03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...VAKF

--VAKF --
Bir vakf mescid harâb olup ta’mîr eden bulunmaz ise veyâ etrâfında,
ev, insan kalmayıp, kullanılmaz ise de, Tarafeyne göre yine vakf olarak kalır.
Imâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hâkimin izni ile satılıp, parası,
aynı cinsden olan baska bir vakfa sarf edilir. Bir kimsenin baska baska vakflarının
gelirleri [paraları] birbirlerine sarf edilemez.
Binâ, tarla, kuyu gibi nakl edilmiyen seyler sözbirligi ile vakf olunur. Nakl
edilmiyen sey ile birlikde buna lâzım olan nakl olunan sey de Imâmeyne [Ebû Yûsüf
ve Muhammede] göre vakf olunur. Vakf edilmesi âdet olan nakl edilebilir seyler,
imâm-ı Muhammede göre, yalnız olarak da vakf olunur. Bu imâma göre, altın,
gümüs [ya’nî para] da vakf olunur. Hacm ile ve vezn ile ölçülen hersey de böyledir.
Tabut, tenesir, tabut örtüsü, Kur’ân-ı kerîm ve baska kitâblar gibi âdet
olan vakflar da böyledir. Hacm ile, vezn ile ölçülen esyâ satılıp, bedelleri ve vakf
paraları fakîrlere ödünc verilir ve mudârebe yolu ile sermâye olarak tüccâra verilerek
kâra ortak olunur. Vakfın hissesine düsen kârları, fukarâya sadaka olarak
dagıtılır. Vakf olunan paranın misli, hep vakfın emrinde kalması lâzımdır. Bununla
birsey satın alınamaz ve bir borc ödenemez. Bugdaylar, fakîr olan köylüye tohumluk
ödünc verilip, yeni mahsûlden ödenmek sartı ile vakf olunur. Sütü fakîrlere
verilmek üzere inek vakf olunur. Ev esyâsı gibi vakfı âdet olmıyan seyleri vakf
câiz degildir. Vakfın gelirinden, önce ta’mîr, sonra hizmet edenlerin ve nâzırın ücretleri
ödenir.
Ibni Âbidîn diyor ki, (Vakf, mükellef kimsenin, kendi mülkü olan ma’lûm mütekavvim
malının menfe’atini, bir sarta baglamadan, müslim veyâ zimmî, bütün veyâ
belli fakîrlere terk etmesidir. Imâmeyne göre, vakf edilen mal, vakf edenin mülkünden
çıkar. Vakf, ibâdet degil, kurbetdir. Sevâb kazanmak niyyeti ile yapılan mubâhlara
(Kurbet) denir. Vakf edilen maldan yalnız veyâ en sonra bir mescidin veyâ
fakîrlerin fâidelenmesini bildirmek sartdır. Âdete göre zenginler de istifâde edebilir.
Malını vakf eden kimse, bunu hâkime tescîl etdirdikden yâhud mütevellîye
teslîm etdikden sonra, vazgeçemez. Öldükden sonra vakf olmasını söyleyince, bırakacagı
malın üçde birinden verilmesini vasıyyet etmis olup vazgeçmesi câiz
olur. Vakf binâların ta’mîrleri, içinde parasız oturmaga hakkı olanların malları ile
yapılır. Yapamazlarsa, hâkim bunları çıkarıp, kirâya verip, ücretleri ile ta’mîr etdirip,
sonra bunlara teslîm eder. Kirâcı bulunmazsa, hâkim tarafından (Istibdâl)
olunur. Ya’nî, harâb binâyı satıp, semeni ile baskasını alıp, mütevellîye teslîm
eder. Baskasını satın alamazsa, semenini fukarâya dagıtır. Mürted, müslimân
olunca, mürted iken yapdıgı vakf sahîh olur. Müslimân, mürted olunca, önce yapmıs
oldugu vakf bâtıl olup vârislerinin olur. Zimmîlerin de, müslimân veyâ zimmî
fakîrler için vakf yapması câizdir. Kilise için ve harbî fakîrler için, zimmînin de vakf
yapması câiz degildir. Vakf eden kimse, bir (Mütevellî) ta’yîn edip, malı buna teslîm
eder. Vakf ebedî olmak lâzımdır. Bir dahâ geri alamaz. Osmânlı türklerinde al-
– 861 –
tın, gümüs para vakfı âdet oldugu için, câiz olmakdadır. Birçok islerde âdet, nass
gibidir). Görülüyor ki, bir isin nasıl yapılacagı nass ile bildirilmemis ise, müctehidlerin
ictihâdları ile yapılır. Bir is üzerinde çesidli ictihâdlar varsa, müftî efendi, bunlar
arasında, zemâna ve âdete uygun ve elverisli olanını seçer. Zemâna, âdete uymak,
bu demekdir. Yoksa, zındıkların söyledikleri gibi, islâmiyyetin emrlerini
degisdirmek, ibâdetleri bırakarak, harâmları islemek demek degildir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Vakfın nâzırı veyâ herhangi vazîfelisi, suç islemedikce
azl olunamazlar. Vakfı kirâya vermek, mütevellînin vazîfesidir. Hâkim,
vâlî karısamaz. Bir vakfın, bir nâzırı ve bir mütevellîsi olsa, mütevellî nâzırın haberi
olmadan birsey yapamaz. Kayyım, mütevellî ve nâzır aynı hakka mâlikdirler.
Bir kimse bir çadırı veyâ vagonu mescid yapsa, muhtelif yerlere götürülüp, içinde
nemâz kılınsa, böyle mescid olmaz. Mescidin yeri degisdirilemez. Nakl olunan
seyin vakfı, âdet olmadıkca câiz degildir. Fekat bunu yapana sevâb vardır. Mâni’
olmamalıdır. Vâkıfın ta’yîn etdigi kimse nâzır ve mütevellî olur. Nâzır ve mütevellî
vâkıfdan sonra ölürse, bunların vasıyyet etdigi olur. Bunlar yoksa, kâdî, ya’nî hâkim
bir mütevellî ta’yîn eder. Bu ta’yînde, vâkıfın evlâd ve yakınlarından ehl
olanların tercîh hakları vardır. Vakfın mütevellîsi emr eder, idâre eder. Akd yapar.
Alısveris yapar. Kâtib de, bunları yazar. Deftere geçirir. Mütevellî, yapacagını
kâtibe sormaz. Yapdıklarını bildirir. Harâb olup istifâde edilemiyen bir vakfı,
bundan dahâ fâideli olan baska bir mal ile veyâ altın, gümüs ile degisdirmek câizdir
ve bunu ancak kâdî yapar. Hâkim-i ser’in, islâmiyyete uygun hükmü degisdirilemez.
Çesidli ictihâd yapılmıs olan seylerde, kâdînin ya’nî hâkimin hükmü, ihtilâfları
ortadan kaldırır).
(Behcet-ül fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Gelirinin sarf edilecegi
cihetleri belli olan vakf paradan hâsıl olan gelirin bir kısmı bu cihetlere verilip,
bir kısmı da mütevellîde kalsa, bu para, aynı vâkıfın olsa bile, baska bir
vakf câmi’in ihtiyâclarına sarf edilemez).
(Fetâvâ-i Feyziyye)de diyor ki, (Bir kimse, sıhhatde iken evini vakf ve zevcesinin
oturmasını, o vefât edince, kirâsının Medîne-i münevvere fukarâsına verilmesini
sart etse, mütevellîye teslîm edip mahkemede tescîl etdirdikden sonra ölse,
vârisleri bu vakfı bozamazlar. Bir kimse evini vakf edip, bunun satılarak parasının
fakîrlere dagıtılmasını sart etse, böyle vakf câiz olmaz, bâtıl olur. Çünki, vakf
malı satmak sahîh degildir. Mülkümü vakf etdim diyen kimse, tescîl etdirmeden
önce vazgeçebilir. Tescîl etdirdikden sonra vazgeçemez. Bir kimse, birisinde olan
alacagını bir cihete, [ya’nî bir yere] vakf etse, parayı alamadan önce ölse, vârisleri
bu vakfı bozabilirler. Bir kimse, evini vakf edip kirâya verilmesini ve kirâsının,
ogullarından yalnız Ahmede verilmesini sart etse, diger çocuklarına birsey verilmez.
Bir kimse, mütevellîsi bulundugu vakf paranın bir kısmını tüccâra, esnâfa mudârebe
ve sermâye olarak verip, birkaç sene bunlardan yalnız kârları alıp vakfın
masraflarına harc etse, sonra yerine baskası mütevellî olsa, tüccârlar iflâs veyâ firâr
etseler, yeni mütevellî, eskisine sermâyeleri tazmîn etdiremez. Vakf paranın
mütevellîsi, bunları tüccârlara mu’âmele ile ödünc verse, sonra azl olsa, yeni gelen
mütevellî bu paraları geri isteyince, buna vermege mecbûrdurlar. Rehn alarak
mu’âmele ile ödünc vermesi sart edilmis olan vakf parayı, mütevellîsi, rehnsiz ödünc
verip, ödünc alan, iflâs ederek ölse, para geri alınmasa, bunu mütevellî öder. Bunun
gibi, vekîl sâhibinin bildirdigi sarta uymıyarak zarara sebeb olursa, bu zararı
tazmîn eder. Mütevellî, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, vakf
sâhibinin vekîlidir. Imâm-ı Muhammede göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, fakîrlerin
vekîlidir. Belli bir yerde saklanması sart edilmis olmıyan vakf para, mütevellînin
evinde yangında zâyı’ olsa, mütevellî ödemez. Bir vakf dükkânı, mütevellî,
ecr-i misli ile kirâya verirken, kirâcıdan câize olarak, ya’nî hava parası da alsa, kirâcı
bu câize parayı geri alabilir. Vakf parayı, eskıyâ, mütevellîden zor ile alsa, mü-
– 862 –
tevellî tazmîn etmez. Vedî’a olan esyâ da böyledir. Mütevellî, vakfın kirâsını almak
için birini vekîl etse, vekîl aldıgı kirâyı kendi ihtiyâclarına sarf etse, bunu mütevellî
degil, bu vekîl tazmîn eder. Kâdî, vakfda sart edilmis olmıyan bir vazîfe ihdâs
edemez. Meselâ, vakf câmi’de bir müezzin varken, ikinci müezzin berâtı veremez.
Zeyd, bir vakfa birkaç sene mütevellî olup, kâdî o senelerin hesâblarını tedkîk
ile kabûl ve tasdîk eylese, câiz olur. Sübhe eden olursa, cevâb taleb eder. Bir
vakfın nâzırı, bunun tevliyetini de kendi üzerine alamaz. Vakf sâhibinin ta’yîn etdigi
mütevellî, nâzırın bilgisi altında, vakfı idâre eder).
(Ibni Âbidîn)de diyor ki: (Sart-ı vâkıf, nass-ı sâri’ gibidir sözü meshûrdur. Bu
söz, kâdî, vâkıfın sartlarına uymıyan hükm veremez, herkesin bu sartlara uyması
lâzımdır demekdir. Yalnız, yedi sart müstesnâdır. Bu yedi sartı kâdî degisdirebilir.
Meselâ, hiyânet eden mütevellîyi ve nâzırı azl etmesi vâcib olur).
(Dürr-üs-sukûk)de diyor ki, (Selânikde Abdürrahmân beg, meclis-i ser’ı serîfde,
besyüz kurus vakf edip, bunu mütevellî ta’yîn etdigi Muhammed agaya teslîm
etdi. Söyle sart ile ki, bu para her sene, onu onbirbuçuk kurus olarak mütevellî tarafından
muâmele yolu ile ödünc verilerek üretilecek, her sene hâsıl olan gelirden
her gün onbes akça sebîlciye verilip su dagıtılacak, her gün iki akça verilerek sebîlin
su yolları ta’mîr edilecek. Mütevellîye hergün iki akça verilecek. Selânik müftîsi
Mustafâ efendi, bu vakfa nâzır olup, her gün kendisine bir akça verilecek. Bu
vakfın her sene teftîs olunacak muhâsebesini tutmak için, bir akça yevmiye ile muhâsebeci
tutulacak. Muhammed aga vefât edince, Selânik müftîleri tarafından
seçilen dindâr, sâlih ve bu ise muktedir bir mütevellî bu vakfı idâre edecekdir. Yıllardan
sonra bu sartlar yapılamazsa, vakf paranın hepsi fukarâya dagıtılacakdır.
Mütevellî Muhammed aga, tevliyeti kabûl ve besyüz kurusu teslîm alınca, vakf sâhibi,
para vakfının üç imâma göre câiz olmadıgını, vakfın red edilmesini istedi. Mütevellî
ise, para vakfının, âdet olan yerlerde, imâm-ı Muhammede ve Züfere göre
câiz oldugunu bildirerek, parayı vermek istemedi. Kâdî, vakfın sıhhatine ve tescîl
edilmesine karâr verdi. Mahkeme hükmü ile, bu vakf sahîh oldu.
Kayserinin Kermir köyünde, Devlet-i aliyye tebe’asının rum milletinden ve tüccârdan
Aleksan, meclis-i ser’ı serîfde der ki, Kayserîli merhûm hazînedâr Alî aga
vakfının berât ile mütevellîsi Ahmed efendi, bu vakf paradan bana besbin kurus
ödünc verdi. Ben de bu parayı teslîm alıp kullandım. Bu besbin kurus ve bu vakfın
malı olup Ahmed efendiden bir sene sonra ödemek üzere satın aldıgım bir ceb
sâatinin semeni olan yediyüzelli kurus ki, cem’an besbinyediyüzelli kurus, bu
vakf için Ahmed efendiye borcumdur dedikde, mütevellî Ahmed efendi ve asagıda
ismleri yazılı sâhidler ikrâr etdiler ve kefîller mal ile kefîl ve zâmin olup, birbirlerinin
zimmetine kefîl olduklarını bildirdiler. Tasdîk ve tescîl olundu).
Vakf hakkında buraya kadar bildirilenler gösteriyor ki, fâiz ile çalısan zararlı
bankalar yerine, para, mal, mülk vakfları kurmak mümkindir. Böylece, din ve dünyâ
zararları önlenebilecek, millete ve devlete çok fâideli olacakdır.
Bankalar ba’zan milyonlarca lira ikrâmiyye dagıtıyorlar. Bunu bankaya fâiz ile
para yatıranlar arasında kur’a çekerek, kazananlara veriyorlar. Hâlbuki, yılda yüzde
onbese kadar mu’âmele ile ödünc vermenin câiz oldugunu onikinci maddede
bildirmisdik. Bunun için, bankalar fâiz ödemeyip ve ikrâmiyye vermeyip, bu paralar
ile, para yatıranlardan ucuz olan bir malı, yüksek fiyât ile satın alarak, bunlara
fâiz yerine bu malın bedelini ödeseler ve bankadan ödünc para alanlara ucuz
malı, meselâ verdikleri makbûzu, satarak, bunlardan fâiz yerine bu malın bedelini
alsalar, böylece fâiz adı ile alıp verdikleri paraları, bu malların semenleri olarak
alıp verseler, hem kendilerini, hem de milleti fâiz ve kumar günâhlarından kurtarırlar.
Ticâretde ve bilhâssa sanâyı’de, nakl vâsıtalarında kullanılan büyük sermâyelere,
oralarda veyâ baska yerlerde çalısan herkes ortak edilirse, böylece kâra or-
– 863 –
tak olurlarsa, herkes parasını sirketlere yatırır. Bankalar fâizle para alamaz olur.
Milleti sömüremez olur. Islâmiyyetin emr etdigi gibi çalısmaga mecbûr olurlar. Köylüyü,
altından kalkılmaz fâiz borclarına, felâkete, tenbellige sürükliyen ve birkaç
kisinin menfe’ati için kurulmus olan bir bankayı, Allahü teâlânın emrlerine uygun,
tüccârlara, san’at adamlarına, fabrikalara sermâye vererek ortak olan, binâ, te’sîsler
yapıp satan, her cihetden verimli, fâideli islâm bankası sekline sokmak, pek
mümkin ve çok kolaydır. Bankaların, böylece, milletlerin refâh ve se’âdetine,
memleketlerin kalkınmasına çok hizmet edecegi muhakkakdır.
Süâl: Ev yapdırmak için, hiç veyâ lüzûmu kadar parası olmıyan bir kimse, bankadan
fâiz ile ödünc alıp ev yapdırıyor. Bir yuva sâhibi oluyor. Fekat, fâizi ödemek
de çok zor oluyor. Ödiyemezse, borcu artıp, evi satılıp, emekleri bosa gidiyor. Sıkıntıdan
kurtulamıyor. Islâm bankası, bunu nasıl fâideli sekle çevirebilir?
Cevâb: Islâm bankası, buna fâiz ile para vermez. Ondan, istedigi evin bütün evsâfını
ögrenerek, kendi mühendisleri, ustaları ile ve en iyi malzeme ile, onun yapdırabileceginden
dahâ iyi, medenî ihtiyâcları da karsılayan ev yapdırır. Sonra, banka,
bütün masraflarını ve kârını da katarak, bu evi ona taksît ile satar. O kimse, zahmetsizce,
iyi bir eve kavusdugu gibi, banka da, fâizsiz yardım yapmıs, kendisi de
halâl para kazanmıs olur.
Süâl: Dâr-ül-harbde, ya’nî Fransa gibi putlara tapınılan yerde bulunan ve müsterîleri
kâfir olan bankaya para yatırıp fâiz almak câizdir. Herhangi bir bankadan,
zarûret olmadan para çekip fâiz ödemek, her zemân ve her yerde harâmdır. Böyle
olunca, kâfirler, bankadan yüzbinlerce lira çekip büyük isler yapıyor. Müslimân
tüccâr, bankadan hiç para çekemedigi için, büyük isler göremiyor. Ticâret kâfirlerin
elinde kalıyor. Müslimân tüccâr, onların elinde oyuncak oluyor?
Cevâb: Müslimân tüccâr, müslimân zenginlerden karz-ı hasen olarak, ödünc alır.
Böylece, bankaya binlerce lira fâiz ödemekden kurtulur. Ödünc veren de, çok sevâb
kazanır. Tüccâr, islâmiyyete uymazsa, emniyyet, güven kazanamaz. Kimseden
ödünc birsey alamaz. Ödünc alamıyan bir tüccâr, hisse senedleri çıkarıp, müslimânları
kendine ortak yapmalı. Kâra ortak olmak için, zenginler, tüccâra çok para verirler.
Bankalar pek az fâiz verdigi için, paralarını bankaya degil, ticârete yatırırlar.
Böylece, yurdda ticâret, san’at gelisir. Memleket kalkınır. Hem de, bankalar,
zenginleri soyamaz, milleti sömüremez olurlar. Memleket refâha kavusur.
Süâl: Zenginler, tüccârlara ve san’at sâhiblerine ortak olmuyor. Paralarını bunlara
fâiz ile ödünc vermek istiyorlar. Bunun çâresi nedir?
Cevâb: Islâm dîninde herseyin çâresi vardır. Her isde islâmiyyete uymak pek kolaydır.
Bunun için, fıkh ilmini iyi ögrenmek veyâ iyi bilen bir Allah adamını bulup,
ona sormak lâzımdır. Zengin, san’at veyâ ticâret sâhibine lâzım olan esyâyı, makineleri,
kendisi için satın alır. Sonra, uyusacakları yüksek fiyâtla, veresiye olarak,
bunlara satar. Belli zemânlar için ödeme senedi yaparlar. Böylece, san’at veyâ ticâret
sâhibinin isi fâizsiz yapılmıs, zengin de, banka fâizinden katkat çok kazanc
saglamıs olur. Aralarına banka karısmamıs olur.
Süâl: San’at sâhibine lâzım olan demir esyâ, makina ve benzerleri, zengine satılmıyor.
Yalnız san’at sâhiblerine satılıyor. Bu durumda ne yapılabilir?
Cevâb: Islâm dîni, her zorlugu kolaylasdırıcıdır. Islâmiyyetde, çözülemiyecek
hiçbir mes’ele yokdur. Ehl-i sünnet âlimleri, kıyâmete kadar yapılacak olan her isin,
her yeniligin, her bulusun, insanların se’âdetleri için kullanılabilmeleri yollarını,
Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i serîflerden çıkarmıslar, kitâblarına yazmıslardır.
Kendilerini müctehid sanan ve tanıtan ve yüksek islâm âlimleri ile boy ölçüsmege
kalkısan din câhillerine, îmân hırsızlarına ve dinde reform istiyenlere, yapacak
bir is bırakmamıslardır. Müslimânların, dinde reform yapmaları, yeni yeni seyler
uydurmaları degil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını anlamaga, ögrenmege ça-
– 864 –
lısmaları, islerini bunlara uygun yapmaları lâzımdır. Bu çalısmaları nefs ile cihâd
olur. Felâketden, azâbdan kurtulmak istiyenler için, ya’nî Kur’ân-ı kerîme, islâmiyyete
uymak istiyenler için, dogru yol budur. Kendi akllarına güvenerek, Kur’ân-ı kerîmden
ve hadîs-i serîflerden ma’nâ, hükm çıkarmaga kalkısanlar, yanılır, aldanır
ve Ehl-i sünnetden ayrılırlar. Ehl-i sünnetden ayrılan da, yâ sapık olur, yâ kâfir olur.
Kendisi için mal satın alamıyan bir zengin, para vermek istedigi san’at sâhibini,
(Su para ile, su malı almak için, seni umûmî vekîl yapdım) diyerek, vekîl yapar.
San’at sâhibi de, vekîl olup, sened karsılıgı, parayı zenginden alır. Bu para ile, bu
malı, kendi adına satın alır. Zengine teslîm edip, senedini geri alır. Aralarındaki
ikinci bir sözlesme ile, bu malı, zenginden veresiye, yüksek fiyâtla satın alır. Böylece,
ikisi de, fâiz günâhından kurtulmus ve dahâ çok kazanmıs olurlar.
Süâl: Bankalar, zenginlerin, hasîslerin sakladıkları paraları alıp, is adamlarına
veriyor. Kalkınmaga yardım ediyorlar. Müslimânlar, banka ile is görmezse, bankalar
kapanır. Bankada çalısan binlerce insan issiz kalır. Bu zarar nasıl önlenebilir?
Cevâb: Zengin, parasını az bir fâiz almak için bankaya yatırıyor. Is adamına verince,
katkat çok kazanır. Elbet bunu tercîh eder. Banka, bunların arasına giremez,
is adamını sömüremez olur. Bankalar, her sene milyonlarca lirayı is adamlarının
cebinden alamayınca, önceki sahîfede bildirdigimiz fâideli hizmetlerine hız verir.
Fâizsiz kazanclarını artdırır. Hem kazanırlar, hem de kalkınmaga dahâ çok yardımcı
olurlar. Bankada çalısanların ücretlerini bu halâl kazançlarından öderler.
20 — SIRKETLER
(Ibni Âbidîn)de ve Âtıf begin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mecelle)nin 1045 ve
1060 ve 1329 uncu maddeleri ve sonrası serhlerinde diyor ki:
Sirket, ortaklık demekdir. Islâmiyyetde, sirketler iki kısmdır:
1 — Mülk sirketi: Iki veyâ dahâ çok kimsenin, mîrâs veyâ hediyye sûreti ile veyâ
parasını belirli oranda verip satın alarak, ayn veyâ deyn olan bir mala berâber
sâhib olmalarıdır. Yâhud, mallarını, ayrılamıyacak seklde, karısdırıp ortak olmalarıdır.
Birincisinde, ortak malın her parçasında, her dânesinde ortakdırlar. Ikincisinde
ise, her birinin dâneleri digerinin dâneleri ile karısmısdır. Birincisinde, hisse-
i sâyı’asını diledigine satabilir. Ikincisinde ise, ancak ortaklarına veyâ onlardan
izn alarak diledigine satabilir. Ortak binâdan ve tarladan, kendi malının mikdârı
nisbetinde ve digerlerinin hisselerine zarar vermiyecek seklde, istifâde edebilir. Iznsiz
baskalarına kullandıramaz. Izn verenlerin hisselerini de kullanabilir. Mislî
olanlardan hissesini fâiz olmıyacak seklde ayırıp kullanabilir. Meyveden hissesini
yiyebilir. Çürüyecek, bozulacak seyleri satıp, semenini ortaklarına dagıtır. Hissesini
iznsiz herkese satabilir. Satın al veyâ hisseni bana sat diye zorlanılmaz.
Ortaklasa sıgır kurban edenlerin, bu kurban etinde olan hisseleri de, mülk sirketi
olur. Üçüncü kısmda, onbirinci madde sonuna bakınız!
Mülk sirketinin çesidleri, ortakların hakları, düyûn-i müstereke, müsterek malın
taksîmi, menfe’atlerin taksîmi, apartmanlarda oturanların müsterek hakları,
(Mecelle)de binkırkbesinci [1045] maddeden baslıyarak uzun yazılıdır.
2 — Akd ile ya’nî sözleserek kurulan sirketdir: Bir yazılı mukâvele yaparak,
ortakların kabûl etmesi ile kurulur. Birinin vazgeçmesi ile sirket bozulur. A’zâdan
birine, kârdan mu’ayyen birsey verilmesini sart koymak sirketi bozar. Sermâye mal
oldugu zemân, sermâyenin, altın veyâ gümüs veyâ geçer her çesid para olması ve
mevcûd ve ma’lûm olması lâzımdır. Deyn [alacak] olan para ve urûz, ya’nî hacm
ile, vezn ile, sayı ile ölçülen seyler sermâye olamaz. Bunlar ve binâ önceden müsterek
bulunurlarsa, imâm-ı Muhammede göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, sermâye
olabilirler. Malları önceden müsterek degilse, müsâvî kıymetdeki mallarının ya-
– 865 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:55
rılarını birbirlerine satarlar. Bir kimse malını baskasının dükkânında satmak sartı
ile sirket fâsid olur. Kâr satıcının olmak ve dükkân sâhibine ücret vermek lâzımdır.
Akd ile sirket yedi dürlü olur:
A) Mufâvada, ya’nî müsâvât sirketi: Sirket malının hepsini kullanmak hakkı ve
koydukları sermâyenin hisse mikdârı ve kâr taksîminin, bütün serîkler için müsâvî
olması ve serîklerin müslimân olması sartdır. Herbirinin, sermâyesinden baska
parası bulunmaması da sartdır. Bu dört sartdan biri bulunmazsa, ikinci kısm sirket
(Inân sirketi) olur. Serîklerden herbiri, digerlerinin kefîli ve vekîlidir. Ortaklar,
sirketin borclarından ve te’ahhüdlerinden müteselsilen ve bütün malları ile
mes’ûldürler. Meselâ, bir serîk, birsey satın alsa, satıcı, parasını diger serîklerden
istiyebilir. Imâm-ı Ebû Yûsüfe göre, zimmî [gayr-i müslim] de serîk olabilir. Sirket
nizâmnâmesine (Mufâvada) kelimesini yazmak veyâ bütün sartları sıralamak
lâzımdır. Hisse bedellerini sirkete teslîm veyâ bunları karısdırmak sart degildir.
Mufâvada ve Inân ve mudârebe sirketleri, altın, gümüs lira ve kuruslarla, altın
ile gümüs esyânın para gibi geçdigi yerlerde, bu esyâ ile ve [imâm-ı Muhammede
göre] her geçer akça [meselâ kâgıd lira] ile kurulur veyâ vezn, hacm, aded ile ölçülen
bir cins malı, müsâvî mikdârda karısdırdıkdan sonra kurulabilir. Malın herhangi
parçası satılınca, parası ve kârı bütün serîkler arasında müsterek olur. Avrupalılar,
mufâvada sirketini müslimânlardan alıp, Kollektif sirket demislerdir.
B) Inân sirketi: Serîklerin, birbirine vekîl olup, kefîl olmadıkları sirketdir. Kefîl
olmaları da ayrıca sart edilebilir. Sermâye hisselerinin müsâvî olması sart degildir.
Kârın nasıl taksîm edilecegi bildirilmezse, sirket fâsid olur. Sirket, bir veyâ
çesidli ticâret yapar. Kâr nisbeti, hisseye göre degil, sartnâmeye göredir. Serîklerden
bir kısmı, sirketde çalısırsa, kârdan ayrıca ücret alır. Serîklerin hepsinin veyâ
bir kısmının çalısması sart edilirse: (Sermâyeler ve isleri müsâvî olup, ba’zılarına
veyâ ba’zıları çalısıp, çalısanlara fazla nisbetde kâr vermek câiz oldugu gibi,
sermâyeler farklı olup, sermâyesi az olanlar çalısıp, kârı müsâvî olarak bölmek câiz
olur. Sermâyesi çok olanın çalısmasını sart etmek câiz olmaz ve kâr, sermâyeler
nisbetinde bölünür. Sirketde çalısmıyanlara veyâ isi az olanlara, sermâye nisbetinde
fazla kâr câiz degildir). Müsterîye karsı damânı, ya’nî mes’ûliyyeti kabûl
etmek de, is görmek sayılır. Bunun için, dükkân sâhibi veyâ usta, çıragının aldıgı
ücretden de pay alır.
Serîklerin çalısması sart edilmezse, kendiliklerinden is görmüs olurlar. Is yapmıyanlar
da, kârdan fazla nisbetde alabilirler. Yalnız sermâyesi çok olanların vazîfe
almasını sart etmek câiz olur. Sermâyesi olan bir kimse, iki misli para da
baskasından alıp, is yaparak, kazancın bir kısmı kendine, iki katı, para verene olması
câizdir. Is sart olmakla berâber, kârın dörtde üçü para verene olması câiz degildir.
Sermâyeyi karısdırmak, burada da sart degildir. Kefîl olmadıkları için, dısarıya
olan borcu, yalnız satın alan öder ve vekîl oldukları için de, sirket malından
öder. Zararlar, âfetler, dâimâ sermâye nisbetinde bölünür. A ve B sirketlerinde serîklerin,
yabancılara sirketden sermâye, mudârebe ve emânet vermek, ücretle
adam ve sâire tutmak ve vekîl tutmak hakkı vardır. Fekat baskasına borc ve hediyye
veremezler. Sirket malı, serîklerde emânet oldugundan, elinde helâk olunca
tazmîn etmezler.
C) Sirket-i a’mâl veyâ Sanâyı’ sirketi: Iki veyâ dahâ ziyâde san’at sâhibleri
baskasından is kabûl edip ücretini veyâ bir fabrika kurup i’mâlât kârını taksîm ederler.
Is, isçilik müsâvî, kâr farklı olabilir. Bir sirketin alacagı sipârisi, her serîk yapar.
Her serîk is kabûl eder ve satıs yapar. Herbirinin kazancına ve zararına, her
serîk, sözlesmelerindeki oranda ortakdır. Sanâyı’ sirketi, mufâvada ve ınân seklinde
olabilir. Inân seklinde, kârın bölünmesi, çalısma nisbetinde olmıyabilir.
Dükkân birinin, âlât edavât ötekinin olmak üzere sirket sahîh olur. Hammâlların
– 866 –
sirket kurmaları sahîh olur.
D) Vücûh, ya’nî i’tibâr [kredi] sirketi: Sermâyesiz olup, halk arasında emniyyet
ve i’tibârları ile veresiye mal alıp satmak üzere kurulan sirketdir. Kâr, malın
helâki veyâ ziyândaki tazmîn nisbeti sartına göre taksîm edilir. Mufâvadada bu nisbet
yarı yarıyadır ve serîkler birbirine kefîl de olur. Mufâvada denmez ise, satın
alınan malın tazmîni nisbeti, ınân sirketinde hangi nisbetde ise, kâr bu nisbet
üzere bölünür. Inânda kâr, bu nisbet dısında da bölünüyordu. Burada ise, kâr nisbeti,
tazmîn nisbetinden baska olamaz.
Câiz olmıyan [fâsid] sirketler: Vekîl tutmak câiz olmıyan seylerde, meselâ,
odun, ot toplamak, yimek için avlamak, su dagıtmak için ve daglardaki sâhibsiz
agaçlardan meyve toplamak ve umûma mubâh olan yerden tuz, ma’den çıkarmak
ve böyle toprakdan yapılmıs tugla ve kiremidi pisirmek gibi mubâh olan seyleri yapmak
için sirket kurmak sahîh degildir. Herkesin topladıgı kendisinin olur. Yardım
eden olursa, ona ücret verir ve ücret, toplanan seyin semeninin yarısını geçemez.
Çünki, sirketde ortaklar birbirlerine vekîl olurlar. Vekîl yapmak demek, birseyi
tesarruf etmege hakkı olmıyan kimseye, bu seyi tesarruf etmege, ya’nî kullanmaga
hak vermek demekdir. Herkesin tesarruf etmege hakkı olan, ya’nî herkese mubâh
olan seylerde vekîl yapmak sahîh olmaz. Fâsid sirketlerde, kâr sermâye nisbetinde
olur. Serîklerin fesh etmesi ile sirket bozulur.
E) Mudârebe sirketi: Mudârebe, yer yüzünde yürümek demekdir. Serîklerden
bir kısmı sermâye vermek, bir kısmı da is yapmak üzere kurulur. Is yapanlara,
(Mudârib) denir. Kâr, önceden sözlesilen oranda paylasılır. Sermâye, is yapanlarda
emânetdir. Telef olursa ödemezler. Helâk oldugunu, yemîn ederek söyleyince,
sözleri kabûl edilir. Sermâye verenler, is yapamaz. Sermâyenin, altın, gümüs
veyâ baska geçer para olması lâzımdır. Urûz verip, bunu sat, parası ile ticâret yap
derse, satıp bedelini sermâye yapınca, mudârebe sirketi olur. Filândaki alacagım
olan su kadar lirayı al da, mudârebe ile kullan dese, sahîh olur.
Ibni Âbidîn, ınân sirketinde diyor ki, imâm-ı Zeyla’î buyuruyor ki: (Sermâye sâhibi,
is gören tarafından, parasının ödenmesini istiyorsa, paranın çogunu ona
ödünc verir. Sonra, az bir para vererek, is yapmak sart edilmeksizin onunla ınân
sirketi kurar. Fekat, mal sâhibi is yapmaz. Kâr olursa, hâzırladıkları sartnâmeye
göre taksîm ederler. Sermâye helâk, ziyân olursa, is gören, borcunu öder). Burada,
is sart edilmeyip, borclu sartsız çalısıyor ve para sâhibi, kârın yarıdan fazlasını
alabiliyor ve ayrıca borcunu da alıyor. Ibni Âbidîn sirketler sonunda buyuruyor
ki: Bir kimse, birisine bin altın verip, yarısını sana ödünc veriyorum, yarısını
da mudârebe için veriyorum. Kâr yarı yarıya olsun! Veyâ yarısını borc verdim, yarı
yarıya sirket kuralım. Kâr yarı yarıya olsun, derse câizdir. Kârın hepsi is yapanlara
sart olursa, sermâye bunlara borc verilmis olur. Kâr mal sâhiblerine ise, is yapan
ücretsiz vekîl olur. Mudârebe fâsid olursa, is yapan ücretli isçi olur. Kârın hepsi,
sermâye sâhibinin olur. Sermâye sâhibi, buna, emsâlinin aldıgı ücreti verir. Mudârebede,
paranın is yapana teslîm edilmesi ve sözlesirken kârın taksîm oranının
belli edilmesi lâzımdır. Bir tarafa mu’ayyen bir kâr sart olursa, akd bozulur. Zarar,
ziyân is görenlere âid olmak sartı bosdur ve sirketi bozmaz. Zarar, mal sâhiblerine
âiddir. Müddeti ve yeri sart olmazsa, is yapanlar, malı, alısverisde kullanır,
vekîl tutar, sefere çıkar. Emânet, rehn ve kirâya verir. Çünki, bunlarda hep kâr vardır.
Fekat, borc alıp vermek, sadaka vermek, hediyye vermek, mal sâhiblerinin arzûsu
ile olabilir. Mal sâhibleri, ticâreti bir sehrde ve bir cins esyâ ticâretinde ve belli
zemânda ve belli tüccârlar ile diye sart edince, isi yapanların buna uymaları lâzımdır.
Uymayıp ve ziyân ederlerse öderler. Kâr ederlerse kendilerinin olur. Is yapanlar
zarar ederse, ödemezler. Is görenler, sermâyeden kendilerine sarf edemezler.
Sefer ederse, yime, içme ve yolluk alabilir, âdetden fazla alamaz. Is görecek
olan kimse, aldıgı parayı is için kullanmayıp, kendi ihtiyâclarını karsılamak-
– 867 –
da sarf ederse, bu hâl iki âdil sâhid ile isbât edilirse, tazmîn etdirilir. Para sâhibi,
diledigi zemân, is yapanı azl eder.
F) Müzâre’a sirketi: Harman yapılan seyleri yetisdirmek için, tarla ya’nî toprak
birinden, isçilik digerinden olmak ve mahsûlü, sözlesilen nisbetde paylasmak
üzere, iki kisi arasındaki sirketdir. Zirâ’at sirketi, imâm-ı Ebû Yûsüf ve Muhammede
“rahimehümallahü teâlâ” göre, asagıdaki ondört sartla yapılır:
1 — Tarla zirâ’ate elverisli olmalıdır.
2 — Sirket kuranlar, müslimân, âkıl ve bâlig olmalı. Imâm-ı a’zama göre bâlig
olmaları sart degildir.
3 — Sirket müddeti belli olmalıdır.
4 — Tohum kimden olacagı belli olmalıdır.
5 — Tohumun cinsi belli olmalıdır.
6 — Tohum vermiyenin mahsûlden alacagı yüzde mikdârı belli olmalıdır.
7 — Serîklerden birine, mahsûlden belli bir mikdâr veyâ tarlanın mu’ayyen yerinden
ayrılmıyacakdır.
8 — Tarla sâhibi, tarlayı serîkine teslîm edecekdir.
9 — Mahsûl, tohumluk olarak bir mikdâr ayrılmadan taksîm olunacakdır.
Mahsûlün usrunu, taksîmden önce ayırmagı sart etmek câizdir.
10 — Mahsûlün dâne kısmı taksîm edilecek, saman taksîm edilecek veyâ tohum
sâhibinin olacakdır.
11 — Tarladan alınan mahsûlü tasımak, biçmek, harman etmek, savurmak
masrafları, taksîmden önce ayrılır. Isçilik yapan serîke âid olmak da câizdir.
12 — Mahsûlü almadan önce yapılan masraflar, isçilik eden serîke âid olacakdır.
13 — a) Tohum, toprak sâhibine, öküz veyâ makina ise, çalısana.
b) Tohum ve öküz veyâ makina, çalısana.
c) Tohum ve öküz veyâ makina, tarla sâhibine olmak câizdir.
14 — a) Öküz veyâ makina, toprak sâhibine, tohum ise çalısana.
b) Tarla sâhibi çalısıp, tohum ve öküz diger serîke.
c) Is ve öküz, tarla sâhibine, yalnız tohum diger serîke câiz degildir.
Yukarıdaki maddelere uymıyan sartlar sirketi bozar ve mahsûlün hepsi, tohum
sâhibinin olup, digerine ücret verilir. Ücreti, sartnâmedeki hissesini asamaz.
Müzâre’aya verilmis topragı, toprak sâhibi baskasına satarsa, müsterî toprak kurtuluncıya
kadar bekler. Yâhud, mahkeme yolu ile bey’i fesh etdirir.
G) Müsâkât sirketi: Bagda üzüm, bagçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetisdirmek
için, toprak sâhibi ile, çalısacak kimse arasında yapılan sirket olup,
müzâre’a gibi olur. Çalısan hastalanırsa, sirket bozulur. Agaç dikip yetisdirmek için
sirket kurulmaz. Eger kurulursa, yetisen agaçlar, toprak sâhibinin olup, çalısana
ücret verir.
Ask, öyle atesdir ki, parlayınca,
ma’sûkdan baska herseyi yakdı.
Hakdan baskasını öldür, (lâ) kılıncıyla,
lâ dedikden sonra, bak ne kaldı.
Yalnız (illallah) görürsün, bakınca,
Sevin! Ortaklar, yandı kalmadı.
– 868 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...