13 Eylül 2013

CİNLERİN ESRARI ONİKİ

CİNLERİN ESRARI

ONİKİ


Cinlerin Hz. Peygamberin, 

Medine’ye Hicreti Anında 

Bir Çadıra veya Bir Ma’bede İnmesi

İbn-i İshak der ki: Hz. Ebû Bekr’in kızı Esmâ’dan (R.A.) nakl ediliyor: «Resûlüllah (S.A.V.) ve Ebû Bekr (Hicret) amacıyla yola çıktıkları zaman, içlerinde Ebû Cehil olduğu halde Kureyş’den bir kısım insanlar gelerek bana:
—Ey Ebû Bekr’in kızı, baban nerede? diye sordular. «Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum!» dedim. Hayasız ve çirkin olan Ebû Cehil elini kaldırıp yanağımı tokatladı ve kulağımdaki küpem düştü. Sonra ayrılıp gittiler. Aradan üç gece geçtikten sonra
  • biz hâlâ Hz. Peygamber’in (S.A.V.) yönü, nereye olduğunu bilmiyorduk. — Mekke’nin alt kesimlerinden doğru cinlerden bir adam gelip Arapların şarkısına benzeyen beyitler söyledi. İnsanlar o sesi takib ediyorlardı. Lâkin kendisini görmüyorlardı. Sonra şöyle diyerek Mekke’nin alt kesiminden çıkıp uzaklaştı:
«İnsanların Rabbi olan Allah, arkadaşa iyi bir mükâfat verdi. Ummi Ma’bed’in yanında onlara çadır kurdurdu. Orada konakladılar, sonra ayrıldılar. Muham- med’e arkadaşlık yapan fclâha ermiştir. Sonra Müzminler yerlerinde, onları beklemiştir.»
Onun bu sözünü  (beyitlerini) duyunca Resûlüllah’- ın (S.A.V.) yönü, nereye doğru olduğunu öğrendik. Anladık ki meğer Allah’ın Resûlü (S.A.V.) yönü Medine’ye doğru imiş.
İbn-i Hişâm, İbn-i İsah’dan nakl ettiği rivayette bunun üzerine hiç bir şey ilâve etmedi.
İbn-i Kuteybe, bu kıssayı çeşitli lâfızlarla rivâyet etti. Onda şu ziyadelik bulunmaktadır:
«Kardeşinize, koyunun’dan ve çanağından sorunuz. Koyun’a sorarsanız, size nasıl haber verecek görünüz.»
Sağılmayan, (sütü olmayan) koyunu gösterdi, sağdı. Sağdıkça bolca süt verdi. Onlar doydu; yanındakiler de öyle1. Kadının evi bereket doldu; bunu iyi belleyesin böyle!»
Rivâyet olduğuna göre, Hasân b. Sâbit, Cinnî’nin şiirini duyunca şu cevabı  vermiştir:
«Peygamberlerini yanlarından kaçıran milletin kaybı büyük oldu.
O Peygamberin misafir gittiği insanların sevinci sonsuz oldu.
Akıllarını  yitiren bir milletten ayrılıp, yep yeni biı nurla başka bir milletin yanına göçtü.
Dalâletlerinden sonra onları Rablerine hidâyet etti. Onları İslâm’ın müşfik kucağına vargücü ile itti.
Sapıtan bir kavimle hidâyete eren bir kavim bir olıır mu? Zûlmetle nûr hiç  aynı olur mu?
İnsanların görmediğini gören bir peygamber! Her mescidde Allah’ın kitabını okuyan bir Resûl!
Eğer bir gün, herkesçe meçhûl olan bir söz söylese,, ya ogün veyahut ertesi gün hakikati çıkar, ah bir görsen! Ne mutlu Ebû Bekre ki ona arkadaşlık etmiştir! Vatanını bırakıp onunla medeniyete gitmiştir…»
Yunus, bu kıssayı  şu fazlalıkla nakl ediyor: Ku- reyş, cinnden bu haberi duyunca, derhal, çadırında bulunan Ümmü Ma’bed’e haber saldılar ve: Şu şu evsafta olan Muhammed buradan geçti mi? diye sordular. Kadın şu cevabı verdi:
Bilmiyorum! Ancak bana koyun sağan biri rast geldi, dört kişi idiler.
Allah’ın Resûlü  (S.A.V.), Ebû Bekr, Mevlası Âmir b. Fuheyre ve delilleri Abdullah b. Ureykıt. Ureykıt o zaman müslüman değildi ve müslümanlığı  kabul ettiğine dair sahih bir delil de yoktur.. Umm-i Mâ’bed’in asıl ismi, Âtika Bint-i Hâlid El-Eş’arî’dir.
İbn-i Hişam onun Kâ’b’ın kızı olduğunu zannetti. Yani Benî Kâ’b’dan bir kadın olduğuna kail oldu. Ko- cası Ebû Ma’bed’dir, dedi. Kocasının ismi meçhûldür. Kocasından Allah Resûlü’nden (S.A.V.) evvel vefat ettiği söylenir.
İbn-i Hişam’a atf edilen bir rivayette Umm-i Mâ’bed’in evi Kadîd’de olduğu söylenmektedir.
İbn-i Kuleybe şöyle zikr eder:
Allah’ın Resûlü  Sallellâhu Aleyhi Vesellem, Umm-i M&’bed’e dedi ki: Yanımdakiler çok yorgun ve açtılar. «Yanınızda bir şey bulunur mu acaba?» diye sordular. Süt, veya et satın almak istiyorlardı, kadından. Fakat yanında yiyecek bir şey bulamadılar. Yalnız sürüden ayrılan gayet cılız bir koyun gördüler ve Allah’ın Resûlü (S.A.V.) :
  • Bunda süt var mıdır? diye sordu.
  • Sanmam!
Sağmaya izin verir misiniz?
  • Elbette.. Onda bir şey bulabilirsen sağ!
Bunun üzerine Allah’ın Resûlü (S.A.V.) koyunun
memelerini mübarek elleri ile mesh etti ve sağmağa başladı O kadar süt geldi ki, herkes hayret etti. Büyük bir kap istedi, onu doldurdu ve herkes kana kana içti o sütten de hâlâ bitmedi. Sonu gelmeyen bir havzi andırıyordu koyunun memeleri âdeta.
Sonra tekrar sağdı, gayet bol süt aldılar ondan.. Daha sonra koyunu kadının yanında terk edip oradan ayrılıp gittiler.
Kocası  Emû Ma’bed eve gelince sütü gördü ve hayret ederek dedi ki:
  • Nedir bu süt? Nereden geldi bu? Koyun biliyorsun ki satılmamaktaydı?.
  • Evet doğru söylüyorsun. Lâkin buradan mütoâ- rek bir zat geçti, dedi.
  • Pekâlâ anlatır mısın bana o zat nasıl bir adamdı?
Bunun üzerine kocama O’nun nasıl bir şahıs olduğunu bütün ayrıntıları ile anlattım.
Diğer bir hadîsde vârid olduğuna göre, Ümm-i Mâ- bcu ailesi Hz. Peygamberin oraya uğrayışını kendilerine bir tarih edinmişlerdi. Ve mübarek adam gelmeden önce, mübarek adam buradan ayrıldıktan sonra, diye başlarlardı konuşmalarına.
Aradan epey bir zaman geçtikten sonra Ümm-i Mâ’bed beraberide henüz yürümeğe ve konuşmaya başlayan küçük oğlu olduğu lıaide Medine’ye geldi ve Mescid-i Resûrün (S.A.V.) yanından geçti. Hz. Peygamber (S.A.V.), minberden insanlara hitab ediyordu. Çocuk onu görünce, annesine koştu ve:
Bugün ben, mübârek adamı  gördüm! diye haykırdı.
—Yazık sana, tanımadın mı onu, O Allah’ın Resulü (S.A.V.)’dir, diye izah etti annesi ona.
Hişam b. Hubeyş  el-Ka’bi dedi ki: Ben Resûlül- lah’ın sağdığı o koyunu gördüm.

Cinler iki Sa’din Müslüman Oluşunu Haber Veriyorlar

Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed der ki: Hadîs âlimlerinden bâzıları  İbn-i Cübeyr’in dedesinden şöyle nakl etmişlerdir:
«Kureyş, Ebû Kubeys’in üstünden şöyle haykıran bir ses duydu:
İki Sa’d müslüman olursa, Muhammed için artık Mekke’de korkulacak şeyi kalmaz.» Bunun üzerine Ebû Süfvan dedi ki: «Sa’dlardan Kureyş’in en ileri gelenleri şunlardır: Sa’d b. Bekr, Sa’d b. Zeyd Menât, Sa’d b. Kuzaa.
İkinci gece olunca yine Ebû Kubeys’in üstünden bir ses duydular:
«Sen ey Evs’in Sa’dı ona yardımcı ol. Ve sen ey Hazrec’in Sâ’dı ona yardımcı ol. Hidâyete davet edenin çağrısını kabul edin, ki cennetteki yeriniz firdevs-i Âlâ olsun!»
Ondan sonra dediler ki bu — Olsa olsa — Sa’d b. Ubâde b. Muaz’dir.
Ebû Bekr der ki: «Bâzı hadîsçiler, Hişam b. Muhammed b. Abdilmecid b. Ebî İsa’nın bir gece Medine’-, de bir sesin şöyle demekte olduğunu duyduğunu nalk etmiştir:
«İki hayırlı yaşlı kişiler! Sa’d b. Ubade ile diğeri! Hakk’a çağıran Ahmedi kabûl etmekle buldular değe-
Her ikisi de saadete nail oldular. Güzel bir ahlâk üzere yaşayıp sonrada hakkın huzuruna şehit olarak döndüler.»

Cinlerin Bedir Kıssasını Haber Vermesi

Sabit oğlu Kâsim (Eddelâil)’de zikretmiştir. Ku- reyş Bedr’e doğru hareket ettiğinde, aynı gün (yani Kureyş müslümanlara mağlûp oldukları gün) cinlerden biri yüksek sesle şöyle bağırıyor, lâkin kendi görünmüyordu:
«Hanefîler Bedir’de öyle bir vak’a meydana getirdiler ki, o Kisra ve Kayser yıkılışının başlangıcı olacak. Lu’iy’den adamlar perişan olup, kadınlan, üzüntüden yakalarını yırtacak. Vay haline Muhaınmed’e (S.A.V.) düşmanlık yapanların, hidayet yolunu bırakıp da delâlete sapanların.»
Hanefîlerden olan sözcüleri dedi ki: Onlar şöyle dediler: O Muhammed ve eshabıdır.. Çünkü onlar, babaları İbrahim’in dininden olduklannı söylüyorlar. Aradan çok geçmeden aydınlatan haber geldi onlara.

Cinler, Sa’d b. Ubâde’nin Öldürüldüğünü Haber Veriyorlar

İbn-i Abdil-Berr ve diğerleri dediler ki: Sa’d b. Ubâde Ebû Bekr’e biat etmekten imtina etti. Medine’den çıkıp gitti. Hazret-i Ömer Halîfe olduktan iki sene sonra, Şamda Huran denilen yerde, Medine’ye hiç dönmeden vefat, etti.
Bazılarına göre, onun vefat tarihi Hicrî 15., kimine göre 14. senedir.
Kimisi de O, Ebû Bekr’in (R.A.) hilâfeti zamanında ölmüştür.
Bazıları  da onun vefat tarihini, II. Hicrî yılı olarak kayd ederler. Onun, hamamında ölü bulunduğuna dair kimsenin ihtilâfı  yoktur. Cesedini görenler onun öldüğünü anlamadılar. Görünmeyen bir adam onlara şu haberi verdi:
«Hazrec’in ulusu Sa’d b. Ubâde’yi biz öldürdük. Ona iki ok attık, kalbine isabette hata etmedik.» Bundan anlaşılıyor ki, onu cinler öldürmüştür.
İbn-i Cüreye Ata’dan nakl ediyor: Cinlerin Sa’dı öldürdüklerini bizzat kendilerinden duydum.» Ata bunu söyledikten sonra yukarıda geçen iki beyti okudu.
Zemehşerî  der ki: Alkarna b. Safvan ve Harb b. Ümeyye’nin de Cinler tarafından öldürüldüklerini iddi- a ederler. Cinlerin onlar hakkında şöyle dediklerini anlatırlar: «Harb’ın kabri kır bir yerdedir. Harb’ın kabrinin yakınında hiç bir kabir yoktur.»
Bunun cinnlerin şiiri olduğuna delil şudur: Çünkü hiç kimse teta’tü  yapmadan üç ker’e pitişik şekilde böyle bir şiir irad edemez. —Cin şiirlerinin dışında— , belki bundan daha zor olan bir beyti on kere teta’tüsüz tekrar edebilir.. Vellahu a’lem..

Cinlere Geçmiş Vak’alardan ve Uzakta Bulunan Şahıslardan Haber Sormanın Caiz Olması, Müstakbele Ait Haber İstemenin Caiz Olmaması

Ebû Bekr El-Kureşi nakl ediyor: Hadîs âlimlerinden bazıları Salim b. Abdillah’dan (R.A.) şöyle nakl etmişlerdir: Ebû Mûsa Hz. Ömer’den (R.A.) haber alamamıştı. Derhal karnında şeytan bulunan bir kadına gelip ondan haber istedi. Kadın: «Hele şeytanım gelsin de sorayım, sonra sana bildiririm.» dedi. Nihayet şeytanı geldi ve ona sordu ve o da şu cevabı verdi: «Onu giyinmiş olarak, zekât develerini hazırlarken terk ettim. Onu başka bir şeytan göremiyor. Çünkü önünde melek vardır. Ruhul kudus onun lisânı ile konuşmaktadır.»
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel Sahabenin fazileti hakkında şöyle demiştir:
«Bâzı hadîs ulemasının nakline göre, Ebû Mûsa, Basra’nın emiri iken epey zaman Ömer’den (R.A.) haber alamadı. Bunan üzerine, yanında şeytanı bulunan bir kadına haber saldı ve dedi ki, arkadaşına emr et de gidip bana Ömer’den haber getirsin. Kadın şu mukabelede bulundu: O şimdi Yemen’dedir, nerde ise gelir. Çok geçmeden geldi ve ona: «Haydi git de bize Ömer’den haber getir! Merak ediyoruz!» dediler.
Cinnî adam şu cevabı verdi: «Biz ona yaklaşamıyoruz. Çünkü gözlerinin arasında Ruhul-Kudus vardır. (Onu devamlı olarak) koruyor. Hiç bir şeytan yoktur ki ona boyun eğmesin.»
Başka bir haberde şöyle varit olmuştur: Ömer düşmanlara karşı bir ordu göndermişti. Bir adam gelip zafere kavuştuklarını haber verdi. Haber Medine’de yayılınca, Ömer onun hakkında bilgi istedi. Şöyle dediler: «Bu cinlerden, müslümanların habercisi Eb’ul-Haysem’- dir. İnsanlardan olan haberci yakında gelecektir.. Ondan bir kaç gün sonra da o çıkageldi.
Eb’ul-Abbas Ahmed b. Teymiyye der ki: cinlere sual sormak, veyahut onlarla temas kuran cincilerden haber sual etmek mes’elesine gelince, eğer bu onların her haber verdiğini tasdik etmek şeklinde olursa şüphesiz ki haramdır.
Nitekim Sahih’de Muaviye b. Hakem’den şöyle varit olmuştur: «Peygamber (S.A.V.)’e bir cemaat gelip; «Bizden bazıları kâhinlere gidiyorlar.» dediler. Hz. Peygamber (S.A.V.) onlara şöyle buyurdu: «Sakın onlara gitme* yin.»
Sahih-i Müslim’de şöyle varit olmuştur: «Her kim falcıya gelip de bir şey sorarsa kırk gün namazı kabul olmaz.»
Fakat işin iç  yüzünü öğrenmek, sırf onu imtihan edip yalan mı, yoksa doğru mu söylediğini öğrenmek maksadiyle sorarsa bu caizdir.
Nitekim Sahihayn’da sabit olmuştur:
«Hz. Peygamber (S.A.V.) İbn-i Sayyad’a sordu: Sana ne geliyor?» «— Bana sadık da geliyor yalancı da geliyor.» diye cevab verdi.
  • Ne görüyorsun?
  • Su üstünde bir Arş görüyorum.
  • Sana bir şey gizledim.
  • O, tütündür (dumandır!)
  • Sus! Sen kaderine karşı gelemezsin, sen ancak kâhinlerin kardeşlerindensin! buyurdu..
İşte sırf onların yanındakilerini bilmek, öğrenmek amacıyla onlardan haber sorulur. Bunda bir beis yoktur. Nitekim müslümanlar da kâfir ve facirlerden bilgi alırlar ve onların yanındakileri öğrenmek isterler.
Fasık’m verdiği haberide dinlenir yalnız ne var ki iyice araştırıp doğru mu, yalan mı söylediği belli olmadıkça doğruluğuna zahib olunmaz. Nitekim Cenâb-ı Hak Hücûrat sûresinde, «Ey mü’minler bir fasık eğer size bir haber getirirse iyice araştırın.» buyurmuştur.
Buharî’nin sahih’inde Ebû Hureyre (R.A.)’dan şöyle nakl edilmiştir:
«Ehl-i Kitab Tevrat’ı okuyup arapça tefsir ediyorlardı. Hz. Peygamber (S.A.V.):
«Onlar size bit şey anlatınca, ne doğrulayın; ne de yalanlayın. Çünkü ya Hakkı söylerler de yalanlamış olursunuz, yahut da batılı söylerler de tasdik etmiş bulunursunuz. Sadecc şöyle deyin: Allah’a, bize ve size indirilene iman ettik. Bizim ve sizin İlâhınız birdir, biz ona boyun eğiciyiz.»
Bundan anlaşılmıştır ki, müslümanların ehl-i kitabı dinlemeleri, tasdik ve tekzip etmeksizin caizdir. Sonra yukarıda geçen, cin habercisine ve Ebû Mûsa’ya ait olan hadisi zikr etti
Şurası bir gerçektir ki, Allah cinleri kısa zamanda uzun mesafeler kat etmeye muvaffak kılmıştır.. Nitekim bu, Nemil sûresinin «cinlerden İfrit dedi ki: «Ben onu sana, makamından kalkmadan getiririm!» âyetinden izah edilmiştir.
Biri, vukuua gelmiş bir hadiseden, yahut uzakta bulunan bir şahıstan sual sorsa, cinlerden birinin bunun hakkında haberi olsa da cevab verse bu şüphesiz ki caizdir.
Çin’in bunun hakkında bir bilgisi bulunmaması, gidip öğrendikten sonra gelip haber vermesi de mümkündür.. Bununla beraber onun verdiği haber, haber-i vahit olacağı vechiyle zan’dan başka kesin bir bilgi ifade etmez.
İsti’nâsın ötesinde herhangi bir hüküm terettüp etmez.. Bu hususta ileride daha geniş bilgiler verilecektir.
Fakat henüz vâki olmamış bir hadiseyi sormak, ve onları gayipden haber veriyorlar diye tasdik etmek küfrü mücibdir. İşte Peygamber’in (S.A.V.) «Onlara gelmeyin!» sözü, buna hami edilir..» Her kim falcıya gelirse.» sözü de buna hami edilir.

Cinlerin Nehaln Ardından Ağlaması

İbn-i Eb’id-Dünya anlatıyor: «Bana Abbas b. Hi- şam babasından, dedesinden nakl ettiğine göre, Neha’- m yaşlı ihtiyarları demişler ki, Neha Kadisiyede öldürülmüş ve cinnler Yemen vadilerinin birinde onun arkasından şöyle diyerek ağlamışlar:
«Sakin ol ey Halid’in kızı Akrûm. Sana gelen azık, sandığın kadar az değildir.
Güneş  doğarken sana selâm verir. Her süvari ve yaya da öyle. Nahaî  bir cemaat — Muhammed’e iman eden güzel yüzlü kişiler—  sana karşı saygı duyarlar. Kisra’ya karşı, olanca güçleri ile savaşırlar.»
Sonra Kadisiyc’de onların başlarına gelen acı ha« ber Medine’ye gelmiştir.

Kıyamet Günü, Cinlerin Müezzinlere Şehadeti

Buharî’nin Sahih’inde, Muvatta ve diğer hadîs ki- tabiarında, İbn-i Ebî  Sa’saa hakkında varit olan bir hadis zikredilmektedir. Eb» Saîd ona şöyle dedi:
«Davarı vc bâdiyeyi çok seviyorsun. Sen bâdiyende, veya davarın arasında olup da ezan okuduğun zaman, sesini vükselt. Çünkü müezzinin sesini duyan her ins ve cin mutlaka ona Kıyamette şahitlik edeceklerdir.» Bunu ben Allah’ın Resulü (S.A.V.)’den duydum.»

Cinlerin Ali b. Ebu Talibin Şefatını Bildirmesi

Ebıı Bekr b. Muhammed der ki: Bâzı hadis âlimleri Ömer b. Âmir Essulemî’den nakl ediyorlar: O dedi ki:
Muâviye askerlerinden biri oğlunu azarladı. Evinden çıkardı. Kapıyı yüzüne kapadı. Oğlu dışarda sofada babasından duyduğu azardan dolayı mahzûn mah- zûn dururken kapının tam üstünden:
«Yâ Süveyd!» diye bir ses duydu. Genç anlatıyor: Vallahi (Suveyd) adında, ne hür ve ne de köle hiç kimse yoktur evimizde. Derken sofada simsiyah bir kedi beliriverdi. Aramızda şöyle bir konuşma ceryan etti:
  • Kimdir bu?
  • Falan kimseyim!
  • Nereden böyle?
  • Irak’dan geldim.
  • Irak’da ne var ne yok?
  • Ali b. Ebî Tâlib öldürüldü.
  • Yanında yiyecek bir şey var mı? Vallahi ben açım!
  • Vallahi kaplarını örttüler ve zehirlediler. Yalnız burada kebab pişirdikleri şişler var. Belki üzerinde biraz et kalıntıları bulabilirsin.
  • Getir öyleyse! Bunun üzerine Suveyd ona evin duvarına yaslanmış olarak duran şişleri getirdi. Genç gözlerini yumdu, oııa o kapalı olan kapıdan uzattı. Sonra getirip Sofanın duvarına yasladı. Bunu görünce genç korkmuş olacak ki hemen babasının kapısını hızlı hızlı çalmaya başladı. Babası önce kulak asmadı lâkin sana mühim haberim var deyince kapıyı açtı. Ve genç babasına durumu anlattı.
Sonra babası  atını eğerletti derhal Muaviye’nin evine giderek kapıyı  çaldı, eve girdikten sonra durumu anlattı. Muaviye,
  • Bunu kim duymuş?
  • Kardeşinin oğlu.
  • O seninle beraber midir şimdi?
  • Evet.
  • Gelsin! dedi ve genç içeriye girdi, durumu ona da olduğu gibi anlattı.
Hemen o anda bir mektup yazdı ve yolladı. Gelen cevapda durumun doğru olduğu anlaşıldı.. Hakikaten cinnin anlattığı gibi çıktı..

Cinlerin, Ali b. Hüseyin’in Ardından Ağlaması

İbn-i Eb’id-Dünya, bâzı âlimlerinden, nakl ediyor.. Amr b. el-Mikdam dedi ki: «Cinlerin Hüseyn’e şöyle ağladıklarını badanacılar duymuşlar:
«Hz. Peygamber, onun gözlerine elini sürdü, yanağında cl izleri vardır!
Ebeveyni Kureyşin en yüksek soyundan, dedesi dedelerin en hayırlısıdır.»
Abbas Ed-Durî  der ki: «Hadis âlimleri Ümm-i Seleme’den (R.A.) nakl ediyorlar. Cinler Hüseyn’e ağlamışlar.
İbn-i Eb’id-Dünya yine bunu başka bir kanalla Ümm-i Seleme’den şöyle nakl ediyor: Hz. Peygamber öldükten sonra cinlerin kimse üzerine ağladıklarını görmedim; nihayet Hazret-i Hüseyin öldürülünce bir cin- niyenin şöyle diyerek ağladığını duydum: «Ağla gözlerim, ağla! Benden sonra şehitlere kim ağlayacak? Bir kavme ağla ki, ölüm onları bir hükümdara götürüyor ki o baki kalacak!»
Yine bâzı  Muhaddisler, İbn-i Hay zum el-Kelbî’nin annesinden nakl ediyorlar:
«Hüseyin öldürüldüğünde, bir münadrnin dağlarda şöyle bağırdığını duydum:
«Ey Hüseyni öldürenler! Azab ve kahir sizi beklemektedir.
Peygamberler, melekler ve ehl-i semânın hepisi size beddua etmektedir. Davudoğlunun lisânında, Mûsâ vc İncil Hamilinin dilinde lanetlendiniz.»

Cinlerin, Hürre Şehidlerine Ağlaması

Abdullah b. Muhammed der ki: Bâzı hadisçiler, Zü- beyir ilesinin bir ferdinden şöyle nakl etmişlerdir: Ehl-i Hürre öldürülünce, Mekke’de Ebû  Kubeys’in üstünde şöyle bir ses duyuldu:
«İyi insanların evlâdı iyi kişiler öldürüldüler. Onlar ki, mehabet ve müsamaha sahibi idiler. Gündüzleri saim, geceleri kaim ehl-i salah’dan idiler.
Hidayet ve takvaya ermiş, felaha koşan kişileridi- ler. Şimdi onlarsız Bekî  ve Yesrip ülkesi ne yapsın? Bu ülkeler (söyleyin) nasıl mateme boğulmasın?»
  • Arkadaşlar! Arkadaşlarınız öldürüldü. İnna Lil- lahi ve inna ileyhi raciûn, dedi.
Hur re Vak’ası, hicretin 63. yılında ceryan etmiştir. Orada bir çok kimseler ve sahabîler şehit düşmüştür. Halîfenin anlattığına göre, gerek Kureyş ve gerekse Ensardan şehit düşenlerin sayısı üçyüza’ltmıştır..
Rivayet olunduğuna göre, bir gün Resûlüllah (S. A.V.) Hurre’de durmuş ve şöyle demiştir: «Bir gün burada ashabımdan sonra ümmetimin en hayırlıları öldürülecektir.»
Bunun sebebi şudur: Medineliler, Yezid b. Muavi- yeyi hal ettiler. Mervan b. Hakem ve Benî Ümmeyyeyi çıkardılar. Bunun üzerine kendilerine Abdullah b. Han- zele’yi emir olarak tayin ettiler. Hiç kimse buna razı  olmadı. Bunun üzerine Yezid b. Muaviye onlara karşı ordu gönderdi ve onları perişan etti.
Essuheylî  der ki: O gün Mühacir ve Ansar’ın ileri gelenlerinden tam 1700 kişi, diğer insanlardan onbin kişi öldürüldü.
Şeyhimiz El-Hafız Ebû Abdullah der ki; bunda mübalâğa ve mücâzefe vardır. Bugün Hurre diye tanınan yer, Hurret-ü Zuhre’dir. Bu ise, Yahudilerden beni zuh- re diye tamnan bir kavme ait olan bir köyün adıdır.
(Fezail-i lVJedine) sinde Zübeyr der ki: Bu eskiden büyük bir köy idi. Üçyüz kadar sanatkâr bulunmaktaydı orada.
Yezîd Medinelilerin gönlünü yapmak için hayli iyiliklerde ve âtâda bulundu. Lâkin Allah’ın dediği oldu. Allah, kulların ihtilâf ettikleri noktada en güzel hükm edendir.

Cinlerin Ömer b. Abdul-Aziz ile Harun er- Reşidin Ölümlerini Bildirmesi

Şeker el-Harevî der ki: Hadîs âlimleri el-Macişûn’- den nakl etmişlerdir. O dedi ki Mekke’de bir gece dışarı çıkıp dolaşıyordum. Baktım bir köpek koştu. Hemen köpeklerin arasına karışıp şöyle dedi:
  • Siz nasıl gülüp oynuyorsunuz? Ömer b. Abdila- ziz’in öldüğünü bilmiyor musunuz?
Oradan aynldım, ertesi sabah Ömer b. Abdulaziz’- in vefâiını haber vermezler mi? (hayret ettim doğrusu!)
Hakim Ebû  Abdullah Nisabûr tarihinde, Haruner- reşidi anlatırken şöyle kayd ediyor:
İbrahim b. Abdillâh Es-Sa’dî’den nakl ediyorlar:1 «Minareye ezan okumaya çıkmış, sabah olmasını bekliyordum. Baktım (Rey) tarafında kendisine benzeyen öbür istikamette duran bir köpekle şöyle konuşuyorlar:
  • Sevîk?
  • Efendim, Belîk!
  • — Ne haber?
  • Emirulmüminîn öldü!
Onların o konuşmasını  duyunca, minareden indim ve kayd ettim. Hakikaten o gece Hârûn er-Reşid ölmez mi? (hayret ettim).
Hârûn er-Reşid, Tus’da 193, hicrî yılının Cumadel- Âhirinin üçünde vefat etmiştir. Yirmi üç sene bir ay halifelik yapmıştır. Yaşı 47 idi.

Cinlerin Ebû Hanıfe’ye Ağlaması

Eb’ul-Kâsım Abdullah b. Eb’îl-Avvam Es-Sa’dî der ki: bâzı hadîsçiler, el-Halici’den şöyle nakl etmişlerdir: «Ebû Hanife’nin öldüğü gece, kendisine cinler ağlamışlardır. Sesi duyulan ve kendi görülmeyen bir cinnin şöyle ağladığım duydular: «Fıkıh gitti, artık size fıkıh yoktur! AllahJdan korkun ve ona güzel bir Halef olun. Nu’man ölmüştür. Ondan sonra artık geceleri kim ihya edecek?» Ebû Hanife, Bağdad’ta 150 hicri tarihinde ve- vat etmiştir.

Cinlerin Veki b. el-Cerrah’a Ağlaması

Abbas Ed-Dûrî  Tarihinde der ki: Arkadaşlarımız Veki hakkında şöyle anlattılar: Mekke’ye çıkıp gitmişti. — O zamanlar Mekke’ye yazın giderlerdi— Vekî’ın ailesi efradı evlerinde bir ağlama sesi duydular. Evleri epeyce büyüktü. Sesin evlerinden geldiğine hiç şüphe etmediler. Derken hacılar dönüp geldiler. Halk onlara, Vekî’in ne zaman öldüğünü sorunca, «Falan gece,» diye cevab verdiler. Hesab ettiler ki, o gece, ses duydukları geceye tesadüf ediyor.
Vekî, büyük bir imâm ve hafızdı. Gayet takva sahibi, devamlı oruç tutar ve her gece Kurân’ı hatm eden bir zat idi. Ebû Hanîfe’nin kavli üzerine fetva verirdi. Ondan, birçok ilmi mes’eleler dinlemiştir. (H. 197)’de altmış sekiz yaşında olduğu halde vefât etmiştir. Allah rahmet eylesin, çok haberleri ve büyük bir tercüme hali vardır onun.
Zemahşerî  der ki: O kırk kere, hacce gitmiş, Aba- dan’da kırk gece inzivaya çekilmiş, kırk gecede kırk hatim indirmiş, dörtbin hadîs rivâyet etmiş, kırk bin dirhem tasadduk etmiştir. Yan üzerine yattığı hiç görülmemiştir.

Cinlerin Mütevekkilce Ağlaması

Ebû Bekr İbn-i Eb’id-Dünya der ki: Hadîs âlimlerinden bazıları, Amr b. Şâban’dan şöyle nakl etmişlerdir:
«Mütevekkilin öldürüldüğü gece, Şam’daki evimde idim. Onun o gece öldürüldüğünden haberim yoktu. Evin köşelerinden bir ses duydum: «Uyanık bir cisim içinde uyuyan! Yaşlarını akıt ey Amr b. Şîban!» Bunu duyunca korktum.. Biraz sonra yine uyuya kaldım. Ayni ses tam üç kere konuştu. Sanki bana bir şeyler anlatmak istiyordu. Cariye’ye bana kâğıt ve kalem vermesini emrettim. Yanıma koydum. O ses hâlen şöyle diyordu: «Pis bir cemaatın Haşimî’ye ve Hakanoğlu Feth’e ne yaptığını görmüyor musun? Allah’a mazlûm olarak gitti. Fevc fevc bütün semâ ehli ona ağladı..
Kuş ötmez, yağmur yağmaz oldu. Her yerde ot sararıp soldu. Mallar para etmiyor. Nehirler kummuş.. Her yerde toprak yeşermez olmuş. Bir başka felâket daha gelecek bekleyin! Onun da akıbeti bu olacak iyi belleyin! Halîfenizin varisi Ca’fer’e ağlayın. Çünkü bütün ins-ü cin ona ağlamıştır.»
Abdullah b. Muhammed anlatıyor: Meysere b. Hı- san, Ca’fer b. Muhammed b. Mes’ede’rıin şöyle dediğini nakl etti: Mütevekkilin öldürülüşünden sonra Samra’- da idim. Gece uykuda birinin şöyle dediğini duydum: «Seni yalnız bırakıp ayrıldılar. Seni (olduğun) yes= den kaldırmadılar.
Yaptıklarından utansınlar. Çünkü onlar sözlerinde durmadılar. Ey ölüler! Size kim geliyor biliyor musunuz? Hep beraber gelin onu isteyelim! Çünkü kalp, acısına dayanamaz oldu. Size haber veremem ki! Zira kalbim matemle doldu.»
Uykuda iken çok ağlamışım. Hattâ yanımdaki arkadaşım bana: «Ne oldu sana, gece durmadan ağlıyordun?» dedi.
El-Mütevekkil Alellâh, Cafer ebulfazl b. El-Mute- sim Billâh Ebi îshak Muhammed b. Harûn Erreşîd b. Mûsâ Elhadî b. Muhammed el-Mehdi b. Ebi Cafer el- mensurdur. 247. hicrî yılında, Şevval ayında öldürülmüştür. Ondört sene, on ay, üç gün Halifelik yapmıştır. Yaşı kırktır. Dedelerinin hepsi halîfe idiler.
Kardeşleri El-Mu’tez Billah ile El-Mutemid Alellah da halîfe idiler.
Allah cümlesinden razı olsun.. (Amin)

Cinlerin Hepsi Görünür mü?

Eb’uş-Şeyh (Knevadir) kitabında der ki: Hadîs âlimlerinden bâzıları  İsa b. Ebî İsa’dan nakl ettiklerine göre, Haccac b. Yusuf’a demişler ki; Çin’de bir yer var,
o yerde yolu sapıttıklarında (yola gelin) diye bir ses duyarlar ve fakat hiç kimseyi görmezler.
Bunun üzerine o bir takım insanları gönderir ve onlara: «Oraya gittiğinizde bilhassa yanlış yola sapın, size (buradan!) diye ikazda bulunurlarsa hemen onlara saldırın ve kimler olduğunu anlayın,» diye tenbih eder.
Bunun üzerine onlar giderler, onun emrini yerine getirirler. Fakat cinler derler ki, «Siz bizi asla göremezsiniz.»
  • Pekâlâ ne zamandanberi buradasınız? diye sorduklarında, şu cevabı verirler:
«— Biz yılları saymayız. Ancak Çin sekiz kere ha-r rab oldu ve sekiz kere yeniden imar oldu. İşte biz hâlâ gördüğünüz gibi burdayız.»
İbn-i Eb’id-Dünya der ki: Bâzı hadis âlimleri Haşarıdan söyle rivayet ettiler: «Cinler ölmezler.» Ben de ona cevaben şu âyeti okudum: «İşte o ve benzerleri), cbıdcn ve insandan kendilerinden evvel gelip geçen ümmetler arasında, üzerlerine (azab) süz(ü) hak olmuş (kimseler) dir. (Ei-Ankaf: 18.)
Hasan’m sözünün mânası şudur: Yâni onlar şeytanla birliktedirler.
Şeytan ölünce, onunla beraber onlar da ölürler.
Kur’ân’daki âyetlerin ahiri, Kıyamete kadar bekletilen yalnız şeytan olduğunâ delalet etmez. Çocuğu ve sülâlesine gelince, şeytanla birlikte onların da bekletileceklerine dair Kur’ankete bir delil yoktur. (Sen bekletilendensin!) kavlinin zahiri. İblisden- başka bekleyenlerin de bulunduğunu gösteriyor.
Sonra Kur’ânda bütün cinlerin bekletildiklerine dair delil yoktur. Demek ki hepsi değil de bâzısı bekletilmektedir. Çünkü yukarıda geçmişti. Hz. Peygamberce gelen heyetten bir çoklarının öldüğünü anlatmıştık. İleride de bu babta bilgiler verilecektir. İbn-i Abbas der ki, bekletilecek olan yalnız İblisdir..
Eb’uş-Şeyh (Ei-Azame) adlı kitabında der ki: Hadîs âlimlerinden kimileri Zara b. Damûre’den şöyle nakl etmişlerdir: Bir adam İbn-i Abbas’a sordu:
«— Cinler ölür mü?» cevab verdi:
«— İblis’den başka hepsi ölürler.
  • Peki (Cânn) denilen şey nedir?
  • O, cinlerin küçükleridir.»
İbn-i Şâhin (Garaibussünen)’de derki: Hadîs âlimlerinden bâzıları İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini nakl ederler: «Günler İblis’i kocaltır, sonra yine otuz yaşma avdet eder.»
İbn-i Eb’id-Dünya anlatıyor: Hadîs bilginlerinden bazıları Asim el-Ahvel’den nakl ediyorlar: Rebi b. Enes’e sordum: İnsanla olan o şeytan ölmez mi? cevab verdi:
  • Şeytan birdir. Müslüman adamın arkasını bırakmaz ve devamlı olarak onu takip edip iğva eder: Re- bia ve Mudir gibi.
İbn-i Eb’id-Dünya anlatıyor: Hadîs âlimlerinden bâzıları Abdullâh b. el-Haris’in şöyle söylediğini nakl etmişlerdir: «Cinler ölürler, lâkin şeytana bir şey olmaz. Daima taze kalır o.» Katada dedi ki: «Annesi Bikr’dir, babası da Bikr’dir. O, iki Bikrin bikridir.» Eb’uş-Şeyh aynı şeyi, (Kitabul-Azenıe) ’de Muaz’dan nakl ederek zikretmiştir.

Cinlerin Haşrı Hakkında Bir Bölüm – İblis Melâikeden midir?

Allah Teâlâ  buyurmuştur: «Onların hepsini dirilttiğimiz gün.» Said b. Cübeyir İbn-i Abbas’dan (R.A.) şöyle rivayet etmiştir: «Allah, cinleri ve insanlan yeryüzüne haşr edecek. Sonra gökten bir gürüh melekler inip onları ziyaret edecek. Sonra ikinci bir gürûh inip melekleri ziyaret edecek, sonra üçüncüsü. Altıncısını da zikr etti.» İmâmül-Haremeyn de bunu (Eşşamil) adlı kitabında zikr eder.
Sahih haberlendendirir «Yer büyük bir zelzele ile sarsılınca, cinler göğe nüfuz edip geçmek isteyecekler; lâkin onsekiz saf melek gelip onların göğe çıkmasına, mâni olacak ve diyecek ki: (Siz buradan ancak bir güçle geçebilirsiniz!)
Bu hadîsi, Eddahhâk, Tefsirinde zikr etmiştir. Diğerleri de zikr etmişlerdir. Ebul-Vefâ Ali b. Akıl der ki: Sana, İblîs’in meleklerden olup olmadığı hakkında bir sual tevcih edilirse şöyle de: «O, melâikeacndir.» Bâzı arkadaşlarımız buna muhalefet etmişlerdir.
Ebû  Bekr Abdulaziz böyle söylemiştir. Çünkü Ce- nâb-ı Hak: «Hani meleklere: Adem için (Allah’a) sccde edin, demiştik de (şeytanların reisi olan) iblîs’den başkası hemen secde etmişlerdi.» (El-Bakare: 34) buyurmuştur. /
İstisna, cinsinden başkasından yapılmaz. Arab dili ve kaidesinde meşhur ve hakim olan budur. Meselâ «Fetehel-Habbâzûne illâ fülânen» ve «Reaytunnâse illâ Himâren» demek caiz olmaz.
Birisi: «VE BELDETÜN LEYSE BIHA ENÎSUN ILLEL’YEAFIRU VE ILLEL-ΠSU»
Şehirde, Yeaiir ve El-îs’den başka kimse kalmadı.» Beytini ileri sürüp de Istisnânın, cinsinden gayriisin- den caiz olabileceğini iddia ederse de ki: (El-Yeafir) ile (El-Ays) kendisine enîs olunacak şeylerdendir. Böylece onları  înâs’dan istisna etmiş oluruz, başkasından değil. Çünkü enisden gayrisi için ne ademî ve ne de Cinnî, hiç birinin zikri caiz olmaz.
İbiîs’in meleklerden olduğuna delil olacak hususlardan biri de şudur: Diyorlar ki, onlardan olmasaydı, kınanması ve yerilmesi doğru olmazdı. Çünkü bu takdirde ö, şöyle diyebilirdi: «Ben secde ile emrolunmadım ki!»
Kaldı ki o, «Ben ondan daha hayırlıyım» diyerek münazara etmekle, anlaşıldıki emir ona tevcih edilmiştir.
İtiraz: Pekâlâ onu bilhassa ismiyle zikr edip: «Yalnız iblis secde etmedi. O Çin’dendi» dedi (Cenâb-ı Hak)?
CEVAB : «Cin de meleklerden bir nevidir. Meleklere cin de denebilir: Kerubiyyûn, Ruhaniyyûn, Hazene, Zebaniye, denildiği gibi çeşitleri nevileri vardır. Onlann hepsi bir cinsdir. Tıpkı Ademoğulları gibi. Meselâ; Âdemoğlunun, arab, acem gibi çeşitleri ’ vardır. Bi- riri derse ki: «Bütün kölelerine, bana itaat etmelerini emrettim. Hepsi itaat ettiler. Falan itaat etmedi. Çünkü o. zenci idi, bana asî geldi «bu, zenci kölesinin; neviyet- te her ne kadar onlardan ayrılsa da, cinsiyette diğer kölelerine ortak olmadığını gösteremez.
Ebû Ya’lâ  der ki: Ebû İshak’ın Talikatmda gördüm; şöyle diyordu:
Şeyhime (Ebû Bekr’e), iblisin meleklerden olup olmadığını sordular. Şu cevabı verdi: Secde etmekle emr edildi, eğer onlardan olmasaydı emredilmezdi. Ebû İs- hak der ki:
Hepimiz meleklerin, evlenmediklerine ve zürriyet sahibi olmadıklarına söz ve fikir birliği yaptık.. Oysa iblisin zürriyeti vardır. Demek ki o, onlardan değildir.
Ebû Bekr Abdulazîz’in sözünden, onun melekler cümlesinden olduğu anlaşılıyor.
Ebû Bekr tefsir kitabında, onun meleklerden olduğunu tasrih etmiş ve bu husustaki ihtilâfı da anlatmış ve ez cümle demiştir ki; eğer o, meleklerden olma* saydı, secde ile emr edilmezdi. Çünkü secde emri bütün meleklere munsarıf (tevcih edilmiştir) oldu. Onun da secde ile emredildiğine dair hepimizin ittifakı vardır.
Bu. müfessirler çoğunluğunun görüşüdür. İbn-i x^bbas ve diğerleri de aynı  kanaattadırlar.
îbn-i Mes’ûd, sahabeden bir topluluk,. Said b. el- Musayyeb ve diğerleri de aynı fikirdedirler.
  • Mütekellimîn’den bir cemaat de aynı sözü söylemiştir..
Ebul-Kasım El-Ensarî  der ki: Bu, Şeyhimiz Eb’ul- Hasan’m görüşüdür.
Ebû Ishakin sözünden anlaşılıyor ki, o melaike- den değil; cinlerdendir.
Çünkü o, Ebû Bekr’e delil ile itiraz etmiştir.
Haşan el-Basri der ki: İblis asla (bir göz ucu kadar bile) meleklerden olmamıştır.
Ebû Ya’lâ  der ki:
Biıi, «Allah iblis secde etmedi o, cinlerdendi» buyurmuştur, diye itiraz ederse ona şu cevab verilir: Bu, onda gizli olan isyan duygusunu açığa vurmaktır.
Çünkü (cin) kelimesinin aslı (istitar gizlenme) dir. Bunun için karında gizli olan çocuğa cenîn denilmiştir. Mecnûna da mecnun denilmesi, bâzı arızalarla akimın setr edilmesinden ileri gelmiştir.
Diğer bir cevab: Ebû Bekr Tefsir kitabında zikr etmiştir ki; İbn-i Abbâs ile îbn-i Mcs’ud’a göre, iblis dünya göğünün vekilharcı idi. O, kendilerine cin denilen, melekler kabilesindendir.
Onlara cin denilmiştir. Çünkü onlar Cennet Hezâ- nesidir (bekçileridir) İblis de bir Hazin idi.
İbn-i İshak’ın: «Ama İblis’de şehvet vardır, meleklerde bu yoktur» deliline gelince, deriz ki, bu şehvet ona, Divandan kovulduktan sonra ariz olmuştur.
Yeryüzüne inen Harût ile Marût gibi. Onlara da şehvet ancak yeryüzüne indikten sonra ariz olmuştur. Denildiğine göre, Harut ile Marût iki melekdi. Yeryüzüne inmişler ve bir kadına âşık olmuşlardır. Durum böyle meydana çıkınca, şeytan da Divandan kovulduktan sonra tıpkı Hârûtla Mârût gibi şehvet sahibi oldular.
Taberî  tarihinde, İbn-i Abbas’m kavlini zikr etmiştir: «İblis meleklerin en şerefli kabilelerindendi. O Cennetlerin Hâzini (Vekil harcı) idi. Dünya semâsının hâkimiyeti ona verilmişti. Yer hakimiyeti de verilmişti ona.
Yine İbn-i Abbas’dan mervidir: Meleklerin (Cin) diye bir kabilesi vardı. İblis o kabiledendir. Yer ile gök arasında vesvese yayma işi ile meşgûl olurdu.
Yine İbn-i Abbas, İbn-i Mes’ûd ve diğer sahabîler’- den nakl edilmiştir: İblis dünya göğün’ün meleği kılındı. Meleklerden kendilerine (Cin) adı verilen bir kabiledendi. Onlara Cin denilmesinin sebebi, Cennet Hazâne- si oluşlarmdandır. iblis de kendi arkadaşları üe birlikte Cennet Hâzini idi..
Ebû Bekr el-Kureşî der ki: Bâzı hadîsçiler Katâde’- den şöyle nakl ederler: İblis, rüzgâr işine memur edilen on meleğin onuncusu idi. .
Eddahahak vasıtası  ile İbn-i Abbas’dan (R.A.) şöyle nakl edilmiştir: İblis, melâike kabilelerinden, kendilerine (Cin) denilen bir kabiledendi. Onlar, melekler arasından zehirli ateşten yaratılmışlardır. Onun ismi el-Hâris idi. Cennet Hâzinelerindendi. Melekler ise, yalnız bu kabile müstesna, hepsi nûr’dan yaratılmışlardır.
  • Kur’ânda onların ateşten yaratılmış oldukları anlatılmaktadır.
İnsanoğlu ise topraktan yaratılmıştır. Yeryüzünün ilk sakinleri cinlerdir. Yeryüzünü ifsad ettiler, cinayetler işlediler. Bunun üzerine Allah onlara iblis ve arkadaşlarını göndererek onları deniz adalarına ve dağların eteklerine sürdürdü. İblîs bu işi başarınca mağrurlandı, «kimsenin yapamadığı işi ben yaptım!» dedi. Allah onun kalbine muttali oldu, yanındaki meleklerin tabii iblisin, kalbinden geçirdiklerinden haberleri yoktu..
İbn-i Şaklan’ın bu sözünü, İbn-i Şihab’dan yapılan şu rivayet teyid etmektedir: İblis Cinlerdendir. O, cinlerin babasıdır, tıpkı Âdem’in insanoğlunun babası olduğu gibi

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...