O, hiç kuşkusuz bu akidenin özelliğinde ve hareket hattında apaçık görünen levhanın üzerindeki bir işarettir. Davetçiler, yol ayrımına geldiğinde durup bu işarete bakmak zorundadırlar. Yoldaki diğer işaretleri tanımak için durup bakmak zorundadırlar.
Bu dinin gereği olarak insanları bir araya getiren bağ; bu dinin ayırıcı özelliğini ortaya koyan eşsiz bir bağdır. Bu saygın Rabbani Hayat Sistemi'nin ayrılmaz özelliği olan hedef, boyut, ufuk ve aşamalarla ilgili bir bağdır.
Ve bu bağ, kesinlikle bir kan veya soy bağı değildir.
Bir toprak ve yurt bağı değildir.
Kavim ve aşiret bağı değildir.
Renk ve dil bağı değildir.
Irk ve uyruk bağı değildir.
Bir sanat veya sınıf bağı da değildir.
Çünkü söz konusu bağların tümü var olduğu halde bireylerarası ilişkiler kopabilmektedir. Tıpkı Yüce Allah'ın:
"Rabbim! Oğlum da ailemdendir; (onu da kurtar)." (Hûd: 45) diye yalvaran Nuh (a.s.)'a:
"Ey Nuh! O, Senin ailenden değildir." (Hûd: 46) dediği gibi...
Sonra niye hem oğlu olsun, hem de onun ailesinden olmasın?
Yüce Allah, bunu da açıklıyor:
"Çünkü O, salih amel sahibi bir kimse değildir." (Hûd: 46)
"Ey Nuh! Aranızdaki iman bağı kopmuştur. Bundan dolayı; "(Doğruluğu hakkında) bilgin olmadığı bir konuda benden bir şey isteme." (Hûd: 46)
"Sen öyle sanıyorsun ki, o da ailendendir. Ama bu zannın yanlış bir zandır. Kesin olan şu ki o, senin sulbünden oğlun olduğu halde ailenden değildir."
İşte yol ayrımında duran apaçık işaret budur. Bu dinin akide dışındaki bağlara değişmez bakışı ve değişik cahili görüşler arasındaki fark budur.
Cahiliye, bazen kan ve soyu, bazen toprak ve yurdu, bazen kavim ve aşireti, bazen renk ve dili, bazen ırk ve uyruğu, bazen de meslek ve sınıfı bağ haline getirmektedir.
Yahut kimi zaman ortak çıkarlara, kimi zaman tarih birliğine, kimi zaman da kader birliğine bağ olarak bakmaktadır. Ne var ki, tüm bunlar - çeşitlilik veya çokluklarına rağmen - cahili bakış açılarıdır, İslâmi bakış açısıyla kökünden çelişen bakış açıları...
Sarsılmaz Rabbani Hayat Sistemi; Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in rehberliğinde ifadesini bulmaktadır. En doğru ve en sağlam olana yönelten Kur'an'da...
Kur'an'dan, onun direktif ve ahenginden kaynaklanan Peygamber'in (s.a.v.) sünnetinde. İşte İslâm ümmetinin yol ayrımında kendisinden eğitim gördüğü ana kaynak budur. Apaçık rehber ve işaret budur.
Yüce Allah cahili rabıta ve bağlara ilişkin olarak pek çok örnek vermektedir. Tüm bunlardan amaç, muteber ve önemli olan gerçeği ve biricik rabıtayı ortaya koymaktır. Yüce Allah, babayla oğul arasındaki ilişkiye örnek vermektedir.
Örneğin Hz. İbrahim (a.s.) ile babası ve kavmi arasında geçenler...
"Kitabta İbrahim'in (olayını da insanlara) anlat. O. hiç şüphesiz dosdoğru bir kimse ve bir peygamberdi. Unutma ki, O babasına; "Babacığım! Şeytana (itaat edip) tapınma. Şeytan, hiç şüphesiz Allah'a isyan etmiştir. Babacığım! Sana Allah'tan bir azabın geleceğinden korkarım. O zaman da sen şeytanın velisi (yandaşı) olursun." dedi. Babası da "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz çevirirsin ha?! Eğer bundan vazgeçmezsen seni kesinlikle linç edeceğim. Öyleyse benden çok uzakta dur." dedi. İbrahim: "(Seni bırakıp giderken) üzerine selâm olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret de dileyeceğim: O, hiç şüphesiz bana karşı şefkatlidir. (Ve şimdi) ben, sizden de, Allah'ı bırakıp tapındıklarınızdan da ayrılıyorum. Ben, sadece Rabbim'e seslenip tapıyorum. Ve ben Rabbim'e tapınırken - umulur ki - (sizin putperestlikle düştüğünüz bahtsızlık gibi) bahtsız da olmayacağım." dedi. İbrahim, onlardan ve onların Allah'ı bırakıp tapındıklarından ayrılınca ona İshâk ve Yakûb'u bağışladık. Her birini de Peygamber yaptık. Ve onlara rahmet (hazinemizden pek çok şey daha)bağışladık. Ayrıca onların doğru sözlülükle, yücelik (ve zamanlar boyunca iyilikle) anılmalarını sağladık." (Meryem: 41-50)
Yüce Allah, Hz. İbrahim'le zürriyeti arasındaki ilişkiye de örnek vermiştir.
Ahid ve misakını verdiği İbrahim'e buyruklar vermiş, kendisinin zamanlar boyunca anılacağını ve nesli içinden başka peygamberlerin de çıkacağını müjdelemiştir.
"Rabbî, İbrahim'i (bazı) kelimelerle sınavdan geçirdi. İbrahim de bu emirleri tam tamına yerine getirdi. Bunun üzerine Allah ona; "Seni, insanlara önder yapacağım" dedi. İbrahim; "Benim neslimden de mi?" dedi. Allah; "Zalimler (benim önderlik) ahdime erişmeyecektir" dedi." (el-Bakara: 124)
"Hatırla ki İbrahim; "Rabbim! dedi, bu beldeyi güvenilir bir belde kıl. Halkından Allah'a ve Ahiret Gününe İnanan kimseleri (çeşitli) ürünlerle rızıklandır." Allah; "İnkâr edenleri de kısa bir süre için(dünya hayatı boyunca) yararlandıracağım. Ama daha sonra onları cehennem ateşine sürükleyeceğim. Cehennem, ne de kötü bir dönüş (yeridir.)" (el-Bakara: 126)
Yüce Allah, karı-koca ilişkilerine de örnek vermektedir.
Nuh ve hanımı, bir de Lut ve hanımını, diğer yönden ise Firavn'la hanımını anlatmaktadır.
"Allah, inkar edenler için Nuh'un hanımıyla Lut'un hanımını örnek veriyor. İkisi de bizim salih kullarımızdan iki kişinin yanındaydılar. Ama (kafirlerden yana olmakla) bu iki kulumuza ihanet ettiler. Sonunda ise hiç bir şey onları Allah'ın azabından kurtaramadı. Ve her ikisine de "cehennemliklerle beraber siz de ateşe girin" denildi. Allah, iman edenler İçin de Firavun'un hanımını örnek veriyor. Hani O; "Rabbim! dedi, bana kendi katından cennette bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun amelinden kurtar. Beni zalim kimselerden kurtar" demişti." (et-Tahrim: 10-11)
Yüce Allah, inanmış kimselerle aileleri, kavimleri, yurtları, toprakları, malları, beldeleri, çıkarları, geçmişleri ve gelecekleri arasındaki ilişki konusunda da örnek vermektedir, örneğin İbrahim ve yanındaki mü'minlerin kavimlerine karşı tutumu...
"Ashab-ı kehf" denilen gençlerin aile ve kavimlerine, yurtlarına ve topraklarına karşı tavırları...
"İbrahim ve onunla beraber bulunanlarda biç şüphesiz sizin için güzel bir örnek vardır. Unutma ki onlar kavimlerine; "Biz sizden de, Allah'ı bırakıp tapındıklarınızdan da uzağız. Biz sizi inkâr etmişizdir. Sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve nefret baş göstermiştir. Bir tek Allah'a iman edeceğiniz âna kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret..." (el-Mümtehine: 4)
"Yoksa sen "ashab-ı kehf ve rakim'in (mağara ve levha sahiplerinin olayını) harika ayetlerimizden sanıp da (diğerlerinin harika olmadığım mı sandın?) Unutma ki mağaraya sığınan gençler; "Rabbimiz! Bize kendi katından bir rahmet ver işimiz konusunda bize doğruyu göster" demişlerdi. Biz de onları, mağaranın içinde yıllarca uyur halde bıraktık. Daha sonra da onları uyandırdık. Ta ki (uyuma süreleri konusunda anlaşamayan) iki gruptan hangisinin onların (mağarada) kalış sürelerini daha iyi bellediğini ortaya koyalım. Şimdi bu gençlerin olayını doğrusuyla biz sana anlatıyoruz. Onlar, rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırmış ve kalblerine güç (ve cesaret) vermiştik. (Bana secde edin diyen krallarının) karşısında dikilip; "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yeryüzünün Rabbidir. Ondan başka bir ilah'a asla tapınmayacağız. Çünkü (küfrü gerektiren) aşırı bir söz söylemiş oluruz. İşte kavmimiz olan bu kimseler, Allah'tan başka bir takım İlahlar edinip gitmişlerdir. Bir de bu tapınmalarına ilişkin ispatlayın nitelikte açık bir delil getirseler ya!! Allah adına yalan uyduranlardan daha zalim olan var mıdır? (Gençler birbirlerine); "Kavminizden ve Allah'ı bırakıp tapındıklarından ayrıldığınıza (göre) mağaraya sığının. O zaman da Rabbiniz üzerinize bir rahmet yayar ve bu işinizden dolayı size geçiminizi sağlayacak (bir rızık) hazırlar." (el Kehf: 9-16)
Yüce Allah'ın İslâm ümmeti için, tüm zamanlara damgasını vurmuş peygamberler ve geçmiş mü'minlerin yüce kervanından verdiği örneklerle yolun işaretlerini ortaya koymaktadır.
Bu işaretlerin önünde duran açık gerçek; akidevi bağdır.
Yani İslâm toplumunun temel dayanağı olan gerçek bağ..
Çünkü bu toplumun, bu bağından başka hiç bir şeyin temel dayanak olması mümkün değildir. Yüce Allah, bu yolda müslümanlardan istikamet istemektedir. Pek çok yerde; pek çok ayet-i kerimelerde açıkça ve kesin bir şekilde ifade edilen bir istikamet... örneğin:
"Allah'a ve Resulüne muhalefet eden kimseleri - babaları veya oğulları da olsa, kardeşleri veya aşiretleri de olsa - seven, Allah'a ve Ahiret Gününe inanmış bir kavim göremezsin. İşte Allah kendisini (bu sevgiden alıkoyan) kimselerin gönlüne iman koymuştur. Onları kendi katından bir ruhla desteklemiştir. Ve Allah onları, içinde ebedî kalacakları; altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte Allah'ın hizbi olanlar bunlardır. Dikkat edin! Felaha kavuşanlar, sadece Allah'ın hizbi olanlardır." (el-Mücadele: 22)
"Ey İman edenler! Hem benim, hem de sizin düşmanınız olan kimseleri veliler edinmeyin. Size gelen hakkı İnkâr etmişlerken onlara sevgi besleyip (haber iletmeye kalkışmayın. ki) onlar, Peygamberi de, sizi de Rabbiniz Allah'a iman ettiniz diye (yurdunuzdan) çıkardılar. Eğer siz benim yolumda cihad yapmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız (onlardan dostlar edinemezsiniz.) Siz, onlara gizliden gizliye sevgi besliyorsunuz, (ama) ben gizli tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da biliyorum, öyleyse sizden kim (onlarla gizli haberleşmeye) kalkışırsa, hiç şüphesiz dosdoğru (İslâm)yolundan sapıtmıştır." (el-Mümtehine:1)
"Ne akrabalığınız ve ne de çocuklarınız Kıyamet Günü size hiç bir fayda sağlamayacaktır. Çünkü Allah o günde sizinle onların arasını ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir." (el-Mümtehlne: 3)
"Ey iman edenler! Atalarınız ve kardeşlerinizi eğer küfrü imana tercih ederlerse veliler edinmeyiniz. Sizden kim onları veli edinirse, hiç şüphesiz zalimlerin ta kendileri olurlar." (et-Tevbe: 23)
"Ey iman edenler! Yahudi ve hiristiyanları veliler edinmeyiniz. Çünkü onlar, biribirlerinin velileridirler. Sizden kim onları veli edinirse, kesinlikle onlardan olur. Allah, muhakkak ki zalim kimseleri hidayete erdirmez." (el-Maide: 51)
Demek ki İslâm toplumunun ilişkilerinde temel ve kesin olan ilke budur.
Kendisini dün, bugün ve Kıyamet'e kadar varolabilecek cahiliye toplumlarından ayıran organik yapı özelliği budur.
Bir İslâm toplumu, Allah'ın bu seçkin ümmet için belirlediği söz konusu temel ilkeden başka bir ilke üzerine kurulamaz.
Kendilerine "İslâm" adını yakıştırıp da toplumsal düzenlerini cahili ilişkilerin belirlediği bir veya daha çok rabıtalar üzerine kuran kimseler, ya islâmı bilmiyorlar ya da İslâm'ı reddediyorlar, demektir.
Çünkü, İslâm, tüm cahili ilişkileri kaldırıp yerine "akide'yi" koymuştur.
İslâm, aksini iddia eden kimselerin kendi ismini almalarını bile kabul etmez. Yani "müslüman" olduğunu dille söylediği halde onu uygulamaya koymayan kimselere bu ismin verilmesini bile kabul etmez.
Çünkü bu kimseler pratik hayatlarında cahili bir takım ilişkileri esas yapmışlardır, işte İslâm davetçileri, bu işaret levhasının önünde durup uzun uzun düşünmek zorundadırlar. Çünkü söz konusu olan akidevî ilkedir.
Şunu da belirtmeliyiz ki:
Yüce Allah'ın kendileriyle ilgili olarak:
"Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler onu (peygamberi) oğullarını tanıyormuşcasına tanıyorlar."(el-Bakara: 146) diye buyurduğu bu dinin düşmanları; yani İslâm'ın özellik ve hareketindeki asıl güç kaynağını bilen bu düşmanlar, akideye dayalı İslâmî toplumsal hayatın; güçlülüğün en büyük sırrı olduğunu kavramışlardır.
Bu dinin gizli gücünün ve bu dini temsilen kurulan toplumun gücünün bu akideye dayandığını anlamışlardır.
İslâm toplumunu yıkmayı veya İslâm toplumunun etkinliğini sağlayacak bu dini ve bu dinin ehlini yıpratarak gönüllerini rahatlatacak; yurtlarının, davalarının ve mallarının sömürülmesini temin edecek nitelikte, İslâm toplumunu zayıflatmayı amaç edinen din düşmanları...
Yani İslâm toplumuyla savaşmaya soyunan bu dinin düşmanları, dayanak noktası olan akideyi zayıflatmayı ihmal etmemişlerdir. Bir tek ilâh inancıyla bir araya gelen müslüman halklar için gah "vatan" adıyla, gah"millet" adıyla ve gah da "ırk" adıyla çeşitli türden ilahlar türetmeyi unutmamışlardır.
Yani Allah dışında, kendilerine tapınılan değişik isimlerde pek çok ilah...
Bu düzmece putlar, tarihsel aşamalar içinde gah "halkçılık", gah "Turancılık" gah "Arap Milliyetçiliği"ve gah da başka isimler altında pek çok biçimde ortaya çıkarılmıştır, öyle ki akideye dayalı ve İslâmî hükümlerle yönetilen İslâm toplumu içinde - bu düzmece putların etrafında - söz konusu akımlar değişik cephelerde çatışmalar çıkarıp durmuşlardır. Sonunda da temel hayat ilkesi olan akidevî bağ zayıflamaya yüz tutmuştur. Vuruşlarının ardı arkası kesilmez düşman çekiçlerinin altında ve bu zehirli iğrenç propagandaların etkisinde akidevi bağ zayıflayıp gitmiştir.
Nihayet bu düzmece putların, mukaddesat haline dönüşmesi sağlanmıştır. Bunları reddeden kimseler, ya kavminin dininden çıkmış ya da ulusal çıkarlara ihanet etmiştir...
İslâm toplumunun dayanak noktası olan bu temel ilkeyi yıkmak için tarih boyunca çabalayıp duran ve halen bu uğraşısına devam eden en iğrenç düşman kampı, hiç kuşkusuz siyonizmdir.
Hiristiyan toplumunun yıkılmasında "milliyetçilik" silahını kullanıp denemiş olan Siyonizm...
Çünkü o, bu silahıyla Hiristiyan İmparatorluğunu değişik niteliklerde pek çok siyasal uluslara bölmüş ve pek çok ulusal kiliselere ayırmıştır. Roma'nın kendi etraflarındaki siyasal kuşatmasını böylece yıkan siyonizm; ikinci hamlesini de İslâm toplumunu yıkmak için yapmıştır. İslâm toplumunun bu uğursuz ırkın etrafındaki kuşatmasını da böylece kırmayı başarmışlardır.
Haçlılar da onlardan geri kalmamışlardır. İslâm toplumuyla savaşan haçlılar, İslâm'ın potasında eriyen değişik kavimler arasına "ırkçılık", "milliyetçilik", "vatancılık" gibi fitneleri alevlendirmek için asırlarca uğraşmışlardır.
Bu dine ve bu dinin ehline karşı besledikleri kini böylece kusmayı başarmışlardır. Müslümanları parçalamış ve haçlı Avrupasının sömürüsünü kabul ettirmeyi başarmışlardır. Ve halen de bu uğraşlarına devam edip durmaktadırlar.
Bu savaş; İslâm toplumu yeniden kuruluncaya kadar devam edecektir.
Yüce Allah'ın söz konusu lanetli ve iğrenç putların yıkılmasına izin buyurup sarsılmaz akidevi bağın üzerinde kurulmuş İslâm toplumu yeniden ikame oluncaya kadar...
Eğer "akide" toplumsal hayatın temel dayanağı olmazsa; insanların çeşitli cahiliye toplumlarından kurtulmalarına imkan yoktur.
Çünkü sadece Allah'a itaat etmek, akidenin esas olmasıyla mümkündür.
İnsanların gerek dünya görüşü ve gerekse toplumsal hayatlarında, akidevi bağın temel olmasıyla mümkündür.
Kutsallığın bir tek olması ve bunun sadece biricik "Mukaddese" ait kılınması zorunludur."Mukaddes'lerin" artmaması zorunludur.
Bayrağın da bir tek olması ve bunun artmaması da zorunludur.
İnsanların kendisine yöneldiği kıblenin de bir tek olması, kıble ve bakış açılarının artmaması zorunludur.
Şurası kesindir ki, putperestlik bir tek biçimden; yani sadece taş ve efsanevi ilâhlar biçiminden ibaret değildir. Çünkü putperestliğin çeşitli biçimlerde ortaya çıkması mümkündür. Nitekim putların da değişik biçimlerde yontulması mümkündür. Mitolojik ilahların da değişik biçimlerde tasviri mümkündür. Yani bu düzmece ilahların bir daha; ama değişik biçimlerde; isim ve merasimleri ne olursa olsun - Allah dışı- bir takım mabut ve mukaddesat biçimlerinde ortaya çıkması mümkündür.
Taşları putları ve mitolojik tanrıları/ilahları ortadan kaldıran İslâm'ın, insanların uğrunda savaş verdikleri"ırkçılık", "milliyetçilik", "vatancılık" veya başka isimler taşıyan putları kabul etmesi düşünülemez.
Çünkü İslâm, insanları sadece Allah'a davet eder. Bir yaratılmışın itaatine değil, sadece Allah'a itaate çağırır.
İşte bundan dolayı İslâm, tüm insanları - beşer tarihi boyunca - iki ümmete ayırmaktadır.
- Biri, peygamberlerin tabileri olan müslümanların ümmeti,
- diğeri de tağutperest ve putperestlerden meydana gelen gayr-i müslimlerin ümmetidir.
Yüce Allah, belirli zaman aralıklarıyla her kavme peygamber göndermiştir. Gönderilen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ise tüm insanların peygamberidir.
Putlar, değişik tip ve şekillerde olabilir.
Bu, tarih boyunca böyle olmuştur. Yüce Allah müslümanları kendilerini târih boyunca bir araya getiren ümmet olarak tanıtmak isterken, onları peygamberlerin tabileri olarak tanıtmıştır. Tabi her biri kendi zamanına göre...
Bu ümmetin kuşaklarını anlattıktan sonra diyor ki:
"İşte sizin ümmetiniz, hiç şüphesiz aynı olan bir tek ümmettir. Ben de sizin (ortaksız) Rabbinizim. Öyleyse bana tapının." (el-Enbiya: 92)
Yüce Allah, böyle buyuruyor.
"Sizin ümmetiniz cahiliyesi ve İslâmıyla Arap ümmetidir" demiyor.
"Sizin ümmetiniz, cahiliyesi ve İslâmıyla İsrailoğulları veya İbranilerdir" demiyor.
"Senin ümmetin Fars ulusudur",
"Senin ümmetin Bizans ulusudur",
"Senin ümmetin Habeş ulusudur" demiyor.
Diyor ki, Arap, Fars, Habeş ve Bizans asıllı tüm müslümanlara:
"Sizin ümmetiniz İslâm'dır."
Musa ve Harun'un, İbrahim ve Lut'un, Nuh, Davûd ve Süleyman'ın, Eyyub'un, İsmail'in, İdris, Zülkifl ve Yunusun, Zekeriyya, Yahya ve Meryem oğlu İsa'nın zamanlarında gerçekten teslim olmuş müslümanların dinidir.
Yani tıpkı el-Enbiya suresinin 48-91. ayetlerinde anlatılanlardır.
İşte Yüce Allah'ın tarif ettiği "müslüman ümmet" budur. Bundan sonra kim Allah'ın gösterdiği yoldan başkasına dönmek isterse dönebilir; ama "müslümanlardan olmadığını" da söylesin.
Biz Allah'a teslim olmuş kimselere gelince:
Allah'ın tanıttığı İslâm ümmetinden başka hiç bir ümmet tanımayız. Allah, elbette ki hakkı söyler ve O en iyi hükmedendir.
İslâm düşüncesi, itikad ve amele dayanmayan tüm ilişki ve bağları koparıp atmaktadır.
İtikat ve amele dayanmayan yakınlık ve akrabalıkları (bağlayıcı ilke olarak) görmemektedir. Akide ve amelin sarsılmaz kulpuna bağlı olmayan tüm rabıta ve tüm değer yargılarını koparıp atmaktadır.
|