13 Eylül 2013

CİNLERİN ESRARI ONBİR

CİNLERİN ESRARI 

ONBİR

Cinlerin İnsanlarla Alay Etmesi

Ebû Bekir Muhammed b. Ubeyd der ki: Abdurrahman b. Abdüllah, amcası Amr b. el-Heysem’in kendisine, babası vasıtasıyle dedesinden şöyle nakl ettiğini ri- vâyet etmiştir: «Merkua gitmek üzere evden çıktım. Dört fersah kadar uzaklaşınca, bir pınar başında oynaşan bir güruh gördüm. Onları seyr etmeğe koyuldum. Derken biri geldi, arkadaşının sırtına atladı, sonra diğeri ötekinin boynuna atladı. Üzerlerine atımı sürmek istedim. Arka üstü yatarak gülmeğe, kahkaha atmağa başladılar. Sonra atımın başını onlardan çevirip yoluma devam etmek istedim. Baktım ki bir ağacın altından kahkaha sesleri gelmiyor mu? (hayret ettim, kaldım..)»
Yine el-Haysem, babasından nakl ediyor: «Bir arkadaşımla birlikte yolculuğa çıktık, yolun ortasında bir kadın gördük. Haydi onu atlarımıza alalım» dedim. Arkadaşım onu arkasına aldı. Ona bakınca bir de ne görsem ağzından hamam bacasından çıkan alevler gibi alev çıkmıyor mu? Hemen ona hücum ettim. Bana dedi ki: «Ben saııa ne yaptım da bana böyle hücum ediyorsun?» Arkadaşım da sanki bir şey olmamış gibi:
«Yahu zavallıdan ne istiyorsun?» demez mi? Susmak zorunda kaldım. Ve yürüdük. Bir saat sonra tekrar baktığımda yine ağzını açmaz mı? baktım yine aynı alevler. Hücum ettim. Aramızda bu hâl üç kere ceryan etti. Üçüncüsünde azm ettim, mutlaka bunu yere sereceğim, dedim. Üzerine atladığım gibi yere yıktım onu. Fakat yine susmadı ve şöyle söylendi: «Allah kahr etsin seni, bugüne kadar senin kadar cesur bir kimse görmedim. Amma da yürek varmış sende!»
El – Esmaî’nin kardeşi Abdurrahman anlatıyor: Amcam dedi ki: «Hadremevtte biradam, cin siharbazı olan bir kadının hücûmuna uğramış. Ondan kaçmış, yetişeceğini anlayınca, hemen orada bulunan bir kuyuya inmiş. Kadın bunu görünce kuyunun başına gelerek adamın üstüne işemiş. Adam çıkmak zorunda kalmış. Çıkınca bu sefer de adamın saçlarını yolmaya başlamış, o kadar yolmuş ki adamın başında bir kıl bile kalmamış.

Veba hastalığı Cin Çarpmasındandır

İmam Ahmed, Müsned’inde, Ebû Musa,dan rivayet ettiğine göre, Allah’ın Resûlü (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :«Ümmetimin mahvı, ta’n ve tâûnladır1
Dediler ki:
  • Ey Allah’ın Resûlü! Ta’nı biliyoruz; fakat tâûn nedir?
«— Cin kardeşlerinizin çarpmasıdır. Her birerlerin- de şehadet vardır.» buyurdular.
Bunu, İbn-i Ebi’d- Dünyâ (Kitabut’t – Tavaîn)’de rivayet ederek, şöyle dedi: «Cinlerden olan düşmanlarınızın çarpmasıdır.» Bu iki lâfız arasında tenakuz yoktur. Çünkü din kardeşliği düşmanlığa mâni değildir Mü’min olsalar dahi düşmanlık mevcuddur, aralarında.
İbn-i Esîr der ki: «El-Vahz: Nafiz olmayan bir bir ta’ndır. Şeytan için: «Rekz, hemz, Nefs, nefh» ve «Vahz» gibi kelimeler kullanılır.»
El-Cevheri der ki: Errakz, kişinin kımıldatması, demektir. (Ayağınla kımıldat) mcâlindeki âyet bunu gösterir.
Mustehâze hakkında varit olan bir hadîsde (Hiye Rekzetün mineşşetanı) diye geçmektedir. Buradaki (Rakza) kanın rahimden hareket etmesi demektir.
«El-Hamze «Nefh» a benzer. Bu, (Ettefei)’den az mâna ifade eder.
Hastaya okuyan kimsenin öfürmesine de (Nefs) derler.. Nefs öfürmek» bilinen bir şeydir.
«Elvahz»a gelince; bu, mızrak ve benzeri şeyleri Ta’n etmektir. Ne varki nafiz olmayan bir vuruştur, o.
Zemahşerî’ye göre Taûn’a: (Cin Mızrakları) tesmiye ederler.
El-Ezdî, El-Gassanî  Meliki olan Haris’e şöyle demiştir: «Hayatın hakkı için, Benî Mukayyede’den olan Ebû Remah’dan korkmam; benim korktuğum cinlerin Ebû Remahı’dır. Diken’den uzak durmalısın!»

İstihâzenin Cin Fışkırtmalarından Bir Fışkırtma Oluşu

Ebû Davud, Ahmed ve Tirmizî Hamne Binti Cahş’- dan rivayet ediyorlar:
«Çok şiddetli hayız oluyordum (adeta kan boşanıyordum) Resûlüllah’dan fetva istemek için huzuruna çıktım ve: Ey Allah’ın Elçisi! (S.A.V.) Ben çok şiddetli hayz oluyorum, (âdeta ka gidiyorum.) Ne dersiniz, bu namaz oruçtan beni alıkor mu? diye sordum.
  • Sana pamuk tavsiye ederim. Çünkü o, kanı giderir.
  • Pamuğuk da önieyemiyeceği kadar fazla.
  • Elbise sar öyleyse.
  • Ondan da fazla.
  • Önleme çarelerine bak.
Kan gidiyorum âdeta.
  • Öyleyse sana iki husus emredeyim, hangisini yaparsan sana kâfi gelir: Ama ikisini de yapabilirsen, senin bileceğin iştir.
Şunu iyi bilmiş ol ki: Bu kan, şeytanların fışkırtmalarından bir fışkırtmadır. Sen altı, veya yedi gün hayız görürsün Allah’ın ilminde (O kadar).»
Bu hadîs, Buhari’nin, Sahih’inde, Ebû Hubeyş kızı Fatıma’nın kıssasında, Hazret-i Aişe’den nakl ettiği, Allah Resûlünün (S.A.V.): «Şüphesiz o bir araktır» sözüne muhalif değildir.
Bir rivâyette de «Damardan fışkıran bir kandır.» olarak geçer. Çünkü  Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve- seli.em, şeytanın âdemoğlunun içinde kanın deveran ettiği yerlerde deveran ettiğini beyân etmişlerdir. O damarı kımıldattığı zaman kan fışkırır ve bir türlü durmasını bilmez.
Şeytanın bilhassa, bedenin diğer damarlarında değil de, bu damar üzerinde ihtisası ve tasarrufu mevcuttur.
Sihirbazlar bu yüzdendir ki kadının bu kanında şeytanlardan yardım isteyerek tasarruf ederler ve buna(Babunnezîi) tesmiye ederler. Peygamber sözleri, görüldüğü gibi birbirini teyid etmektedir . Onun bütün «özleri bir şifa ve muhaaza kaynağıdır.
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem’in: «Cin düşmanlarınızdan bir darbedir.» sözü de böyledir. Bu, batnın, akan yerinden çıkan bir bair guddesi gibidir.» sözünü teyid etmektedir.
  • Neden mi?
  • Çünkü cin karın damarlarından bir daman şiddetle sarstığı zaman, onun sarsmasından gudde çıkar ki bu, cin sarsmasının bir neticesi olur.

    Cinn’in Ademoğluna Nazar Değdirmesi

    Göz iki kısımdır: İnsan gözü, Cin gözü. Ümm-i Se- lemeden (R.A.) nakl edilmiştir:
    «Hz. Peygamber (S.A.V.) evinde, yüzünde nazar olan bir cariye gördü vc şöyle buyurdu: O (cinlerin) Hırsızlamasına uğramış. Çünkü onda nazar vardır.»
    Hüseyin b. Mes’ûd el-Ferrâ —Suf’a— kelimesini (Cinlerin nazarı) ile tefsir etmiştir.
    Essavlî  der ki: Gözü ile iyice baktığı zaman (Ezla- Iıû) yâni ona nazar etti, derler.
    Ebû Osman El-Müzenî anlatıyor: Ebû Ubeyde’nin şöyle söylediğini duydum:
    Nazar’a gelen adam için: (Reculun maînun) derler.. Kendisine habersiz bakılan kişiye de (Reculun ma’yû- nün) derler.
    Ahmed b. Muhammed el-Esedı anlatmıştır: Erriyâ- şrnin şöyle dediğini duydum:
    Nazar değmiş  kimseye: (Reculun Maînun ve Ma- yûnun) denilir. Bâzıları şöyle demiştir:
    «Onu, muskalarla tedavi ettiler. Üzerine (elemden kurtarmak için) sular döktüler. Cinlerin ona göz değdirdiğini iddia ettiler. Gerçek durumu bilselerdi onu insanların gözlerinden kurtarıp tedavi ederlerdi.»
    Ahmed, Musned’inde, Mekhûl kanaliyle Ebû Hürey- re’den merfuan şöyle nakl etmiştir: «Nazar Haktır. Onu şeytan hazırlar.

    Ammar b. Yasir’in Cinlerle Çarpışması

    Ebû Bekr b. Uboyd der ki: Uhey El-Hasen vasıtalıyla Aramâr b. Yasir’den (R.A.) şöyle nakl etmiştir: «Resûlüllah ile birlikte hem cinlerle, hem insanlarla savaştım. Dediler ki:
    • Cinlerle ve insanlarla nasıl savaştın?
    • Seferde Allah’ın Resûlü ile bulunuyordum. Bir yerde konakladık. Kırbamı ve kovamı su çekmek için aldım. Allah Resûlü (S.A.V.) bana dedi ki: «Suyun yanında sana biri gelip seni sudan men’edecektir.» Kuyu nun başına gelince, gerçekten, simsiyah bir adam gördüm. Bana:
    • Vallahi buradan bir damla da olsa su alamazsın, dedi. Ve bana daldı, ben de ona daldım. Derken yere yuvarladım; bir taş alıp yüzüne, burnuna vurdum. Kırbamı doldurduğum gibi doğru Resûlüllah’m (S.A. V.)’in yanına geldim.
    Beni görünce:
    «— Yanma kimse geldi mi?» diye sordu.
    «— Evet,» dedim ve başımdan geçenleri anlattım.
    «— Kimdir o, biliyor musun?» diye sorunca,
    «— Hayır!» dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular:
    «— İşte O, Şeytandır.»
    El-Ahnef b. Kays’dan nakl ediliyor. Dedi ki; Hz. Ali (R.A.) şöyle anlattı:
    «Vallahi Ammar b. Yâsir (R.A.) hem insanlarla, hem de Cinlerle çarpışmıştır.»
    Dedik ki:
    • Haydi insanlarla çarpıştığını anlarız; lâkin cinlerle nasıl çarpışabilir.
    Cevab verdi :
    «— Resûlüllah Sellellahu Aleyhi ve Sellemle sefere çıkmıştık. Ammârâ buyurdular ki, haydi git, bize biraz su getir. Bunun üzerine Ammâr, gitti birde baktı ki, siyah bir köle şeklinde olan Şeytan orada duruyor. Onü su almaktan men’etti. Bunun üzerine kapıştılar. Ammâr onu yere serince, Ammâr’a:
    • Bırak beni, su almana mâni olmıyacağım, dedi. Ammâr bırakınca, yine mâni oldu. Ammâr ikinci defa onu yere yuvarladı. Şeytan ona:
    • Bırak beni, su almana mâni olmayacağım, dedi. Bıraktı. Su çekmek istedi, yine Şeytan sözünde durmayarak ona mâni oldu. Bu sefer Ammâr onu tam mâna- siyle hakladı. Ve nihayet Şeytan da sözünü yerine getirdi. Resûlüllah (SA.V.) buyurdular ki:
    «— Şeytan simsiyah bir köle şekline girip, Am- mâr’m önünü kesti ve su almasına mâni geldi. Amma Allah Ammâr’ı zaferyab kıldı.»
    Ammâr gelince; Ey Ebûl-Yakazan! Ellerin galip geldi. Bize Resûlüllah böyle böyle anlattı, deyince bana şu cevabı verdi:
    • Vallahi eğer onun Şeytan olduğunu bilseydim, öldürürdüm. Burnunu ısırıp koparmağa kasd ettim, lâkin çirkin bir koku beni bundan alıkoydu.

      Ramazan Ayında Azgın Cinlerin Bukağıya Vurulması

      Tirmizî  ve İbn-i Mâce Ebû Hureyre’den (R.A.) nakl ettiklerine göre Hz. Peygamber Sallellahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmuşlardır:
      «Ramazanın ilk gecesi olunca, Şeytanlar ve Cinlerin azgınlan zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır ondan lıiç bir kapı açılmaz, cennet kapıları açılır ve ondan hiç bir kapı kapanmaz. Ve şöyle seslenilir: «Ey hayr isteyicisi haydi gel! (acele et!); ey şer isteyl- cisi yavaş ol!»
      Allah’ın cehennemden azatlıları vardır. Bu, her (Ramazanın) her gecesinde böyledir.»
      Müslim, Ebû  Hureyre’den (R.A.) şöyle rivâyet ediyor:
      «Ramazan gelince, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da zincire vurulur..»
      Abdullah İbn-i Ahmed dedi ki: Babama (Ramazan gelince, Şeytanlar zincire vurulur..) hadîsinden sordum, «Evet!» diye cevab verdi.
      • Amma Ramazanda kişi vesveseleniyor ve şehvete de mağlûp olduğu görülüyor, deyince,
      • Hadîs böyle varit olmuştur, diye cevap verdi.
      Hadîsde geçen (Suffidet) kelimesinin mânası:
      «sımsıkı bağlanmıştır» demektir.
      (Essefed): Esirlerin bağlandığı bağ, kayış veya bukağı demektir.
      (El-Eşfat:) bağlar, demektir.

      Geyikler Cinlerin Sürüleridir

      Abdullah b. Muhammed der ki: Bize, Hişam b. Mu- hammed, Eyyûb b. Hut’tan naklen şöyle anlatmıştır: «Biz geyiklerin, Cinlerin Mâşiyesi olduğundan bahs ediyorduk. Elinde ok bulunan bir çocuk çıkıverdi ve Retat denilen bir ağacın altında gizlendi. Önünde bir sürü geyik gördü. Tam atacağı sırada görünmeyen bir ses duyuldu:
      «Elleri sert bir insan bir keçi veya iki keçi ile koşuyor. Anzînle tekeyi öldürmek için, kır yerleri sanki iki cennet haline sokuyor.» Geyikler bu sesi duydular ve dağılıp kaçtılar.
      Nu’mân b. Sehl El-Hiranı’den nakl ediliyor: «Ömer b. Hattab, bâdiyye’ye bir adam gönderdi. Adam yolda bir geyik gördü, yakalamak için onu kovaladı. Yakaladığı zaman bir de ne görsün: Cinden bir adam şöyle söylüyor:
      «Ey kırık Kenâne dostu! Dişi geyiği serbest bırak! Çünkü o, zavallı bir yavrudur; babaları kayb olmuştur, elini, boynundan bırak!»
      Babam Hişam Muhammed’den nakl ediyor. Heme- dan’dan Mâlik b. Nasr ed Dalanı  dedi ki:
      «Malik b. Harim ed-Dalâpî, cahiliyette bir kavimle Ukkâza müteveccihen hareket ettiler. Yolda bir geyik avladılar. Gayet fazla susamışlardı.
      Uceyre denilen yere geldiklerinde geyiğin kanından alıp içtiler. Kanı bitince onu boğazladılar ve odun aramağa çıktılar. Malik yerinde gizlenmişti. İçlerinden bir tanesi bir ejderhayı uyandırdı. Ejderha doğru gelip Mâlikin yattığı yerde dilini çıkardı. Bir adam onun arkasını takip ederek:
      • Ey Mâlik, uyan! Yanında ejderha bulunmaktadır, diye bağırdı. Mâlik uyanınca ejderhayı gördü ve adama:
      • Bırakma onu, yakala! diye bağırdı. Bunun üzerine ejderha yine yuvasına girip kaçtı. Ve Mâlik şöyle bir şiir inşad etti: «Harım bana komşumun güçlü olduğuna işarte etti. Onu men’etmek istedim bir türlü menedemedim.»
      Oradan başka tarafa göçüp gittiler. (Yolda) yine susamışlardı. Şöyle bir ses dikkatlerini çekti: «Ey cemaat önünüzde su yoktur! ki, kendinizi ve hayvanlarınızı sulayasımz! Buradan Şâmme’ye dönün, bir dağın eteğinde şarıl şarıl akan bir pınar bulacaksınız! Oraya vardığınızda, kana kana içiniz! Bunun üzerine Şâmme’- ve indiler, kendilerini bir dağın eteğinde şarıl şarıl akan bir pınarın yanında buldular. İçtiler ve hayvanlarını da suladılar.
      Yüklerini yükleyip doğru Ukkaz’a geldiler. Sonra aynı yere gelince, hiç  bir şey görmediler ve bir ses, kendilerine şöyle diyordu:
      «Allah size iyi bir karşılık verdi. Şimdi ben sizden ayrılıyorum.
      İyilik yapmak hususunda verdiğin sözü yerine getir! Çünkü iyilik yapmaktan kaçınan kimse, kimseden iyilik görmez.
      İyilik yapanın iyiliği kaj’b olmaz. İyilik’ten sonra küfran-ı nimet mezmiimdür. Ben, sıkıntıdan kurtardığın ejderhayım. Size su yolunu göstermekle, gördüğüm iyiliğe karşılık vermek istedim. Çünkü iyilik karşılıklıdır.» Sonra pınarı aradılar, onu da bulamadılar.
      Ebû Bekr Es-Sıddik’in neslinden olan Ebû Bekr et- Teyymî bize anlattı: Beni Ukeyl’den bir adam dedi ki: Bir gün bir geyik tekesi avladım, eve geldiğimde onu sımsıkı bağladım. Gece olunca, «Ey falanın babası, yetimlerin devesini gördün mü? Bir çocuk onu insan oğullarından bir kişi aldığını haber verdi. Eğer ona bir şey yapsaydı ben de ona aynısını yapardım.» diyen bir ses duydum. Bunun üzerine tekenin yanma gelip salıverdim. Aynı ses onu çağırdı. O da, bir deve yavrusunun annesine koşuşunda çıkardığı bir sesle o gelen sese koşup gitti.
      Yine Ebû  Bekr et-Teyymî anlatıyor: Bir adam bir kirpi yakaladı.  Üzerine çömlek geçirdi. Sonra o, su yüzüne çıkınca iki çıplak adam şeklini aldı. Biri diğerine dedi ki: Eğer bu dişi geyik olsaydı hemen boğazlardı. Diğeri de şöyle mukabele etti: Eğer ben kurtulmasay- dım halamın kocası yalnız ve kimsesiz kalacaktı.
      Bu sesleri duyunca hemen çömleğin yanma geldim, açıp bakınca onun yürümeğe başladığını  gördüm.
      Bekad b. Ziyad anlatıyor: Bir geyik yakaladım. Gece karanlık basınca bir ses duydum. Bunun üzerine onu salıverdim. Ona vadinin heylaından sorunca, «Altıdır» diye cevap verdi.

      İnsanoğlunun Cinn’e Tapması

      İmâm Ahmed, bâzı hadîsçiler vasıtasıyla İbn-i Mesûd’dan şöyle nakl eder:
      «İnsanlardan bir taife cinlerden bir taifeye tapardı. Cinlerden olan taife İslâmî kabul ettiler, onlarsa hâlâ tapınmakta devam ettiler. Bunun üzerine Allah şu âyeti inzal buyurdu: «Onların taptıkları da —hangisi Rablerine daha yakın (olacak) diye — (bizzat) vesiyle arayıp duruyorlar.» (El-İsrâ: 57.)
      Bu hadîs’i, Şuayb A’meşden, Beyhakî Süfyan Tariki ile A’meşden rivâyet ettiği gibi, başka bir tarikle de Abdullah b. Utbe vasıtasıyle İbn-i Mes’ûd’dan şöyle rivâyet etmiştir: «Bu âyet. Cinlerden bir taifeye ibâdet eden Araplardan bir taife hakkında nazil olmuştur. Cinler Müslüman oldular. Onlar hâlâ bilmeden onlara ibadette devam ettiler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

      Cinlerin Sözlerini Müzakere Etmenin Cevazı Hakkında

      Muhammed b. Müslim’den nakl edilmiştir: «Ömer b. Hattâb bir gün meclisinde hazır bulunanlara: Cinlerin sözleri hakkında bana bir şey söyleyin, dedi. Bunun üzerine bir adam şöyle dedi:
      • Ey Müzminlerin emîri! İki arkadaşımla Şam yolunu tutmuştuk. Bir dişi geyik avladık. Ardımızdan bir süvari yetişti ve:
      • Bırak onu! diye tehdit etti.
      • Bırakmam, dedim.
      • Beni burada yalnız sanma, göreceksin ki biz on kişi olacağız. Herbirimiz, diğerini kolayca kurtarabilecek on kişi, deyince, ürperdim ey mü’minlerin emîri! Ve Dir’ül Anıf denilen bir yerde konakladık. Sonra oradan kalkınca o dişi geyik hâlâ beraberimizdeydi.
      Biri şöyle seslendi: «Ey süratli giden dört süvari! Bırak o ürkmüş geyiği! Ondan başka yakalayacak bir şeyi bulamadınız mı?» Bunun üzerine, ey mü’minlerin emîri o geyiği serbest bıraktım, dedim.
      Görmediğimiz biri gelip, bineklerimizin yularını tutarak büyük bir mahallenin bulunduğu bir yere çevir- di. Orada yedik, içtik ve Şam’a geldik. İşlerimizi gördük ve geri döndük. O çevrildiğimiz mahallenin bulunduğu yere gelince orasını kimsesiz, kupkuru bir yer olarak bulduk. Bundan anladım ki, ey mü’minlerin emîri! O mahalle meğer cinlerin mahallesiymiş.
      Dire dönmeğe koyulunca bir sesle karşılaştım: «Acele etme! Güvenilir kaynaktan bir haber al: Ben Cuhfc günü esir edilen bir zat’ım. Bir yıldız parladı. Maşrikte istiva etti. Her tarafı aydınlatan bir kuyruğu vardır onun. Karanlıkta olanları aydınlığa çıkarır o! Ben öyle bir kişiyim ki, haberlerim doğrudur.»
      • Ey müzminlerin emîri! Geri dönünce Peygamber (S.A.V.)’in zuhur edip insanları İslâm’a davet ettiğini gördüm. Bunun üzerine ben de Müslüman oldum.
      Hz. Ömer’in meclisinde bulunan diğer biri de söyle anlattı: Ey mü’minlerin emîri! Ben bir arkadaşımla birlikte bir ihtiyacımızı görmek üzere yola çıkmıştık. Bir süvari arkamızdan yetişip yüksek sesle şöyle haykırdı: «Ahmed, yâ iVhmed! Allah en yücedir, en şereflidir! Muhammed tek olarak inanılacak bir ilâh’ı bize ta’- lim etti. O daima hayra dâvet ediyor, ona itimad et!» Bu ses bizi fena halde korkutmuştu. Sol taraf dan duyulan bir ses ona cevab veriyordu:
      «Kendisine va’d edilen (Şakkal-Kamer) mûcizesi icra edilmiştir. Allah’a kasem ederim ki, getirdiği din, hak dinidir.»
      Dönünce baktık ki Hz. Peygamber zuhur etmiş ve insanları durmadan hak dine daveî, ediyor. Onu görünce derhal ben de müslüman oldum.
      Ömer de (R.A.) kendisinin karşılaştığı bir olayı şöyle anlattı: Ben (Derih)imizin yanındaydım. İçinden şöyle bir ses geldi: Yâ lederîh! yâ lederîh! Biri, kişiyi fe- lâha erdiren bir sesle haykırıyor..
      Başarıya kavuşturan bir yol gösteriyor. (Lâ ilâhe illellah!) diyor.
      Bir de baktım Hz. Peygamber (S.A.V.) zuhur etmiş, insanları Allah’a dâvet ediyor. Bunun üzerine ben de Müslüman oldum.
      Harîm b. Fatik anlatıyor: Devemi kayb etmiştim. Aramağa çıktım. Irak’ın tepesine çıkınca devemi buldum. Bana eğildi onu yularladım ve dedim ki: Bu vâdi- nin ulusuna sığınırım! Bu vadinin büyüğüne sığınırım!
      Sonra başımı  deveye koydum. Şöyle diyen bir sesle karşılaştım: «Celâl sahibi (olan) Allah’a sığın! Sonra En- fal (sûresinden) âyetler oku. Allah’ın birliğini tanı. Cinnin gücü (korkulacak) güçlerden değildir.»
      Korku içinde uyandım ve dedim ki:
      «Ey Hatif! Ne diyorsun? Söylediğin doğru mu yoksa saptırmaca mı?» Cevab verdi:
      «Bu iyilikler sahibi, Allah’ın Resûlüdür. Onu Allah kurtuluşa davet etmek için irsal etmiştir. İnsanları kötülüklerden alıkor ve oruçla namazı emreder.»
      Haberde şu fazlalıklar vardır: Görünmeyen ses ona zahir olmuş, devesiyle birlikte ailesine dönmesini sağlamış ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yanına gitmesini emretmiştir. Bunun üzerine Medine yolunu tutmuş. Medine’ye vardığında Hz. Peygamber (S.A.V.)’i halk’a hi- tab ederken bulmuş. Hz. Peygamber onu görünce hatif ile geçen macerasını anlatmış ve ona kendini iman eden cinlerdcn biri olduğunu haber vermiştir.
      Bu haber bu kitabda geçen şu konular arasında yer almıştır: (GEYİKLER CİNNLERİN MAŞİYESİDİR, CİNLERİN PEYGAMBERİN ZUHUR EDECEĞİNİ HABER VERMELERİ, İNSANLARI İSLÂMA ÇAĞIRMAK, CİNNLERİN HİLELERİNİ BERTARAF EDECEK ÇARELERE DELÂLET ETMESİ) tevfik Allahtandır.

      Cinlerin, Peygamber Gelişinden Haberdar Edilmesi, Semanın Onlardan Korunması ve Yıldızlarla Taşlanmaları

      Zübeyr b. Ebû  Bekr ve diğerleri şöyle derler: İblîs İsâ (Aleyhisselamm) doğumundan önce, göklere sızıyordu.
      O doğunca, üç semâdan men’edildi. Muhammed (Sallellâhu Aleyhi Vesselem) doğunca bütün göklerden men’edildi. Ve şeytanlar yıldızlarla taşlandı.
      Kureyş’e göre, şeytanların yıldızlarla taşlanmaları çoğaldığı  zaman, kıyamet kopması yakın olacaktır.
      Utbe b. Rabia der ki: Kızıl nurlu yıldıza bakınız. Eğer şeytan bu yıldızla taşlanırsa, bilin ki kıyamet kopmuş demektir. Bununla taşlanmazsa kıyamet kopmaz.
      İbn-i İshak der ki: Yıldızlarla şeytanlar taşlanınca ilahi vahy selâmet içinde inmiş olur. Çünkü bu, vahyin katiliğini isbat etme bakımından daha canlı bir delil teşkil eder.
      Suheyli’ye göre onun bu kanaati doğrudur. Lâkin yıldızlarla kazf etmek eskidir. Cahiliyet devrinde eskilerin şiirlerinde bu mevcud idi.
      Avf b. El-Hare, Evs b. Hicr, Bişr b. Ebî Hazim.. Bunlar hep cahiliyet devrinde yaşamış, yıldızlarla taşlama işini anlatmışlardır, beyitlerinde bu mezkiirdür. Nitekim İbn-i Kuteybe Cin sûresinin tefsirinde bunu anlatmıştır.
      Abdurrazzak, Tefsirinde, Muammer vasıtasıyla İbn-i Şihab’dan şöyle nakl etmiştir: İbn-i Şihaba: «Bu taşlama işi cahiliyette var mıydı? diye sordular, cevab verdi:
      • Evet, lâkin İslâm dini gelince, bu daha da çoğaldı ve şiddetlendi.
      Cenâb-ı  Hakk’ın: «(Cin devamla): biz ciddî bir surette göğe erişmek istedik. Fakat onu sert bekçilerle ve (yakıcı) şihablarla doldurulmuş bulduk.)» (El-Cin: 8 ) buyurdu da; (korudum) buyurmadı. İşte bu, cahiliyette böyle bir şeyin (azda olsa) bulunduğuna bir delildir. Hz. Peygamber gönderilince, bu iş daha da kuvvetlendi. Çünkü bundan gaye şeytanları başarısız bırakmaktır. Gönderilen âyetlerin daha açık ve hüccetti olması için böyle olması gerekiyordu.
      Bugün bile kâhinler mevcuddur. Bu inkâr edilemez. Ne var ki, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in zamanında şeytanlar gökten pek hırsızlama haberler alamazlardı. Ondan sonra az da olsa bâzı hırsızlamalarda bulunuyordu. Nitekim bâzı zamanlarda az da olsa buna bâzı memleketlerde rastlanmıştır.
      Hz. Peygamber (S.A.V.))e kâhinlerden sual ettikleri zaman:
      «Onlar bir şey değildirler, bir kıymet ifade etmezler.» buyurmuştur.
      • Amma bir şeyden haber verdikleri zaman aynı dedikleri oluyor, diye cevab verdiklerinde şöyle buyurmuştur:
      «— İşte o doğru bir kelimedir ki, cin onu ezberler, dostunun kulağına bardağın su boşaltması gibi boşaltır. Ne var ki ona da yüzden fazla yalan katar!» Bu rivayet hususunda Kasım b. Sabit (EddelâilKinde ileri geri konuşmuştur..
      Essuheylî’ye göre, (Hadîsdeki kelime (Ez-Zücace)
      dir.
      Nitekim sahih hadîslerde bu böylece zikr edilmiştir. Velisinin yani dostunun kulağına bardağın su boşaltması gibi boşaltır (bu haberi) demektir. Nitekim Raciz: «Bundan sonra kulaklarıma boşaltma. Çünkü kalmaz. Gel, sana nasıl kayb olduğunu göstereyim.» demiştir.
      İbn-i Düreyd der ki: «Ona bir kova su boşalttı» demek için (Karre aleyhi delven) derler.
      İbn-i Selâm’ın İbn-i Abbas’dan nakl ettiği tefsirde ise kayıd şöyledir: Şihab bir şeytana attığı zaman, isabet eder ve yakar, lâkin öldürmez.
      El-Hasan’den rivayet edilmiştir: Göz açıp yumana kadar onu Öldürür.
      İbn-i Sellâm’m tefsirinde Katade’den şöyle rivâyet edilmiştir: Bir cemaatle bulunmaktaydım. Bir yıldız taşlaması oldu. Ve şöyle dedim: «Gözlerinizi çevirin, fazla bakmayın ona.» Hasan’a sordular:
      • Yıldıza bakar mısın sen? diye..
      Şöyle cevab verdi: Allah buyurmuştur ki, «Onîarı biz şeytanlara atılacak (şey) laldık.» Ve yine «Göklerin ve yerin melekütüne bakmadılar mı?» buyurmuştur. İmdi biz onlara bakmazsak nasıl bileceğiz? Tabu bakacağım ve gerçekleri öğreneceğiz. Bundan daha tabii ne olabilir?
      İbn-i İshak İbn-i Abbas’m hadîsinden söz etti. Orada şu kay d vardır:
      «Biz onu gördüğümüzde derdik ki, ya büyük bir adam ölecek veya büyük bir insan doğacak!»
      Bu hadîs müslimin sahihindedir. Lâfzı şöyledir: «İbn-i Abbas dedi ki: Peygamber Eshabından olan en- sardan bir adam bana haber verdi. Dedi ki; biz Peygamber (S.A.V.)’in huzurunda otururken bir yıldız taşlaması oldu. Ortalığı aydınlattı. Allahın Resûlü (S.A.V.) :
      «— Böyle bir şey olunca cahiliyette ne derdiniz? diye sorunca, dedik ki:
      «— Allah ve Resûlü bilir. Biz cahiliyette, böyle bir şey olunca şöyle derdik:
      «Bu gece ya büyük bir adam öldü, veyahut büyük bir insan doğdu.»
      Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
      «— Onlarla, birinin ölümü veya hayatı için taşlanma yapılmaz. Lâkin Rabbimiz (tebarekesmühü) bir şeyi icra edince, Hamele-i arş onu teşbih eder. Onların teşbihini, onlardan sonra gelen gök ehli izler. Onları diğer gök ehli izler. Derken dünya semâsının ehline kadar gelir bu.
      Sonra Hamele-i Arş’ı tâkib eden gök ehli, Hamele-i Arş’a:
      —Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar. Rablerinin ne dediğini bildirirler.
      Sonra bütün semâ ehli bu haberi birbirlerine ulaştırırlar. Nihayet dünya semâsına ulaşınca bu haber, hemen cinler kapıverirler ve velilerine (dostlarına) atarlar. Duyduklarını söylerse tabii ki, haktır, lâkin onlar bâzı ilâveler de eklerler o duydukları habere.
      îşte bu, gösteriyor ki, yıldızlarla atma işi doğrudur. Lâkin Allah Resûlü (S.A.V.) gönderildikten sonra iş daha sıkıya alındı ve taşlama işi daha da çoğaldı. Nitekim Zührî yukarda geçen âyet hakkında böyle demiştir.
      İbn-i İshak’ın rivâyet ettiği hadîsin sonundaki (artık kehânetin ardı gelmiştir, bugün, kehânet yoktur!) sözüne gelince, bu sözdeki (bugün) kelimesi, o zamanın tahsisine delâlet eder. O gün ve kıyamete kadar vuku’ bulmayacak olan şey, şeytanların cahiliyet devrinde olduğu gibi haberleri cahillere eriştirmeleridir. Onlar artık o zaman olduğu gibi bugün bu haberleri alıp cahillere veremezler, demektir.
      Bâzı mecnünierin dillerinden duyulan cinn haberlerine gelince, biz göremeyip de onların yeryüzünde gördükleri şeyler hakkında verdikleri haberlerdir.. Hırsızların çaldıkları şey hakkında haber vermeleri ve çalınan şeyin nerelerde gizlendiğine dair haber vermeleri gibi.
      İlerde olacak şeylerden haber vermeleri ise taharrüş sayılır. Yani yalan söylemiş olurlar. Çünkü verdikleri haberde isabet oranı, çok azdır..
      İsabet ettikleri bu az nisbet ise, meleklerin insan hakkında konuştukları şeydir. Nitekim Buharî’nin rivayet ettiği hadîsde şöyle geçer: «Yıldızlarla tard edilirler. Bir kelime’ye yüzden fazla yalan katarlar.»
      Yıldızlarla şeytanların taşlanmasını Arablar ilk defa görünce korktular ve o zamanda en zekî ve bilgili tanınan Amr b. Umeyye’ye koştular ve:
      • Gökte neler oluyor görmedin mi? diye sordular. Cevab verdi:
      • Evet görüyorum, (bunda korkulacak bir şey yok!) O atılanlar şayet, gece karanlıklarında insanları aydınlatan ve insanların kendilerinden azamî derecede faydalandıkları yıldızlarsa, dünyanın sonu gelmiş demektir. Yok, eğer o yıldızlar değilse mutlaka bunda bir hikmet vardır. Allah’ın murat ettiği bir işden dolayı vaki olmaktadır bu.
      İbn-i Abdil-Berr, Ebû Davut Tariki ile Şa’bi’ye is- naden şöyle nakl ediyor: Hz. Peygamber’e peygamberlik geldiği zaman, yıldızlarla şeytanlar öylesine taşlandı ki ondan önce böyle bir taşlama olmamıştı. Arablar bunu görünce şaşırdılar ve Abd Yaleyl b. Amr Essekafr- ye koştular. O amâ bir adamdı. Ona dediler ki, yıldızlarda meydana gelen bu değişiklikleri görenler köleleri azad ettiler, hayvanlarını salıverdiler. Çok korktular, siz buna ne dersiniz? Cevab verdi:
      «— Acele etmeyin! Bakın bir kere. Onlar eğer bilinen yıldızlardan ise, insanlığın sonu gelmiş demektir; yok değilse mutlaka bir olay meydana gelecektir.»
      Baktılar ki, bilinmeyen yıldızlardır onlar.. Bunun üzerine bir olayın meydana geleceğine hükm ettiler, Hakikaten çok geçmeden Peygamber (Sellellahu Aleyhi Vesellem) zuhur etti.
      Ebû Ca’fer el-Ukelî, (Kitabussahabe) sinde, beni le- heb’dcn Lehb veya Ebû  Leheb diye bilinen bir adam- şöyle nakl etmiştir:
      «Resûlüllah’m (S.A.V.) yanında bulundum ve kendilerine kehânetten bahs ederek dedim ki: Göğün muhafaza altına alınıp şeytanların nüfuzunun önlendiğini bilen ilk kavm biziz. Hater b. Mâlik adında bir kâhinimiz vardı. 280 yaşını aşkın ihtiyar bir zattı. Kâhinlerimiz içinde en bilgin o idi. Bir gün ona dedik ki; Yâ Hater! Kendileri ile şeytanlar taşlanan bu yıldızlar hakkında bize bilgi verir misin? Biz bundan çok korktuk, sonumuzun ne olacağını kestiremiyoruz.. Şöyle cevab verdi :
      • Seherde gelin size haber vereyim: Bunda hayır mı var, şer mi var, emniyet mi, sakınca mı var, bildireyim sizlere..
      Bıınun üzerine oradan ayrıldık, ertesi sabah erkenden seher vakti yanma gelince kendisini ayakları üzerine dikilmiş göğe bakar bulduk ve:
      • Yâ Hater, yâ Hater! diye bağırdık. Bizi görünce (Susun!) diye işaret etti. Sustuk. Biraz sonra kendisine doğru bir yıldızın parçalandığını gördük..
      Sesini alabildiğine yükselterek şöyle haykırdı: «İsabet etti! İsabet etti! (hedefe)!.. Şihabı onu yaktı.. Yazık! Ona karşı hiç bir şey yapamadı. Belâsını buldu, ipleri ayrıldı, durumları değişti.»
      Sonra uzun zaman sustu ve şöyle dedi:
      «— Ey Benî Kahtan oğullan! Size gerçeği beyân ediyorum: Ka’beye yemin ettim. O sahibleri pek emin olan’a yemin ettim. Güçlü bir atılışla cinler haber sızdırmaktan alıkondu. Üzerine Kur’ân nazil olan, şerefi yüce bir Peygamber’in (Hatırı) için, onlar artık gökten haber sızdıramaz oldular. Çünkü O öyle bir Kur’ân’la geldi kî; serapa hidayet ve nûrdur. Onunla putlara tapmayı ibtal etmiştir.
      Dedik ki: «Ey Hater! Sen büyük bir şeyden bahs ediyorsun! Kavmin hakkmdaki fikrin nedir; bize ondan haber ver! Bu sözümüze şu mukabelede bulundu:
      «Kavmim hakkındaki fikrim; İnsan peygamberlerinin en hayırlısına uymalarıdır! Apaçık bir Kur’ânla Mekke karanlıklarını bir güneş gibi aydınlatan bir burhana sahibdir o.»
      Bize anlatmak istediğin şahıs kimdir?
      • Hayatım hakkı için O, Kureyş’den bir zattır. Hükmünde yanılmaz, ahlaken mütekâmil. Al-i Kahta- nın ordusunda bulunacak!
      • Kureyş’in hangi kabilesindendir, açıkla bize!
      • Sütun ve duvarları ile çok muhkem olan şu beyt’e kasem ederim ki O,
      Ha^imîlerden olacaktır. Ahlâken mütekâmil ve her zâlimi yere seren bir zattır O! Bunu bana cinlerin reisi haber verdi. Allah-ü ekber! Hak geldi ve zahir oldu! Cinlerden haber kesildi, dedi. Ondan sonra sükût etti ve bayıldı. Üç def’a (Lâ ilahe illellah) dedikten sonra ayıldı.. Ben bunları Allah Resûlüne (S.A.V.) ’e anlatınca, şöyle buyurdular:
      Bir peygamber gibi konuşmuştur! o, kıyamet gününde yalnız başına bir ümmet gibi dirilecektir!
      İbn-i Dureyd’e göre, Şeyzan oğulları ile İş oğulları cinlerden iki ayrı kabiledir.
      Essuheylî  dedi ki: Al-i İş ile zannedersem, beni ukeyşi kasd etmiştir. Beni Ukeyş ise, Ansar’ın cinlerden olan dostlarıdır. (Ukeyş) kelimesinden bir harf (K) hafz edilmiştir de kelime öylece (İş) olarak kullanılmıştır.
      Arablar bâzı  kelimelerde böyle tasarruflarda bulunurlar. Siyerde Biat hakkında hadîsde bu kelime (ükeyş) olarak geçmiştir.
      (Benişşeytan, beni Ukeyş) kelimeleri anlatılan bir kıssada adları geçmiştir: Onlar cinlerden iki ayrı kabile adıdır.. Peygamber (S.A.V.)’den Kur’ân dinleyen cinlerden bahs ederken bunlardan da söz ettim.
      İbn-i İshak Ömer b. Hattâbm Sevad ile geçen hadisesini nakl ederken şöyle dedi:
      • Ne oldu senin kâhinlerin, ey Sevad? Sevad buna içerledi ve dedi ki:
      • Ben ve sen bundan daha fena işlerde idik. Her ikimizde puta tapıyorduk. Murdar etler yiyorduk. Şimdi kalkmış beni, tevbekâr olduğum bir işten dolayı ayıplıyorsun? Ömer buna karşılık olarak:
      • Allahım afvet beni? dedi.
      Bu hadîs Buharîde daha kısa olarak geçer. Hadîs lâfızları muhtelif şekilde varit olmuştur.
      Hadîsde şu ziyadelik (ki güzel bir şeydir) de vardır: «Sevad Ömer’e anlattı: Uyku ile uyanıklık arasında iken bana üst üste bir (cin) gelip dedi ki: Ey Sevad! Ayağa kalk, beni iyi dinle! Akim başındaysa aklını yitirme! Luyi b. Galib’den Resûl gönderilmiştir. İnsanları Allah’a ve ona ibadet etmeğe çağırıyor.
      Üç gecede ayrı ayrı mânada muhtelif kâfiyelerde şu beyitleri söyledi:
      Ömer, Sevad’ı dinledikten sonra: «Cinnin sana yine geliyor mu?» diye sordu.
      • Kur’ân okuduğum gündenberi bir daha gelmedi. Allah’ın kitabı ne güzel bir karşılıktır! dedi.
      Sonunda huzuru saadete geldiği zaman, üç gece üst üste kendisine gelip bilgi veren cinnle arasında geçen macerayı anlatan bir de şiiri vardır Sevâdm:
      Bunun üzerine Allah’ın Resulü, öylesine güldü ki, tâ azı  dişleri göründü ve şöyle dedi: «Felâha kavuştun ey Sevad!»
      Ebû Bekr b. Muhammed el-Kureşî der ki: Bize, bâzı hadîs bilginleri, Abbas b. Murdas’dan şöyle rivâyet etmişlerdir:
      Öğlen üzeri idi. Baktım bir beyaz deve kuşu üstünde süt gibi beyazlara bürünmüş biri olduğu halde çıka geldi ve bana şöyle hitâb etti:
      • E}’ Abbâs! Görüyor musun: Gökler kontrol altına alınmış, cinnlerin nefesi tükenmiş, atlar yükünü bırakmış. İsneyn (pazartesi) günü, salı gecesi dünyaya gelen, nâka-i Kusva sahibidir.
      Çok korktum. O güne kadar öyle bir korku görmemiştim.. Hemen tapındığımız, içine girip de konuştuğumuz (Dımâr) adlı puta koştum. İçini süpürdüm, temizledim, elimi sürüp öptüm.. Derken bir ses duydum:
      «Bütün Süleym Kabilesine söyle: Dımâr helâk oldu, ehl-i mescid kazandı.
      Muhammed gelmeden önce kendisine tapılan Dı- mâr yokoldu. O Muhammed ki, Meryemoğlundan sonra, Kureyş’den Nübüvvet ve hidâyetle gelmiştir insanlığa.»
      Bunun üzerine dehşet ve korku içinde kavmime koştum, başımdan geçenleri bir bir anlattım. Beni Ha- riseden olan üçyüz kadar insan alıp doğru Medine’de bulunan Allah’ın Resûlüne (S.A.V.) gittim. Beni görünce tebessüm etti ve:
      • Ey Abbâs! Nasıl oldu anlat bakalım, İslâm’ı nasıl kabul ettin? dedi. Başımdan geçenleri ona bir bir anlattım.
      • Tamam, dedi. Bunun üzerine ben ve kavmim İslâm dinine girdik.
      Ebû Bekr El-Kureşî anlatıyor; Bâzı hadîs âlimleri, Ömer b. Abdurrahman İbn-i Avfden naklen şöyle rivâ- yet ettiler: Resûlüllah (S.A.V.) doğduğu zaman, Ebi Kubeys ile El-Hacûn dağında bulunan cinnler şöyle haykırdılar: «Yemin ederim ki, insanlar’dan hiç  bir dişi, onun gibisini doğurmamıştır.
      Kabilelerin en hayırlısı Ahmed doğmuştur. Çok şerefli bir çocuk. Çok şerefli bir baba!.»
      Ebû Kubeys’deki şöyle dedi: «Ey Betha Sakinleri! Yanılmayın! Geçerli bir akıl ile işi doğru temyiz edin!
      İçinizden bir kadın var ki kamında bir peygamber taşımaktadır!.»
      Buharı  Sahih’inde, Abdullah b. Ömer (R.A.)’dan rivayet etmiştir:
      «Bir şey hakkında Ömer (R.A.) böyle zan ediyorum, dedi mi mutlaka o, zan ettiği gibi çıkardı. Ömer (R.A.) otururken yanından güzel bir adanı geçti. Dedi ki: Zannın yanlış çıkmıştır veyahut bu Cahiliyette senin dinin üzreydi yahut da onların kâhini idi. Ömer ona dedi ki: Zannın yanıldı, yahut sen cahiliyette onun dini üzere idin, yahut da onların kâhini idin!
      • Gördüğün tıpkı bir baykuş gibidir, dedi. Onu Müslüman bir adam istikbal etti ve:
      • Bana gerçeği haber vereceksin, aksi halde karışmam, dedi. Adam şöyle dedi:
      • Cahiliyette onların kâhini idim.
      • Pekâlâ dişi cinn’in sana getirdiği hayret verici şeylerden ne vardır, anlatır mısın? diye sorunca şu cevabı verdi:
      Bir gün  çarşıda yürürken bana geldi; ondan korkuyordum vc dedi ki:
      «Cin ve iblislerini görmedin mi? İnsanı nasıl ye’- se düşürürler insanı? Çarptıktan sonra nasıl kabuklarına çekilirler?»
      Ömer «Doğru söyledi..» dedi. (Çünkü) ben Âlihe- lerin yanında dururken bir adam bir dana ile geldi ve o danayı orada boğazladı. Tam o sırada öyle bir çığlık duydum ki o zamana kadar o şiddette bir çığlık duymamıştım. O çığlıktan çıkan ses şöyle diyordu: «Yâ Çelil Emrun Nacîh Recûlun Yasîh.. Lâ ilâhe illellah, diyor. Bunun üzerine kavim sıçradı, ben dedim ki, bunun sonundakini anlayana kadar ben buradan ayrılmam! Aynı söz iki kere tekrar edildi. Ben işin mahiyetini anlamadan oradan ayrılmıyordum. Nihayet dendi ki, bunu diyecek adam, bir peygamberdir.
      Beyhakî  dedi ki: Bu rivayetin zahirinden anlaşılıyor ki, dana kesildiği zaman, Ömer o çığlığı duymuştur. Ömer’in Müslüman oluş sebebleri hakkında, ondan nakl edilen rivayet de bunu teyid etmektedir.. Diğer rivayetlerde o kâhinin bu hususu ona haber verdiğini is- batlamaktadır.
      imâm Ahmed, Mucahid’den nakl etmiştir: «Biz Rodos gazvesindeyken cahiliyet devrini görmüş, İbn-i İsa adında bir şeyh bize şöyle anlattı: Bizim ailemize ait bir sığır sürüyordum, karnından şöyle bir ses duydum: «Yâ Zerih! Fasih bir söz. Bir adam haykınyor: Lâ ilâhe illellâh, diye. Sonra bilâhare Mekke’ye gelince, peygamber sellellâhu aleyhi ve sellemin zuhur etmiş olduğunu gördüm.» Abdullah b. Ahmed, bu hadîs için, «Garip bir hadîsdir, güzel bir isnadı vardır.» demiştir.
      Beyhakî, seediyle, Mâzin Ettâî’nin kıssasını şöyle anlatmıştır: Mâzin Amman ülkesindeki Şemail adında bir köy sakinlerindendi. Ehline putlar yapardı. Kendisinin de (Nâcir) adında bir putu vardı. Mâzin dedi ki:
      Bir gün bir kurban kestim. Puttan bir ses duydum:
      • Ey Mâzin! Bana gel, bana gel! Bilmediğin birşey duyacaksın; Bu gönderilmiş bir peygamberdir! Gökten kendisine nazil olan, bir gerçektir! Ona iman et de alev alev yanan ateşin hararetinden kurtul!
      Kendi kendime «hayret doğrusu!» dedim. Bir kaç gün sonra bir kurban daha kestim. Bu defa ilkinkin- den daha şiddetli bir ses duydum:
      • Dinle de; sevin! En büyük olan Allah’ın dini ile bir peygamber gönderilmiştir. Taşa tapmayı bırak da cehennemden kurtul!
      Kendi kendime «hayırdır inşaallah! Galiba bana iyilik yapılmak isteniyor,»  dedim.. Bir kaç gün sonra Hicaz ülkesinden bir adam geldi. Ona:
      • Oralarda ne haber var? diye sorunca; «Tuhâ- meden bir adam çıktı; kendisine gelene; «Ahmed isminde Allah’a davet eden biri var onun dediğini kabul edin!» diyor..
      Bunun üzerine, «Vallahi duyduğum haberin hakikati meydana çıktı» dedim ve puta koşup onu parça parça kırıp savurdum. Atımı hazırladım, doğru Resû- lüllaha gittim; bana İslâmî açıkladı ve ben müsJüman oldum. Sonra da şu beyti söyledim: «Nacir’i (Bir put adıdır) parça parça doğradım. Haşimî (bir peygamber) bizi hidayet etmeden önce, o puta gidip ziyaret ederdim. Ey yolcular Amr ve kardeşlerine haber verin; ben artık müslüman oldum.»
      Sonra Resûlüllah’a dedim ki: «Ey Allah’ın Resûlü! Ben, oyunu şarabı ve kadınları  seven bir adamım. Bu uğurda yıllar tüketmiş, milyonlar sarf etmiş  bir kimseyim. Ne olur, Allah’a benim için dua et de bendeki bu hastalığı gidersin. Bana hayırlı zürriyet ihsan etsin.»
      Peygamber (S.A.V.) bana şöyle dua etti: «Allahım! Onun neşesini ve gayri meşrû  eğlencelerini Kur’ân’a tebdil et! (onun yerine bol bol Kur’ân okusun. Haram yerine ona helâl ver; şarap yerine de haram olmayan meşrûbat ihsan el! Zinâ yerine iffeti bahş et. Ona hayırlı zürriyet ihsan et!»
      Bu duadan sonra mükemmel denilecek şekilde düzeldim. Kendimdeki o kötü hasletlerin gittiğini gördüm. Dört hür kadınla evlendim. Ve bana Allah Hiyan b. Mazin’i ihsan etti. Bunun üzerine şu şiirimi inşâd ettim:
      «Ey Allah’ın Resûlü! Susuz sahraları geçerek me- tiyyemle sana geldim. Kaldırım çiğnemişlerin en hayırlısı olan sen bana şefaat edersin, o sayede Rabbim de beni mağfiret buyursun diye…
      Dinlerine muhalefet ettiğim, görüşlerini terk ettiğim kavmime sevinçle döneyim artık!
      Ben oyun ve içkiyi seven, bir adamdım. O, benim içki alışkanlığımı ilahi havfa intikâl ettirdi. Şimdi namuslu bir insan, oruç ve haccı seven bir müslüman oldum.
      Kavmimin yanına gelince, beni kınadılar, bana sövdüler ve şairlerine emr edip beni hicv ettirdiler. İçimden dedim ki onları hicv edersem kendi nefsimi hicv etmiş olurum. İyisi mi onları bırakayım, dedim ve şunu inşad ettim:
      «Sizin sataşmanız bizce çok acıdır! Bizimkide sizce öyledir!
      Ey milletimiz! Ayıplarınızı sayacak olursak zaman yetişmez! Sizin de bizi ayıplamanız hiç bitmez! Bizim şairimiz size; sizinki de bize saldırmaktadır! Bu suretle göğüslerde saklı olan kin ve düşmanlıklar karşılıklı olarak dışarı dökülmektedir.»
      Rivayet olunduğuna göre, Mazin, kavminden ayrıldıktan sonra bir yere gitti ve orada bir mescid yaptı. O mescidde kendini Allah’a adadı. Devamlı sûrette ibadet eder oldu. Zûlme uğrayan herhangi bir kimse oraya gelip üç gün ibadet ettikten sonra kendisine zûlm edene beddua ederdi ve o zâlime o beddua tutardı. Baras hastalığından da iyileşirdi. Hâlâ ogün bugün o mescide (Mebras) denilmektedir.
      Mazin dedi ki:
      Sonra kavmim pişman oldu. Biz yaptık, sen yapma dediler. Büyük bir taife gönderip şu teklifi yaptırdılar:
      «Haydi dön ülkene! Şayet bizimle dönersen sana bir zararımız dokunmayacaktır.»
      Onların bu teklifini kabul ettim, kendileriyle döndüm. Sonra hep birden İslâmiyet! kabul ettiler.
      Mazin hakkında nakl edilen bu Hadîs çeşitli lâfızlarla rivayet edilmiştir. Aynı mânada çok haberler varit olmuştur.. Onlardan biri de şudur:
      Put’un içinden şöyle bir ses duydu: (Yâ İsam, yâ İsam! Câel-İslâm geldi; ve zehebetil-Esnâm putlar gitti, zaü oldu.)
      Bunlardan birisi de Tarık’ın naklettiği hadısdir: «Yâ Tank! İbn-i Tarık! Buisennebiyyûssadık gerçek peygamber gönderilmiştir!»
      Daha buna benzer bir çok rivâyetler varit olmuştur ki, hepsini buraya almak tabii ki imkânsıdır.
      Abdurrazzak bâzı  muhaddislerin kendisine Ali b. Elhtiseyin’den şöyle nakl ettiklerini anlatır:
      «Medine’ye gelen ilk haber şöyledir: Fâtıma adında Yesribli bir kadına, bir cinn’in erkeği musallat olmuş. Bir gün o cinn erkeği yine mutadı vechiyle gelmiş, duvara yaslanmış. Fâtıma ona:
      • Neden içeri gelmiyorsun? diye sorunca; şu cevabı vermiş:
      • Bir Peygamber geldi; zinayı yasakladı. Medine’de Resûlüllah (S.A.V.) hakkında vukua gelen ilk haber budur.
      Beyhakî  senediyle Câbir’den nakl ediyor: «Peygamber hakkında Medine’de ilk vaki olan hadise şudur: Medineli bir kadının cinlerden bir (dostu) vardı. O, kuş şeklinde gelip, evinin duvarına düştü. Kadın ona:
      • în de anlatalım! deyince o şu cevabı verdi:
      • Hayır, olmaz! Mekke’de bir Peygamber gönderildi; bir arada kalmamızı men’etti. Ve bize zinayı da yasak etti.»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...