03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DAN.....19 — ISLÂMIYYETDE FÂIZ, BANKA VE VAKF

19 — ISLÂMIYYETDE FÂIZ, BANKA VE VAKF
Islâmiyyetde, banka kurmak, banka ile is yapmak câiz midir? Önce sunu bildirelim.
Islâmiyyetde fâiz harâmdır. Fâiz, yalnız islâmiyyetde degil, semâvî dinlerin,
ya’nî hak olan, dogru olan dinlerin hepsinde harâmdır. Fâizin azı da, çogu da harâmdır.
En büyük günâhlardandır. Fâizin ve bankanın ne demek oldugunu iyi anlamak
lâzımdır. Dînimiz ticârete ve büyük sınâ’î tesekküllerin meydâna gelmesine
ve ferdin istihsâl kapasitesinin genislemesine yarıyan ve fâiz ile alısveris yapmıyan
sirketlerin, bankaların kurulmasına izn, hattâ emr vermekdedir.
Dînini iyi ögrenen bir müslimân, harâm islemeden ve fâiz felâketine düsmeden
her çesid ticâreti yaparak halâl mal kazanır. Halâl ve bereketli kazancı ile millete
ve memlekete çok fâideli olur. (Hadîka)da diyor ki, (Imâm-ı Muhammed Seybânîye,
mütehassıs oldugu tesavvuf bilgisinde niçin bir kitâb yazmadıgını sorduklarında,
zühd ve takvâ, ancak, bütün islerde ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla, bâtıl,
fâsid ve mekrûh sözlesmelerden sakınmakla elde edilebilir. Bunlar da, fıkh kitâblarından
ögrenilir. Alısveris ve baska sözlesmeleri yapacak kimsenin bunların
sahîh ve halâl olması sartlarını ögrenmesi lâzımdır. Bunun için, bu islerin ilmihâlini
ögrenmek her mükellefe farz-ı ayndır. Bu farzın yerine getirilmesi için, bey’
ve sirâ kitâbını yazdım buyurdu).
FÂIZ NEDIR?: Bütün fıkh kitâbları diyor ki, fâiz, ödünc vermekde, rehnde ve
alısverisde, alıcıdan veyâ vericiden birinin ötekine karsılıksız olarak vermesi sart
edilen fazla mala denir. Baskasına verilmesi sart edilirse, fâiz olmaz. Fekat bey’ fâsid
olur denildi. Bey’de, sart edilmeden verilen hediyye, fâiz olmaz. Hediyyenin
ayrı bir mal olması ve ayrıca teslîm edilmesi îcâb eder. Meselâ bir kimse, bir altın
lira verip dört çeyrek altın satın alsa ve ayrıca bir mikdâr para hediyye etse fâiz olmaz.
Bey’ de fâsid olmaz. Çünki, satarken hediyye vermek sart edilmemisdir.
Hediyye vermekde sart edilen fazla birsey de, fâiz olmaz. Bir ay bana hizmet etmek
sartı ile, su malı, meselâ evimi sana hediyye etdim dese, o da kabûl edip alsa,
fâiz olmaz. Fekat, sart fâsid olup, hizmet etmesi lâzım gelmez. Hizmet ederse
de, zararı olmaz. (Hediyye) veyâ (Hibe), mevcûd ve ma’lûm bir aynı birine karsılıksız
temlîk etmekdir. Belli bir karsılık istiyerek vermek de câizdir. Deyni ya’nî
alacagını borclusuna veyâ borclusundan baskasına hediyye câizdir. Fekat, baskasına
hediyye ederken, kabz eylemesini de emr eylemesi ve onun kabz etmesi lâzımdır.
Kabz edince, deyn ayn olmakdadır. Ya’nî yukarıdaki ta’rîfde bulunan
(Ayn) kelimesi, (Sözlesmede veyâ sonradan ayn olan) demekdir. [Bey’ ve sirâda
da, görülmiyen nakd, kabz edilince ayn olmakda, sözlesme yerinde lâzım olan ta’yîn
hâsıl olmakdadır.] Hediyyeyi kabûl etmek sünnetdir. Mükellef olmak ve kendi mülkünü
hediyye etmek sartdır. Hediyye, söz veyâ hâl ile olan (Îcâb) ve (Kabûl) ile
hâsıl ve sözlesme yerinde kabz edilmekle temâm olur. Lüzûmsuz sartla bâtıl olmaz.
Sartı yapsa da olur, yapmasa da olur. Hediyye verirken, belli birseyi, karsılık istemek,
birisine olan borcunu ödemesini sart etmek câizdir. Hediyyenin ve karsılıgının,
ayrılmadan önce verilmeleri lâzımdır. Ta’âm bulunan çantayı, esyâ bulunan
evi, yük bulunan hayvânı hediyye sahîh olmaz. Bunları bos iken veyâ yalnız
yüklerini hediyye etmek sahîh olur. Ya’nî (Mesgûl) degil, (Sâgil) hediyye edilir.
Koyundaki yün, dikili agaç, agaçdaki meyve, memedeki süt hediyye edilemez. Ayırması
zarar verecek parça, ayrılarak hediyye edilemez. Bir liralık altını, dört çeyrek
altın ile degisdirirken, iki karsılıkdan birinin agırlıgı fazla olur, bunu halâl ederse
câiz olur. Çünki, ayırması zarar verecek seyi ayırmadan hediyye etmis olur. Eti,
dahâ agır ete satarak fazlasını hibe etmek ise, câiz olmaz. Çünki, fazlasını ayırmak
zarar vermez. Alacagını borcluya hibe eden, artık bunu geri istiyemez. Yedi seyden
biri varsa, ayn olan hediyye de teslîmden sonra geri alınamaz. Bunlar bulunmazsa,
hâkim karârı ile geri almak sahîh olur ise de, mekrûhdur. Yedi mâni’: Ve-
– 851 –
rilen aynda kıymetini artdıran ziyâdelik hâsıl olmak, ikisinden birinin ölmesi,
hediyyenin karsılıgı oldugu bildirilerek bir hediyye vermek [bunu baskasının da
vermesi rücû’a mâni’ olur], hediyye edilen malın alanın mülkünden çıkması, ikisi
arasında nikâh bulunmak, aralarında nikâhı ebedî harâm eden akrabâlık bulunmak,
hediyye edilen malın helâk olması, geri almaga mâni’ olurlar. Sadaka, fakîre
verilen hediyyedir. Deyn olan hediyyeyi ve sadakayı geri almak hiç câiz degildir.
Birinin borcunu ondan iznsiz ödeyerek, onu kendine borclu yapmak câiz degildir.
Sâfi’î ve Mâlikî mezheblerinde, fâiz, yalnız gıdâ maddelerinde ve parada olur.
1 — Ödünc alıp vermekde fâiz: Imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî
“kuddise sirruh” birinci cildin, yüzikinci mektûbunda buyuruyor ki: (Dahâ fazlasını
ödemesi sartı ile ödünc vermek fâizdir. Ya’nî böyle olan sözlesme harâmdır.
Harâm anlasma ile ele geçen malın hepsi harâm olur. Meselâ, oniki kile ödemesi
sartı ile, on kile bugday ödünc verilse, alınan oniki kilenin hepsi harâm olur.
[Fazla olan iki kilesi kul hakkı oldugu için geri vermesi vâcib olur. On kilesi harâm
oldugu için sadaka vermesi lâzımdır.] Fâiz ile ödünc vermek ve almak harâm
oldugu, Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilmisdir. Ihtiyâcı olanın da, olmıyanın da,
fâizle ödünc alması harâmdır. Ihtiyâcı olana fâiz harâm olmaz demek, Kur’ân-ı kerîmin
emrini degisdirmek olur. (Kınye) kitâbı, Kur’ân-ı kerîmin emrini degisdiremez.
Lâhor sehrinin büyük âlimlerinden olan mevlânâ Cemâl, (Kınye)nin birçok
haberleri, kıymetli kitâblara uymamakdadır, böyle haberlerine güvenilmez buyururdu.
[Ibni Âbidîn de, (Kınye)nin birçok haberi za’îfdir, güvenilemez buyurmakdadır.
Bu kitâbı, Zâhidî “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmısdır.] (Kınye)nin bu
yazısını dogru kabûl etsek bile, buradaki ihtiyâc kelimesine, zarûret ve ölüm tehlükesi
ma’nâsını vermek lâzımdır. Böylece, Mâide sûresinin, (Ölüme sebeb olan
sıkısık hâle düsen) meâlindeki dördüncü âyetinin izninden istifâde edilmis olur.
Çünki, bu âyet-i kerîme harâmdan afv olunabilecek özrü beyân buyurmakdadır.
Fâiz ile ödünc almak için her ihtiyâc özr olsaydı, fâizin harâm edilmesine sebeb kalmazdı.
Çünki, fâiz ödemegi ancak ihtiyâcı olan kabûl eder. Ihtiyâcı olmıyan kimse,
açıkdan para vermek istemez. Allahü teâlânın bu yasak emri, yersiz, lüzûmsuz
olurdu. Allahü teâlânın kitâbına, böyle iftirâ edilemez. Abes, yersiz birsey bulunması
düsünülemez. Her ihtiyâcı olanın fâiz ile para alması câiz diye bir ân düsünsek,
ihtiyâc da, bir nev’ zarûretdir. Zarûretin dereceleri vardır. Ziyâfet vermek için,
fâiz ile para almak ihtiyâc degildir. Meyyitin bırakdıgı malda meyyitin ihtiyâcı, kefen
ve cenâze masrafı oldugu, kitâblarda bildiriliyor. Onun rûhu için ziyâfet vermege
ihtiyâc denilmemisdir. Meyyit, sadakanın sevâbına, herkesden çok muhtâc
oldugu hâlde, onun rûhu için yemek [helva] dagıtılmasını islâmiyyet emr etmemisdir.
O hâlde, bunları yapmak, fâizle para almak için ihtiyâc, özr olur mu? Ölünün
ihtiyâcı kabûl edilse bile, fâizle alınan para ile pisen yemekleri yimek halâl olur mu?
Çoluk çocugun çok olması, erkegin askerde bulunması, özr, ihtiyâc sanılarak, fâizle
para almak câiz ve halâl olur demek, bir müslimâna yakısmaz. Böyle belâya
yakalanmıs olanlara, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak, dogru yolu göstermek
lâzımdır. Bir müslimân, nasıl olur da, böyle harâm isi yapabilir? Ihtiyâcları
halâlden te’mîn edecek yol çokdur. [Bu yolları aramak lâzımdır. Arayıp bulamazsa,
ancak nafaka ihtiyâcı, ya’nî gıda, elbise ve mesken ihtiyâcı, zarûret hâlini alır.
Bu da, ancak mesken için vâkı’ olmakdadır.]
Bu zemânda, sübheli olmıyan kazanc kalmadı diyorsunuz. Evet öyledir. Fekat,
elden geldigi kadar, sübhelilerden kaçınmak lâzımdır. Tarlayı abdestsiz sürmek,
tohumunu abdestsiz ekmek, rızkın bereketini, tayyib [güzel] olmasını giderir demislerdir.
Hindistânda, böyle çalısan, hemen yok gibidir. Fekat, Allahü teâlâ, kulundan,
elinden geldigi kadar yapmasını istemekdedir. Fâiz ile para alıp ziyâfet vermekden
sakınmak, herkes için çok kolaydır. Halâle harâm, harâma halâl diyen kâ-
– 852 –
fir olur. Fekat bu, kat’î, meydânda olan halâl ve harâmlar içindir. [Halâl, harâm
oldukları, Nass ile açık bildirilmis olan yâhud açık Nass yok ise de, dört mezhebde
de sözbirligi ile bildirilenler içindir.] Zan olunanlar için degildir. Hanefî mezhebinde
mubâh olan çok sey vardır ki, Sâfi’î mezhebinde mubâh degildir. Bunun
aksi de vardır. Muhtâc oldugu sübheli olan birinin, fâizle para alması halâl olur demiyene,
açık bildirilen harâma halâl diyemiyene dil uzatılmaz. Sapık, gerici denilmez.
Halâl demesi için zorlanamaz. Onun haklı olması dahâ kuvvetlidir. Hattâ, haklı
oldugu meydândadır. Ona dil uzatanlar haksızdır ve tehlükelidir. Mevlânâ Abdülfettâh,
fâizsiz borc almak iyidir. Niçin fâiz ile alıyorlar demis. Siz de, böyle söyleme,
Halâli inkâr mı ediyorsun? diyerek onu tekdîr etmissiniz. Yavrum, bu sözünüz,
kat’î olan halâl için dogrudur. Ihtiyâcı olanın, fâiz ile borc almasına halâl deseniz
bile, bunu yapmamak, yine dahâ iyi olur. Vera’ sâhibleri, ruhsat, izn verilen
seyleri yapmamıs, herkese, azîmet yolunu göstermislerdir. Lâhor sehrindeki müftîler,
ihtiyâcı olana câiz olur demis ise de, ihtiyâcdan ihtiyâca fark vardır. Her ihtiyâc,
özr sayılırsa, fâizin harâm olacagı yer kalmaz. Fâizin harâm edilmesi abes,
lüzûmsuz bir emr olur. Oruc, yemîn keffâreti niyyeti ile de, fakîrleri doyurmak için,
fâiz ile borc almak câiz degildir. Fakîr doyuramıyan, oruc tutar).
2 — Rehnde fâiz: Rehn vermek, ya’nî ipotek (hypotéque) etmek demek, bir
sebebden dolayı, birseyi habs etmek, alıkoymak demekdir. Islâmiyyetde ise, ödenecek
mal karsılıgı olarak, bir malı, alacaklıda veyâ baska âdil bir kimsede, emânet
bırakmak demekdir. Rehn ancak, mal borcu için verilir. Öldürmek, yemîn hakları,
isçinin iyi çalısması, müsâfirin hırsızlık etmemesi için rehn istenmez. Rehn zor
ile alınmaz. Rehn, akd ile, ya’nî îcâb ve kabûl ile, ya’nî sözlesme veyâ mektûblasma
ile yapılır. Rehni verip, almaları, ya’nî malın teslîm olunması da lâzımdır.
Teslîm olunmadan önce, borclu rehni vermekden vazgeçebilir. Rehn bırakılan malın,
satılmaga elverisli olması sartdır. Dartı ile, hacm ile ölçülen hersey, altın, gümüs
esyâ, para, rehn verilebilir. Ortak olan birseydeki kendi payını rehn vermek
câiz degildir. Agaçdaki meyveyi agacsız olarak, tarladaki ekini tarlasız olarak
rehn vermek ve meyveli agacı meyvesiz olarak, ekinli tarlayı ekinsiz rehn vermek
câiz degildir. Evi, esyâsı ile de rehn vermek câizdir. Hayvân, üzüm sırası rehn verilir.
Alacaklı, rehnden vazgeçebilir. Borclu vazgeçemez. Rehn, borc ödeninceye
kadar habs olunur. Önce, borc ödenir. Sonra, rehn geri verilir. Borclu ölürse,
bunun vârisi, rehni satarak, parası ile borcu öder. Sonra, rehni alıp, müsterîye teslîm
eder. Geri kalan parası, baska alacaklılara verilir. Satıs semeninin ödeme zemânı
gelince borclu, rehni satmak için, alacaklıyı veyâ baska bir âdil kimseyi vekîl
edip satdırır veyâ kendi satar. Semenden borcu ödeyip, sonra rehn kurtarılır.
Borclu, rehndeki malını, alacaklının izni olmadan satamaz. Satmak için, istiyemez.
Alacaklı, rehni alırken, bunu ileride satmaga kendisinin vekîl edilmesini sart edebilir.
Borclu bunu kabûl edince, sonra azl edemez. Borclu ölürse de, azl olmaz. Rehn
helâk olursa, kıymeti az ise, aradaki farkı borcludan ister. Rehn, alacaklının borcu
istemesine mâni’ olamaz. Malı olup da ödünc aldıgını ödemezse, onu habs etdirmesine
de mâni’ olamaz.
Alacaklı, rehnin, borclunun mülkünden çıkmasına sebeb olamaz. Satamaz, kirâya
veremez. Rehni, ancak borclunun izni ile kullanabilir. Ikisinden biri, ötekinin
izni ile, rehni baskasına âriyet verebilir. Sonra herbiri, onu yine rehn yapabilir.
Alacaklı, kendisindeki rehni, rehni veren borclusuna da âriyet verebilir. Saklamıyarak
veyâ kullanarak rehn helâk olursa, kıymetini öder. Bir kimsenin, rehnde
bulunan malı satın alması sahîhdir. Alacaklı, elindeki rehn malı müsterîye
vermiyebilir. Müsterî, borcun ödenerek, rehnin kurtarılmasına kadar bekler. Yâhud,
bey’i, mahkeme ile fesh etdirir.
Ödünc verirken, alacaklının rehnden istifâde etmesi için, izn verilmesi sart
edilirse, fâiz olur. Meselâ, hayvânı veyâ tarlayı, elbiseyi kullanması, sütünü içme-
– 853 –
si sart edilirse fâiz olur. Sonradan verilen izn ile, alacaklının rehni kullanması câiz
olur.
3 — Bey’ ve sirâda fâiz: Hanefî ve Hanbelî mezheblerine göre, bir satısda fâiz
bulunması demek, asagıda bildirilen iki seyin veyâ birinin mebî’ ile semende ortak
olarak bulunması demekdir. Sâfi’î ve Mâlikî mezheblerinde, bu iki sart ile berâber,
altın veyâ gümüs yâhud gıdâ maddeleri olmaları da lâzımdır.
1 — Kadr, ya’nî vezn veyâ hacm ile ölçülmeleri,
2 — Bir cinsden olmaları.
Fâiz bulunan satıs veresiye yapılamaz. Dâimâ pesin olması lâzımdır. Satısın pesin
olması için, mebî’in de, semenin de te’ayyün etmeleri lâzımdır.
Bugday, arpa, hurma ve tuzun, her zemân ve heryerde, hacm ile ölçülmeleri, altın
ve gümüsün de dartı ile ölçülmesi emr olundu. Bu altı maddeden baska seylerin,
nasıl ölçüldükleri, âdete göre anlasılır. 4. cü maddeye bakınız!
Bir satısda, fâiz sartının ikisi de bulunmazsa, bu satısda fâiz bulunmaz. Ya’nî birinin
pesin fazla olması veyâ veresiye olması, fâiz olmaz. Meselâ, on metre pazeni,
onbes metre basmaya pesin ve veresiye satmak câizdir.
Bu sartların ikisi de bulunursa, yalnız esid mikdârda pesin satmak câiz olup, farklı
mikdârda pesin ve aynı mikdârda olsa bile, birisini veresiye olarak satmak fâiz
olur. Zâten, fazlası pesin harâm olan satıslar, veresiye, esid mikdârda olsa bile, dâimâ
harâm olur. Veresiye baskadır. Pesin pazarlık edip, semeni sonra te’cîl etmek
baskadır. Bir teneke bugdayı bir teneke bugdaya pesin satısda, söz keserken ölçmek
lâzımdır. Sonradan ölçülürse, esid bulunsa bile câiz olmaz. Bir kile bugdayı,
bir kile bugdaya veresiye veyâ bir kileden az veyâ fazla bugdaya pesin satmak fâiz
olur. Ya’nî câiz degildir, harâmdır. Kadr ve cinsleri ortak bulunan iki malın esid
mikdârda pesin satısının câiz olması için, sıfatlarının baska olması lâzımdır. Para
bozdurmak, bunun için, câiz olmakdadır. Sıfatları da aynı olursa, satısdan fâide olmıyacagı
için bey’ sahîh olmaz.
Iki sartdan birisi bulunup, birisi bulunmazsa, farklı mikdârda pesin câiz olup,
esid mikdârda olsalar da, veresiye satmak yine fâiz olur. Bir kile bugdayı, iki kile
arpaya veyâ bes yumurtayı altı yumurtaya pesin satmak [ve pesin kâgıd para bozmak]
câiz olur. Fekat bes metre basmayı, bes metre basmaya ve bir kamyonu, baska
bir kamyona veresiye satmak fâiz olur. Burada, yalnız, altın veyâ gümüs karsılıgında
dartarak ölçülen baska cinsleri veresiye satın almaga izn verilmisdir.
Bunun için, para ile yapılan mal satıslarında fâiz yokdur. Kâgıd para karsılıgında
yapılan mal satıslarında da, hiç fâiz yokdur.
Agırlık ile ölçülen seylerin her ikisi de bir habbe, ya’nî bir arpa agırlıgından az
ise, hacm ile ölçülenlerin her ikisi de yarım sâ’dan az ise, bunlar ölçüye gelmez, ya’nî
birinci sart yok kabûl edilmisdir. Bunun için, bir avuc bugdayı, iki avuc bugdaya
ve bir felsi iki veyâ dahâ çok felse, pesin satmak câiz olur. Çünki, iki avuç içi, yarım
sâ’dan azdır ve üç felsin agırlıgı, bir habbeden azdır. Iki santigram altını,
dört santigram altına pesin satmak fâiz olmaz. Bunları veresiye satmak fâiz olur.
Bir kırât-ı ser’î, bes arpa oldugundan, bir habbe, bes santigramdır.
Altını, gümüsü yarıdan fazla olan alasımlar, sâf altın ve sâf gümüs gibidirler. Satısda
ve ödünc vermekde bunların agırlıklarına bakılır. Altını, gümüsü, yarıdan az
olan alasımlar, urûz gibidir. Içindeki hâlisin agırlıgından fazla hâlis ile ve kendi cinsinden,
fazlası ile pesin satılabilirler. Çünki altının fazlası, karsılık maldaki baska
ma’denin karsılıgı olur. Böyle paralar ve fülûs denilen metal paralar, âdete göre,
agırlıkla da, aded ile de ölçülmekdedir. Fekat, altının ve gümüsün, dâimâ, ya’nî karısımdaki
mikdârı az olsa da, kabz edilmeleri lâzımdır. Semen, ya’nî geçer akça olmadıkları
zemân, ta’yîn edilince, te’ayyün ederler.
Bir satısın pesin olması demek, pazarlık yerinden ayrılmadan önce, iki malın da
– 854 –
ayn olması demekdir. Buna, te’ayyün etmek denir. Altından ve gümüsden baska
mallar, söz kesilirken ta’yîn etmekle te’ayyün ederler. Bunların satısı (Mukâyada)
olur. Iki maldan yalnız birisi ta’yîn edilmis ise, ayn olan, mebî’ olur. Deyn olan mal
ve altın ve gümüs, ayrılmadan önce kabz olunmakla te’ayyün ederler.
(Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki: (Bugdayı, bugday
karsılıgında satınca, ikisi de ta’yîn edilirse, ya’nî ayn olurlarsa câizdir. Teslîm
alınmaları lâzım gelmez. Çünki, sarfdan baska satıslarda, mallar, ta’yîn etmekle
te’ayyün ederler. Te’ayyün edince, kendilerini vermek lâzım olur. Benzerleri verilemez.
Ya’nî, ikisi de hacm ile veyâ dartı ile ölçülen, bir cins veyâ baska cins [altından
ve gümüsden baska] iki malı birbiri karsılıgında satmak için, söz kesilirken,
ikisi de ayn olmalıdır. Ister hâzır olsunlar, ister gâib olsunlar, ta’yîn edilmeleri yetisir.
Sözlesme yerinden ayrılmadan önce teslîm alınmaları lâzım olmaz. Altın ve
gümüsün ise, ayrılmadan önce kabz olunması sartdır. Ya’nî birbirinin eline, cebine
vermek lâzımdır. Ayrıldıkdan bir iki dakîka sonra verse, sarf satısı sahîh olmaz.
Sarf satısında, alacagı hâzır olup, verecegi yanında degilse, sözlesme etmeyip,
hâzır olanı [ödünc veyâ] emânet almalı, verecegi eline geçince, o zemân pazarlık
ve söz keserek, ayrılmadan bunu teslîm etmelidir.
Fâiz bulunan satısdaki iki maldan biri ayn, karsılıgı deyn ise, ayn olan mebî’, deyn
olan semen olmak ve [söz kesilirken deyn olan] semeni, ayrılmadan önce kabz etmek
sartı ile câiz olur. Çünki, deyn ancak teslîm alınmakla te’ayyün eder.
Eger, deyn mebî’ ise, söz kesilen meclisde hâzır olsa bile, bey’ câiz olmaz. (Ile,
ye) gibi bag ile söylenen fâiz malı, semen olur. Bu baglar ile söylenmiyen, mebî’
olur. (Bu bir kile bugdayı, bir kile tâze bugdaYA satdım. Bu bir kile bugdayı, bir
kile tâze arpaYA satdım) diyerek sözlesmeleri câiz olur. Çünki, her ikisinde de,
ayn olan mal, mebî’dir ve deyn olan, semendir. Fekat, sözlesme yerinden ayrılmadan,
deyni kabz etmek lâzımdır. Çünki, fâiz bulunan bey’in câiz olması için, ayrılmadan
önce, mebî’ ile semenin ayn olmaları lâzımdır. Deynin [misâlimizde, semenin]
te’ayyünü, kabz edilmekle olur. Aynı, kabz etmeden ayrılmaları câiz olur. Eger
(Bir kile iyi bugdayı senden, bu bir kile bugday ILE satın aldım) derse, yâhud (Iki
kile tâze arpayı senden, bu bir kile bugdaYA satın aldım) derse, deyn olan, meclisde
hâzır bulundurulsa dahî, câiz olmaz. Çünki, deyn olan mal, mebî’ olmus, ayn
olmıyan seyi satmısdır. Bu ise, câiz degildir.)
Fâiz bakımından yeni ile eski, tâze ile bayat arasında fark yokdur. Meselâ, eski
bakırı, yeni bakır ile aynı agırlıkda ve pesin degismelidir. Yeni bakır hafîf ise,
bununla az mikdâr baska mal veyâ para da pesin vermelidir.
Altın ve gümüsden baska ma’denlerde, san’at, isçilik farkı olabilir. Bir bakır semâveri,
dahâ agır bakır semâver karsılıgı satmak câiz olur. Çünki altından ve gümüsden
baska ma’denler, san’at te’sîri ile, agırlık ölçüsünden çıkıp, aded ile satılabilir.
Fekat bunları agırlıkla satmak âdet olan yerlerde, agırlık farkı yine fâiz olur.
Altın, gümüs esyâ, san’at te’sîri ile semenlikden çıkarak mebî’ olabilir. Ya’nî
ta’yîn ile te’ayyün eder. Fekat, kabz edilmesi ve altını, gümüsü yarıdan fazla olanların
dâimâ agırlık ile ölçülmesi sartdır.
(Bedâyı’) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, besinci cüz, 236. cı sahîfesinde
diyor ki, (Aynı sayıda fülûsü birbirleri ile degisdirirken [kâgıd veyâ metal
para bozdururken] veyâ fülûs verip fülûsdan baska sey [altın, gümüs veyâ baska
bir ayn] satın alırken, fülûs hep semen olur. Ta’yîn edilince te’ayyün etmez. Kabz
edilmedikçe deyn olur. Nakdeyn ile degisdirilirken, ayrılmadan önce, iki karsılıkdan
birinin kabz olunarak te’ayyün etmesi lâzımdır. Çünki, burada fâizin iki sartı
da yok ise de, deynin deyn karsılıgı satılması bâtıldır. Fülûs, aynı sayıda [ya’nî,
i’tibârî kıymetleri aynı olarak] fülûs ile degisdirilirken, fâizin bir sartı bulundugu
için [veresiyesi harâm olacagından] iki karsılıgın da kabz olunmaları lâzımdır.
Fülûs, baska sayıda fülûs ile degisdirilirse, [bir yüzlük verip, kıymetlerinin topla-
– 855 –
mı yüzden az olan ufaklık alınırsa], fâizden kurtulmak için, iki karsılıgın da ta’yîn
edilmeleri lâzımdır. Seyhayne göre, ancak bu hâlde [ve selem satısında] niyyet etmekle
fülûs semenlikden çıkar. Urûz gibi olurlar. Ta’yîn edilince, te’ayyün ederler.
Fekat, yine aded ile ölçülürler. Fâizin bir sartı bulundugu için, ya’nî aynı cins
oldukları için, ta’yîn edilmekle, satısın pesin yapılması te’mîn edilmis olur. Ta’yîn
edilen malın kendisi verilir. Benzerleri verilemez). Birisinin ta’yîn edilmesi de kâfî
ise de, deynin semen olması ve bunun ayrılmadan önce kabz edilmesi lâzım olur.
Bankada, bono kırdırmanın câiz olmadıgı buradan da anlasılmakdadır.
Zimmînin zimmîlerle ve müslimânlarla alısverisi, müslimânların birbirleri ile alısverisi
gibidir. Yalnız kendi aralarında domuz ve serâb satmaları da câizdir. Dârül-
harbde [ya’nî, yehûdî, hıristiyan veyâ müsriklerin memleketlerinde] bulunan
mürtedin malları onun mülkü degildir.
Altın ve gümüs, agırlıkla ölçülür. Basılı liraların agırlıgı belli oldugu için, liraları
sayı ile de kullanmak câiz olur. Kullanırken, agırlıklarını düsünmek lâzımdır.
On dirhem gümüs para borcu olan kimse, alacaklısına, bunlar yerine bir altın
verse, ya’nî on dirhem borcuna karsı, bir altını pesin olarak satsa câiz olur. Çünki
gümüsler, semen yapılmıs olup, te’ayyün etmeleri için, borclunun teslîm alması
lâzımdır. Zâten borcluda bulundukları için, yeniden teslîm almasına lüzûm kalmamısdır.
Çünki, mebî’in ve semenin birlikde te’ayyün etmeleri, veresiye olan satısda
fâizden sakınmak için sart edilmisdir. Ödenip biten borcda, böyle fâiz olamaz.
Borcda, ileride düsülecek fâiz tehlükesi olabilir. (Dürr-ül-muhtâr). Üçüncü kısm,
onikinci maddesinin son sahîfesine bakınız! (Rıyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki:
Satısdaki ve ödünc vermekdeki fâiz için, Ömer Nesefînin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Erba’în-i Selmânî) kitâbındaki otuzüç misâli asagıya yazıyoruz:
1 — Kile ile satılan birsey, kendi cinsine [meselâ bugdayı bugdaya] pesin satılırken,
birinin hacmi ziyâde olursa, fâiz olur.
2 — Hacmleri müsâvî, fekat biri veresiye [ya’nî söz kesilen yerden ayrılıncıya
kadar te’ayyün etmez] ise, yine fâiz olur.
3 — Dartarak satılan birsey, kendi cinsine [meselâ besibiryerdeyi, altın liralar
karsılıgı] pesin satılırken, verilen ile alınanın agırlıgı müsâvî olmazsa, fâiz olur.
4 — Veznleri müsâvî, fekat biri veresiye ise, fâiz olur. Vezn veyâ hacmleri müsâvî
olmıyan pesin satısda, fâizden kurtulmak için, vezni veyâ hacmi az olan malın
yanına, aynı cinsden olmıyan, baska az birsey de ilâve edip, iki sey bir arada iken,
pazarlık etmelidir. Böylece fâizden kurtulunur ise de, ilâve edilen seyin kıymeti az
ise, harâma yakın mekrûh olur. O seyi, pazarlıkdan sonra ilâve ederse câiz olmaz.
5 — Kile ile satılan seylerden, aynı cinsden olmıyanlar, birbiri ile [meselâ, arpayı
bugdaya] satılırken, hacmleri aynı olsa da, veresiye satmak, ribâ [ya’nî fâiz]
olup, hacmleri farklı olsa da, her ikisi pesin câizdir.
6 — Dartılarak satılan seylerden aynı cinsden olmıyanlar, birbiri ile [altın, gümüs
ile] satılırken, agırlıkları esit olsa da, biri veresiye olunca fâiz olur. Agırlıkları
farklı olsa da, ikisi pesin [eline teslîm etmek] câiz olur. Altınlı ve gümüslü esyâyı,
birbiri karsılıgı veresiye satmak fâiz olur.
7 — Vezn ile ve kile ile ölçülen ve ölçülmeyen hersey, kendi cinsi ile, veresiye
satılınca, mikdârı aynı olsa da, fâiz olur.
8 — Kile ile veyâ vezn ile ölçülen birseyi, kendi cinsi karsılıgı, ölçmeden topdan
satmak fâiz olur. Mikdârları müsâvî ise de, fâiz olur. Çünki, böyle seylerin satısında,
söz kesilirken, ölçülerek, mikdârlarının aynı oldugunu bilmek, bey’in sahîh
olması için, sartdır.
9 — Birkaç kimse arasında müsterek olan, kile veyâ vezn ile ölçülen bir malı,
ölçmeden paylasmak fâiz olur. [Çünki, üçüncü kısm, yirminci maddede bildirildigi
gibi herbiri, kendi payında bulunan digerinin mülkünü, digerinde kalan ken-
– 856 –
di mülkü ile degisdirmis olur. Ya’nî bunları birbirlerine ölçmeden satmıs olurlar.
Herbiri digerlerine bir defter, ikincisi bir mendil gibi seyler de verip halâllasmalıdırlar.]
10 — Hacm ile veyâ vezn ile ölçülen bir malı, ölçmeden ödünc vermek ve almak
fâiz olur.
11 — Basakdaki bugdayı, bugday ile, müsâvî mikdârda dahî satmak fâiz olur.
12 — Basakdaki bugdayı, basakdaki bugdaya aynı mikdârda dahî satmak fâiz
olur. Çünki, bugdayları basaksız ölçmek lâzımdır.
13 — Agaçdaki meyveyi, kopmus aynı meyveye satmak fâiz olur.
14 — Agaçdaki meyveyi, agaçdaki aynı meyve ile satmak fâiz olur.
15 — Bugdayı, bugday ununa ve kavrulmus bugdaya, aynı hacmde dahî satmak
fâiz olur. Çünki, bugdaydan, aynı hacmde un hâsıl olmaz.
16 — Unu ve bugdayı, ekmege satmak fâiz olmaz. Çünki ekmek, baska cinsden
olmusdur ve sayı ile ölçülür.
17 — Mense’leri veyâ kullanıs yerleri aynı olmıyan veyâ insanlar tarafından sıfatları
degisdirilen seyler, aynı cinsden degildir. Meselâ hurma sirkesi ile üzüm sirkesi
ve koyun eti ile sıgır eti ve sütleri ve koyun yünü ile keçi kılı ve bugday ile ekmek
aynı cinsden degildirler. Keçi ve koyun eti ve sütleri, fâiz bakımından aynı cinsdendir.
18 — Imâm-ı Muhammede göre, ekmegi aded ile ve vezn ile ödünc vermek fâiz
olmaz. Imâm-ı Ebû Yûsüfe göre yalnız dartı ile fâiz olmaz.
19 — Susam, zeytin, cevz gibi, yag çıkarılan cismler, kendi yagları ile satıldıgı
zemân, yag, cismdeki yag mikdârından ziyâde ise câizdir ve yagın aynı mikdârı yag
karsılıgı olup, ziyâdesi posa karsılıgı olur. Ziyâde degilse, az veyâ müsâvî ise veyâ
belli degilse fâiz olur.
20 — Üzümü, sırası karsılıgı ve koyunu yünü karsılıgı ve meyveli agacı aynı meyve
karsılıgı ve ekilmis topragı, çıplak toprak karsılıgı ve basakda yetismis bugdayı,
yetismemis bugday karsılıgı, taslı küpeyi tassız küpe karsılıgı, altınlı kılıncı veyâ
kemeri altınsız aynı kılınc ve kemer karsılıgı ve kabuklu pirinci kabuksuz pirinc
ile satmak da, müsâvî veyâ az ise fâiz olur.
21 — Bir malı, kendisi veyâ vekîli, meselâ on liraya satıp, müsterîye teslîm etdikden
sonra, parayı teslîm almadan, malı müsterîden, meselâ dokuz liraya geri satın
almak fâiz olur. Parayı temâm alınca, satın alabilir. Bir malı satdıkdan sonra,
parasının hepsini temâm teslîm almadan, o mal ile birlikde baska birseyi, aynı fiyâtla
geri satın almak fâiz olur. Çünki, aynı fiyâtın bir kısmı, o baska sey için olup,
o malı dahâ ucuza almıs olur ve fâiz olur. O baska seyi alması ise câizdir.
22 — Bir malı, meselâ iki ay sonra teslîm etmek üzere satdıkdan sonra, noksân
olarak, dahâ önce vermegi karârlasdırmak fâiz olur.
23 — Iki kisi, birer çuval bugdayı, hacmini ölçmeden, karısdırıp un yapdırdıkdan
sonra, unu ikiye taksîm etmegi karârlasdırmak fâiz olur.
24 — Unları karısdırıp, ekmek yaparak ekmegi ikiye bölmek de fâiz olur. Unların
hacmini önceden ölçmek lâzım idi.
25 — Cevzleri veyâ bâdemleri yâhud zeytinleri ölçmeden karısdırıp, yag çıkardıkdan
sonra yagı taksîm etmek de fâiz olur.
26 — Iki kisinin müsterek bir inegi olsa, sütü birgün senin, birgün benim diye
taksîm etseler, fâiz olur.
27 — Iki kisi, meselâ bir öküz veyâ bir at veyâ bir otomobil veyâ bir dükkân veyâ
tarlalarını veyâ tezgâhlarını, herbiri kullanmak üzere, mu’ayyen bir zemân
için degisseler fâiz olur.
28 — Içinde oturmak sartı ile bir evi, ekmek sartı ile tarlayı, kendi kullanmak
– 857 –
sartı ile bir otomobili borcludan rehn istemek fâiz olur. Çünki, rehn alınırken, bunu
kullanmagı sart etmek, rehnde fâiz olur.
29 — Birseyi ucuz satın almak veyâ ona pahâlı satmak sartı ile ödünc vermek
fâiz olur.
30 — Mahsûlün yarıdan fazlasına ortak olmak sartı ile, köylüye para veyâ
tohm veyâ toprak verip onu çalısdırmak veyâ ona ödünc vererek tarlasını alıp isletip,
mahsûlün yarıdan azını ona bırakmak fâiz olur. Çünki, kirâ mikdârının belli
olması ve ödünc verilen malın aynı mikdârda benzerinin ödenmesi lâzımdır.
31 — Az ücretle çalısdırmak, ondan hediyye almak, ziyâfet istemek üzere
ödünc vermek fâiz olur.
32 — Birseyi, aldatarak pahâlı satmak veyâ ucuz almak da fâiz olur. [Gaben-i
fâhise bakınız!].
33 — Satılan seyin aybını ve satın alınan seyin kıymetini gizleyerek aldatmak
fâiz olur.
34 — Libya büyük müftîsi seyh Tâhir-uz-Zâvî, fetvâsında diyor ki: (Hükûmet,
me’mûrlara ödünc mesken parası vererek, yüzde dört fazlası ile aylıklarından
kesiyor. Bu, % 4 fazla aldıgı, fâiz olur. Harâm olur. Müslimân olan hükûmetin bunu
alması, vatandasların da vermeleri harâmdır. Bu ödünc paranın, fâizsiz olarak,
Allah rızâsı için verilmesi lâzımdır). Bu fetvâ, Libyada çıkan 1973 Nisan târîhli
(Hedy-ül-islâmî) mecmû’ası sonunda yazılıdır. Yâhud, oturacak evi olmıyan, mesken
parası almak için, bütün mu’âmeleleri yapdıkdan sonra, parayı alırken (Vekîliniz
olarak, bu para ile ev yapdırmagı kabûl etdim) demeli. Parayı veren (Ben
de kabûl etdim) demeli. Tapuyu alırken (Her ay ...... lira ödemek üzere ...... liraya
bu evi satın aldım) demeli. Tapuyu veren de (Bu evi sana satdım) demelidir. Böylece
halâl olur.
(Dâr-ül-harb)de, ya’nî ahkâm-ı islâmiyyenin tatbîk edilmedigi Italya, Fransa gibi
putlara tapınılan yerlerde, müslimânın, kâfirlere ödünc vererek, onlardan fâiz
almasının câiz oldugu bütün kitâblarda, fâiz bahsinin sonunda yazılıdır. Meselâ:
Ibni Âbidîn diyor ki, (Dâr-ül-harbde, kâfirlerin mallarını fâiz, kumar, fâsid
bey’ ile almak halâldir. Bu yollarla müslimânın zarar etmesi halâl degildir).
(Mültekâ) kitâbında, (Imâm-ı a’zam ile imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ
aleyhimâ” buyurdu ki, Dâr-ül-harbde, müslimân ile kâfir arasında fâiz olmaz).
(Mecmâ’ul-enhür)de diyor ki, (Hadîs-i serîfde, (Dâr-ül-harbde, müslimân
ile kâfir arasında fâiz yokdur) buyuruldu. Orada, onların malını almak mubâhdır.
Gönül rızâsı ile, gadr yapmadan almak câizdir. Diger üç mezhebde hiç câiz degildir).
(Dürer ve Gurer) kitâbında da bu hadîs-i serîf yazılarak, Dâr-ül-harbde bir müslimânın
fâiz ile ve fâsid bey’ ile [meselâ ikrâmiyyeli, piyangolu satıs yaparak] kâfirden
ve orada müslimân olandan mal çekmesi câizdir. Çünki, onların malını rızâları
ile almak mubâhdır diyor. Fekat, mallarına saldırmak, zorla almak câiz degildir
diyor. Sernblâlî, bunu açıklarken, (Kumar ile alması da câizdir) diyor. (Kudûrî), (Cevhere),
(Vikâye), (Dürr-ül-muhtâr) ve (Redd-ül-muhtâr)da ve (Fetâvâyı Hindiyye)de
de böyle yazılıdır. (Dâr-ül-harb)de bulunan müslimânların birbirleri ile ve zimmî kâfir
ile yapdıkları sözlesmelerin ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olması lâzımdır.
Kâdî zâde, (Feth-ul-kadîr) tekmilesinde yukarıdaki hadîs-i serîfi açıklarken diyor
ki: (Hicretden önce Kureys müsrikleri, ehl-i kitâb olan rumların acem kâfirlerine
yenilmelerine sevinmislerdi. Rum sûresi nâzil olup, acemlerin az zemân sonra
yenilecekleri bildirilince, Ebû Bekr-i Sıddîk, Kureys kâfirleri ile sözlesme yapdı.
Acemler yenildi. Ebû Bekr-i Sıddîk da sözlesilen develeri Kureys kâfirlerinden
aldı. Bu sözlesme kumar idi. Mekke sehri de, müsrik memleketi idi. Resûlullah,
bu kumar sözlesmesine ve sart edilen develerin kâfirlerden alınmasına izn verdi).
– 858 –
Bütün bunlardan anlasılıyor ki, Dâr-ül-harbde ya’nî Avrupada, Amerikada, kâfirlerin
kurdugu ve yalnız kâfirlerden fâiz alan bir bankaya para yatıran bir mü’minin,
bu paranın fâizini bankadan alarak ihtiyâclarına harc etmesi halâldir. Bankaya
para yatıran bir kimse, banka ile ortaklasa, parasını fâiz ile isletmege vermis oluyor.
Bu bankadan ödünc para alıp fâiz verenlerin hepsi müslimân veyâ zimmî ise,
bankaya yatırılan paranın fâizini almak harâm olur. Bankadan para alıp fâiz verenler,
müslimân ve harbî kâfir karısık ise, o bankadan alınan fâiz ve hizmet karsılıgı
alınan ma’âs mekrûh olur. Müslimân veyâ zimmî müsterîsi çok ise, harâma
yakın, harbî kâfir müsterîsi çok ise, halâle yakın mekrûh olur. Mesîhat-i islâmiyyenin
Istanbulda çıkardıgı (Cerîde-i ilmiyye) kitâbının 29 Subat 1336 ve 9 Cemâzil-
uhrâ 1338 târîh ve ellibesinci sayısının binyediyüzkırkdördüncü sahîfesinde yazılı
fetvâda da, (Dâr-ül-harbde kâfir bankasına para yatırıp, bankadan fâiz almak,
ser’an halâl olur) buyurulmusdur. Bankada çalısarak ma’âs almak da, böyledir.
Hiçbir memleketde, hiçbir kimseden ve bankadan ve kooperatifden, zarûret olmadıkca,
hiçbir sebeb ile ödünc para alıp fâiz ödemek câiz degildir. Zarûret baskadır,
ihtiyâc baskadır. Zarûret, kendinin veyâ nafakası lâzım olanların aç, susuz,
çıplak veyâ sokakda kalarak hasta olması demekdir. Zarûret olunca, ya’nî ölümden
veyâ hastalıkla, bir uzvun yok olmasından korku olunca, halâl yollardan, fâizsiz
olarak, zarûretin giderilmesine çalısılır. Halâl yol bulunamazsa, fâizle ödünc
alınıp, bununla zarûret giderilir ise de, sonra, ihtiyâcdan fazla birseye para sarf etmeyip,
borcunu bir ân önce ödiyerek fâizden kurtulması farzdır. Kirâ ile ev tutmak
varken, ev satın almak zarûret degildir. Ticâret, san’at için sermâye bulmak da zarûret
degildir. Zarûret hâlinde olana da fâiz ile ödünc vermek harâmdır [Esbâh].
Harâmdan kurtulmak için, buna mu’âmele ve îne yolları ile ödünc verilir, denilmisdir.
Böyle, farzı yapmamakdan veyâ harâm islemekden kurtulus yolu aramaga
(Hîle-i ser’ıyye) denir.
Din câhilleri, gençleri aldatmak için, burada da yalan söylüyorlar. Islâmiyyetde
fâiz vermek olmadıgı için, müslimânlar, ecnebîlerden fâizle para alıp, millî servetimiz
yabancılara gidiyordu diyorlar. Hâlbuki, müslimânlar, kimseden, fâizle
ödünc almazdı. Bunun, zinâdan dahâ kötü, büyük günâh oldugunu bilirdi. Müslimânlar,
birbirlerine, fâizsiz ödünc verirlerdi. Böylece, büyük sirketler ve fabrikalar
kurulurdu. Kimse fâizle para almaga mecbûr kalmaz ve hâtırından bile geçirmezdi.
Banka nedir? Islâmiyyetde banka olur mu?
Banka, asagıdaki isleri yapan bir sirketdir:
1 — Istenildigi zemân ödemek sartı ile az bir fâizle (va’desiz) para alır.
2 — Mu’ayyen bir zemân sonra ödemek üzere, va’desiz olandan fazla fâiz ile
(va’deli) para alır.
3 — Fâizini her ay basında ödemek üzere (taksîtli va’deli) para alır.
4 — Merkez bankaları banknot, ya’nî kâgıd para çıkarmak vazîfesi de görür.
5 — Fabrikalara, sirketlere hissedâr olur. Onlara sermâye te’mîn eder.
6 — Arsa, bag, tarla satın alıp satar ve binâ yapıp satar. Islâm bankası, her çesid
malı satın alıp, veresiye satar.
7 — Kıymetli esyâyı, aksiyon [ya’nî hisse senedi] ve obligasyon [tahvîl senedi]
rehn alarak ve temeli atılmıs binâlar, arsalar ve kredi [i’tibâr] karsılıgı olarak
fâiz ile ödünc para verir.
8 — Va’deleri gelmemis para senedlerini, bonoları, iskonto [tenzîl] yaparak
öder. Islâm bankası bunu yapmaz. Çünki harâmdır.
9 — Va’deleri gelen senedlerin paralarını borcludan toplayarak alacaklıya verir.
10 — Degerli maddeleri saklamaları için, kasaları sahslara kirâya verir.
– 859 –
11 — Sehrler ve memleketler arası para göndermegi te’mîn eder.
12 — Tüccârların, poliçe veyâ çek ismi verilen te’diye emri senedlerini, bunların
bankadaki parasından öder.
13 — Bir tüccârın, diger bir tüccârdan alacagını, borclunun hesâbından düserek
alacaklının hesâbına geçirmek sûretiyle tüccârlar arasındaki alısverisi kolaylasdırır.
14 — Borsalarda, hisse ve tahvîl senedleri alıp satar.
15 — Devletin ve anonim sirketlerin tahvîl senedlerini piyasaya sürer.
16 — Fabrikalar açar ve çalısdırır.
17 — Nakl vâsıtaları isletir.
Banka çalısmaları, hicretin altıncı asrında, Italyada baslamıs ve her memlekete
yayılmısdır. Memleketimizde ilk olarak, 1279 [m. 1863] da Osmânlı bankası ve
birkaç sene fâsıla ile, muhtelif ecnebî bankalar açılmıs, gayr-i müslim vatandaslar
ve yabancılar, bunlarla fâizli alısveris yapmısdır. Mesrûtiyyetin i’lânından sonra,
1327 [m. 1909] de Türkiye Millî Bankası, 1328 [m. 1910] de Türkiye Bankası, aynı
senede Millî Banka, 1329 [m. 1911] da Istanbul Bankası, 1331 [m. 1913] de Istanbul
Emlâk Bankası ve 1332 [m. 1914] de Osmânlı Ticâret Bankası açılmısdır.
Zirâ’at Bankasının, [1329] da sermâyesi 88.577.908 Osmânlı lirası, Emniyet Sandıgının
100.767 lira, Türkiye Millî Bankasının 1.000.000 lira idi.
Bankaların yapdıgı, yukarıda yazılı onyedi vazîfeden çogu, islâmiyyetde yasak
olmıyan, fâideli seylerdir. Fâizin azı da, çogu da harâmdır. Çoguna harâm, azına
halâl demek yanlısdır. Çiftçiye, tüccâra, san’at sâhiblerine yüksek fâizle ödünc veren
ve düsük fâizle para toplayan bankalar, milleti sömüren, kapitalistlige, komünistlige
sürükliyen tesekküllerdir.
Bankaların zararlarından biri de, para sâhiblerini tenbellige ve sefâhete alısdırmalarıdır.
Eline çok para geçen tenbeller, çalısmazlar. Çalısanlara yardım da etmezler.
Paralarını bankaya yatırıp, aldıkları fâiz ile, keyf ve zevk içinde yasarlar.
Mâcerâ pesinde kosarlar. Isçiler, çiftçiler ve zor geçinen me’mûrlar ve hele isleri
bozulup bankaya fâiz ödemek için, evini barkını, çiftini çubugunu satan is adamları,
bu taskınca, saskınca para saçan ve çalısanlara asagı gözle bakan sımarık sömürücüleri
görünce, bunlardan nefret ederler. Bu hâl, vatandaslar arasında ayrılık
ve kin hâsıl eder. Çalısanların gayretleri, hizmetleri gevser. Memleketde is sâhaları
azalır. Issizlik, anarsistlik artar. Sosyal adâlet lâfda kalır. Ekonomik ve
ahlâkî çöküntülere sebeb olur.
Fâiz ile alısveris yapmıyarak, müsterîlerinin çalısmalarına, kârlarına, mudârebe,
müzâre’a yolu ile ortak olan, ihtiyâcı olanlara, karz-ı hasen olarak ödünc verip
iskonto ve fâiz adı ile birsey almayan, yalnız hizmeti ve masrafı karsılıgı olarak
ücret alan bir islâm bankasının millete çok fâideli olacagı meydândadır. Çünki,
sened yazmak ücretini ve pul paralarını, ödünc alanın vermesi de câizdir.
[Onüçüncü madde basına bakınız!] Islâm bankası, ödünc verirken kefîl ister. Kefîl
ile anlasma yaparken, ödeme târîhi koyar. Ödeme zemânı gelince borclu ödemezse,
kefîlden alır. Böyle bankalara para yatıranlar, paralarının isletildigi yerlerin
kâr ve zararlarına ortak olacaklarından, çalısanların heyecânlarını paylasırlar.
Onlara yardımcı olurlar. Herkes bunları sever. Memleket, maddî, ma’nevî kalkınır.
Islâm bankası, ticâret, san’at ve insâ’at yapanlara, ihtiyâcı olanlara, fâiz ile
ödünc para vermez. Muhtâc oldukları malları, veresiye olarak taksît ile kendilerine
satmak üzere, bunlarla anlasır. Bunlar, muhtâc oldukları her nev’ menkûl ve
gayr-ı menkûl malların cinsini, mikdârını ve evsâfını bankaya bildirirler. Banka,
onları satın alıp, emânet olarak bunlara teslîm eder. Üzerine kâr koyarak, sonra,
bunlarla veresiye satıs akdi yapar. Uyusdukları târîhlerde, borclarını bankaya, tak-
– 860 –
sît ile öderler. Banka, mallara mâlik olmadan evvel, bunlarla akd yaparsa, bey’ bâtıl
olur.
[(Cemâleddîn-i Efgânînin talebelerinden, Mısrın ileri reformcularından Muhammed
Abdüh, Câmi’ül-ezherin (m. 1963) senesinde ölen müdîri Saltut ile yapdıgı
Kur’ân-ı kerîm tefsîrinde, banka fâizinin mesrû’ olduguna fetvâ vermisdir. Dahâ
sonra, din adamlarının ve çevresinin agır baskısı altında kalarak, bu fetvâsından
rücû’ eder görünmüsdür. Buna benzer tesebbüsler Hindistânda da yapılmısdır). Çalısdıgı
müessesenin fâiz ile verdigi mesken parasından istifâde etmek istiyen kimse,
(Sizden ev satın almak istiyorum. Aldıkdan sonra, bedelinin ma’âsımdan taksîtlerle
kesilmesini dilerim) demeli, müessese de, islâm bankasının yapdıgı gibi, satın
aldıgı veyâ insâ etdirdigi binâyı görünce, tesbît edecekleri semen ile, buna veresiye
satmalıdır. Binâyı görüp sözlesmeden evvel ma’âsından kesilenleri müesseseye
ödünc verir. Sonra bunlar semenden düsülür.]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...