CİNLERİN ESRARI
SEKİZ
Cinlerin İnsan Kadınlarına Sataşması
Abdullah b. Muhammed el-Kureşî anlatıyor. Bâzı hadîs bilginleri Cerîr b. Abdillah’ın şöyle dediğini nakl ettiler:
«Ben yolda yürürken, (La havle velâ kuvvete illâ billâh) dedim.
Bunu, o Harbezlerden biri duydu ve dedi ki: Bu sözü, gökten duyduğun günden beri, bugüne kadar hiç kimseden duymadım.
- Nasıl olur? diye sorunca şu cevabı verdi:
- Ben, Kralları dolaşan, Kisra ve Kayser’e gidip onlarla görüşen bir adamdım; durmadan dolaşır dururdum. Bir sene yine Kisra’ya gitmiştim. Benim şeklime giren bir şeytan meğer evdekilere musallat olmuş. Döndüğümde bana, (gurbetten gelen) kimseye gösterilmesi gereken ilgiyi göstermediler, sebebini sorunca, dediler ki: «Sen bizden uzak olmadın ki!» «Nasıl?» dedim. «Şimdi sana anlatacağım; kendine bir gün seç, diğer gün de benim için olsun» dedi. Nihayet aramızda her birerlerimiz için bir gün seçtik. Bana ait olan günde kendisinin gökten haberler çalan bir kişi olduğunu söyleyen biri geldi. Haydi bu işi münavebe ile beraber yapalım dedi. Ve benim nöbetimin gece olmasını istedi. Peki dedim. Akşam olunca geldi ve :
- Benimle gelir misin? dedi.
- Evet, dedim. Bunun üzerine beni sırtına aldı. Boynunda domuz yelesi gibi bir yele bulunmaktaydı. Bana «Sıkı tutun; sen bir şeyler görcceksin; benden sakın ayrılmaki, helak olursun» dedi. Ben dediğini yaptım. Sonra bir çok kimselerle birlikte semaya çıktılar. Bir ses duydum: (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh… Maşaallahu kân. Ve mâ lem yeşe lem yekûn.) Sonra evlerin duvarları ardından, ağaçlıkların arasından kayb olup gittiler.
Onlardan bir çok şeyler ezberledim, o gece.. Sabah olup gün ağarınca evime geldim. O, her ne zaman gelirse be no ezberlediğim kelimeleri okurdum, o da canı sıkılıp evden çıkar giderdi. O kelimelere devam edince bir daha gelmez oldu.
Sa’d b. Ebî Vakkâs’dan nakl edilmiştir: Ben evlenirken, hanımımın elçisi bana gelip, falan kadını kabul et, deüi. Yüz vermedim. Eve girmek istedi, yavaş ol, dedim. Sonra ona İşaret ederek :
- Şu yılanı gördün mü? işte ben bunu bâdiyede yalnız başıma kalınca görürdüm. Sonra göremez oldum. Bu hâl bugüne kadar böyle devam etti. İşte bu yılan tıpatıp gözlerimle gördüğüm aynı o yılandır, dedi. Bunun üzerine Sa’d bir hutbe okudu. Allah’a hamd-ü senadan sonra dedi ki: (Sen bana eziyet ettin! Allah’a yemi nederim ki, bundan böyle seni bir daha görürsem öldürürüm.) Yılan bunu duyunca evden, ve evin avlusundan ayrılıp gitti. Sa’d arkasından, yılanın ne yapacağını takip etmek için bir adam gönderdi. Adam bir de ne görsün: Yılan doğru Mescide gitmiş, minbere çıkmış, oradan bir merdiven dayamak suretiyle doğru sema.ya yükselmiş.
Bu babta çeşitli haberler varit olmuştur, yerine göre, gelecck bablarda anlatılacaktır.
Cinlerin Birbirlerini, İnsanoğlunun Kadınlarına Sataşmaktan Alıkoyması
El – Kureşî, «Mekâyiduş - Şeytan» adlı eserinde der ki: Haşan b. Haşan anlattı: «Afrâ oğlu Muavvaz kızı Rebi’in yanma, bir şey istemek için gittim. Bana dedi ki: Ben evde otururken aniden tavan yarıldı ve yukarıdan deveye, veyahut merkeb’e benzeyen simsiyah, korkunç, o zamana kadar benzerini görmediğim biri indi; bana yaklaştı. Ona küçük bir sahife gösterdim. Açtı, okumaya başlayınca şöyle bir yazı gördü: (Akeb’in Rab- bin’den Akeb’e. Salihler kızı Saliha bir kadına el süre^ mezsin!) Bu satırları okuyanca, dönüp geldiği yerden gitti. Ben de arkasından ona baka kaldım.» Haşan bin Haşan dedi ki, (O kitab hâlâ yanlarındaydı, bana gösterdiler.)
Ebû Ca’fer el-Kindi anlatıyor. Bana, İbrahim b. Sarma el – Ansarî, Yahya b. Saîd’den naklen şöyle anlattı: «Abdurrahman kızı Amre ihtizar halindeydi. İnsanlar yanına gelip toplanmışlardı. Gelen insanların arasında, Zubeyr kızı Urve, Kasım b. Muhammed ve Ebû Seleme b. Abdirrahman da vardı. Kadın bir ara kendinden geçmiş baygın bir halde yatıyordu. Tam o anda tavan çatırdamağa başladı. Bir de ne görsünler: Yukardan hurma kütüğü kadar siyah bir ejderha düşüverdi. Kadına doğru hücuma geçmişti ki, içinde «Bis-millâhirrahmanirrahim. Akeb’in Rabbindeıı Akeb’e.. Salih insanların kızlarına asla karışamazsın; onlara senin bir zararın dokunamaz!» ibaresi yazılı beyaz bir kâğıt düşüverdi. Onu görünce, zavallı ejderha kurtuluşu, geldiği yerden yukarıya doğru yükselip kaçmakta buldu.»
Hadîs bilginlerinden bazıları Abdullah b. Ebî Tal- ha’dan nakl ediyorlar: «Afra oğlu Avf’m kızı, yatağında arka üstü uzanmış yatıyordu. Baktım ki bir zenci üzerine atlamış boğazını sıkmış onu boğuyor. Tam o arada san bir kâğıdın yer ile gök arasında dalgalandığını gördüm. Gelip göğsüme düştü. Zenci onu alıp okuyunca şu ibareyi buldu: (Tekin’in Rabbinden Tekin’e. Salih kişinin kızından uzak dur! Ona dokunamazsın sen!) Bunun üzerine elini boğazımdan kaldırdı. Eli ile dizime vurdu, dizim bir koyun başı gibi şişti.
Gelip bunu Hz. Aişe’ye anlatınca bana dedi ki: Ey kardeşim kızı! Korktuğun zaman elbiseni üzerine iyice çek. Sana asla zararı dokunmaz, inşaallah. Babasının yüzü suyu hürmetine Allah onu korudu. Çünkü babası Bedir savaşında şehit düşmüştü.»
Bir cinnî, Ademoğlunun Hanımlarından Biri İle Cinsî İlişki Kurarsa O Kadına Yıkanmak lâzım Gelir mi?
El – Fetâvâ ez – Zahiriye’de şöyle varit olmuştur: «Bir kadın, kendisine günde bir kaç kere Cinn’in gelip, temas ettiğini ve kocası ile cinsî temasta bulunduğu zaman duyduğu zevki duyduğunu söyledi. Ve bu hususta fetva istedi. Ona (Yıkanman gerekmez) diye cevap verdiler.»
Hanbelî mezhebine mensup Ebul-Maalî ibn-i Mun- ca (Şerhül – Hidâye) adlı kitabında der ki: «Bir kadın gelip, bir cin benimle aynı insan gibi cinsî ilişki kuruyor, bana yıkanmak lâzım gelir mi diye sorsa, bazı Ha- nefîlere göre ona, (Hayır) diye cevap verilir.»
Yine Eb’ul-Maalî anlatıyor: «Bir kadın bir cin benimle aynen insan gibi cinsî ilişki kuruyor derse, ona yıkanmak lâzım gelmez. Çünkü yıkanmaya sebeb olan münasebet ile inzal bulunmuyor onda.»
Buna karşı deriz ki:
İleri sürülen bu fikir düşünülmeğe değer. Çünkü kadın kendisi ile cima eden cinn’in aynen bir adam gibi cima ettiğini iddia ederse, tabiî ki onda îlâç ve ihti- lâm bahis konusu olacaktır. Çünkü îlâç ve ihtilâmsız cima düşünülemez. En iyi bilen Allahtır.
Muhannesler Cin Çocuklarıdır
Et – Tartusî (Tahrim’ül – Fevahiş) adlı kitabında der ki: «Hadîs bilginlerinden bazıları îbn-i Abbâs’dan (R.A.) nakl etmişlerdir: (Muhannesler Cin çocuklarıdır.) Ona sordular:
- Bu nasıl olur? diye. Şöyle cevap verdi:
- Allah ve Resûlü, kişiye, hanımı hayız halindeyken ona yaklaşmasını (onunla cinsî ilişkin kurmasmı) yasak etmişlerdir. Çünkü o halinde ona yaklaşacak o- lursa, şeytan önüne geçer ve yapacağını yapar da kadın hamile kalır ve «Muhannes» (1) doğurur. Vellahu -a’lem..
Cinler Tarafından Kocası Kaçırılan Kadının Hükmü
Ebû Bekr b. Eb’id – Dünyâ der ki: Hadîs bilginleri, Abdurrahman b. Ebî Leylâ’dan şöyle nakl etmişlerdir: «Bir adam, cemaatle yatsı namazını kılmak üzere evden çıktı, bir daha dönmedi. Bunun üzerine hanımı, Ömer b. El-Hattâb’a giderek durumu anlattı. Ömer (R.A.) kadının söylediği sözün doğru olup olmadığını akrabasından sorup araştırdı. Onlar da kadını doğruladılar. Ömer (R.A.) kadının dört sene beklemesini emretti. Kadın dört sene bekledikten sonra yine Hz. Ömer’e gelip durumu anlattı. Hz. Ömer (R.A.) yine kadının akrabasına sordu, onlar da kadını doğruladılar. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) kadının evlenmesine izin verdi.1) Muhannes: Dişilik ve erkeklik organları tam belli olmayan kişilerdir. Derken öbür kocası çıkageldi. Ömer b. El – Hattâb’a durum aksetti. Hz. Ömer (R.A.) içinizden biriniz uzun zaman kayıp olur, hanımı onun hayatta olup olmadığını bilmez. Sonra da (yapılan işlere itiraz eder.) deyince, adam: Mazûrdum Ey Emîrü’l – Mü’minîn! dedi.- Neydi özrün anlat bakalım!
Yatsı namazını cemaatle kılmak üzere evimden çıkmıştım, yolda cinler beni kaptıkları gibi doğru bulundukları yere götürdüler. Onların yanında uzun za- man kaldım. Sonra mü’min cinlerle aralarında savaş çıktı. Mü’minler mağlûp ve esir oldular. Ben de o esirler arasındaydım. Bana sordular :- Senin dinin nedir diye.. «Müslümanım» dedim. Bunun üzerine bana:
- İster bizimle kal, ister yurduna dön (muhayyersin) dediler. Ben de yurda dönmeyi tercih ettim. Gece Bişr adındaki cin, gündüz de İsar-Irîh bana eşlik etti- ler ve onlann sayesinde vatanıma dönebildim,
- Pekâlâ ne .yerdin?
- Üzerine Allah adı anılmayan herşeyi.
- Ne içerdin?
- Cedef içerdim (Cedef Yemen tarafından gelen ve hiç susatmayan bir otun adıdır.)
Hz. Ömer (R.A.) onun mâzur olduğunu görünce: İster verdiğin mehri geri al, ister kadına sahip çık, dedi.Hadîs bilginlerinden Yahya b. Ca’de’den nakl ettikleri rivayette şöyle anlatılır: «Hz. Ömer (R.A.) zamanında cinler bir adamı kapıp götürdüler. Hanımı gelip Hz. Ömer (R.A.)’e kocasının dönmediğini anlattı. Bunun üzerine Hz. Ömer koca tarafının kadını serbest bırakmalarını, kadının da iddet bekledikten sonra evlenmesini emretti. Şayet kocan çıka gelirse o zaman ya ödediği mehri alır, veyahut yine sana sahip çıkar, dedi.»Cinler İçin ve Onlar Nâmına Kesilen Et’in Yenmemesi
Yahya b. Yahya, Vehb’den naklen der ki: Halifelerden bazıları kuyu kazdırdı, suyun battal olmaması için cinlerin yararına kurban kesip halka yedirdi.Bu haber İbn-i Şihab’a ulaşınca, şöyle dedi: «Yazık, helâl olmayan şeyi yaptı. İnsanlara da helâl olmayan şeyi yedirdi. Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Cinler için kesilen etten yenmesini yasaklamıştır.»Yahya b. Yahya, İbn-i Vehb’den, o da Yunus vasıtasıyla Şihab b. FeTden nakl ediyor: _ Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Cinler için ve onların namına kesilen hayvan- larırı yenmesini yasakladı.Hanbelî mezhebine mensup, Allâme Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr anlatıyor: Mekke’de kuyu kazılıyordu. Tam bitmek üzere iken kazıyanlardan biri orada bayıldı, konuşamaz hale geldi. Sonra bir Cinden şöyle duyduğunu söyledi: «Neden bize zulm ediyorsunuz? Biz bu yerin sakinleriyiz.» Orada benden başka müslüman kalmadı. Onlar beni gönderdiler ve dedüer ki, onlar bizim hakkımızı vermedikçe bu sudan geçirmeyiz.- Nedir hakkınız? diye sorunca cevap verdiler:
- Büyük bir öküz satın alırsınız. İyice süslersiniz; Mekke’nin etrafını dolaştırdıktan sonra buraya getirir boğazlarsınız, sonra da kanını, sakatatını ve başını Ab- dussamed kuyusuna bizim için atarsınız. Etin kalan kısmı da sizin olur. Eğer bunu yapmazsanız, bu suyu katiyen size vermeyiz.
- Peki dedim, yaparız. Sonra baktım ki, bayılan adam ayılıverdi.
Yüzünü ve gözlerini ovarak: (La ilahe Ulellahî Ner- deyim ben?) dedi. Ve evine gitti. Sabah olunca namazkılmak için mescide gitmek üzere evden çıktım ki tam kapının eşiğinde tanımadığım bir adam duruyor.. Adam:- El-Hac Halife burada mı? diye sordu.
- İşte burada, ne istiyorsun? dedim.
- Ona diyeceğim var, dedi.
- Bana söyle; ben ulaştırırım ona dediklerini. Bunun üzerine adam anlatmaya başladı :
- Dün akşam rüya gördüm; büyük bir öküzü süsleyin halifenin kapısının önüne getirmişler, ona göstermişler o da beğenmiş ve öküzü önüne halkı da arkasına alarak doğru Mekke’nin dışında kalan bir yere gitmişler, adı geçen bir kuyunun başında onu boğazlayarak sakatat ile başını o kuyuya atmışlar.
Adamın rüyası hoşuma gitti. Durumu Mekke büyüklerine anlattım. Hemen büyük bir öküz satın aldılar, iyice süsledikten sonra doğru götürüp adı geçen kuyunun yanında kestiler, sakatat ve başını o kuyuya attılar. Biz oraya gelince suyun kaynağını bulamadık. Nereden geldiğine dair bir eser de yoktu.Fakat o öküz sakatatını kuyuya atınca, sanki bir adam gelip elimden tuttu ve beni bir yerde durdurup: İşte burasını kazın» dedi. Kazdık bir de baktık ki altından su fışkırdı. Atlıların geçtiği eski ve viran olmuş bir yol gördük. Onu ıslah ettik, düzelttik. Su oradan akıp gitti, şarıltısını duyar olduk. Aradan dört gün geçmedi ki suyun Mekke’ye geldiğini gördük. Kuyunun etrafında sakin olanlara sorduk; o güne kadar böyle bir menbam bulunduğunu bilmiyorlarmış. O gün, bugün orası su ile dolup taştı ve Mekke halkı için iyi bir kaynak oldu.Allâme Şemseddin dedi ki: İşte bunlar ve benzeri âdetler İslâm öncesi âdetlerdir. Onlar bir ihtiyaçları ol—duğu zaman en güzel bir kızı süsleyip Nil nehrine atarlardı.Bu ve benzeri âdetler İslâm’dan sonra tutunamamış, kökünden sökülüp atılmışlardır. Cenab-ı Hak bu gibi akıl dışı âdetleri, cinleri korkutan ve onları dize getiren Ömer (R.A.) gibi kahramanların elinde parçalattı. Eğer onun zamanında böyle bir şey olsaydı, öküz değil bir serçe kuşu bile kurban ettirmezdi. Lâkin (nc yapacaksınız) her zamanın kendine göre adamları vardır.Bu hikâyeyi bana anlatan adam, gayet doğru, sözüne, özüne güvenilir bir adamdı. Bütün halk onun doğruluğuna inanmış ve söz birliği etmişlerdir. O hâdiseyi dc bizzat gözleri ile müşahede etmişlerdir. Hakk’a hidayet eden hiç şüphe yok ki, Allahtır.Cinlerin Hadîs Rivavet Etmesi
Ebû Nuaym der ki: Hadîs bilginlerinden bir kısmı, “Ubey b. Ka’b (R.A.)’dan şöyle nakl etmişlerdir: «Bir kısım insanlar, Mekke’ye müteveccihen yola çıkmışlardı.- Yolda izi kayb ettiler. Perişan bir hâle düştüler. Nerede ise ölümle yüz yüze gelmişlerdi ki, ağaçların arasından bir cin çıkageldi ve :
- Ben, (Mü’min, mii’minin kardeşidir. Gözcüsü, onu aldatmayan delilidir) diyen bir peygamberi dinleyen heyetten kalmayım, dedi ve «İşte su, işte yol» diyerek onlara yolu ve suyu gösterdi.»
Ebû Bekr b. Muhammed, kendisine, Mevlâ Abdir- rahman b. Bişr’den şöyle nakl ettiklerini söyler: «Os- mân’m kumandasında bir cemaat yola çıktı. Yolda gayet çok susadılar. Tuzlu bir suyun yanma geldiler, içlerinden biri:- Burada durmasak iyi olur, çünkü bu suyun bizi helak edeceğinden korkuyorum, dedi. Yürüdüler. Hiç su bulamadan karanlık basıncaya kadar yürüdüler. İçlerinden biri dedi ki: O tuzlu suya dönersek ve yıkanırsak iyi olur. Bir esmer ağacın yanına geldiler. Orada kapkara bir adam göründü. Adam onlara : ‘
- Ey cemaat! Resûlüllah’m (S.A.V.) şöyle buyurduğunu duydum: (Her kim Allah’a ve Âhiret gününe iman ederse, kendi neîsi için sevdiğini müslümanlar için de sevsin; kendi nefsi için hoşlanmadığını onlar içinde hoşlanmasın!) Yürüyün, Yüksek bir tepeye gelince sol tarafında, oracıkta su (bulacaksınız) dedi.
İçlerinden bazıları, (bu bir şeytandır.) derken, diğerleri: (Hayır, olamaz. Şeytan böyle konuşmaz. O mümin bir cindir.) dediler ve yürüdüler. Adamın dediği yere gelince suyu buldular.»Onsekizinci babda geçmişti. Ömer b. Abdilazîz bir cinni defn ettiği zaman diğeri: «Şehadet ederim ki, Re- sûlüllah (S.A.V.) sana hitaben şöyle demişti: Bozkırda, öleceksin, sâlih bir adam gelip seni kefenleyecek ve orada defn edecektir.» demişti.Diğer bir kavle göre, diğeri «Allah’ın Resûlü (S.A. V.) defn edilen arkadaşıma, (Sen gurbette öleceksin ve seni o zamanı nen hayırlısı olan bir zat gömecektir) demiştir.»Cinlerin İnsanların Yanında İlim Tahsil Edip Yine İnsanlara Fetva Vermesi
Ebû Bekr El-Kureşî der ki: Bâzı hadîs âlimleri Vehb b. Münebbih’ten nakl etmişlerdir: «Haşan el – Bas- rî ile birlikte her yıl el-Hayf mescidinde geceleyin herkes uyuduğunda buluşurduk. Bâzı kimseler de bulunurdu bizimle… Bir gece oturup konuşurken bir kuş gelip yanıma oturdu. Selâm verdi, selâmını aldım. Kendilerine kim olduğunu sorunca;- Müslüman cinlerdenim, dedi.
- Ne işin var burada? dedim.
Sizin yanınızda oturup sizden ilim tahsil etmek kötü bir s ey midir? Hem aramızda sizin ravîleriniz de vardır. Bir çok münasebetlerde biz sizinle oluruz: Meselâ; namazda, cihadda, hasta ziyaretlerinde, cenaze merasimlerinde, Hac ve Ömrelerde. Sizden ilim alırız ve Kur’an dinleriz, dedi.- Peki sizce en makbul cinler hangileridir? Haşan el-Basrî’yi işaret ederek:
- Şu şeyh’ten rivayet edenler, ddi.
Benim bu konuşmamı Haşan el – Basri görünce dayanamadı ve :- Kimle konuşuyorsun ey Allah’ın kulu! diye çıkıştı.
- Bazı arkadaşlarla, diye cevap verdim.
Toplantı dağılınca, İmam Haşan bana, işin içyüzünü sordu, ben de kendilerine olup bitenleri haber verince, Haşan el – Basri bana:- Ne olur bunu insanlardan hiç kimseye anlatma; çünkü yanlış tefsir ederler de işi büsbütün çıkmaza sokarlar, dedi.
Sonra onunla her sene buluşuyorduk. Bana soruyor ben de bildiklerimi ona haber veriyordum. Bir sene, onu tavaf ederken gördüm; tavaftan sonra Mescidin bir köşesine oturduk. «Elini ver» dedim. Elini uzattığmda sanki kedinin tırnakları gibiydi. Bir de baktım ki tüylendi. Sonra elimi uzatıp ta omuzuna kadar götürdüm. Sonra, ellerini yumdu tam bir saat sohbet ettik. Sonra bana:- Haydi şimdi sen de benim gibi ellerini ver bana bakalım, dedi.
felterimi ona doğru uzatınca öylesine sıktı ki, az kaldı acısından dayanamayıp bayılacaktım. Bu hâlimi görünce gülmeye başladı. Sonra onunla bütün Hac mevsimlerinde buluşurduk. Bir ara onu kaybettim. Sa- mrım ki, o, yaölmüştür veya da öldürülmüştür.Buluşmalarımızın birinde kendisinden sormuştum:- Cihadlarınızdan hangisi daha efdaldir? diye. Şöyle cevap vermişlerdi:
- Birbirlerimizle yaptığımız cihad!
Yahya b. Sâbit’ten nakl edilmiştir:Tâif’li Hafs ile Mina’da idik. Saçı, sakalı ağarmış bir ihtiyarın insanlara fetva verdiğini gördüm. Hafs bana dedi ki:- Ey Ebû Eyyûb! Bu ihtiyar, İfritin ta kendisidir.
Nafs, ona yaklaştı, ben de beraberinde onu takip ettim. Hemen narinlerine sanlıp, insanlara: «İşte bu İfrittir, hücum edin!» diye bağırdı.Cinlerin İnsanlara Vaazı
îbn-i Eb’id-Dünya anlatıyor: Hadis âlimlerinden bâzıları Şevde b. El – Esved’den nakl etmişlerdir: «Ebıı Halife el-Abdî dedi ki: Küçük bir oğlum vardı. O ölünce ziyadesiyle üzülmüştüm. Uykum kaçmıştı. Bir türlü gözüme uyku girmiyordu. Bir defasında yatağıma u- zanmış, oğlumu düşünüp dururken evin bir köşesinden:«— Esselâmü aleyküm ve rahmetullah, ey Halife!» diye bir ses duydum. Çok korkmuştum. «Ve aleykümüs- selâm» diye mukabele ettim. Sonra Al-i İmran sûresinin sonlarını okumaya başladı. (Ebrâr için Allah katındaki daha hayırlıdır) mealindeki âyeti sonuna kadar okuyup bitirdi ve :- Ya halife, diye seslendi.
•— Buyur, dedim.- Ne istiyorsun yâni, herkes ölecek de senin oğlun mıı yaşayacak? Allah katında sen, Hazreti Mu- hammed (S.A.V.) den daha makbul müsün ki, oğlu İbrahim ölmüştür de sadece, (Kalp mahzun olur, göz yaşarır), demiştir ve şikâyette bulunmamıştır, dedi. Herkes ölürken senin oğlun mu yaşayacak? Allah’ın işine ne karışıyorsun? Eğer ölüm olmasaydı, insanları yeryüzü almazdı. Cefâ olmasaydı saf anın kadrini kim bilecekti? Bunu bırak da söyle, bir ihtiyacın var mı? dedi.
- Kimsin sen? (Allah sana rahmet etsin) dedim.
- Senin cin komşularından biriyim, diye cevap verdi,
Cinlerin İnsanlara Tıbbı (doktorluğu) Öğretmesi
(Kitabul – Hevatîf)’i yazan der ki; bâzı hadis bilginleri, Eıi’Nadr b. Amr Eİ – Harisı’den nakl etmişlerdir : «Cahiliyet devrinde yam başımızda bir havuz vardı. Kızımın eline küçük bir kab verip suya gönderdim* Gecikti, gelmedi. Onu aramağa kalkıştık. O kadar aradık ki artık ümidimizi kestik. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra bir gece evimin damı altında (gölgeliğinde) oturuyordum, bir de ne görsem, yaşlı bir ihtıyar geliyor. Bana yaklaşınca bir de baktım ki o ihtiyar, kızım değil mi? Gayr-i ihtiyaî (Kızım!) diye bağırabildim.—- Evet kızın, diye cevap verdi.- Nerdeydin yavrum? dedim,
- Beni havuza su almaya gönderdiğin geceT bir cin gelip beni kaptı ve kaçırdı. Onun yanındaydım. Sonra onunla cinlerin bir taifesi arasında harp çıktı. Allah ondan ahci aldı; (Eğer zafere kavuşursan bu kızı ehline teslim edeceksin) diye. Adam da (Evet!) dedi. Bunun üzerine harbi kazandı ve beni gördüğünüz gibi getirip size teslim etti. Ne var ki kızın rengi değişmiş, saçları dağılmış, gayet zayıf bir halde geldi. Yanımızda biraz kaldı. Eski sıhhatma kavuşunca amcasının oğlu ile evlendirdik. Yalnız o cin amcasının oğlu ile onun arasını bozmak istemiştir, Aralarında epey kavga olmuştur. Birbirlerine: «Gözlerini çıkarırım» gibi tehditler savurmuşlar dır. Nihayet insan olan amca oğlu Cinnîye hitaben;
- Meydana çık da görelim seni, deyince, şu cevabı verdi:
Buna imkân yok; babamız, bize goıup, görünmememiz, dizlerimiz çenemize gelinceye kadar yaşamamız, toprağın kuytularında barınmamız için tam üç defa dua etti.- Pekâlâ bana sıtma ilâcını söyler misiniz? dedim.
- O örümceğe benzeyen hayvancığı bilir misin? dedi.
- Evet, dedim.
- İşte onu yakala, ayaklarını pamuk ipliği ile bağla, sonra sol koluna sımsıkı sar, dedi. Dediğini yaptım hiç bir şeyim kalmadı.
Bana, kadın istemeyen adamın çaresini bulbilir misin? diye sorduğumda dedi ki:- Onun adamlarla alâkası var mı?
Evet, dedim.- Eğer adamlarla alâkası olmasaydı, çaresine bakardık, diye mukabele etti. •
Bâzı hadîs âlimleri Zeyyad b. En-Nadr el – Harisî- den nakl etmişlerdir: «Cahiliyette yaptığımız bir havuzun başında oturuyorduk. Mahallemizden, Amr b. Malik adında bir adam vardı. Onun genç ve güzel bir kızı vardı. Eline bir su kabı verip: Haydi kızım git şu havuzdan bize su getir, dedi. Kız gitti; fakat bir daha dönmedi. Bunun üzerine adam telâşla mahalleyi ayağa kaldırdı. Bütün mahalle gittik, her tarafı aradık fakat kızın izine rastlayamadık. Meğer bir cin onu kapıp götürmüş. Sonra Hazreti Ömer (R.A.)’m zamanında kız saçları, tırnakları dökülmüş, perişan bir halde geldi. Babası onu tanıdı ve :- Nerdeydin yavrum? diye çıkıştı.
- Hani o gece beni su getirmek için havuza göndermiştin ya, işte o zaman bir cin geldi, beni kaptığı gibi kaçırdı. Bana hiç dokunmadılar.
Sonra İslâmiyet doğunca, onlardan müşrik olanlar kendilerine harp açtılar. Allah ona: (Şayet zafere kavuşursan kızı ehline teslim edecek misin?) diye sorunca,(Evet) diye söz verdi. Bunun üzerine Allah onu zafere kavuşturdu, o da gelip beni size teslim etti. Sonra bende, saç ve tırnaklarımı yolarak bir işaret bıraktı ve Dana dedi ki: Bir ihtiyacın olduğu zaman beni çağır, imdadına yetişirim. Sonra babası onu mahalleden bir gençle evlendirdi. Aralarında anlaşmazlık çıkınca cinn’i kendine has bir sesle çağırdı. Cin hemen şimşek gibi imdadına yetişip :Ey Beni Haris! Doğru durun. İnsan olarak ve şerefinizle yaşayın, dedi.Biz onun sesini duyuyor, fakat kendisini göremi- yorduk. Dedi ki :- Ben yalan yerde idim, sesini duyunca hemen geldim. Cahiliyette şerefim iktizası, müslüman olduktan sonra da dinimin icabı ona hiç el sürmedim. Adama da: Eğer biraz yanaşsaydm gözlerini çıkarırdım dedi. Biraz ilerledik. Haydi bakalım görün de çıkar gözlerimizi, diye meydan okuduk. Bunun üzerine o, şöyle dedi :
- Babamız, görüp görünmememiz, toprağın altından çıkmamamız ve ihtiyarlayınca tekrar gençleşmemiz için Allah’a dua etti, dedi.
Mahalledeki yaşlı kadınlardan biri: Ey kul! Çocuklar] m sıtmaya yakalandı, acaba sende bunun ilâcı var mıdır? diye sordu. O şöyle cevab verdi:- Nehir ağızlarında yaşayan uzun ayaklı sinekleri tut; sarı – kırmızı, siyah – yeşil ve sair renklerden yedi rengi tamamla. Onların ortasına koy. Sonra parmağına dola; daha sonra da sol koluna bağla. Bir şeyin kalmaz. İhtiyar kadın, dediğini yaptı hiç bir şeyi kalmadı.
İbn-i Eb’id-Dünyâ der ki: Bâzı hadîsçiler Eş-Şâ’bı’- den nakl etmişlerdir: «Bir cin bir insana musallat oldu. Sonra onu bıraktı. Adam ona sıtma hastalığı hakkında bana bir bilgi verir misin? diye sorunca: «Su sineklerini yakalar, onu ipliklerle bağlayıp sonra ağıran yerine koyarsan iyileşirsin» diye izahat verdi.Zeyd Rehb’den nakl edilmiştir: «Bir savaşa çıkmıştık. Bir cezireye indik. Ateş yakıldı. İçimizden biri:- Ben burada büyük bir oda görüyorum; içinde kim var, yakında anlayacaksınız, dedi. Hemen, ateşi söndürdüler, arkadaşlar. Bir de içerden bir ses duyduk: Siz ateşi söndürüp bizi korudunuz; biz de size tıb öğreteceğiz. Yanınıza bir hasta geldiği zaman, aklınıza gelen ilâcı söyleyin, hemen o, iyileşir.
Aradan zaman geçti. Küfe Mescidinde oturuyorduk. Bir de baktık ki, karnı şişmiş bir adam çıka geldi.«— Ne yapsam fayda yok, yesem de yemesem de karnım işte böyle gördüğünüz gibi şiştir» diye yakındı.- Bugün ölecek olan şu adamın bir çaresine bakmaz mısınız? diye söylendim. Adam gitti, akşam üzeri yine geldi. Ve :
- Bu adam yalancıdır, hani ölmedim ya, diye bağırdı. Ben de:
Sorun bakalım, bir acısı kaldı mı? diye söylendim. Bunun üzerine:- Acım, falan kalmadı, dedi. Ben de dedim ki:
- İşte sırf seni korkutup tedavi etmek için söylemiştim o lâfı.
Ebû Bekr el – Kureşî der ki: Hadîs âlimlerinden bâ- zıları, Ebû Yâsin’den şöyle nakl etmişlerdir:«Haşanla beraber mescidde oturuyorduk; sonra kalkıp evine gitti. Biz ondan sonra da oturup arkadaşlarla sohbet ettik.Benî Süleym kabilesinden bir bedevi gelip bizden, Haşan el-Basrî’yi sordu; otur dedik, oturdu. Sonra ben kendilerine :- Nedir dileğin? diye sordum.
- Ben bâdiye ehlinden bir kişiyim, benim güçlü kuvvetli bir kardeşim var. Aniden ona bir şey oldu, kabına- sığmaz bir hal aldı. Bu yüzden kendisini zincirle bağladık, dedi. Biz böyle konuşurken aniden bir ses :
«Esselâmü aleykünı» diye bağırdı. «Ve aleykümüs- selâm» dedik. Fakat kimseyi görmüyorduk. Onlar sözlerine devam ettiler: Biz buradan geçiyorduk. Sizden bir zarar gelmedi. Lâkin içimizden akılsız ve alçak biri, sizin adamlarınıza sataştı. Şimdi sizden özür dilemeğe geldik. Ne olur bizi mâzur görünüz. Sen ey o adamın kardeşi, kardeşinin iyi olmasını istiyorsan falan gün kavmini topla; onu sımsıkı bağlayın. Sonra falan vadiye gelerek onun meyvasından alınız. Bunun üzerine:- O vadiyi bana kim gösterecek, dedim. «Sen merak etme o gün gelince bir ses duyacaksın; o sese uyarsın!» diye mukabelede bulundu. Nihayet o gün geldi, insanları çağırdım; kardeşimde o eski şiddeti görmedim. Tedavi etmeye başladık. Ona güvenimiz hasıl olunca, deveye bindirdik. Derken önümde: «Falan kimseye gideceksiniz; eğer onu göremezseniz, bir daha yakalayamazsınız!» diyordu. Biz o sesi takip ettik, sonra «Şu vadiye in, yavaş ol, sıkı dur» dedi. Baktık ki, kardeşimin hali ve durumu yavaş yavaş değişmeye başladı. Eski şiddet ve satveti kalmadı. «Şu vadinin meyvesinden al, şöyle şöyle yap!» dedi. Aldım ve dediğini yaptım. «Sıkı tut, kaçırırsan bir daha yakalayamazsın», dedi. Biz devamlı olarak sesi takip ediyorduk, arkasım bırakmıyorduk. Bütün dediklerini yapıyorduk. Bir ara kardeşimin gözü açıldı; kendisinin iyileştiğini görünce: «Allah aşkına söyleyin, bana ne oldu da buralara getirdiniz?» dedi.
- Sorma kardeşim, diye mukabele ettim. Yine aynı ses, «Artık serbest bırakın, çözüverin onu» dedi. Nihayet kardeşim iyileşti. Bunu görünce, kendisine dedim ki: «Bize iyilik yaptın, sayenizde kardeşim iyileşti. Şimdi bir müşkülüm var, onu da hail ediveriniz lütfen.»
- Nedir müşkülünüz? dedi.
- Kardeşim hastalanınca, içimden: «Yarabbi eğer bu kardeşim iyileşirse senin nzan için yaya ve perişan bir halde Hacca gideceğim» diyerek bir adakta bulundum.
- Benim bu meseleye aklım ermez, sana yol göstereyim; şu vadiden inerek doğru Basra’ya git. Orada Haşan b. Eb’il – Haşan (Haşan el – Basrî) adında bir zat var, bu müşkülünü o hail ediverir, dedi. İşte bunun üzerine ben de Haşan el – Basrî’yi görmeğe gelmiş bulunuyorum.
Ebû Yesî’ dedi ki: Bunun üzerine Haşan el-Basrî- nin evine gittik ve ben içeriye girmek için izin istedim. Bir cariye çıktı, ona: «îzni varsa Haşan el-Basrî’yi göreceğim» dedim. İçeri girdi ve çıktı: «Buyursun, diyor» dedi. İçeriye girinçe onu bir yatak üzerinde oturmuş buldum. Durumu kendilerine anlattım ve asıl müşkül sahibi dışardadır, dedim. «Gelsin içeriye» diye emir verdi. Nihayet adam içeri girdi, başından geçenleri anlattı. Haşan ona :«— Üzülme! Yeminine kefaret ver, ve yürüyerek Allah’ın evine gidip tavaf et. Böylece adağını yerine getir!» dedi.Cinlerin Hikmetli Sözler ve Şiirler Söylemesi
İbn-i Eb’id- Dünyâ der ki: Hadîs bilginlerinden bazıları, Abdullah b. Ebî Ferve?den nakl etmişlerdir: «Cinlerden bir taife insan şekline girerek bir adamın yanma geldiler ve dediler ki:- En çok neyi seversin?
-— Deve, dedim.- Sana daima üzüntü getirecek, seni ahbâblann- dan edecek bir şey sevdin, dediler ve oradan ayrıldılar.
Başka bir adama gelip ona:- En çok neyi seversin? diye sordular. Adam:
- İsterim ki, çok kölelerim olsun, dedi.
- Çok şerefli bir istek. Lâkin onun da derdi bitmez, öfkeden kurtulamazsın, deyip oradan ayrıldılar. Başka bir adamın yanına gelerek yine dediler ki:
- En çok neyi seversin?
- Koyun, diye cevap verince şöyle dediler:
- Herkesin zevkle kesip yiyeceği bir şey bu. Sana harbtc yaramaz, seni üzüntü ve zor durumlardan kurtaramaz ki bu. Sonra oradan ayrılıp başka bir adamın yanma geldiler. Ona sordular:
- En çok ne seversin?
-t— Üçyüz altmış ağaçlık bir bahçe.- Bir ömür boyu yetecek mal! dediler ve oradan başka birinin yanına gitmek üzere ayrıldılar. Başka birine gelip sordular:
- En çok neyi seversin?
- Rençberlik, dedi.
- iyi bir iş ama yarım maaş. Çünkü ekersen bulursun, ekmezsen aç kalırsın, dediler ve başka birinin yanına geldiler, ona da aynı soruyu sorunca, değişik cevab aldılar:
- Siz neyi severseniz, ben de onu! dedi ve onlara ziyafet çekmek için ekmek getirdi. Ekmeği görünce:
- Elverişli buğday mahsulü, dediler. Onlara et getirdi; bu defa da: «Ruhun yediği bir ruhtur bu. Bunun azı çoğundan iyidir,» dediler.
Onlara hurma ve süt getirdi. «Hurma ağaçlarının meyvesi ve kızların sütü!» dediler. Adam:- Buyurun, Allah’ın ismi ile yeyin, dedi. Yediler ve şöyle dediler :
- Bize, en keskin, en güzel; koku bakımından en lâtif şey nedir? Lütfen haber ver.
- En keskin şey: Aç kimsenin azı dişi, en güzel şey; yüksek bir yerde yürüyen ordunun arkasından gitmek, koku bakırcımdan en güzel olan şey, yağmuru müteakip kokan çiçek kokusu, diye cevap verdi.
- Pekâlâ en çok neyi seversin?
- Ölümü, diye cevap verdi.
- Öyle bir şey diledin ki, senden önce bunu hiç kimse istemedi, dediler.
- Bunda şaşılacak ne var? Eğer iyi bir insansam mesele yok.. Eğer kötü kimse isem, daha fazla kötü ol- mağa vakit kalmamış olur. Eğer zengin isem, mesele yok; fakir isem zaten o, benim kaderim olmuştur, dedi.
- Pekâlâ bize biraz tavsiyede bulun ve biraz da azık ver, dediler. Bunun üzerine onlara bir kırba dolusu süt verdi. Tavsiyeme gelince: (Lâ ilahe illellah) deyi- niz! Bu size yeter; ne önden ne de arkadan bir saldırıya uğramazsınız, dedi.
İnsanlara ve cinlere aynı telkini yapmak üzere oradan çıkıp gittiler.Muhammed b. Ebî Ma’şer diyor ki, Eb’un – Nasr Hâşim Ibn’ül – Kasim’in bana anlattığına göre, en son gittikleri adam: Uveymir Eb’ud-Derdâ idi.Şairlere Cin Köpekleri Denir
Amr b. Kelsûm der ki: «Cin köpekleri bizden kaçmıştır. Efendimiz Katade’dir. Bizi kim tâkib edecek? Çünkü onlara göre, şair’in ağzına şiiri koyan şeytandır. Ağzına şiir konulan kişiye (Tabia) derlerdi. Ce- rîr: «Bana (ağzıma) şiiri koyan, şeytanların en yaşlısı İblisler İblisidir)) der.Cinlerle İnsanların, İnsan Nezdinde Birbirinden Davacı Olması
Ebû Süleyman Muhammed b. Abdillah «Kitab’ul – Acayip» adlı eserinde yazıyor: Hadîs âlimlerinden bazıları, Harran’lı, Ebû Meysere’nin kendilerine şöyle antattığını nakl etmişlerdir: «Cinlerle insanlar arasında, Medain’deki bir kuyu hakkında anlaşmazlık çıktı. Gelip Kadı Muhammed b. Alâa ııezdinde davalaştılar. Kadı meseleyi şu karara bağladı: İnsanlar, mezkûr kuyudan, güneşin doğuşundan batışına kadar faydalanacaklar; cinler de batışından doğuşuna kadar.» (1) Ebû Abdil- lalı dedi ki :- Ebû Meysere’ye sordum: «Peki cinler kendilerini gösterdiler mi muhasama anında?»)
- Hayır; lâkin konuştukları duyuldu, diye cevap verdi.
Cinlerin İnsanlardan Korkması
Ebû Bekr İbrı-i Eb’id-Dünyâ anlatıyor: Hadîsçiler- den bazıları, Mücahid’den şöyle nakl ettiler: «Gece namaz kılarken önümde küçük bir çocuğu andıran bir şey gördüm. Hemen yakalamak istedim. Sıçradı; duvarın arkasına düştüğünü duydum. Bana or.dan sonra bir daha dönmedi.» Mücahid ilâve etti: «İşte gördüğünüz gibi, tıpkı onlar da sizi, kendilerini korkuttuğunuz gibi korkutuyorlar.»Ebû Suıâa adında bir adam anlatıyor: «Yahya İbn’il – Cezzâr geceleyin bir sokaktan geçmekten korktuğumu görünce dedi ki: O senin korktuğun şey senden daha cok korkar.» Yine Mücahid’den nakl ediliyor: «Şeytan sizden daha çok korkar. Size ariz olunca on- dan korkmayın ki, sırtınıza binmesin. Ona Karşı sıkı durursanız, toz olup gider.»- Şayet güneş battıktan sonra, insanlardan herhangi birisi su çekmeye başlarsa, taşa tutulacaktır.