03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN..15 — TICÂRETDE ADÂLET VE IHTIKÂR

15 — TICÂRETDE ADÂLET VE IHTIKÂR
Asagıdaki yazı, (Kimyâ-i se’âdet)den terceme edildi:
Bu kitâbımıza her zemân karsılasılan seyleri seçip yazdık. Bu kadarını bilmiyen,
harâma ve fâize düser de haberi olmaz. Sormasını da bilemez. Ahkâm-ı islâmiyyeye
uygun birçok alısveris yapanlar vardır ki, bunların müslimânlara zarar ve ziyânı
da dokunuyor. Bunları yapanlar, la’net içinde kalıyor. Alısverisde müslimânlara ziyân
yapmak iki dürlü olur: Birisi, herkese zararı dokunmak olup, bu da iki kısmdır:
Biri ihtikârdır, [digeri ise piyasaya kalp para sürmekdir]. Ihtikâr eden mel’ûndur.
(Ihtikâr) demek, insan ve hayvân gıdâ maddelerini piyasadan toplayıp, yıgıp, pahâlandıgı
zemân satmakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini alıp, pahâlı olup da satmak için kırk gün saklarsa,
hepsini fakîrlere parasız dagıtsa, günâhını ödiyemez). Yine buyurdu ki,
(Bir kimse gıdâ maddelerini kırk gün saklarsa, Allahü teâlâ ona darılır. O, Allahü
teâlâyı saymamıs olur). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Bir kimse, hâricden
gıdâ maddesi satın alıp, sehre getirir ve piyasaya göre satarsa, sadaka vermis gibi
sevâb kazanır veyâ köle âzâd etmis gibi sevâb kazanır). Imâm-ı Alî “radıyallahü
anh” buyuruyor ki, (Gıdâ maddelerini kırk gün saklıyanın kalbi kararır). Ona,
bir muhtekiri haber verdiklerinde, emr etdi, sakladıgı seyleri yakdırdı. Âlimlerden
birisi, tüccâr idi. Vâsıt sehrinden, Basraya gıdâ gönderip satılmasını vekîline emr
etdi. Basrada ucuz oldugu için, vekîli bir hafta bekleyip, pahâlı satdı ve âlime müjde
yazdı. Cevâbında buyurdu ki, (Biz, az kâr ile çok sevâb kazanmagı dahâ çok severiz.
Fazla kazanmak için, dînimizi fedâ etmemeli idin. Çok büyük cinâyet yapmıssın.
Bunu afv etdirmek için sermâyeyi ve kârı hemen sadaka olarak dagıt!). Ihtikârın
harâm olması, müslimânlara zararlı oldugu içindir. Çünki, gıdâ maddeleri,
insanların ve hayvânların yasıyabilmesi için lâzımdır. Satılınca, herkesin alması
mubâhdır. Bir kisi alıp saklayınca, baskaları alamaz. Sanki çesme suyunu saklayıp,
herkesi susuz bırakmaga benzer. Gıdâ maddelerini bu niyyet ile satın almak
günâhdır. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Köylü, tarlasından
aldıgı gıdâ maddelerini istedigi zemân satabilir. Acele satması vâcib degildir.
Fekat, acele etmesi sevâbdır. Pahâlı olunca satmasını düsünmesi çirkindir.
Ilâclarda ve gıdâ maddesi olmıyan ve herkese lâzım olmıyan seylerde ihtikâr harâm
degildir. Ekmek ve benzerlerinde çok harâm olup, et, yag gibilerde az harâmdır).
Imâmeyne göre, bunların hepsi ihtikârdır. Insanlara lâzım olan herseyde
ihtikâr harâmdır. Hükûmet, ihtikâr edeni, haber alınca, evine yetecek kadar bırakıp,
fazlasını halka satmasını emr eder.
[Imâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh”, ilâcların saklanarak yüksek fiyâtla satılmasını
beklemek ihtikâr olmaz, buyurdu. Ilâcların çogu böyle ise de, kininin sıtmaya,
ensülinin diyabete ve ası ile serumların, belli mikroplara karsı kullanılması,
ekmegin açlıga karsı kullanılması gibi, muhakkak sifâya sebeb oldugundan, bu
gibi, te’sîri kuvvetli ilâcları saklıyarak, ihtikâr [kara borsacılık] yapmak harâm olur].
Gıdâ maddelerinde ihtikârın harâm olması, az bulundukları zemândadır. Çok
olup, herkes kolay alabilirse, ihtikâr harâm olmaz. Fekat, böyle zemânlarda da,
mekrûh olur. Çünki, insanların zararını beklemek, iyi degildir.
Herkese yapılan zararın ikinci kısmı, (Kalp para sürmek)dir. Alan, anlamazsa,
zulm edilmis olur. Anlarsa, o da baskasını, baskası da, bir digerini, zincirleme
aldatırlar. Elden ele dolasdıkca, günâhı, hep birinci kimseye de yazılır. Bunun için,
(Bir sahte lira vermek, yüz lira çalmakdan dahâ fenâdır) buyurmuslardır. Çünki,
hırsızlıgın günâhı bir kerredir. Bunun günâhı ise, öldükden sonra bile devâm eder.
En zavallı kimse, ölüp gitdigi hâlde, bırakdıgı kötülük sebebi ile günâhı tükenmiyen
kimsedir. Öldükden senelerce sonra günâhı yazılır ve azâbını çeker. Eline
sahte para geçen, onu yok etmeli, kimseye vermemelidir. Insan paraları iyi ta-
– 840 –
nımalı ve aldanmamakdan ziyâde, kimseyi aldatmamaga dikkat etmelidir. Bilmiyerek
alıp vermek de günâhdır. Çünki, (Insanın, basına gelen her isin, dindeki ilmini
ögrenmesi vâcibdir). Yok etmek niyyeti ile, kalp para almak sevâbdır. Ayârı
bozuk ma’den paraları yok etmemeli, söyliyerek emîn kimselere, hükûmete vermelidir.
Hîle edecek kimselere vermesi, silâhı yol kesene satmaga benzer ki, harâmdır.
Ziyânın ikinci dürlüsü, alısveris edilen kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her
is, zulm olur. Zulm ise harâmdır. Her müslimân, kendisine yapılmasını istemedigi
birseyi, kâfirlere dahî yapmamalıdır.
Baslıca dört sey yapmamak lâzımdır:
1 — Satılan malı, oldugundan asırı medh etmemelidir. Çünki, hem yalan söylemis,
hem aldatmıs, hem de zulm etmis olur. Hattâ, dogru olarak da, müsterînin
bildigi seyi söylememelidir. Çünki, bu da fâidesiz söz olur. Kıyâmet günü her
sözden süâl olunacakdır. Beyhûde söyliyenler, hiç özr bulamıyacakdır. Yemîn ile
satmaga gelince, yalan yere yemîn etmek harâmdır. Ya’nî büyük günâhdır. Dogru
yemîn ederse, az birsey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadîs-
i serîfde buyuruldu ki, (Alısverisde vallahi böyledir, vallahi öyle degildir diye
yemîn edenlere ve san’at sâhiblerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmıyanlara
yazıklar olsun!). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Malını yemîn ederek
begendiren kimseye kıyâmet günü merhamet edilmiyecek, acınmıyacakdır). Yûnüs
bin Abîd “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumas tüccârı idi. Malını satarken
hiç medh etmezdi. Çıragı, birgün, kuması gösterirken, müsterînin yanında, (Yâ Rabbî!
Bu Cennet kumasından bana da nasîb et!) deyince, Yûnüs, bu sözün kuması
medh etmek olacagını düsünerek, kuması kaldırıp satdırmadı.
2 — Malın aybını, müsterîden gizlememeli, hepsini, oldugu gibi göstermelidir.
Kusûru gizlemek, hıyânetdir. Mü’mine, nasîhat etmemekdir. Zâlim, âsî olmakdır.
Malın iyi tarafını göstermek, karanlıkda göstermek zulm, hîle olur. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” bugday satan birisinin bugdayına, mubârek parmaklarını
sokup, içinin yas oldugunu görünce, (Bu nedir?) buyurdu. Yagmur ıslatmısdır
deyince, (Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden, bizden degildir) buyurdu. Birisi,
üçyüz dirhem gümüse bir deve satdı. Devenin ayagında ârıza vardı. Eshâb-ı
kirâmdan “aleyhimürrıdvân” Vâsile bin Eska’ orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin
satıldıgını anlayınca, alanın arkasından kosup, devenin ayagı ârızalıdır dedi.
Müsterî deveyi geri getirip, parasını aldı. Bâyı’, satısımı niçin bozdun? deyince, Vâsile
dedi ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim. Buyurdu ki, (Satılan
birseyin kusûrunu gizlemek halâl degildir. O kusûru bilip söylememek de, kimseye
halâl degildir.) Vâsile yine dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
bizden söz aldı ki, müslimânlara nasîhat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın
kusûrunu saklamak, nasîhat etmemek olur. Satıcıların, kusûr saklamamaları çok
gücdür. Büyük cihâd demekdir. Bu cihâdı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli,
kusûrlu mal almamalıdır. Eger kusûrlu mal alırsa, müsterîye söylemegi niyyet
etmelidir. Eger aldanırsa, ziyân etmis olur. Baskasını da ziyâna sokmamalıdır. Kendisi,
baskasına incinince, baskalarını da kendinden sogutmamalıdır. Sunu iyi bilmelidir
ki, hîle ile rızk artmaz. Belki, malın bereketi gider. Hîle ile azar azar birikdirilen
seyler, ânsızın gelen bir felâketle, birden bire giderek geride yalnız günâhları
kalır. Nitekim bir sütcü, süte su katardı. Birgün, ânsızın sel gelip, inegi bogdu.
Adam saskın bir hâlde düsünürken, çocugu dedi ki, katdıgımız sular birikerek, gelip
inegi götürdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ticârete
hıyânet karısınca, bereket gider). Bereket demek, az malın çok fâidesi olmak, çok
ise yaramak demekdir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin râhat etmesine,
çok iyi islerin yapılmasına yarar. Bereketli olmıyan, çok mal vardır ki, sâhibinin
dünyâda ve âhıretde felâketine sebeb olur. O hâlde, malın çok olmasını de-
– 841 –
gil, bereketli olmasını istemelidir. Bereket, emîn olanlarda bulunur. Hattâ çokluk
dahî emîn tüccârlarda bulunur. Çünki, her müsterî, emîn tüccâra gider. Hıyânet
edenlere kimse gitmez. Bir tüccâr düsünmeli ki, ömrü yüz seneden çok degildir.
Âhıretin ise, sonu yokdur. Birkaç günlük ömrünün altın ve gümüsünü artdırmak
için, ebedî ömrünü ziyâna sokmagı kim ister? Böyle düsünen bir satıcı hıyânet yapamaz.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lâ ilâhe illallah diyenler,
dünyâyı dinden üstün tutmadıkca, Allahü teâlânın gadabından, azâbından
kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince,
Allahü teâlâ, onlara, yalan söylüyorsun! buyurur).
Her san’atde de hîle yapmamak farzdır. Çürük is yapmak ve gizlemek harâmdır.
Imâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi teâlâ aleyh”, gizli yama yapmagı
sordular. Kendi giymesi ve müsterînin giymek istemesi ile câiz olup, hîle olarak
yapmak, ya’nî gizli yamayı, yeni diye satmak günâhdır. Aldıgı para harâmdır,
buyurdu.
[Insanlar fâsıkdır, kâfirdir diyerek, hiyle, hıyânet yapmanın câiz olacagını sanmak
dogru degildir. Hiyle, hıyânet ve baskalarının haklarına saldırmak harâmdır.
Harâmlar, zarûret olmadıkca, hiçbir yerde, hiçbir sebeble halâl olmaz. Islâmın güzel
ahlâkını her yerde tatbîk etmek lâzımdır. Güzel ahlâklı olmak sûreti ile müslimânlıgı
tanıtmak, Emr-i ma’rûf yapmak olur. Dâr-ül-harbde de, kâfirlerin haklarına
dokunmamak, hükûmetlerinin kanûnlarına uymak, kimseyi dolandırmamak,
müslimânlıgın îcâbıdır. Hasen el-Bennâ ve Seyyid Kutb ve Mevdûdî gibi mezhebsizler,
Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyet-i kerîmesine yanlıs ma’nâ vererek, gençleri
hükûmete karsı ısyân etmege tesvîk etdiler. Kardesi kardese, düsman yapdılar.
Anarsiyi körüklediler. Hâlbuki, bu âyet-i kerîmenin meâli, (Mü’minlere saldıran
zâlimlerle cihâd yapmaga izn verildi)dir. Mekkede kâfirler, müslimânlara
zulm ediyorlar, yaralıyor, öldürüyorlardı. Bu zâlimlerle dögüsmek için, Resûlullahdan
“sallallahü aleyhi ve sellem” tekrâr tekrâr izn istediler. Izn verilmedi. Zâlimlerin
zulmünden kurtulamıyacak olanların, kâfir memleketi olan Habesistâna
hicret etmelerine izn verildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret
edince, bu âyet-i kerîme gelerek, yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki zâlimlerle
cihâd yapmasına izn verildi. Bu âyet, müslimânların zâlim hükûmete
karsı ısyân etmeleri için degil, islâm devletinin, insanların islâm dînini isitmelerine,
müslimân olmalarına mâni’ olan, zâlim diktatörlerin orduları ile cihâd yapmasına
izn vermekdedir. Görülüyor ki, müslimân olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zâlim
olsun, hiçbir hükûmete karsı, isyân etmek, kanûnlara karsı gelmek, hiçbir zemân
câiz degildir. Fitne çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karısmamalıdır. Komünist
memleketde bulunan bir müslimân, zulm ve iskenceden usanır, islâmiyyete uygun
yasaması, ibâdetlerini yapabilmesi imkânsız olur ise, zâlimlere yine karsı gelmemeli,
bir islâm memleketine, hicret etmelidir. Islâm memleketine hicret imkânı
bulamazsa, insan haklarına, dîne, ibâdete saldırmıyan herhangi bir memlekete
gitmelidir.]
3 — Ölçüde hîle etmemeli, dogru dartmalıdır. Kur’ân-ı kerîmde, Mutaffifîn sûresi,
birinci âyetinde meâlen, (Verirken noksân, alırken fazla ölçenlere acı azâblar
yapacagım) buyuruldu. Büyüklerimiz, her aldıklarını biraz noksân, verdiklerini
de, biraz fazla ölçerdi. Bu az fark, Cehennem ile aramızda perdedir derlerdi.
Bunu tam dogru ölçememek korkusundan yaparlardı. Yedi kat yer ve yedi kat gökler
genisliginde olan Cenneti, birkaç kurusa satanlar ne kadar ahmakdır ve birkaç
arpa dânesi için, Cehennem azâbı ile müjdelenenler ne kadar ahmakdır, buyururlardı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” her ne satın alsaydı, parasını biraz
fazla verirdi. Fudayl bin Iyâd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, oglunu, birsey satın
alıp, verecegi altının kirlerini temizlerken görünce, (Ey oglum! Bu yapdıgın is, sana
iki nâfile hacdan ve iki umreden dahâ fâidelidir) buyurdu. Büyüklerimiz buyu-
– 842 –
ruyor ki, fâsıkların en kötüsü, alırken çok, satarken az ölçenlerdir. Manifaturacılardan,
kuması alırken gevsek, satarken gergin tutup ölçenler de böyledir. Kemigini,
âdetden fazla koyan kasablar da böyledir. Hubûbât içine toz toprak karısdırıp
satan köylüler de böyledir. Malın iyisi ile kötüsünü karısdırıp, hepsini iyi diye
satan pazarcılar da böyledir. Bunların hepsini yapmak harâmdır. Vel-hâsıl, alısverisde
herkese karsı dogru hareket etmek vâcibdir. Hattâ, kendine söylenmesini
istemedigi sözü baskalarına söylememelidir. Böyle harâmlardan kurtulmak
için de, kendini, din kardesinden üstün görmemek lâzımdır. Bunu da, herkesin yapması
gücdür. Bunun için Allahü teâlâ, (Hepiniz Cehennemden geçeceksiniz!)
buyuruyor. Ammâ, herkes Allahü teâlâdan korkusuna göre, oradan çabuk veyâ geç
kurtulacakdır.
4 — Satıs fiyâtında hîle yapmamakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Müslimânların, sehre mal getiren köylüleri karsılayıp piyasa fiyâtını gizliyerek,
ucuz satın almalarını) men’ buyurdu. Köylünün bu sûretle yapdıgı satısdan
vaz geçmesi câizdir. Köylü ucuz birsey getirince, bunu karsılıyarak, malı bana bırak,
ben sonra yüksek fiyâtla satarım demekden de men’ buyurdu. Bir malın pahâlı
satılması için, herkesin yanında, onu yüksek fiyâtla satın almakdan da men’
buyurdu. Müsterîler, böyle bir satıs oldugunu anlarsa, satısı bozabilir. Piyasayı bilmiyenlere
yüksek fiyâtla mal satmak da harâmdır. Hattâ, acemi olup, ucuz satan
veyâ pahâlı alanlar ile alısveris etmemelidir. Bunlarla alısveris sahîh ve câiz ise de,
piyasadaki fiyâtı bunlardan gizlemek günâhdır. Basrada büyük bir tüccâr vardı.
Îrânda, Süs sehrinde bulunan adamlarından biri, mektûb yazarak, bu sene seker
kamısı verimli olmadı. Baskaları duymadan, çok seker al dedi. Tüccâr da, çok seker
satın alıp, seker piyasadan çekilince, pahâlı satarak, otuzbin dirhem gümüs kâr
etdi. Sonra, düsünüp, seker kamıslarına âfet geldigini müslimânlardan saklıyarak,
onlara hıyânet etdim, bu nasıl müslimânlıkdır deyip, otuzbin dirhemi, sekerlerini
almıs oldugu kimselere götürdü. Her birine, bu para senindir dedi. Niçin, dediklerinde,
yapdıgı yanlıs isi anlatdı. Hiçbiri almayıp, sana halâl olsun dediler. Aksam
evinde düsündü ki, belki utanarak almamıslardır. Din kardeslerime hıyânet etdim,
diyerek, ertesi gün tekrâr götürdü. Her birine yalvararak otuzbin dirhem gümüsü
taksîm etdi. Müsterîye dogru söylemeli, hiç hîle etmemelidir. Malda bir ârıza
oldu ise, haber vermelidir. Malı, akrabâ veyâ ahbâbından, ona yardım olsun diye
yüksek fiyâtla aldı ise, müsterîsine bunu söyliyerek, dogru degerini bildirmelidir.
Meselâ, on lira etmiyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldıgını
söylememelidir. Ucuz aldıgı bir malın fiyâtı yükselip pahâlı satıyor ise, aldıgı
fiyâtı söylemelidir. Böyle misâller pekçokdur. Böyle hıyânetleri bilmiyerek yapan
çokdur. Hıyânet yapmakdan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemedigi
seyleri, baskalarına yapmamalıdır. Çünki, herkes, dikkat ile, pazarlıkla
ugrasarak, tam degerini verip aldıgını sanır. O hâlde, aldatarak satmak, hıyânet ve
dolandırıcılık olur.
[(Mecelle)nin yirmialtıncı [26] maddesinde, (Çok kimseyi zarardan kurtarmak
için, bir kimseye zarar yapılabilir) diyor. Gıdâ maddelerini satanlar, piyasadaki degerin
iki misline satarak halka zarar verirlerse, hâkim piyasadaki degerine satdırır.
Kıtlık zemânında, hükûmet, (Ihtikâr) yapanın, ya’nî karaborsacıların yıgdıgı
gıdâ maddelerini, uygun fiyât ile, aç kalanlara satdırabilir.
Abdülganî Nablüsî hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Hadîka) kitâbının ikiyüzyedinci
[207] sahîfesinde buyuruyor ki, (Mezheblerin ruhsatlarını, ya’nî kolaylıklarını
arasdırarak, isini bunlara uygun olarak yapan kimseye (Müleffık) denir.
Böyle yapmak câiz degildir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymak istemiyenin yapacagı seydir.
Ihtiyâcdan dolayı veyâ zarûret ile, bir isini veyâ her isini baska mezhebe uyarak
yapmak câizdir. Kolaylık için baska mezhebe geçmek, nefse uymak olur. Câiz
olmaz.
– 843 –
Harâmı halâl ve halâli harâm yapmak için, yâhud birinin hakkına mâni’ olmak
veyâ haksız mal ele geçirmek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak câiz degildir. Hanefî ve
Sâfi’î mezheblerinde, (Hîle-i ser’ıyye)nin câiz olması, harâm bir isi yapmaga izn
vermek degildir. Bir hâkime, bir da’vâ geldigi zemân, bunda hîle oldugunu bilmezse,
lâzım gelen hükmü vermesi câiz olur. Hîle oldugunu bilerek hükm verirse günâha
girer. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “radıyallahü anh”, müslimânlara böyle hîle
ögreten müftî hicr olunur dedi. Evet, Imâm-ı a’zam, hîle-i ser’ıyye yapılması câiz
olur buyurmusdur. Fekat bu söz, islâmiyyete uymıyan sebeblerin kullanılmasına
izn vermek degildir. Böyle sebeb kullanınca, bundan hâsıl olacak hükm mu’teber
olur demekdir. Meselâ fâsid bey’ yapmak câiz degildir, harâmdır. Fekat fâsid
bey’ yapılınca, bunun ahkâmına uymak lâzım olur. Cum’a ezânı okununca bey’ yapılması
da böyledir. Iyne satısının harâm kısmını yapmak da böyledir. Harâm sebeble
yapılan hîleden hâsıl olan hükme uymak, Sâfi’î mezhebinde de lâzımdır. Mâlikîde
ve Hanbelîde lâzım degildir. Nisâba mâlik kimsenin, bir sene temâm olmadan
önce, mâlını güvendigi birine temlîk etmesi, sene temâm oldukdan sonra geri
alması, böylece zekâtın farz olmasına mâni’ olmak için hîle yapması, Hanefîde
de câiz degildir. Bir kimse, kadını nikâh etmisdim diyerek, iki yalancı sâhid gösterse,
kadın inkâr etse de, onun zevcesi olur. Fekat, bu hükmün hâsıl olması için,
yalancı sâhid kullanmak harâm olur. Ödünç vermekde fâizi, mu’âmele satısı seklinde
câiz yapmak da böyledir. Bid’atdir. [Ödünç alırken fâiz vermesi îcâb edenin,
mu’âmele satısı yaparak fâiz cezâsından kurtulacagı, üçüncü kısmda, 12. ci maddenin
üçüncü sahîfesinde bildirilmisdi. Bu fetvâ, nafaka temîninden âciz olup, fâizsiz
karz-ı hasen vereni bulamıyan kimse içindir. Ya’nî, fâiz ile ödünç almak zarûreti
bulunan fakîri fâiz günâhından korumak içindir. Yoksa, herkes mu’amele
satısı yapmak sûreti ile, fâiz vererek ödünç alabilir demek degildir.] Böyle sözlesmelerde,
elfâz degil, ma’nâ mu’teberdir. Harâmı halâl yapmak için (Hîle-i bâtıla)
yapmak yehûdîlerin âdetidir.)
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüz’de diyor ki, (Harâmdan kurtulmak için, halâla
kavusmak için hîle-i ser’ıyye yapmak câizdir ve iyidir. Böyle hîlenin câiz olmasına
sened, Sâd sûresinin kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerîme, Eyyûb aleyhisselâm,
zevcesine yüz sopa vurmaga yemîn edince, bu yemîni yapmakdan kurtulması
için yapılacak hîle-i ser’iyyeyi bildirmekdedir.) (Esi’at-ül-leme’ât)da had
cezâlarında diyor ki: Sa’îd bin Sa’d dedi ki, babam Sa’d, Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zinâ yaparken yakaladık
dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu.
Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmus, had cezâsı yapılmıs olur. Esi’a tercemesi,
hîle-i ser’ıyyenin câiz ve lâzım oldugunu göstermekdedir.]
Ey gönül, yakdı vücûdüm, o gizli nârın senin,
fıskırıp çıkdı semâya ah ile zârın senin!
Çok garîb bir divânesin, niçin hiç uslanmazsın?
Herkesin rüsvâsı oldun, yokmudur ârın senin?
Ebedî ask tuzâgına düsdügün günden beri,
meyvemi verecek aceb, soldu behârın senin?
Alamadı hiçbir kimse, sonsuz sırrından haber,
saçmadı bûy-i letâfet, misk-i tâtârın senin.
Haklısın sen! Kıssa-i cânânı izhâr eyleme!
Tatmadan anlamaz askı, yâr-u agyârın senin!
– 844 –
16 — TICÂRETDE IHSÂN
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü asl, dördüncü bâbda buyuruyor ki: Allahü
teâlâ, adâlet yapmak emr etdigi gibi, ihsân etmegi de emr ediyor. Bundan evvelki
bâbda, adâlet yapmagı bildirdik. Bunları ögrenen, zulm yapmakdan kurtulur.
Simdi ihsân nasıl yapılacagını anlatacagız: A’râf sûresi, ellibesinci âyetinde meâlen,
(Ihsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. Yalnız adâlet yapanlar,
dinde sermâyelerini kurtarmıs olur. Amma kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan,
âhıret kârını hiç kaçırır mı? Ihsân, emr edilmiyen iyiligi yapmakdır.
[(Esbâh) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, üçüncü kâ’ide (Îsâr)dır. Îsâr,
muhtâc oldugu birseyi almayıp, muhtâc olan din kardesine bırakmakdır. Insana lâzım
olan seylerde îsâr yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ, tahâretlenecek
kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır.
Bunları muhtâc olana vermez. Birinci safdaki yerini baskasına vermez. Nemâz
vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu baskasına îsâr etmesi câiz degildir].
Ticâretde ihsân, altı dürlü elde edilir:
1 — Müsterî, fazla ihtiyâcı oldugu için, çok para vermege râzı olsa bile, çok kâr
istememelidir. Sırrî Sekâtînin “kuddise sirruh” dükkânı vardı. Yüzde besden ziyâde
kâr istemezdi. Bir kerre, altmıs altınlık bâdem içi almısdı. Bâdem fiyâtı ânsızın
yükseldi. Dellâl, bâdem satmak için geldi. Altmısüç altına sat dedi. Dellâl, bugün,
bu kadar bâdemi, doksan altına alıyorlar deyince, ben yüzde besden fazla kâr
almamaga karâr verdim. Karârımı degisdirmem buyurdu. Dellâl da, ben de senin
malını asagı fiyâtla satamam dedi ve satmadı. O da, yüksek fiyâtla satmaga râzı olmadı.
Bâdemler satılamadı. Iste ihsân böyle olur. Muhammed bin Münkedir, din
büyüklerindendi. Magazası vardı. Çesidli kumas satıyordu. Kimisinin zrâ’ı [bir zrâ’
0,48 metredir] bes altın, kimisinin, on altın idi. Birgün, kendisi yok iken, çıragı, bir
köylüye, bes altınlık kuması, on altına satdı. Kendi gelip, haber alınca, aksama kadar
köylüyü aratdı. Köylüyü görünce, bu kumas bes altından ziyâde etmez dedi.
Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime uygun görmedigimi din
kardesime de uygun görmem. Yâ satısdan vaz geç, bes altını geri al, yâhud da gel,
on altınlık kumasdan vereyim buyurdu. Köylü bes altını geri aldı. Sonra, birisine,
bu merd kimdir diye sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca
(Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yagmur düâsına çıkıp, onun
adını söyledigimiz zemân rahmet yagıyor) dedi. Büyüklerimiz az kârla, çok is yapar,
bunu dahâ bereketli bulurlardı. Halîfe Alî “radıyallahü anh”, Kûfe sehri
çarsısında dolasarak, (Az kârı red etmeyiniz! Çok kârdan mahrûm kalırsınız!) buyururdu.
Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” büyüklerinden Abdürrahmân bin
Avf’a, o büyük serveti nasıl kazandın? dediler. Çok az kâra da râzı oldum. Hiçbir
müsterîyi bos çevirmedim. Hattâ bir gün, bin deveyi sermâyesine satmısdım. Yalnız
dizlerindeki ipleri kâr kalmısdı. Her ip, bir dirhem gümüs degerinde idi. O gün
develerin yem parasını ben vermisdim. Kazancım ise, bin dirhem olmusdu, buyurdu.
[Hamza efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Bey’ ve sirâ risâlesi serhı), yirmibesinci
sahîfesinde diyor ki: (Yedincisi: Yüksek fiyâtla satıp, bir kimseyi aldatmakdan
sakınmalıdır. Zîrâ piyasada on liraya satılmakda olan bir malı, onbir liradan
yukarıya satın almak gaben-i fâhis ile aldanmakdır. Ya’nî çok aldanmakdır.
Yalan söylemekle çok aldatılan bir müsterî, satısdan vaz geçebilir)].
2 — Fakîrlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir. Meselâ, dul
kadınların igirdigi ipligine, çocukların satdıgı meyvelere çok para vermelidir. Bu
sûretle çalısanlara yardım etmek, sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Böyle yapanlar,
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” düâsına kavusur. Çünki, (Alısveris-
– 845 –
de kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ merhamet eylesin!) diye düâ buyurmusdur.
Fekat, zenginden mal alırken aldanmak sevâb degildir ve iyi degildir. Malı zâyı’
etmekdir. Belki pazarlık edip, ucuz almak lâzımdır. Imâm-ı Hasen ve Hüseyn “radıyallahü
anhümâ”, her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almaga ugrasırlardı.
Kendilerine: Bir günde binlerle dirhem sadaka veriyorsunuz da, birsey satın alırken
niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz? dediklerinde, (Verdiklerimizi Allah
rızâsı için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır. Fekat, alısverisde aldanmak,
aklın ve malın noksân olmasıdır) buyururlardı.
3 — Müsterîden para almakda üç dürlü ihsân olur: Fiyâtda ikrâm etmelidir. Eski,
kirli paraları kabûl etmelidir. Pesin verdigi fiyâtla, veresiye vermelidir. [Veresiye
vermek için, fiyâtı artdırmak sart edilirse, bey’ fâsid olur. Harâm olur.] Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Alısverisde kolaylık gösterenlere,
Allahü teâlâ, her isinde kolaylık gösterir). Ihsânın en büyügü, en kıymetlisi,
fakîrlere veresiye vermekdir. Parası, malı olmıyanın borcunu uzatmak, zâten vâcibdir.
Ihsân degil, adl ve vazîfedir. Fekat, malı olup da, ziyân ile satmadıkca veyâ
muhtâc oldugu birseyi satmadıkca, ödiyemiyecek bir hâlde olanların ödemesine
zemân vermek ihsândır ve büyük sadakadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Kıyâmetde bir kimseyi hesâba çekerler ki, çok günâh islemis,
hiç iyilik yapmamıs. Sen dünyâda hiç iyilik yapmadın mı? derler. Hayır, yalnız çıragıma
derdim ki, (Fakîr olan borcluları sıkısdırma! Ne zemân ellerine geçerse, o
zemân vermelerini söyle. Istediklerini yine ver. Bos çevirme!) Allahü teâlâ buyuracak
ki, (Ey kulum! Bugün sen fakîr, muhtâcsın! Sen dünyâda benim kullarıma
acıdıgın gibi, bugün biz de sana acırız). Onu afv eder.) Hadîs-i serîfde buyuruldu
ki: (Bir müslimâna, Allah rızâsı için ödünc veren kimseye, hergün için sadaka sevâbı
verilir. Fakîrden, alacagını çabuk istemiyene, hergün için malın hepsini sadaka
vermis gibi sevâb verilir). Büyüklerimizden öyle kimseler vardı ki, borcun getirilmesini
arzû etmezdi. Hergün, o malı sadaka vermis gibi sevâb kazanmagı tercîh
ederlerdi. Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Sadaka verilen her dirhem için on
sevâb, ödünc verilen her dirhem için ise, onsekiz sevâb vardır. Çünki, borc, ihtiyâcı
olana verilir. Sadaka belki, ihtiyâcı olmayanın eline düsebilir). [Üçüncü
kısmda, onikinci maddenin sonunu okuyunuz!].
4 — Borc ödemekde ihsân, istemege vakt bırakmadan önce vermekdir ve paranın
en iyisini vermek ve kendi eli ile ve ayagına gidip vermekdir. Onu, birisini
göndermege mecbûr bırakmamakdır. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (En iyiniz,
borcunu iyi ödiyeninizdir). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Ödünc alan bir kimse,
iyice ödemegi niyyet ederse, borcunu ödemesi için, melekler ona düâ eder). Bir
kimse, malı oldugu hâlde, borcunu ödemegi bir sâat gecikdirirse, zâlim ve âsî
olur. Nemâz kılarken de, oruc tutarken de, uykuda da, ya’nî her ân, la’net altında
bulunur. Borc ödememek öyle bir günâhdır ki, uykuda bile durmadan yazılır.
Malı olmak, parası çok olmak demek degildir. Belki satılık birseyi olup da, satmazsa,
günâh islemis olur. Degeri düsük olan para veyâ ise yaramıyan mal vererek öder
ve bunu hak sâhibi begenmiyerek alırsa, yine günâh olur. Onu râzı etmedikce, ya’nî
gönlünü almadıkca, günâhdan kurtulamaz. Çok kimseler bunu düsünmez, ammâ
büyük günâhlardandır.
5 — Alısveris etdigi kimse pismân olursa (Ikâle etmek), ya’nî yapılan satısı geri
çevirmekdir. [Birinin (vazgeçdim) demesi, ötekinin de (kabûl etdim) veyâ (ben
de vazgeçdim) demesi ile ikâle yapılır. Ikâlede, semenin artdırılması veyâ azaltılması
sart edilirse, bu sart bâtıl olur. Ya’nî bu sart yerine getirilmez. Semenin helâk
olması, ikâleye mâni’ olmaz. Mebî’in helâk olması mâni’ olur. Fâsid ve mekrûh
olan satıslarda ve (Gaben-i fâhis) ile aldatılan müsterînin istedigi zemânda ikâle
yapmak vâcib olur. Sahîh satısda, biri istedigi zemân, ötekinin de yapması müstehabdır.]
Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir kim-
– 846 –
se [karsısındaki pismân olunca] bey’i fesh eder, geri alırsa, Allahü teâlâ, onun günâhlarını
afv eder). Yapılan satısı geri çevirmek vâcib degildir. Fekat, çok sevâbdır
ve ihsân etmekdir.
6 — Fakîrlere veresiye verip, parası olmıyandan, istememegi niyyet etmekdir.
Borclusu ölünce halâl etmekdir. Büyüklerimizden ba’zısının dükkânında iki defter
vardı. Birisine bilinmiyen ismler yazardı ki, hepsi fakîr idi. Ba’zı borclar karsısında
ism de yazılı degildi. Böylece kendisi ölürse, kimse fakîrlerden birsey istiyemezdi.
Fekat böyle tüccârlar da, en iyi sayılmazdı. En iyi olanlar, fakîrler
için, hiç defter tutmıyanlardı. Bunlar, fakîr birsey getirirse alır, getirmiyenlerden
birsey istemezlerdi. Iste, din büyükleri, böyle ticâret yapardı. Sübheli bir kurusu
kabûl eden, dinde merdlerden sayılmazdı.
17 — TICÂRETDE DÎNINI KAYIRMAK
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbında, besinci bâbda buyuruyor ki: Bir kimsenin dünyâ
ticâreti, âhıret ticâretine mâni’ olursa, bu kimse bedbahtdır, zevallıdır. Bir çömlek
almak için, altın kupa verene ne denir? Dünyâ, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir,
hem de çabuk kırılır. Âhıret ise, altından kupa gibidir ki, hem çok kıymetlidir,
hem de dayanıklıdır, kırılmaz. Hattâ hiç tükenmez. Dünyâ ticâretinin âhırete
yaraması için ve Cehenneme sürüklememesi için, çok ugrasmak lâzımdır. Insanın
sermâyesi, dîni ve âhıretidir. Bu sermâyeyi kapdırmamak için, çok uyanık olmak
lâzımdır. Dînini kayırmak istiyenler yedi seye dikkat etmelidir:
1 — Her sabâh söyle niyyet etmelidir ki, kendisinin ve evlâd ve âilesinin rızkını
kazanmak, onları kimseye muhtâc bırakmamak, Allahü teâlâya râhat ve temiz
ibâdet edebilmek, âhıret yolunda yürüyebilmek için, vazîfeme gidiyorum demelidir.
O gün müslimânlara iyilik, yardım ve nasîhat, emr-i ma’rûf, nehy-i münker
yapmagı, kalbinden geçirmelidir. Nemâzda kusûr edenlere, günâh isliyenlere,
emr-i ma’rûf yapmalı, onlara göz yummamalıdır. Böyle niyyet eden bir tüccâr, bir
me’mûr, bir muallim ve bir hâkim ve bir subay, vazîfesini yapdıgı kadar, hep sevâb
kazanır. Onun her isi, ibâdet olur. Dünyâda kazandıgı seyler de, caba olur.
2 — En az, binlerle insan çalısmayacak olursa, kendisinin birgün bile yasıyamıyacagını
düsünmelidir. Meselâ, çiftçi, fırıncı, dokumacı, demirci, iplikci ve dahâ nice
san’atkârlar, hep onun için çalısıyor. O hepsine muhtâcdır. Herkes onun için çalısıp,
ona hâzırlayıp da, onun bos oturması, kimseye fâideli olmaması dogru olur mu?
Bu dünyâda herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi,
el ele vermeleri, kardes gibi olmaları lâzımdır. Her müslimân böyle düsünmelidir.
Vazîfesine baslarken, müslimân kardeslerime yardım etmek, onları râhat etdirmek
için çalısacagım. Din kardeslerim benim isimi gördükleri gibi, ben de, onlara
hizmet edecegim demelidir. Her müslimân iyi bilsin ki, bütün san’atler, farz-ı
kifâyedir. Bunu düsünerek, bir san’ate yapısmak, ibâdet etmek olur. Ister kitâblı kâfirler
kesf etsin, ister kitâbsız kâfirler bulsun, her san’ati ögrenmek ve hele, harb vâsıtalarını
en modern, en ileri seklde yapmaga çalısmak farzdır. Bu vâsıtaları yapabilmek
için, gerekli ilmleri, dersleri mekteblerde, bu niyyet ile okutmak ve okumak
hep ibâdet olur. Nemâz kılan insanın bu niyyet ile, her isi ibâdet olur. Nemâz kılmıyanların
her hareketi de günâh olur. O hâlde, her müslimân, nemâzını kılmalı, sonra
farz oldugunu düsünerek, vazîfesini yapmalıdır. Is görürken niyyetin dogru olmasına
alâmet, insanlara fâideli olan bir meslek, bir san’at seçmekdir. Ya’nî, öyle
bir is görmeli ki, eger o is olmasa, müslimânlar sıkıntı çekerdi. O hâlde, keyf, oyun
ve benzerlerine, san’at dense de ve harâm isleyenlere san’atkâr ismi verilse de, bunları
yapmak ibâdet olmaz. Hattâ, harâm olmıyan, mubâh olan, fekat insanlara lüzûmlu
olmıyan san’atleri seçmemelidir. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (En iyi ticâ-
– 847 –
ret, bezzâzlıkdır, kumas satmakdır. En iyi san’at, terzilikdir).
3 — Dünyâ isleri, âhıret için çalısmaga mâni’ olmamalıdır. Âhıret için ticâret
yeri câmi’lerdir. Münâfıkûn sûresi, dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Mallarınız
ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hâtırlamanıza mâni’ olmasın!) buyuruldu.
Halîfe Ömer “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ey tüccârlar! Önce âhıret rızkını kazanın!
Sonra dünyâ rızkına çalısın!). Ticâretle mesgûl olan büyüklerimiz, sabâh ve
aksamları âhıret için çalısır, Kur’ân-ı kerîm okur, ders dinler, tevbe ve düâ eder,
ilm ögrenir ve gençlere ögretirlerdi. Kelle kebâbı, sabâh çorbası gibi seyleri çocuklar
ve zimmîler satardı. Çünki, müslimânlar, sabâh, aksam câmi’lerde bulunurdu.
Insanların amellerini yazan ikiser melek, her sabâh ve aksam degismekdedir. Bir
hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri
zemân, basında ve sonunda iyi is yazılı ise, gün ortasında yapılanları ona bagıslarlar).
Yine buyurdu ki, (Gündüz ve gece melekleri, sabâh ve aksam, gidip gelirken
birbirleri ile karsılasırlar. Hak teâlâ, [giden meleklere], kullarımı nasıl bırakdınız?
buyurur. Yâ Rabbî! Nemâzda bulduk ve nemâz kılarken bırakdık, derler. Allahü
teâlâ da, sâhid olun, onları afv etdim buyurur). Müslimân tüccârlar, san’at sâhibleri,
gündüzleri de, ezân sesini duyunca, isini hemen bırakıp, câmi’e kosmalıdır. [Dînini
seven ve kayıran bir imâm bulursa, ona uymalı, dînini dünyâya degisen, ibâdete
harâm, bid’at karısdıran, müslimânlıkdan haberi olmıyan imâm ve hâfızların
yanına, sesine, sözüne yanasmamalıdır.] Büyüklerimiz, (Ticâretleri, satısları, Allahü
teâlâyı unutmalarına sebeb olmaz) âyet-i kerîmesine ma’nâ verirken diyor ki,
demirciler vardı. Demir dögerken, ezân okununca, çekici kaldırmıs iken, demire
vurmaz, bırakıp nemâza kosarlardı. Ve terziler vardı. Igneyi sokunca, ezân okunsaydı,
o hâlde bırakıp, cemâ’ate kosarlardı.
4 — Çarsıda, isde Allahü teâlâyı zikr, tesbîh etmeli, her ân Onu hâtırlamalıdır.
Dili ve kalbi bos kalmamalıdır. Iyi bilmelidir ki, o ânda kaçırdıgını, bütün dünyâyı
verse, bir dahâ eline geçiremez. Gâfiller arasındaki hâtırlamanın sevâbı çok
olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Gâfiller arasında Allahü
teâlâyı zikr eden kimse, kurumus agaçlar arasında bulunan yesil fidân gibidir
ve ölüler arasındaki cânlı gibidir ve harbde kaçanlar arasında, arslan gibi dögüsenler
gibidir). Bir kerre buyurdu ki, (Çarsıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde
hü lâ serîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ
yemût, bi yedi-hil-hayr, ve hüve alâ külli sey’in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevâb
yazılır). [Bu hadîs-i serîfde oldugu gibi, sevâb veyâ günâh mikdârını, göklerin
büyüklügünü, uzaklıklarını ve âhıretdeki zemânları ve dünyânın yaradılısını ve mahlûkların
sayısını bildiren hadîs-i serîflerdeki çesidli rakamlar, mikdâr sayısını göstermek
için degil, mikdârın çoklugunu anlatmak içindir. Meselâ bir kimseye, birkaç
def’a, zahmet çekerek gidip bulamıyarak cânı sıkılan biri, o kimseyi görünce,
seni on def’a aradım, bulamadım, demesi gibidir.] Cüneyd-i Bagdâdî “kuddise sirruh”
buyurdu ki, (Pazarda çok kimse vardır ki, sôfîler halkasında oturanlardan dahâ
kıymetlidir). Bir kerre de buyurdu ki: (Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda hergün
üçyüz rek’at nemâz kılmakda ve otuz bin tesbîh okumakdadır). Ba’zısı demisdir
ki, bu kimse, kendisidir. Hulâsa, dîne, ibâdetine yardım niyyeti ile dünyâya çalısanlara,
hep böyle sevâb vardır. Yalnız para kazanıp, dünyâ malı toplamak için
çalısanlar, sevâbdan mahrûm kalır. Hattâ bunlar, câmi’de, nemâzda iken de, kalbleri
dükkânın hesâbındadır. Fikrleri dagınıkdır.
5 — Dünyâ islerine çok düskün olmamalıdır. Meselâ, çarsıya herkesden önce
gidip, herkesden sonra çıkmamalı. Tehlükeli ve uzun yollara gitmemelidir. Mal kazanmak
için, deniz [ve hava] yolculuklarına dalmamalıdır. Mu’âz bin Cebel “radıyallahü
anh” buyuruyor ki, (Seytân, pazarda, yalan, hîle, hıyânet ve yemîn etdirerek
müslimânları günâha sokmaga çalısır. Önce gidip, geç çıkanlara dahâ çok asılır).
Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Tüccârın, esnâfın en kötüsü, erken gidip, geç dö-
– 848 –
nenlerdir). Sabâh nemâzı kılmadan ve kitâb okuyup birkaç sey ögrenmeden ise gitmemegi
âdet edinmelidir. Ihtiyâcı kadar dünyâlık kazanınca, âhıreti kazanmakla
mesgûl olmalıdır. Çünki, âhıret hayâtı sonsuzdur ve ona ihtiyâc dahâ çokdur ve âhıret
ticâretinde iflâs etmek üzeredir. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin hocası Hammâd
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, ticâret yapardı. Bas örtüsü satardı. Hergün, iki habbe
kazanınca esyâyı toplar pazardan çıkardı. Büyüklerden ba’zısı dükkâna, haftada
iki gün giderdi. Bir kısmı da, Cum’adan baska hergün gider, ögle nemâzında geri
dönerdi. Bir kısmı nihâyet ikindiye kadar alısveris ederdi. Hepsi ihtiyâcı kadar kazanınca
câmi’e gider, ibâdetle, ilm ögrenmekle aksamı yapardı.
6 — Sübheli seylerden kaçınmalıdır. Harâma yaklasan zâten âsî, fâsık olur.
[Sübhe etdigi seyleri, Ehl-i sünnet kitâblarından ögrenmelidir. Câhil hâfızlara, hocalara
ve her kitâba güvenmemelidir.] Kalbine sıkıntı getiren sübheliyi almamalıdır.
Zâlimlerle, hîle, hıyânet edenlerle, yemîn ile satanlarla, dükkânında harâm
sey satanlarla alısveris etmemelidir. Zâlimlere, fâsıklara veresiye satmamalıdır.
Çünki, öldükleri zemân üzülür. Hâlbuki, zâlimler [ya’nî müslimânlara ve islâmiyyete
eli ile, dili ile, kalemi ile zarar yapanlar] ölünce üzülmek günâhdır. Onlara
yardım etmek câiz degildir. Meselâ, din ile alay edenlere, yalan yanlıs kitâblar
yazarak dîni yıkmaga ugrasanlara kâgıd satmak günâhdır. Velhâsıl, herkesle
mu’âmele etmemelidir. Dogru insan aramalıdır. Bir zemân vardı ki, bir tâcir, her
istedigi ile mu’âmele edebilirdi. Çünki, herkes, alısveris ilmini biliyor ve bildigine
göre hareket ediyordu. Sonraları öyle zemânlar geldi ki, birkaç kisi ile mu’âmele
edilemezdi. Dahâ sonraları ise, ancak birkaç kimse ile mu’âmele edilebilir oldu.
Bir zemân gelmek korkusu vardır ki, alısveris edecek kimse bulunamıyacakdır.
Bunu çok zemân önce, söylemislerdir. Bizler, belki de, büyüklerimizin korkdugu
o zemâna kaldık. Kim ile olursa olsun, alısveris edilmekdedir. Câhil hâfızlar,
yangına körükle gidip, (Bugün dünyânın her tarafı böyle oldu. Her yerdeki mala
harâm karısdı. Harâmdan kurtulmak imkânsız oldu) diyorlar. Bu söz, çok yanlısdır.
Hiç de dedikleri gibi degildir. Bunu, bundan sonraki faslda anlatacagız.
7 — Alısveris yapdıgı kimse ile olan sözlerini, hareketlerini, aldıgını, verdigini
iyi ve dogru hesâb etmelidir. Kıyâmetde, bunların hepsinden hesâb verecegini
bilmelidir. Büyüklerden biri, bir bakkalı rü’yâda görüp, Allahü teâlâ sana ne
yapdı dedi. Önüme ellibin sahîfe koydular. Yâ Rabbî! Bu sahîfeler kimlerindir dedim.
Ellibin kisi ile alısveris yapmıssın. Her sahîfe, bunların birisi ile olan mu’âmeleni
göstermekdedir dediler. Bakdım, her sahîfede bir kimse ile olan mu’âmelemin
inceden inceye yazılmıs oldugunu gördüm, dedi. Bir gurus hîle yapan, bir gurus
hak yiyen, cezâsını çekecekdir ve hiçbirseyin yardımı olmıyacakdır.
Iste buraya kadar, büyüklerimizin hâllerini ve dînimizin yolunu göstermis oluyoruz.
Bugün bu yol unutulmus, bilen de kalmamısdır. Bugün, bunlardan birisini yapana
çok sevâb verilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir zemân
gelir ki, o zemânın müslimânları, bugün sizin yapdıgınız ibâdetlerin onda birini yaparsa,
âhıretde azâbdan kurtulurlar). Sebebini sorduklarında, (Çünki, sizler hayr islemege
çok yardımcı buluyorsunuz. Onlar yardımcı bulamıyacakları gibi, çesidli engellerle
de karsılasacaklardır. Gâfiller, câhiller arasında garîb kalacaklardır) buyurdu.
Bu hadîs-i serîfi bildirmekden maksadımız, müslimânların, zemânın hâlini görüp,
ümmîdsizlige düsmemeleri içindir. O hâlde, bu zemânda, yukarıda yazılanların hepsini
kim yapabilir diyerek ye’se düsmek dogru degildir. Ne kadar yapılabilirse çok kâr
olur. Âhıretin dünyâdan dahâ iyi olduguna inanan kimse, bunların hepsini de yapabilir.
Bunların hepsini gözetmek, yapsa yapsa, insanı fakîr yapar. Sonsuz se’âdete, ebedî
râhatlıga sebeb olacak, birkaç senelik fakîrlige elbette katlanılır. Nitekim birçok
kimse, birkaç sey kazanmak için, fırtınalı, karlı havalarda, sıkıntılı yolculuklara, bir
rütbeye, dereceye yükselmek için de nice mahrûmiyyetlere katlanıyor. Hâlbuki,
ölüm gelince, bütün kazancları elden çıkmakda, bosuna didinmis olmakdadırlar.
– 849 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:54
18 — ÜÇÜNCÜ CILD, 116. cı MEKTÛB
Bu mektûb, hâce Ebülmekârim için yazılmısdır. Allahü teâlânın kullarına hizmet
etmegi övmekdedir:
Allahü teâlâ, asırı hareketlerden korusun! Ortalama, adâlet üzere dogru yolda
bulunmak nasîb etsin! Allahü teâlânın, bir kuluna, fâideli, güzel isler yapmagı, çok
kimsenin ihtiyâclarını saglamasını nasîb etmesi, çok kimsenin ona sıgınması, bu kul
için pek büyük bir ni’metdir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demis, çok merhametli
oldugu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almısdır. Allahü teâlâ, bu
ıyâlinden birkaçının rızkları, nafakaları için ve bunların yetismeleri, râhat yasamaları
için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsân etmis olur. Bu büyük
ni’mete kavusup da, bunun için sükr etmesini bilen kimse, çok tâli’li, pek bahtiyârdır.
Bunun kıymetini bilip, sükr etmek, kendi sâhibinin, Rabbinin ıyâline hizmet
etmegi se’âdet ve seref bilmek ve Rabbinin kullarını, kölelerini yetisdirmekle
ögünmek, akl îcâbıdır. Allahü teâlâya hamd olsun ki, orada bulunanların hepsi, sizin
iyiliklerinizi anlatmakdadırlar. Ihsânlarınızın, yardımlarınızın söylentileri her
yerde dolasmakdadır.
NEFS
Bir ân gelir kabarır, atlasda dalga gibi,
muhit olur rûhuna, kırılmaz halka gibi.
Bir ân gelir, durulur, soguk bir pınar olur,
her sözü kabûl eden, en kıymetli yâr olur.
Bir ân gelir, ah çeker, hersey benim olsa der,
bütün dünyâyı versen, nankördür dahâ ister.
Bir ân gelir inanır, mevlâsı sözlerine,
nedâmet yası dolar, o âsî gözlerine.
Bir ân gelir ki gürler, ufkunda simsek çakar,
yılların mahsûlünü, tutar bir ânda yakar.
Bir ân gelir, dalgasız, sessiz bir ummân olur,
bütün yapdıklarına, utanır, pismân olur.
Bir ân gelir, Fir’avn, Seddâd ve Nemrûd olur,
damarlarda dolasan, Hannâs-ı merdûd olur.
Bir ân gelir mutî’dir, herseyi kabûl eder,
dünyâ gözünde olmaz, dâim ibâdet ister.
Bir ân gelir, sâhlanır, kükremis arslan gibi,
yâhud kana susamıs, yaralı kaplan gibi.
Bir ân gelir, uslanıp bir (seng-i miheng) olur,
her arzûsu, Resûlün sözlerine denk olur.
Bir ân gelir, zâlimdir, rûhu inletir zâr zâr,
kendi kötü elîle, kendine mezâr kazar.
Ey kalb, böyle bir nefse, uyarsan hâlin yaman!
Onun hîlelerine, aldanma hiçbir zemân!
– 850 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...