CİNLERİN ESRARI
ON
Cinlere (evet!) Dedirten Bazı Havaslar
Cinlerin kâfir ve şeytanları küfür, şirk ve Allah’a, karşı gelmek gibi hareketleri seçerler. Şeytan ve askerleri kötülük yapmaktan zevk duyarlar. Bu hareketleri kendilerine azap getireceğini bildikleri halde yine de bunu yaparlar. Nitekim İblis: «Senin İzzetin için kullarından mühlis olanları müstesna, mutlaka hepsini iğ- va edeccğim.» demiştir. Allah şöyle buyurmuştur:
«And olsuıı, İblis olanların aleyhindeki zaıınını gerçekleştirmişti de. İmân edenlerden bir zümre hariç olmak üzere, (tamamen) ona uymuşlardır.» buyurmuştur. (Sebe: 20)
İnsan bir kere yoldan çıkınca kötülük yapmaktan zevk alır. Bu davranışı, aklına, dinine, ahlâkına ve bedenine zarar verse bile vaz geçmez. Şeytan bizâtihi çirkin bir varlıktır. Üfürükçüler, sihirbazlar ve gözbaycı- lar bazı hareketler yaparak ona yaklaşmak istediklerin- de Şeytan bunu W fırsat bilir; âdeta bFr rüşvetmiş gibi kabul edip onların bâzı arzularını verine getirir. Tıpkı kiralık kâtil ile beyaz kadın tüccarı gibi.
Muhammed b. İslıak (El Fihrist) adlı kitabında, bâzı âlimlerin haberlerinden ve yazdıkları kitaplardan bilgi veren ikinci fennin sekizinci makalesinde der ki: «Sihirbazlar ve üfürükçüler, şeytan, cin ve ruhların ‘ kendilerine itaat ettiklerini, onlara her şeyi kolayca yaptırabildiklerini iddia ederler. Üfürükçülere gelince. bu başarıya Ailah’a karşı yaptığı itaat, ruh ve şeytanlara karşı ettiği yeminler, şehvetlere karşı gösterdiği nefretler sayesinde elde ettiklerini iddia ediyorlar..JV-a- di=- yorlar ki: Cin ve şeytanlar bu sayede bize boyun eğer- lerken Allah’tan korktukları için ve Allah’ın isimlerin de onlan perişan edecek bir hasse bulunduğu için yaparlar.
Sihirbazlara gelince: Onlar, namaz ve orucu terk etmek, adam öldürmeyi mübah görmek, mahremlerleevlenmek gibi şeytanların hoşuna gidecek şeyleri irtikap ederek şeytanları kendilerine râm ettiklerini iddiaederler.
Muhammed b. îshak diyor ki: «Mezmûm olan sihirbazların takip ettikleri yoldur. Şeytanin kızı Medh’in
- kimisine göre bu şeytan’ın oğlunun kızıdır - – su üstünde bir tahtı vardır. Gayesine vasıl olmak isteyen kimse onun için bir şey yaptığı zaman hemen onu elde eder. Ve arzularına nail olmak için, onu seferber eder. Onun namına nâtık ve gayri nâtık hayvanlardan kurban eden kimseler bir şeyler elde edebilirler. Bâzıalnna göre, Medh iblisin kendisidir. Tahtına oturduğu zaman onu kendisine ram etmek isteyen kişi ona boyun eğer.
Muhammed b. îshak demiştir ki: Onlardan biri, onu, uyanmış bir halde yatağında oturmuş, etrafını da zencilere benzeyen ayakları yarılmış bir kavim çevirmiş olarak gördüğünü anlattı. İbn-i Münzir’in de onların arasında bulunduğunu görmüş. Bu, sihirbazlann büyüklerinden bir adamdır. İsmi Ahmed b. Cafer’dir. Leğenin altından cinleri konuştururdu.
Eşşeyh Eb’ul-Abbas Ahmed b. Teymiye buna yakın bir hikâye nakl ettikten sonra, bir çok âlimlerin, Süleyman Aleyhisselâm da bu işlerle cinleri kendine ram ettiğini iddia ettiklerini ileri sürmüştür.
Selef âlimlerinden bir çoklan dediler ki: Süleyman Aleyhisselâm vefat ettiği zaman, şeytanlar, sihir ve küfür kitablarım yazıp, onun kürsüsünün dibine kovdular. Ve dediler ki: işte Süleyman, bunlarla cinleri ken- »dine ram etmiştir.
Ehl-i Kitab’dan bâzıları sırf bu sebeble Süleyman Aleyhisselâmı kınadılar. Diğerleri dediler ki, bu caiz olan bir şey olmasaydı Süleyman Aleyhisselâm bunu yapmazdı. Her iki taife de Süleyman Aleyhisselâma bunu isnad ettikleri için yollarını sapıtmış oldular. Ce- nâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurmuştur:
«Onlara ne zaman Allah katından — ııezdlerindeki (kitabı; tasdik edici (ve doğrulayıcı) — bir peygamber geldi ise, kendilerine kitab verilen O kimselerden bir güruh sanki (hakikai/.) bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitabım (Tevratı) tutup sırtlarının arkasına atmış (ondan yüz çevirmiştir.» (El-Bakare: 10)
Cenâb-ı Hak bunun zararlı bir şey olduğunu açık olarak beyan etmiştir.
Bunda bir menfaat yoktur. Çünkü bunda bir hayır yok. Bunun tercih edilecek bir tarafı da yok. Faydanın bir hayr, zararın da bir şer olduğunu kabul edersek, bunun şerri apaçık meydana çıkmış olur.
Muhammed b. îshak der ki: Söylendiğine göre, cin- ler1 ‘Kendi emrine rarrTeden ilk insan, Süleyman Aley- hisselâm’dır Bazılarına göre, Farisiierin meznelnngg;cinleri ilk istihdam eden kimse, Hamşîd b. Erih Han’dır. Q_Süleyman AleyhisselânTm yazı işlerini görürdü.
Süleyman Aleyhisselâm’m, cinlerden, istihdam et- tiği kimseler arasında şu isimler de vardır: Âsaf b. Yer- hiyan, Yusuf b. Aysuva, Hermuzan b. El-Kerdûl.
İslâm’da bu muammayı ilk keşf edenler. Ahmed b. Hilâl ile Hilâl b. Vasıfdır.
Bunların bu hususta acayip işleri ve tecrübeye dayanan ?sbatları vardır.
Ayrıca (Kitabur-Rııh vel-Mütelâşiye, kitabu!-Müîa- lıareti Fil-A’mal Kitabu Tefsiri Kâletlıuşşeyatînü Li Süleyman) adlı eserlerin hemen hepsi ona aittir.
Allah’ın isimleri ile muska yapanlardan birisi de, Ibn’ül imam idi. Bu Adam, El-Mu’tadid’in zamanında
yaşıyordu ve bu işlerle meşgûl oluyordu. Onun usûlü mezmum değil, mahmuddu.
O işlerle meşgûl olan bâzı âlimlerin isimleri şöyle- dir: Abdullah b. Hilâl, Salih El-Mudrî. Akabe el-Edreî, Ebû Hâlid el-Horosanî. Bunların yaptıkları işler, iyi niyetle yapılan vc şifalar veren işler oiduğu için, yukarıda arz ettiğimiz gibi mezmum değil, mahmuddur. Bu, Muhammed b. İshak’ın dedikleridir. Ben aynı kanaatta değilim. Çünkü onun iddiasına göre, Abdullah b. Hilâl da bu işleri iyi niyetle yapıyor. Oysa o, İblis aleyhilla’ne’ye yaklaşmak için namaz’ı terk eden bir fâcir ve zındık biradamdır.
Şeytanlara emr edip, Ademogullanna saldırtan. kadınlarla erkekleri haramda birleştiren bir adamdı o. (Böyle bir adam nasıl olur da hüsn-i niyyet sahibi ola- bilir?.) Buna delil olarak, Ebû Abdurrahman el-Herevî’- nin (Kitabul-AcayibVinde nakl ettiği şu sözü gösterebiliriz: Ahmet b. Ahrîil-Melik. anlatıyor Bir adam Küfeli Abdullah b. Hilâl’e geldi. —O, şeytanın arkadaşı idi, ikindi namazı kılmazdı. Sevtan onun_ bütün işlsrir ni görürdü.— Ve ona dedi ki: Benim zengin hir komşum var, güzel de bir kızı bulunmaktadır. Onu son derece kıskanıyorum. Şevtana sövle de o kıza yapacağını yapsın. Abdullah b. Hilâl «Olur.» dedi. Eline bir mektup yazıp verdi. Mektupda: «Benden ve senden daha kötü birini görmek istiyorsan, bu mektubu sana getiren ada- ma bak. Sonra da onun dileğini yerine getir.» diyordu. Sonra adama dönüp, al şu mektubu, falan yere git ve orada bir çizgi çizerek bekle, arkadaşın (şeytan) çıkıp geldiği zaman uzaktan ona mektubu göster, dedi. O dadediğini vaptl. Orava gidin ra şeytanlar fitrafında^dolaş.- maya başladılar. Derken dört kişinin taşıdığı bir yatak uzenncle bir ihtiyar belirdi. Uzaktan ona mektubu gösterince mektubu aldı, öpüp başı üstüne koydu. Mektubu okuyunca öyle bir çığlık attı ki hepsi başına üşüştü. «Emret efendimiz.» dediler. Bunun üzerine o dedi ki: «İşte bu mektub arkadaşımdan geliyor ve diyor ki, benden ve senden daha kötü birini görmek istiyorsan bu mektubu sana getiren kişiye bak, ve onun işiriigor.» ig7“ te bu rica üzerine hareket ediyorum Bana sağır dilsiz bir sevtan getirin. Ve onu o zengin adamın evine gön- derin de, kızma yapacağını yapsın.
Muhammed b. İshak’ın anlattığı adam budur işte. O, bunun takip ettiği usûle iyi bir usûl diyorsa vay haline!
El-Haccac bir gün Amr b. Said b. el-Âs’a dedi ki: Abdullah b. Hilâl bana, şeytana benzediğimi söylüyor, ne dersiniz?
«— İnsanların ulusu, cinlerin ulusuna benzemiş. Şaşılacak ne var bunda?» Bu keskin cevabı pek beğenmiş, Haccac…
Şeyh Eb’ul-Abbas İbn-i Teymiye der ki: Üfürükçüler ve sihirbazlar, cinlere, kendilerine yardımcı olmaları için yemin ettirirler. Onlar da kâh yeminlerinde durup yardımcı olurlar; kâh murat edilen Cinnin büyük olması ve ona söz geçirememeleri yüzünden, yemini bozup yardımcı olmazlar.
Demek oluyor ki, onların hali tıpkı insanların haline benzemektedir. Ne var ki, insanoğlu, daha akıllı, daha sâdık, daha vefakârdır; cinler ise daha cahil, daha yalancı, daha zalim, daha hâindirler.
Üfürükçülerin yaptıkları bu işler caiz olmamakla beraber, çoğu zaman bu işi başaramazlar da.. İnsanlara musallat olan cinni ber taraf edemezler. Sözde cinler, onu öldürdüklerini ona hayâl olarak gösterirler. As lmda ne öldürmüşlerdir ve ne de terbiye etmişlerdir. Bütün işleri yalancılıktan öteye gitrhiş değildir. Çünkü bu, ya müşrikler, ya Ehli Kitab, veya zındık müsllimanlardan cinlere arkadaş olanlara, yaptıkları gösterilmek suretiyle oiur, ya da ütürukguıere tem- sili olarak gösterilir. Çünkü onlar, üfürükçünün arzusunu yerine getirmek işin gösterdikleri sev, sanın arzuT edilen peymiş gibi göstermesi başarırlar.
Meselâ; uzaktan çağırdığı kişinin sesine benzer bir sesle cevap verdiriri er ve cnu buna inandırırlar. Salih kullardan birini,1 cinlere karşı yardıma çağıran kişiye, sanki o salilı kişi cevap veriyormuş gibi gösterirler. O zavallı da buna inanır. Aslında cevab veren o salih kişi’ ‘ değil; onun sesine benzer bir sesle cevap veren Cindir
Şeyh Eb’ul-Abbas devam ediyor: Bu gibi şeyler çok defa vaki olmuştur. Çok defa şeytan, çağırılan kişinin sesine benzer bir sesle cevap vermiştir. Hele o çağırılan kişi ölmüş bir kimse ise şeytan bu işi daha güzel başarmaktadır. Diri kişilerin kılığına girerek aynen onun sesi ile cevap veriyormuş gibi cevap verdiği de olmuştur. O şahısla yardım talebinde bulunan o sapık müşrik de bunun gerçek olduğunu sanır, cevap veren şeytan değil de odur, der. Fakat heyhat!
Bu gibi şeyler, çok defa, iyi olarak tanıdıkları ölülerden meded isteyen kâfirlerde görülür. Nasranîler gibi Onlar, bâzı usûllerle ölülerden meded beklerler.. Şeytartda, o kendisinden medet beklenen kimsenin şeklini alır ve cevab verir. O zavallı da sanır ki asıl cevab veren o ölmüş salih kişidir.
Çoklarını gördüm: Falan kimse sözde benden yardım istemiş: fakat ben onu duymadım, görmedim. Ona cevab veren galiba benim şeklime giren şeytan olacaktır, demişlerdir.
Cevab verene belki melekdir diyenlere de dedim ki: Melek hiç bir zaman bir müşrik’in yardımına koşmaz.
Olsa olsa o melek değil, şeytandır. Onu sapıtmak istemiştir.
Şeytan yine, kendisine halk tarafından itimad edilen kişi kılığına bürünerek Arafat’da durur.
Onlardan çoğunu da Şeytan Arafat’a, veya Harem-i Şerifin bir çok yerlerini gezdirmek için gezdirir, onlara ihram giydirmez, tclbiye ettirmez, tavaftan da mahrum bırakır. Arafat’tan döndürür, Cemre attırmaz. Daha nice böyle dinde vacip ve mustahap olmayan, bilâkis haram, veya mekrûh olan şeyleri irtikâp ettirir. Böylece bu işler salih kişilerin kerametlerindendir zannını ver dirir. Aslında Allah’a, vacip, veya mustahab olan ibadetlerle yaklaşılır. Vacip veya mustahab olmıyan işleri, vacib veya mustahab zannı ile yapmak, şeytanın vesvesesi ve süsleyip de güzel göstermesinden başka bir şey değildir. En iyi bilen hiç şüphe yok ki Allah’tır.
Cin ve İnsanların Hayra da ve Şerre de Karşılık Vermesi
Cinler tarafından çarpılmış, veyahut hastalanmış kimselere Allah kitabından şifâ âyetleri yazmak ve Allah’dan şifa dilemek dinde caiz olan hususlardandır. Nitekim İmâm Ahmed ve diğerleri bu hususu kesin olarak ifade etmiş ve sövlece isbatlamaya çalîşrmşlardır. Ibni Abbas, hastalara durumlarına göre Kur’ân’dan Âyetler yazardı.
Ne olduğu anlaşılmayan bir takım şeyleri yazmanın doğru olmadığını yukarıda anlatmıştık. Mânası anlaşılmayan ve Arapça olmayan bâzı muska ve benzeri tılsımlardan İslâm âlimleri insanları sakmdırmışlardır. Çünkü onlarda şirk korkusu bulunabilir. Okuyan, veya yazan kimse, bunu bilmese dahi böyle bir şeyden şiddetle kaçınması gerekir. Çünkü bilmeden haram olan şeye düşmüş olabilir. Sınırın civarında dolaşıp duran kişinin hududa tecavüzü an mes’elesidir.
Sahih’de, şirk olmadıkça herhangi bir duanın okunması ve yazılması hususunda Peygamber Sallalla- hu Aleyhi Vessellem’den izin sadır olmuştur.
Peygamber (S.A.V.) buyurmuşlardır: «Kardeşine yararlı olmaya gücü yeten kimse, bundan kaçınmasın, yapsın.»
Evet Allah kitabı Şifâ âyetleri ile doludur. O, serapa Nurdur. Gönüllere şifâdır, dertlilere devadır. Sağ, veya ölmüş olan bütün mü’minlere de rahmettir. Allah bizleri, onun derin ve engin mânalarını idrâke muvaffak kılsıîı. Emirlerini tutmak, yasaklarından uzak durmak, Kitab’m (Kur’&nın) âyetlerini uzun uzun düşünüp gereken ders ve ibreti almak cümlemize müyesser olsun.
Cenâb-ı Hak Kitab-ı Celîlesinde her şeyden bahs etmiştir. Onun hâssalan, şifâ âyetleri sayılmayacak kadar çoktur. Bunu ancak imanı zayıf olan kişiler inkâr eder.
Onun hükümlerini ve gerçek değerini ancak âlimler anlar, duyan kulaklar idrak eder. Gerçeğe hidayet eden şüphesiz ki yüce Allahtır.
Cin ve İnsanların Hayra da ve Şerre de Karşılık Vermesi
El-Velîd b. Hişâm’dan nakl edilmiştir: Ubeyd b. El- Ebrâs, arkadaşları ile beraber bir yolculukta bulunurlarken yolda güneşin altında, ateş gibi yakıcı kumun üstünde susuzluktan kıvranan bir yılana rastlarlar. İçlerinden biri onu öldürmek istedi: Lâkin Ubeyd «Öldürme onu! Zavallı kendisine bir damla su verecek kimseye çok muhtaçtır, der, ve atından inerek ona su verir. Sonra hep beraber oradan ayrılıp yürürler. Derken yolu şaşırırlar, o anda biri seslenir: «Ey yolunu şaşıran kervan! Gel sana yol gösterelim; bizimle gel, gece ka-
ranlık basınca, sabah şafak söküp yıldızı parlayınca yine bizimle ol.»
Gece-gündüz onunla on günlük vol gittikten sonra, merak edip Ubeyd b. el-Ebras sorar: «Bize doğruyu söyleyemez misin? Bize bu vadide iyilik yapan acaba kimdir?» Diye. Ses cevap verir:
«Ben o kumsalda kıvranıp da su verip kurtardığın, iyilik edip canlandırdığın o yılanım. İyilik, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, kayb olmaz. Kötülük ise insanın sermaye olarak muhafaza ettiği şeylerin en çirkinidir.»
Bu babta, bu kitabda bir çok kıssalar geçer. Hepsi kendine has yerlerinde ayrı ayrı zikr edilmiştir.
Bu kıssalardan birisi, Mâlik b. Hureym’in kıssasıdır ki, altmışıncı babta «Geyikler cinlerin hayvanlarıdır» başlığı altında zikredilmiştir.
İbn-i Eb’id-Dünya der ki: İsmail b. İbrahim El-Ha- şimî, El-Müreymî’den nakl etmiştir: Yaban eşek avına çıkmıştım. Suya indikleri yerde bir kulübe yaptım. Suya indiklerinde yayımı iyice gererek ok’a hazırladım. Derken bir ses: «Dikkat edin ey eşekler!»
Bu sesi duyan eşeklerin hepsi kaçtılar. Beraberimde Mercane adında bir cariyem, iki de eşek vardı ki onları dağın arkasında bir ağaca bağlamıştım. Onlar kaçmasın diye beklerken baktım öbür merkebler çıka geldi. Bir ok attım, bir tanesini vurdum. Cariye dedi ki: Ağam, vallahi merkeblerden biri öldü.
Cinn’in İnsanı Çarpması
Şeyh Eb?ul-Abbas demiştir ki: CinnirLİnsanoMuna-, çarpması, bâzan şehvet ve askdan doğar. Nitekim bâzı insanlarla cinler arasında sevişme hasıl olup evlenirler ve onlardan çocuklar doSar. Bu maruf olan bir şeydir.
Âlimler bu babta çok şeyler zikr etmiş ve üzerinde uzun uzadıya fikir yürütmüşlerdir.
Bazen de insanoğlunun bilmeyerek onları işkence- ye mâruz bırakmasından meydana gelir: Üzerlerine bevl etmek, bâzılarım kati etmek veyahut üzerlerine sıcak su dökmek sfibi. insanlar bunları, ninlerin tyiiiaz.^. zab olacaklarını bilmeden kasitsiz yaparlar. Fakat gel de cinlere anlat bunu. Onun bu hareketini kendilerine afv edilmez bir zulüm sayarlart daha çetin bir işkence, ile muakaba ederler.
Bâzen de cinlerin sırf korkutmak ve işkence yap- mâlTmaksadıyla insanoğluna revâ gSTdükiüi’l zulümfer=~ dir ki bu. birinci babdan olııyori-Allah’ın haram kıldığı fevahişten olmuş oluyor demektir. Zira onlar da tıpkı insanlar gibi mükelleftirler. Mademaki fevâhişten bir iş işliyorlar, öyleyse öte taraf razı olsa bile bu haramdır. Kaldıki razı olmadığı zamanlar bu büsbütün cezayı mucip olur. Çünkü onların da bilmesi lâzım gelir ki, bu Allah’ın ins ve cin âlemlerine gönderilen peygamberin hükmüdür. İkinci kısımdan olursa da, bunu insan bilmezse yine cinler mesûldürler. Çünkü O, bilmemiş ve cinlere ezayı kasd etmemiştir.
İnsanoğlu, cinleri incitecek hareketi şayet evinde vapmıssa. cınıer HImelidirleFki, ev onun evidir: istediği gibi tasarruf edebilir. Ey cinler! Sizin, onların evinde barınmaya hakkınız yoktur. Onlar izin vermeden evlerinde bir saniye bile duramazsınız. Siz ancak kimsesiz eylerde, harabelerde ve bozkırlarda barınabilirsiniz, diye bildirilir kendilerine.
Bu sebebledir ki cinler umun^etle harabelerde, boş arazilerde, necaset yerlerinde, mezbeleliklerde, kabristanlarda bulunurlar.
Şu halde onlardan her hagi biri, insanoğluna sal- dırdığırida, kendisine ilahi hükümler hatırlatılır, mâruf ile emr edilir, münkerden nehy edilirler.
İnsanlara yapılan öğütler onlara da yapılır. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur:
«Bir Peygamber göndermedikçe azab edici olmadık!» (El-İsra: 15)
«Ey cin vc ins topluluğu! İçinizden size, âyetlerimi okuyacak peygamberler gelmedi mi?» (El-En’âm: 130)
Cinn’in Çarpılmış Kişinin Bedenine Girmesi
Cubaî ve Ebû Bekr, er-Razî gibi bâzı Mu’tezile âlimleri, Cinn’in çarpılmış olan kimsenin bedenine girmesini inkâr etmişlerdir. Onlara göre iki ruhun bir bedende bulunması imkânsızdır. Oysa, onlar cin varlığını kabul ediyorlar. Çünkü Hz. Peygamberden sâdir olan beyânlarda cinler insanlar kadar meydanda değildir. Bunların bu beyânları hatadır.
Eb’ul-Hasan el-Eş’arî, Ehl-i sünnet velcemaa’nın makalelerinde şöyle nakl ediyor: EhM Sünnet velce- maa’ya göre, Cinler insanların bedenlerine girerler. De- lil olarak şu âyet-i kerîmeyi göstermişlerdir: «Riba (faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer deliden başka bir halde (kabirlerinden) Kalkmazlar.» (El Baka-re: 275)
Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah der ki: Babama; »bazıları, cinn’in insan bedenine giremiyeceğini söylü- yor, bu hususta siz ne dersiniz?» diye sorunca şöyle ce- vab verdiler: «Yalan söylemişlerdırT?T~
Ed-Darckutnî, İbn-i Abbas’dan şöyle bir hadîs nakl etmiştir:
«Bir kadın oğlunu Allah’ın Resûlünün (S.A.V.) yanma getirdi ve:
- Ey Allah’ın Resulü! Bunda delilik vardır, öğlen ve akşam tutar onu hu hastalık, diye yakındı. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) onun göğsünü mesh etti ve ona dua etti. Ona istifra ettirince, kamından siyah köpek yavrusuna benzer bir şey çıktı. Ve yürüdü.»
Bu hadîsi, Ed-Dârimî Müsnedi’nin ilk kısımlarında rivayet etmiştir, ileride inşaallah Ebû Dâvud ve diğerlerinin rivayet ettiği Umm-ı Ebân’m hadisi gelecektir. Orada şu kayda rastlanır: Allah Resûlü ona: «Çık ey Allah’ın düşmanı!» dedi.
Üsâme b. Zeyd’den nakl edilen hadîsde de şu kayd vardır: «Uhruc ya Aduvvellah! Fe innî Resûlüllah Sel- lellâhu aleyhi Ve sellem.» «Çık ey Allahın düşmanı; ben Allahın Resulüyüm.»
Kadı Abdul-Cebb&r der ki: Onların ince clsimll ol- duklanna dair ileri sürdüğümüz deliller sarih ve sahiholunca, hava gibi insan bedenine girmelerinde hicHSir ‘ mâni düşünülmemelidir. Rüzgâr ve alıp verdiğimiz nefes, nasıl bedenlerimize giriyorsa, cinler de öylece girerler. Bu, cevherlerin aym yerde birleşmesini icab ettirmez. Çünkü bunlar, ancak mücavere tankı ile birleşi- yorlar; hulul etmek suretiyle değil. Cisimlerimize, gayet ince bir cismin, kaplara girdiği gibi girip konarlar.
Soru: Pekâlâ onların dar cisimlerimize girmesi, parçalanmalarını gerektirmez mi?
Cevab: Cisimlere giren şey demir veya odun gibi sert ve kalın madde olduğu zaman; dediğiniz doğru olabilir; rüzgâr gibi olduğunda asla. Şeytanlar hakkında da aynı şeyi söyleyebiliriz. Çünkü onlar cisimlere girdiklerinde ya bütün vücudlan ile girerler — ki vücudun kısımlan birbirine bitişiktir—, ya bir kısmı girer diğer kısrm dışarda kalır. Her iki halde de parçalanması icab etmez. Tıpkı deliğine girmek isteyen yılan gibi. Bütün
vücudu ile de girebilir, bir kısmı ile de. Şayet bir kısmı ile girerse diğer kısmı dışarda kalır. (Buna rağmen yılan bölünmez.)
İçimize giren cinleri yemiş de olmayız. Böyle bir şey düşünülemez. Çünkü bir şey yemek için çiğnemek ve yutmak lâzımdır (bedenlerimize giren cinler ise, ne çiğnenij’or, ne de yutuluyor.) Hattâ midemize giren su bile çiğnenmemektedir.
- Pekâlâ bunlar, taşlara da girebilirler mi? diye sorulursa:, «Evet.» diye cevap veririz».
Bu anlattıklarınıza göre, şeytanın hanımı ile beraber girmesi lâzım gelir. Bu takdirde hanımı ile giren şeytan eşi ile cinsî mâııasebet kurar ve kadın hamile kalır, karnımız da buna sahne olur. (Nasıl olur bu?) diye yapılacak itiraza cevabımız şudur:
Bu itiraza Ebû Hâşim cevab vermiştir: «Onlar gayet ince cisimii oldukları için bu mümkündür. Latîf cisimlerde de bu mümkün olmaktadır. Kaldı ki cisimlerde bunlardan daha büyük şeyler bulunmaktadır ve çoğalmaktadır: Kurtlar gibi.. Ne var ki onlar, insan kamında çocuk yapmayı tercih etmezler. Nitekim biz de sokaklarda, camilerde ve umumî yerlerde doğum yapmaktan kaçınırız. Onlar da insan karınlarında doğum yapmaktan imtina edebilirler ve kendileri için, bu gibi işleri icra edebilecek özel yerleri bulunabilir. Anlattıklarımızın doğruluğu sabit olunca, bu babta yapılacak herhangi bir itiraz söz konusu olamaz.
Kadı Abd’ul-Cebbâr der ki: «Şeytan insanlarda kanların dolaştığı yerde dolaşır» hadîsi ve benzeri hadîslerden de anlaşılacağı veçhile, onların ince ve cisimlere girebilecek bir halde olmaları gerekmektedir. Kaldı ki onlann insan bedenlerine girdiklerini isbet edecek hadisler de varit olmuştur. Bütün bunlar gösteriyor ki, cisme girecek cisimlerin sert ve kalın olmaması gerekmektedir.
Bu hususta varid olan haberlerin şöhreti ve ulemaca kabulü sebebiyledir ki, Ebû Osman b. Ubeyd şöyle demiştir: «Cinlerin insan bedenine girmesini inkâr eden kişi Dehrî’ninta’ kendisidir.))
Bunu demiştir. Çünkü cinler hakkında o kadar hadîs varit olmuştur ki, nerde ise namaz, oruç, zekât ve hac hakkında varit olan hadîslere yetişecek.. Öyleyse bu hadîsleri inkâr eden (red edici) sayılır. Bilinmesi ancak Resul (S.A.V.) vasıtası ile mümkün olan şeyleri red eden ise kâfirdir.
Mûcizelerin ancak Allah tarafından husûle geldiğini bilmeyen kimsenin, cisimlerin Allah tarafından yaratılmış olduğunu bilmesi de imkânsızdır. Bu durumda olan kimse, kendisini vücuda getiren bir kudreti, kendi nefsi hakkında ki Halik Teâlâ’nın ilmini de inkâr etmiş sayılır. Ve Kâinatın sonradan yaratılmış bir muhdes olduğunu kolay kolay kabul etmez.
Hali bu olan kişiye Dehrî denir ki, onun ne sözüne ve nede fikrine itibar edilmez.
Eb’ul-Kâsım El-Ansarî der ki: Onlar kaim cisim olsalar dahi, yine de yemek ve su gibi cisimlerimize girmeleri mümkün olur. Onların girmesi demek, insanla- rm dokunmaları veyahut insanlar tarafından kendile- rine dokunulması demekti~
Bâzıları da şöyle demişlerdir: İnsanlara girmesi demek, gölgelerini onların üzerine salmaları demektir. Bu da dokunmak veya çarpmakla olur. Bu keyfiyeti de akıl kabul etmektedir. Ne var ki, onların insan cisimlerine girdiklerine, şeytanın başını kalbe koyduğu- na dair naklî delil varit olmuştur.
Çarpılmış Olan Kimsenin Hareketleri
Şurası bir gerçektir. Kendisi muhdes olan (sonradan yaratılmış olan) herhangi bir yaratığın, başkasında fiil ihdas etmesi mümkün değildir. O başkası ister melek, ister şeytan, ister insan olsun fark etmez. Şu halde çarpılmış olan kişinin hareketleri kendi fiilidir. Eğer çarpılmış kimse, kendisinde meydana gelen hareketleri yapmağa kadir ise o, kendi kesbî ye Halik Teâ- lâ/nın halkı (yaratması) olur. Eğer ona kadir değilse, müktesebi olmaz. Ona mecbur tutulmuş olur.
Ona anz olan hareketlerin, âdeti icra etme bakımından, cin çarptığı zaman neden Allah’ın işi olmasın? Cin çarpması neden o hareketlere bir sebeb kabul edilmesin? Sebeb müsebbeb mes’elesi malûmdur. Çarpılmış kimseden sadır olan söz hakkında da aynı şeyleri söyleyebiliriz. O, kendinin kesbî olacağı gibi, ona mecbur bırakılmış da olabilir. Her ne kadar konuşan kendisi ise de konuşturucu sebeb olmuş olabilir buna. Kendi sözü olabileceği gibi, kendisini çarpıp yere seren şeytanın sözü de olması mümkündür.
O sözler, şeytanın zatı ile kaim olup da ona sülük eden kimsenin zatı ile kaim olmaimş olabilir.
İnsanların çoğu şuna kanaat ederler ki, çarpılmış- dan duyulan sözler, şeytanın sözüdür. Yahut şeytana izafe ederler. Bize gelince; bu hususta kesin bir şey söyliyemiyoruz. Kendi sözü müdür, şeytanın sözü müdür, hususunda kesin bir delil görmedikçe kanaatimizi açık olarak beyan edemeyiz. Çünkü bu imkânsızdır. Şayet kendi sözü ise, onun o sözü, ya kendi kesbî, yahut da söylemeye mecbur bırakıldığı bir söz olur. İş böyle olunca, şeytana izâfesi, mecazi anlamda olmuş olur. Yâni bunları şeytan çarptığı için söylüyor mânasına gelir.
Sözün kısası: Konuşan kimse, kendisi ile sözün kaim olduğu kimsedir; sözü meydana getiren kimse değildir. Sonra beserle kaim olan kelâma gelince; bu mümkündür. Yukarda İmam Ahmed’in: «Onun dilinde konuşan şeytandır, ifadesi geçmiş, asıl konuşan, çarpılmış olanın dilinde konuşan şeytan olduğunu anlatmıştır. Hareket de böyledir.
Çarapılmışın Tedavisine Taallûk Eden Bir Sualin İradı
Eb’ul-Abbas İbn-i Teymiyye’den sordular: Büyük bir sihire uğramış bir hastayı tedaviye çalışan kimse bunu başarıyor. Kâinatta az vukua gelen şeylerdendir bu; lâkin sihir belki yüz kereden fazla yapılmıştır. Sihir sebebiyle çarpılmış kimsenin ölmesi muhtemeldir, hatta bazen öldüğü de vakidir.
Kendine büyü yapılmış kimsenin tedavisiyle meş- gûl olan kişi, olanca gücü ile duaya iltica ve tevhid’e devam eder ve böylece cinlerin gadrine uğramış zavallı kimse, kendisini çarpanları görür, bâzen uyanık halinde, bâzen de uykudayken onların konuştuklarını duyar. Hattâ onların şöyle konuştuklarını da nakl eder: «Fa- lân adamın duası sayesinde bizden bir kaç kişi öldü, bir kaçı da hastalandı.»
Kahire’de dev cüsseli bir adam vardı. Emsaline az tesadüf edilirdi. Cinlerle görüşür, onların gerçek halle- rine vakıf olurdu. Cinlere karsı güçlü idi. Onu dinler- lerdi. Bir münasebetle, kendisinden, çarpılmış kişinin uyumasından, ona yapılan tedâvilerin tesirinden sor- duklarmda şöyle cevap verdi: «Altısı helâk oldu, cinlerden bir çoğu da hastalandı.» Buna benzer yüzden fazla müşahedeler vaki olmuştur.
Çarpılmış kimseyi müdafaa hususunda Allah onu, cin düşmanlarına karşı kahir kılmış ve her seferinde de onlari mağlûp etmiştir. Ondan sonradır ki, onlar ona boyun eğmişler, dediğini yapmışlardır.
Şimdi böyle durumlarda, hastalanmış arkadaşını devamlı surette müdafaa etmesi, caiz midir ki, müdafaa ettiği takdirde taife taife cinlerden ölenler oluyor?
Saldıran cinlerden bazılarının müslüman olması halinde, bu, caiz olur mu, olmaz mı? Hastanın ölmesine büe bile göz yumup bu işten el çekmesi caiz midir, değil midir? Cinlere karşı bu mücadele usulü meşru mudur? Hz. Peygamber’den (S.A.V.) bu hususta sadır olmuş bir sünnet var mıdır? Din bunun doğruluğuna kail olur mu, olmaz mı? Bu gerçekten mümkün müdür; yoksa filozofların iddia ettikleri gibi imkânsız mıdır? Çarpılmış kimsenin tedâvi edilmesi için, müneccimlerden yardım istemek caiz midir? Onlara büyü yaptırılabilir mi? Muska yazdırılabilir mi? Müneccimler bu ve- bâli yüklenebilir mi? Hasta sahihleri mutlaka hastanın iyileşmesine çalışıyor. Her çareye baş vurmak istiyorlar. Eğer bunda küfür varsa bu, tamamen dinini dünyalık karşısında satan kimseye ait olması gerekir. Bu, fasid’in misli ile mukabelesi babmdandır. Yoksa bu,
- onları gayri meşrû yollara teşvik ettiği için — caiz değil midir?
Buna benzer daha bir çok sualler soruldu. İki sahi- feyi tutacak bir kapasitede cevab verdi. Lâkin ben sorulan bâzı suallerden sarf-ı nazer ettiğim gibi, verilen c’evabları da hülâsa etmeğe çalıştım. Çünkü verilen ce- vablar asıl verilen cevablardan bazıları, esas dışına çıkmış görülmekte idi.
Caizdir, hattâ müstehabdır da. Mazlûmdan zulmü bertaraf etmek vacibdir.
Mümkün olduğu kadar zulme uğrayan kimseye yardım etmek lâzımdır. Hattâ dinî bir vecibedir. Müslü- manlar bununla emr edilmişlerdir.
Şayet, hasta, dua ve zikirle, cinleri lanetlemek, nehy etmek gibi hususlarda iyileşirse mes’ele yok; mak- sud hasıl olmuştur. Yok, eğer iyileşmesi bâzı cinlerin hasta, edilip takatsiz bırakılması, veya öldürülmesini icab ettiriyorsa o zaman şifâ için okuyan değil, kendilerinin katilleri bizzat yine kendileridir. Çünkü okuyan kimse, onlara fenalık yapmayı kasd etmemiştir; sadece hastanın şifâyap olmasını dilemiştir. Bâzı üfürükçülerin yaptığı gibi cinlere saldırıp öldürememiştir, yahut onlara yine kendilerinden bazılarını saldırtıp öldürtme- miştir. Bu sebebledir ki, o üfürükçüler, cinlerden karşılık görürler. Bâzen kendisine saldırırlar, bâzen de çoluk çocuğa musallat olurlar. Hattâ hiç bir şey yapmazlarsa bile, hayvanlarına musallat olurlar.
Fakat Allah ve Resûlü’nün çizdiği adalet yolundan ayrılmadan bu işi başaranlara gelince; onlar hiç bir zaman zulm etmiş değillerdir; bilâkis mazlûmun yardımına koşmakda Allah ve Resûlü’nün emrine itaat etmişlerdir. Çünkü onlar muhtacın yardımına koşmuş, üzüntü ve ıstırabını bertaraf etmişlerdir. Yaptıkları iş de şer’e muvafık olmuştur. Çünkü o işte, hâlık’a şirk, mah- lûk’a zulüm gibi bir husus mevcud değildir.
Bu gibilere iki sebebten cinlerin zararlan dokunmaz:
- Onların âdil olduklarını bilirler,
- Onlara mukavemet göstermekten acizdirler.
Eger cin, İfritlerden olup da okuyan kimse zayıf olursa, o zaman o cin, ona zarar verebilir. Bu sebebledir ki, bu gibi büyük cinlere karşı Muavvizeteyn, SaiavâtT Şerîfe okuması ve fazlaca dua etmesi lâzımdır. Olanca gücü ile günâhlardan uzaklaşması, imanını takviye etmesi gerekir. Çiinkü. ister cinler olsun, ister, şeytanlar olsun, insanlara günâhların açtığı pencerelerden nüfuz ederler.
Öyleyse düşmanın kendisine saldırmak için vesiyle edineceği günâhlardan şiddetle kaçınmalıdır. İşte bu Allah yolunda en büyük savaş sayılır. Bütün bunlara rağmen yine de mağlûp etmek için takat getiremiyorsa, Allah kişiye takati dışında herhangi bir teklifde bulunmayacağına göre artık çekilebilir ve mesûl sayılmaz.
Cinlere karşı en büyük silâh. Âvetel-Kürsî’dir. Bir çok kimseler bunun tecrübesini yapmışlardır. Şeytanları def etmek babında onun tesiri son derece büyüktür.
Sağlam insana, çarpılmış kimseye musallat olan cinleri ancak o büyük âyet bertaraf eder. Hulâsa, gerek cinlerden olsun, gerek cinlerin teşvik ettiği zalim ve şehvetli kişilerden olsun, kişiye saldıran bu tipler ancak Âyetel-Kürsî ile bertaraf edilirler.
Saldıran miislüman örsün, veya kâfir olsun, mutlaka def edilmelidir. Her şeyden önce nefis müdafaası yapılması gerekir. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuşlardır: «Malı uğranda ölen kişi şehittir.»; «cam uğrunda, ırzı uğrunda, dini uğrunda» gibi sözleri de varid olmuştur.
Malı uğrunda, bir insanın saldırgana karşı savaşması ve onu öldürmesi caiz olursa, nasıl olur da aklı, bedeni, ırzı uğrunda bu caiz olmaz?
Şüphe yok ki şeytan onun aklını, bedenini ifsad ediyor. Onda çirkin işler icra ediyor. Bırak Şeytanı. Bu işi bir insan bir insana yapsa da ondan kurtulmak ancak onu öldürmekle mümkün olsa dahi, bu caiz olur. Karşısındakinin Müslüman olması mani teşkil etmez. Çünkü, saldırıyor. Bu, insanlar hakkında caiz olursa, kendisine musallat olan cinler hakkında elbette caiz olur. Gücü yeten kişi için bu, Farz-ı kifâyedir. Bundan daha mühim bir işle meşgûl olmak hasebiyle eğer bunu yerine getiremiyorsa, başkası bunu yapabiliyorsa o zaman vacip olmaz. Fakat, eğer buna gücü yetiyorsa o zaman, ondan daha önemli olan bir şey ile meşgul olması bu görevden afv edilmesini istilzâm etmez. Mutlaka kendini kendisi müdafaa etmesi lâzımdır.
Sorucunun «Bu meşru mudur?» sözüne cevaben deriz ki: Bu, amellerin en faziletlisidir. Çünkü bu, Peygamberler ve salih kişilerin amellerindendir. Nebiler ve salih kişiler devamlı surette Allah’ın ve Resülü’nün direktifleri gereğince Ademoğullarmdan şeytanları bertaraf etmişlerdir. Nitekim Isâ Aleyhisselâm ve bizim Peygamberimiz bunu yapmışlardır. Peygamberlerden, şeytanlar bize yapabildiklerini onlara yapamadıkları hususu müvacahesinde —böyle bir şeyin sadır olmadığını bir an için kabul etsek bile— şunu unutmamalıdır ki, Allah ve Resûlü mazlûma yardım etmeyi, darda kalanı kurtarmayı ve ezcümle Müslümanlara faydalı olmayı bizlere emr etmiştir.
Sahih’de: «Fatihada şifa olduğundan, bir hastaya okunduğunda karşılığı alınması caizdir.» denilmiş ve bu hususta Hz. Peygamberin beyân ve müsaadesi sabit olmuştur.
Kâfir ve facirlerden insanoğlunun zulmü de böyle- dir. Mazlumu, mutlaka ve ne surette olursa olsun onların şerrinden kurtarmak lâzımdır.
Cinlerin çarptığı kişiyi iyileştirmek için cinleri döy- mek icabedebilir. Ve bu vtıden de onlar şiddetli halde”
dövülebilirler. Dövme cinler üzerinde vaki olacağından,, hasta bundan bir şey duymaz. Hastanın ayaklarına şayiam değnekle üçyüz, veya dörtyüz darbe vurulsa bilebundan bir sev duymaz. Oysa hasta olmayan saglanT bir kişiye böyle bir şey yapıldığında ölebilir. Fakat aslında dövülen hasta değil de cin olmuş oluyor. Bu sebep-le cinler çeşitli tarzda çığlıklar atarlar. Biz bunu yaptık ve halkın huzurunda defalarca tecrübe ettik.
Mânası anlaşılmayan söz ve yazı ile onlardan yardım isteğinde bulunmak mes’elesine gelince: Eğer o söz ve yazılarda şirk varsa asla caiz değildir, haramdır.
Cincilerin umumiyetle söyledikleri şevlerde sirk bulunmaktadır. Onlar sirklerini gizlemek için hâran Kıır’- ân’dan da âyetler okurlar.
Cenâb-ı Hakk’ın ve Resûlü’nün koyduğu şifâ usulleri, Müslümanları şirkten kurtaracak ve onları şirk kokan söz ve yazılara muhtaç kılmayacak kadar çoktur.
İslâm bilginleri, her ne kadar bâzı haram olan şeylerle tedavi edilmek hususunda münakaşa etmiş, fikir ayrılığına düşmüşlerse de, hiç bir zaman şirk ve küfürle tedavi edilmenin yasak olduğu hususunda münakaşa edip fikir ayrılığına düşmemişlerdir. Hepsi onunla tedavi görmenin yasak olduğuna kail olmuşlardır.
Bu, zorla küfürle konuşturulan kimsenin durumuna benzemez. Kalp mutmain, olduktan sonra, yâni içinden iman ettikten sonra, zor karşısında zahiren inkârda edebilir. Zorla inkâra sevk edilmek istenen kişi tabii ki buna mecburdur. Ama cin çarpmış kimselerin tedavisi için böyle bir durum, iki yönden bahis konusu değildir:
- Şirk kokan yazı ve sözlerle tedavi edilmek istenen hastaya bu, çoğu zaman tesir etmez. Cincilik usul-
leri ile tedavi edilmek istenen nice hastalar biliyoruz ki tedavi edilmeleri şöyle dursun, bilâkis hastalıkları daha da artmıştır.
- Hak’da, kimseyi batıla muhtaç etmeyecek kadar tesirler mcvcuddur. Bu babta insanlar üç sınıfa ayrılır:
- Çin’in insan bedenine girmesini kabul etmeyenler,
- Haram usullerle tedaviye çalışanlar. Bunlardan ilki, mevcudu yalanlamaktadır; diğeri Ma’bud olan Rabbi inkâr etmektedir.
- Orta yol takip edenler. Bunlar mevcud olan şeyi kabul ederler. Allah’a da iman ederler. Ve şeytan çarpmalarını Allah’a ibadet etmek, dua okumak ve onun yüce isimlerini zikr etmek suretiyle bertaraf etmeye çalışırlar.
Cin ve insan şeytanlarını ancak manevî havaslara devam etmek suretiyle önlerler. Cevabın özeti burada sona ermiştir.
Cinler tarafından çarpılmış kimseleri tedavi etmek için bâzen döğmeğe ihtiyaç görülür. O zaman hasta çok dövülür. Şeriatte buna delil olacak bir esasa rastlayabiliriz.
İmâm Ahmed, Ebû Dâvud ve Eb’ul-Kâsım Et-Tabe- ranî, Ümmü Eban’dan nakl etmişlerdir. O babasından rivayet ediyor. Diyor ki, «Babam mecnun bir oğlunu
- yahut kız kardeşinin oğlunu — alarak Resûlüllah’m (S.A.V.) yanına götürdü ve:
- Ey Allah’ın Resûlü! Beraberimde mecnun oğlum — yahut kız kardeşimin oğlu — vardır, dua buyurmanız için huzurunuza getirdim, dedi.
- Onu bana getirin, buyurdular. Bunun üzerine iyice yeni elbiselerin giydirip huzur-u saadete çıkardım.
- «— Onu, bana iyice yaklaştır, arkası benden tarafa olsun,» buyurdu. Dediğini yaptım, iyice hazırlandılar ve onu dövmeğe başladılar. Döğme esnasında: «Çık ey Allah’ın düşmanı!» diyordu. Baktım oğlanın gözü açıldı, iyileşmiş bir tavırla bakmağa başladı. Sonra Allah elçisi (S.A.V.) onu önüne oturttu. Biraz su getirt- tip, yüzünü su ile mesh etti ve ona dua etti. Allah’ın Resûlü’nün (S.A.V.) duasından sonra onda hiç bir şey kalmadı.» Bu hadîsde, cinlerin dövülebileceğini bildiren işaretleı mevcuddur. Döğmeye ihtiyaç duyulmazsa, o zaman dövülmez.
İbn-i Asâkir, Üsâme b. Zeyd’den (R.A.) nakl ediyor: «Allah’ın Resûlü Sellellahu Aleyhi Ve sellemle hacce gittik. (Errevhâ) içinde inince, sırtında çocuk, bir kadın Allah’ın Resûlüne yaklaştı ve selâm verdi. Resûlüllah hayvanı üzerinde gidiyordu. Sonra dedi ki:
- Seni Hak peygamber olarak gönderen Allah’a kasem ederim ki, bu çocuk, doğurduğum günden buyana hep böyle deprenir. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü (S. A.V.) hayvanını durdurdu, kadına ellerini uzatıp;
- Ver bakalım çocuğu bana, dedi. Çocuğu aldır bağrına bastı ve okuyup üfledi. Sonra: «— Çık ey Allah düşmanı! Şunu iyi bilmiş ol ki, ben Allah’ın Resûlü- yüm!» buyurdu ve çocuğu annesine vererek:
«— İnşaallâh artık bundan sonra çocukta, hoşlanmadığın bir şeyi görmiyeceksin.» uyurdu.»
Ebû Muhammed Ed-Dârimî’nin Müsned’indeki ilk sahifelerinde Câbir’den nakl edilen bir hadîsde şu kayd vardır: «Sus ey Allah’ın düşmanı! Ben Allah’ın Resûlü- yüm.»
Hülâsa dövmeden maksud hasıl olacaksa, dövülmez. Aksi halde dövülür, hattâ bâzen daha büyük cezalara da baş vurulur. Cinlerden saldıranı öldüren kimse,
Hazret-i Âişe’nin evine musallat olan cinnin öldürüldüğü gibi öldürmüş olur.
Mücahid/den nakl edilmiştir: «Namaza kalktığım zaman bir cin bana İbn-i Abbas kılığında görünüyordu.
Sonra İbn-i Abbas’m sözünü hatırladım ve bir bıçak hazırladım. İkinci defa bana görününce bıçakla hücum ettim ve yere serdim. Yere düşüşünün sesini bile duydum, ondan sonra onu bir daha görmedim.»
Bu hadîsi, senediyle altıncı babta anlatmıştık.
Hz. Peygamber’e sataşan cinnin başına geldiklerinden de yine bu kitabta, kendine has yerinde bahs etmiştik.
Eb’ul-Hasan Ali b. Ahmed anlatıyor: dedemden duydum, dedi ki: «Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel’in Mescidinde idim. El-Mütevekkil tarafından gönderilen bir adam geldi ve dedi ki: Halife beni gönderdi. Sarayda cinler tarafından çarpılmış bir cariye varmış, ona dua buyurmanızı rica ediyor. Bunun üzerine nâlinlerini çıkarıp ona verdikten sonra:
- Bu nalinleri al; Emirulmümin’in evine git; câ- riye’nin başı ucunda otur ve onu çarpan cinne hitaben de ki: Ahmed sana şu iki husus arasında muhayyer kalmanı teklif ediyor: ya bu cariyenin yakasını bırakıp gidersin; yahut yetmiş kere şu nalinleri başına yersin, dedi. Adam Ahmed:in dediğini yaptı. Birde ne görsün. El- Mârid, cariyenin dilinde: «pekî baş üstüne! Ahmed bize ırakta durmamamızı emretse, emrini yerine getiririz. Çünkü O, Allah’a itaat etmiştir. Allah’a itaat edene herkes itaat eder.» demez mi?
Sonra cin cariyenin yakasını bıraktı; cariye sükûnet buldu. Ve bir çok çocuk bile doğurdu, ondan sonra.
Ahmed b. Hanbel öldükten sonra, el-Mârid câriyeyi tekrar yokladı. Bu def’a Halîfe Ebû Bekr el-Muruzî’ye haber saldı. O da nâlinle cariyesinin yanma gelerek cin- ne hücûm etti ama nâfile. Çünkü ifrit ona şöyle haykırdı :
«Bu cariyeyi terk etmeyeceğim! Sana da itaat etmeyeceğim. Teklifini asla kabul etmiyorum. Sen Ahmed b. Hanbel’e bakma! OAllah’a itaat etmiştir ve biz de sıf bu yüzden ona boyun eğmekle emrolunmuşuz- dur..»