OSMANLI-RUS HARBİ VE HAMİDİYE ALAYLARI
Osmanlı-Rus Harbi’nden önce Ermeni komitacıların bölgede başlattıkları terör, tedhiş ve katliam olayları, Hamidiye Süvari Alayları’nın sınanmasına sebep oldu. Erivan ve Osmanlı sınırlarına yakın diğer Rus illerinde askeri eğitimden geçirilen Ermeniler kafileler halinde Türkiye’ye geri dönüyorlardı. Üçüncü Liva Birinci Alayı kumandanı Abdülmecid Bey’in torunuMuhyettin Bey’in anlattığına göre, Ermeni komitacıların bu çalışmaları pervasız hale gelmişti:
“ Her sene son bahardan yöremizden, Bitlis’ten, Tatvan’dan Siirt’ten Ermeni gençler kafileler halinde sınırı geçerek Erivan’a gidiyorlardı. Bizim hafiyelerin yaptıkları tesbitlere göre bu gençler Erivan’da silahlı eğitim alıyorlarmış. Van, Beyazıt ve diğer yerlerdeki ecnebi sefarethanelerindeki casusların da kışkırtmalarıyla Ermenilerin silahlanmaları ve Kürtlere yönelik terör eylemleri şiddetini arttırmış adeta katliam haline dönüşmüştü.
Ermenilerin bu eylemleri öyle bir hale geldi ki artık Kürtlerin namuslarına ırzlarına tecavüze vardı. Bunun üzerine Bizimkiler (Kürt Hamidiye Alayları Mensupları) Bu eylemlere karşı harekete geçtiler. Benim bildiğim en son olay, Rus harbinden kısa bir süre önce Erivan’dan dönen yaklaşık 300 civarında Ermeni silahlı milis birliği Köşk, Şeme (Geçimli), Mirze (Ocakbaşı) köylerinden geçerek Kertevin dağlarına yerleştikleri haberi geliyor. Bu haber üzerine dedem (Kaymakam Binbaşı Abdülmecid Bey), Malazgirt ve Hınıs’tan gelen Hamidiler, Ermenilerle bu hatta çatışmaya girdiler. Çatışma yaklaşık bir hafta sürdü. Ermeniler sürekli olarak zayiat vererek yoğun oldukları bölgelere (Bitlis ve Siirt civarı) çekiliyorlardı. Ancak, yapılan muhabereden hiç biri sağ kurtulamadı. Rus harbi ile birlikte artık kimin ne yaptığı belli olmadı. Herkes birbirini öldürmeye başladı. Ve sonucu hepimiz biliyoruz işte…”
Hamidiye Alayları’nın gayri nizami harp yöntemleri kısa sürede sonuç vermiş, Rusya, Kafkasya ve Erivan’da bulunan hafiyelerden gelen jurnaller üzerine sınırdışı operasyonlar bile yapacaklardı. Öylesine güçlü operasyonlardı ki aynı zamanda Çar’ın istihbarat servisi OHRAHA ve ÇEKA’nın da ajanı olan bu Ermeni komitacı önderleri, görüldükleri yerlerde avlanıyorlardı. Hamidiye milislerinden bazıları, daha Yakup Cemil ortaya çıkmadan “Yakup Cemillik yapmaya başlamışlardı bile…” Hamidiye Alaylarının başlattıkları “ Komitacı avı”, silahlı Ermeni komitacılarla birlikte Rus Kazak Süvarileri’ni de hedef alıyordu. Bu çatışmaların büyük çoğunluğunda Kazak Süvariler yeniliyorlardı. Ajanlarına ve ülkesinin muhtelif şehirlerde böylesine pervasızca “iş yapan” bu gayri nizami harpçiler, Rus Çarı tarafından, İstanbul elçisi aracılığı ile Sultan Abdülhamid’e şikâyet edileceklerdi.
“ Her sene son bahardan yöremizden, Bitlis’ten, Tatvan’dan Siirt’ten Ermeni gençler kafileler halinde sınırı geçerek Erivan’a gidiyorlardı. Bizim hafiyelerin yaptıkları tesbitlere göre bu gençler Erivan’da silahlı eğitim alıyorlarmış. Van, Beyazıt ve diğer yerlerdeki ecnebi sefarethanelerindeki casusların da kışkırtmalarıyla Ermenilerin silahlanmaları ve Kürtlere yönelik terör eylemleri şiddetini arttırmış adeta katliam haline dönüşmüştü.
Ermenilerin bu eylemleri öyle bir hale geldi ki artık Kürtlerin namuslarına ırzlarına tecavüze vardı. Bunun üzerine Bizimkiler (Kürt Hamidiye Alayları Mensupları) Bu eylemlere karşı harekete geçtiler. Benim bildiğim en son olay, Rus harbinden kısa bir süre önce Erivan’dan dönen yaklaşık 300 civarında Ermeni silahlı milis birliği Köşk, Şeme (Geçimli), Mirze (Ocakbaşı) köylerinden geçerek Kertevin dağlarına yerleştikleri haberi geliyor. Bu haber üzerine dedem (Kaymakam Binbaşı Abdülmecid Bey), Malazgirt ve Hınıs’tan gelen Hamidiler, Ermenilerle bu hatta çatışmaya girdiler. Çatışma yaklaşık bir hafta sürdü. Ermeniler sürekli olarak zayiat vererek yoğun oldukları bölgelere (Bitlis ve Siirt civarı) çekiliyorlardı. Ancak, yapılan muhabereden hiç biri sağ kurtulamadı. Rus harbi ile birlikte artık kimin ne yaptığı belli olmadı. Herkes birbirini öldürmeye başladı. Ve sonucu hepimiz biliyoruz işte…”
Hamidiye Alayları’nın gayri nizami harp yöntemleri kısa sürede sonuç vermiş, Rusya, Kafkasya ve Erivan’da bulunan hafiyelerden gelen jurnaller üzerine sınırdışı operasyonlar bile yapacaklardı. Öylesine güçlü operasyonlardı ki aynı zamanda Çar’ın istihbarat servisi OHRAHA ve ÇEKA’nın da ajanı olan bu Ermeni komitacı önderleri, görüldükleri yerlerde avlanıyorlardı. Hamidiye milislerinden bazıları, daha Yakup Cemil ortaya çıkmadan “Yakup Cemillik yapmaya başlamışlardı bile…” Hamidiye Alaylarının başlattıkları “ Komitacı avı”, silahlı Ermeni komitacılarla birlikte Rus Kazak Süvarileri’ni de hedef alıyordu. Bu çatışmaların büyük çoğunluğunda Kazak Süvariler yeniliyorlardı. Ajanlarına ve ülkesinin muhtelif şehirlerde böylesine pervasızca “iş yapan” bu gayri nizami harpçiler, Rus Çarı tarafından, İstanbul elçisi aracılığı ile Sultan Abdülhamid’e şikâyet edileceklerdi.
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN HAMİDİYE ALAYLARIYLA İLGİLİ SUÇLAMALARA VERDİĞİ CEVAP
Sultan Abdülhamid Han, Hamidiye Alayları ile ilgili eleştirilere, Dergâh Yayınları tarafından 1984 yılında yayımlanan “Siyasi Hatıratım” isimli kitabında şöyle cevap veriyor:
“Kürt alaylarını teşkil ettiğim için Avrupa gazeteleri acı tenkidlerde bulunuyorlar ve bu teşkilat meydana geldiğinden beri Kürtlerin, Şark vilayelerindeki Ermenilere daha vahşice davrandıklarını iddia ediyorlar ve bizim tarafımızdan teşkilatlandırılan bu Kürtlerin istiklallerini ilan etmek için bize karşı isyan edeceklerinden endişe ettiklerini söylüyorlar.
Anlaşılan gazeteler mevzu arıyorlar, bu sebeple de yalan yanlış her şeyi yazıyorlar. Muhabirler Kürdistan’daki vaziyeti Beyoğlu’nda oturdukları rahat köşelerini terk etmeksizin, ancak Ermenilerin görüş zaviyesine göre mütalaa ediyorlar.”
Kaynak:Türkiyede İstihbaratçılık ve Mit
İTTİHAT TERAKKİ DÖNEMİ VE HAMİDİYE ALAYLARI
İttihat ve Terakki Fırkası’nın yönetimi devralmasından sonra oluşturulan totaliter rejim şarkta da kendisini hissettiriyordu. İttihatçı subayların otoritelerini hissettirmek için keyfi olarak bazı aşiret ileri gelenlerini tutuklaması ve Ermenileri hoş tutmak için Kürt nüfusu silahsızlandırılırken Ermenilerin serbest silah taşımaların izin veriyorlardı. Bu durum yalnız Hamidi olan Kürtler değil diğer Kürt nüfusu arasında da huzursuzluğa sebep olmuştu. Çünkü Ermeniler, İttihat ve Terakki’den böylesine destek almalarından dolayı Kürtlere yönelik baskılara yeniden başlamış ve savunmasız insanların faili meçhule kurban gitme olayları sıklaşmıştı.
İttihat Terakki yönetiminin bu tutuma sadece Ermenilere şirin gözükmek için yaptıklarını düşünmek eksik olur. Çünkü aynı dönemde İstanbul, Bağdat ve Kahire merkezli Kürt ayırımcılığı, Şarkta da etkisini göstermişti. Ancak Kürtçülük hareketi salt İstanbul ve Avrupa’da salonlarda değil Şarkta; kasabalarda, köylerde ve dağlara taşımıştı. İttihatçıların 1909 Adana olaylarını bahane ederek Komitacı Ermenileri koruması, buna mukabil Kürtlere baskı yapması üzerine halk arasında gelişen huzursuzluk 4. Ordu Komutanı (ve çekirdek devlet Osmanlı MGK’sının üyesi) Mareşal Tatar Osman Paşa’nın Temmuz 1911’de “Harbiye Nezaretine” gönderdiği telgrafta açıkça belirtiliyor:
“Hükümet memurları ve mahkemeler nezdinde, beraat asıl olduğu halde, kendilerine verilen her konuda ilk önce Kürtlerin suçlu ve Ermenilerin de suçsuz oldukları yolunda zanlarını belli edecek biçimde konuştuklarından, nereye ve kime başvurulacak olursa olsun, haklarını korunamayacağına ve sağlanamayacağına Kürtlere ve özellikle başlarınca inanılmış görünüyor…
Gezim süresinde hiçbir Kürt’te silah görmedim. Fakat köyler ve hatta şehirler içinde bile Ermenilerin serbest serbest silah taşıdıklarını gördüm…
(…)
Sonuç olarak, Kürtlerde son derece bir umutsuzluk ve korku, Ermenilerde avukatlıkla karışık bir şımarıklık ve taşkınlık hüküm sürmektedir.” (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 3 s.126)
Bu ve buna benzer olayların yanı sıra, gelişen ulusçuluk hareketi ve bu hareketlerin bölgede bulunan Rus, İngiliz, Fransız ve hatta Alman sefarethanelerindeki ajanlar tarafından ajite edilmesinin yanı sıra alaylarda baş gösteren başıbozukluk üzerine İstanbul’a her gün şikâyet dilekçe ve telgrafları gidiyordu.
HAMİDİYE ALAYLARI VE BAZI SAVAŞLAR
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Hamidiye Alaylarının çok az bir fitre ile devletin yanında yer aldıklarını görüyoruz. Osmanlı Devleti saflarında savaşa katılan aşiret birliklerinin toplamı 30 alaydan oluşan 4 tümen ve 1 yedek tugayıdır. Bu arada Aşiretlerin her iki Balkan Savaşı’na katıldıklarını ve gösterdikleri “muvafakıyetlerden” dolayı ödül ve madalyalarla taltif edildiklerini, Uzunköprü’den İstanbul’a kadar halk tarafından sevgi gösterileri ve törenlerle uğurlandıklarını belirtmekte fayda var.
1915 yılında “Mektepli bir kumandan” önderliğindeki bir avuç Hamidi, Mahabad’a ilerlediler. Hamidilerin ilerleyişleri durmadı. Rusları Tebriz’e kadar püskürtüp, daha sonra bu şehri Ruslardan aldılar.
Aynı yılda Zorlu deresinde Kazak süvarileri tarafından kıstırılan Cibranlı Halil Bey, kendisinden 10 kat büyüklükteki Kazak süvari birliğini yeniyor ve birliğin komutanını bizzat kendisi öldürüyordu. Bu muharebe ile birlikte Rusların Kazak süvarileri tamamen devredışı kalacaklardı.
Kazım Karabekir Paşa’nın yönlendirmeleri ile Hamidiye Alayları, Rus ordusunu Kafkaslara kadar kovalamışlardı.
Hamidiye Alayları Ankara’nın başlattığı Kuvayı Milliye Hareketi’ne katılacak ve “Kurtuluş Savaşı”nda bölgelerinde önemli fonksiyonlar icra edeceklerdi.
ALAYLARIN BAŞARILARINDAN İKİ ÖRNEK
Yayımlanan kanunla birlikte görev, sorumluluk ve yetki alanı belirlenen alaylar, örnek alınan Kazak Süvarileri ile ilk karşılaşmalarında onlara ağır darbeler indirerek yeneceklerdi. 1893 Osmanlı-Rus Harbi’nde bu alaylar yalnız Kazak Süvarileri değil, güçlü Çarlık ordusunun karşısında da inanılmazı başaracak ve “gerilla taktikler” ile “Nigaro’nun Çocuklarını(Çarlık ordusu kastediliyor. Burada Nigaro, Rus Çarı Nikola kastediliyor) perişan ediyorlardı.”
Bu alayların Hınıs, Karayazı, Göksu ve Tekman yöresinde Hasanan aşireti reisi Kolağası Kerem Bey, gayri nizami harp taktikleri ile Rus ordularının bölgede tutunmasına engel olacak ve Ermeni katliamlarını tamamen önleyecekti. Rus orduları Diyarbakır’a doğru ilerlemesine rağmen Kerem Bey’in alay bölgesine girememesi ve her denemesinde ağır darbeler alarak geri çekilmesi bu gayri nizami harbin öneminin örneklerinden sadece bir tanesidir.
Bir diğer somut örnek ise Patnos’ta kurulan ve Kör Hüseyin Paşa’nın kumandasındaki alayın mensubu Abdülmecid Beyile ilgilidir. Gerek 93 Harbi ve gerekse 1. Dünya Savaşı sonrasında yaptığı başarılı çatışmalardan dolayı “Kaymakam Binbaşı” rütbesi ile ödüllendirilen Sipkan aşireti reisi Abdülmecid Bey’in Tutak kazasında, yanında 6 süvarisi ile birlikte bir Rus topçu birliğini dağıtıp toplarını alması olayı, Hamidiye Alaylarının yaptığı çalışmalarının bir diğer örneğidir.
ADIM ADIM SONA DOĞRU
İsveç, Rusya, Belçika, İngiltere’nin baskısı üzerine 1908’in sonunda toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi, beklenilenin aksine Hamidiye Alaylarının dağıtılmasına karar vermedi. Meclis’in Alaylar konusunda toplandığını öğrenen aşiret liderleri, bunu kendilerine yapılmış bir saldırı olarak gördüklerini açıkladılar. Bu yüzden alaylar ile düzenli ordu arasında ilişkiler kopma noktasına geldi. İttihat Terakki yönetiminin “Alayları Ordu saflarına kaydedilmesi” kararı ortalığı daha da gerginleştirdi. Diğer aşiretler arasında yaşı dolayısıyla bir saygınlığı bulunan Haydaranlı aşireti Reisi Kör Hüseyin Paşa bu duruma karşı şiddetle çıktı.
1909’un başlarından alaylar yavaş yavaş silahsızlanmaya başladılar. Haydaranlı aşireti reisi Kör Hüseyin Paşa’nın tutuklanması alaylarla İttihat ve Terakki rejimini tamamen karşı karşıya getirdi. Hüseyin Paşa, cezaevinden çıktıktan sonra bütün askerlerini alıp İran’a göç etti. Akabinde 1913 yılında Musul bölgesinde aşiret alaylarını başını çektiği Kürt isyanı başladı. 1914’te Bitlis’te Mela (Molla) Selim’in önderlik ettiği bir isyan meydana geldi.
Mela Selim’in diğer aşiret reisleriyle yaptığı gizli mektuplaşmalarda dikkati çeken en önemli husus, “Bunlar (İttihat ve Terakki yönetimi)memleketi ecnebilere satıyorlar” ibaresidir. Buradan da anlaşılacağı üzere bölgedeki isyanların esas hedefi devlet değil İttihat ve Terakki rejimidir. Zaten, velinimetleri olan Sultan II. Abdülhamid’in İttihatçılarca devrilmesi, aşiret alayları için yeterli bir savaş sebebidir.
Ağrı isyanları ile birlikte tamamen fonksiyonsuzlaşan Hamidiye Alayları, büyük çoğunluğu silahsızlanmış, yalnız Alay kumandanları ve subaylara emeklilik maaşı veriliyordu.
Şeyh Said isyanın katılan akraba Hasenan ve Zirkan aşiretlerinin (en çok alayı bulunan aşiretler) İran’a sığınması ile birlikte fiili olarak Hamidiye Alayları dönemi bitti. Kürt isyanlarına katılmayan diğer aşiretlerin subay ve paşalarının emeklilik maaşları eşleri tarafından alınıyordu. Eşlerin ölümüyle birlikte Hamidiye Alayları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de resmi ilişkileri tamamen koptu.
Ancak 1984’te PKK’nın bölgede başlattığı silahlı hareket üzerine, Hamidiye Alayları benzeri bir yapılanma gereksinimi duyuldu. Nisan 1985 Tarihinde Köy Kanunu’nun 74. maddesine eklenen iki fıkra ile “Köy Koruculuğu” sistemi kuruldu.
Devlet yetkilileri, 1985 Mayısında “eski Hamidilerle” temasa geçti. Beytüşşebap-Çeman yolu üzerinde Aşağıdere köyümuhtarı Mehmet Dereli’nin evinde Jirki aşireti reisleri ile güvenlik görevlileri bir toplantı yaptılar. Toplantının ertesi günü helikopterle merkezi Diyarbakır’da bulunan 7. Kolorduya götürülen Tahir Adıyaman, Hacı Ömer, Ebubekir Aydemir ve Kökel Özdemir, burada Kolordu Komutanı Korgeneral Kaya Yazgan ile görüşüp anlaştılar. Ve aşiret reislerine Kur’an-ı Kerim’e el bastırılıp talak-ı salise üzerine yemin ettirildi.
Daha sonra irtibata geçilen bazı aşiretler koruculuğu kabul ederken, bazıları da yüzyılın ilk çeyreğinde kapanan defteri bir daha açmadılar.
Abdülhamid’in 33 yıllık yönetimine, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Makedonya’da başlattığı hareket sonunda, 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet’in ilanı ile son verilecektir. İttihat ve Terakki yönetimi, ihtilalden hemen sonra Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı ortadan kaldırmak için harekete geçer. Meclisi Vükela (Bakanlar Kurulu)’nın, Teşkilat’ın kaldırılmasın dair 29 Temmuz 1908 tarihli kararnamesi ile Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetlerine son verilir. II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Teşkilata ait olan yüz binlerce rapor (jurnal) saraydan alınarak yakılmıştır.
Kaynak:Türkiyede İstihbaratçılık ve Mit
Bundan sonraki konumuz tamamen Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgilidir ve son konudur. Bunu da detaylı yazdıktan sonra bu konu bitecektir.