19 Eylül 2013

İTTİHAT TERAKKİ DÖNEMİNDE İSTİHBARATÇILIK



İTTİHAT TERAKKİ DÖNEMİNDE 

İSTİHBARATÇILIK
Sultan II. Abdülhamid Han’ı tahttan deviren İttahat ve Terakki Fırkası yönetimi ele alırken, çekirdek devletyapısında bir değişikliğe gitmemiş ama yeni üyeler atamıştır. 

Yeni üyelerle yetinmeyen İttihat ve Terakkiciler, “kutsal devlet” geleneğini en şiddetli hale getirenler olarak tarihe geçmişlerdir. Aynı zamanda bir İttihatçı olan Hüseyin Cahit Yalçın, “cemiyetin ruhunun kuvvet teşkil etmesi ise bir nevi din ve mezhep, adeta bir tarikat mahiyetini almasından ileri geliyordu.” Diyerek varılan mistik ve “şizofrenik” boyutu gözler önüne seriyor. 

İttihatçılar, bu mistik düşünceden hareketle kendilerine ilahi bir imtiyaz tanımakta bir beis görmemişlerdir. Ancak bu imtiyaz tanıma, toplumdaki içten içe kaynamaya bir çare olmamıştır. Ülkenin her yerinde isyanların ayak sesleri gelmektedir. Kurdukları hafiye teşkilatı da bu sonu engelleyememiştir. 

Türk siyaset ve devlet hayatında önemli bir yere sahip olan ve Cumhuriyet Türkiyesinin doğmasında büyük katkıları olan Teşkilat-ı Mahsusa hakkında bugüne kadar derli toplu bilgiler ortaya konmadı. Adriyatik’ten Orta Asya steplerine, Hint yarımadasından Sumatra’ya kadar dünyanın birçok yerinde cirit atan bu teşkilat hakkında ortada net bir bilgi bulunmaması, aslında bu teşkilatın ne kadar gizli bir faaliyet gösterdiğinin önemli bir delilidir. Teşkilatın kurucuları ve aktif üyelerinin hatıratları dışında, örgütün bugüne kadar nerede, ne yaptığı kesin olarak bilinmemektedir. 

Modern istihbaratçılık faaliyetlerinden de öteye geçen Teşkilat-ı Mahsusa, bazen milis kuvvet olarak, bazen de düzenli ordu halinde karşımıza çıkar. Her yerde var ama hiçbir yerde net değil. İşte bütün bunlar, bu örgütün ne kadar güçlü olduğunu göstermeye yeterli delildir. 

Örgütün yekvücut bir ideolojiye sahip olmaması ve birçok fraksiyonun bulunmasının yanı sıra, özellikle asker-sivil çatışmasına sahne olması, eko-politik net bir görüşünün olmayışından dolayı tarihin tozlu rafları arasında yerini almaya mahkûm olmuştur. O kadar güçlü olmasına rağmen, temel konularda çözüme ulaşamamasının nedeni idealist üyelerinin fikir birliği içinde olmamasından kaynaklanmaktadır.

Rumeli’de çarpışan örgütün, aynı andan Hint yarımadasında, Buhara’da komitacılık faaliyetleri yürütmesi, Afganistan’da yeni cepheler oluşturması, Doğu Türkistan’da Türkçülük akımının tohumlarını atması bu örgütün gücünün delillerindendir. 

Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu kadar güçlü olmasın rağmen istediği sonuçları elde edememesinin diğer bir nedeni de hemen hemen bütün üyelerinin idealizmi bir türlü aşamaşıp akılcılığa yönelmemesidir. İdealizmi tek rehber edindiğinden dolayı her Müslüman ve her Türk’ün bulunduğu yerde işgalcilere karşı cephe almış ve o muazzam gücün parçalanmasına sebep olmuştu. Ve malum dramatik son, her idealist örgütte olduğu gibi Teşkilat-ı Mahsusa’nın da yakasına yapışacaktı. 

Aşağıda okuyacağınız satırlar, yaklaşık 50 civarında örgüt mensubunun hatıratlarından ve örgüt hakkında yapılan araştırmalardan derlenmiştir. Hatıratların yanı sıra, günün basın taramalarından da faydalanılmıştır. 

Teşkilat-ı Mahsusa, fark edilmesi güç, göze çarpmayan gizli bir örgüttü. İkinci Meşrutiyet dönemi hakkındaki kitapların çoğunda teşkilatın isminin bulunmamasına yol açan bu gizlilik perdesine rağmen, teşkilatın şöhreti pekiyi değildi. Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde II. Abdülhamid’in hafiye sistemi gibi, kimi yüksek mevkili Osmanlı bürokratlarının zihinlerinde bile adı kötüye çıkmıştı.

Teşkilat-ı Mahsusa hakkında daha fazla şey öğrenmek amacıyla yapılan ilk girişimlerden biri, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından(30 Ekim 1918) kısa bir süre sonra gerçekleşti. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Devleti’nin yönetimini fiilen kontrol altında tuttuğu 1913-1918 dönemi boyunca izlediği politikaların ve yaptığı eylemlerin araştırılması için 1918 Kasımı’nda Osmanlı Meclisi Mebusan’ın açtığı bir soruşturmanın yan ürünüydü söz konusu girişim. Bu soruşturma, mütareke devri Osmanlı yönetiminin eski İttihatçı itibarını yok etme ve İttihatçıların kalan politik gücünü ortadan kaldırma girişiminin bir parçasıydı. 

Özel soruşturma komisyonlarından birinin, Beşinci Komite’nin görevleri arasında Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın müttefiki olarak savaşa nasıl girdiği üzerinde özellikle durarak İttihatçıların savaşı idare yöntemini incelemek de bulunuyordu. Beşinci komite, on bir kişinin tanıklığına başvurdu. Bunların hepsi de İttihatçı nazırlardı. Ancak Komite soruşturmaları devam ederken, Enver, Talat ve Cemal Paşalar İstanbul’dan çoktan kaçmışlardı. Beşinci komite, Cemiyet’in lider kadrosunun daha alt kademelerinde bulunanlarla yetinmek zorundaydı. 

Beşinci Komite’nin başkanı tarafından her bir tanığa sorulan on sorudan biri Teşkilat- Mahsusa ile alakalıydı. Bu soruda, İttihatçı hükümetin, anayasaya karşı çeşitli suçlar işlemek üzere eşkıya ve çeteci gruplarla iş birliği yaptığı ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu gruplardan biri olduğu iddia ediliyordu. Bu soru muhtemelen teşkilatta kamuoyu önünde ilk değinme olduğu ve sorguya çekilen kişiler de sorumlu mevkilerde bulundukları için, bunlardan bazılarının tanıklıklarını daha yakından incelemek ilginç olacaktır.

VARLIĞINI HERKES BİLİYOR AMA KİMSE BİLMİYOR
Cavit Bey ( Maliye Bakanı) Teşkilatı Mahsusa hakkındaki soruya, bunun gizli bir askeri grup olup kabine kararıyla kurulmuş bir örgüt olmadığı cevabını vermiştir. Halil Bey (Menteşe, Dış İşleri Bakanı) kendisini sorguya çekenlere teşkilatın ne olduğunu sormuştur. Böylece Halil Bey teşkilattan habersiz olduğunu iddia ediyordu. 

1913-1917 yılları arasında sadrazamlık yapan Sait Halim Paşa ise, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ordunun bir parçası olduğu ve kendi makamının sorumluluk alanı içinde bulunmadığı şeklinde ifade verdi. 

Konu ile ilgilenen tarihçilerin iddialarına göre, Sait Halim Paşa’nın teşkilatın faaliyetleri üzerinde pek bir bilgisi yoktu. Çeşitli nazırların teşkilatı eleştirmiş olmasın rağmen, bunun kabinenin tartışabileceği bir mesele olmadığına işaret etti. Kendisinin kişisel olarak teşkilatı onaylamadığını belirtti ve Enver Paşa’dan teşkilatı dağıtmasını tekrar tekrar istediğini iddia etti. Sadrazamlığın Teşkilat-ı Mahsusa üzerinde hiçbir bütçe kontrolü yoktu. Çünkü Sait Halim Paşa’ya göre, Harbiye Nezareti’nin kendine ait geniş parasal kaynakları mevcuttu. 

İsmail Canbolat, eski Dahiliye Nazırı(İçişleri Bakanı) olduğu için yer altı faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olması teorik olarak gereken bir kişiydi, ancak Teşkilat-ı Mahsusa’nın iç güvenlikle değil, dış güvenlikle ilgili olduğunu iddia etti. Ahmet Şükrü Bey’in (Milli Eğitim Bakanı) bildiği tek şey, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ordu komutanlarının ve Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanın)’nın ilgilendiği özel bir örgüt olduğuydu. İbrahim Bey (Adliye Nazırı) de, örgütün kabineyle hiçbir ilgisi bulunmayan askeri bir mesele olduğu konusunda önceki tanıklarla aynı fikirdeydi. Kalan tanıklar ise örgütün varlığından tamamen habersiz olduklarını belirttiler. 

Oturum tutanaklarında Teşkilatı Mahsusa’ ya ilişkin kısa ve dağınık değinmelerden anlaşılıyor ki, soruşturma komitesinin üyeleri de, ifadesine başvurulan kimseler de örgüt hakkında pek fazla şey bilmiyordu. Beşinci komite, soruşturma sırasında tanıkların bildiklerini söylemeleri ihtimalini göz önünde bulundursa da, Enver, Cemal ve Talat paşaların ifadeleri olmadan eldeki resmi kayıtlara dayanarak eski nazırlarla teşkilat arasında bağ kuramazdı. Eşref Kuşçubaşı bu kabine üyelerinin birçoğuna, kendi deyişiyle “güvenilmez” oldukları için, Teşkilatı Mahsusahakkında bilgi verilmediğini defalarca dile getirmiştir. 

Hem sorguyu yürütenlerin, hem de ifadelerine başvurulanların bilgisizliklerine rağmen, oturumlarda Teşkilatı Mahsusa hakkında toplanan bilginin bir kısmı esas olarak doğrudur. Ancak soruşturma, teşkilatın faaliyetlerinin netliği ve kapsamına pek ışıt tutmamıştır. 

Toplanan verilere göre teşkilat,
1)Çete savaşı, casusluk, karşı-casusluk ve propaganda faaliyetlerinde bulunan belirsiz büyüklükte, gizli, oldukça kötü şöhretli bir gruptu; 
2)Harbiye Nezareti dışında hiçbir hükümet dairesiyle ilgisi yoktu;
3)Düzenli ordu bütçesinin dışında bol miktarda parasal kaynak elde ediyordu. Gerçi bu bilgilerTeşkilatı Mahsusa’nın gerçekte ne yapacağını açıklığa kavuşturmuyor, ama bu gizemli örgütün analizinin ele alınan sorunla ilintili olduğunu gösteriyordu. 

TEŞKİLATIN DOĞUŞU

Teşkilatı Mahsusa’ nın doğuşu, Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı ve Osmanlı Ordusu Başkumandan Vekili olmadan önce kurduğu resmi olmayan bir örgüte dayanmaktadır. Söz konusu örgütün amacı, imparatorluk içindeki ihanet, imparatorluk dışındaki saldırı gibi birtakım dikenli sorunlarla uğraşmaktı. Enver Paşa, bu örgütü, bilinçli olarak, devletin bilinen politik, askeri ve mali organların dışında kurmuş, kendisine ve politikaların kayıtsız şartsız bağlı ajanlarla kadrosunu oluşturmuştur. Dolayısıyla, Enver Paşa’nın bakış açısından, örgütün faaliyetleri, normal hükümet denetiminin bunaltıcı kısıtlamaları ve kamuoyu önünde hesap verme zorunluluğu altında değildi. 

Ancak, yönetim mekanizmasında partisinin kontrolü göz önüne alınırsa, niye böyle çapraşık yollara başvurma gereği duyduğu hemen anlaşılmaz. 1913’te fiili eylemleriyle ortaya çıkan Teşkilatı Mahsusa, resmi belgelere 5 Ağustos 1914’te geçer. Bu belgeye göre Sultan V. Mehmet Reşat, İttihatçı subayların Veteriner Albay Rasim Bey’i teşkilatın başkanı olarak tayin eder. Ve Teşkilat tümü ile Harbiye Nazır’ına, yani Enver Paşa’ya bağlıdır. 

Avrupa devletleri savaş zamanında sık sık düzensiz yardımcı kuvvetler kullanmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu, bu dönem boyunca sürekli savaşta olduğu ve aynı zamanda yaşanan iç isyanlardan dolayı, Enver Paşa, gizli bir yarı-askeri örgütün, Osmanlı Devleti’nin birliğini ve toprak bütünlüğünü koruyacağına inandığı politikaları uygulamasında yardımcı olacağı görüşündeydi.

Enver Paşa, bu örgütü kullanırken, anlaşılan, politikasının başarısızlığa uğramasındaki sorumluluğunun bir kısmından kurtulacağını düşünmüştü. Tatsız veya başarısız faaliyetlere Harbiye Nezareti’nin açık denetimden çok uzakta bulunan eşkıya çetelerinin işi denebilirdi. Üstelik İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tepesindekiler, pek çok devlet kurumunun, özellikle Meclis-i Mebusan’ı, bu kurumlarda temsil edilen belirli etnik gruplar Osmanlı Devleti’nin kimliğini korumaya yönelik en iyi yola ilişkin Cemiyet görüşüne katılmadıkları için, fesat yuvası sayılıyorlardı. Aslında, kimi mebuslar, sonunda Teşkilatı Mahsusa’nın çalışma sahası içine girecek adem-i merkeziyetçi ve ayrılıkçı hareketler içinde yer alıyorlardı. 

Batılıların yazdığı kitaplarla Teşkilatı Mahsusa’dan bahsedilmez, bahsedilince verilen bilgilerde çoğunlukla doğru değildir. Ancak Amerikalı araştırmacı Dr. Philip H. Stoddard 1955-57 tarihleri arasında Türkiye’de yaptığı araştırmalar sonucunda yazdığı kitapta doğru ve doyurucu bilgiler bulunmaktadır. 

Kaynaklardaki bu eksiklik, teşkilatın adını, faaliyetlerini ve personelini gizli tutmakla yükümlü Osmanlı görevlilerinin başarısının bir göstergesidir. Bu gizlilik, Enver Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap ahalisine yönelik politikaların uygulanmasında Teşkilatı Mahsusa’nın rolüne aydınlık getirme girişmini hayli güçleştirmektedir. Teşkilatın varlığından bir şekilde haberdar olsalar bile, faaliyetlerinin kapsamını bilebilecek pek az Osmanlı görevlisi vardı. 

Çoğu 1908 ile 1918 arasında faal olan politikacı ve askerlerin yazdığı anılardan oluşan yerli kaynaklar, Teşkilatı Mahsusa’nın Balkanlan, Kafkasya veya Trablusgarp’taki faaliyetlerinden zaman zaman söz açarlar. Batılı yazarlar ise, düzensiz birliklerin ve propaganda örgütlerinin savaş zamanı faaliyetlerine kimi zaman değinirler, özel olarak da, Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devlet’lerine karşı cihat propagandası yapmak üzere para ve broşürler verilerek çeşitli yerlere gönderilen ajanlardan bahsederler. Bu değinmelerin birçoğunun birbirine benzemesi, yazarların çoğunun aynı kaynakları kullandığı görülünce şaşırtıcı olmaktan çıkar. 

Bu teşkilat neydi nasıl oluştu, amaçları neydi, personeli kimdi ve para kaynakları nelerdi? Özellikle, teşkilatın cihat uğruna sarf ettiği gayret nelerdi, bu konuda neler yaptılar? Bütün bu sorulan cevaplarını arayalım şimdi. 
TEŞKİLAT-I MAHSUSANIN KURULUŞU

Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluş tarihini tam olarak saptamak güçtür. Bir kaynağa göre Enver Paşa’nın teşkilatın kurulmasına ilişkin gizli bir emir yayınladığı 5 Ağustos 1914’e kadar Teşkilatı Mahsusa kendi adıyla resmi bir kimlik kazanmamıştı. Ne var ki Cemal Paşa hatıralarında Teşkilatı Mahsusa’nın 1913’te Batı Trakya’yı işgalinden bahseder. Cemal Paşa’nın bu ifadesi, Enver Paşa’nın kendisine kıyasla Batı Trakya’daki olaylara daha yakın olmasına bağlanmıştır. 

Ne olursa olsun, çoğu kaynak, şu konuda görüş birliği içindedir: Teşkilatı Mahsusa, Enver Paşa ile yakın arkadaşı Süleyman Askeri’nin idare ettiği ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Batı Trakya’ya ilişkin kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle meydana gelmişti. Söz konusu örgütte, Eşref ve Selim Sami Kuşçubaşı, Çerkez Reşit ve Hüsrev Sami de bulunuyordu. 

Eşref Kuşçubaşı’ya göre örgüt, 1911 ile 1913 arası bir tarihte gayrı resmi olarak Teşkilatı Mahsusa diye adlandırılmaya başlandı. Kuşçubaşı ayrıca şu noktaya dikkat çeker: Teşkilat, ister Batı Trakya geçici hükümeti, Fedai yi Zabıtan, Umur-u Şarkiye veya Teşkilatı Mahsusa ismini taşısın, Enver Paşa’nın yönetiminde aynı tür faaliyette bulunan ve aynı insanlardan oluştuktan sonra, bunun bir önemi yoktu.Dolayısıyla, çalışmamızda Teşkilatı Mahsusa terimi, 1911-1918 dönemi boyunca faal olan bu grubu ifade etmek için kullanılmıştır. 

Aslında, Teşkilatı Mahsusa diye bilinen örgüt 1903 ile 1907 arasında oluşmuştur. O dönemde Eşref Kuşçubaşı ile birkaç sürgün ve kaçak, Arabistan’da II. Abdülhamid’e karşı ihtilalci bir komite kurmuşlardı. 1908’de meşrutiyetin ilanından sonra; Enver Bey ve muzaffer İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin diğer liderleri, hala serüven arayan İttihatçı gruplara katılmak üzere İstanbul’a gelen bu gayrı resmi gruba çeşitli görevler verirler. Gruba verilen görevlerin birçoğu, iktidar mücadelesiyle, öncelikle Abdülhamid taraftarlarına, sonra da diğer İttihatçı aleyhtarı çevreler, özellikle Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na karşı yürtülen mücadeleyle ilişkiliydi. 1911 yılının sonunda, Trablusgarp’taki İtalyan işgaline karşı direniş harekete esas ilgi odakları olmuştu. 

TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN FAALİYETLERİ

Teşkilatı Mahsusa ismi, bu grup içinde muhtemelen, İttihatçıların Ocak 1913’teki hükümet darbesi sonrasına dek kullanılmıştı. 1913 yılı boyunca teşkilatın ajanlarının ve çetelerinin bir çoğu, Osmanlı Devleti’nin Rumeli bölgesinde yetiştirilmişti, bu bölgede merkezi hükümete karşı “dağlara çıkmak” kökleşmiş bir gelenekti. 

Teşkilat, 1913’te Edirne’nin Bulgarlara bırakılmasına karşı durulmasında aktif bir rol oynadı, oysa Osmanlı Hükümeti şehrin kaybına razı görünüyordu. Teşkilatı Mahsusa, Temmuz 1913’te Edirne’nin geri alınmasından kısa bir süre sonra, Enver Bey’in emirleri üzerine, bu bölgeyi Bulgarlardan kurtarmak umuduyla kısa ömürlüde olsa Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti’ni kurdu. (Teşkilatı Mahsusa’yı beş yıl sonra yine başka bir Türk Cumhuriyeti kurarken görüyoruz. Bu sefer, balkanlardan binlerce kilometre uzakta, Anadolu’nun Şark hudutlarında bir devletin kuruluşuna imza atarken görüyoruz. Bu devlet, Kars ve civarında 1918’de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’dir.

Süleyman Askeri Bey, bölgenin Müslüman ahalisinin önde gelenlerini, toplumda sözü dinlenen ulemayı, Enver Paşa’nın çabalarıyla, Gümülcine’de bir genel kongreye davet eder. Bu bölgeye göreve gönderilirken, daha rahat hareket edebilmesi ve icraatlarının etkili olabilmesi için İstanbul’daki hükümet tarafından kurulan Muhacirin Müdüriyeti İdaresi’nin başına getirilir. Gümülcine’de Süleyman Askeri Bey, Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti’nin ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti adı altında bir hükümetin kurulduğunu da ilan edecek düzeyde etkili çalışmıştır. 

Yunan ve Bulgar Krallığı, ilan edilen Cumhuriyet’i ve Hükümet’i tanımak zorunda kalırlar. Hükümet hemen para ve pul bastırır. Hükümetin geçici başkanlığına ise, teşkilatın güvendiği Gümülcine Belediye Başkanı getirilir. 

Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti’nin devlet ve hükümet üyeleri şunlardır:

Cumhurbaşkanı Hafız Salih Efendi, Hafız Galip, Hacı Saffet Bey, Hüseyin Paşa, Mehmet Paşa, Hacı İsa Efendi, Şükrü Bey, Süleyman Askeri, Hilmi Paşa ve Eşref Sencer Bey de hükümet üyeliğine getirilirler. Teşkilatı Mahsusa’nın iki numaralı adamı Süleyman Askeri Bey de, yeni Cumhuriyetin Genelkurmay Başkanlığını yürütür. Altında oluşturduğu ordu kadrosu şöyledir:

Batı Trakya Genelkurmay 2. Başkanı Çerkez Reşit (Çerkez Ethem’in kardeşi), Harekat Şube Müdürü Üsteğmen Manastırlı Halim, Topçu Kuvvetleri Komutanı Topçu Yüzbaşı İhsan (Eryavuz), Süvari Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İlyas Seçkin, Ağır Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Ömer Lütfü, Akıncı Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Sırçıfeli Ekrem, Akıncı Kuvvetler İkinci Komutanı Üsteğmen İskeçeli Arif, Hücum Taburu Komutanı Yüzbaşı Kısıklılı Cemil, Milli Kuvvetler Komutanı Kuşçubaşı Eşref Sencer, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Manastırlı Hüsrev Sami (Gerede), Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Cihangiroğlu İbrahim Bey. 

Bölge ve yeni hükümet her yönüyle şartlar ne olursa olsun Teşkilatı Mahsusa’nın kontrolü altındadır. Böylece Türk Tarihi’nin ilk Cumhuriyet’i bu devlet olmuştur. Bu devletin asker sayısı 4 Ekim 1913 tarihi itibariyle yirmi dokuz bin olduğu belirtilmiştir. 

Bu hükümet 25 Ekim 1913’e kadar yaşayacaktır. Bundan sonrası ise gizli servis ile hükümet arasındaki anlaşmazlıklar ve karşı çıkışlara geçer. Hükümet barış görüşmelerinde tamamen boşaltılmasını kabul etmiştir ama Teşkilat-ı Mahsusa’nın bazı elemanları bu karar karşı direnir. Süleyman Askeri çaresiz kalmıştır. Duruma o dönemin İstanbul muhafızı Cemal Bey, yani Cemal Paşa müdahale eder. Teşkilat onu sevmektedir; o da bu etkisini kullanır.

Osmanlı Hükümeti Eylül 1913’te Bulgaristan’la gönülsüzce bir barış antlaşması imzaladıktan sonra bile Enver Paşa, Trakya’ya işadamı ve hoca kılığında ajanlar göndermeye devam etmiştir. Bu ajanların görevi yeni çeteler oluşturmak ve eğitmektir. 

Trakya’daki ajanlar, Enver Bey’e göre düzenli ordunun moral bozukluğu ve muhalefetin gücü karşısında etkili olabilecek tek askeri kuvvet niteliğini taşıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa ajanları, Süleyman Askeri, İzmitli Mümtaz, İskeçeli Arif ve Eşref Kuşçubaşı bu girişimde önde gelen roller oynadı. 

Enver Paşa’nın planı, Makedonya ve Batı Trakya’daki Türklerin Doğu Trakya ve Anadolu’ya yerleştirilmesini de kapsıyordu. Bu yerleştirme planının uygulanışını, Süleyman Askeri’nin gözetimi altında İskeçeli Arif, Filibeli Halim Cavit, Şehreminli Çerkes Sadık ve Kırkkiliseli Ali Rıza yönetmişti. Trakya’daki diğer önemli ajanlar arasında, Temmuz 1908’de Manastır Kumandanı Şemsi Paşa’yı öldüren Atıf Kamçılı, Dr. Nazım, Trabzonlu Rıza, İsmail Canbulat, Yüzbaşı İhsan, Hüsameddin, Sapancalı Hakkı, Hüsameddin (Ertürk), Ohrili Eyüp Sabri ve Hayreddin bulunuyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkez-i umumi üyelerinden Mithat Şükrü Bleda ve Dr. Bahattin Şakir faaldiler ve daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa siyasi bürosunun idarecileri oldular. Bu kişilerin birçoğu 1908’den önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli isimleri arasındaydı ve İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca bu özelliklerini korudular. 

Balkan Savaşı sırasındaki Rumeli’de yürüttüğü bu harekâtlarla başlayarak, Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri tedrici olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününe yayıldı. Bu arada Enver Paşa’nın gücü arttı devlete canlılık kazandırma planları daha yaratıcı ve kapsamlı hale geldi.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...