CİNLERİN ESRARI ALTI
Cinlerin Hz. Peygamber’e Gönderilip Kur’ân Dinlemeleri
İbn-i İshak der ki: Peygamber (S.A.V.) Sakîfden umudunu kesince, mukedder olarak Taif’den döndü. Mekke yolundaki bir hurmalıkta gecenin karanlığında kalkıp namâz kılmaya başladı. O anda Cenab-ı Hakk’ın Kurân’da zikr ettiği cinden bir taife gelip okuduğu Kur’ân-ı dinlediler. Onlar Nuseybin cinlerinden yedi neferdi. Hz. Peygamber namazdan fariğ olunca kavim- lerini irşad etmek üzere oradan ayrıldılar. İman ettiler vc kavimlerine de duyduklarını birbir tebliğ ettiler
Allah, onların durumunu Kur’ân-ı Kerîmde anlatıyor :
«Hatırla o zamanı ki, cinlerden bir taifeyi Kur’ân dinlemeleri için sana doğru çevirmiştik.» (El-Ahkâf: 29.)
Sonra Allah, onlar hakkında (Kul Uhiye) sûresini inzâl buyurdu.
Sahihayn’da İbn-i Abbas (R.A.)’dan şöyle rivayet edilmiştir: «Resûlüllah Sallellahu Aleyhi Vesellem, cinlere okumadığı gibi, onları görmedi de. Hz. Peygamber (S.A.V.) ashabından bir taife ile Ukkaz çarşısına gitti. O arada, âdetleri üzerine cinler, gök haberlerini dinlemek istediler. Fakat Allah onlara pökt.p.n ateş, .par* çalarıİndirerek, dinlemelerine mâni oldu. Bunun üzerine bir haber alamadan kavimlerine döndüler.
Kavimler! onlara:
- Neniz var? Neden böyle meyûs duruyorsunuz? diye sorunca şu cevabı vercüler:
—• Gökten bize ateş parçaları atıldığı için, bir ha- ber alamadık.
Bunun bir sebebi ve sırrı olmalıdır, haydi do- ğu’ya ve batıya doğru yayılın; gidin bakın neler oluyor kâinatta, dediler. Ve bunun üzerine Tihame’ye doğru gitmekte olan cinlerden bir taife, Ukkaz yoluna koyulan ve Nahie’de ashabına sabah namâzı kıldırmakta olan Hz. Peygamberin yanından geçtiler. Kur’ân okunduğunu görünce hemen dinlemeye koyuldular ve :
- Demek ki, gökten haber sızdırmamıza engel olan buymuş, dedüer. Kavimlerine gidip: (Ya kavmena!) diye başlayarak durumu arz ettiler.
Cenab-ı Hak da Peygamber (S.A.V.)’e (Kul fihiye) sûresini inzal buyurup Cinier hakkında son derece güzel ve mufassal bilgi verdi.
İbn-i Abbas’ın rivayet ettiği bu hadîsin başından, cinlerin, Hz. Peygamberden bir şey duymadıkları anlaşılmasın! Çünkü (Yâd et ki hani cinlerden bir taifeyi sana çevirmiştik) meâlindeki âyetin tefsirinde İbn-i Abbas (R.A.) şöyle demiştir: «Onlar, Nusaybin cinlerinden yedi kişi idiler. Hz. Peygamber onlan, kavimle- rini irşad etmek üzere görevlendirip göndermiştir.»
İbn-i Abbas’m bu sözünden de anlaşıldığına göre, Resûl-i Ekrem bundan sonra onlarla konuşmuştur. Bu sebebledir ki onlar kavimlerine gidince; «Ey kavmimiz, Allah’a çağıranı kabul ediniz!» demişlerdir.
Yine bundan, henüz kavimlerine dönemeden, Allah Elçisinin onlan çağınp izahat verdiği anlaşılmaktadır.
İbıı-i Abbas’m yukarda rivayet ettiği hadîs, Hz. Peygamberin Abdullah b. Mes’ud’a «Burada dur!» deyip, cinlerin yanma giderek onlarla toplantı yaptığını da red etmez.
Beyhaki diyor ki; İbn-i Abbas’m bu rivayeti, cinlerin Hz. Peygamberi ilk dinlemeleri hakkındadır. O zaman Hz. Peygamber bizzat onlara bir şey okumadı ve onları görmedi. Onlar kendiliklerinden dinlediler Onu.. Sonra cinlerden bir davetli geldi, Hz. Peygamber onunla beraber gidip onlara Kuran okudu. İbn-i Mes’ud bunu, bu şekil hikâye etmiştir. Abdullah b. Mes’ud bu iki kıssayı ezberlemiş ve anlatmıştır.
Bunları söyledikten sonra Beyhaki ayrıca, Ebû Behr b. Ebî Şeybe’ye isnad ederek şöyle bir hadîs rivayet etmiştir: Abdullah b. Med’ud’dan (RA.) nakl edilmiştir: «Hz. Peygamber (S.A.V.) Nahle’nin içinde Kur’- ân okurken yanma inip geldiler. Onun Kur’ân okuduğunu görünce, birbirlerine «Susun! Dinleyin!» veyahut «Sus!» dediler. Dokuzdular. Onlardan birisi Zevba’a idi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk (Ve iz sarefnâ) âyetini indirdi..»
Beyhaki sonra, başka bir kıssayı Alkama’dan nakl etmiştir. Alkarna diyor ki: İbn-i Mes’ud’a (R.A.) dedim ki; cin gecesi, Hz. Peygamberle beraber içinizden hiç kimse var mıydı?»
El-Kurtubî der ki: İbn-i Abbasln rivayet ettiği hadîsin mânası şudur: Hz. Peygamber onlara okumayı kasd etmemiştir, hattâ onların, kendisini dinlediklerinden de haberi yoktu. Onlarla bir şey konuşmadı da. Onların, kendisini dinlediklerini ve bütün durumlarmı Allah, bilâhare (Kul ûhîyc) sûresini indirerek bildirdi.
Şeyh Ebu’l – Abbas İbn-i Teymiye der ki: İbn-i Ab- bas, Kur’ân’ın ifade ettiği mânayı bilmiştir, lâkin İbn-i Mes’ud’un (RA.) ve Ebû Hüreyre (R.A.)’nin bildiklerini bilmemiştir. Onlara göre, cinler ona gelmiş ve Hz. Peygamber onıara hitab etmiştir. Hz. Peygamber’e Rab- bi haber vermiş ve bu hakikati cinlere bildirmesini emretmiştir. Bu, ilk defa, gökten haber alamadıkları zaman vuku’ bulmuştur. Çünkü bu ibret dolu mûcizeler- dendir ki, Hz. Peygamberin hak peygamber olduğunu gösterir. Ondan »sonra cinler ona gelmişlerdir ve Hz. Peygamber de onlara Kur’ân okumuştur.
Rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber onlara Rahman sûresini okumuştur. Her ne zaman «Rabbini- zin hangi ni’ınetlerini yalanlıyorsunuz» meâlindeki âyetini okumuşsa onlar «Rabbimizin nimetlerinden hiç bir şeyi inkâr etmiyoruz!» cevabını vermişlerdir.
Abdullah b. Mes’ud, Cin Kıssasını ibn-i Abbas’dan daha iyi biliyor. Çünkü o vak’ada hazır bulunmuş ve bu kıssayı ezberlemiştir. İbn-i Abbas o zamanlar henüz küçük yaşta, meme emen bir çocuktu.
Bazılarına göre, bu cin olayı, Hicretten üç yıl önce vaki olmuştur. El – Vakıdî’ye göre bu olay, Peygamberlik yıllarının Onbirinci yılına tesadüf eder ki, İbn-i Abbas Veda Haccı’nda daha yeni akil bâliğ olmuştu. En iyi bilen şüphesiz ki Allahtır.
Essüheylı, onlann Yahûdî olduklarını söyledi. O- nun için onlar «Musa*dan sonra» dediler de «Isa’dan sonra» demediler.
İbn-i Selâm’ın fikri: Cinlerin bu olayı, Hicretten üç yıl önce, İsrardan da evveldi.
El-Vâkıdî der ki: Resûlullah (S.Â.V.), Şevvâl ayının sonuna doğru Tâif’e gitti ve orııda ylriııi beş gece kaldı. Zilka de’nin yirmi üçünde bir salı günü Mekke’ye döndü. Mekke’de üç ay kaldıktan” sonra, Peygamber7”
liginin onbirinci yılında Rebi?ul – evvel ayında ona El – Hucûn vadisinin cinleri geldiler.
İlim adamları Hz. Peygamber’e, Kur’ân dinlemek için gelen cinlerin sayısında fikir ayrılığına düştüler.
İbn-i İshak diyor ki, onlar yedi kişi idiler. İbn-i Ebî Hâtem, Tefsirinde Mücahid’den nakl ettiğine göre; on^ larm sayısı, Ehl-i Hiran’dan üç, Ehİ-i Nusevbin’den dörtolmak üzere, yedi idi.
Essevrî Âsım’dan, o da Zer’den nakle ediyor: Onların adedi dokuzdu.
İkrime’ye göre, onlar on iki bin kişi idiler.
Essuheylî der ki: Tefsir ve müsnealerde bunların isimleri zikr edilmiştir: Şâsır, Masır, Menşâ, Maşı ve El - Ahkâb. Bu beşi, İbn-i Düreyd zikr etmiş ve şöyle demiştir. Ebû Bekr b. Tâhir el – Eşbeli’nin Ömer b. Ab- dulazîz’in faziletleri hakkmda anlattığı bir haberde şöyle gördüm: Ömer b. Abdilazız bir gün bozkırda yürürken ölü bir yılan gördü ve elbisesinden biraz kopararak onu sardı ve oracıkta defn etti, derken bir ses :
- Ey Sarak! Allah Elçisinin sana: «Sen ilerde bozkırda öleceksin. Salih bir adam gelip seni kefenleyecek ve orada defn edecek» demişti. Ben buna şimdi şahit oluyorum işte! Bu sesi duyunca, Ömer b. Abdulaziz:
Sen kimsin? diye sordu. Ses cevab verdi:
- Ben Allah Resûlünden Kur’ân dinleyen cinlerden bir adamım. Onlardan ben ve Sarakadan başka kimse kalmadı. Şimdi Sarak da öldü yalnız ben kaldım.
Ebû Bekr İbn’id – Dünya, bu hâdiseyi diğer alimlerden şu şekilde nakl ediyor :
Ömer b. Abdilazîz bir gün bir katır üstünde arkadaşları ile birlikte yürürken sokak ortasında ölü bir cin gördü. Katırından inip onu aldı ve yoldan biraz ayrılarak münasip bir yerde onu gömdü ve üzerini toprakla örttü. Dönüp giderken, sahibini göremedikleri yüksek bir ses :
- Müjdeler olsun sana ey mü’minlerin emîri! Ben ve şu biraz evvel defn ettiğin arkadaşım, Cenab-ı Hakkın (Ve iz sarafnâ ileyke) âyetinde haber verdiği cinlerdeniz! Biz Allah’a iman edip Müslüman olduğumuzda Allah’ın Resûlü, arkadaşıma hitaben şöyle buyurmuştu: «Sen bir gün diyar-ı gurbette öleceksin ve seni kendi asrında yeryüzünün en hayırlısı olan bir zat defn edecektir!»
İbn-i Selâmln Ebû îshak tariki ile nakl ettiği bir rivayette bu hâdise şöyle anlatılmıştır: İbn-i Mes’ûd, Re- sûlüllah’m ashabından bir kısım insanlarla yürürken söyle bir hadise ile karşılaştı. Büyük bir kasırga gelmiş,
o dinmiş başka bir kasırga sökün etmiş. Bir de bakmışlar ki ölü bir yılan ortada duruyor. İçimizden biri elbisesinden biraz yırtarak yılanı kefenledi ve defnetti. Gece karanlık basınca iki kadın gelip; «Câbir oğlu Amr’i kim defnetti» diye sordular. Dedik ki: «Cabir oğlu Amr’i tanımı yoruz!»
- Eğer sevap isteseydiniz onu bulabilirdiniz. Çünkü cinlerden fasık olanlar mü’min olan kısımla savaş ‘yaptılar~v(TCâ&Ir oğlu Ânııröldürüldü. İşte bugün gördü- ğünüz yılan odur. O Muhammed (S.A.V.)’den Kur’ân dinleyip de kavimlerine münzir olarak giden cinlerdendir.
İbn-i Ebi’d – Dünya anlatıyor: «Ebu İshakln anlattığına göre, Hz. Peygamber ashabından bir kısım insanlarla sefere çıkmışlardı. Yolda giderlerken iki yılan çarpıştılar, biri diğerini öldürdü. Ölen yılanln güzel kokusu ve güzelliği hayretlerini mucib olmuş olacak ki içlerinden biri kalkıp onu bir hırkaya sararak defnetti. Bir de ne görsünler; görmedikleri bir topluluk kendilerine : «Es – Selâmü Aleyküm, Es – Selâmü Aleyküınî Siz şu anda Ömer isminde birini defnettiniz, Müslümanlarla kâfirlerimiz arasında savaş çıktı şu anda defnettiğiniz Müslüman öldürüldü. O Peygamber (S.A.V.)in huzurunda Müslüman olan cinlerdendir.»
Hüzeyfe b. Galim El – Adevî’den nakl ediliyor: «Kiran adını taşıyan Hatıb b. Ebî Beltea bir duvardan çıktı. Hz. Peygamberi istiyordu. Mezhaya gelince iki büyük duman çöküverdi. Duman kalkınca yumuşak derili bir yılan ortaya çıkıverdi. Sonra kayboldu. Gece olunca şöyle bir ses duyuldu : Hz. Peygamberi gelip durumu bildirdi. İşte o, el – Cumane oğlu Amr idi. Nuseybin’den gelirken Hıristiyan olan Yüsel oğlu Mehter üe karşılaştı. Hıristiyan onu öldürdü Bana gelince ben Nuseybin’i gördüm. Cebrail bana onu göstermişti. Allahu Teâlâ’ya, nehrinin tatlı meyvesinin güzel ve yağmurunun bol elması için niyazda bulundum.»
İbn-i Eb’id- Dünya anlatıyor: «Bana İbn-i Ebî İlyas dedi ki: Muaz b. Ubeydullah b. Muhammed şöyle dedi: Osman b. Affan’ın yanında oturuyordum; bir adam gelerek şöyle dedi : Ey Mü’minlerin Emîri! Ben bir sahrada yürürken acayip bir şey gördüm. İki kasırga gelip birbirleriyle çarpıştılar. Sonra ayrılıp gittiler. Biri diğerinden büyüktü. Çarpıştıkları yere geiince bir de ne göreyim; yılanlarla dolu, bazıları âdeta misk kokuyordu. Bu kokunun nereden geldiğini anlamak için ölü yılanları durmadan evirip çeviriyordum. İnce, sarı bir yılandan geldiğini görünce bunda bir hayır var dedim. Sarığımın içine sardım. Ve oracıkta gömüverdim. Yürümeğe başladığımda kendisini göremediğim bir kişinin bana şöyle çağırdığını duydum:
- Ey Allah’ın kulu! Bu yaptığın şey nedir? Gördüğümü anlattım, bana dedi ki :
O gördüğün yılanlar cinden (Es - Şisan) okulla- nyla’ (Kays) oğullarıdır. Savaş yaptılar. Gördürün gibi birbirlerini öldürdüler. Senin defn ettiğin yılan işte onlardan ve Hz. Peygamber (S.A.V.)’den Kur’ân-ı Kerîm dinleyenlerden biri idi.»
Kesîr b. Abdillah anlatıyor: «Ebû Rccâ el-Atâri- dî’nin yanma gidip; «Hz. Peygamber (S.A.V.)’e biat eden cinlerden bir şey biliyor musun?» diye sordum. Gülümsedi. Ve: Görüp duyduklarımı size haber vereyim, dedi: Bir yolculuk yapıyorduk. Bir pınarın başına inip dinlenelim dedik. Bir de ne görelim çadıra bir yılan girdi. Izdırap içinde kıvranıyordu. Su kabımı alarak üzerine biraz su serptim. Yılan rahatladı. Oradan ayrılırken arkadaşlarıma dedim ki: Biraz bekleyin bakalım o yılan ne oldu? Yanma gelince yılanı ölmüş buldum. Çantamdan beyaz bir bez çıkarıp onu içine sardım. Bir yer kazarak onu defn ettim.. Dönüşümüzde yine aynı yola uğradık; istirahate çekilince şöyle bir sesle karşılaştım: Binlerce selâm üzerinize olsun! Onlara :
- Siz kimsiniz diye sordum?
- Biz cinleriz. Bize yaptığın iyiliğe karşılık sana bir iyilikte bulunmak istiyoruz, dediler.
- Ben size ne iyilik yaptım ki? dedim.
- O ölen yüan cinlerden Hz. Peygamber (S.A.V.)’e biat edenlerin sonuncusu idi, dediler.
YukaHda îbn:i Düreyd’in arılattığı gibi onların isimlerinden şunları vermiştik: Şâsır, Mâsır, Meşâ, Mâşi ve el-Ahkâb.
tbıı-i îshak’tan nakl edilen bir rivayette isimleri (Hâsa, Mesâ, Şâsır, Mâsır, Ebnel, Ezb, Enîn ve el-Ah- sâml olarak geçmektedir.
Hâsıb b. Ebî Beltea’nm gömmüş olduğu cinnin ismini Peygamberimiz «Amr b. Cumâne» olarak bildir- iniştir. Onlardan birisi de Ömer b. Abdil – Azîz’in defnettiğiSarak’tır. Birisi de Zevbea’dır.
İbn-i Mesûd’un hadîsinde Amr b. Câbir dahil bu dokuzların isimleri zikredilmiştir. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.
Hz. Peygamber (S.A.V)’in Cinlere Kuran Okuması ve Onlarla Mekke’de ve Medine’de Buluşması
Müslim ve Ebû Dâvud, Alkame’den rivayet ediyorlar: «İbn-i Mes’ûd’a sordum:
- Cin gecesi hiç biriniz Hz. Peygamberle beraber bulundu mu?
- Hiç birimiz bulunmadık, lâkin bir gece Hz. Peygamberle beraber bulunuyorduk. Bir ara o bizden kayboldu. Vadilerde ve kuytu yerlerde onu aramaya başladık. Bir suikast’a uğradığını sandık; gayet korkulu bir gece geçirdik. Sabah olunca Hira yönünden çıkageldi. Dedik ki:
- Ey Allah’ın Resûlü! Seni kaybettik; aradık, lâkin bulamadık. Sorma çok korkulu bir gece geçirdik.
- Bana cinlerin Tebliğcisi geldi. Onunla beraber gidip kendilerine Kur’ân okudum, diye izahat verdiler.
Bunun üzerine bizi götürüp onlann yerlerini ve o- caklarmı gösterdi. Sonra ondan azık istediler; onlara şöyle buyurdu :
- Elinize geçen ve üzerine Allah’ın ismi anılan her kemik sizin içindir. Hayvanlarınız için de alâf artıklan azık olarak tahsis edilmiştir. Resûlüllah sonra bize karşı şöyle buyurdu: Şu ikisi ile taharetlenmeyin! Çünkü onlar kardeşlerinizin yiyeceğidir.»
- İmâm Ahmed, bu hadîsi şu ilâve ile rivayet etti: «Mekke’de ondan azık istediler. Onlar Cezîre cinleri idi.»
- Hadîste anlatılan gece diğer hadîste anlatılan gece değildir. Çünkü o gece Peygamberimiz bizzat cinlere gideceğini bildirmiş ve İbn-i Mes’ûd ile birlikte gitmiştir. Sonra gözünden kaybolmuş bilâhare İbn-i Mes’ûd’un yanına dönmüştür.
Beyhakî, (Delâil’ün – Nübüvve) adlı kitabında şöyle anlatıyor:
«Aslen Şamlı olan Ebû Osman b. Seleme El – Huzaî bize bildirdi ki : Abdullah b. Mes’ûd, Resûlüllah (S.A. V.)’in ashabına şöyle buyurduğunu duymuş: «Cinlerin işini merak eden varsa benimle gelsin! Fakat benden başka hiç kimse Allah’ın Resûlü ile gitmedi. Beraberce yürüdük. Mekke’nin tepesine gelince (mübarek) ayağı ile bir çizgi çizdi. Ve orada oturmamı emir buyurdu. Sonra kendileri yürüdü ve biraz sonra ayakta Kur’ân okumaya başladı. Etrafını kalabalık bir halk sardı. Onu göremez ve duyamaz oldum. Sonra bulut gibi dağılıp gittiler; içlerinden bir grup kalmıştı. Sabah olunca Resûlüllah (S.A.V.) yanıma gelip orada kalan grubun ne yaptığını sordu. İşte onlar bunlardır, yâ Resûlallah, dedim. Eline kemik ve tezek alıp azık olarak onlara sundu. Sonra kemik veya tezekle tahareti yasakladı.
Bâzı rivayetlerde kayıt şöyledir: «İbn-i Mes’ûd dedi ki: Cinler Allah’ın Resûlüne (S.A.V.):
- Senin Allah Elçisi olduğuna kim şehadet eder? diye sordular. Yanında bir ağaç bulunmaktaydı. Hz. peygamber (S.A.V.) onlara:
- Evet dediler! Bunun üzerine Peygamber (S.A. V.) ağacı çağırdı. Ve ağaç hemen oraya geldi. (İbn-i Mes’ûd ağacın dallan âdeta yürüyordu, dedi.) Hz. Pey-
gamber ağaca : Benim Allah’ın resûlü olduğuma şeha- det getirir misin? diye sordu. Ağaç :
- Şehadet ederim ki, şüphesiz ¿¿en Allah’ın resû- lüsünL» cevabım verdi.
Bey haki, sahih hadîsteki: «Ona bizden hiç kimse arkadaşlık yapmadı» sözü Hz, Peygamberin (S,A.V.) onlara Kuran okumak için gitmesi haline hami edilir, dedi. Ne var ki, bu hadîsteki durum diğer sahih hadîste rivayet edilen «Onu kaybettik; bir suıskasd’a uğramasından korktuk» kaydına uymamaktadır. Şu halde bu iki hadîs ayrı ayrı olaylar hakkında olsa gerek. En iyi bilen Allah’tır.»
İbn-i Mes’ûd’uıı «onu kaybettik; aradık ve o gece korkulu bir gece geçirdik» sözü yalnız kendisinin Hz. Peygamber’i kaybettiğine, aradığına ve korkulu bir gece geçirdiğine delâlet eder. Lâkin bu yukarıdaki izaha t muzla bağdaşmamaktadır. Çünkü biz diyoruz ki:
Cin gecesi bir değil; müteaddit idi. İki hadîsin mânası, ancak böyle düşündüğümüz zaman sahih olur.
Süheylî’nin sözüne bakılırsa, Cin gecesi müteaddit değil; bir idi. Bu bahis, uzun usun düşünme ve araştırmayı icap ettiriyor. En iyi bilen Allah’tır.
Şurası bir gerçektir ki, cinlerin Hz. Peygamber’e gelişi birden fazladır. Mekke’de geldikleri gibi Hicretten sonra Medine’de de gelmişlerdir. İbn-i Mes’ûd onunla, Medine’ye gelişlerinde beraber bulunmuştur. Nitekim el – Hâfız Ebû Nuaym’in «Delâil En – Hübüvve»’de rivayet ettiği hadîs buna delâlet etmektedir. Amr b, Geye- lâa Es-Sakafî der ki: «Abdullah b. Mes’ûd’a geldim: Duyduğuma göre cinlerin geldiği gece sen Resûlüllaîı (S,A,V,) ile berabermişsin, doğru mu? dedim, «Evet,» dedi, «Öyleyse nasıl oldu bana anlat» dedim. Şöyle izah etti: «Suffa ehlinden her biri, yanma yemek yedirecek
birer arkadaş aldı. Ben terk edildim. Beni kimse almadı. Resûlüllah (S.A.V.) yanımdan geçerken; «Bu kim?» diye sordu. «Ben İbn-i Mes’ûd’um» dedim. «Sana bakmak için kimse almadı mı?» diye sorunca; «Hayır!» dedim. «Öyleyse benimle gel, belki sana bir şeyler bulabilirim» dedi. Onunla gittim. Nihayet Ümm-i Seleme’- nin evine geldik. Bana; «Sen burada dur!» diyerek kendisi ailesinin yanma girdi. Bir câriye çıkarak dedi ki: «Ey İbn-i Mes’ûd! Allah’ın Resûlü (S.A.V.) senin için yiyecek bir şey bulamadı, haydi yerine dön!» Ben de Mescid’e döndüm. Mescid’in taşlarını toplayıp yastık yaptım. Ve elbiseme bürünüp yattım. Aradan çok geçmeden câriye geldi: «Ey İbn-i Mes’ûd! Allah Resûlünün (S.A.V.) dâvetine icabet et!» dedi. Onu takib ederek, «belki yiyecek bir şey bulurum,» diye ardmdan gittim. Önceden gittiğim yere vasıl olunca, Allah’ın Resûlü (S. A.V.) elinde bir hurma çubuğu olduğu hâlde çıkıp ha- fifçe göğsüme, şöyle diyerek vurdu: «Haydi Benimle gel! Nereye gidersem geleceksin!»
- Maşaallah, dedim. Hz. Peygamber de sözünü üç kere tekrarladı. Onun her tekrarlayışım «Maşaallah» ile karşıladım. Beraberce yürüdük. (Bakî El-Ğarkad)’egelince sopasıyla bir çizgi çizdi ve «burada otur; ben gelinceye kadar hiç bir yere ayrılma!» dedi. Kendisi yürüdü “Beri ardından, hurmalıkların arasmttan kendisini görüyordum. Etrafı, görebildiğim kadarıyla kapkaranlık toz, duman etrafı kaplamıştı. Korktum. İçimden: «Galiba bunlar Havazin kabilesidir. Resûlüllah’ı öldürmek için ona tuzak kurdular. Evlere koşup insanlardan yardım istiyeyim.» dedim. Sonra Resûlüllah (S.A.V.) in: «Ben gelinceye kadar buradan ayrılma» sözünü hatırladım. Resûlüllah’m asasıyla işaret ederek onlara, «oturun» dediğini duydum. Ouurdular. Şafak sökerken ayrılıp gittiler. Hz. Peygamber (S.A.V.) geldi ve bana: «Benden sonra uyudun mu?» diye sordu. «Hayır, önceleri korkmuştum. Havazin kabilesinin seni öldürmek için tuzak kurduklarım sanmıştım. Gidip evlere haber verip sana yardım etmek için çağırayım demiştim. Fakat asanızın sesini duyunca rahatladım. Sabredip sizi bekledim. Gördüğünüz gibi yerimden hiç ayrılmadım» dedim.
- Bir şey gördün mü? buyurdu.
- Beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar gör- düm, dedim.
- İşte onlar Nusaybin cinlerinden bir hey’et idi. Gelip benden yiyecek istediler, onlara kemik’ tezek ve” alaf kalıntıları verdim, buyurdu.
- Bu onlara ne fayda temin eder ki? dedim.
- Nasıl etmesin ki. kemik aynı eskisi gibi üzeri etli olur. Tezek eski halini alıp tâne oluverir. İçinizden hiç kimse kemik ve tezekle taharetlenmesin, buyurdu.
Cinlerle buluştuğu bu gece, Medine’de vuku bulmuştu. İbn-i Mes’ûd beraberinde bulunmuş; «Baki El – Gerkad) ’de kendisine gösterilen bir yerde oturup Hz. Peygamber (S.A.V.)’in dönüşünü beklemiştir.
İmam Ahmed, Abdurrezzak vasıtasıyla Abdullah b. Mes’ûd’dan nakl ediyor: «Cin hey’etinin geldiği gece Resûlüllah (S.A.V.) ile beraberdim. Derin bir nefes aldılar ve :
—- Neniz var ey Allah’ın Resûlü? dedim.
- Kendi nefsime ölümü haber verdim, buyurdu.
- Yerine halife bırak, dedim.
- Kimi? buyurdu.
- Ebû Bekir’i dedim. Sükût buyurdular. Biraz sonra yine derinden bir nefes aldı. Kendilerinden sordum :
- Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın elçisi! Neyin var? dedim.
- Kendi nefsime ölümü haber verdim, ey İbn-i Mes’ûd! buyurdu.
- Yerine halife bırak, dedim.
- Kimi buyurdular.
- Ömer’i dedim, sükût ettiler.
Biraz sonra yine derin bir nefes aldılar. Kendilerine sordum:
- Neniz var ey Allah’ın Resûlü? diye.
- Nefsime, ölümü haber verdim, ey İbn-i Mes’ûd! buyurdu.
- Yerine halife bırak, dedim.
- Kimi? buyurdu.
- Ali’yi dedim.
- Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki, ona itaat ederlerse Cennet’e girerler.» buyurdu.
Görüldüğü gibi bu hadîs, onun Medine’de olduğunu zikretmedi. Oysa onun Medine’de olduğu meydan- daır. Hz. Ali o zaman halife olacak yaşta değildi. Çünkü o, o zamanlar gayet gençti. Zira o, kırkıncı Hicrî yılının Ramazan ayında, elli sekiz yaşında olduğu halde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Bazılarına göre; o, altmış üç yaşında vefat etmiştir. Yukarıda anlatmıştık. Cin gecesi, Mekke’de, Hicretten üç yıl önce vuku’ bulmuştur. İmam Ali’nin yaşı o zamanlar onbeş, ilâ yirmi arasında idi.
El-Hafız Eb’ul-Kasım, İbn-i Asâkir der ki: Onun doğumu, Fil hâdisesinden otuzüç sene sonrasına rastlar. Buna göre, Cin gecesi onun yaşı yirminin altındadır. Hazreti Ebu Bekir ile Ömer’e nisbetle o zamanlar daha genç sayılırdı. Onun için onlarla birlikte halifeliğe namzet gösterilemezdi. O tarihte onun için dedik ki: Cin Gecesi Olayı Mekke’de değil; Medine’de vuku’ bul-
muştur. Bunu Peygamberimizin «Nefsime ölümü haber verdim» sözü teyid etmektedir. Bu sözü, vefatına yakın bir zamanda söylemiş olsa gerek. Bundan sonra Ebu Nuaym’ın rivayet ettiği bir hadîse rastladım. O hadîsde de istihlâf meselesi anlatılıyor. Kıssanın da Mekke tepesinde cereyan ettiği anlaşılıyor. İlerde bunun bahsi gelecek. Bu husus, biraz önce anlattıklarımıza uymamaktadır.
Cin hey’eti bir kere daha Hz. Peygamber Medine’de iken gelmiştir. O toplantıdsTZübevr b. Avvam da bulunmuştur. Allah’ın Resülü (S.A.V.) ona baş parmağı iİe birçizgi çizip bunun ortasında otur demişlerdir.
Zübeyr b. Avvam’dan (R.A.) nakl ediliyor: «Re- sûlüllah (S.A.V.) kendi mescidinde sabah namazını kıldırdı. Namazdan fariğ olduktan sonra:
- Bu gece hanginiz benimle, Cin hey’etinin yanına gidecektir? diye sordu. Hiç kimse birşey söylemedi. O, sözünü üç kere tekrarladı. Sonra bana gelip elimden tuttu. Onunla beraber yürümeğe başladık. O kadar yürüdük ki, Medine’nin dağlan, tepeleri arkamızda kaldı. Nihayet açık bir yere ijıdik. Bir de ne göreyim: Gayet uzun, mızrak gibi adamlar ayaklarından yukarı beyaz elbiseler giyinmiş duruyorlar? Onları görünce korkudan beni bir titreme aldı; dizlerim tutmaz oldu. Onlara yaklaşınca Allah’ın Resûlü (S.A.V.) ayağının bas par- mağı ile bir daire çizdi ve bana bunun ortasında otur, dedi. Oturunca içimde hiç bir korku-ve şüphe kalmadı.Resûlüllah (S.A.V.) benimle beraber onların arasına’ girdi ve Kur’ân okudu. Onlar sabah oluncaya kadar orada kaldılar. Sonra yanıma gelip «haydi bana yetiş!» dedi. Onunla epeyce yürüdükten sonra bana dönerek:
- Nasıl, onların bulunduğu yerlerde bir şey görebiliyor musun?» diye sordu.
- Evet, gayet kalabalık bir topluluk görüyorum, dedim. Bunun üzerine mübarek başını yere eğip biraz kemik ve tezek toplayıp onlara attı. Ve bana:
- İşte bunlar Nusaybin Cinlerinden bir heyet idi. Kalabalık bir hey’et bana gelip Kur’ân dinlediler ve benden azık istediler. Ben de onlara, azık olarak bütün kemikleri ve tezekleri tahsis ettim, buyurdu.
Zübeyr dedi ki: Kemik veya tezekle taharetlenmek asla caiz değildir. Hadîs bilginlerinin bildirdiklerine göre, bu hâdise, İbn-i Mes’ûd’un bulunduğu hâdiseden başkadır. Çünkü İbn-i Mes’ûd’un hâdisesi, Baki’ el-Gar- kad’da vuku’ bulmuştur. Bu ise Medine dağlarının ötesinde vaki’ olmuştur. Şu hâlde hadîslerden anlaşılıyor ki, cinlerin Hz. Peygamber’e gelmeleri bir değil, birden fazladır. Onlar, hem Mekke’de, hem de Medine’de gelmişlerdir.
El-Hafız Ebû Nuaym anlatıyor: Biz deriz ki; Hz. Peygamber, Ebû Tâlib’in vefatından sonra oriun desteğini yitirince, Kureyş büyüklerinden destek bekledi. Fakat onlar ona hiç bir yardımda bulunmadılar. Bu yüzden Tâif’e, dayılarının yanma gitmek zorunda kaldı. Fakat ne yazık ki, orada, Mekke’de karşılaşmadığı daha büyük bir zorlukla karşılaştı. Çünkü oranın halkı kendilerine, Mekke’dekilerden daha sert ve kaba davrandılar. Hz. Peygamber Tâif ten gayet mahzun ve mu- kedder olarak geri döndü. Tam o sırada Allah Cebrail ile birlikte O’nun azmini ve metanetini takviye etmek için dağların kırallarmı gönderdi. Kendileri çok merhametli oldukları için Tâiflilere karşı hiç bir kötülük düşünmedi. Yalnız onların kendisine yardımcı kalmasını, onlardan kendi dinini kabul edecek insanlar bulunmasını Allah’dan niyaz etti. Bunun üzerine Yüce Allah Cinlerden bir taifeyi, ona Kur’an dinletmek için gönderdi. Onların gelişlerini bir ağaç haber verdi. Böylece
Allah’ın ona yardım edeceği ve hayatta zaferden zafere koşacağı müjdeleniyordu kendilerine..
İnsanlar ve cinlerden bir çok kimseler, binlerce, on- binlerce hattâ yüz binlerce varlıklar O’nun Peygamberliğini kabul edecek ve O’na uyacaktı. Bütün bunları Allah ona bildirmişti. Tabiî inanmayanlar da olacaktı, onları da bildirmişti. İnanmayanların cezaya çarptırılacaklarını da bir bir anlatmıştı, Nebisine… Karşılaştığı eza ve cefalar hep onu imtihan etmek içindi. Bu imtihan sayesinde derecesi kat kat yükselecekti. Bundan da haberdar edilmişti O…
Nihayet bunların hepsi tahakkuk etti. Allah O’na: «Peygamberlerin haberlerinden, senin yüreğini sabit küacak haberleri bir bir sana anlatıyoruz» buyurdu.
Gerçekten de öyle olmuştu. Çünkü ona gelen cinler birer peygamber gibi gerçekleri bildirmek için, ka- vimlerine dönmüşlerdir.
Bazılarına göre, Hz. Peygamber (S.A.V.)’e gelen hey’et üçyüz kişi idi. Her birerleri kavimlerini irşat etmek üzere dönmüştür. Üç ay sonra bir çok Cinleri Müslüman ederek ve yanlarına alarak Mekke’ye geldiler ve Hz. Peygamberin kendilerine okuduğu Kur’ân’ı dinlediler. Hz. Peygamber (S.A.V.) onların her türlü anlaşmazlıklarını halletti. Dargınlarını barıştırdı. Birbirlerine kucaklaştırdı. Ondan azık istediler. Hz. Peygamber de onlara her kemiği (etli olan), her tezeği (eski halindeki tane olmak şartıyla) azık olarak tahsis etti.
İşte Hz. Peygamberin (S.A.V.) bu hareketleri, o- nun gerçek bir peygamber olduğunu gösteriyordu. Ondan bütün cinler haberdar edilmişlerdir.
Ve yine İbn-i Mes’ûd ile Zübeyr’e çizdiği daireler (fe, birer alâmet ve mu’cize idi. Çünkü onun sayesinde onlar, korktuklarından emin olmuşlardı. Kendilerine daireçizildikten sonra Cin saldırılarından tam mâna- siyle emin bir halde oturmuş, Resûlün (S.A.V.) dönüşünü beklemişlerdir.. AİkamalîTn ccİÜn ged&sı ıbn-i Mes’ûd. Resûlüllahla (S.A.V.) beraber değildi.» sözünü şöyle yorumlamak lâzımdır. Yâni Resûlüllah (S.A.V.) cinlere Kur’ân okurken, onların ihtilâflarını hallederken îbn-i Mes’ûd yanlarında bulunmamıştır. Yoksa İbn-i Mes’ûd, kendisine çizilen dairede bulunmadı, demek değildir bu. Zübeyr’in anlattıkları da mümkündür. Çünkü Hicretten sonra cinlerden bir taife Medine’ye de gelmiş; Mekke’de olduğu gibi Allah’ın Resûlü (S.A.V.) onlara da Kur’ân okumuş, meselelerini halletmiştir.
Amr b. Geyelan’m nakl ettiği «Hz. Peygamber (S.A. V.) Medine’de cinlerle beraber buluşmuştur.» sözü, Mek- ke’dekinden başka bir taifenin kendisiyle buluştuğu anlamına hami ederiz. Çünkü .cinler de Hz. Peygamber (S.A.V.) Je insanlar gibi aynen fevç fevç, kabile kabile gelip müslüman olmuşlardır. Gelen her taifeye Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur’ân okumuş, kemik ve tezekle onları azıklandırmıştır. Tabiî cinlerden de küfürde sebat eden, İslâmiyeti kabul etmeyenler bulunmuştur. On-lardan da aynı insanlardan olan kâfirler gibi Hz.Pey- gambere ve Müslümanlara sataşanlar olmuştur. Nitekim Ebu Hüreyre’den nakl edilen şu hadîs buna delâlet ediyor :
«Cinlerden bir ifrit dün gece benim namazıma mâni olmak için geldi. Allah’ın verdiği bir güçle onu kendimden uzaklaştırdım. Mescid’in duvarlarının birisine, sabahleyin hepiniz onu göresiniz diye bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman’ın: (Rabbim beni bağışla bana öyle bir hakimiyet ver ki benden sonra hiç kimse ona lâyık olmasınL.) duasını hatırladım da onu perişan bir halde salıverdim.» Bu, Ebû Bekr b. Ebî Şey- be’nin Şebabe b. Suvar’dan nakl etmiş olduğu rivayettir.
İmam Ahmedln Muhammed b. Cafer’den nakl ettiği rivayet ise: «Allah onu perişan, ümitsiz bir halde reddetmiştir.» şeklindedir.
Nadr b. Şümeyl’in rivayetinde ise kayıt söyledir: «Cüılerden bir ifrit düıı gece namazımı kesmek için önüme geçti. Fakat Allah onu ümitsiz ve perişan bir halde geri çevirdi.» Ravilerin her biri bu hadîsi Şûbe, Muhammed b. Ziyad tankı ile Ebû Hüreyre’den rivayet etmişlerdir. Cinlerin Hz. Peyganıber’e (S.A.V.)sataştıklarını anlatan hadîsler inşaallah ilerde kendine has bir mevzuda gelecektir.
Mekke ve Medine’nin dışında da Cinler’in Hz. Pey- gamber’e geldikleri olmuştur. Bilâl b. Hâris’ten rivâyet ediliyor: Allah resûlü ile birlikte bazı yolculuklarda bulunduk — def-i hacet için hazırlandı; def-i hacet yapacağı zaman bizden uzaklaşırdı— Ona biraz su getirdim. Yanında bir takım adamların yüksek sesle münakaşa yaptıklarını duydum. O güne kadar öyle bir şey duymamıştım. Dönünce bana «Yanında su var mıdır?» diye sordu. «Evet» dedim.
- İyi yapmışsın, dedi ve benden suyu alıp abdest aldı. Kendilerine dedim ki:
- Ey Allah’ın Resûljü! Dillerinden anlamadığım bir takım adamların gürültülü seslerle yanında münakaşa yaptıklarını duydum; neydi bu?
- Müslüman cinlerle müşrik cinler arasında ihtilâf çıkmış, benden aralarını bulınaifli rica ettiler. Bunun üzerine Müslüman olanları kalın ağaçların bulunduğu bir yere; müşrikleri de kuytu yerlere yerleştirdim.
Bu hadîs, sekizinci bab’ta, cinlerin yurdunu anla- tırken geçmiştir. Orada bu hadisin rivayet şekillerini de anlatmıştık. İbn-i Mes’ûdn’un, Mekke’de El – Hucûn gecesinden başka bir gece böyle bir olaya daha şahit olduğunu isbat eden hadîslerden birisi de şudur: «Ebû Abdillah el – Cellelî, Abdullah b. Mes’ûd’dan nakl ediyor: Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Cin gecesi beni alıp beraberinde Mekke’nin tepesine götürdü. Bana bir daire çizerek: «Buradan sakın ayrılma!» dedi. Sonra dağların eteğine gitti. Bir de baktım ki bir takım adamlar dağların tepelerinden inip onunla benim arama girdiler. Kılıcımı çektim. Şunlarm boynunu vurup da Re- sûlullah’ı kurtarayım dedim. Fakat onun «Ben gelinceye kadar buradan ayrılma!» sözünü hatırlayınca yerimden ayrılmadım. Nihayet şafak söktü, Hz. Peygamber (S.A.V.) yanıma geldi. Ben hâlâ ayaktaydım. Bana «Hâlâ böyle duruyor musun?» dedi. «Bir ay bekleşeni bile siz gelene kadar yerimden ayrılmazdım.» dedim. Sonra, önceden yapmasını içimden geçirdiklerimi ona haber verince şöyle dedi :
<c— Şayet yerinden çıksaydm kıyamete kadar bir daha buluşamazdık.» Sonra mübarek parmaklarını parmaklarımın içine koydu ve dedi ki: Cinlerin ve insanların bana inanacakları vâd edildi. İnsanlara gelince bana iman etmişlerdir. Cinlere gelince işten gördün. Artık fazla yaşamam!» Bunu duyunca kendilerine «Ey Allah’ın resûlü! Yerine Ebu Bekimi tayin etmez misin?» dedim. Çekindiler. Bu sözüme muvafakat etmediğini görünce :
- Pekâlâ öyleyse Ömer’i tayin et! Dedim. Yine çekindiler. Buna muvafakat etmediğini görünce;
- Ey Allah’ın Resûlü öyleyse Ali’yi yerine tayin
et! dedim. İşte oldu! Kendinden başka nıâbud olmayan Allah’a kasem edenim ki, eğer biat edip ona itaat ederseniz, Cennet’e girersiniz, dedi.
Beyhakî, Ali b. Ribah vasıtasıyla Abdullah b. Mes’- ûd’dan nakl ediyor: Resûlüllah (SA.V.) beni beraberinde aldı. Ve şöyle buyurdu :
- Kardeş ve amca çocukları olarak on beş kadar cin bu gece bana gelecekler; ben de onlara Kur’ân okuyacağım. Onunla önceden kararlaştırdığı yere gittik. Bir çizgi çizerek beni orada oturttu. Ve buradan ayrılma, dedi. O geceyi orada geçirdim. Nihayet Allah’ın Re- sûlü (S.A.V.) selıer vaktinde elinde büyük bir kemik, tezek ve kara balçık bulunduğu halde geldi. Ve bana şöyle dedi:
- Helaya gittiğin zaman bunların hiçbiri ile taharetlenme! Sabah olunca şimdiden Resûlüllalı’ın bulunduğu yere gitmeyi kararlaştırdım. Gittim, baktım ki altmış kadar deve orada çöküp iz bırakmış.»
Abbas ed-Dûrî anlatıyor: cEb’ul – Cevza, Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet etmiştir: Cin gecesi Hz. Peygamberle birlikte yürüdük. Nihayet el – Hacûn’a gelince bana bir çizgi çizdi; kendisi onlara doğru ilerledi. Kalabalık bir cin taifesi etrafını çevirdi. «Verdan» adında reisleri dedi ki: «Şimdi ben onları senin yanından uzaklaştırırım.» Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
- «Allah’ın izni ile hiç kimse bana bir şey yapamaz!»
Beyhaki, Eb’ul – Melîh el – Hüzelî’den nakl ediyor: «O Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazarak İbn-i Mes’ûd’la gittiklerinde Allah’ın Elçisi (S.A.V.) cinlere nerede Kur’ân okuduğunu sordu. O da ona: «El – Hacûn denilen bir vadide okudu» diye cevap verdi.
Bu hadîslerden anlaşılıyor ki, Cinlerin gelme olayı altı defadır.
- — Birincisinde (Suikasta uğradığı sanıldı) ibaresi vardır.
- — Bu olayın Hacûn’da olduğu anlatılmaktadır.
- — Mekke tepelerinde dağların eteğinde olmuştur, denilmektedir.
- — Bu olayı Bakî el-Garkat’de vuku bulduğu anlatılmıştır. Bu üç gecede de İbrı-i Mes’ûd’un bulunduğu ve ona bir çizgi çizildiği kaydı vardır.
- — Olay Medine haricinde Zübeyr b. Avvam’m da hazır bulunduğu bir yerde cereyan etmiştir.
- — Bilâl b. Hâris’in hazır bulunduğu bir yolculukta cereyan etmiştir.
Câbir b. Abdillah’dan nakl ediliyor: «Allah’ın Re- sûlü (S.A.V.) (Er-Rahman) sûresini okumuş ve hatm etmiştir. Sonra da «Ben Cinlerin sizden daha iyi dinleyip cevap verdiklerini gördüğümde hayret ettim doğrusu, onlara (Rabbiııizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?) mealindeki âyetini okuyunca şöyle dediler: «Rab- bimizin İliç bir ııi’metini yalanlamıyoruz. Hanıd sana mahsustur.» Bu hadîsi Beyhakî Câbir’den başka bir ve- cihle rivayet etmiştir.