, Tanrı insan ileşkisini de;

"Yeri göğü aradım
Hiç mekanda bulmadım
Buldum insan içinde..."

Bu sevginin yolu da "gönül kabesi"nden geçmektedir.Yunus'un dediği gibi diyerek Allah'ın yerinin yerde gökte değil, insanın kalbinde olduğunu ifade etmiş oluyor. İşte Alevi yolunda buna; "gönül kabesi"deniyor.

Çetin BAL: Alevi düşüncesi ve yaklaşımını bir çok noktada kabül etmek gerekir. Aleviler islamın şekilci ve ritüellere dayanan dış görüntüsünden daha çok insana, insan sevgisine ve Kuran ahlakına daha fazla önem vermektedirler.Fakat Alevilik düşüncesi yazılı ve sözlü kaynaklar bazında evrensel bir anlayışa sahip olsada günümüzde yaşanan Alevilik kendi içsel değerlerini tümüyle benimseyebilmiş yada bu değerleri kendi zümreleri içinde tam manası ile hal ehli düzeyine taşıyabilmiş değillerdir. Alevi düşünce dünyası ve bugünkü yaşanan kabül  gören Alevilik içinde manevi ve metafizik değerler Alevi gönüller tarafından hazmedilmiş kavranmış değildir.Bugün Hz. Ali'nin İslam Tasavvufu'na ışık olan şahsiyeti, sözleri demeçleri Aleviler, Sünni'ler  ve Şii'ler de  dahil olmak üzere hiç bir İslam mezhebi, ekolü tarafından layıki ile anlaşılıp uygulamaya konamamıştır.
“Acibtü limen yechelü nefseh, keyfe ya’rifu Rabbeh

Kendini bilmeyen, Rabbini nasıl bilir, şaşarım.”  Hz.Ali
Rabbimizi tanıyabilmemiz için, öncelikle kendimizi tanımalıyız. Neyiz, kimiz, menşeimiz neydi, akıbetimiz ne olacak? Bir tek hücreden alıp aşamadan aşamaya geçirerek önce sevimli bir bebek, sonra güçlü kuvvetli bir delikanlı, ardından zaman ve devran değirmeninin savurduğu tecrübe tozlarıyla saçı başı ağarmış, tepelerine kabir kışının karları düşmeye, başı beyaz kefene bürünmeye başlamış bir insan haline getiren; en sonunda da, kendisine sormadan meyvesi bulunduğu hayat ağacından gah olgun, gah ham olarak koparıp geldiği toprağın sinesine yeniden döndüren kimdir? Hayat denilen bu serüvenin, konup göçüşün amacı nedir? Öte yandan ruhuna takılan ve koca dünyaya sığmayıp sonsuzluklara doğru kanat çırpan bunca duygu, arzu ve emelleri cevapsız ve feryatlar yankısız mı kalacak? Küçücük bir mide ihtiyacını karşılasın diye yeryüzü denilen nimet sofrasını donatmak için güneş, ay, bulut, atmosfer, kara ve denizleri içindekilerle beraber seferber eden Zat, onun o en büyük hayal ve ideallerini, ahireti getirmeyerek cevapsız mı bırakacak? Yine insan, vücut aynasına yansıtılmış hayat, ilim, irade, kudret, işitme, görme gibi parıltılarla, Sanatkârının da o engin ve mükemmel sıfatlarını anlaması gerekmez mi?

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...