13 Eylül 2013

ŞEYTANIN ( İBLİSİN)SIRLARI BİR

ŞEYTANIN SIRLARI 

BİR

Allah İblisle Konuştu mu?

İbn-i Akıl der ki: Biri kalkar da; «Allah, vasıtasız İblis İle konuştu mu?» diye bir sual irat ederse şöyle cevab veririz: Ulema, yâni usulcüler bunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Onlardan olan muhakkiklere göre, Allah onunla konuşmamıştır. Diğer bir kısım âlimlere göre; bilakis konuşmuştur.
Sahih olan şudur: Allah onunla vasıtasız konuşmamış; bil akis bir melek vasıtası-ile konuşmuştur. Çünkü Allah konuştuğu kimseye rahmet, rıza, tekerrüm ve ic- lâl ile konuşur.
Görmüyor musun, Peygamberlerden biri (Musa A. S.) Halil ve Muhammed (S.A.V.) hariç  — diğer peygamberlere sırf ona bahş ettiği bu vasıfla üstün kılınmıştır. Bu husustaki âyetleri buna hami etmek lâzımdır.
  • Peki böyle de olsa, ona bir şeref vermek sayılmaz mı bu? diye bir sual sorulursa, deriz ki: İblis’e karşı olan bu elçi gönderme işi hiç de teşrif için değildir. Mücerret elçi göndermek, gönderilen kimseye şeref kazandırmaz. Hüccet için yani sırf onun ağzını kapamak için de olur. Meselâ Musa ile Harun (A.S.) Firavn ile Haman’a gönderilmiijlerdir. Bu, hiç bir zaman Firavn ile Hamana şeref kazandırmak için olmamıştır. Çünkü onların şerefi yoktur.
Allah tarafından şereflendirilmeleri ve kendilerine ikram edilmeleri de kasd edilmemiştir. Çünkü Allah, onların kendisine düşman olduklarını  biliyordu.
  • Peki Cenâb-ı Hak bütün meleklere (Secde ediniz!) enirini verdiği zaman, İblis bu hitaba dahil olmuş mudur? diye sorulursa deriz ki; Umumî hitaba girebilir ve bununla tahsis olmaz. Hz. Peygamber (S.A.V.) bütün peygamberlere üstün kılınmıştır. Onlara olan umum hitablar peygambere olan hususi hitablara mani olmamıştır. Sonra Allah’ın meleklere emri vasıtasız olmuş; iblise olan emri ise vasıtalı olmuş da olabilir.
Meselâ: bir sultan halkına, Zeyd’e itaat etmelerini emr eder. Bunlara verdiği emir, kimilerine vasıtasız, kimilerine de vasıtalı olur.
Bir sual daha: Allah’ın ona gazab etmesi ve onun da Allah’a asî gelmesi, Allah’ın onunla konuşmasına nasıl mümânaat edebilir? Gazap ettiği kimselere Âhirette Allah’ın (hani iddia ettiğiniz şeriklerim? Susun konuşmayın!) şeklinde hitab edeceği hepimizin malûmudur. Sonra gazab ederek konuşmak hiç bir zaman teşrif ifade etmez. Hizmetçisine kızan bir sultanın onu döğmesi, veya azarlamasını buna misâl gösterebiliriz. Bu durumdaki sultan için hiç bir zaman, «hizmetçisine ikram etmiştir« diyemeyiz.
Cevab: Mertebesi yüksek olan kişinin, kendinden aşağı olana konuşması, tehdid dahi olsa bir şeref sayılır. Bu sebebledir ki, sultanın kızdığı kimseye bizatihi kendisi hitab etmez, adamları vasıtasıyla konuşur.
Cenâb-ı  Hak buna da işaret buyurmuştur, hattâ ten- bih de etmiştir: «Allah onlara, kıyamet günü konuşmayacaktır ve onlan temize dc çıkarmayacaktır*.» (1) buyurmuştur. Ve yine: «Hiç bir insanla Allah vahyisiz konuşmaz!» (2) buyurmuştur. Bu âyetler davamızı haklı çıkarmaktadır. Yukarda delil olarak gösterdiğiniz âyete gelince, ondan murat, şudur: Allah melekleri vasıta- sıy ile nida eder, bizatihi kendisi değil.
Az evvel zikr ettiğimiz (Allah kıyamet giinü onlara konuşmaz.) âyeti bunu teyid etmektedir.
Eğer o âyetteki (Nida) kelam olsaydı, Kuran çelişkiye düşmüş olurdu Biz zahirde bir birine zıt görünen iki âyeti uzaklaştırıyoruz ve (Nida) melekler vasıtası ile gerçekleştirildiğini ileri sürüyoruz.
Meselâ: (Sultan memelkete ilân etti) deriz. Bundan şu kasd edilir: Birine emrettiği ve memlekete ilân ettirdi. Bizatihi kendisi seslenerek memlekete ilân etti, demek değildir, bu.

Vervesenin Keyfiyeti ve Vesvas Hakkında Varit Olan Deliller

Allah buyurmuştur: «De ki: İnsanların Rabbi, insanların Melikine sığınırım,» Bu sûrenin tümü, bütün masiyetlere ve günahlara sebeb olan şerlerden Allah’a sığınmayı anlatmaktadır. Çünkü o şer dünya ve âhiret ukubetinin menşeidir.
Bu sûreden önce gelen Felâk sûresi ise, sihir ve ha- sed tariki ile başkası  tarafından yapılan zûlme sebeb olan şer’den Allah’a sığınmayı  beyan etmektedir ki, bu haricî sebebi teşkil eder.
Nâs sûresi ise, kulun kendi nefsine zûlm etmesine bais olan dahilî şer hakkındadır.
Birinci şer, teklifin tahtına girmez, kulun ondan kendini çekmesi istenmez. Çünkü  o, kendi kesbinden değildir.
İkinci şer ise teklifi gerektiren ve ona nelıy teallûk eder. (El-Vesvâs) : (Vesvese) kökünden, (Feiân) vez- nindedir. Vesvese’nin aslı, hareket ve his edilmeyen gizli bir sesdir. Ondan kaçınılır. Vesves, nefse gizlice bırakmaktır. Vesvese; Müvesvis’in tekrar ettiği, vesvese verdiği kimseye tekrar tekrar tekit ettiği bir kelâm olduğundan lâfzı, mânasının tekran hizasında tekrar edilmiştir.
Nahivciler (El-Vesvas)’ın lâfzında fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Bâzılan bunun vasıf olduğunu söylerken, bir kısmı da masdar olduğunu iddia etmiştir.
Sûre’deki (Hannas) kelimesine gelince: Bu, (He- nese yahnüsü) kökünden, (Faal) veznindedir. Anlamı gizli olmaktır. Ebû Hureyre’nin (Ondan gizlendim.) sözü bunu teyid eder.
Lâfzın hakikati, meydana çıktıktan sonra kayıp olmaktır. Mücerret ihtilâf gizlenmek anlamında değildir. Bu sebebledir ki bununla (bu lâfızla) yıldızlar vasf edilmiştir.
Sûredeki (Yusesvisû  fî sudurinnası) kavli celîli, şeytanın üçüncü  sıfatıdır. Önce onun vesvesesi, sonrada bu vesvesenin yeri zikr edilmiştir.
Kur’ân’ın şu hikmetini ve azametini düşünün ki, vesvâs ve Hannas’la mavsuf olan şeytanın şerrinden nasıl sığınılacağını mükemmel bir tarzda beyan etmiş, sadece onun şerrinden dememiştir. Maksad istiaze onun bütün kötülüklerinden olmasıdır. (Min Şerri 1-Vesvas) deyince onun bütün şerlerini kapsamıştır.
Sonra bir de (Yuvesvisû Fi sudurinnasi) kavlini teemmül eti: İnsanların göğüslerinde vesvese yapar de- mişdir de, kalplerinde vesvese yapar dememiştir. Elbette bunun da bir sır ve hikmeti olmalıdır. Çünkü göğüs, kalb sahasıdır, ve yuvasıdır. Ona geleceklerin tümü oradan gelip göğüste toplanır. Sonra da oradan doğru kalbe girer. Şu halde o, dehliz mesâbesindedir. Göğüse, emirler ve iradeler kalbten doğru çıkar. Sonra her tarafa yayılır. Bunu anlayan, şüphe yok ki Cenâb-ı Hakkın şu kavli celilini de anlamış olur: «Göğüslerinizin için- dekini yoklamak, y ür eki erini zdekini temizlemek için (yaptı) Allah, sinelerdeki özü hakkıylc bilir.» (1)
Şeytan kalp sahasına girer, oradan, kalbe vermek istediği vesveseyi verir. Böylece vesvesesi doğru kalbe vasıl olur. Bu sebebledir ki Allah (Şeytan ona vesvese verdi) buyurdu da (Onda) buyurmadı. En iyi bilen şüphe yok ki Allahtır.
Kadı Ebû  Ya’la der ki: Vesvas’m, sadece kalbin idrak edebileceği gayet gizli bir söz yapması muhtemel olduğu gibi, fikir nezdinde bizzat kendisinin vaki olması da mümkündür. Sonra insana dokunma, çarpma ve saptırma gibi işler bizzat ondan sadır olur.
İmam Ahmed’i (O, Onun lisânında konuşur.) sözünün zahirî anlamı budur. Mütekellimlerden bazıları bunu inkâr etmiş, Şeytaıı insan vücuduna giremez demişlerdir. Çünkü iki Ruh’un birden bir vücudda bulunması imkânsızdır, demişlerdir.
Sual: mademki o ateştendir, insan vücuduna nasıl girebilir? İnsanı yakmaz mı?
Cevab: Ateş  kendi tabiatıyle yakmaz. Allah onda durumuna göre yakmak hassesini ihdas eder. İnsanın vücuduna girerken Cenâb-ı Hakkin yakma hassesini ihdas etmemesi de mümkündür.
Hz. Peygamberin (S.A.V.) «Şeytan Ademoğlunda kanın aktığı yerde ceryan eder» hadîsi, vesveselerine hami etmek mümkündür. Tıpkı (kalplerine dana içiril- dilcr) âyetinde ki anlamın, dananın kendisi değil de, sevgisi olduğuna hami edildiği gibi, denilirse şu cevab verilir: Eğer o, insanın vücuduna girmemiş olursa vesvesesi his edilmez. Çünkü hariçte olan söz veya ses, kulağına duyurmadıkça insan işitemez. Şeytanda insana duyuracak ses yok ki. O nefsin konuşması mesabesindedir.
Sual: Diyorlar ki, Şeytanın, insan vücuduna girdiği gibi, insanı çarpmak ve yere sermek gibi gücü, kuvveti ve işi vardır.. Siz bunu nasıl izah edersiniz?
Cevap: Biz, bunu demiyoruz. Çünkü sar’ada veya çarpılmış kişide görülen hareketlerin hepsi, Allahın se- beblere bağladığı işlerdendir. Çünkü fail, fiilini, kudreti dışında olan yerlerde icra edemez. Bu imkânsızdır.
Mecnûn buna kadir olursa, kendi kesbî olur (ki sorumlu tutulur) kadir olmazsa onu yapmağa mecbur edilmiş olur (ki sorumlu tutulmaz!)
îbn-i Akıl anlatıyor: Biri sana, İblıs’in vesvesesinden, onun kalbe vusûlundan sual ederse de ki: —denildiğine göre , O öyle bir keiâmdır ki, ruhlar ve nefisler ona meyi ederler.
Bazılarına göre, o, cismi lâtif olduğu için Ademoğ- lunun cesedine girer ve vesvese verir. İnsana adi ve basit düşünceler verir. Allah buyurmuştur: «İnsanların göğüslerinde vesvese yapar.»
  • Bu doğru değildir. Çünkü her iki kısım da bâtıldır. Şeytanın konuşmasına gelince; eğer böyle bir konuşma mevcud olsaydı kulaklarla duyulurdu.
Cisimlere girdiği hususuna gelince; cisimler birbirine girmez. Kaldı ki o, ateşdendir, cisme girdiği takdirde yakar, diye bir itiraz varit olursa şöyle cevab verilir: Konuşması mümkündür. Büyülenmiş kişinin esir olduğu sihir gibi. Sihir bir ses değil, ama büyülenen kişi onun etkisinden kurtulamamaktadır.
«Eğer o cisimlere girseydi cisimler bir birine girerdi veya cisimleri yakardı.» sözüne gelince; bu bâtıl bir sözdür, ve yanlıştır. Çünkü cinler yakıcı ateş değildir, her nekadar asılları ateş ise de.
«Cisimler bir birine girmez!» sözüne gelince; bu küçük ve ufak cisimler için düşünülmez. Çünkü küçük cisimler büyük cisimlerin deliklerinden içeriye nüfuz edebilirler: cisimlerdeki ruh ile hava gibi. Cin de bir ufak cisim olduğuna göre insan vücuduna rahatça girebilir. (Minclcinneti vennâs) kavlindeki (Câr ve mec- rûr)) hususunda ihtilâf etmişlerdir.
İmâm Ferrâ ve bir kısım âlimlere göre, bu, göğüslerinden vesveseye kapılmış insanların, kimler olduğunu beyan etmektedir, ki buna göre anlam şöyle olur:
O, cin ve insanlardan olan kimselerin göğüslerinde vesvese meydana getirir.
Yâni şeytanın vesvesesine marûz kalmış olanlar iki kısımdır: Cinler ve insanlar.
Vesvas, insanlara vesvese verdiği gibi, cinlere de vermektedir..
Bu yorum şu sebeblerden dolayı cidden zayıftır:
  1. - Çin’in, cinlerin göğüslerinde vesvese yaptıklarına, ve cinlerin bedenlerine girdiklerine dair bugüne kadar hiç bir delile rastlanmamıştır. İnsanlara yaptığı vesveseyi, hemcinsleri olan cinlere de yaptığı sabit değildir.
Bu babta hangi sahih bir delil vardır ki, âyeti ona hami edelim?!
  1. — Bu, lâfız yönünden de bozuktur. Çünkü Allah (Ellezi Yuvesvisu fi sudurinnas = insanların göğüslerini vesveseye boğan) buyurmuştur. İmdi nasıl olur da insanların açıklanması, insanlarla yapılabilir?
(İnsanların göğüslerinde ki onlar insanlardandır) diye bir tabir kullaılabilir mi? Böyle bir tabir kullanmak mümkün olmadığı gibi, kullanıldığı takdirde fasih bir ifade tarzı olmaz.
  1. — Bu takdirde insanlar ikiye bölünmüş olur: cinler ve insanlar. Bir şey, kendisinin bölünmüşü olur mu? Öyleyse böyle bir yorum sahih değildir.
  2. — Cinlere, ne asıl, ne de iştikak ve ne de isti’mal bakımından insan denmez. İkisinin lâfızları böyle bir şeye manidirler.
«— Bunda bir mahzur yoktur. Çünkü cinlere,
«Ve Ennehu Kâne ricalûn minel-insi ycûzûne bi- ricebir minel-cinni.» buyurarak cinlere (adamlar) ismini itlak etmiştir. Mademki onlara (adamlar) deniliyor, öyleyse (Nâs) ismi verilmekte de bir sakınca olma’ mamalıdır.» diye bir itiraz varit olursa şu cevab verilir:
«— Onlara (adamlar) ismi, insanlardan adamlar, zikr edildiği için, bir karşılık olarak ve mukayyed bir
şekilde verilmiştir. Bundan gerek (insan) gerek (adam) ismi mutlak surette verilmesi icab etmez.
Taştan bir insan, odundan bir adam, dediğin zaman, bu sözden, tasa ve oduna mutlak surette (adam veya insan) itlak edilmesi gerekmez.
Öyleyse cinlere (adam) lâfzı itlâkından, insan lâfzının itlâkı gerekmez. Sadedinde bulunduğumuz âyet bile, onlar aleyhinde kat’i bir hüccettir. Çünkü cinlea (nâs) lafzına dahil değildir. Zira âyet cinleri ve insanları karşılıklı olarak zikr etmiştir.
Allah-ü  Aflem en doğrusu, şudur: Cenâb-ı Hakkın (miııel cinneti vennas) Kavli, (Ellezî yuvesvisû — vesvese veren) kavlini beyan etmektedir. Buna göre vesvese veren iki çeşit oluyor: insanlar, cinler.
Cin, insanların kalbine vesvese veriyor. İnsanlar da insanlara vesvese veriyor (yoldan çıkarmağa uğraşıyor), demektir. Demek ki vesvese veren, ins ve cin olarak iki nevidir; vesveseye uğrayan ise yalnız insan olarak bir nevidir. Yukarda vesvesenin, kalbe gizlice kötü duygu koymak anlamında olduğunu anlatmıştık. Bu ise insanlarla cinler arasında müşterek bir şeydir.
Buna göre, anlatılan işkâl zail olmuş ve âyet, ins eve cin şeytanlarından her iki nevin şerrinden istiazeye delâlet etmiş olur. Birinci kavle göre, yalnız cin şeytanlarının vesvesesinden Allah’a sığınılmış olur.
Kur’ân-ı  Kerîm, insanların da tıpkı cinler gibi şeytanları olduğunu anlatmıştır:, «Biz her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık.» (El- En’am: 112)
Ebû Bekr Abdullah b. Ebû Davııd Süleyman der ki: Hadîsçiler Muaviye b. Ebî Talha’dan şöyle rivayet et- mişlerdri: «Hz. Peygamber (S.A.V.)’in dualarından- dı: (Allahım, kalbimi zikrine mani olacak vesveselerden beri kıl, benden şeytan vesveselerini tard et.)
îbn-i Abbas’dan nakl edilmiştir, murad şudur: Şeytan İbn-i Aras’a benzer. Ağzını kalbin ağzına kor durmadan vesvese verir, ona. Allah zikr edildiği zaman susar, Allah’ın zikri ter edildiğinde yine avdet eder. İşte Vesvas-ı Hannas budur.
Urve b. Rüveym’den nakl edilmiştir: Meryem oğlu İsa (A.S.) Rabbine, şeytanın Ademoğlundaki yerini göstermesi için dua etmiş. Bakmış ki başında bir yılan gibi başını kalbin özüne salıvermiş bekliyor, melûn  şeytan.
Kul Allah’ı zikr ettiği zaman susuyor; Allah’ın zikrini terk ettiğinde yine iğvasına devam ediyor.
Ömer b. Abdulazîz’den mervidir: Bir adam, Rabbine, kendinde şeytanın yerini göstermesi için dua etmiş,, bunun üzerine Allah ona içi boş bir cesed göstermiş, öyle cesed ki içi dışından görünüyor. Şeytan bir kurbağa şeklinde, sivri sinek gibi hortumunu kalbinin içine saplamış ığva ediyor. Kul Allahı zikr edince susuyor, zikri terk edince sokmağa devam ediyor.
Esuheylî  der ki: Peygamber Mührü iki omuzu arasına konmuştur. Çünkü Şeytan insanoğluna oradan nüfuz eder. Peygamber bunden korunmuştur.
İbn-i Eb’id-Dünyar der ki: Hadîsçilerden bazıları Eb’ul-Cevzâ’dan nakl ettiklerine göre Eb’ul-Cevzâ demiştir ki, «Şeytan kalbe sarkıntılık yapar. O kalbin sahibi Ailahi zikr ederse bir zararı dokunmaz. Onu kalp’- ten ancak kelimesi tevhid tard edebilir. İbn-i Cevza bunu dedikten sonra: «Yalnız Rabbini zikr ettiğin zaman onlar sırtlarını çevirip kaçarlar» mealindeki âyeti okudu.
Zemahşeri’yc göre Sahabe şöyle demiştir: «Şeytanlar kaıbe sinekler gibi üşüşürler. Eğer men’edilmezlerse kalbe fesad sokarlar.»
Enes b. Mâlik (R.A.) dan rivayet edilmiştir. Allah’ın Resûlü (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır: «Şübhe yok ki, Şeytan burnunu Ademoğlunun kalbine sokar: Allah’ı zikr ederse susar, etmezse kalbinden intikam alır.»
Abdullah b. Amr’in ve diğer şeytanların şöyle dediği nakl edilmiştir: «İblis bağlanmıştır. Kımıldadığı vakit hepsi ona arkadaş olup yeryüzüne yayılırlar.»
Urve babasından, o da Hz. Aişe’den (R.A.), Aışe de Allah’ın Resûlü (S.A.V.) ’den rivayet etmiştir:
«Şeytan birinize gelip der ki, «Seni kim yarattı?» A, «Allah yaratı» diye cevab verince, bu sefer, «Allah’ı kim yarattı?» diye sorar. Sizden biriniz böyle bir şeyle karşılanırsa «Allah’a ve Resûlüne iman ettim» desin.
Çünkü böyle bir şeyi ancak bu giderir.»
Ebû Bekr Abdullah b. Eb’id-Dünya der ki: Cerîr b Ubeydullahin babası  demiştir ki, «Vesvas’dan bir şeyi buluyordum (kendime) İbn-i Ziyad’a sorunca şöyle dedi: Ey kardeşim oğlu! Bu evlere uğrayan hırsızlar gibidir. Eğer evde bir şey bulursa alırlar, bulamazsa almazlar.»
İbn-i Abbas’dan rivâyet edildiğine göre Allah’ın Resûlü (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: «Abdest suyunun vesvesesinden Allah’a sığınırız.»
Tirmizî  Ubeyd b. Ka’m’dan, rivâyet ettiğine göre Allah’ın Resûlü  (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: «Abdest suyunun (El-Velehan) adlı şeytanı vardır. Suyun ves- sâsıııdatı korkun.»
İbn-i Eb’id-Dünya, Hasan’a tetinad eden bir senedle rivayet ediyor;
«Abdest suyunun Şeytanına (El-Velehan) denilir. Bu mcl’un insanları abdest alırken güldürür.»
Tavus diyordu ki; bu şeytanların en yamanıdır.
Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî Abdullah b. Muğaffel’den (R.A.) nakl ettiklerine göre Allah’ın Resûlü Sallel- lahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
«Sizden biriniz, yıkandığı yere zinhar bevl etmesin (idrarını yapmasın). Çünkü vesvas’ın ammesi, ondan- dır.»
Müslim Osman b. Ebil-As’dan rivayet etmiştir: Dedim ki Ey Allah’ın Resûlü! Şeytan namazda ve kıraatte beni rahat bırakmıyor! Şöyle buyurdular:
«— O, Hanzeb denilen Şeytandır. Onun his ettiğin zaman, ondan Allah’a sığın ve soluna üç kere öfür!» Re- sûlüllahın bu emrini dinledim ve Allah benden onu giderdi.»
Yine Müslim rivayet ediyor: Resûlüllah (S.A.V.) buyurmuştur: «İblis namaz kılanlara kendisine ibadet ettirmekten ümidini kesmiştir. Lâkin aralarında durmadan tahrişe çalışır.»
Diğer bir lâfızda kayd şöyledir: «Şeytan arab yanm adasındaki namaz kılanlara, kendisine ibadet ettirmek ümid kesmiştir.»
Sa’d b. Ebî  Dâvud der ki: Muhalled b. El-Hüseyin bizlere şöyle anlatmıştır: «Cenâb-ı Hak kullarını bir şey yapmağa teşvik ettiğini, İblis onlara iki şey ile arız olur. Bunların hangisi ile gayeye ulaşırsa ulaşsm aldırmaz. Ya azdırır, ya da noksan yaptırır.
İbn-i Ebî Iiâzim babasından nakl ediyor: Ona bir adam gelip: «Ey eba Hazim! Şeytan bana gelip durmadan vesvese veriyor. Vesveselerinin en şiddetlisi şudur: İkide bir bana diyor ki, sen hanımını boşadın!» diye şikayette bulununca Ebû Hazim ona şu cevabı veriyor:
  • Öyleyse gelde hanımını benim yanımda boşa.
  • Vallâhi boşamam.
  • İşte Şeytan sana gelip de * (Sen hanımını boşadın.) dediği vakit, aynen bana yaptığın yemini ona da yap, diye ikna ediyor onu.»

    İblisin Kendisinin Adem Aleyhisselânrdan Daha Üstün Olduğunu İddia Etmesi

    Şunu peşin olarak izah edelim ki: İblis’in bu iddiası serapa tâannuttur. Çünkü Âdem’e (A.S.) secde etmesi, kibir, küfür ve hasedden ileri gelmiştir. Bununla beraber yine de ateşten yaratıldığı için ondan üstün olması babında ileri sürdüğü bu delil tarzı da boştur, gülünçtür. Bunu bir kaç yönden izah edelim:
    1. — Ateşin tab’ında fesad ve yaklaşanı itlâf etme hassası vardır. Toprak ise böyle değildir.
    2. — Ateşin tabiatında şiddet ve hiddet vardır. Toprak ise yumuşaktır. Sakin ve mülâyımdır.
    3. — Topraktan, insan ve hayvanların rızıkları, giyecek ve süs eşyaları elde edilir. Haniya, ateşte bunlar var mıdır?
    4. — Toprak yaşayan insanlar için zaruri bir maddedir. Ne hayvanlar ve ne de insanlar onsuz yapamazlar. Ateş ise öyle değildir. İnsanlar ondan günlerce hattâ bâzen aylarca müsteğni kalabilir. Öyle ise o, toprak kadar zaruri değildir.
    5. — Toprağın içine birazcık (buğday veya diğer ürün taneleri) konduğu zaman, karşılığında sana kat kat verir. Bunlar ateşe konduğu zaman, sana hiyanet eder; yakıp kavurur, kül edip bitirir.
    6. — Ateş kendi nefsiyle kaim değil, varlığında mutlaka başkasına muhtaçdır; toprak ise böyle değil.
    7. — Ateş toprağa muhtaçtır, çünkü o, ya toprak üzerinde yakılır, yahut aslı toprak olan şeyler (ocaklar, taşlar) üzerinde yakılır. Toprak ise hiç bir zaman ona muhtaç değildir.
    8. - Madde-i Iblisiye yalın bir ateştir. Onun için zayıftır. Rüzgâr onu dilediği gibi savurup atabilir. Toprak ise öyle midir? O daima kuvvetlidir. Rüzgâr ona bir şey yapamamaktadır. Onun için şeytan yoldan çıkmış, havasına mağlûp olmuştur. Tepesine, başına gitmiştir. Madde-i Ademiye ise daima kuvvetlidir. Onun için Rabbine rucu etmiş ve onu seçmiştir. Âdem’de olan hava çok çabuk zail olan bir ânz olduğu için hemen ondan o zail oldu. Eski halini aldı. İblis tepesi üstü gittikçe gitti, alçaldıkça alçaldı, Adem ise yükseldikçe yükseldi.
    9. — Atesde her nekadar bâzı menfaatler göze çarparsa da zararları menfaatlerine oranla daha çoktur. Onunla oynamağa gelmez, yakar kavurur. Onu insan oğlu tutmasa idi ne ekin bırakırdı ne de nesil. Toprak ise karıştırdıkça bereketler fışkırtır. Bu nerde, o nerde?!
    10— Cenâb-ı  Hak, Kitabında topraktan çok bahs etmiştir. Onun menfaatlerinden, onu bir döşek ve karargâh edişinden, diriler ve ölüler için yararı çok olan bir varlık olarak yaratılmış olmasından bahs etmiştir. Ayrıca kullarını, ard’m yaradılışındaki sırları, ondaki göz kamaştırıcı derin ve engin mânalarını incelemeğe davet etmiştir.
    Ateşden bahs ederken, ou, ukûbet, tahvif makamlarında sayarak bahs etmiştir. Bir iki yerde onun faydasından bahs etmiştir: Oda Âhiret ateşini hatırlıyor ve insanların bâzı ihtiyaçlarını görüyor.
    Bu nerde, bir de kendinden uzun uzadıya bahs edilen toprak nerde?
    1. — Cenâb-ı Hak, Kitabının bir çok yerlerinde yerin bereketinden bahs etmiştir. Hususi surette de, umumî manâlarda da bunu zikr etmiştir.
    Umumî  mânada şöyle buyurmuştur: «İki günde yeri yaratanı mı inkâra kalkışıyorsunuz?»; «Onda bereketler yarattı, Onda arayanlar için dört günde müsa
    1. gıdalar takdir etti» (1)
    Bazılarına has olan berekete gelince, bakınız şu âyet bunu ne güzel açıklar:
    «Onu ve lût’u içinde bereketler doldurduğumuz yere (vasıl kılmakla) kurtardık.» (2)
    Ateş hakkında böyle bir şey var mıdır? Hayır, Allah onun hakkında böyle bir beyanda bulunmamıştır. Bereket şöyle dursun o bereketleri mahv edici ve kasıp kavurucudur! Kendi nefsinde bereketli olan şey nerede, bereketleri tar-ü mâr eden şey nerede?
    1. — Allah, yeri içinde kendi adı amlan yerlere mahal kılmıştır. Genel olarak Allah evleri böyledir. Özel olarak da beytullah vardır ki, oda yere dayalıdır. Yeryüzünde hiç bir mescid olmayıp da sadece Allah evi olan mescidi haram olsaydı şeref bakımından bu bile yeter de artardı. Ateş nerede, bu nerde? Fark gerçekten büyüktür.
    2. — Allah yer yüzüne Madenler, nehirler, pınarlar, dağlar, ağaçlar ve daha nice şeyler bahş etmiştir. Ateşte bunlardan hangisi var? Hangi bostan hangi ağaçlık, güllük ve gülüstanlık mevcuddur, ateşte? Upuzun bir nehir, şarıl şarıl akan bir pınar var mıdır ateşte? Yoksa lezzetli meyve mi var onda?
    14— Olsa olsa ateş, yerdekilerin hizmetçisidir. Onlar istedikleri vakit kendilerine hizmet etmek için onu çağırırlar, ihtiyaçları bitti mi atarlar ve yahut söndürürler.
    15 — Mel’un şeytan kısa görüşlü, kısır idrâklı olduğu için, toprağı su ile karıştırılmış çamur olarak gördü de onu hafife aldı, ama bilmedi ki toprak ana unsur dan teşekkül etmiştir:
    1. Herşeyin hayat kaynağı olan su.
    2. Menfaatler ve nimetler hâzinesi olan toprak.. Ateşte bunlardan hangisi vardır? Eğer biraz daha derin düşünseydi, toprağın ateşten daha hayırlı ve yararlı olduğunu idrak edecekti.
    Onun dediğine göre, ateşin topraktan hayırlı oluşu bir an için kabûl edilse bile, (ki buna imkân yoktur) bundan, ateşten yaratılmanın, topraktan yaratılandan üstün olması icab etmez. Çünkü her şeye gücü yeten (Allah) üstün olmayan bir şeyden yarattığı herhangi bir varlığı, üstün olan şeyden yarattığı varlıktan faziletli kılmağa muktedirdir.
    Mühim olan bir şeyin sonunun iyi ve mükemmel olması; yoksa asıl maddenin iyi olması  değil..
    Mei’un Şeytan, asıl maddeye bakmaktan öteye atlayıp, suretin kemâline ve Hilkatin son şekline geçemedi.

    Vesvas’ın Ademoğlunun Kalbine Vaki Olanı Haber Vermesi

    İbn-i Ebî Dâvud, Abdullah b. Hantab’ın’dan nakl ediyor: Ömer b. el-Hattab içinden bir kadın geçirdi ve onu kimseye mübah kılmadı. Bir adam ona gelip,
    • Sen falan kadını, doğru bir evde güzel bir kadındır, diye zikr ettin, dedi.
    • Sana bunu kim haber verdi?
    • İnsanlar hep bundan bahs ediyorlar.
    • Vallahi ben bundan hiç kimseye bahs etmedim! Ha belki de bu haberi benden Hannâs yaydı etrafa! buyurdu.
    Ebil-Cevza’dan nakl ediliyor: «Cum’a günü hanımımı boşadım. İçimden «gelecek cum’a ona müracaat ederim,» dedim ve bundan hiç kimseyi haberdar etmedim. Baktım ki hanımım bana:
    • Sen bana müracaat etmek istiyorsun, demez mi? Hemen İbn-i Abbas’m su sözünü hatırladım: «Kişinin vesvası, diğer kişinin vesvasma haber verir, sonra söz her tarafa yayılır.»
    Haccac b. Yusum sihirbazlıkta itham edilen bir adamın yanına gelerek:
    • Sen sihirbaz mısın? diye sorar. Adam:
    • Hayır, diye cevab verir. Bunun üzerine bir avuç taş alır bir bir sayıp avcuna koyar ve sihirbaza:
    • Bu avcumda kaç taş vardır, diye sorar. Sihirbaz, «Şu kadar taş vardır» diye cevap verir. Sonra öbür avu- na taş alır fakat saymaz..
    • Pekâlâ bu avucumda ne kadar var? diye sorunca:
    • Bilmem, der.
    • İlkini nasıl bildin?
    • Onu sen bildin, senden sonra Vesâsın bildi, o benim vesvasıma haber verdi. Oda bana haber verdi.
    İkincisi ise, onu sen bilmedin, vesvasm da bilmediği için benim vesvasıma haber vermedi. Ben onu nerden bilecektim? dedi.
    Muaviye b. Ebî  Süfyandan: O, kâtibime gizlice bir mektup yazmasını emretti. Mektubun bir harfine bir sinek düştü. Kâtib ona kalemle vurunca ayaklarından bir tanesi koptu. Sonra kâtib çıkınca halk onu karşıladı ve: Mü’minlerin emîri şöyle şöyle yazdı, dediler.
    • Bunu nereden anladınız?
    • Bacağı kesik bir Habeşi gelib bize anlattı bunu? dediler. Bunun üzerine Kâtib durumu mü’minlerin emî- rine bir mektup yazarak bildirince, mü’minlerin emîri şu cevabı verdi:
    « Nefsim Yed-i Kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki, o ayağı kesik Habeşî bir şeytandır. O senin kalemle vurup bacağını kırdığın sinektir. İşte bunu, onlara o haber vermiştir.»

    Şeytanin Âdemoğlunu Aldattığı ve Vesvese Verdiği Hususlar Altı Mertebede İnhisar Eder

    İmâm Ahmed der ki: Hadîs âlimlerinden bâzıları, Sebure b. el-Fâkihe’den (R.A.) şöyle nakl etmişlerdir: «Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu duydum: «Şüphesiz Şeytan Ademoğlunun çeşitli yollarında öniiııe geçmiştir. İslâm yolunda önüne geçmiş ve:
    • Sen zürriyetiııi bırakıp, dedelerinin dinine sırt çevirip miislüman mı olacaksın? demiştir. Lâkin Ademoğlu onu dinlememiş, müslüman olmuştur.
    • Hicret yolunda önüne geçmiş: — Hicret edip dinîni ve haysiyetini terk mi edcceksin? Mühacir uzunlukta at gibidir.» Ademoğlu onun bu teklifini de red etmiş, müslüman olmuştur.
    Cihad yolunda da önüne geçmiş ve «— Sen savaşa çıkıyorsun, orada öldürüleceksin, hanımın evlenecek, malın taksim edilecek (yazıl değil mi?) demiş, fakat Ademoğlu onu dinlememiş, Cihada gitmiştir.. Her kim onu dinlemeyip de bunu yaparsa Allah üzerinde sizi Cennete sokmak için bir hak olur. Öldürülse de, boğul- sa da yine Allah onu Cennetine koyacaktır. Hayvanı onu depip öldürse bile yine Allah onu cennete kovacaktır. Altı mertebeye gelince; bunları şöylece sıralayabiliriz:
    1. — Küfür, şirk ve Allah ve Resulüne asî gelme mertebesi.
    Bu hususta Ademoğlunun sırtını yere getirirse artık değmeyin keyfine melûnun! Çünkü Ademoğlundan istediği tek şey budur onun.
    1. Bid’at mertebesi.. Bu, onun için fısk ve masi- yetten daha iyidir. Çünkü bunun zararı direkt olarak dine dokunur.
    Süfyan es-Sevrî  der ki; bid’at İblis’in arayıp da bulamadığı şeydir. O, masiyetten ve fışıktan daha iyidir ona göre. Çünkü günahtan tevbe edilip dönülür, bidatten dönülmez. Bir kere almış yürümüştür o.. Bundan da ümidini kesdi mi, üçüncü mertebeye intikâl eder:
    1. — Büyük günahlar.. Bundan ümidini kesdi mi dördüncü mertebeye intikâl eder:
    2. Küçük günâhlar. Çünkü bu küçük günahlar bir bir adamda toplanınca onu helak eder. Allah’ın Resulü Sellellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: (Küçük günahlardan sakının. Bu şuna benzer. Bir kavim boş bir yerde konaklar, her biri bir odun getirir, odunlar birikir, ateş yakılır üzerinde yemek pişirilir veya et ızgara yapılır. Bundan da aciz kalınca beşinci mertebeye intikâl eder:
    3. - Sevab ve ikabı olmayan mübahlarla uğraşır. Çünkü ikabı olmasa da kişiyi sevabdan mahrum etmiştir.. Bununla uğraşır. Şayet bundan da aciz kalırsa o zaman altıncı mertebeye intikâl eder:
    4. — Faziletli amelden daha az faziletlisine sevk etmeğe uğraşır. Gayesi onu daha çok sevabdan mahrum etmektir. Onun için Şeytandan ve avenesinden Allah’a sığınırız.

      Şeytan, Hangi Kötü Amelden Daha Çok Hoşlanır

      Ebû Bekr b. übeyd der ki: Bâzı hadîs âlimleri Ebû Musa el-Eş’arî’den nakl ettiklerine göre Ebû Musel-Eş’- ari şöyle demiştir:
      «Sabah olunca İblis askerlerini her tarafa salıverir ve der ki: Herkim bir müslümanı sapıtırsa ona tac giydiririm. Ona deyici der: Falan kimseye iğva verdim karısını boşattım. İblis ona şu cevabı verir:
      • - Belki tekrar evlenir..
      Diğeri, ben falan kimseye iğva verdim, babasına âsi geldi, dediğinde,
      • Babasına tekrar iyilikte bulunabilir diye mukabele eder.
      Başka biri: «Ben falana iğva ettim; içki içirttim, dediğinde:
      Sen? diye cevab verir.
      Başka biri:
      «Ben talana iğva verdim; zina yaptı» dediğinde,
      • Sen mi?» der.
      Daha başka biri: ,
      «— Ben de falana iğva verdim, adam öldürdü» der. iblis ona şu cevabı verir:
      «— Sen mi, sen mi?!»
      Müslim sahihinde, Cabir’den rivayet etmiştir: «Re- sûlüllah’m (S.A.V.) şöyle buyurduğunu duydum: İblis’- in arşı denizin üstündedir. Oradan adamlarını salar ve insanları yoldan çıkartmaya çalışırlar.
      En büyük saptırmayı  başarıp gelen ve (şunu şunu yaptım) diyene: «Sen bir şey yapmadın»  diye mukabele eder. Sonra diğer biri gelir: (böyle böyle yaptım) der ona da: «Onu karısından ayırıncaya kadar, bırakmadın değil mi?» der. O da (Evet) der.
      «Ha. evet şimdi oldu bravo sana.» diye karşılık verir.
      İmam Ahmed de aynısını rivayet etmiştir.
      Et-Tartûşî  «Tahrimul-Fevâhis» adiı kitabında der
      ki:
      Hadîs âlimleri Şam ehlinden bir adamdan bize nakl ettiğine göre, Süleyman (Aleyhisselâm) Cinler’den bir ifrite: «— Vay haline İblîs nerde?»
      • Onun hakkında bir şey mi emrettin?
      «— Hayır, sadece soruyorum, O nerededir?»
      • Ardına gidip sana göstereyim, ey Allah’ın Nebisi! dedi ve Süleyman Aleyhisselamm önünde yürüdü. Hücum etti Şeytana doğru, bir de baktı ki O, suyun üstünde bir minder üzerinde oturuyor..
      Süleyman (A.S.)ı  görünce, ayağa kalktı ve buyur etti. Sonra Süleyman (A.S.)’a sordu:
      • Bir emrin mi var? diye.. «Hayır; sadece sana sormağa geldim: senin hoşuna gidip de Allahı kızdıran şey nedir?»
      Cevab verdi, Mel’ûn:
      • Benim en sevdiğim ve Allah’ın en kızdığı şey; erkeğin erkekle, kadmn kadınla temas etmesidir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...