13 Eylül 2013

CİNLERİN SIRLARI YEDİ


CİNLERİN SIRLARI YEDİ

Cinlerin Fırkaları ve Mezhebleri

Yüce Allah, Cinlerin «Bizden salilı kimseler olduğu gibi, salih olmıyanlar da vardır. Çeşi 11 i mezhebleresahibiz.» dediklerini haber vermiştik- Onlar da çeşitli mezheblere sahiptirler. Cinlerin Müslümanları bulunduğu gibi, kâfirleri, Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bid’at gibi fırkaları ela vardır. Cenab-ı Hak Kur’ân’da onların şöyle dediğini hikâye eder :
«Gerçek, kimimiz Müslümanlar, kimimiz ise zülm edenler.. Müslüman olanlar (yok mu?) İşte onlar doğru yolu arayıp bulmuşlardır. Zülmedenlere gelince: Onlar da Cehenneme odun oldular.» (El-Cin sûresi: 14-15)
Yukarıda anlatmıştık. Nusaybin cinleri Yahûda idi. Bunu niçin (Musa’dan sonra indirilen kitap) tâbirini kullanmışlardır. Hatîb b. Ebı Beltea’nın rivayet ettiği hadîste de Hz. Peygamber’in (S.A.V.) «Öldürülen Cin, Amrb. el – Cumâne’dir. Onu Nasrâni olan Muhsen bCuşen öldürmüştür.» buyurduğunu anlatmıştık.
İmam Ahmed «En – Nasih Vel – Mensuh» adlı kitabında der ki: «Muttalib b. Ziyad es-Sûddî’den şöyle nakl etmiştir: «İnsanlarda olduğu gibi Cinlerde de Kaderiye, Mürcie ve Şia taifeleri vardır. Yunus, Katade- den nakl ettiği tefsirde der ki: «Onlar muhtelif görüş- lerde olan bir kavimdir. Abdul-Vahab Said’in tefsirinde Katade’den nakl ediyor: «Şüphesiz bizden salih kim- seler olduğu gibi, bunun dışında olan kimseler de vardı.Biz çeşitli mezheblerde idik.» sözünü, (Kavim çeşitli hava ve heves üzere idi) şeklinde tefsir etmiştir.

Cinlerin İnsanlarla Beraber ve Münferit Olarak İbadet Etmeleri ve Onların İnsanlar Gibi Zekât Vermeleri

İbn-i Eb’id-Dünya anlatıyor: «Hadis ulema’sı Ye- zîd er – Rekkâşî’den şöyle nakl etmişlerdir. Saflan b. Muharras, gece teheccüd namazına kalktığı zaman evindeki cinler de onunla beraber kalkar, kendisi ile namaz kılıp, Kur’ân’ım dinlerlerdi.»
Es-Serî:  «Yezîd’e sordum, bunun böyle olduğunu nasıl izah edersiniz?»  cevap verdiler:
  • O, namaz kılarken bir gürültü duydu ve bundan ürperdi. Kendisini şöyle bir sesle teskin ettiler:
  • Korkma, ey Allah’ın kulu! Biz senin kardeşleriniz, seninle beraber teheccüde kalkıp namaz kılıyoruz. Bundan sonra o korkmadı ve    cinlerin hareketlerine karşı ünsiyet kesbetti.»
Ebû Üsâme, el – Eclâh tariki ile Ebû Zübeyr’den nakl ediyor: «Abdullah b. Saffan ile beraber Beyt-i Şerife yakın bir yerde oturuyorduk. Irak yönündeki kapıdan bir yılan çıkageldi. Beyt’i Şerif’i yedi kere tavaf ettikten sonra Hacer-i Esved’in yanma geldi ve onu selâmladı. Abdullah tbn-i Saffan ona bakarak şöyle dedi: ((Ey Cin! Ümreni eda ettin. Çocuklarımıza bir zararın dokunur diye korkuyoruz, haydi artık git!» Bunun üzerine yılan dönüp geldiği yoldan gitti.»
Süiyan es – Sevrî, İkrime yoluyla İbn-i Abbas’dan şöyle nakl eder: «Hayber’den bir adam geldi; onun ardından iki adam daha geldi;, bir başka adam da o iki adamı takip ediyordu. Sonra o adam onlara erişti ve dedi ki:
  • Bu ikisi Şeytan’dır. Ben bunlardan ayrılmam. Seni bunlardan korurum; sen Resûlüllah (S.A.V.)’in yanma gittiğinde selâm söyle ve şu durumu kendilerine haber ver: Biz zekât toplama işleri ile uğraşıyoruz. Eğer bu topladığımız zekâtlar onun işine yararsa, hemen göndcılvcririz. Adam Medine’ye geldiğinde durumu Hz. Peygamber’e haber verdi. Ravî diyor ki: «Resûlüllah (S.A.V.) bu sözü duyunca o adamı yalnız başına dolaşmaktan men etti.»

    Cinlerin Yaptıkları İşlere Karşılık Sevab Alması

    Âlimler bu hususta iki ayrı fikir beyanında bulunmuşlardır. Bâzılanna göre, onlar sevap almazlar, lâkin
    Cekennemde de yanmazlar. Onlara: «Hayvanlar gibi toprak olun!» denilir. Ebû  Hanife’nin mezhebi budur. İbn-i Hacer ve diğerleri ondan böyle nakl etmişlerdir. İbn-i Eb’id- Dünyâ der ki: «Süfyan es-Sevrî  Leys b. Ebî Süleyrnden nakl etmiştir: (Cinlerin mükâfatı  Cehennemden kendilerine (Haydi toprak olun!) denilmek suretiyle kurtulmalarıdır. Hadîs ulemâsı Eb’uz- Zcnad’rtan şöyle nakl ederler: «Cennet Ehli Cennet’e, Cehennem Ehli de Cehcnnem’e girdiğinde Allah cinlerin mü’minlerine ve diğer milletlere: «Haydi toprak olunuz!» der. Bunu gören Kâfir de: «Ah keşke ben de toprak olsaydım!» der.
    İkinci görüş şudur: Onlar aynen insanlar gibi yaptıkları iyi amel karşılığında, sevab alırlar; kötü amel karşılığında ceza alırlar. Bu görüş İbn-i Ebî Leylâ ile Mâlik’in görüşüdür. İmam Evzaî, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’in de aynı görüşte oldukları söylenir.. Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’den nakl edildiğine göre, onlar aynen insanlar gibi amellerine göre hem sevab alırlar ve hem de cezalanırlar.
    Bu hususta İbn-i Abbas’dan (R.A.) sordular, o da şu cevabı verdi:
    «Evet, onlar, amellerine göre hem sevab alırlar, hem de cezalanırlar.»
    İbn-i Şâhin «Garaibus – Sünne»’de nakl ettiğine göre ülemadan bir çokları  İbn’il – Münzirden şöyle nakl eder: «Damura b. Habîb’e sordum:
    • Cinler yaptıkları iyi işlere karşılık mükâfatlandırılırlar mı?
    • Evet, diye cevap verdi.
    İbn-i Ebî Hâtem, tefsirinde şöyle anlatıyor: İbn-i Ebî Leylâ, Cinlerin de sevap alacaklarını söylemiş ve Kur’ândan şu âyeti delili göstermiştir: «Her birerleri için, yaptıkları amelden dolayı dereceler vardır.»
    tbr&’is- Salâh da Maliki mezhebinden olan Muham- med b. Ez – Zeyyad’m aynı  fikirde olduğunu, o da aynı âyeti delil olarak gösterdiğini yazıyor.
    İbn-i Vehb’den aynı meseleyi sorduklarında: «Evet onlar da sevab alırlar» demiş ve Kur’ân’dan şu âyeti delil göstermiştir: «İşte o (ve benzerleri) cinden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip geçen ümmetler arasından, üzerlerine (azab) sözii hak olmuş (kimseler) dir. Çünkü bunlar hüsrana uğramış olanlardır. Herkesin yaptıklarına göre dereceleri (mertebeleri) vardır.» (El – Ahkâf, 18 – 19).
    Muhammed b. Rüşd, (El – Câmiatü Lil – Beyâni Vet- tahsîl) adlı kitabında der ki: Cinler de sevab alır ve cezalanırlar. Delil olarak Cenab-ı Hakkın şu kavlini okudu: «Gerçek, kimimiz Müslümanlar, kimimiz zulm edenler. Müslüman olanlar (yok mu?) işte onlar doğru yolu arayıp bulmuşlardır. Zulm edenlere gelince: Onlar da cehenneme odun oldular.» (El-Cin: 14-15).
    İbn-i Rüşd’ün getirdiği bu delil gayet açık ve kuvvetli bir delildir. Bunda herhangi bir işkâl yoktur. Bilâkis bu bâbta kat’î bir delildir. Buradaki «Zuim edenlere gelince» kavlinden murat, doğrudan doğruya Cinlerin müşrikleridir. Çünkü «Bizden kimimiz Müslümanlar» kavli buna açık olarak delalet etmiştir. Demek ki, Cinler arasında aynı insanlar da olduğu gibi, hem müs- lümanlar, hem kâfirler vardır. Onların Yahûdisi ve Nasranisi de vardır. Hattâ Mesûcî ve putperestleri de mevcuttur.
    Bâzı müfessirler «Gerçekten bizden salihler vardır. Bizden salihlerin dışında kalan kimseler de vardır» âyet-i kerimesini şöyle tefsir etmişlerdir: Yâni, bizim içimizde mü’minler ve mü’min olmayanlar vardır.
    (Künnâ  tarâika kıdedâ) âyetini de «Yahûdi, Nas- ranî, Mecûsî, putperest)» gibi çeşitli küfür mezhebleri ile tefsir etmişlerdir.
    Hadîs âlimlerinden bazıları, Muğîs b. Sumey’den şöyle nakl etmişlerdir: «Allah kâinatta ne yaratmış ise, hepsine sabah – akşam Cehennemin sesini duyurmuştur. Ancak hesab ve ikâba maruz bırakacağı varlıkları bundan istisna etmiştir.

    Cin Kâfirlerinin Cehenneme Girmesi

    Cinlerin kâfirlerinin Cehenneme gireceklerine dair bütün âlimlerin söz ve fikir birliği vardır. Delil olarak Cenab-ı Hakkın Ateş onların varacakları yerdir» âyeti ile yukarıda arz ettiğimiz «Zulm edenlere gelince: Onlar da Cehennem odunu oldular» âyetlerini göstermişlerdir.

    Cin Mü’minlerinin Cennete Girmesi

    Bu hususta âlimler dört ayrı fikir serd etmişlerdir:
    1. — Onlar Cennet’e gireceklerdir. Bu fikir, ulema çoğunluğuna aittir. İbn-i Hazm «El-Milel» kitabında, İbn-i Ebî Leylâ ve Ebû Yûsuf dan aynı fikri nakl ederek, «bizim de görüşümüz budur,» demiştir. Sonra bu görüşte olanlar, onların Cennette yeyip yemeyeceklerine, içip içmeyeceklerine dair ihtilâf etmişlerdir. Münzir b. Saîd, İbn-i Ebi’d – Dünyâ, hadîs âlimlerinden şöyle nakl ediyorlar: Mücahid’den bunu sordular, şöyle cevaplandırdı: Cennete girerler, lâkin yeyip içmezler. Yeme, içme yerine onlara gıda olarak teşbih ve takdis ve- rilecektir.
    El – Haris el – Muhasibî’ye göre, âhirette, dünyadakinin aksine biz onları göreceğiz, onlar bizi göremiye- cekler.
    1. — Onlar Cennete girmeyeceklerdir, ancak etrafında duracaklar ve insanlar tarafından görüleceklerdir. Onlar insanları görmeyecektir. Bu görüş, İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’den nakl edilmiştir. İbn-i Teymiye de bu fikri, İbn-i Me- ri’ye cevaben savunmuştur. İbn-i Hazm’in Ebû Yûsuf – dan yaptığı nakle muhalif gelmektedir bu fikir.
    Eb’uş  Şeyh der ki: Hadîs bilginlerinden bâzüari Leys b. Ebî SüleynVden şöyle nakl etmişlerdir: Cinler cennete de, cehenneme de girmeyeceklerdir. Onlann atasını Allah cennetten çıkarmıştır, nasıl olur da nesli cennete girebilsin? (Bu imkânsızdır!)
    1. — Onlar, Âraf’da olacaklardır. Bu hususla ileride bahsi gelecek müsned bir hadîs vardır.
    2. — Biz bu hususta bir şey diyemeyiz, ilmini Allah’a havale ederiz.
    Birinci görüş sahibleri, görüşlerini birkaç vecihle teyid ettiler :
    1. — Âyet ve hadîslerin genel anlamları, cinlerin de cennete gireceklerini bildirmektedir: «Cennet, Mut- takilere, uzak olmadan yaklaştırılmış tır.»; «Gökler ve yer kadar genişliği olan Cennet, Muttakıler için hazırlanmıştır.» Bunlar âyetler..
    Bir de hadîs nakl edelim :
    «Allah’ın birliğine halisâne şehadet getiren kimse, Cennete girer.»
    Evet onlar, nasıl ki tehdid ifade eden âyetlere muhatap oluyorlarsa, öylece müjde âyetlerine de muha- tab olurlar.
    Bu hususta en kuvvetli delil, Rahman sûresindeki âyettir: «Rabbinin makamından korkan kişi için, iki cennet vardır. Rabbinizin hangi ni’metlerini tekzip ediyorsunuz?»
    Buradaki hitab, yalnız insanlara değil, aynı za- manda cinleredir de.
    Allah onlara, iyi çalıştıkları samimâne kulluk yaptıkları takdirde Cenneti va’d etmiştir. Demek ki, onlar da, iman edip güzel güzel işler yaptıkları zaman Allah’ın vâdine nail olacaklardır.
    Hadîsde şöyle varit olmuştur: Allah’ın Resûlü bu sûreyi cinlere okuduğu zaman, gayet huşu içinde dinlemişler ve en iyi şekilde cevap vermişlerdir. Nitekim Allah’ın Resûlü (S.A.V.) «Sûreyi kendilerine okurken, onlardan, sizin vermediğiniz gayet güzel ve yerinde bir cevab aldım: “Biz Rabbimiziıı hiç bir ni’metini tekzib etmeyiz!”» (Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiştir.)
    1. — İbn-i Hazm, «Cennet muttakîler için hazırlanmıştır. Biz mahz-ı hidayet olan (Kur’ân’ı) duyunca, ona iman ettik. De ki: Bana şu vahy olundu: Şüphesiz bir* kısım Cinler dinledi. Şüphesiz o kimseler ki, iman edip, güzel güzel hareketlerde bulundular» gibi âyetlerle is- tidlâl etti ve dedi ki, bunlar umumî sıfatlardır. Cinler de bu sıfatlara dahildir. Bu umumi naslardan cinleri, Allah bize aksini bildirmedikçe, nasıl istisna edebiliriz? buna imkân var mı hiç?.. Cenab-ı Hak mîi’min cinlerin de Cennet ehli olduklarını kat’î surette bildirdikten sonra, bizim onları bu mumî kaideden istisna etmemiz mesnedsiz olmaz mı?
    2. — İbn-i Münzir ile İbn-i Ebî Hâtem, tefsirlerinde şöyle diyorlar: Biz bu meseleyi, Damura b. Habîb ile müzakere ettik. O, cinlerin de cennete girebileceklerini söyledi ve delil olarak «Onlara, onlardan önce, ne bir ins ve ne de bir cin dokunmamıştır.» âyetini gösterdi. Hurilere dokunma işi hiç şüphe yok ki, Cennette olacaktır. Cumhur’un ifadesi bu merkezdedir.
    3. — Hadîs âlimleri, ed-Dahhâk tariki ile İbn-i Ab- bas (R.A.)’dan söyle nakl ederler: «Yaratılmışlar dört sınıftır: Bir sınıfın hepsi cennetliktir. İkinci sınıfın hepsi Cehennemliktir. Kalan iki sınıfın biri Cennetlik, diğeri cehennemliktir. Hepsi Cennetlik olan sınıf: Meleklerdir. Hepsi Cehennemlik olan sınıf; şeytanlardır. Hem Cennetlik, hem de Cehennemlik olan sınıf: İnsanlarla, cinlerdir. Çünkü onlar iman ve amellerine göre muamele göreceklerdir. İman edip güzel amelde bulunmuşlarsa Cennete, bu vasfı taşımamışlarsa Cehenneme gireceklerdir.»
    4. — Akıl her ne kadar bunu gerektirmiyorsa da; takviye ediyor :
    Şöyle ki : Allah onlardan kâfir olanları cehennemle tehdid etmiştir. Onları Cehenneme sokacağını katiyetle ifade etmiştir. Nasıl olur da müzminlere Cennete sokmaz? Bu mümkün mü hiç?. Allah’ın herşeyi yerli yerinde yaratması ve gayet adil olması bunu gerektirir.
    Sual: «Meleklerden, (Benden başka ilâh yoktur!) diyenler çıktı, bununla beraber onlar Cennet ehli olmadılar?»
    Buna bir kaç  yönden cevab verilebilir:
    1. — Bundan murat, İblis aleyhillâne’dir.
    İbn-i Cüreyc, «Onlardan (Allahtan başka) kendisinin de ilâh olduğunu söyleyen var» âyetinin tefsirinde der ki: Bu sözü İblis söylemiş ve bu âyet onun hakkında nazil olmuştur, diyor.
    Katade’ye göre, bundan murat, bilhassa İblisdir. Bu sözü söylediği zaman Allah ona lânet etmiş ve şeytan şekline sokmuştur. Ve ayrıca onun için, «Biz onu Cehennemle cezalandıracağız. İşte zalimleri biz böyle cczalandınrız» demiştir.
    Taberânî  bu görüşü, her ikisinden böylece nakl etmiştir.
    1. — Bundan her ne kadar umumî mânâ kasd edilerek, meleklerin girebileceklerini söylesek bile, bu gibi şeyler meleklerden vaki olmaz. Bu bir şarttır. Şartın vuku’u lâzım gelmez. Tıpkı «Eğer şirk edersen, amelin heder olur» meâlindeki âyet gibidir. Cinlerden kâfir de bulunur ve cehenneme girer.
    2. — Melekler her ne kadar Cennetle mükâfatlan- dırılmazlarsa da; kendilerine münasip bir mükâfat verilecektir, elbet. Âlimlerin, bu konuda serd ettikleri en doğru görüş budur.
    İkinci görüş sahibleri, görüşlerini isbat etmek için şu âyetle istidlâl ettiler : «Ey Kavmimiz! Allah’ın daî- sine (dâvetçisine) icabet ediıı vc ona iman edin ki, Al Iah sizin günahlarınızı afvedip elim azabından kurtarsın.» Burada onların Cennete gireceklerinden bahs edilmemiştir. Demek ki onlar Cennete girmeyeceklerdir. Zira makam, teveccüh makamıdır. Buna birkaç yönden cevab veririz :
    1. Cennete girmelerinden söz edilmemesi, onların Cennete girmemelerini gerektirmez.
    2. Allah, onların kavimlerini’ inzar etmek üzere döndüklerini haber vermiştir. Binaenaleyh makam, u- yarma makamıdır, müjde makam değildir.
    3. Bu ifâde, onların Cennete girmeyeceklerine dair delil olamaz. Nitekim Allah, geçmiş peygamberlerin kavimlerini inzar ettiklerinden bahs ederken, onların Cennete girip girmeyeceklerinden de söz etmemiştir.
    Nûh Aleyhisselâm’dan şöyle haber vermiştir: «E- lem verici günün azabından sizler hakkında endişe ediyorum.»
    Hûd Aleyhisselâm’dan bahs ederken (Büyük günün azabı), Şuayib Aleyhisselâm’dan söz ederken, «Muhit gününün azabı» buyurmuştur.
    Sonra bütün Müslümanlar, Cin müminlerinin Cennete gireceklerine dair ittifak etmişlerdir.
    1. Bu, birâkis Cennete gireceklerine işarettir. Çünkü Peygamberlerin tebliğ ettikleri şeriatlerle yükümlü olan kimselerin günâhları afv edilip Cehennemden kurtulmaları, Cennete gireceklerini iltilzam eder.
    Üçüncü görüşü teyid edecek bir de hadîs serd edilmiştir:
    «Cinlerin müzminleri için sevab da vardır; ikab da.. Onların sevablanndan ve nıü’mmleriııden sual ettik.»
    «— A’râf’da olacaklar, Cennette değil» diye cevap verdi.
    ((— A’râf nedir?» dedik.
    «— Altından nehirler akan, üstünde ağaç ve meyveler biten Cennet diyarıdır,» buyurdu.
    Şeyhimiz el-I-Iâfız Ebû Abdillah Ez-Zehebî der ki: «Bu cidden münkerdir!»
    En iyi bilen Allahtır.

    Mü’min Cinler Cennete Girdiklerinde Allah’ı Görüp Görmeyeceklerine Dair

    îbn-i Aab’is-Selâm «El – Kavâid’üs-Süğrâ» adlı kitabında der ki: «Mümin Cinler Cennete girdiklerinde Allah’ı görmezler. Çünkü Allah’ı görmek, yalnız mü’ min insanlara mahsustur. Melekler de Cennette Allah’ı görmezler. Bu, cinlerin de görmeyeceklerinin açık ifadesidir. Allah Teâlâ Peygamberlere, faziletli müminlere bir çok marifetler, hâller, taat ve iz’anlar, Cennet ni’- metleri ve Rahman nzası ihsan etmiştir. Tabiî bütün bunlar İlâhî Cemâlini müşahade etmeyi gerektirir. Allah’ın hoşnutluğu ancak böylece tezahür eder. Meleklere bu gibi hususları ihsan etmemiştir. Şurası bir gerçektir ki, meleklerin cesetleri insan cesetlerinden üstündür. Ruhlarına gelince, Allah Teâlâ’yı bilme bakı- mandan eğer beşerinkinden üstünse, diyeceğimiz yok. Eğer beşerinki gibi ise, yine melekler üstün olmuş olur. Çünkü onların cesetleri nurdandır. Beşerinki ise et ve kandan teşekkül etmiştir. Şu halde beşerin üstünlüğünü, kendisine ihsan edilecek cennet ni’metleri, Allah’a takarrüp ve onun rızasına mazhariyet yönünden olmalıdır. Tabiî yukarıda arz ettiğimiz gibi, bu ahvâl Cenab-ı
    Hakk’ın İlâhi cemâlini temaşa etmeyi iktiza eder. Marifetler, hâller ve itaatlar yönünden melekler üstündür, demiştik. Şurada bir noktaya işaret edelim: Beşere mahsus bâzı görevler vardır ki melekler için bunlar sabit değildir. Cihat, sabır, nefisle mücadele, marufu emr, münkerden nehy etme, gövleri yerine getirme, belâ ve mihnetlere karşı sabır gösterme gibi.. Tabiî bunlar insanlar tarafından görülen gayet güç kulluk görevleridir. Elbette ki bunların karşılığı olmalıdır. İşte Yüce Allah bu çetin işleri sabır ve metanetle başaran kullarını İlâhî cemâlini müşahade ettirerek mükâfatlandırır ki, melekler için bunlar, her ne kadar usanmadan Allah’ı teşbih ediyorlarsa da müyesser değildir. Meleklerin devamlı teşbih ve takdiste bulunmaları üstün olmalarını icap ettirmez. Çünkü ııice uyuyan salih kullar vardır ki uyanık olanlardan iyidir.
    Allah Teâlâ  şöyle buyurur: «Şüphesiz inıan edip güzel amel ve harekette bulunanlar (yok mu?) İşte onlar yaratılmışların hayırlısıdır.» Melekler her ne kadar «yaratılmışlar» sözünün şumûlüne giriyorlarsa da onlar hakkında «İman edip güzel güzel amel ve harekette bulunanlar» terimi kullanılmaz. Çünkü bu lâfız şeriat örfünde insan cinsinden iman edenlere mahsustur. Öyleyse melekler bu lâfzın haricinde kalır.
    SUAL : Kimbilir belki melekler de (Ebrar) vasfına haiz olanlar gibi Rablerini görürler?
    CEVAP : Bu lâfzın umumu meleklerin vasfında kullanılan (El – Ebrar) kelimesindeki şümûllü anlamına mâni olur.»
    «Beşer», Âdem oğullarının has ismidir. Adem aley- hisselâm’ın künyesi «Eb’ul – Beşer»’dir. Nitekim sahihte varit olan şefaat konusundaki hadîste bu tasrih edilmiştir: «Âdem’e gelirler ve (Ey Âdem! Sen beşerin ba- basısm) derler.» Mü’minler Cenab-ı Hakk’m «Onu gözle idrak edemez» kavlinin umumundan istisna edildikleri zaman bu âyet melekler hakkında şumûllülüğünü muhafaza eder. Öyleyse cinler hakkında da şumûllülüğünü muhafaza etmesine bir mâni yoktur. Netice olarak cinlcr mü’min olsalar dahi ahirette (Melekler gibi) Allah’ı göremiyecekl erdir.

    Cinnî’nin Arkasında Namaz Sahih Olur mu?

    İbn-i Eb’is – Sayrafî «Favaid» adlı eserinde şeyhi Eb’ul – Beka’dan nakl ediyor: Şeyhime cinlerin arkasında namazın sahih olup olmıyacağım sormuşlar. O da: «Evet çünkü onlar mükellefdirler. Onlara da peygamber gönderilmiştir. diye cevap vermiştir.

    Cinlerden Cemaat Olması

    Abdullah b. Mes’ûd’dan nakle edilmiştir: «Bir gurup Şahabı arasında Allah’ın elçisi ile bulunuyorduk. Buyurdu ki: «İçinizden iki adam benimle beraber gelsin! Kalbinde, zerre kadar kötülük olan kimse sakın gelmesin.» Bunun üzerine elinde, içinde su var olduğunu sandığım bir su kabı olduğu halde onunla yola koyulduk. Mekke tepelerine gelince kalabalık halkın bir araya toplandığını gördüm. Allah’ın Elçisi (S.A.V.) bana bir çizgi çizerek «Sen burada kal; ben gelinceye kadar yerinden kımıldama!» dedi. Orada kaldım. Resûl- üllah (S.A.V.) onlara doğru ilerledi. Onlar, Allah’ın Re- sülüne
    ışık tutuyorlardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) uzun bîr geceyi onlarla birlikte geçirdi. Nihayet sabahleyin bana gelince dedi ki:
    • Sen hâlâ ayakta mısın ey İbn-i Mes’ûd?
    • Ey Allah’ın elçisi, ben gelene kadar burada dur demediniz mi? diye cevap verdim.
    • Yanında abdest suyu var mıdır? buyurdu.
    • Evet, dedim. Ve matara’yı açtım. Bir de baktım ki içinde hurma suyu var. Allah Elçisi (S.A.V.):
    • Güzel. Hurma ve temiz suî dedi. Ve ondan abdest aldı. Namaz kılmak için ayağa kalkınca, cinlerden iki şahıs yetişip:
    • Ey Allah’ın Resûlü! Namazımızda bize imamlık yapmandan hoşlanırız, dediler. Bunun üzerine onları arkasına saf yaptı ve bize namaz kıldırdı. Namazdan fariğ olunca «Bunlar kimdir Ey Allah’ın elçisi?» diye sordum. Cevap verdiler:
    • Bunlar Nusaybin cinleridir. Kendilerine has bilişi görüşmek üzere bana geldiler ve benden azık istediler. Ben de onlara azık verdim.
    • Pekâlâ onlara verebilecek bir azık var mıdır? dedim.
    • Evet onları tezek ve kemikle azıklaııdırüım. Öyle ki tezek ellerine geçtiğinde arpa, kemik de et oluverir, buyurdu. Sonra tezek ve kemikle talıaletlenmeyi yasak etti.»
    Ebû Zeyd, İbn-i Mes’ûd’dan şöyle nakl etmiştir: «Cin gecesi olunca onlardan iki adam geride kalıp: «Sabah namazını seninle beraber kılacağız, ya Resûlal- lah,» dediler. Hz. Peygamber bana :
    • Yanında su var mıdır? diye sordu.
    • Yanımda su yok, lâkin içinde hurma suyu bulunan bir matara vardır, dedim.
    • Güzel rneyva ve temiz su diyerek ondan abdest aldı. Abdurrezzak’m rivayetinde şu kayıt vardır: «Güzel meyva, ve temiz su!»    dedi. Sonra abdest alıp namaz kıldı. Namazı eda ettikten sonra cinlerden iki adam gelip ondan yiyecek istediler. Hz. Peygamber onlara: «Ben size ve milletinize, kendinize yarayacak şeyleri emr etmedim mi?» dedi. Onlar da: «Evet» dediler. Ne var ki, biz kaçımız seninle beraber namaz kılmak istedik.
    • Siz kimlerdensiniz? diye sordu.
    • Biz Nusaybin ehlindeniz, dediler. Sonra Hz. peygamber şöyle buyurdu: «Bu ikisi ve kavimleri gerçekten felâh bulmuştur. Bilâhare tezek ve kemiği onlara yiyecek olarak tahsis ettik. Kemik veya tezek ile taharet alınmasını yasakladık.» Görülüyor ki bu hususta İbn-i Mes’ûd’dan, birbirini takviye eden muhtelif şekilde hadîsler nakl edilmiştir. Şu halde Ebû Zeyd’in içinde (huıına suyuyla abdest aldı) kaydı bulunan hadîste infirat etmesi, o bizatihi maksud olmadığı için diğer rivayetlere zarar vermemektedir.
    Süfyan es-Sevrî,  İsmail el-Becelî tariki ile Saîd b. Zübeyr’den nakl etmiştir ki; Cenab-ı Hakk’ın: «Şüphesiz Mescitler Allah içindir. Öyleyse Allah’la beraber (Ona ortak koşarak) kimseye dua etme» (El-Cin: 18) kavlinde şu yorumu yapmıştır. Cinler Hz. Peygamber(S.A.V.) e:
    • Biz, uzaydayız, mescidinizde sizinle nasıl namaz kılabiliriz? dediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
    İbn’üs – Seyrafî «Nevâdir» adlı kitabında, Cinlerin: de cemaat teşkil edebileceklerini zikr ediyor.

    Cin Şeytanının Geçmesiyle Namazın Kesilmesi

    Bu hususta Ahmed b. Hanbcl’den çeşitli rivayetler varid olmuştur. Rivayetlerin birinde kayıd şöyledir: Namaz kesilir ve yeniden kılınır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V.) siyah köpeğin geçişiyle namazın inkıtaa uğrayacağını söyleyince; «Kırmızı, beyaz ve siyahın arasında ne İark vardır» diye sordular o da şu cevabı verdi:
    • Siyah köpek, köpeklerin şeytanıdır. Cinler umumiyetle onuıı kılığına girerler.
    İkinci rivayet: Namaz inkitaa uğramaz. Bu iki rivayeti de İbn-i Hamîd ve diğerleri ondan rivayet etmişlerdir. Peygamberimizin: «Şüphesiz cinlerden bir ifrit dün gece gelip namazımı kesmek istedi» sözü, önünden ifrit’in geçmesiyle namazın inkıtama ihtimali olduğu, gibi, iirit’i kendisinden uzaklaştırmak amacıyla, namaza münafi olan bazı işleri irtikâp etmek suretiyle namazın kesilmesine de ihtimali vardır. Çünkü (Namaza münâfi olan) işler namazı inkıtaa uğratır.

    Bir İnsan, Bir Cin’i Öldürdüğü Zaman Ne Lâzım Gelir?

    Ubeydullah b. Ebî Yczîd, İbn-i Ebı Melîke’den nakl ediyor:
    «— Bir cin devamlı olarak Hazreti Aişe’ye (R.A.) bakıyordu. Nihayet emretti ve öldürüldü. Rüyasında ona dediler ki: Sen müslüman bir kulu öldürdün!
    • Eğer o, müslüman olsaydı, Hz. Peygamberin (S.A.V.) tertemiz hanımlarına öyle bakıp da seyr eder mi idi?  O, seni hiç bir zaman çıplak seyr etmezdi. O sana baktığı zaman iyice giyinmiş bir haldeydi. O sadece senden Kur’an dinlemek için gelirdi, diye mukabele ettiler.
    Bunun üzerine Hazreti Aaişe (R.A.), sabah olunca, fakirlere on iki bin dirhem dağıttı.»
    Bu hadîsi Ebû  Bekr İbn-i Ebî Şeybe rivayet etti ve şöyle dedi: Hadîs  âlimleri bu hadîsi, Talha’nın kızı Aişe vasıtasıyla Hazreti Aişe (R.A.)’dan aynen bu şekilde nakl etmişlerdir.
    Müslim, Said’den, Habîb’in şöyle dediğini nakl etti: Aişe (R.A.) evinde bir yılan gördü ve öldürülmesini emretti. Aynı gece kendisine Onun, Hz. Peygamberden (S.A.V.), Kur’ân dinleyen Cin hey’etinden olduğu söylendi. Bunun üzerine Yemen’e adam gönderip kırk köle satın aldırtıp azat ettirdi.
    Tirmizî  ve Nesaî, Eb’us – Sâib’in mevlâsından, Ebû Saîd’in ref’an şöyle dediğini nakl etmişlerdir: Medine’de Müslüman olan bir Cin taifesi vardır.
    Bu Havanımdan bir şey görürseniz, önce Müslü- man olmalarını teklif edin, eğer kabul etmezlerse onu”öldürün!
    Müslim’in Sahih’inde varit olmuştur. Ebû Saîd’- den nakl ediliyor :
    «İçimizde yeni evlenmiş biri vardı. Allah’ın Elçisi ile birlikte Hendek savaşına katılmıştı. Öğle üzeri bu genç, Hz. Peygamberden müsaade alıp evine giderdi. Bir defasında yine evine gitmek için müsaade isteyince Hz. Peygamber ona :
    • Ne olur, ne olmaz, bakarsın Kurayda’nın sal-
    dırısına uğrarsın. Onun için silâhını al, dedi. Adam silâhını alıp gitti. Bir de ne görsün o, hanımı iki kapı arasında duruyor. Kıskançlık içini sarmış olacak ki,, hanımına mızrakla hücum etti. Hanımı yavaş ol, içeriye gir de, beni dışarı çıkmama zorlayan ne olduğunu gör, dedi. Adam içeriye girince, koskoca bir yılanın yatağa uzanmış yattığını görür. Mızrakla ona saldırır ve onu evin dışarısına çıkarıp duvara yaslar Fakat ondan sonrasmı bilmiyoruz: Yılan mı, genç mi daha çabuk ölmüştür?»
    Şeyh Eb’ul-Abbâs der ki: Nahak yere bir Cinni öldürmek caiz değildir. Hıksız yere” insan öldürmek nasıl kı caiz değilse, cinleri de suçsuz yere öldürmek caiz değildir. Her ne suretle olursa olsun, İslâm’da zulüm yasaktır. Kâfir olsa dahi kimsenin kimseye zulm etmeye hakkı yoktur. Cenab-ı- Hak şöyle buyurmuştur:
    «Bir kavme olan kininiz, sizi adalet yapmamaya sevk etmesin. Adalet yapın ki, o, takvaya en çok yakın olandır.» El-Maide: 8.
    Bilindiği gibi cinler, çeşitli kılığa girerler. Ev yılanlarının Cin olma ihtimali olduğu için, önce onlara üç defa gitmeleri söylenir. Eğer söz dinleyip giderler- se ne alâ; gitmezlerse öldürülürler. Öldürülen eğer ha kikî yılansa mesele yok. Yok eğer yılan kılığına girmiş Cin ise, yine mesele yok. Çünkü kendisine gitmesi emredilmiştir. O bu emre riayet etmemekfe^srar SÎF” miştir. Üstelik yılan suretine girip insanları korkutmuştur. Ve bu suretle de insanoğluna düşmanlık etmiştir.
    Saldırgan, ancak mukabil bir saldırı ile bertaraf edilebilir. Öldürmeden defi mümkünse tabiî ki, öldür-’* me cihetine gidilmez. Çünkü sebebsiz cinayete asla müsaade edilmez.

    Cinlerle Evlenmek

    Yukarıda geçmişti. Cinlerin birbirleriyle evlenmeleri mümkün olduğunu uzun uzadıya anlatmıştık. Bu babta, onların insanlarla evlilik kurup kuramayacakları anlatılacaktır. Bu konu, iki ana nokta’ya işareti gerektiriyor:
    1. — Bunun imkân ve vukuu,
    2. — Meşruiyeti.
    İmkân ve vukuuna gelince; insanların cinlerle veyahut cinlerin insanlarla evlenmesi mümkündür.
    Sealibî  der ki; İnsanlarla cinler arasında evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak mümkündür. Çünkü Allah: «Mallarına, cvlâdlanna ortak ol.» (El-İsrâ: 64) buyurmuştur.
    Allah’ın Resûlü  (S.A.V.) de şöyle buyurmuşlardır: «Kişi hanımı ile cinsî ilişki kurduğunda, besmele çekmezse, şeytan zekerine hulûl eder ve onunla cima eder.»
    ~İbn-i Abbâs demiştir ki: «Kişi, karısına hayızlı halinde cima ettiği zaman şeytan ondan daha önce davranır da o kadın Muhannes’e hamile kalır. Mu- hannesler Cin çocuklarıdır.» Bu hadîsi, El-Hafız İbn-i Cerir rivayet etmiştir.
    Hz. Peygamberin, cinlerle evlenmeyi yasaklaması, fukehanın (Cinlerle insanlar arasında nikâhlanmak caiz değildir) demeleri, Tabiînden bâzı kimselerin bunu hoş karşılamaması, böyle bir şeyin mümkün olduğunu gösterir. Çünkü mümkün olmayan bir şeyin cevazına veya adem-i meşruiyetine hükm edilmez.»
    Sual : Cinn’in asıl cevheri ateştir. İnsanlarınki ise anasır-ı erbaadır. (Su, ateş, toprak, hava).
    Ateş unsuruna sahib .dişi cinn’in rahminde insan nütfcsi nasıl barınabilir, buna imkân var mıdır?
    Bilindiği gibi, insan nütfesi yaştır, ateşin şiddetli hararetine dayanamaz, eriyip gider. Bu mümkün olsaydı tabiî ki, insanlarla cinlerin birbirleri ile evlenmeleri de mümkün olurdu. İşte bu sual, bu kitabı yazmama sebeb olan başlıca âmil oldu. Buna birkaç yönden cevab vereceğiz:
    1. — Onlar her ne kadar ateş unsurundan halk edilmişlerse de, yemek, içmek, evlenip çoğalmak suretiyle tıpkı ana unsurları toprak olan Âdemoğullanmn ana unsurlarını kayb ettikleri gibi, onlar da ana unsurlarını kayb etmişlerdir.
    ateşden halk edilen, asıl Cinlerin babasıdır. însafîîarin babası olan Âdem’in topraktan halk edildiği gibi.. Babadan başka diğer cinler, ateşten yaratılmış» değildirler. Âdem’den başka, diğer insanların topraktan yaratılmadıkları gibi..
    Hz. Peygamber (S.A.V.) haber vermiştir: Namazda iken kendilerine arız olan şeytanın boğazını sıktığında şeytanın dilinin soğukluğunu his etmişlerdir.
    Diğer bir rivayette kayıt şöyledir: «Az kaldı boğuyordum, hattâ salyasının soğukluğunu bile..»
    Dilinin veya salyasının soğukluğu, anun asıl ana unsurundan (ateş olmaktan) çıktığını gösterir. Çünkü o, kendi ana unsurunda kalmış olsaydı, dilindeki, veya salyasındaki soğukluk nereden peydâ olacaktı?
    Onların ana unsurunda intikal ettiklerine dair, üçüncü babta uzun uzadıya yazdık. Burada aynı şeyleri tekrarlamaya lüzum yoktur.
    «Şeytan, Âdemoğlunun kanının dolaştığı yerde dolaşır..»  buyurulmuştur.
    Eğer o, kendi aslî hâlinde kalmış olsaydı, Âdemoğlu yanıp tutuşurdu.
    Mâlik b. Enes (R.A.)’a sordular:
    • Cinlerden bir adam var. Bizden kız istiyor. Helâl (yoldan) evlenmek arzu ettiğini ileri sürüyor, ne dersiniz? Mâlik :
    • Dince bunda bir sakınca yoktur. Lâkin ben şahsen bunu hoş karşılamam. Çünkü kadın Cinden hamile kaldığı zaman, bu çocuk kimdendir? diye sorduklarında: «Cin»den, diye cevap verecektir. Ve bu yüzden müslümanlar arasında fesad alıp yürüyecektir.
    İmam Mâlik’den nakl ettiğimiz bu görüşü, Ebû Osman Saîd b. El – Abbâs Errazî, «Kitabul – İlham vel – Vesvese Fi Babi Nikâlı’il Cinni» adlı kitabında nakl etmiş ve şöyle demiştir: Yemen’den bir cemaat, Mâlik b. Enes’e mektup yazıp sordular: Burada bir cinnî var. Bizden kız istiyor. *
    1. — Gebe kalmasının imkânsızlığını kabul etsek bile, bundan cinsî ilişkinin imkânsızlığı, veya şer’an nikâhlanmanın caiz olmadığı anlaşılmaz. Küçük bir kızın, veya hayızdan kesilmiş kadının gebe kalmadığı, yahut da çocuğu olmayan adamın, hanımını gebe bı- rakamadığı meydandadır. Bunun beraber bunların evlenmesi, şer’an yasak olduğu söylenemez. Onlar herkes gibi evlenebilirler. Evlenmenin hikmeti, her ne kadar neslin çoğalması ise de, bu asla onların evlenmesine bir engel teşkil etmemiştir.
    2. — «Onların gebe kalmaları imkân dahilinde olsaydı, belki evlenmelerinde bir be’is yoktur derdik,» sözüne hiç lüzum yoktur. Çünkü o, mümkün olur da başka mâniler zuhur eder: Mecusî ve putperest kadınların gebe kalması mümkün; lâkin nikâhları sahih değildir.
    Kişi süt hemşiresiyle, veya kız kardeşi ile evlenemiyor. Oysa bunların hamile kalması mümkündür.
    Şu halde herşeyin kendine göre yasak sebebi vardır.
    Öyleyse insanlarla cinlerin arasında evlilik mües- sesesinin kurulmasına mâni olan sebebleri şöyle bir inceliyelim: Bu mâni, ya birbirlerinin cinsinden olmadıklarından ileri gelmektedir, yahut, maksud hasıl olmamaktadır, ya da şeriat buna izin vermemiştir.
    Cinsî ihtilâfa gelince, cinsî münasebetin mümkün olduğu meselesini bir tarafa itersek, bunun açık ve meydanda olduğunu söyleyebiliriz.
    «Bunda elde edilecek mühim bir fayda yoktur,» meselesine gelince deriz ki: Cenab-ı Hak lutf etmiş bizim için kendi cinsimizden güzel güzel kadınlar yaratmıştır. Öyleyse onlarla evlenmenin ne lüzumu var? İşte bu meseleyi aydınlatan âyetler:
    «Tüy insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zcvccsini vücuda getiren ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize (karşı gelmek)den çekinin.» (En-Nisâ: 1)
    «Sizi bir candan (Âdem’den) yaratan, bundan da gönlü kendisine yatıp ısınsın diye eşini yapan O’dur. (Allahtır.)» (El-A’râf: 189.
    «(O), gökleri ve yeri yaratandır. Size hem kendi (cins) inizden eşler, hem davarlardan eşler yaptı.» (Eş- Şurâ: 11).
    Cinler, kendi nefsimizden (kendi cinsimizden olmadığına göre, Allah onları bize eş olarak yaratmamıştır, demektir. Hem cinlerle evlendiğimiz zaman, kendi cinsimizden olan kadınlarla yaşama imkânından mahru moluruz. Halbuki Allah kendi cinsimizden olan kadınları onlarla yaşamak ve bir arada barınmak için yaratmıştır. Yaratılışlarının başlıca hikmeti budur.
    Şu halde şer’î mâni, eşlerin bir arada tatlı tatlı barınıp yaşamaları meselesidir. Bu, cinlerle insanlar arasında tasavvur edilemez. Ama insanoğlu ile Cin dişisi, veya Cindişisi ile insan oğlunun arasında aşk olup da Âdemoğlu onunla evlenmek zorunda kalırsa, çünkü evlenmediği takdirde Cinnilerin başina bir felâket getireçeklerinden korkarsa o zaman mesele değişir. Evlenmek mecburiyetinde kalır. Fakat bununla beraber yine de tehlike atlatılmış olamaz, çünkü evlilik müessesi karşılıklı sevgi ve saygı esaslarına dayanır, öysâ cinlerle insanlar arasnda sevgi ve saygı yoktu. Zira İKİ cins arasındaki düşmanlık hâlâ devam etmektedir: «Dedik ki: Haydi ininiz, çünkü kiminiz kinuhize düşmandır.» âyeti ile Hz. Peygamber (S.A.V.) in: «Taun, Cinlerin sîze bir hiylesidir. Çünkü onlar zehirli ateşten yaratılmışlardır. Onların asıl yaradılışında hâlâ bu mev- cuddur.» kavli anlattıklarımızı isbatlamak babında kuvvetli bir delil teşkü ederler.
    Sahihayn’de Ebû Mûsa’dan bir hadîs  ııakl edilmiştir: «Medine’de gece bir ev yandı. İçindeki insanlar1 da yandılar. Hz. Peygamber’e bunun haberi ulaşınca buyurdular ki: (Bu ateş şüphesiz ki sizin düşmanmızdır! İşinizi bitirdiğinizde söndürünüz!)»
    Ateş bize düşman olunca, ondan yaratılan da ona uyarak tabiî ki düşmanmnız olacaktır. Çünkü her şey aslına tâbidir.
    Demek ki, Cinlerle evlenmekte hiç bir gaye yoktur. Çünkü evlenmenin gayesi karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bir yuva kurmaktır. Bu ise cinlerle insanlar arasında bulunması imkânsızdır. Bu olmayınca tabiî ki buna vesile olacak evlenme de olmaz. Yâni cinlerle insanların evlenmesi caiz olmaz. Cinlerle evlenmeye şeriatın izni yoktur, meselesine gelince: Bu hususta da bir kaç âyet serd edelim ve meseleyi böylelikle vuzuha kavuşturalım :
    «Helâl olan (diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin.» (En-Nisâ: 3) Görüldüğü
    gibi bu âyette «Kadınlar1» kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime ancak insan cinsinden olan kadınlar için kullanılır. Adamlara gelince, Cinler için (adamlar) lâfzının kullanılması, sıri lâfız karşılığından ileri gelmiştir. Filhakika şu da var: «insanlardan bazı kimseler, cinlcrdcn bazı kişilere sığınırlar.» (El-Cin: 6). âyetinde görüldüğü gibi.
    ((Hanımları  hakkında takdir ettiğimizi bilmişizdir.» Burada «hanımları)) tâbiri kullanılmaktadır. Tabiî insanların hanımları, kendi cinsinden olan Âdemoğulla- nnın kadınlarından olur. Çünkü onlar, kendilerinden- dir. Ancak onlarla evlenmelerine müsaade edilmiştir. Onlardan başka olanlar (hanımları olamayacağı) gibi, onlarla evlenmeye de me’zun değildirler. En iyi bilen Allah’tır. Bu babta Allah’ın bana ihsan edip de söylettikleri bundan ibarettir. Tevfik hiç şüphe yok ki ancak Allah’tandır.

    Cinlerle Evlenmenin Vukûu

    Böyle bir şeyin vukûuna gelince: Ebû Saîd, Osman b. Saîd ed – Dârimî, «Etbaussüneni vel – Ahbar» adlı eserinde der ki: Bize Muhammed b. Humeyd er-Razı anlatmıştır: Cinlerden bir adam bir kızımıza aşıla kaldı ve (Ben haram işlemek istemiyorum!) diyerek onu bizden istedi, biz de kızımızı ona verdik. Aramızda şöyle birkonuşma cereyan etti: .
    • Siz nesiniz?
    • Sizin gibi bir Milletiz. Sizdeki gibi bizde de kabileler vardır.
    • Bizdeki mezhebler sizde de mevcud mudur?
    • Kaderiye ve Şia gibi her türlü mezhebler bizde de mevcuddur!
    • Pekâlâ sen hangi mezhebdensin?
    • Ben Murciedenim, diye cevap verdi.
    Bize, Ebu Muaviye, el – Âmeş’den şöyle duyduğunu nakletti:
    «Bir Cin bizden kız aldı. Kendilerine:
    • Sizce en güzel yemek hangisidir? diye sordum.
    • yirinç pilâvı, diye cevab verdi. Bunun üzerine o yemeği biz ona getirdik, yemeğe başladı. Lokmanın kalktığını gördüm; lâkin onu göremedim.
    • Pekâlâ bizdeki olan mezhebler sizde de var mıdır? diye sorunca da :
    —«Evet!» cevabım verdi.
    • Sizde Rafizîlerin durumu nasıldır?
    • Onlar en kötülerimizdir, dedi.
    Ebû Muaviye ed-Darîr, El Ameş’den nakl ediyor: Küfeli bir adamın bir Cin ile evlendiğini gördüm. Kendilerine, sizce, hangi yemek daha makbuldür? diye sorulduğunda, «Pirinç pilâvı» dediler. Bunu müteakip içi pilâv dolu çanaklar getirildi. Onlar yediler, pilâv filân kalmadı; lâkin kendilerini bir türlü göremiyorduk.
    Ebû Bekr b. Ebi’d- Dünya der ki: Abdurrahman, Ömer tariki ile Ebû Yûsuf es – Surûcî’nin şöyle dediğini nakl etmiştir: «Medinede bir adama bir kadın gelip dedi ki: Biz size yakın bir yere indik, benimle evlenir misin? Adam olur dedi ve onunla evlendi. Aradan bir zaman geçtikten sonra kadın adama :
    «— Buradan gitmemiz yaklaştı, boşa beni!» dedi. Kadın, ona gece bir kadın kılığında geliyordu. Sonra. onu Medine sokaklarında aşk avcılığı yaparken görün ce: «Onu istiyor musun?» diye sordu. Kadın elini başına koyup gözlerini adama doğru kaldırdı ve:
    • Sen beni hangi gözünle gördün? diye sordu. Adam gözlerinden birini göstererek: ftfeu güzümle» TRT yince, kadın parmağıyla o göze işaret ettiği gibi adamın gözü akmava başladı.
    Kadı Celâleddin Ahmed İbn’il-Kadı Hüsameddin er-Râzî şöyle anlatmıştır:
    «Babam beni, çoluk çocuğunu şarktan getirmek için gönderdi. El-Bîrve denilen yeri geçince, yağmur başladı ve biz bir mağaraya sığındık. Bir cemaat hâlinde gece uyurken, bir şeyin beni uyandırmakta olduğunu gördüm. Baktım ki, uzunlamasına yarık tek bir göze sahip olan orta boylu bir kadın yanımda duruyor.
    • Korkma sana bir zararım dokunmaz; ben sana ay gibi güzel kızımı vermek için geldim, dedi. Korkumdan hayırlısı Allah’dan, dedim. Biraz sonra baktım ki bir sürü adam geldi, hepsinin gözleri de öyle uzunlamasına yarıktı. Aralarında kadı ve şahitler de vardı. Kızla benim nikâhımı kıydılar.
    Sonra kadın gidip kızı aldı ve bana getirdi. Kız da aynı annesi gibi tek ve uzunlamasına yank bir gözü vardı. Buna rağmen gayet güzel ve genç bir kızdı. Korkmuştum. Korkudan ne yapacağımı  bilemiyordum. Durmadan arkadaşlarımı uyandırmak için taşlar atmaya başladım. Fakat nafile. Uyanmadılar. Bu defa dua ve niyaza başladım.
    Sonra oradan ayrılma zamanı geldi ve ayrıldık. Lâkin genç kız yanımdan ayrılmıyordu. Onunla tam üç akşam o hâl üzere kaldık. Dördüncü  günü annesi çıka geldi ve :
    • Galiba bu kızı beğenmedin ve ondan ayrılmak istiyorsun, dedi.
    • Evet, dedim.
    • Öyleyse boşa, dedî.
    • Peki boşuyorum, dedim, boşadım ve kadın kızı alıp uzaklaştı; bir daha kendilerini görmedim.
    Bu hikâyeler, Kadı Celâleddin’den nakl ediliyordu. Bir defasında ben bunu, Kadı Şihabuddin Eb’ul – Abbâs’a anlatınca bana dedi ki: Sen bunu bizzat Kadı Celâleddin’den duydun mu?
    • Hayır, dedim.
    • Ben bizzat bunu, Kadı Celâleddin’den duymak istiyorum, dedi ve kalktık beraberce Kadı Celâleddin’e gittik. Ben Kadı Celâleddin’e sordum ve aynı anlattığım gibi izahat verdi. Sonra bu hikâyeyi Kadı Şihabuddin (Mesâlik’ül – Ebsâr) adlı kitabında Kadı Celâled- din’in hal tercümesi meyanmda zikr etti.
    Bazılarına göre, Belkıs’ın ebeveyninden biri Cinnî idi: Belkî der ki: Belkıs’in babası, büyük Meliklerdendi: Evlâdı Yemen Meiiklerindendi. Buralarda benim gibi kıral yoktur, diyordu. Sonra bu Melik (kıral) _ Cinlerden «Reşrhâne» adlı bir kadınla evlendi ve ona, , «Bel- kıs» adında bir cocuk aunyaya “getirdi: Ona «Belkama» adı da verilmiştir. Anlatıldığına göre ayaklarının arka kısmı hayvan tırnaklan gibi imiş.
    Süleyman Aleyhisselâm bu sebeble ona bülûrdan ev yapmıştır. Onu görünce derya zan ederek ayaklarını sıvamıştı. Sonra aklı başında olup olmadığını  anlamak için arşının getirilmesi emredilmiş ve kendisine gösterilmiştir. Sonra da Müslüman olmuştur. Daha sonra onunla evlenmek istedi ve Şeytanlara ona bir hamam yapmasını ve alçı ile ayaklarının boyanmasını emretti, onlar da onun emrini yerine getirip «Belkıs»ın ayaklarını boyadılar, gümüş gibi yaptılar. Onunla nihayet evlendi. Aradan çok geçmeden ondan tekrar yerine dönmesine izin vermesini istedi. Süleyman Aleyhisselâm teklifini kabul ederek Cinlere, onun için Yemen’de görülmemiş gayet büyük kaleler yapmalannı emretti, onlar da emri yerine getirip ona Gamdan ve Ninovî adın- da kaleler yaptılar. Belkıs’ı oraya iade ettiler. Süleyman A3eyhisselâm ayda bir Kere onu rüzgârla ziyaret ederdi* Süleyman Aleyhisselâm ölünceye kadar onun hakimiyeti de devam etti, Fakat bilâhare Süleyman aleyhisselâm ölünce, onun da. hâkimiyeti kalmadı artık,
    Efcu Mansur Es-Seâlibî  «Fıkhullüğa^da derki: Babası insan, annesi Cin olan kişilerden doğan’a «El- has» denir, insan ile Cin sihirbazından dünyaya gelene de «El –Âmlûk» denir.
    Cinlerle evlenmesinin meşru olup olmadığına gelince: Hz, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve sellemin bunu yasakladığı rivayet edilmiştir. Tabiîn’den bir cemaat bunun mekrûh olduğunu söylemişlerdir.
    Harb’üi Kermaııî, Ahmed ile İshak’dan nakl ettiği meseleler arasında zikr ediyor. Hadîs âlimlerinden bazıları, İbıvi Lâhîa tariki ile Yunus b. Yezîd’den o da Züiı- ri’den nakl etmişlerdir: «Allahın Resûlü (S.A.V.) Cinlerle evlenmeyi yasaklamıştır.» Bu mürsel bir nadısdir onun senedinde İbn-i Lâhîa vardır.
    Muaviye, Haccac tariki ile El – Hakem’den nakl ediyor: «O, cinlerle evlenmeyi kerih görmüştür.»
    Katade’ye bu meseleyi sorduklarında şöyle cevap vermiştir: (¡Ben şahsen bunu kerih görürüm,)) İmâm Hasan’dan sorduklarında da, aynı  cevabı almışlardır. Eb’ul – Cüneyd’in anlattığına göre, bir adam Haşan el- Basrî’ye gelip bu meseleyi sormuş ve demiş  ki:
    • Ey Ebû Sâ’d! Cinlerden bir adam kızımızı istiyor, ne dersiniz?
    • Vermeyiniz; ona ikramda da bulunmayınız, dedi.
    Sonra Katade’ye gelip aynı soruyu sorunca Katade ona :
    • Ona kız vermeyin, lâkin size geldikçe deyin kİ: biz sana çıkacağız eğer Müslümansan, bizden ayrılmaz-
    sın, bize eza da etmezsin, dedi. Sonra gece olunca Cin geldi ve kapıda durup şöyle dedi:
    El-Hasan’a geldiniz, sordunuz; size: «Vermeyin ve ikramda da bulunmayın»  dedi; Katade’ye gelip sordunuz o da: «Vermeyin, lâkin geldiğinde deyin ki, biz sana çıkacağıb, eğer müslümansan bizden ayrılmazsın, bize eziyet de etmezsin, dedi. Onlar da «evet öyle», dediler. Bunun üzerine Cin onlara dokunmadan oradan ayrılıp gitti.
    Ebû Osman Saîd b. Abbas er-Râzi, «Kitabul-İl- hami vel – Vesvese» adlı  kitabının Cinlerle evlenme bahsinde der ki: «El-Hakem’den bu meseleyi sormuşlar, o şöyle cevap vermiş: «Cinlerle evlenmek mekruhtur. Ebû Hammad Haccac b. Ertaa’dan naklen Hamkem’in cinlerle evlenmeyi kerih gördüğünü beyan etmiştir.»
    Harb der ki: «İshak’a dedim ki, denize açılan bir adam kaybolmuş, sonra bir cin kadını ile evlendiği meydana çıkmış. İshak bana dedi ki, Cin ile izdivaç kurmak mekruhtur.»
    Hanefî  imamlarından Cemaleddin Es – Sicistânî «Münyet’ül Müfti»  adlı kitabında der ki: «İnsanlarla cinler arasında evlenmek caiz olmaz. Çünkü cinsleri muhteliftir.»
    Ebû Abdirrahman el – Herevî «Kitab’ul – Acayib» adlı eserinde, bunun mümkün olduğunu ve bilfiil vaki olduğunu iddia etmektedir. Abdullah b. Kâ’b itimad ettiği bazı hocalarından nakl ediyor: «O beraberinde oğlu olan bir adamı gördü. Annesine anlattı. Şeyh ona:
    • Yapma ben bunun sebebini sana anlatacağım: O denize açılmış, fırtınaya tutulmuş, batmak üzere iken bir tahta parçasına binerek bir adaya çıkmış; adada bulunan meyvalardan yemeğe başlamış. Bir gece denizden güzel kızların çıktığını, ellerindeki pırıl pınl parlayan incileri saçıp ışığında yürüdüklerini görmüş. Onlara karşı şehvet duydu. Bir gece yine onların çıkmasını bekledi. Denizden çıktıklarında bir tanesinin saçından yakaladı. Onu sımsıkı bir ağaca bağlıyarak onunla cinsî münasebet kurdu. Bundan bir çocuğa hamile kaldı. Çocuğu bir sene emzirmeye onu zorladı. Sonra ondan ayrılmak istedi. Fakat çocuğa kıyamadı. Kendi kendine yiyecek bir duruma gelmesini bekledi. Bütün bu müddet zarfında kadın çocuğunu sevinçle karşılıyor, bağrına basıyordu. Ne var ki, hiç konuşmuyordu. Nihayet kadım salıverdi. O da eskisi gibi gidip denize dalıp kayboldu. Bunun üzerine çocuk elinde kaldı. Tam o sırada yanından geçen bir gemiye atladığı gibi memleketine döndü. İşte çocuğun hikâyesi budur..»
    Kadılar kadısı  Şerefuddin Eb’ul – Kasım’a sorulan bir kaç mesele arasında şu mesele de vardı: «Bir adam cinnî bir kadınla evlenmek isterse —tabiî bu mümkün olduğu zaman — onun için bu caiz olur mu, olmaz mı? Çünkü Allah Teâlâ: «Size nefislerinizden, kendilerine ısınasınız diye, zevceler yaratmış olması,» (Er-Rum: 21) buyurmuş ve insanoğluna ısınabilecek varlığın yine kendi cinsi olduğunu beyan etmiştir. Eğer biz buna cevaz, verecek olursak bir kaç hususla karşı karşıya kalırız. Bunlardan biri: Böyle bir evlilik tesis edildiğinde koca mevkiinde olan adam Cinlerden olan hanımını kendisiyle ikamet’e zorlayabilir mi? zorlayamaz mı? İnsan şeklinden başka bir şekle bürünmesini yasaklayabilir mi, yasaklayamaz mı? Nikâh’m sahih olması için lâzım gelen şartlar onun hakkında da söz konusu olabilir mi, olamaz mı? Onu istemediği bir kılıkta görüp de o yine kendi eşi olduğunu iddia ettiği zaman ona inanarak onunla cinsî münasebet kurabilir mi, kuramaz mı? Sonra, adam kemik ve saire gibi cinlerin azığı olan şeyleri cin karısına getirmeğe zorlanır mı, zorlanmaz mı?» Cevap : İnsan şu iki âyetin ifade ettiği önemli mânâlardan dolayı bir cin kadını ile evlenemez. Bu iki âyetten biri Nahl sûresindeki «Allah sizin için nefislerinizden eşler yaptı» âyetidir. İkincisi ise Rum sûresindeki «Allah’ın âyetlerinden biri de, nefislerinizden sizin için eşler yaratmasıdır.» âyetidir. Müfessirler bu iki âyeti yorumlarken «Nefislerinizden» kelimesini cinsinizden ve nevinizden olarak tefsir etmişlerdir. Bunu «And olsun ki size kendi nefislerinizden bir Resûl gelmiştir.» âyeti ile teyid etmişlerdir. Şurası da bir gerçektir ki, insanoğlu ile cinler arasında bir mezhep yoktur. Cinne gelince onların var olduklarına inanmak vaciptir. Onların da tıpkı insanlar gibi yedikleri, içtikleri ve kendi aralarında evlendikleri sabit ve sahih olmuştur. Bazılarına göre Belkıs’m annesi cinlerdendir. Diğer bir kısım âlimlere göre cima esnasında kişi Besmele çekmediği zaman cinler de araya girip onunla cima eder. «Onlara mallarında ve evlâdında ortak ol.» meâ- lindeki âyetle «Onlara onlardan önce ne bir insan ve ne de bir cin dokunmamıştır» âyetinden bu kast edilmiştir. Ebû Dâvud’un Sünen’inde varid olan bir hadîste şöyle geçmektedir. Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edilmiştir. Cinlerden bir heyet Hz. Peygamber (S.A.V.)’e gelerek şöyle dediler: «Ya Muhammed! Ümmetine kemik, tezek veya kül ile taharetlenmelerini yasak et. Çünkü Allah bunları bize yiyecek kılmıştır.»
    Müslim’in Sahîh’inde şöyle varid olmuştur: Üzerine Allah’ın ismi anılan her hangi bir kemik elinize geçerse etlenir. Her alâf kalıntısı da hayvanlarınız içindir. Bu ikisi ile taharetlenmeyin. Çünkü bunlar cinlerden olan kardeşlerinizin yiyecekleridir. Buharî’de nakl edilen Ebû Hüreyre’nin Hadîsinde şöyle geçer: «Dedim ki kemik ve tezekle neden taharetlenemiyoruz? Cevap verdiler: “Çünkü onlar, Cinlerin yiyecekleridir. Bana
    Nusaybin’den onlardan bir heyet geldi. Ne iyi cinlerdi onlar.. Benden azık istediler. Bunun üzerine Allah.a gördükleri kemik ve tezeğin onlar için yiyecek olması hususunda niyazda bulundum.”»
    Âmeş’in fikrini eleştirdiğimizde, buna cevaz verdiği arılaşılıyor. Çünkü o kendilerinden bir adamın cinlerle evlendiğinden ve nikâhlarında bulunduğundan söz etmiştir. «Cinlerden biri bizden kız istedi ve ona sordum.)) Sözü ona göre bunun caiz olduğuna delildi. Çünkü onlarla evlenmek haram olsaydı nikâhlarında bulunmazdı. Zeydel – Âmmî’den nakl edilmiştir: «Allah’ım! Cinlerden, bana evlenebileceğim bir hanım na- sib et!» diye dua ettiğinde ona: .
    • Ey Eb’el-Havari! Ne yapacaksın onu? diye sordular. Cevap verdi:
    • Yolculuklarımda bana arkadaşlık eder. Nerede bulunursam bulunayım, yanımdan ayrılmaz. Bunu, Harb, îshak’dan nakl etmiştir..
    Murusika’dan bir şeyh bana, bunu Zeyd el – Âm- mı’den duyduğunu nakl etmiştir.
    İmam Malik’in: «Bence dinen bunda bir beis yoktur.» sözü, ona göre cinlerle evlenmenin caiz olduğunu gösterir. Yukarıda bu kavil geçmişti.
    O, bunu başka bir sebebten dolayı kerih görmüştür ki o da, tersinin adem-i vukuudur. En iyi bilen şüphesiz ki Allah’tır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...