03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...13 — KEFÂLET VE HAVÂLE

13 — KEFÂLET VE HAVÂLE
(Kefîl olmak) veyâ (Dâmin olmak), birisinden belli bir veyâ birkaç kimsenin
istedikleri bir seyi, baskasının, kendisinin de ödiyecegine söz vermesi demekdir.
Ödenecek sey, ayn ve deyn oldugu gibi, insanın teslîm edilmesi de olur. Alacaklının
ma’lûm olması sartdır. (Filâna kim ne satarsa kefîlim) demekle, kefâlet sahîh
olmaz. Görülüyor ki, borc senedleri, bonolar yazılırken, sonraki alacaklılar
belli olmadıkları için, kefâlet senedi olamazlar. Son alacaklı, bonoyu yazandan ve
ciro [devr] edenlerden birsey istiyemez. Rehn, vedî’a, âriyet ve kirâya verilen gibi
emânet olan mallar ve mebî’ telef olunca ödenmelerine kefîl olmak câiz degildir.
Bu mallar mevcûd iken verilmeleri için câizdir. Telef olurlarsa, bedellerini ödemez.
Icârede kirâcıya ve havâlede havâleyi kabûl edene de kefîl olmak câizdir. Semene
ve mehr parasına kefîl olunur. Alacaklı isterse borcludan, isterse kefîlden
hakkını alabilir. Müslimânın zimmîye kefîl olması câizdir. Filân kimsenin filân sahsa
olan su kadar borcuna kefîlim demekle sartsız kefîl olundugu gibi, filân adamdaki
alacagını o vermezse ben veririm diyerek sartlı kefîl olmak da câizdir. Üç mezhebde
ve imâm-ı Ebû Yûsüfe göre, yalnız kefîlin söylemesi ile, kefâlet sahîh olur.
Borclunun ve alacaklının kabûl etmeleri sart degildir. Fekat alacaklı, haber aldıgı
zemân, kefîli red edebilir. Borclunun kabûl etmedigi kefîl, ödedigini borcludan
istiyemez ve ödemedigi için habs olunursa borcluyu habs etdiremez. (Tarafeyn)e
göre, ya’nî Imâm-ı a’zam ile imâm-ı Muhammede göre, kefâletin sahîh olması için,
kefîlin teklîf etmesi ve alacaklının veyâ vekîlinin, bunun yanında kabûl etmesi lâzımdır.
Zarûret hâlinde imâm-ı Ebû Yûsüfe uyulur. Kefîle kefîl olmak da sahîhdir.
Alacaklı, borcu üçünden de istiyebilir. Bir borcluya birkaç kisinin müstekılen
veyâ müstereken kefîl olmaları da câizdir. Ikrâh ile, ya’nî zorla kefîl yapılan, kefîl
olmaz. Kefîl olunan malın cins ve mikdârının belli olması sart degildir. Rüsvet,
kumar, les ve hür adam semeni gibi ödemesi lâzım olmıyan borclara kefâlet sahîh
degildir. Evin yıkılır ise ben kefîlim, yâhud, müsâfirine, hayvânın telef olursa
ben kefîlim demekle kefîl olmaz. Asîlin, ya’nî borclunun ödememesi sart edilen
kefâlet havâle olur. Borclunun emri ile kefîl olan, alacaklı ile uyusup da aynı malı
noksân öderse, ödedigini borcludan ister. Baska cins mal öderse, ödedigini degil,
kefîl oldugunu borcludan ister.
(Fetâvâ-i imâdiyye) sâhibi “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (Kefîl olacagı malın
ödeme seklini kendi menfe’atine sarta baglarsa, kefâlet bu sarta baglı degilse, kefâlet
sahîh, sart bâtıl olur. Kefâleti bu sarta baglarsa, kefâlet de sahîh olmaz). Görülüyor
ki, bana para veyâ bir mal verirsen veyâ benimle ortak olursan, kefîl olurum,
yoksa olmam diyerek, kefîl olmak sahîh olmaz. Böylece, (Te’mînât mektûbu)
vermek için alınan ücret câiz olmadıgı gibi, kefâlet de sahîh olmaz. Dâr-ül-harbde
kâfiri böyle kefîl yapmak, zarûret hâlinde câiz olup, verilen para rüsvet olur.
Kefîlin, borcludan rehn istemesi câizdir. Borclu ödeme târîhinden önce ölürse, vârisleri
hemen veyâ kefîl ödeme târîhinde öder. Kefîl ölürse, vârisleri hemen öder.
Alacaklı ölürse, vârisleri ödeme târîhinde alır. Alacaklı borclusunu afv ederse veyâ
pesin alacagını te’hîr ederse, kefîl de afv edilmis veyâ ödemesi te’hîr edilmis olur.
Borclunun afv edilmesi sartı ile kefîl olmus ise, havâle olacagından kefîl de afv edilmez.
Kefîl afv edilir veyâ pesin borcu te’hîr olunursa, borclu afv edilmis olmaz ve
te’hîr edilmis olmaz. Fekat kefîl, borcludan birsey istiyemez. Alacaklı borcu kefîle
hediyye veyâ sadaka etdim derse, kefîl bunu borcludan istiyebilir.
Her çesid pesin borca, veresiye ödemek sartı ile kefîl olunabilir. Bu hâlde,
borclunun yalnız ödünc verme borcunu yine pesin ödemesi lâzımdır. Kefîl, borcu
birine havâle etse, alacaklı da bunu kabûl etse, kefîl de, borclu da ödemekden kurtulurlar.
(Dürer-ül-hükkâm) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mecelle)nin binaltı-
– 830 –
yüzondördüncü [1614] maddesini açıklarken diyor ki, (Bir malın edâsına, ya’nî
ödenmesine kefîl olmak iki dürlüdür: Ayn olan mala kefîl olmak, Deyn olan mala
kefîl olmak. Gasb edilmis olan mal, ayndır. Ya’nî, hakîkaten maldır. Buna kefîl
olunur. Ayn telef olursa, bedelini öder. Deyn ise, ele geçmeden önce hakîkaten
mal degildir. Çünki, mevcûd olmayıp, saklaması mümkin degildir. Ele geçdikden
sonra, mal olur. Kullanılması mümkin olur. Bunun için, borcluya hediyye edilmesi
sahîh olup, kabûl etmesi sart degildir. Hiç ayn malı bulunmıyan bir kimsenin,
baskalarından alacakları olsa, malı olmadıgına yemîn etse, yemîninde sâdık olup
hânis olmaz).
Ukûbâtda kefâlet sahîh degildir. Birinin yerine, kefîli i’dâm edilmez. Belli bir
zemân için kefîl olmak câizdir. Sartsız kefîl, kefâletden vaz geçemez. Kendinde emânet
bırakmıs oldugu maldan ödemek sartı ile, emânet sâhibine kefîl olmak sahîhdir.
Alacaklı, emânet olan maldan fazlasını kefîlden istiyemez. Havâlede de böyledir.
Borclu, ödeme vakti gelmeden, baska memlekete gidecek oldukda, alacaklı hâkime
mürâce’at edip, borcludan kefîl veyâ rehn istiyebilir. Vermezse, hâkim onu
seferden men’ edebilir. Borclunun emri ile kefîl olan da, borcluyu seferden men’
etdirebilir. Borclunun emri [Haberi] olmadan kefîl olan, borcu ödeyince, bunu borcludan
istiyemez. Banka (Temînât mektûbu) ile alıs-veris etmek, Dâr-ül-islâmda câiz
degildir.
HAVÂLE — Borclunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, bu
ikinci kimsenin, ya’nî alacaklının, bu teklîfe, sözlesme yerinde râzı olmasına,
(Havâle) etmek denir. Borclu ve borcu ödemegi kabûl eden üçüncü sahs sözlesirken,
alacaklı hâzır bulunmazsa, haber alınca izn verse de, Tarafeyne göre, havâle
sahîh olmaz. Sözlesme yerinde bulunup râzı olması lâzımdır. Mikdârı ve cinsi
bilinen deyn havâle olunur. Aynı ve hakkı havâle etmek câiz degildir. Bir kimse,
borclu olmadıgı birine, falan kimsedeki alacagımı sen al dese, havâle olmaz. Onu,
alacagını teslîm almak için, vekîl etmis olur. Havâle eden birinci kimsenin havâleyi
alana borclu olması, ya’nî havâle olunanın, ya’nî havâleyi alan ikinci kimsenin
bundan alacagı olması lâzımdır. Havâleyi kabûl eden üçüncü kimse, havâle veren
birinci kimseye borclu olur veyâ olmıyabilir.
Havâle üç seklde olabilir:
1 — Mutlak havâle, havâleyi veren birinci kimsenin, havâleyi kabûl eden
üçüncü kimseden alacagı veyâ onda vedî’ası oldugu bildirilmiyen havâledir. Alacagı
veyâ onda vedî’ası olup da bildirmedi ise, havâleyi alan da, havâleyi veren de
alacaklarını ondan isterler.
2 — Kabûl edendeki alacagı paradan ödenmek üzere verilen havâledir.
3 — Kabûl edende emânet bulunan veyâ gasb etdigi maldan, paradan ödenmek
üzere verilen havâledir. Alacaklıya verilen banka çeki böyledir.
Ikinci ve üçüncü sekldeki havâlede, havâle kabûl edende, havâle verenin alacagı
olmadıgı anlasılırsa veyâ vedî’a helâk olursa, havâle bâtıl olur. Sahîh oldugu
zemân, havâleyi kabûl eden, borcu, yalnız havâleyi alan ikinci sahsa ödemege mecbûr
olup, havâleyi verene öderse, havâle alana tazmîn etmesi lâzım gelir. Tazmînden
sonra, havâle verenden bunu ister. Havâle kabûl edilince, havâleyi veren, alacagını,
havâleyi kabûl edenden artık istiyemez. Buna hediyye etmesi de câiz olmaz.
Havâle, verenin, alanın ve kabûl edenin üçünün de sözlesmesi ile olabilecegi gibi,
yalnız veren ile alanın veyâ veren ile kabûl edenin, yâhud alan ile kabûl eden
arasındaki sözlesme [anlasma] ile de olur. Ancak, veren ile kabûl edenin sözlesmesine,
havâle alanın veyâ bunun vekîlinin, sözlesme yerinde izn vermesi, havâle
verenin veyâ kabûl edenin bulunmadıgı sözlesmenin sahîh olabilmesi için, bunların
ayrıca havâleyi vermek veyâ almak için râzı olmaları lâzımdır. Havâle veren
– 831 –
râzı olmazsa, havâleyi kabûl eden ödeyince, ödedigini, havâle verenden istiyemez.
Ona olan borcuna da sayamaz. Bu üçüne zor ile yapdırılan havâle sahîh olmaz. Bir
alacaklının, borclusuna, sendeki alacagımı, falancaya ver demesi ile havâle yapılmıs
olmaz. Borcunu almaga, falancayı vekîl etmis olur.
Havâleyi veren ile alanın akllı olması, kabûl edenin ise, hem âkıl, hem de bâlig
olması lâzımdır. Fekat, bunların sözlesmesi ile yapılan havâle ile borcun ödenebilmesi
için, havâle veren ve alan çocukların velîlerinin, sonradan izn vermeleri
lâzımdır.
Rüsvet, kumar borcu ve hür insan, les ve kan satısı semenlerinin borcları, sahîh
borc olmadıklarından, bunların havâle edilmesi sahîh olmaz. Fâsid satıs bedeli için
de, havâle sahîh degildir.
Ödemekden ve ibrâ [afv]dan baska yol ile kurtulus olmıyan borclara (Deyn-i sahîh),
ya’nî, sahîh borc denir. Zekât borcu, deyn-i sahîh degildir. Çünki, borclu ölürse
veyâ mal elinden çıkınca zekât vermesi afv olur. Böyle sahîh olmıyan borclar
havâle edilemez. Rehn, âriyet, emânet, mudârebe, sirket ve kirâya verilmis olan
mallar, sahîh borc olmadıklarından, havâle edilemez. Çünki bunlar, deyn degildir,
ayndır. Ayn olan mal, sahîh borc olmadıgı gibi, havâle de edilemez. Hak da havâle
edilmez. Meselâ ordu kumandanının, ganîmetden hakkı olan bir gâzîyi, baska
birine havâle etmesi veyâ mâliyyenin bir me’mûra veyâ emekliye verecegi ma’âsı,
bankaya havâlesi sahîh olmaz. Çünki, ganîmet ve ma’âs hakdır. Ele geçmeden önce
mülk olmaz ve ordu kumandanı ve mâliyye, bunlara borclu olmaz. Kumandan
ve mâliyye, bankayı veyâ baskasını, teslîme vekîl etmis olur. Fekat, gâzînin veyâ
emeklinin, bir alacaklısını, kumandan veyâ mâliyye üzerine havâlesi câizdir. Çünki,
burada hak degil, bir kimseye olan borc havâle edilmekdedir. Satılan malın semeni,
ya’nî bedeli, kirâ bedeli ve ödünc verilen [mislî] esyâ, sahîh deyn [borc] olduklarından,
havâle olunurlar.
Havâle olunan borcun cinsi ve mikdârı ma’lûm olması lâzımdır. Meselâ, filânda
olan alacagını, havâle olarak kabûl etdim dese, havâle sahîh olmaz.
Havâle kabûl eden bir kimse, bu borcunu, bir dördüncü kimseye ve hattâ, havâleyi
yapmıs olan birinci borcluya da havâle edebilir. Ya’nî havâle ve kefâlet borcları
da havâle olunabilir. Fekat bunu, havâleyi ve kefâleti kabûl eden, ya’nî borclanan
havâle edebilir. [Bir sahs, bir alacaklısını, havâle yolu ile alacaklı oldugu kimseye
havâle edemez. Ya’nî, tekrâr yapılması câiz olan havâlelerde, alacak sahs hiç
degismemekdedir. Bu sahsa ödiyecek olanlar degismekdedirler.
Simdi bir kimse, mal satmak veyâ kirâ, ödünc vermek karsılıgı alacaklı olunca,
borclusu bir sened, ya’nî bono hâzırlayıp, bu kimseye veriyor. Bu kimse, bu bonoyu,
borclu oldugu baska birisine verirse, buna olan borcunu, bonoyu hâzırlamıs olana
havâle etmis oluyor. Bu havâle fâsiddir. Bu bonoyu alan üçüncü sahs da, bunu
bir alacaklısına verince, bunu da, yine bonoyu hâzırlamıs olana havâle etmis oluyor.
Bu ikinci havâle de câiz degildir. Çünki bono elden ele dolasdıkca, alacaklılar
degisiyor. Ödiyecek olan birinci sahs hiç degismiyor. Havâlenin tekrâr havâlesinde
ise, alacaklının degismemesi, ödiyecek sahsların degismeleri lâzım oldugu
için, bir tüccârın bonosunun, havâle olarak elden ele dolasmasının sahîh olmadıgı
anlasılmakdadır.]
Havâle yapıldıgı zemân, havâleyi veren kimse ve bunun kefîli, borcdan berî olur,
kurtulurlar. Havâleyi alan, alacagını bundan istiyemez. Hattâ, havâle veren ölürse,
vârislerinden de istiyemez. Havâleyi kabûl edenden istemesi lâzım olur.
Havâle alanın, alacagını, havâleyi verenden de istiyebilmesi sart edilebilir. Bu
zemân, havâleyi kabûl eden kefîl yapılmıs olur. Çünki, alacaklı, alacagını borcludan
da, kefîlden de istiyebilir. Kabûl eden iki kimse ise, borcu yarı yarıya öderler.
Havâle, iki sebeble bozulur, yok olur:
– 832 –
1 — (Tevâ) ile. Ya’nî kabûl edendeki alacagın telef olması ile. (Telef) [ya’nî
yok olmak] da, iki dürlü olur. Kabûl eden, sözünden döner. Inkâr eder ve yemîn
eder. Havâleyi veren ve alan da, isbât edemez. Fekat, ikisinden birisi, sened veyâ
sâhid ile isbât ederse, tevâ olmaz. Havâle kabûl eden, müflis olarak vefât edince
de, tevâ hâsıl olur.
2 — Havâle fesh edilmekle bozulur. Havâle veren ve alan birlikde fesh eder.
Havâleyi veren bunu tekrâr baska birine havâle edince de, birincisi bozulur.
Havâleyi alan ve kabûl eden (Muhayyer) olabilir. Önceden, bu sart ile râzı olmuslar
ise, ikisi de, yalnız basına fesh edebilir.
Bâyı’ın, satmıs oldugu mal karsılıgı müsterîden alacagı semenden ödenmek
üzere bir alacaklısına verdigi havâlede, mebî’ teslîmden önce helâk olarak, semeni
vermek lâzım gelmese veyâ muhayyerlik sebebi ile, mebî’ bâyı’a i’âde olunsa yâhud
bey’, ikâle [fesh] edilse, havâle bâtıl olmaz. Çünki, havâle sözü kesilirken, müsterî
borclu idi. Müsterî ödedigini bâyı’dan alır. Fekat müsterî, bâyı’ı, borclusu üzerine
havâle etse ve müsterînin borclusu bunu kabûl etse, mebî’ bâyı’a red olundugu
zemân, hâkim bu havâleyi ibtâl eder.
Acele olması bildirilmiyen havâlede, borc eski hâli ile ödenir. Acele veyâ zemânı
bildirilen havâlede ise, bu sarta göre ödenir.
Belli zemânda ödenecek borc, aynı zemânda veyâ dahâ çok veyâ dahâ az zemânda
ödenmek üzere havâle olunabilir. Acele borc, belli bir zemân sonra ödenmek
üzere havâle olunabilir. Meselâ, bir kimse, ödünc aldıgı birini, bir kimse üzerine
bir sene sonra ödemek üzere havâle edebilir.
Havâle kabûl eden, borcu ödemeden, havâle verenden istiyemez. Ödedikden
sonra ister. (Dürr-ül-muhtâr)da Karz faslından hemen önce diyor ki, ödünc verilen
alacak, borclu tarafından baskasına havâle edilince, alacaklının ta’yîn edecegi
belli zemânda ödenmesi câiz oldugu gibi, borclunun belli zemânda alacaklı oldugu
kimseye havâle olununca, havâlenin de, bu belli târîhde ödenmesi câiz olur.
Ödünc verirken ödeme târîhi koyabilmek için, böyle havâle yapılır. Havâlenin sözlesmesinde,
havâle veren de bulundu ise, havâleyi kabûl eden, baska mal ödemis
veyâ havâleyi alan, bunu ona hediyye etmis, sadaka vermis ise, havâle verenden
havâle olunan malı veyâ kıymetini ister veyâ havâleyi verene olan borcu ile ödesir.
Havâle kabûl eden ile havâleyi alan uyusarak, havâle olunan borcdan az veyâ
çok verirse, havâle verenden, bu verdigi mikdârı istiyebilir. Havâle olunan mikdârı
istiyemez. Havâleyi alan, kabûl edene ibrâ, ya’nî halâl ederse, havâleyi kabûl
eden, havâle verenden birsey istiyemez. Fekat, havâleyi alan, kabûl edene hediyye
ederse, kabûl eden, havâle verenden, havâle olunanı istiyebilir. Havâleyi ibrâ,
ya’nî halâl ederse, havâle verenden birsey istiyemez.
[Bundan anlasılıyor ki, bankaların, tüccârların, bono, sened kırmaları câiz degildir.
Banka bonoyu getirene az para verip, bonoyu yazandan, bu verdigini degil,
bonoda yazılı dahâ çok parayı alıyor ki, câiz olmadıgı anlasılmakdadır].
Borcu, belli bir zemân sonra, kendine veyâ adı yazılı baska bir kimseye ödemesi
için, alacaklının, borcluya gönderdigi mektûba, (Poliçe) denir.
Bâyı’, semen ile ödenmek üzere bir alacaklısını, müsterîye havâle etmek sartı
ile olan bey’, fâsiddir. Havâle de bâtıl olur. Müsterînin, bâyı’ı semen ile baskası üzerine
havâle etmesi sartı ile yapılan bey’ sahîh olur. Fâsid satısa bakınız! Müsterînin
bâyı’a, yalnız borclusunun hâzırladıgı bonoyu vermesi ve bu bononun dahâ önce,
havâle alanlar tarafından tekrâr havâle edilmis olmaması lâzımdır. Elden ele
dolasan bonoların sahîh havâle olmadıkları, fülûs gibi semen olarak kullanıldıkları
yukarıda bildirilmisdi.
(Mecelle)nin binaltıyüzkırkıncı [1640] maddesinde, (Dâyine medyûnunun med-
– 833 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:53
yûnu hasm olmaz) diyor. Meselâ ölendeki alacagını, ölüye borcu olandan istiyemez.
Binaltıyüzkırkbirinci [1641] maddesinde, (Bâyı’a müsterînin müsterîsi hasm
olmaz) diyor. Meselâ bir kimse satın aldıgı malın parasını bâyı’a ödemeden, bu malı
baskasına satsa, birinci bâyı’, ikinci müsterîye, (Bu malı sana satan kimse, benden
satın almısdı ve parasını bana ödememisdi. Malımı veyâ parasını bana ver) diyemez.
(Süftece) seklinde havâle yapmak, tahrîmen mekrûhdur. Süftece, yolcuya borc
verip, gitdigi yerde, falancaya ödiyeceksin demekdir. Borc, yolda tehlükeye ugrarsa,
alacaklı, malını bu tehlükeden, böylece kurtarmıs oluyor. Çünki, borclunun tehlüke
olsa da, borc telef olsa da, gitdigi yerde ödemesi lâzımdır. Ödünc veren, o yerdeki
falanca arkadasını, ödünc verdigi yolcu üzerine, mektûb ile, havâle etmekdedir.
Süftece sartı olmıyarak, yolcuya ödünc vermek câizdir.
14 — VEKÂLET
(Vekâlet), bir kimsenin, bir isi yapmak için, baskasını kendi yerine koyması [baskasına
is havâlesi] demekdir. Yerine geçirilen baska kimseye (Vekîl) denir. Vekîl
edene (Sâhib) denir. Bir kimsenin sözünü baskasına götürene (Resûl) veyâ (Haberci)
denir.
Birini vekîl yapmak, îcâb ve kabûl ile olur. Ya’nî, (Seni vekîl yapdım) ve (Kabûl
etdim) sözleri veyâ yazıları ile olur. Vekîl, cevâb vermeden, isi yapmaga baslasa,
kabûl etmis olur. Is habersiz yapıldıkdan sonra, sâhibinin, izn verdim demesi
ile de, vekîl etmis olur. Kirâcı kirâ ile, kirâdaki malı ta’mîr etmege vekîl yapılabilir.
Bir is için emr verince, ba’zan vekîl, ba’zan da haberci yapılır. (Zahîret-ül-
Bürhâniyye) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, birisine yüz lira
verip, bunu filâncaya ödünc verecegim. Ona git! Bu parayı sana falan kimse
ödünc yolladı de! Bunu verip karsılıgında rehn al dese, bu da giderek yüz lirayı verip,
rehn olarak bir mal alsa, bu (Haberci) olur. Emr eden kimse, rehni haberciden
alabilir. Çünki haberci, emr eden kimse için konusmusdur. Kendi için konusmamısdır.
Sözlesmeden dogan haklar emr veren kimse için olur. Haberci, onun sözünü
iletmis, rehni onun için almıs olmakdadır. Rehn habercinin elinde helâk olursa,
emr veren kimsenin elinde helâk olmus gibidir. Bu kimse, ona, seni vekîl etdim
dese, o da, kabûl etdim dese, bu kimse rehni vekîlden alamaz. Çünki, vekîl, rehni
kendi için istemisdir. Sözlesmesinin hakları vekîle olur. Rehni saklamak da bu
haklardandır. Rehni veren, vekîl için vermisdir. Rehn vekîlin elinde helâk olursa,
yine emr veren kimse öder. Çünki, rehn helâk olunca, deyni almıs da, rehni geri
vermis gibi olur. Deyni geri alıp da, kendinde iken deyn helâk olsaydı, emr verene
ödemezdi). Bir kimsenin emri ile, hizmetcisi gidip mal satın alsa, onun vekîli olmusdur.
O kimse, pazarlık etdigi malı almak için gönderse, efendisinin resûlü [habercisi]
olur.
Vekîl yapmak, ba’zan sartlı olur. Meselâ, [su sâatimi yüz liraya satmaga seni vekîl
etdim!] demek gibi.
Vekîl edenin, isi yapabilecek kimse olması sartdır. Vekîlin âkıl olması sartdır.
Bâlig olması sart degildir.
Hediyye, âriyet, rehn, emânet, ödünc vermek ve da’vâ açmakda, sirket yapmakda,
vekîl, sâhibinin adını söyliyerek is görür. Söylemezse, isleri sahîh olmaz.
Alısverisde, kirâya vermekde, da’vâcı ile uyusmakda, kendi adına yapması da
câiz olur ise de, o isin haklarından kendi mes’ûl olur. Aldıgı seyler sâhibinin olur.
Sâhibinin adını söyliyerek yaparsa, haberci gibi olur. Habercinin yapdıgı islerin
mes’ûliyyeti, sâhibinin üzerine olur. (Dürer) kitâbında, yimegi, içmegi anlatırken
diyor ki, (Alısverisde ve vekîl etmekde, bir kisinin sözü kabûl edilir. Meselâ, bir
– 834 –
kâfir, bir kadın, bir fâsık veyâ bir köle, bu eti müslimândan veyâ yehûdîden veyâ
nasrânîden aldım dese, yimek halâl olur. Yalan zan ederse halâl olmaz. Ben, filânın
vekîliyim dese, onun malını bundan satın almak câiz olur).
Alısverise, borc vermege veyâ ödemege vekîl olan kimsenin teslîm aldıgı mallar,
kendinde emânet olur. Kendisi sebeb olmadan helâk olunca ödemez. Habercide
bulunan mal da emânet gibidir. Haberciyi gönderenin malı gitmis olur.
Bir kimse, iki kisiyi birlikde, bir ise vekîl etse, vekîller, yalnız basına is göremez.
Ancak avukatlardan ve emâneti, borcu ödemege vekîl olanlardan biri de yapabilir.
Vekîl, sâhibinden ayrıca izn almadıkca veyâ (istedigini yap) diyerek (Umûmî
vekîl) edilmedikce, baskasını kendine vekîl yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan
vekîl, iznsiz olarak baskasını, o da baskasını vekîl yapabilirler. Ikinci vekîl, dogrudan
dogruya sâhibin vekîli olur.
Vekîl ederken, ücret sart edildi ise, is yapdıgı zemân ücreti alır. Ücret sart
edilmedi ise, teberru’ etmis olup, ücret istiyemez.
Alısverisde, malın cinsi, nev’i [veyâ fiyâtı] vekîle bildirilmelidir. (Umûmî vekîl)
ise, bildirmege lüzûm olmaz. (Bana bir at al) demek sahîh olur. (Bana bir hayvân
al) demek sahîh olmaz. Nasıl olursa olsun, nasıl istersen öyle al! deyince, (Umûmî
vekîl) olur. Malın maddesi [pamuk veyâ yün olması], kullanma yeri, isçiligi ayrı
olunca, cins ayrılır. Koyunun yünü ile derisi baska cinsdir. Baska cinsden aldıgı
mal, vekîle kalır. Sâhibinin olmaz. Koç al denilen vekîl, disi koyun alırsa, vekîlin
olur. Süt, pirinc gibi seyleri al dese, piyasada bulunanı alması câiz olur. Ev alacak
vekîle, mahalle ve fiyâtını söylemek yetisir. Ölçü ile alınan malın mikdârı veyâ
fiyâtı söylenir. Evsâfını söylemek lâzım degildir.
Süleymâniyye kütübhânesi (Es’ad efendi) kısmında [572] sayılı (Dürret-ülbeydâ)
kitâbında diyor ki, (Yemege çagrılan kimseye, malımdan istedigin kadar
yi ve al ve diledigine ver, hepsi halâl olsun denilse, yidikleri halâl olur. Aldıkları
ve baskasına verdikleri halâl olmaz. Çünki, mikdârı bilinmiyen ta’âmın yimesini
halâl etmek câizdir. Fekat mikdârı bilinmiyen malı almak için vekîl etmek ve
mechûl ve ayrı olarak teslîmi mümkin olan malı ayırmadan hediyye etmek sahîh
degildir).
Sartı olan vekîl, sarta uymazsa, aldıgı mal, kendinde kalır. Sartı, sâhibinin lehine
degisdirmesi câiz olur. Veresiye al deyince pesin alsa, mal, kendinde kalır. Pesin
al deyip de, veresiye alsa, sâhibi için almıs olur. Malın bir kısmını bulup alsa,
bölmesi zararlı olan malda [kumas gibi], sâhibi için olmaz. Zararsız ise [pirinc, seker
gibi] sâhibi için almıs olur.
Degeri bildirilmiyen malı, az aldanmak ile alabilir. Fekat, et, ekmek, seker gibi
kıymeti meshûr seylerde az aldanmak afv olmaz. Fâhis aldanmakla alınan malı,
sâhibi kabûl etmiyebilir.
Belli malı satın almaga vekîl olan, o malı kendisi için satın alamaz. Kendim için
aldım dese bile, sâhibinin olur. Sâhibi yanında iken aldıgı mal, vekîlin olur.
Vekîl, sâhibine kendi malını satamaz.
Vekîl, veresiye satın aldıgı malın semenini, sâhibinden pesin istiyemez. Pesin aldıgı
malın semenini, sâhibi te’cîl etdirse bile, pesin istiyebilir. Semeni almadan önce,
malı sâhibine teslîm etmiyebilir. Fekat, bu zemân, mal telef olursa, vekîl baskasını
satın alıp öder. Satın alma vekîli, bey’i ikâle edemez.
Umûmî vekîl, sâhibinin malını, diledigi fiyâta satabilir. Fiyât söylenmis ise,
dahâ asagı satamaz. Satarsa, öder. Vekîl, sâhibinin malını, kendine satın alamaz.
Akrabâsına da satamaz. Ancak, bunlar, umûmî vekîl ise veyâ degerinden yüksek
satabilir. Umûmî vekîl, pesin de, veresiye de satabilir. Fekat, pesin sat veyâ su malımı
sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz.
– 835 –
Veresiye satdıgı malın semeni için rehn veyâ kefîl alabilir ve bunlardan mes’ûl
olmaz. Rehn ile, kefîl ile sat denildi ise, böyle satması lâzımdır.
Vekîl, semeni almadan, sâhibine kendi malından vermege zorlanamaz. Semeni,
müsterîden, sâhibi de alabilir. Ücretsiz vekîl, müsterîden semeni almaga mecbûr
degildir. Fekat, semeni almak için, sâhibini vekîl etmesi lâzımdır. Dellâl ya’nî
komisyoncu ve simsâr gibi, ücretli vekîller, semeni almaga mecbûrdur. Satmaga vekîl
olan, alısverisi ikâle edebilir. Fekat bu ikâle, sâhibi için olmaz. Mal kendinin
olup, semeni sâhibine öder.
Borc ödeme vekîli, kendi malından ödese, sâhibinden bunu ister. Kâgıd lira ödemege
me’mûr olan vekîl, kendi malından altın ödese, sâhibinden kâgıd lira alır. Altın
ödemege vekîl olan, kâgıd ödese, kâgıd alır. Vekîli, alacaklıya kendi malını satıp,
sâhibinin borcunu öderse, sâhibinden borc kadar alır.
Filâna ödünc veyâ sadaka veyâ hediyye ver dese, vekîl bunu verince, emr edenden
istiyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, istiyebilir.
Herkes, ancak kendi mülkü için emr verebilir. Baskasının malını denize at dese,
atılmaz. Atan öder. Borcumu, kendi malından öde dese, vekîl kabûl etse bile,
ödemege mecbûr olmaz. Fekat, vekîlde alacagı veyâ emânet parası varsa, emri yapmaga
[ödemege] mecbûrdur. Malımı satıp öde dese, bu emri, yalnız ücretli vekîl
yapmaga mecbûr olur.
Falan alacaklıma ver diye, vekîle para verse, bunu, sâhibin baska alacaklılarına
veremez. Parayı alacaklıya vermeden, sâhibi ölse, para vârislerine geri verilir.
Alacaklılar mîrâsdan isterler.
Alacaklıma verip, senedin arkasına yazdır veyâ vesîka al diyerek vekîle para verse,
vekîl ödeyip, vesîka almasa, alacaklı inkâr ederse, vekîl öder.
Vekîle verilen para, ta’yîn ile te’ayyün eder. Bu para telef olsa, vekîl azl olur.
Vekîl, aldıgı parayı kendi için harc edip, sâhibinin istedigi malı kendi parası ile satın
alsa, aldıgı mal kendisinin olur. (Dürer-ül-hükkâm).
[1288] de Istanbulda basılan (Dürr-üs-sukûk) kitâbı, Istanbuldaki islâm mahkemelerinin
ba’zı karârlarını bildirmekdedir. Birinci cildi, onbesinci [15] sahîfesinde
diyor ki: (Bir tüccâr, zekâtı olan besyüz kurus beyâz besligi, hacca gitmekde
olan Mûsâ efendiye teslîm eder. Bu zekâtı, Medîne-i münevvere sehrinde bulunan
Ibrâhîm efendiye teslîm etmesini ve kendi zekâtı oldugunu ona söylemesini
emr ederek Mûsâ efendiyi vekîl yapar. Mûsâ efendi, vekîl olmagı kabûl edip, besyüz
kurusu teslîm alır. Fekat, Ibrâhîm efendi vefât etmis oldugundan, Mûsâ efendi,
bu zekâtı, Medînede bulunan baska fakîre verir. Vekîl, zekâtı, emre uygun vermediginden,
besyüz kurusu, sâhibi geri isteyince, sâhibine geri vermesi lâzım
olur). Sadakayı belli bir fakîre vermege vekîl olan kimse, sadakayı baskasına verirse,
sadakanın sâhibi sadakayı, vekîlden geri istiyemez.
Da’vâcı ve zanlı, birbirinin gönlü olmasa bile, kendilerine avukat [ya’nî da’vâ
vekîli] tutabilir. Avukat, sâhibi aleyhinde, mahkemede konusabilir, baska yerde
konusamaz. Konusursa dinlenmez ve vekîllikden çıkar. Aleyhe hiç konusmamak
üzere, avukat tutulabilir. Konusursa azl olur.
Avukat, mal almaga vekîl degildir. Mal almaga vekîl olan da, sâhibine avukatlık
yapamaz.
Sâhibi, baskasının hakkı karısan vekîlini azl edemez. Baskasının hakkı karısmadı
ise azl edebilir. Bu takdîrde vekîl de kendini azl edebilir. Azl olunan vekîlin azl
haberini alıncıya kadar yapdıgı isler, câiz olur. Kendi kendini azl eden vekîl, sâhibine
bildirinciye kadar is yapar. Alacaklı, borclunun bildigi vekîlini, borclunun
haberi olmadan azl edemez.
Vekîlin isi bitince, vekîllik de biter. Sâhibin ölümü ile de, vekîllik biter ise de bas-
– 836 –
kasının hakkı karısmıs ise bitmez. Vekîlin ölmesi ile de, vekîllik biterek, vârisleri
vekîl olamaz.
Herseye vekîlimsin denilen (Umûmî vekîl), talâk, hediyye, sadaka ve vakfdan
baska herseyi, sâhibi adına yapabilir.
Birinden ödünc istemek için baskasını vekîl yapmak bâtıldır. Bunun için haberci
göndermek sahîhdir. Ödünc istenilen malı almak için vekîl yapmak câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Zevcesini, sefer uzaklıgında bulunan babasının
[veyâ mahreminin] yanından alıp getirmek için, zevcin kendi kardesini veyâ yabancı
bir erkegi vekîl etmesi câizdir. Onlar, zevcenin bu vekîl ile gitmesine mâni’
olamaz. Mâni’ olmaları günâhdır). Kırküçüncü sahîfesinde diyor ki: (Kıtlık zemânında,
bir kadın, bir bileyzigini zevcine verip, bunu sat! Parası ile bize nafaka al!
Sonra, aynı degerde bir bileyzik bana verirsin diyor. Sonra bileyzigin degerinde uyusamıyorlar.
Zevcin yemîn ederek söyledigine inanılır. Çünki, satmak için, zevcesinin
vekîli olmusdur. Satıs vekîlinden bileyzigin benzerini geri istemesi sahîh
degildir. Sat demeseydi, ödünc olurdu. O zemân, kıymeti kadar istemesi fâsid olurdu).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Vekîlin, vekîl olmagı kabûl etmesi sart degildir.
Red etmezse, kabûl etdigi anlasılır. Dâr-ül-harbde bulunan mürted, Dâr-ülislâmda
bulunan malını satmak için birini vekîl etse, câiz olmaz. Çünki, mürted Dârül-
harbe [ya’nî, Italya, Fransa gibi hıristiyan memleketine] gidince, malları mülkünden
çıkar. Dâr-ül-islâmda bulunan müslimânın Dâr-ül-harbde bulunan kâfiri
vekîl etmesi bâtıldır. Dâr-ül-harbde bulunan kâfirin Dâr-ül-islâmdaki müslimânı
vekîl etmesi de bâtıldır. Dâr-ül-harbdeki kâfir, Dâr-ül-islâmdaki alacagını almak
için, Dâr-ül-harbde bulunan bir müslimânı veyâ zimmîyi veyâ harbîyi, iki müslimân
sâhid yanında vekîl etse, câiz olur. Bu isi alısveris için yapması da câiz olur.
Müslimân ve zimmî, Dâr-ül-islâmda bulunan harbîyi vekîl etseler câiz olur. Dârül-
harbe giderse, vekîl olması biter. Mürtedi de vekîl etmeleri böyledir. Alısverisde,
kirâya vermekde, nikâhda, talâkda, hul’da, uyusmak, anlasmakda, borc ödemekde
ve rehnde vekîl tutmak câizdir. Herkes için mubâh olan odun kesmekde,
ot toplamakda, yerden ma’den, petrol çıkarmakda câiz degildir. Ya’nî ele geçenler
vekîlin olur. Hediyye, vedî’a, âriyet, ödünc ve rehn vermege vekîl olanın bunları
geri almaga hakkı yokdur. Mutlak olan, ya’nî (Istedigini yap!) denilen vekîl baskasını
da vekîl yapabilir. Bu yenisi, vekâlet sâhibinin vekîli olur. Ikinci vekîl, bir
üçüncü vekîl yapamaz. [Ibni Âbidîn diyor ki, (Vekîl, sâhibinin izni ile, baskasını
vekîl yapabilir. Kurban satın almaga vekîl olan, baskasını, bu da baskasını vekîl
edip, sonuncu vekîl satın alsa, sâhibi izn verirse câiz olur. Zekât vermek vekîli, izne
baglı olmaksızın baskasını, bu da digerini vekîl yapabilir. Sonuncu vekîlin vermesi
câiz olur).] Vekîli zemân ve mekân ile sınırlamak câizdir. Müsterî, haberci oldugunu
söyler, bâyı’ ise vekîlsin diyerek semeni isterse, müsterîye inanılır. Bâyı’ın
sözünü isbât etmesi lâzım olur. Satmak için vekîl olan, kendisi için satın alamaz.
Çünki, bir kimse hem alıcı, hem satıcı olamaz. Selem satısında bâyı’ vekîl tutamaz.
Haberci ile sarf satısı yapılmaz, vekîl ile yapılır. Mu’ayyen bin lira ile birsey satın
almak için vekîl edip, vekîl bu bin lirayı almadan önce baska bin lirasını alıp, o seyi
satın alsa câiz olur. O bin lirayı teslîm aldıkdan sonra baska bin lirası ile satın
alsa câiz olmaz. Iki kimse birisine para verip birsey satın alması için vekîl etseler,
paraları birbiri ile karısdırırsa, vekîlligi kalmaz. [Aldıgı seyler kendinin olur. Paralarını
geri vermesi lâzım olur.] Hediyye ve sadaka veren ve alan, vekîl ta’yîn edebilirler.
Serâb veyâ hınzır hediyyelesen iki zimmîye müslimânların vekîl olması câizdir.
Sendeki alacagımdan on altını benim için sadaka ver yâhud yemîn keffâretimi
yap yâhud zekâtımı ver diyerek fakîri vekîl etmek sahîhdir. Bir zengin, bir fakîre,
filâncada alacagım olan elli dirhemi, zekâtım olarak ondan al dese, fakîr de,
o degerde altın alsa câiz olmaz. Falancadaki alacagımı sana hediyye etdim, ondan
– 837 –
al dese, gümüs yerine altın alsa, câiz olur. Borclunun vekîli, borcu ödeyince, borcludan
ister. Yemîn keffâreti veyâ zekât vermek için vekîl olan, verince, emr edenden
istiyebilmesi için, emr verilirken, sonra sana öderim denilmesi lâzımdır. Filâna
benim tarafımdan on altın ver dese, yâhud benim tarafımdan demeyip, ona olan
borcumu dese, sonra vekîle ödemesi lâzım olur. Mâlımın zekâtı olarak veyâ sadakam
olarak veyâ filâna hediyyem olarak ver dese, sonra öderim demezse, vekîl verdigini
âmirden istiyemez. Vekîl öderken Beyyine [ya’nî iki sâhid] bulunmazsa veyâ
makbûz almazsa, mes’ûl olmaz. Emr verilirken, bunlar istenildi ise, mes’ûl
olur. Falana olan borcumu ver diyerek vekîl etdikden sonra, alacaklı mürted olsa
ve ölse, vekîl borclunun parasını öder. Çünki mürtede vermesi câiz degildir. Borcumu
öde diyerek vekîline on altın verse, vekîl bunu vermeyip kendi parasından
verse veyâ alacaklıya on altınlık mal satsa, yâhud ondan alacagı on altın ile takas
etse [ödesse] câiz olur. Ya’nî borclunun borcu ödenmis olur. Dâr-ül-harbde harbînin
vekîli olsa, biri veyâ ikisi müslimân olunca, vekâlet bâtıl olur. Sadaka için verilen
parayı kendi ihtiyâcına sarf edip, sonra kendi parasından o kadar sadaka verse,
câiz olmaz. Sarf etdigini geri verir. Aldıgı para yanında iken, kendi malından
verirse câiz olur. Sendeki bugdayımı falana sadaka ver dese, falan da vekîle bugdayı
sat parasını bana ver dese, bugday sâhibinin izni olmadan satamaz. Çünki, sadaka
kabz edilmedikce mülk olmaz. Falandaki alacagımı alıp sadaka ver dese, vekîl
de önce kendi malından sadaka verip, sonra borcludan alması câiz olur). (Fetâvâ-
yı Kâdîhân)da diyor ki, (Birisine, herseyde vekîlimsin dese, yalnız malını korumak
için vekîl etmis olur. Her seyde vekîlimsin, emrin câizdir dese, bey’ ve sirâ
ve hibe, ya’nî hediyye etmek ve sadaka gibi bütün alıs verisde vekîl yapmıs olur).
Ibni Âbidîn (Hibe)yi anlatırken diyor ki, (Hibe, ya’nî teberru’ ve hediyye, karsılık
beklemeden, ayn olan malını, zengine vermekdir. Menfe’at hediyye edilmez.
I’âre edilir. Deyn, ya’nî alacak, ancak borcluya veyâ bundan almasını emr etmek
sartı ile, baskalarına hediyye edilebilir. Verdigi malın, kendi malı ile mesgûl
olmaması ve hisse-i sâyı’alı olmıyacak sûretde ayrı olarak kabz olunması lâzımdır.
Kurban maddesine bakınız! Verenin, hediyye etdim, hibe etdim gibi âdet olan sözü
söylemesi, alanın kabûl etdim demesi veyâ kabz etmesi ile temâm olur. Kabz
edince, mülkü olur. Tabagı, hayvanı, evi hediyye ve teslîm edip de, yemegini, semerini,
evdeki esyâyı hediyye etmez ise, câiz olmaz. Bunların aksi câiz olur. Çünki,
yemek, semer ve esyâ, verenin mülkü ile mesgûl degil, sâgildirler. Kısaca, sâgil
hediyye edilir. Mesgûl hediyye edilmez. Yalnız, tarladaki ekin, agaç sâgil oldukları
hâlde, hibe edilemezler. Sadakanın ve rehnin kabz edilmeleri de böyledir. Iki
kimse, ortak oldukları bir evi birine hediyye etseler, câiz olur. Bir kimse, evini iki
kisiye hediyye etse, câiz olmaz. Çünki, taksîmi mümkin olan seyi, hisse-i sâyı’alı
olarak vermek câiz degildir. On lirayı iki fakîre sadaka veyâ hediyye etmek câiz
olur. Çünki, fakîre hediyye olarak verilen sey sadaka olur. Ya’nî, sadaka ahkâmına
uymak lâzım olur. Sadakanın hisse-i sâyı’alı verilmesi câizdir ve sadakayı geri
almak câiz degildir. On lirayı iki zengine sadaka veyâ hediyye etmek câiz degildir.
Çünki zengine sadaka diyerek verilen sey hediyye olur ve hediyye ahkâmına uymak
lâzım olur. Süyû’ olmaması için, on lirayı ikiye ayırıp, herbirine beser lira vermek
lâzımdır. Hediyye verirken belli olmıyan birsey karsılık isterse, bu sart bâtıl
olur. Belli birsey isterse, ikisinin de birlikde kabz etmesi lâzım olur. Kabzdan evvel
hibe ahkâmı, kabzdan sonra bey’ ahkâmı cârî olur. Bunun için, kabzdan sonra,
yalnız birisi vazgeçemez. Birisi kabz etmezse, herbiri vazgeçebilir).
(Ihtiyâr)da diyor ki, (Ömrî) denilen hibe câizdir. Ya’nî, ömrün boyunca evim
senin olsun deyince, öldükden sonra ev, sâhibine, sâhibi ölmüs ise, vârislerine geri
verilir. (Rukbî) denilen hibe, tarafeyne göre bâtıldır. Ya’nî, sen ölürsen benim
olsun. Ben ölürsem senin olsun diyerek evini birisine vermek bâtıldır. Herbiri, ötekinin
ölümünü terakkub etdigi, bekledigi için, rukbî denilmisdir. Mülk edinmegi
– 838 –
hatara, zarara ta’lîk etmek sahîh degildir. Bir kimseye giyecek gönderilse, hediyye
olur. Kabz edince mülkü olur. Baskalarına verebilir. Bir kimseyi yemege çagırınca,
önüne konan sey, hediyye edilmis olmaz, (ibâha), yimesine izn vermek
olur. Ancak yidigi mülkü olur. Ondan izn almadan, baskalarına veremez.
(Fetâvâ-yı Bezzâziyye)de diyor ki, (Bunu sana hediyye etdim dese, o da kabûl
etdim demeyip onun yanında alsa, yâhud almayıp, kabûl etdim dese sahîh olur. Falancadaki
alacagımı sana hediyye etdim, ondan al derse câiz olur. Sana zekât
verdim. Ondan al dese, câiz olmaz. Çünki zekât ayn olan maldan verilir. [Bunun
için, zekât olarak kâgıd para vermek câiz olmaz. Çünki kâgıd paralar ayn olan mal
degildir. Degerleri kadar mal ile degisdirilecek senedlerdir. Kâgıd paraların zekâtları
altın verilir.] Sana borcum olan mehrini bana hediyye etmezsen, babanın evine
hiç gidemezsin dese, zevcesi de hediyye etse, sahîh olmaz. Çünki kerhen, zor
ile hediyye vermek sahîh olmaz. Mehri zevcine hediyye etmegi sarta baglamak, meselâ
su isi yaparsan mehrim sana halâl olsun demek sahîh degildir. (Fetâvâ-yı
Feyziyye)de diyor ki, (Eger diyerek sarta baglanan hibe, bâtıl olur. Üzere diyerek
sarta baglanan hibe sahîh olup, sartı mülâyım ise sahîh, muhâlif ise bâtıl olur. Bir
isi yapmasını sart ederse, hibe olmaz. Onu ecîr yapmıs olur). Küçük çocuga verilen
hediyyeyi babası kabz eder. Babası yok ise, babanın vasîsi, o da yoksa, dedesi
kabûl eder. Dedesi de yoksa, dedesinin vasıyyet etdigi kabûl eder. Bu dördünden
biri varken, çocuga bakan akrabâsı bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuga
evinde bakan kabûl eder. Aklı basında çocugun kendisi kabûl edebilir. Sâlih
olan oglan ve kızlarına hediyyeyi, müsâvî mikdârda vermek efdaldir. Ölüm hastası
olmıyanın malının hepsini ogluna hediyye etmek câiz olur ise de günâhdır. Çocugun
mülkü olur ise de babaya günâh olur [Hindiyye]. Resîd ve sâlih veyâ ilm tahsîlinde
olan çocuklarına dahâ çok vermek câizdir. Salâhları müsâvî ise, müsâvî dagıtmalıdır.
Çocukları fâsık olanın mîrâs bırakmayıp, sâlihlere, hayrâta vermesi efdaldir.
Çünki, günâha yardım etmemis olur. [Üçüncü kısmda, yedinci maddeye bakınız!]
Fâsık çocuga nafakadan fazla yardım yapmamalıdır. Çocuga gelen hediyyeden
ananın babanın yimesi câizdir. Çocugun yapdıgı iyiliklerin sevâbı kendisinedir.
Anasına babasına, ögretmek ve yapdırmak sevâbı verilir. Satılan malı teslîm
etmek, hediyye olunanın ise kabz olunması da lâzımdır).
Ey nazlı yavrum, unutmam seni,
aylar, günler degil, geçse de yıllar!
Yakdı, mahv eyledi, ayrılık beni,
çıkar mı gönülden, o tatlı diller?
Kıyamaz iken hiç, öpmege tenin,
simdi ne hâldedir, nâzik bedenin?
Andıkca her zemân, gonca dihenin,
yansın âhım ile, kül olsun güller!
Tegayyürler gelip, güzel cismine,
döküldü mü, siyâh kaslar yüzüne?
Sırma saçlar, dagıldı mı üstüne,
sarardı mı, kokladıgım sünbüller?
Temiz rûhun, Cennetine uçdu mu?
gül yanagın, tatlı yüzün soldu mu?
Çürüyüp de, simdi toprak oldu mu,
öpüp kokladıgım, o pamuk eller.
– 839 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...