OSMANLI'DA İSTİHBARATCILIK
1792’de Avusturya ve Rusya ile savaşan Osmanlı İmparatorluğu, artan savaş masraflarını halkın sırtına yükler. Zaten tarım ekonomisine bağlı olan halk, bu vergilerin altında gittikçe ezilmektedir. Rus elçiliğindeki diplomat kisveli ajanların kışkırtmaları sonucunda ulema, III. Selim Sultanahmet Camii’nde Cuma namazı kılarken, isyana teşebbüs eder. Kızgın olan halk kitleleri ulemanın önderliğinde camiye baskın yapar. Yeniçeri askerlerinin yardımı ile Şeyhülislam (Yargıtay Başkanı) ve Sadrazam hayatını zor kurtarır ancak, Sultan camide esir kalmıştır.
Padişah, halkın isteklerine boyun eğdikten sonra Saraya dönmesine izin verilir. III. Selim Han, saraya gelir gelmez gelen İstihbaratları değerlendirerek isyanın öncüsü olan birçok âlimi öldürtür, kimilerini zindana atarken kimilerini de sürgüne mahkûm eder. Sadrazam’ın bu olaydaki basiretsizliği karşısında derhal devletin çekirdek kadrosunu oluşturmaya başlar.
Diğer yandan Osmanlı orduları Tuna boyları ve Karadeniz’de ağır bir yenilgiye uğrar. Henüz resmiyet kazanmayan bu gizli komitenin tavsiyesi ile Sultan, savaş hakkında konuşulmasını yasaklar. Yasak bununla da kalmaz. İstanbul’daki bütün kahvehaneler kapatılır; sokaklarda toplu yürünmesi yasaklanır.
Temmuz 1792’de Padişah, kurduğu bu komiteyi Sadrazam’ın yetkilerine ortak eder. Hatta bazı konularda yetkileri Sadrazam’ın üzerindedir. Bu komite, bir nevi Osmanlı’nın Milli Güvenlik Kurulu’dur. Osmanlı Devletine yapılan dış müdahalelerden dolayı Sadrazam’ın çaresiz kaldığı yerlerde bu komite devreye girmiş ve hayati kararları eyleme dökmeyi başarmıştır.
Ancak, gelişen sanayi ve kapitalist sermaye, artık imparatorlukları kemirmeye başlamıştır. 1793 yılında İstanbul ve devletin en önemli gelir kaynaklarından olan Mısır’da açlık baş gösterir. Öyle bir kıtlık yaşanır ki İstanbul ve Kahire sokakları açlıktan ölen insanlarla doludur. Osmanlı MGK’sı olan bu komite, çözüm üreteceğine, Padişah’ı sürekli yasalar çıkarmaya yönlendirirler. Bu gizli komitenin (MGK’nın) Padişahı yanlış yönlendirdiğini söyleyen devlet adamları ise bir bir tasfiye edilmektedir:
Kuruluşundan beri Osmanlı MGK’sına karşı çıkan Sadrazam Yusuf Paşa, öldürülerek malları kamulaştırılır. Rumeli Beylerbeyinin kafası kesilerek saray duvarından günlerce halka teşhir edilir .
Reis efendi ise, kahvesine zehir atılarak öldürülür. Artık İstanbul’da devlet yönetiminde olan insanların arasında ölüm kol gezmektedir. MGK, devleti tamamen ele almış ve istediği her ferman ya da beratı Padişah’a çıkarttırmaktadır.
Ölüm’ün kol gezdiği 1793 yılında bilinmeyen sebeplerle İstanbul’da birbiri ardına yangınlar çıkar. Yangınlar öyle bir hale gelir ki Padişah’ın yaşadığı Topkapı sarayı bile tehdit altındadır. Osmanlı MGK’sı, kendisine karşı en büyük güç olarak gördüğü Yeniçeri Ağası’nı bu yangınları sorumlusu olarak gösterip padişah tarafından idam edilmesi için ferman çıkartır. Yeniçeri’nin başına MGK’ya bağlı bir Ağa getirilir ama yine de ordunun bel kemiği olan bu kanada güvenilmemektedir.
Zaten ekonomisi ( kaybedilen savaşlar ve kıtlıklardan dolayı) çökmekte olan Osmanlı Devleti’ne Nizam-ı Cedid adı altında yeni bir ordu kurdurulur. Bu ordu ile amaç, Yeniçeri’ye karşı bir güç dengesi oluşturmaktadır. Ancak cephelerde savaşlarla boğuşmakta olan Yeniçeri’nin bunu düşünecek hali yoktur.
Fransa’dan ve İtalya’dan getirilen subaylar, Nizam-ı Cedid askerlerini eğitirlerken bir yandan da ülke genelinde geniş İstihbarat faaliyetleri yürütürler. Osmanlı ordusunun gücü, mukavemetini ve savaş kabiliyetini raporlar halinde kendi ülkelerine bildirirler. Çekirdek kadro MGK, orduyu tamamen Fransız subayların kontrolüne bırakmış, İstanbul ve Anadolu’da yönetimden hoşnut olmayan Türklerin peşine düşmüştür.İÇ MUHALEFETİN TASFİYESİ
Padişah, halkın isteklerine boyun eğdikten sonra Saraya dönmesine izin verilir. III. Selim Han, saraya gelir gelmez gelen İstihbaratları değerlendirerek isyanın öncüsü olan birçok âlimi öldürtür, kimilerini zindana atarken kimilerini de sürgüne mahkûm eder. Sadrazam’ın bu olaydaki basiretsizliği karşısında derhal devletin çekirdek kadrosunu oluşturmaya başlar.
Diğer yandan Osmanlı orduları Tuna boyları ve Karadeniz’de ağır bir yenilgiye uğrar. Henüz resmiyet kazanmayan bu gizli komitenin tavsiyesi ile Sultan, savaş hakkında konuşulmasını yasaklar. Yasak bununla da kalmaz. İstanbul’daki bütün kahvehaneler kapatılır; sokaklarda toplu yürünmesi yasaklanır.
Temmuz 1792’de Padişah, kurduğu bu komiteyi Sadrazam’ın yetkilerine ortak eder. Hatta bazı konularda yetkileri Sadrazam’ın üzerindedir. Bu komite, bir nevi Osmanlı’nın Milli Güvenlik Kurulu’dur. Osmanlı Devletine yapılan dış müdahalelerden dolayı Sadrazam’ın çaresiz kaldığı yerlerde bu komite devreye girmiş ve hayati kararları eyleme dökmeyi başarmıştır.
Ancak, gelişen sanayi ve kapitalist sermaye, artık imparatorlukları kemirmeye başlamıştır. 1793 yılında İstanbul ve devletin en önemli gelir kaynaklarından olan Mısır’da açlık baş gösterir. Öyle bir kıtlık yaşanır ki İstanbul ve Kahire sokakları açlıktan ölen insanlarla doludur. Osmanlı MGK’sı olan bu komite, çözüm üreteceğine, Padişah’ı sürekli yasalar çıkarmaya yönlendirirler. Bu gizli komitenin (MGK’nın) Padişahı yanlış yönlendirdiğini söyleyen devlet adamları ise bir bir tasfiye edilmektedir:
Kuruluşundan beri Osmanlı MGK’sına karşı çıkan Sadrazam Yusuf Paşa, öldürülerek malları kamulaştırılır. Rumeli Beylerbeyinin kafası kesilerek saray duvarından günlerce halka teşhir edilir .
Reis efendi ise, kahvesine zehir atılarak öldürülür. Artık İstanbul’da devlet yönetiminde olan insanların arasında ölüm kol gezmektedir. MGK, devleti tamamen ele almış ve istediği her ferman ya da beratı Padişah’a çıkarttırmaktadır.
Ölüm’ün kol gezdiği 1793 yılında bilinmeyen sebeplerle İstanbul’da birbiri ardına yangınlar çıkar. Yangınlar öyle bir hale gelir ki Padişah’ın yaşadığı Topkapı sarayı bile tehdit altındadır. Osmanlı MGK’sı, kendisine karşı en büyük güç olarak gördüğü Yeniçeri Ağası’nı bu yangınları sorumlusu olarak gösterip padişah tarafından idam edilmesi için ferman çıkartır. Yeniçeri’nin başına MGK’ya bağlı bir Ağa getirilir ama yine de ordunun bel kemiği olan bu kanada güvenilmemektedir.
Zaten ekonomisi ( kaybedilen savaşlar ve kıtlıklardan dolayı) çökmekte olan Osmanlı Devleti’ne Nizam-ı Cedid adı altında yeni bir ordu kurdurulur. Bu ordu ile amaç, Yeniçeri’ye karşı bir güç dengesi oluşturmaktadır. Ancak cephelerde savaşlarla boğuşmakta olan Yeniçeri’nin bunu düşünecek hali yoktur.
Fransa’dan ve İtalya’dan getirilen subaylar, Nizam-ı Cedid askerlerini eğitirlerken bir yandan da ülke genelinde geniş İstihbarat faaliyetleri yürütürler. Osmanlı ordusunun gücü, mukavemetini ve savaş kabiliyetini raporlar halinde kendi ülkelerine bildirirler. Çekirdek kadro MGK, orduyu tamamen Fransız subayların kontrolüne bırakmış, İstanbul ve Anadolu’da yönetimden hoşnut olmayan Türklerin peşine düşmüştür.İÇ MUHALEFETİN TASFİYESİ
Üçüncü Selim tarafından kurulan ve daha sonra Encümen-i Daniş olarak yeniden dizayn edilen ve artık gün yüzüne çıkacak olan Osmanlı MGK’sının en büyük çalışmalarından biri, iç muhalefeti sindirmek ve susturmaktır. Yapılanmasını İran İstihbarat servisinden (Üçüncü selimden yüzyıllar önce yaşayan Sasani Hükümdarı Ardeşir’in örgütü) devşirerek alan Osmanlı MGK’sı yöneticiler arasındaki kavgalarda taraf tutmuş ve birçok değerli devlet adamının harcanmasına sebep olmuştur.
II. MAHMUD DÖNEMİ VE BAŞBAKANLIK KOLTUĞUNDAKİ AJAN
III. Selim’in tahttan indirilerek yerine II. Mahmud getirildi. Sultan II. Mahmud tahta oturur oturmaz Mehmet Sait Halef Efendi’yi Sadaret (Başbakanlık) makamına oturtacağını söyleyince, III. Selim’den kalan Osmanlı MGK’sı adı geçen şahsın hem İngilizlere hem de Fransızlara casusluk yaptığını söyler. Ancak II. Mahmut, Saltanat tahtını bir yerde borçlu olduğu ve sürekli kendisine akıl hocalığı yapan Halet Efendi’de ısrar eder. Bunun üzerine ‘çekirdek devlet” MGK, Halet Efendi’nin İngiliz ve Fransızlarla olan ilişkilerini hafiyelerin verdiği raporlarla padişahın önüne serer. Padişah bütün bunlara aldırış etmez ve Halet Efendiyi Başbakanlık görevine getirir.
III. Selim’in MGK’sının kendisine engel olma çabalarından saraydaki muhbirlerden öğrenen Halet Efendi, Başbakanlık görevine gelir gelmez, “ çekirdek devlet”in yapısını değiştirmeye başlar. Derhal bazı üyeleri görevden alır, onların yerine yeni üyeler atar. Bir süre sonra da bazılarını çeşitli yollarla öldürtür.
Halet Efendi’nin yeri gelince Padişah’ın bile önüne geçen bu “derin devlet”in yapısını değiştirme gücü, Yeniçeri Ocağı’ndan gelmektedir. Ordunun en güçlü kesimini oluşturan yeniçeri ağaları (generaller), Halet Efendi’nin has adamlarıdır. Sarayda darbe ve entrikalar yapan Halet Çelebi’nin III. Selim’in kurduğu “çekirdek devlet” kadrosunu katlettirmesi, ileride Osmanlı’nın geleceğini etkileyen en önemli olay olacaktı.
Sultan II. Mahmut dönemi de III. Selim dönemi gibi karmaşık olaylarla geçti. Tahta çıktığı 1808 yılından Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı 1826 yılına kadar İstanbul ve taşrada baş gösteren karışıklıklar ve ayaklanmaların hepsinin temelinde bürokrasiye olan isyan, artan vergiler ve yönetimin kokuşması idi. Mevcut düzenden rant sağlayan ve varlığını o ortamda yürütebilen Yeniçeri Ocağı, saray ve padişahı istediği gibi yönlendiriyor ve istediği kararları aldırabiliyordu.
Yeniçeri’yi yedeğine alan Sadrazam Mehmet Sait Halet Efendi, kendi oluşturduğu “çekirdek devlet” kadrosunun da gücünü kullanarak istediği kararları padişaha aldırıyor, devletin gidişatını düzenlemek ve yeniden yapılanma için çalışan vezir, paşa ve diğer bürokratları tek tek ya sürgüne göndertiyor ya da Padişah fermanı ile öldürtüyordu.
Yıllardan beri süre gelen Rus Harbi ve iç isyanlar, durumu daha da kışkırtıyordu. Ruslar, bu durumdan faydalanarak Osmanlı’dan Abhazya, Gürcistan, Besarabya, Eflak ve Boğdan’ı (bugünkü Romanya) istiyor ve Sırplar’a bağımsızlık talebini yineliyordu. Diğer yandan da “Halet Efendi” entrikaları Osmanlı sarayını tamamen sarmış bulunuyordu. Rumeli’den Hicaz’a kadar Osmanlı topraklarının her yerinde Halet Efendi’nin entrikaları kabus gibi dolaşıyordu. Ortalığın böyle karışık olduğu bir dönemde Sultan Mahmud’un etrafında kimlerin oluştuğunu Tarih’i Cevdet’te Cevdet Paşa şöyle anlatıyor:
“ II. Sultan Mahmut Hazretleri, şehzadeliğinde Sultan III. Selim Hazretleri ile birlikte kafes içinde söyleşirken ondan aldığı dersleri çok iyi hıfz etmiş ve şahin gibi kafesten çıkıp ta Saltanat tahtına oturduğunda zorbaların, özellikle Yeniçeri haydutlarının ortadan kaldırılmasını kararlaştırmıştı.
1812 yılında bu sırrını Halet Efendi’ye açtı. Ondan içtenlikli hizmet bekliyordu. Halet Efendi ise, taşradaki zorbaların cezalandırılması konusunda aşırı derecede sertlik göstermekte olduğu halde, Yeniçerilere hadlerinin bildirilmesi konusunda ikiyüzlü ve hileli yol tutmuştu. Her gün bir mazeret ve bahane bularak ve türlü dolaplarla padişahı aldatıp oyalayarak Yeniçeri işini geciktiriyordu.
Kendi mevkiini korumak için taşra görevlilerini soyup elde ettiği gelirleri Yeniçeri Ocağı ileri gelenlerine ve gerekli gördüğü başkalarına dağıtıyordu.”
Halet Efendi’yi anlatmaya devam eden Ahmet Cevdet Paşa, yeni üyelerden oluşan Osmanlı MGK’sının hemen hemen bütün üyelerinin Sadrazam’ın adamı olduğunu satır aralarında vurgular:
“ Zamanın gereklerine ayak uydurarak devletin yöntem değiştirip işe yarayacak yeni bir ordu kurması zorunlu olduğundan, padişahın adamlarından Silahtar Ali Bey gibi bazıları eski yöntem ve gidişi yererek Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması doğrultusunda padişahın düşüncesi ile birlikte iseler de, Başçuhadar Seyyid Ömer Ağa ve Berber başı Ali Ağa gibi bazıları da sarayda uygulanan eski yöntem ve protokolün bozulup değiştirilmesini hiç uygun bulmuyorlardı. Çünkü, asker sınıfında değişiklik yapılırsa, bunun saraya bulaşacağını düşünüyorlar ve bu nedenle eski gidişin değiştirilmesinden sakınarak ve eski ocakların gayretlerini güderek Halet Efendi’den yana oluyorlardı.
Özellikle Ömer Ağa eski yöntemlere çok bağlı olduğundan, Padişah’ı çok sıkardı. Ama ona çok bağlı ve içi temiz bir adam olup padişah tarafından çok sayılır ve gözetilirdi. Yürekli ve açık sözlü olduğu için her dediğini yürütüyordu.
Padişah, sarayın dışında Yeniçerilerin sıkıntısı, Saray’ın içinde de birtakım eski yöntem ve protokolün baskısı altında sıkılıp kendisini manevi bir kafes içinde göründüğünden, Yeniçerilerin işini bitirip Saray’daki kayıtları ve bağları kırıp nefes alarak yeni yöntemlerle devleti içinde bulunduğu perişanlıktan kurtarmak çaresini araştırmaktan ve güvendiği kişilerin ağızlarını aramaktan her ne kadar geri durmaz idiyse de, Halet Efendi her kapıyı kapatarak bu konuda kimseye meydan bırakmazdı.
Halet Efendi, perde arkasında oynattığı oyunun gerçek durumunu anlayıp Padişah’a bildirebilecek kişileri birer dolapla ya öteki dünyaya, ya da taşrada göreve gönderiyor, önemli ve politik görevlere hep yeteneksizleri geçiriyordu. Bu türden yeteneksiz kişiler devletin önemli işlerini yürütmekten aciz olduklarından her zaman Halet Efendiye başvururlardı. Herhangi bir engel çıkıp Halet Efendi’de işin üstesinden gelemezse, pek çok hediyelerle kendinden bağladığı Yeniçeri ileri gelenleri aracılığıyla güçlüğü çözüme bağlayarak, kendi varlığını devlete kimya ve herkesin derdine deva olduğu imajını oluştururdu. Yeniçeri ileri gelenleri hep adamı olduğundan, gerektiğinde bir takım gösteriler yaptırarak saltanat çevresini korkutup Saray’ın içinde ve dışında istediğini yerine getirirdi.”
Saray ve ülke bürokrasisine bu kadar hakim olan Halet Efendi, özellikle İngiliz Elçiliğinin kendi etrafında kurduğu ajanlar ordusunun yönlendirmesi ile ülke genelinde terör estiriyordu. Osmanlı’ya bağlı ve çok güçlü olan, hatta Napolyon’un yaptığı “tam bağımsızlık” teklifini elinin tersi ile iten Tepedelenli Ali Paşa gibi bir devlet adamı ile Padişah’ın arasını bozmuş çevirdiği entrikalarla Tepedelenli’nin isyan etmesine sebep olmuştu. Bu isyanla birlikte Osmanlı’nın Balkanlar’daki egemenliği kâğıt üstünde kalmıştı.
VİYANA KONGRESİ
Bugünkü Avrupa Birliği’nin tarihsel temeli olan Viyana Kongresi, yine Halet Efendi’nin marifetleri sayesinde Türkiyesiz yapıldı. Napolyon döneminin sona ermesi ile devletlerarası dengeyi kurmak için toplanan Viyana Kongresi’nde Osmanlı Devleti delegelerinin bulunamayışını bazı yerli tarihçiler şöyle açıklıyorlar:
“Osmanlı Devleti’nin de kongreye delege göndermeye yetkisi vardı. Fakat içeride pek çok güçlükleri olup gözlerini dış meselelere çeviremiyordu. Üstelik III. Selim’in tahttan indirilmesi olayında ölen yetenekli kişilerin yerleri boş kalıp gerçekten devlet adamı denecek kişiler yetişmemişti.”III. Selim’in kıymetli devlet adamları taht kavgaları sırasında öldürüldükleri doğrudur. Ancak bu tarihçilerin unuttukları veya yorumlamak istemedikleri Halet Çelebi ismindeki bir felaket Osmanlı sarayındaydı. Ve çift taraflı ajan Halet Çelebi, devletin üst düzey bürokratları arasında yaptığı kıyım ile onların yerine ehliyetsiz, beceriksiz kişileri getirtmesi ile III. Selim’in oluşturduğu Osmanlı MGK’sı üyelerinin yeri boş kaldı.
Halet Çelebi, İngiliz ajanlarının yönlendirmelerine kanmayıp Viyana Kongresine Türk delegeleri gönderseydi bugün Avrupa ve Türk tarihi çok başka bir mecrada akıyor olacaktı. Halet Efendi’nin bürokraside yaptığı katliamlar ve tasfiyeler yüzünden Osmanlı Devletinde siyasi müzakerelere katılabilecek ve başka ülkelere çalışmayan ileri düzeyde batı dillerini bilen üst düzey bürokrat yoktu. Dışarıda gelişen olayları ise Fener’li Rum tüccarlarından bilgi alabiliyorlardı.
Osmanlı Devleti’nin Viyana Kongresi’ne katılmayışını Cevdet Paşa şöyle değerlendiriyor:
“ Bu kongreye katılmak üzere Avusturya Başbakanı Metternich’in delege göndermemiz için yaptığı çağrıya Osmanlı Devleti şu düşünce ile uymadı: ‘ Hükümet bu öneriyi, her şeyden önce gereği gibi incelemeyip delege göndermekten uzak durdu. Çünkü devlet, Avrupa devletlerinden bazılarıyla ilişki kurup ittifak etmek yolunu bir süreden beri kendisi için yeni bir politika olarak tutmuşken, Avrupa politikasının bir kararda olmamasını deneyimlerle anladıktan sonra bu ittifak politikasında sıtkı sıyrılarak eskiden beri izlediği yansızlık politikasına dönmüş ve bunun da yararını görmüştü. Şöyle ki: Napolyon ile ittifak etmekten uzak durup Bükreş Barış Antlaşması’nı kabul ile yakayı kurtarmış olduğundan, şimdi Viyana Kongresi’ne delege gönderip de ülkenin bütünlük ve dokunulmazlığını devletlerin ortak güvencesi altına aldırması Metternich tarafından bildirildiğinde duraksayarak;
a)Acaba söz konusu güvence Rusya’yı kuşkulandırır mı?
b)Osmanlı Devleti’nin güvence istemesi, geleceğine güveni olmadığı düşüncesini uyandırmaz mı?
c)Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne geri vermeyi antlaşma ile kabul ettiği kaleler konusu kongre gündemine gelip de geri alınmazsa, Osmanlı Devleti’nin bu kaleleri isteme hakkı büsbütün yitirilemez mi?
d)Bu kalelerin geri verilmesi Bükreş Antlaşması’nın koşulları gereğinden olduğu çok açık iken, geri verme işleminin yerine getirilememesi durumunda, antlaşmalara verilen sözlere güven kalmayıp iş kuvvet kullanmaya ve yenmeye kalacağından, Viyana’da verilecek ortak güvenceye güvenilir mi?Viyana Kongresine katılmaktan çekinmenin başlıca nedenlerinden biri de Sırbistan’ın ayrıcalıklarının gündeme getirilmesi konusuydu. Oysa Osmanlı devleti korktuklarının hepsine daha sonra, yani Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından Akkerman Antlaşması’nda uğradı.”
Ve, Osmanlı Devleti, sanayi güçlü olan Avrupa’dan bir ajan başbakanın marifetiyle kendisini çıkarmış ve onların desteğinden yoksun bırakarak yalnızlığa mahkum olmuştur. Bir Avrupa devleti iken, kendi elleri ile Avrupa Hukuku alanı dışına attı.
İÇ KARIŞIKLIKLAR
Osmanlı Devleti, dışarıda kendi (aslında Halet Efendi’nin) elleri ile izole ettirirken diğer taraftan da içeride karışıklıklar birbirini kovalıyordu. Yeniçeri’lerin Semer kaldırma (Bir ortadan-bölükten diğer ortaya geçme) olaylarından dolayı karada ve denizde tam üç gün üç gece çarpışıyorlardı. Bu esnada Yeniçeri’nin medrese öğrencilerine yaptığı zulüm, Kürt hamallardan birinin karısına sarkıntılık etmesi, öğrenci ve Kürt hamalların isyanı, Ermenilerin isyan girişimleri… Gibi olaylar devleti bir açmazın içine sokuyordu.
Yine Halet Efendi’nin maharetiyle meydana gelen Tepedelenli Ali Paşa isyanı, Mora, Sisam ve Girit’te karışıklıklar, Rumlar arasında başkaldırmalar, üstelik bu başkaldırıların İstanbul’u merkez alması, Eflak ve Boğdan(Romanya)’daki karışıklıklar devletin her yönden güçsüzlüğünü ortaya koyuyordu.
Rum Ortodoks Patriği Gregoryus, Mora’daki isyan eden Rumları yönlendirdiği ortaya çıkınca Hıristiyanların kutsal günü olan Paskalya’da azledildi, (Osmanlı Devleti’nde din adamları idam edilemezdi yasa gereği) Fener Patrikhanesi’nin orta kapısında asıldı. Mora isyanını yönlendiren üç Metropolit de İstanbul’un Balıkpazarı, Kaşıkçılar Hanı ve Parmakkapı gibi yerlerde asıldırılar.
Bu sırada Sadaret Makamı’na mertliği ile bilinen ve doğru sözünü esirgemeyen Benderli Ali Paşa getirildi. Benderli Ali Paşa’nın sözünü esirgememesi, devlet idaresini bilmesinden dolayı Halet Efendi “saltanatının sarsılacağından endişelenerek” bir ayak oyunuyla onu önce Kıbrıs’a sürdürdü. ardından da orada öldürttü.
Benderli Ali Paşa’dan kurtulan Halet Efendi, bu sefer, kendisinin sözünden çıkmayan Salih Paşa’yı Sadaret makamına getirdi. Salih Paşa’nın bu göreve gelmesinden sonra iç karışıklıklar daha da arttı. Tarih-i Cevdet’te Salih Paşa döneminden şöyle söz ediliyor:
“ Salih Paşa’nın Sadrazam olduğunun ertesi Salı günü İstanbul’un birçok yerinde 12 Rum öldürttü. Bunlardan biri Arnavutköy Başpapazı idi. Onu izleyen Çarşamba günü 7 Rum daha idam ettirdi. Bu idamlardan cesaret alan Müslüman vatandaşlar, Kalas’ta Rumların Müslümanlara yaptıkları alçaklıkların öcünü almak için, bazı nedenlerle şahsi kin besledikleri Rumları öldürmeye başladılar.” Görüldüğü gibi Halet Efendi’nin maşası Salih Paşa yönetimi, varolan Kaos’u daha da artırıyordu. Durumun vahametini anlayan bir süre sonra kendisinin oluşturduğu gizli MGK’nın da yardım ve desteği ile Yeniçeri ocağını tamamen ortadan kaldırmayı başarır
Bugünkü Avrupa Birliği’nin tarihsel temeli olan Viyana Kongresi, yine Halet Efendi’nin marifetleri sayesinde Türkiyesiz yapıldı. Napolyon döneminin sona ermesi ile devletlerarası dengeyi kurmak için toplanan Viyana Kongresi’nde Osmanlı Devleti delegelerinin bulunamayışını bazı yerli tarihçiler şöyle açıklıyorlar:
“Osmanlı Devleti’nin de kongreye delege göndermeye yetkisi vardı. Fakat içeride pek çok güçlükleri olup gözlerini dış meselelere çeviremiyordu. Üstelik III. Selim’in tahttan indirilmesi olayında ölen yetenekli kişilerin yerleri boş kalıp gerçekten devlet adamı denecek kişiler yetişmemişti.”III. Selim’in kıymetli devlet adamları taht kavgaları sırasında öldürüldükleri doğrudur. Ancak bu tarihçilerin unuttukları veya yorumlamak istemedikleri Halet Çelebi ismindeki bir felaket Osmanlı sarayındaydı. Ve çift taraflı ajan Halet Çelebi, devletin üst düzey bürokratları arasında yaptığı kıyım ile onların yerine ehliyetsiz, beceriksiz kişileri getirtmesi ile III. Selim’in oluşturduğu Osmanlı MGK’sı üyelerinin yeri boş kaldı.
Halet Çelebi, İngiliz ajanlarının yönlendirmelerine kanmayıp Viyana Kongresine Türk delegeleri gönderseydi bugün Avrupa ve Türk tarihi çok başka bir mecrada akıyor olacaktı. Halet Efendi’nin bürokraside yaptığı katliamlar ve tasfiyeler yüzünden Osmanlı Devletinde siyasi müzakerelere katılabilecek ve başka ülkelere çalışmayan ileri düzeyde batı dillerini bilen üst düzey bürokrat yoktu. Dışarıda gelişen olayları ise Fener’li Rum tüccarlarından bilgi alabiliyorlardı.
Osmanlı Devleti’nin Viyana Kongresi’ne katılmayışını Cevdet Paşa şöyle değerlendiriyor:
“ Bu kongreye katılmak üzere Avusturya Başbakanı Metternich’in delege göndermemiz için yaptığı çağrıya Osmanlı Devleti şu düşünce ile uymadı: ‘ Hükümet bu öneriyi, her şeyden önce gereği gibi incelemeyip delege göndermekten uzak durdu. Çünkü devlet, Avrupa devletlerinden bazılarıyla ilişki kurup ittifak etmek yolunu bir süreden beri kendisi için yeni bir politika olarak tutmuşken, Avrupa politikasının bir kararda olmamasını deneyimlerle anladıktan sonra bu ittifak politikasında sıtkı sıyrılarak eskiden beri izlediği yansızlık politikasına dönmüş ve bunun da yararını görmüştü. Şöyle ki: Napolyon ile ittifak etmekten uzak durup Bükreş Barış Antlaşması’nı kabul ile yakayı kurtarmış olduğundan, şimdi Viyana Kongresi’ne delege gönderip de ülkenin bütünlük ve dokunulmazlığını devletlerin ortak güvencesi altına aldırması Metternich tarafından bildirildiğinde duraksayarak;
a)Acaba söz konusu güvence Rusya’yı kuşkulandırır mı?
b)Osmanlı Devleti’nin güvence istemesi, geleceğine güveni olmadığı düşüncesini uyandırmaz mı?
c)Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne geri vermeyi antlaşma ile kabul ettiği kaleler konusu kongre gündemine gelip de geri alınmazsa, Osmanlı Devleti’nin bu kaleleri isteme hakkı büsbütün yitirilemez mi?
d)Bu kalelerin geri verilmesi Bükreş Antlaşması’nın koşulları gereğinden olduğu çok açık iken, geri verme işleminin yerine getirilememesi durumunda, antlaşmalara verilen sözlere güven kalmayıp iş kuvvet kullanmaya ve yenmeye kalacağından, Viyana’da verilecek ortak güvenceye güvenilir mi?Viyana Kongresine katılmaktan çekinmenin başlıca nedenlerinden biri de Sırbistan’ın ayrıcalıklarının gündeme getirilmesi konusuydu. Oysa Osmanlı devleti korktuklarının hepsine daha sonra, yani Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından Akkerman Antlaşması’nda uğradı.”
Ve, Osmanlı Devleti, sanayi güçlü olan Avrupa’dan bir ajan başbakanın marifetiyle kendisini çıkarmış ve onların desteğinden yoksun bırakarak yalnızlığa mahkum olmuştur. Bir Avrupa devleti iken, kendi elleri ile Avrupa Hukuku alanı dışına attı.
İÇ KARIŞIKLIKLAR
Osmanlı Devleti, dışarıda kendi (aslında Halet Efendi’nin) elleri ile izole ettirirken diğer taraftan da içeride karışıklıklar birbirini kovalıyordu. Yeniçeri’lerin Semer kaldırma (Bir ortadan-bölükten diğer ortaya geçme) olaylarından dolayı karada ve denizde tam üç gün üç gece çarpışıyorlardı. Bu esnada Yeniçeri’nin medrese öğrencilerine yaptığı zulüm, Kürt hamallardan birinin karısına sarkıntılık etmesi, öğrenci ve Kürt hamalların isyanı, Ermenilerin isyan girişimleri… Gibi olaylar devleti bir açmazın içine sokuyordu.
Yine Halet Efendi’nin maharetiyle meydana gelen Tepedelenli Ali Paşa isyanı, Mora, Sisam ve Girit’te karışıklıklar, Rumlar arasında başkaldırmalar, üstelik bu başkaldırıların İstanbul’u merkez alması, Eflak ve Boğdan(Romanya)’daki karışıklıklar devletin her yönden güçsüzlüğünü ortaya koyuyordu.
Rum Ortodoks Patriği Gregoryus, Mora’daki isyan eden Rumları yönlendirdiği ortaya çıkınca Hıristiyanların kutsal günü olan Paskalya’da azledildi, (Osmanlı Devleti’nde din adamları idam edilemezdi yasa gereği) Fener Patrikhanesi’nin orta kapısında asıldı. Mora isyanını yönlendiren üç Metropolit de İstanbul’un Balıkpazarı, Kaşıkçılar Hanı ve Parmakkapı gibi yerlerde asıldırılar.
Bu sırada Sadaret Makamı’na mertliği ile bilinen ve doğru sözünü esirgemeyen Benderli Ali Paşa getirildi. Benderli Ali Paşa’nın sözünü esirgememesi, devlet idaresini bilmesinden dolayı Halet Efendi “saltanatının sarsılacağından endişelenerek” bir ayak oyunuyla onu önce Kıbrıs’a sürdürdü. ardından da orada öldürttü.
Benderli Ali Paşa’dan kurtulan Halet Efendi, bu sefer, kendisinin sözünden çıkmayan Salih Paşa’yı Sadaret makamına getirdi. Salih Paşa’nın bu göreve gelmesinden sonra iç karışıklıklar daha da arttı. Tarih-i Cevdet’te Salih Paşa döneminden şöyle söz ediliyor:
“ Salih Paşa’nın Sadrazam olduğunun ertesi Salı günü İstanbul’un birçok yerinde 12 Rum öldürttü. Bunlardan biri Arnavutköy Başpapazı idi. Onu izleyen Çarşamba günü 7 Rum daha idam ettirdi. Bu idamlardan cesaret alan Müslüman vatandaşlar, Kalas’ta Rumların Müslümanlara yaptıkları alçaklıkların öcünü almak için, bazı nedenlerle şahsi kin besledikleri Rumları öldürmeye başladılar.” Görüldüğü gibi Halet Efendi’nin maşası Salih Paşa yönetimi, varolan Kaos’u daha da artırıyordu. Durumun vahametini anlayan bir süre sonra kendisinin oluşturduğu gizli MGK’nın da yardım ve desteği ile Yeniçeri ocağını tamamen ortadan kaldırmayı başarır