MEHMET AKİF İSTİSMARI ve GERÇEKLER |
Akif'in Kemiklerini Sızlatmak
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları her şeyi kullanır hale geldi. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı yandaşlar için artık milli bayramlar, Cumhuriyet dönemine damga vurmuş önemli kişilerin doğum ve ölüm yıldönümleri Atatürk ve Cumhuriyet'e saldırmak için bulunmaz fırsat günleri!..
Örneğin, geçtiğimiz günlerde (27 Aralık) Cumhuriyet tarihine damga vurmuş isimlerden Mehmet Akif Ersoy'un 76. ölüm yıldönümüydü. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, Mehmet Akif'in ölüm yıldönümünde Akif'e bir Fatiha okumak yerine Akif üzerinden Atatürk'e ve Cumhuriyet'e saldırmaya çalıştılar. Hep yaptıkları gibi "resmi tarih yalan söylüyor" iddiasıyla kendi günyüzü görmemiş yalanlarını sıraladılar tv ekranlarında gazete köşelerinde...Yine tarihi çarpıttılar arsızca... Yine gerçeği eğip büktüler fütursuzca... Yine din istismarı yaptılar Allah'tan korkmadan...
Neymiş efendim! Mehmet Akif, Atatürk Şapka Devrimi'ni yapınca buna çok bozularak (!) Mısır'a gitmiş. Yani bir anlamda Atatürk'ün çağdaş Türkiye'sinden kaçmış!
Neymiş efendim! Mehmet Akif, Cumhuriyeti benimsememiş, devrimleri eleştirmiş! Neymiş efendim! Atatürk Mehmet Akif'ten hoşlanmazmış! Hatta Akif'in mezarının ziyaret edilmesini yasaklatmış! Neymiş efendim! Mehmet Akif, Mısır'da yaptığı Türkçe Kuran tercümesinin namazda okutulacağını düşündüğü için bu tercümeyi yakmış! Neymiş efendim! Mehmet Akif, Atatürk'ten hiç hoşlanmazmış! Hatta nefret edermiş!
gibi daha onlarca iddia/yalan saçtılar ortaya Akif'in 76 ölümyıldönümünde... Çok bilmiş tavırlarla, türlü akıl oyunlarıyla, laf kalabalıklarıyla inandırmaya çalıştılar Müslüman Türk insanını bu yalanlarına...
(Onlar Türkiye Cumhuriyeti'nin iki ortak değeridir).
Kuvvacı Din Adamları Gibi
Her şeyden önce Mehmet Akif'i, Kurtuluş Savaşı boyunca İstanbul'da kalıp risaleler (küçük kitap) yazan, Kurtuluş Savaşı bittiğinde, 1922 yılında Ankara'ya gidip milletvekillerini "dinsizlikle" suçlayarak onları namaza çağıran bildiriler dağıtan bazı sözde din adamlarıyla karıştırmamak gerekir!
Çünkü; Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı'nın en buhranlı döneminde, 1920 yılında Ankara'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katılmış bir vatan şairidir. Atatürk'ün bütün din adamlarından, hatiplerden, aydınlardan isteği doğrultusunda o da Anadolu'yu dolaşarak halkı Kurtuluş Savaşı'na katılmaya çağırmıştır. Kastamonu Nasrullah Camii'nde yaptığı konuşma çoğaltılarak elden ele dağıtılmıştır. Bu arada I. Meclis'te Burdur milletvekili olarak görev yapmıştır. On gün aralıksız çalışıp yazdığı İstiklal Marşı için kendisine verilen para ödülünü geri çevirmiştir. Özetle Akif, Kurtuluş Savaşı'nda "Ya istiklal ya ölüm!" diyen Atatürk'ün yanındadır. Savaştan sonra "Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın" demiştir. Çağdaş Bir Müslüman Aydın
Akif, bağımsızlıktan yana çağdaş bir Müslüman şairdir. Bu nedenle Atatürk'ün, "Muasır medeniyetler düzeyine ulaşmalı hatta o düzeyi aşmalıyız" hedefine inanmıştır. Müslüman Türkiye'nin çağdaşlaşmasına asla karşı değildir. Öyle ki Akif, "Kafası gavur kalbi Müslüman" nesillere ihtiyaç olduğunu söylecek kadar Batı'nın yönetemine, yani akıl ve bilime önem vermiştir.
Akif, dine cahil softaların gözüyle bakmayarak batıl inanışlara karşı mücadele etmiştir. Akif'e göre İslam dini "ÖLÜLER DİNİ" değildir.Ona göre Müslümanlık "HAYAT DİNİ, İNSANLIK DİNİ"dir.Bu nedenle softalığa karşıdır.
Şu dizeler Akif'indir:
"Tevekkülün manası hiç öyle değil Yazık ki beyni örümcekli bir yığın cahil Nihayet dine oynayarak en rezil oyunu Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hale onu." Akif, gerçek İslam ile çağdaş bilimin çelişmediğini savunmuştur. Akif, iyi bir Müslümandır. Hiiçbir zaman çevresindeki insanlara, hatta ailesine bile dinsel konularda baskı yapmamıştır. Örneğin, eşinin ve kızının başı açıktır.(Bkz. ekteki foto).
(Akif’in eşi İsmet Hanım, Oğlu Emin Bey ve Kızı Feride Hanım)- (Akif oğullarıyla birlikte)
Akif, "Resim yapmak günah" diyen bizim cahil softalara inat, kızı Suat'a, Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'dan resim dersleri aldırmıştır.
Akif, Müslüman Türk toplumunun gelişim dinamizmini engelleyen eski geleneklere de karşıdır. Örneğin 1936 yılında Emine Abbas Hanım'a yazdığı bir mektupta müzik hakkında şunları şöyle demiştir: "Paris'teyken dünyanın en büyük sanatkarlarını dinlediniz. Ne mutlu size. Bendeniz son zamanlarda hanende musikisinden adeta iğrenir gibi oldum". Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının Cumhuriyete, devrimlere karşı olduğunu iddia ettiği Akif, görüldüğü gibi Batı musikisine özlem duymakta "hanende musikisi" diye adlandırdığı Alaturka musikiden ise "iğrenir gibi" olmaktadır. Akif de Atatürk gibi Alaturka musikiden "uyuşturucu negamet" diye söz etmiştir. Şu beyit Akif'indir: "Ne musikimize girmiş uyuşturur negamet Ne şiirimizden olur tarumar fikr-i hayat"
Bir dönem (sadece 6 ay) kulakları çok sesli Batı musikisine alıştırmak için Alaturka muski çalınmasını yasaklayan Atatürk'ü "gelenek" ve hatta "din düşmanı" olarak adlandıran Karşı devrimci softalar,Akif'in Alaturka musikiden "adeta iğrendiğini" öğrendiklerinde Akif'e de "gelenek" ve "din düşmanı" derler mi? Ne dersiniz?
Hem Akif hem Atatürk kendi musikilerine karşı değildir şüphesiz, ancak her ikisi de objektif bir yaklaşımla ortada bir sorun olduğunu tesbit edip bu sorunun adını koymuşlardır cesurca.
Özetle: Akif, Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki "çağdaşlaşmacı" devrimlere de karşı değildir. Onun karşı olduğu bazı yanlış uygulamalardır. Akif, Şapka Devrimine Karşı Olduğu İçin Mısır'a Gitdi Yalanı
Mehmet Akif, 1925 yılında Şapka Devrimi'ne karşı olduğu için değil, Atatürk'ün TBMM'nin onayıyla kendisine verdiği Kuran'ın Türkçe'ye tefsiri ve tercümesi görevini rahat bir şekilde yerine getirmek için Mısır'a gitmiştir. Bu görevi için TBMM kendisine özel bir tahsisat (ödenek) de ayırmıştır. (Belge aşağıda).
Aslında Akif daha Kurtuluş Savaşı'ndan önce Mısır'a gitmek istemiştir. Ancak Ankara'ya gidip Kurtuluş Savaşı'na katılınca bu yolculuğunu savaş sonrasına ertelemek zorunda kalmıştır. Akif, ilk olarak 1923 yılında Abbas Hilmi Paşa'yla Mısır'a giderek 7 ay kalmıştır. Akif, 1924 yılında Türkiye'ye geri dönmüştür. Akif, 1924 yılının sonunda ikinci kez Mısır'a gitmiştir. Akif, 1925 Mayıs'ında bir kere daha Türkiye'ye dönmüştür. Akif, üçüncü olarak Eylül 1925'te Mısır'a gitmiştir. Bu seferki gidişinin nedeni de Şapka Devrimi'nden kaçmak değil, Atatürk'ün, TBMM'nin onayıyla kendisine verdiği KURAN'I TÜRKÇEYE TEFSİR ve TERCÜME ETME görevidir. Akif burada ayrıca "Selahaddin-i Eyyübi" adlı manzum bir piyes yazmayı da planlamıştır. Görüldüğü gibi Akif, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının iddia ettiği gibi 1925 yılındaki Şapka Devrimi'ne karşı olduğu için Mısır'a gitmemiştir.O daha önce iki kez gittiği Mısır'a 1925'te üçüncü kez gitmiştir. Gidiş nedeni ise bir kaçış veya sürgün değil, hem kendi projesini hem de kenidisne verilen görevi yerine getirmektir. Kuran Tercümesi Görevi Neden Akif'e Verildi?
Çünkü din alimlerinin daha önce yaptığı tercümeler yeterli görülmemiştir. İslam dinini ve Kuran-ı iyi bilen bir şairin Kuran'ın musikisini de dikkate alacağı, böylece Kuran'ın ruhuna çok daha uygun şiirsel bir çeviri yapacağı düşünülmüştür. Bu nedenle Akif gibi Kuran-ı iyi bilen, Arapça'ya hakim çok iyi bir şair bu işle görevlendirilmiştir. Ayrıca Akif, "Çanakkale Destanı" ve "İstiklal Marşı" gibi "dini-milli" şiirlerin şairi olarak Kuran'ın Türkçeye çevirisi gibi çok önemli bir "dini-milli" görevi hakkıyla yerine getirecek kişi olarak düşünülmüştür. Aslına bakılacak olursa bu görev sadece Akif'e verilmemiştir, aynı anda (1925 yılında) Elmalılı Hamdi Yazır'a da verilmiştir. Yani hem Kuran'ı iyi bilen bir şair, hem de çok iyi bir din alimi aynı anda bu işle görevlendirilmiştir. Nitekim Akif'in yarım bıraktığı işi Elmalılı tamamlamıştır.
Akif: "Yaptığım Tercüme İçime Sinmedi"
Akif, Mısır'da Kuran tefsir ve tercüme işine giriştiğinde, bu işin düşündüğünden çok daha zor bir iş olduğunu anlamış, Kuran'ı bir şair olarak kendisinin hakkıyla Türkçeye tercüme edemeyeceğini hissetmiştir. Akif, yakınlarına, yaptığı tercümeyi beğenmediğini, Kuran'daki ifadelerin tam karşılığını tercümeye yansıtamadığını, kısacası çeviriyi hakkıyla yapamadığını açıklamıştır. Akif, 1931'de daha önce yapıp gönderdiği tercümeleri geri istemiş, aldığı avansı da geri vermiştir.Meali soranlara, daha eksikleri olduğunu, üzerinde daha çalışılması gerektiğini, kendisini tatmin etmeyen bir eserin başkalarını da tatmin etmeyeceğini belirtmiştir. Son hastalığında, "İyi olursam getirir, üzerinde meşgul olurum. Belki o zaman basılabilir" demiştir.
Akif Mısır'dan dönmüş ve ölümünden birkaç ay önce hasta yatmaktadır. Ziyaretine gelenlerrden biri Kuran tercümesinin ne durumda olduğunu merak etmişir. Akif misafirinin merakını gideren açıklamalar yapmıştır. Mithat Cemal Kuntay'ın anlatımıyla: "Tercümeyi bitirmişti. Bastıracaktı.Hatta karar vermişti, bir ilmi heyet tetkik edecekti. Ve Mevlana Mehmet ALi'nin İngilizce Kuran tercümesi gibi ipek kağıtlara bastıracak, ortaya metni, etrafına tercümesi konacaktı. Ve ilave etti: 'Beyaz etmiştim'. Misafir daha fazla merak ederek sordu: 'Niçin bastırmıyorsunuz, madem ki beyaz da etmişsiniz' 'Beyaz etmiştim ama gün geçtikçe kenarları yine simsiyahtı. Kafi şeklini verdim sandıktan sonra yine düzeltiyordum. Bazı bir tek kelimenin daha iyi mukabilini buluyordum. O zaman bütün Kuran'da da bu kelimenin tercümelerini baştan başa değiştirmek lazım geliyordu' Misafir bu lüzumsuz titizliği anlamayan gözlerle susuyordu.Akif anlatmaya mecbur oldu. 'Bir lisan ki bir kelimesi, bir sigası hep birden hem zat, hem zaman, hem mekan ifade eder.Bunun başka bir lisana tercümesi nasıl kabil olur?' Hülasa (özetle) bu Kuran tercümesi Akif'in gözünde bir türlü bitmiyordu. 'Tercüme bitti ama" diyordu 'tashihi bitmedi. Bakalım o mu benden evvel bitecek ben mi ondan evvel" .(Mithat Cemal (Kuntay), Mehmet Akif, Hayatı-Seciyesi-Sanatı, 2.bas, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara, 1990,s.196-198) Maalesef Akif ondan önce bitmiş ve tercüme tamamlanamamıştır.
Atatürk döneminin tanıklarından din adamı Ercüment Demirer, Mehmet Akif'in Kuran tefsir ve tercümesinden neden vazgeçtiğini şöyle ifade etmiştir: "Mehmet Akif yazdığı tesfiri noksan yaptığını, tam karşılığını veremediği düşüncesine kapılarak yırtmıştır. Nitekim bize, 'Kuran'ı istediğim şekilde tesvir edemedim' demişti. Mehmet Akif Kuran'ın sadece ölüler için okunan bir kitap olmadığını iyi bilenlerdendi. Buna işaretle manzum olarak şöyle söylemiştir: 'Açarız nazmı celilin bakarız yaprağına Yahut üfler geçeriz, ölünün toprağına, İnmemiştir hele Kura, bunu hakkıyla bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için"
Özetle, "Akif'in Kuran tercümesini namazda okutulacağı düşüncesiyle yaktığı" iddiasını ileri sürenleri, o günlerde Akif'in yanında bulunan Akif'in dostları çürütmektedir. Gerçek şu ki, Akif, Kuran'ı tam anlamıyla Türkçeye tercüme edemediğini düşündüğü için tercümeyi yetkili makamlara teslim etmemiştir. Yaptığı iş içine sinmemiştir.
Atatürk, Akif'in Kuran Tercümesinin Peşinde
Akif, Kuran tefsir ve tercümesini hakkıyla yapayamaycığını düşünse de Atatürk, Akif'in bu görevin üstesinden geleceğine hep inanmıştır. Bu nedenle de Akif'in Kuran tercümesinin izini sürmüştür. Bu doğrultuda tercümeyi bulmak için Mısır'a adam göndertmiştir. Kazım Taşkent'in tercümeyi bulmak için Mısır'a gönderdiği adam Akif'in tercümeyi emanet ettiği Mısırlıyı bulmuş, ancak Mısırlı onu yaktığını söylemiştir.
Bunun üzerine Atatürk bu sefer de hakkı Tarık Us'u Mehmet Akif'le görüşmeye göndermiştir. Tarık Us Akif'e gidip, "Atatürk'ün tercümeyi istediğini" söyleyince Akif yaptığı tercümeleri Mısır'da birisine verdiğini, onun da başka birine verdiğini, ancak zaten yaptığı tercümeyi beğenmediğini, eğer iyileşirse yeniden bir cüz yaparak onu Atatürk'e takdim edeceğini, Atatürk beğenirse tercümeye devam edeceğini belirtmiştir. Hakkı Tarık Us, bütün ısrarlarına rağmen mevcut tercümenin nerde ve kimde olduğunu öğrenememiştir. Asaf İlbay bu konuda Atatürk'ün şöyle dediğini aktarmıştır: "Şair Akif'e Kuran tercüme edilmesi vazifesi verildi ve kendisine 10.000 lira gönderilmiş olduğu halde bugün yarın diye işi uzatmakta ve nihayet tercümeyi güya meçhul bir adrese göndermiş olduğu cevabını vermektedir." Atatürk, adeta bıkıp usanmadan Akif'ten tercümeyi istemiş ve her şeye rağmen Akif'in 1936 yılına kadar tercümeyi bitirip kendisine teslim edeceğini düşünmüştür. Ancak bu beklentisi sonuçsuz kalmıştır. Bu durum Atatürk'ün Akif'e kırılmasına neden olmuştur. Karşı Devrimci softalar, bu gerçekleri bilerek veya bilmeyerek Akif'in yaptığı Kuran tercümesinin namazda okutulacağını düşünerek tercümeyi yaktığını iddia etmişlerdir. Ancak bu iddia tamamen bir yakıştırmadır. Nitekim bugün tercümenin önemli bir bölümü bulunmuş, böylece yakılmadığı kesin olarak anlaşılmıştır. Ayrıca Akif, gerçekten de Kuran'ın Türkçe tercümesinin namazda okutulacağını düşündüyse bu düşüncesinde yanıldığı çok açıktır. Çünkü bilindiği gibi Akif'in tam anlamıyla yapamadığı/yapıp da içine sinmediği için teslim etmediği Kuran'ın Türkçeye tefsir ve tercümesini Atatürk, TBMM'nin onayıyla Elmamlılı Hamdi Yazır'a yaptırmıştır.Yazır'ın yaptığı tercüme de o hiçbir zaman namazda kullanılmamıştır. Karabekir'in Çarpıtması ve Gerçek
Kazım Karabekir, Atatürk'le görüş ayrılığına düşüp, İzmir Suikasti nedeniyle İstiklal Mahkemesi'nda yargılandıktan sonra kaleme aldığı kitaplarında doğru yanlış, belgeli, belgesiz Atatürk'ü alabildiğince eleştirmiştir. Karabekir'in bu eleştirileri/saldırıları arasında, Atatürk'ün, "Alçakça uydurulmuş, bana yapıştırmak istiyor"diye çok sert bir biçimde "yalan" olduğunu ifade ettiği "iftiralar" da vardır. Örneğin Karabekir, "Atatürk'ün Kuran'ı bazı İslamlık aleyhtarı kimselere tercüme ettireceğini" yazmıştır. Ancak bilindiği gibi Atatürk, Kuran tefsir ve tercüme işini "İslam düşmanı" kişilere değil, bu işi en iyi şekilde yapabilecek kişilere; Mehmet Akif'e, ve Elmalılı Hamdi Yazır'a vermiştir. Nitekim Elmalılı Hamdi Yazır'ın yaptığı Kuran tercümesi bugün hala aşılabilmiş değildir. Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır "İslam düşmanı" olmadığına göre Karabekir'in gerçekleri çarpıttığı çok açıktır.
Laik nitelikli devrimlerin ağırlık akzandığı 1925 yılında bile dönemin tek parti hükümetinin ve Atatürk'ün -iddiaların akisene- bu Kuran tercümesine ne kadar çok önem verdiklerinin en açık kanıtı Araştırmacı yazar Übeydullah Kısacık'ın ulaşıp "Bir İstiklâl Aşığı Mehmet Akif" adlı kitabında yayınladığı 10 Ekim 1925 tarihli orijinal belgeyle kanıtlanmıştır. Belge, Beyoğlu 4. Noteri'nde yapılan bir sözleşmedir. Sözleşmede Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır'ın yanı sıra Diyanet İşleri Riyaseti adına Aksekili Ahmed Hamdi Efendi'nin imzaları vardır. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı TBMM onayı ve Atatürk'ün isteği ile Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır ile bir Kuran tesfir ve tercüme sözleşmesi yapmıştır. Sözleşmeye göre Diyanet İşleri Başkanlığı'nca, Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır'a biner lirası peşin olmak üzere 6 bin lira ödeme yapılması taahhüt edilmiştir. Sözleşmenin aşağıda yer verdiğim madelerine göz atılacak olursa TBMM'nin (dönemin CHP Hükümeti'nin) ve Atatürk'ün bu Kuran tercümesi işine ne kadar büyük önem verdikleri çok açık bir şekilde görülecektir:
İşte orjinal diliyle o sözleşme:
1- Kur'an-ı Kerim'in tercümesiyle muhtasar bir surette tefsirini Mehmet Akif Bey ile Hamdi Efendi deruhde etmişlerdir. 2- Riyaset-i müşarunileyha Hamdi Efendi ile Mehmet Akif Bey'den her birine altışar bin lira te'diye edecektir. 3- İşbu meblağın te'diyesi şu suretle olacaktır: Her birine biner liradan cem'an iki bin lirası peşin verilecek ve mütebaki miktar birinci cüz nihayetinde yüz seksen altışar, diğer cüzlerden beheri nihayetinde yüz altmış altışar lira verilmek suretiyle muksitan te'diye edilecektir. 4- Tarz-ı tahrir şekl-i atide olacaktır. Ayet ve ayat-ı kerime yazılarak altına meal-i şerifi ve bunu müteakip tefsir ve izah kısmı yazılacaktır. 5- Tefsir ve izah kısmında bervech-i ati nukat nazar-ı dikkate alınacaktır. a) Ayat-ı kerime nisbetindeki münasebat b) Esbab-ı nüzul c) Kıraat 'Ki aşereyi tecavüz etmemek lazımdır.'' d) İktizasına göre terkib ve hükemanın izahat-ı lisaniyesi e) İtikatça Ehl-i Sünnet mezhebine ve amelce Hanefi mezhebine riayet olunarak ayatın mütazammın olduğu ahkam-ı diniye, şer'iyye ve hukukiyye, ictimaiyye ve ahlakıyye işaret veya alakadar bulunduğu mübahis-i hikemiyye ve ilmiyeye müteallik izahat bilhassa tevhid ve tezkir-i meva'ıza müteallik ayatın mümkün mertebe basit izahı, alakadar ve yahut münasebattar olduğu bazı tarih-i İslam vukuatı. f) ... müelliflerince yanlış veya tahrif yollu şeyler dermeyan edildiği görülebilen noktalarda tenbihat-ı muhtevi notlar. g) İnde'l-iktiza nasih ve mensuh ve muhassas. h) Baş tarafa mühim bir mukaddime tahririyle bunda hakikat-i Kuran'ın ve Kur'an'a müteallik mesail-i mühimmenin izahı 6- Peyderpey takarrür eden müsveddeler üçer nüsha olarak tebyiz edilerek biri Hamdi Efendi'de biri Akif Bey'de diğeri de riyaset namına heyet-i müşavere azasından Aksekili Hamdi Efendi'de bulunacaktır. 7- Müsveddelerin tebyiz ve inde'l-iktiza kütüphanelerden bazı eserlerin istinsah ettirilmesi için mumaileyhimin emrinde ücret-i maktu'a ile güzel yazılı bir yahut icab ederse iki zat istihdam olunacak ve bunlara takdir edilecek ücret riyasetten te'diye kılınacaktır. 8- İlk tab'ın Diyanet İşleri Riyaseti'nin hakkı olup on bin adet olarak güzel kağıda ve nefis bir surette tab ettirilecek ve fakat yüzde yirmisi müelliflere ait olacak ve tabın şeklini müellifler tayin edecektir. 9- Eser-i mezkurun esna-yı tabında formaların tashih ve tab'ına müteallik bütün iştigalat riyaset-i müşarunileyhaya aittir. 10- Sahifelerin istertopisi alınacak ve bila bedel müelliflere verilecektir. 11- Birinci tabından sonra hakkı tab yalnız müelliflere ait bulunduğu cihetle müellifler dilediği miktarda eser-i mezkuru tab edilecektir.
Şimdi Atatürk düşmanı din bezirganlarına soruyorum: Kuran'ı tahrif etmek işteyen bir hükümet ve bir lider, Kuran tercümesi yaptıracağı kişilerle Kuran'ın en mükemmel şekilde tercüme edilmesi amacıyla böyle ayrıntılı bir sözleşme yapar mı?
Bu belge, Akif'in 1925'teki Şapka Devrimi'ne kızdığı için Türkiye'den kaçıp Mısır'a gittiği yalanını da çürütmektedir. Görüldüğü gibi Akif 1925'te dönemin hükümetinin (CHP) ve Atatürk'ün resmi sözleşmeyle kendisine verdiği önemli görevi kabul etmiştir. Alan memnun satan memnundur. Ortada küsmek, kaçmak, sürülmek gibi bir durum yoktur. Eğer öyle bir durum olsaydı Akif gibi birinin "Ben sizin Kuran tercümesi işinizi de samimi bulmuyorum!" diyerek yaptığı sözleşmeyi yırtarak bu işten daha başından vaz geçip Mısır'a gitmesi gerekmez miydi? Ancak Akif sözleşmeyi imzalamış, avansı almış ve belli ki bu önemli görevi salim kafayla, rahat bir şekilde yerine getirmek için daha önce iki kez gittiği Mısır'a üçincü bir kez daha gitmiştir.
Atatürk'ü din düşmanı göstermek isteyen bizim din bezirganları "Akif'in ve Elmalı'nın Kuran tefsir ve tercümesi yapmakla görevlendirilmesinde Atatürk'ün hiçbir rolu yoktur! Bu işi TBMM yapmıştır!" diyerek akıllarınca bu işten Atatürk'e paye vermemeye çalışmaktadırlar. Bu din bezirganları, güya Atatürk bu işe karşıymış da TBMM Atatürk'e rağmen bu işi yapmış gibi bir aldatmacaya gitmişlerdir. Ama fena halde çuvallamışlardır. Çünkü, birincisi TBMM'nin Atatürk'e rağmen böyle önemli bir işi yapması imkansızdır. Bütün devrimler gibi bu devrimci adım da Atatürk'ün isteği, onayı ve bilgisi dahilindedir. İkincisi, Kuran'ın Türkçeye tercümesi Atatürk'ün "Din Dilinin Türkçeleştirilmesi" projesinin en önemli adımlarından biridir. Atatürk bu işle doğrudan ilgilidir. Kuran'ın Türkçeye tercümesini herkesten çok Atatürk istemiştir. Bu nedenle yukarıda belgesini verdiğim hafızlarla yapılan sözleşmede göze çarpan dinsel ayrıntıları belirleyen de bizzat Atatürk'tür. Bu gerçeği Hasan Rıza Soyak'tan öğreniyoruz. Atatürk ayrıca bu iş için hükümetin ödeneği dışında cebinden para da vermiştir. Dahası Atatürk 1932'de Ramazan ayında İstanbul'da camilerde, dönemin ünlü hafızlarına Kuran'ın Türkçe tercümesini okutmuştur. Atatürk bu iş için tam 9 gün aralıksız hafızları Dolmabahçe Sarayı'na çağırarak onlara camilerde Türkçe Kuran-ı nasıl okuyacaklarını bizzat uygulamalı olarak anlatmıştır. (Bkz. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, "Bir Ömrün Öteki Hikayesi", 6.bas. İnkılap Kitabevi, İstabul, 2012)
Akif: "Allah Benim Ömrümden Alsın O'na Versin"
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Karşı devrimci softalarca neredeyse "Atatürk düşmanı" olmakla itham edilen Mehmet Akif', Mısır'dan Türkiye'ye döndüğünde Atatürk hakkında aynen şunları söylemiştir:
"Mısır'da onbir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydımartık çıldırırdım. Sana halisane (gerçek) bir fikrimi söyleyeyim mi: İnsanlık da Türkiye'de milliyetçilik de Türkiye'de Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. ALLAH BENİM ÖMRÜMDEN ALIP O'NA (MUSTAFA KEMAL'E) VERSİN" (Akif'in böyle bir söz söylemediğini iddia edenlere pratik bir yanıt için bkz.)
İstiklal Marşı'nın yazarı Akif'in Atatürk'e böyle bir sevgi duymasından fena halde rahatsız olan bizim din bezirganları, "Akif böyle birşey demedi, bunlar uydurma, Akif, Atatürk düşmanıdr!" gibi niyet okumalarla Türk ulusunun iki değerini birbirinden uzak tutmaya çalışırlar. Diyelim ki, bizim din bezirganları haklı! Akif, Atatürk'le ilgili bu sözleri söylemedi! Ne değişir? Akif'in Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk'ün yanında bağımsızlık mücadelesine katıldığı, savaş sonrasındaki devrimler sürecinde, devrim karşıtı bir görünüm sergilemediği, bağnazlığa karşı olduğu, Kuran'ın anlaşılması, Türkçeleştirilmesinden yana olduğu ve dahası Atatürk'ün, TBMM'nin onayıyla kendisine verdiği Kuran tercümesi görevini kabul ederek çalışmalara başladığı gerçeği değişir mi? Bütün bunlar Akif-Atatürk ilişkisini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren gerçekler değil midir?
Akif'in Sıkıntıları
Bu gerçeklere karşın Akif'in Cumhuriyet döneminde bazı sıkıntılar çektiği de doğrudur. Yukarıda görüldüğü gibi Akif, Atatürk'ü "ona ömrünü verecek kadar" çok sevmektedir. Atatürk de özellikle Kurtuluş Savaşı sırasındaki katkıları, İstiklal Marşı'nı yazması, bağnaz bir İslam anlayışına sahip olmaması gibi nedenlere Akif'i çok taktir etmiştir. Böyle olduğu için Kuran'ın Türkçeye tefsir ve tercüme işini herkesten önce ona vermeyi doğru bulmuştur. Ancak Akif'in bir türlü bu işi tamamlayamaması Atatürk'ü Akif konusunda biraz hayal kırıklığına uğratmıştır. Atatürk, çok önem verdiği KURAN'IN TÜRÇEYE TERCÜME İŞİNİ yarım bıraktığı için 1930'larda Akif'e kırgındır, ancak -bizim Cumhuriyet tarihi yalancılarının iddia ettikleri- gibi Atatürk hiçbir zaman Akif'in mezarının ziyaret edilmesini yasaklamamış, Akif'i küçülten hiçbir açıklama yapmamış, hiçbir zaman Akif'e düşmanlık beslememiştir. Cumhuriyet'in Atatürk'lü yıllarında Atatürk'ün çevresindeki bazı isimler bile Atatürk'ü maalesef doğru anlayamamışlardır. Örneğin, Falih Rıfkı Atay, "Çanka"sında Laikliğin "dinsizlik" olarak algılandığını yazmıştır. Böyle bir ortamda dinsel hassasiyetleri yüksek Akif'in unutulduğu doğrudur. Ancak bu işin sorumlusu Atatürk değil, Atatürk'ü ve devrimi doğru anlamakta zorlanan yöneticilerdir. Nitekim bu yöneticilerin Atatürk öldükten sonra izledikleri politikalar, Atatürk'ü hiç ama hiç anlamadıklarını göstermiştir.
Atatürk'ün Rıfat Börekçi, Fevzi Çakmak gibi dinsel hassasiyetleri yüksek dostlarının olduğu da düşünülecek olursa Atatürk'ün dinsel hassasiyetlerinden dolayı Akif'i dışladığı iddiası da yerle bir olmaktadır. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına son bir hatırlatma: Gerçek bir Müslüman, gerçek bir vatansever, büyük bir şair olan Mehmet Akif sirozdan vefat etmiştir. Bu arada siroz hastalığının tek nedeni alkol değildir.Doktor raporlarına göre sirozdan vefat eden Atatürk'e "ayyaş" damgası yapıştıran softalarımız, "dindar" diye sahip çıktıkları Akif'e ne diyecekler acaba? Akif'e de sirozdan öldüğü için "ayyaş" derler mi bilemem ama içlerinde Akif'e "p...k" dediği iddia edilecek kadar alçalanların olduğunu biliyorum!.. AKP Gençliği Akif'i Doğru Anlarsa
Yeniçağ Gazetesi'nden Ahmet Gürsoy' un "AKP geçliği Akif'i doğru anlarsa Başbakan'ı bırakır" tespitine katılıyorum:
Şöyle ki:
Mehmet Akif Ersoy’un kitabı Safahat’a gönderme yaparak gençlere seslenen Başbakan, Mehmet Akif’in, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan aldığı, geniş İslam ve Osmanlı coğrafyasından derlediği medeniyet tasavvurunu kendi süzgecinden geçirdiğini ve bu millete teslim ettiğini söyledikten sonra, “Sizlere tavsiyem şudur; her evde bir Safahat olsun ama o yastık altı kitabınız olsun. Onu okurken uyuyun. O size huzur verir” dedi ve konuşmanın bir yerinde "Mehmet Akif gibi dindarlaşmaları" gerektiğini söyledi.
Sayın Başbakan, eğer AKP gençliği Mehmet Akif gibi dindarlaşırsa, önce "millici" olur, sonra Kurtuluş Savaşı'na ve sonrasında kurulan çağdaş Cumhuriyet'e sahip çıkar, çağdaş bir yaşam sürer, ailesine ve çevresindekilere dinsel baskı yapmaz, çok daha önemlisi Said-i Nursi gibi sözde din adamlarına karşı çıkar, dahası Akif gibi Atatürk'ü sever...
Sayın Başbakan, AKP gençliği Akif'i eğer doğru anlarsa korkarım artık AKP gençliği olmaktan çıkar.
Buna hazır mısınız, Sayın Başbakan!
Not: Bu konunun ayrıntıları, kaynakları için bkz. Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, "Bir Ömrün Öteki Hikayesi", 4. bas, İstanbul, 2012, s. 673-679 Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının yalanlarına yanıt vermeye devam edeceğim. Sinan MEYDAN- 28 Aralık 2012 |