AKIL VE AKLI SELİM
Akl, insan dimâgı vâsıtası ile, his uzvlarından, seytândan ve nefsden kalbe gelen
Akl, insan dimâgı vâsıtası ile, his uzvlarından, seytândan ve nefsden kalbe gelen
arzûları inceliyerek, iyilerini kötülerinden ayıran bir kuvvetdir. Ayırırken yanılmazsa
(Akl-ı selîm) denir. Allahü teâlâ, ayrıca Peygamberler göndererek, hangi
seylerin fâideli, iyi ve hangi seylerin zararlı, fenâ olduklarını ve nefsin bütün arzûlarının
kötü oldugunu bildirdi. Akl, nefsin isteklerini, Peygamberlerin iyi dedikleri
seylerden ayırıp, kalbe bildirir, kalb de, aklın bildirdigini ihtiyâr ederse, ya’nî
tercîh ederse, nefsin arzûlarını yapmagı irâde etmez. Ya’nî dimâg [beyin] vâsıtası
ile, hareket uzvlarına bunu yapdırmaz. Kalb, islâmiyyetin iyi dediklerini, ihtiyâr
ve irâde eder ve yapdırırsa, insan se’âdete kavusur. Kalbin, iyiden, kötüden birini
ihtiyâr ve irâde etmesine (Kesb) denir. Insanın hareket organları, dimâgına,
dimâg da kalbine tâbi’dir. Kalbin emrine uygun hareket ederler. Kalb, dimâg vâsıtası
ile his organlarından ve rûh vâsıtası ile taraf-ı ilâhîden ve akldan, melekden,
hâfızadan, nefsden ve seytândan gelen te’sîrlerin toplandıgı bir merkezdir. Kalb,
akla uyunca, nefsin yaratılmıs olması, insanların sonsuz ni’metlere kavusmalarına
mâni’ olmaz. (Herkese Lâzım Olan Îmân) 64.cü sahîfeye bakınız! Kalbin nefse
aldanmaması, ona uymaması, nefs ile (Cihâd-ı ekber) olur. Allahü teâlâ, cihâd
edenlere, Cennetde yüksek dereceler verecegini bildiriyor. Nefs, insanların cihâd
sevâbına kavusmalarına, meleklerden üstün olmalarına sebeb olmakdadır.]
14 — Allahü teâlânın rahmeti, sefkati dünyâda mü’minlere ve kâfirlere, herkese
birlikde yetisdigi ve herkesin çalısmasına ve iyiliklerine dünyâda karsılıgını verdigi
hâlde, âhıretde kâfirlere merhametin zerresi bile yokdur. Nitekim Hûd sûresi,
onbesinci âyetinde meâlen, (Görüsleri kısa, aklları eksik olanlar, âhıreti düsünmeyip
her iyiligi, söhret, mevkı’ ve hurmet gibi dünyâ râhatlıklarını ve lezzetlerini
kazanmak için yapıyor. Bu yapdıklarının karsılıklarını dünyâda kendilerine temâmen
verir, umduklarından birini esirgemeyiz. Bunların âhıretdeki kazançları,
yalnız Cehennem atesidir. Çünki, iyiliklerinin karsılıklarını almıslardır. Alacakları
yalnız, bozuk niyyetlerinin karsılıgı olan, Cehennem atesi kalmısdır. Hırs ve
sehvetleri için, gösteris için yapdıkları iyilikleri âhıretde kendilerine yaramıyacak,
bunları Cehennemden kurtaramıyacakdır) buyuruldu.
Isrâ sûresinde, onsekizinci âyetinde meâlen, (Görüsleri ve aklları, bu dünyâ çerçevesine
sıkısmıs olanlar, âhıreti bırakarak dünyânın çabuk geçici zevklerinin arkasında
kosuyor. Gece gündüz düsündükleri ve sıkıntılara katlanarak özledikleri
bu ni’metlerden, diledigimizi, istediklerimize kolaylıkla ve bol bol veririz. Fekat,
bunlara böylece iyilik etmiyoruz. Cehennem azâbını hâzırlıyoruz. Bunlar
âhıretde rahmetden uzaklasdırılıp, kötü bir hâlde, Cehenneme sürükleneceklerdir.
Herbiri çabuk biten ve arkasından sıkıntılar ve felâketler bırakan bu dünyâ lezzetlerine
baglanmayıp da, va’d etdigim sonsuz ve hakîkî ve hiç degismeyen âhıret
ni’metlerini istiyerek, gösterdigim ve begendigim iyilikleri yapanlara gelince,
bunlar, Kur’ân-ı kerîmde bildirdigim yolda yürüdükleri için, bütün iyiliklerini
begeniriz. Dünyâda, hem dünyânın âsıklarına, hem de sözlerime inanıp emrlerimi
yapanlara istediklerini veririz. Kimseyi umdugundan mahrûm bırakmayız.
Ni’metlerimizi hepsine serperiz. Senin Rabbinin ni’metlerinin yetismedigi kimse
yokdur) buyuruldu.
15 — Muhammed aleyhissalâtü vesselâma tâm ve kusûrsuz tâbi’ olabilmek
için, Onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, Onun düsmanlarını
düsman bilmek, Onu begenmeyenleri sevmemekdir. Muhabbete müdâhene,
ya’nî gevseklik sıgmaz. Âsıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı birsey
yapamaz. Aykırı gidenlerle uyusamaz. Iki zıd seyin muhabbeti bir kalbde, bir
arada yerlesemez. Iki zıddan birini sevmek, digerine düsmanlıgı îcâb eder.
Bu dünyâ ni’metleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın baskasınındır.
Âhıretde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır. Bu birkaç günlük
hayât, eger dünyâ ve âhıretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisse-
– 32 –
lâma tâbi’ olarak geçirilirse, se’âdet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtulus umulur. Yoksa
Ona tâbi’ olmadıkça, hersey, hiçdir. Ona uymadıkça, her yapılan hayr, iyilik, burada
kalır, âhıretde ele birsey geçmez.
16 — Muhammed Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mahbûb-i Rabbil’âlemîndir.
Ya’nî Allahü teâlânın sevgilisidir. Her seyin en iyisi, sevgiliye verilir.
[Seyyid Abdülhakîm efendi buyurdu ki: (Her Peygamber, kendi zemânında, kendi
mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed
“aleyhisselâm” ise, her zemânda, her memleketde, ya’nî dünyâ yaratıldıgı günden,
kıyâmet kopuncaya kadar, gelmis ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en
üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde degildir. Bu güç birsey degildir.
Diledigini yapan, her istedigini yaratan, Onu böyle yaratmısdır. Hiçbir insanın
Onu medh edecek gücü yokdur. Hiçbir insanın, Onu tenkîd edecek iktidârı yokdur).
Allahü teâlânın, (Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım!) buyurdugu, (Ma’rifetnâme)
önsözünde ve (Mevâhib-i ledünniyye)nin 6. cı ve 13. cü ve (Envâr-ı Muhammediyye)
nin 13. cü ve 15. ci sahîfelerinde yazılıdır. Imâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)
ının üçüncü cildindeki, 122. ci ve 124. cü mektûblarında da yazılıdır.]
17 — Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür görünmez bütün iyilikleri,
bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, sevgilisinde toplamısdır. Meselâ, insanların
en güzel yüzlüsü ve gâyet nûrânî benizlisi idi. Mubârek yüzü, kırmızı ile karısık
beyâz olup, ay gibi nûrlanırdı. Sözleri gâyet tatlı olup, gönülleri alır, rûhları
cezb ederdi. Aklı o kadar çokdu ki, Arabistân yarım adasında, sert, inâdcı insanlar
arasında gelip, çok güzel idâre ederek ve cefâlarına sabr ederek, onları yumusaklıga
ve itâ’ate getirdi. Çogu dinlerini bırakıp müslimân oldu ve dîn-i islâm yolunda
babalarına ve ogullarına karsı harb etdi. Onun ugrunda mallarını, yurtlarını
fedâ edip, kanlarını akıtdı. Hâlbuki, böyle seylere alısık degildiler. Güzel huyu,
yumusaklıgı, afvı, sabrı, ihsânı, ikrâmı, o kadar çokdu ki, herkesi hayrân bırakırdı.
Görenler ve isitenler seve seve müslimân olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir isinde,
hiçbir sözünde, hiçbir zemân, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusûr görülmemisdir.
Kendisi için kimseye gücenmedigi hâlde, din düsmanlarına, dîne dil ve el uzatanlara
karsı sert ve siddetli idi. Herkese karsı yumusak olmasaydı, Peygamberlik heybetinden,
büyüklük hâllerinden, kimse yanında oturmaga ve sözünü dinlemege tâkat
getiremezdi.
Kimseden birsey okumamıs, ögrenmemis, hiç yazı yazmamıs iken ve seyâhat etmeyen
ve geçmislerden ve etrafdakilerden haberi olmayan insanlar arasında hâsıl
olmus iken, Tevrâtda ve Incîlde ve bütün baska kitâblarda yazılı seyleri bildirdi.
Geçmislerin hâllerinden haber verdi. Her dinden, her meslekden ileri gelenlerin
hepsini huccet ve burhânlar söyliyerek susdurdu. En büyük mu’cize olarak
Kur’ân-ı kerîmi ortaya koydu ki, altıbinikiyüzotuzaltı âyetinden biri gibi söyliyemezsiniz
diye meydân okudugu hâlde, kimse, bindörtyüz bu kadar seneden beri,
dünyânın her tarafında bütün islâm düsmanları elele vererek, mallar, servetler dökerek
ugrasdıkları hâlde, söyliyemedi. Simdi de, milyonlar dökerek ve yehûdî, papas,
mason güçlerini kullanarak, çalısdıkları hâlde söyliyemiyorlar. Hele o zemân,
arablarda, si’r, edebiyyât, fesâhat ve belâgat, herseyden ileri gidip en güvendikleri
basarıları oldugu hâlde, Kur’ân-ı kerîm karsısında, birsey söyliyemediler.
Kur’ân-ı kerîme böyle galebe çalamayınca, çokları insâfa gelip müslimân oldu. Îmân
etmeyenleri de, islâmiyyetin yayılmasını önlemek için, dögüsmege mecbûr oldu.
Kur’ân-ı kerîmde kimsenin yapamıyacagı, söyliyemiyecegi seyler sayılamıyacak
kadar çokdur. Burada altısını bildirelim:
Birincisi: Îcâz ve belâgatdır. Ya’nî az söz ile ve pürüzsüz ve kusûrsuz olarak, çok
sey anlatmakdır.
Ikincisi: Harfleri ve kelimeleri, arab harflerine ve kelimelerine benzedigi hâl-
– 33 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:3
de, âyetler, ya’nî sözler ve cümleler, onların sözlerine ve si’rlerine ve hutbelerine
hiç benzemiyor. Kur’ân-ı kerîm, insan sözü degildir. Allah kelâmıdır. Kur’ân-ı kerîmin
yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Dil
mütehassısları bunu pek iyi görüyor ve teslîm ediyor.
Üçüncüsü: Bir insan, Kur’ân-ı kerîmi ne kadar çok okursa okusun bıkmıyor,
usanmıyor. Arzûsu, hevesi, sevgisi ve zevkı artıyor. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmin tercemelerinin
ve baska sekllerde yazmalarının ve diger bütün kitâbların okunmasında,
böyle arzû ve lezzet artması olmuyor. Usanç hâsıl oluyor. Yorulmak baskadır,
usanmak baskadır.
Dördüncüsü: Geçmis insanların hâllerinden bilinen ve bilinmeyen birçok sey
Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekdedir.
Besincisi: Ilerde olacak seyleri bildirmekdedir ki, bunlardan çogu zemânla
meydâna çıkmıs ve çıkmakdadır.
Altıncısı: Kimsenin hiçbir zemânda, hiçbir sûretle bilemiyecegi ilmlerdir ki, Allahü
teâlâ, ulûm-i evvelîni ve âhırîni Kur’ân-ı kerîmde bildirmisdir.
Kur’ân-ı kerîmin mu’cize oldugu (Hakîkat Kitâbevi)nin türkçe ve ingilizce
nesr etdigi (Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbında çok güzel îzâh edilmekdedir.
Demek oluyor ki, büyük bir sehrde, herkesin arasında dogup, yetismis, kırk sene
birlikde yasayıp, bir kitâb okumamıs, seyâhat etmemis, si’r söylememis ve
nutk vermemis iken, birdenbire, kimsenin söyliyemiyecegi ve altısını bildirdigimiz
incelikleri ile, her sözün ve her kitâbın üstünde bir kitâb getiren ve güzel huyları
ve üstün hâlleri ile, bütün insanların ve Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim
ecma’în”, her bakımdan en iyisi olan bir kimsenin, Allahü teâlânın sevgili Peygamberi
oldugu, akl ve vicdân sâhibleri için, pek açık bir hakîkatdir.
18 — Ona tâbi’ olmak (Ahkâm-ı islâmiyye)yi begenip, seve seve yapmak ve
Onun emrlerini ve islâmiyyetin kıymet verdigi, üstün tutdugu seyleri ve âlimlerini,
sâlihlerini büyük bilip, hurmet etmekdir ve Onun dînini yaymaga ugrasmak demekdir
ve Allahü teâlânın emrlerine uymak istemeyenleri sevmemekdir.
[Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Hepiniz bir sürünün
çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü korudugu gibi, siz de evlerinizde ve emrleriniz
altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara müslimânlıgı ögretmelisiniz!
Ögretmez iseniz mes’ûl olacaksınız). Bir kerre de buyurdu ki, (Çok müslimân
evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Çünki,
bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düsüp ve yalnız
dünyâ isleri arkasında kosup, evlâdlarına müslimânlıgı ve Kur’ân-ı kerîmi
ögretmediler. Ben böyle babalardan uzagım. Onlar da, benden uzakdır. Çocuklarına
dinlerini ögretmiyenler, Cehenneme gideceklerdir). Yine buyurdu ki, (Çocuklarına
Kur’ân-ı kerîm ögretenlere veyâ Kur’ân-ı kerîm hocasına gönderenlere, ögretilen
Kur’ânın her harfi için, on kerre Kâ’be-i mu’azzama ziyâreti sevâbı verilir
ve kıyâmet günü, basına devlet tâcı konur. Bütün insanlar görüp imrenir). Yine
buyurdu ki, (Çocuklarınıza nemâz kılmasını ögretiniz. Yedi yasına gelince, nemâzı
emr ediniz. On yasına gelince kılmazlar ise, döverek kıldırınız). Yine buyurdu
ki, (Bir müslimânın evlâdı ibâdet edince, kazandıgı sevâb kadar, babasına da
verilir. Bir kimse, çocuguna fısk, günâh ögretirse, bu çocuk ne kadar günâh islerse,
babasına da o kadar günâh yazılır). Ibni Âbidîn nemâzın mekrûhları sonunda
buyuruyor ki, (Kendinin yapması harâm olan seyi çocuga yapdıran kimse, harâm
islemis olur. Ogluna ipek elbise giydiren, altın takan ve içki içiren, kıbleye karsı
abdest bozduran, kıbleye ayak uzatmasına sebeb olan kimse, günâh islemis olur).
(Mürsid-ün-nisâ)daki hadîs-i serîfde, (Zevcesinin ve çocuklarının haklarını îfâ etmiyenin
nemâzları, orucları kabûl olmaz) buyuruldu.
Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında buyuruyor ki,
– 34 –
(Meselâ kızların, kadınların açık gezmeleri harâmdır. Ince, dar, süslü, renkli seylerle
örtünerek gezmeleri de harâmdır. Böyle gezenler, Allahü teâlâya âsî oldukları,
günâha girdikleri gibi, bunların basında bulunan, baba, zevc, birâder ve amcadan
hangisi, böyle gezmege rızâ verir ise, bu da, ısyân ve günâhda ortak olur).
Dîn-i islâmın temeli, îmânı, farzları ve harâmları ögrenmek ve ögretmekdir. Allahü
teâlâ, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bunun için göndermisdir.
Gençlere bunlar ögretilmedigi zemân, islâmiyyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ,
müslimânlara (Emr-i ma’rûf) yapmagı emr ediyor. Ya’nî, benim emrlerimi, bildiriniz,
ögretiniz diyor ve (Nehy-i anilmünker) emr ediyor. Ya’nî, yasak etdigim
harâmları bildiriniz ve yapılmasına râzı olmayınız, diyor.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Birbirinize müslimânlıgı
ögretiniz. Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü basınıza
musallat eder ve düâlarınızı kabûl etmez). Ve buyurdu ki, (Bütün ibâdetlere verilen
sevâb, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su
gibidir. Gazânın sevâbı da, emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker sevâbı yanında, denize
nazaran bir damla su gibidir). Ibni Âbidîn, besinci cild sonunda (Fıkh âliminin
müslimânlara sagladıgı fâidenin sevâbı, cihâd sevâbından çokdur) diyor.
Hülâsa evlâd, ana baba elinde bir emânetdir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli
bir cevher gibidir. Mum gibi, her sekli alabilir. Küçük iken, hiçbir sekle girmemisdir.
Temiz bir toprak gibidir. Temiz topraga hangi tohum ekilirse, onun meyvesi
hâsıl olur. Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlânın emrleri ögretilir ve yapmaga
alısdırılırsa, din ve dünyâ se’âdetine ererler. Bu se’âdetde anaları, babaları
ve hocaları da ortak olur. Eger bunlar ögretilmez ve alısdırılmaz ise, bedbaht olurlar.
Yapacakları her fenâlıgın günâhı, ana, baba ve hocalarına da verilir. Tahrîm
sûresinde altıncı âyet-i kerîmenin meâl-i serîfi, (Kendinizi ve evlerinizde ve emrlerinizde
olanları atesden koruyunuz!)dur. Bir babanın, evlâdını Cehennem atesinden
koruması, dünyâ atesinden korumasından dahâ mühimdir. Cehennem atesinden
korumak da, îmânı ve farzları ve harâmları ögretmekle ve ibâdete alısdırmakla
ve dinsiz, ahlâksız arkadaslardan korumakla olur. Bütün fenâlıkların bası,
fenâ arkadasdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Bütün çocuklar müslimânlıga uygun
ve elverisli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları hıristiyan, yehûdî
ve dinsiz yapar) sözü ile müslimânlıgın yerlesdirilmesinde ve yok edilmesinde
en mühim isin, gençlikde oldugunu bildiriyor. O hâlde, her müslimânın birinci
vazîfesi, evlâdına islâmiyyeti ve Kur’ân-ı kerîmi ögretmekdir. Evlâd, büyük
ni’metdir. Ni’metin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagogie),
ya’nî çocuk terbiyesi, islâm dîninde çok kıymetli bir ilmdir.
Islâm dînine karsı olanlar da, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, asrımızın
en tehlükeli dinsizlik ocagı olan mason ve komünistler, (Gençligin ele alınması
birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetisdirmeliyiz) diyorlar. Masonlar,
Islâmiyyeti yok etmek ve Allahü teâlânın emrlerinin ögretilmesini ve yapdırılmasını
engellemek için (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce
kendileri ögrenirler) ve (Hepimiz bütün kudretimiz ile, îmân hürriyyeti
fikrini dünyâya yaymaga sarılmalıyız ve localarımızda verdigimiz kararları her memlekete
yerlesdirmeliyiz. Din kardesligini yok edip, bunun yerine mason kardesligi
getirmeliyiz. Dinleri yok etmekden ibâret olan mukaddes gâyemize, bu sûretle
kavusacagız) diyorlar.
O hâlde, müslimânlar din câhillerinin hîlelerine, yalanlarına aldanmamalı, onların
oksayıcı, aldatıcı, yardımsever sözlerine inanmamalıdır. Müslimânlar, birbirlerine
(Emr-i ma’rûf) eder ve (Nehy-i münker) eder.
Bugün, her memleketde gençlere, kemiklerinin, adalelerinin, ellerinin, ayaklarının,
hâsılı her uzvunun kuvvetlenmesi, güzellesmesi ve âhenkli olması için, be-
– 35 –
den hareketleri, kültür-fizik ögretiliyor ve yapdırılıyor. Beyin çalısmalarının ve rûhî
fe’âliyyetlerinin inkisâf etmesi ve tâzelenmesi için hesâb, hendese, psikoloji kâideleri
ve tatbîkâtı ve kanlarını harekete getirerek hücrelerini temizletecek ekzersiz
fizikler ezberletiliyor ve yapdırılıyor. Bütün bunlar ve dünyâ islerinde lâzım olacak
bilgiler, bir ders ve vazîfe hâline konup çalısdırılırken, dünyâ ve âhıretin hakîkî
se’âdetini ve insanların râhat, huzûr ve her dürlü inkisâf ve terakkîlerini ve Allahü
teâlânın rızâsını ve sevgisini kazandıracak olan îmânın, islâmın, farzların, vâciblerin
ve sünnetlerin ve halâlin ögretilmesi ve yapdırılması ve harâmların ve kâfirlige
sebeb olan seylerin ögretilip, bunlardan sakınılması bir kabâhat ve vicdânlara
tecâvüz seklinde gösterilir ise, dogru mu olur? Bugün, bütün hıristiyan memleketlerinde,
bir çocuk dünyâya gelir gelmez, buna kendi dinlerinin îcâblarını
yapıyorlar. Her yasdaki insanlara, yehûdîligi ve hıristiyanlıgı titizlikle asılıyorlar.
Müslimânların îmânlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan
yapmak için, sandık doluları kitâb, brosür ve sinema filmlerini islâm memleketlerine
gönderiyorlar. Meselâ, hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmı, Allahü teâlânın [hâsâ]
oglu sanıyor ve Allahü teâlâya (Baba), (Allah baba) diyorlar. Yazdıkları romanlarda
ve filmlerde, (Allah baba bizi kurtarır) gibi seyler söylüyorlar. Hâlbuki,
Allahü teâlâya (Baba), (Allah baba) diyen kimsenin îmânı gider, kâfir olur. Müslimânlar,
böyle hîleli filmlere gitmemeli, romanları okumamalıdır. Iste bunun gibi,
dahâ nice yollarla, gençligin îmânını, sinsice çalıyorlar. Bu ugrasmalarına, insanlıga
hizmet, demokrasi rejiminin bahs etdigi bir hak ve hürriyyet diyorlar da,
bir müslimânın, bir din kardesine, Allahü teâlânın emrlerini hâtırlatmasına, din propagandası,
gericilik ve vicdân hürriyyetine tecâvüz denirse, haksızlık olmaz mı?
Müslimân olmıyanların, müslimânlıga karsı nazariyyeler, fikrler yürütmesi,
gâyet tabî’î karsılanıp da, müslimânların, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin bildirdikleri
hakîkî, dogru müslimânlıkdan bahs etmesine ve Muhammed aleyhisselâmın ısıklı
yolunu göstermesine irticâ’, te’assub, gericilik ve yobazlık gibi ismler takarak,
cürm, bölücülük seklini vermege, bu ma’sûmları, lekelemege kalkısmak, bir gericilik,
bir yobazlık, bir te’assub degil midir? Bu temiz rûhlu, ileriyi görüslü, ilme,
ahlâka, fenne, fazîlete kosan fâideli insanlara ibtidâî, gayr-ı tabî’î adam demek ve
müslimânlıgı begenmiyenlere asrî, aydın ve uyanık insan demek, bir kin ve bozgunculuk
olmaz mı? Bir tarafdan, din serbestdir, Allah ile kul arasına girilmez, herkes
vicdânının ilhâmına göre Allahını tanır ve tapar sözünü ileri sürerek, Emr-i
ma’rûfu ve Nehy-i münkeri durdurup, ecdâdımızdan mîrâs kalan îmânımızı söndürmege
çalısıp, diger tarafdan, müslimânlıgı bozmak, yok etmek için, (Yahova
sâhidleri) denilen misyonerlerin, hîleler ve plânlar ile hâzırladıkları zehrli kitâb ve
mecmû’alar, yaldızlı i’lânlarla, reklâmlarla gençligin önüne sürülürse, müslimânlar
incinmez mi?
Kâfirler, müslimânlıgı dünyâdan kaldırmaga ugrasıyor, bu çalısmalarında öncülügü
ingilizler yapıyor. Bütün gayretlerine ragmen, gençlerin, müslimânlıgı
merâk edip arasdırmaga baslamasına bile, tehammül edemiyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sözleri kulaklarına gelince, tepeden
tırnaga kadar gayz, kin ve intikâm atesi ile kızıyorlar. Mecmû’alarında, gazetelerinde,
televizyonlarında sarık, tesbîh, sakal resmleri yaparak, hortlatılan kara
kuvvet: Irticâ’, diyorlar. Îmânsızlıklarının cezâsı olarak, vücûdları ve rûhları, Cehennem
atesinde, sonsuz yanacagı gibi, habîs rûhları, dünyâda da, böyle kızıp yanmakdadır.
Böyle gazete ve televizyon çok zararlıdır.
Müslimânlar, birbirine hurmet eder, yardıma kosar. Din yolunda ve dünyâ islerinde
sıkıntıda görünce kurtarırlar. Ramezân-ı serîfe, oruc tutanlara, câmi’lere, ezâna,
nemâz kılanlara, Allah yolunda yürüyenlere sevgi ve saygı gösterir. Kur’ân-ı kerîm
okunurken, sessizce ve saygı ile dinlerler. Kur’ân-ı kerîmi her kitâbın üstünde
bulundurup, üstüne birsey koymazlar. Çalgı ve içki âlemlerinde, oyun arasın-
– 36 –
da, eglence yerlerinde okumazlar. Uygunsuz okunurken, susduramazlar ise, dinlemeyip
uzaklasırlar. Kur’ân-ı kerîmi veyâ yapraklarını veyâ satırlarını veyâ kelimelerini
ve bütün muhterem ve mubârek ismleri ve yazıları, hakîr ve asagı yerlerde
görünce, kalbleri sızlayıp hemen kaldırırlar. Kul ve hayvan haklarını gözetirler.
Kâfirlerin, turistlerin de mallarına, canlarına ve ırzlarına saldırmazlar. Vergilerini
zemânında öderler. Kanûnlara karsı gelmezler. Islâmın güzel ahlâkı ile yasıyarak
herkesin sevgi ve saygısını toplarlar. Kâfirler ise, Kur’ân-ı kerîmi ve mevlidi
ve bütün mubârek ismleri ve yazıları, hurmetden, kıymetden düsürmege çalısır.
Bunları, Allahü teâlânın yasak etdigi yerlerde ve sekllerde okurlar ve okuturlar.
Müslimânlıgın asagı gördügü, pis dedigi seyler arasına yazarlar. Paketlerde,
eglence masalarında, örtü olarak kullanılmaları ve horlanılmaları ve yerlerde
sürüklenmeleri için, mecmû’alara, kâgıd parçalarına ve gazetelere basarlar. Temsillerde,
mizâhlarda, komedilerde, karikatürlerde, filmlerde, plâklarda, televizyonlarda
ve radyolarda, müslimânlarla ve din büyükleri ile ve Allahü teâlânın emrleri
ile alay ederler. Bütün buralarda müslimân olarak pis, gülünç bir serseriyi gösterirler.
Ya’nî, müslimânları ve müslimânlıgı tahkîr ederek, onu sevimsiz ve nefrete
sâyân olarak tanıtırlar. Müslimân büyüklerine ve müslimânlıgın büyük tanıdıgı
seylere çirkin ismler takarlar. Müslimânlar, bu gibi gösterileri ve sözleri ve yazıları
ve gazeteleri görmege, dinlemege gitmemeli ve almamalı ve okumamalıdır.
Îmânlarını çaldırmamak için, çok uyanık olmalıdır. Bir din âlimini begenmiyen veyâ
bir din kitâbını kusûrlu, hatâlı bulan bir kimse, eger nemâz kılıyor, oruc tutuyor,
harâmlardan sakınıyor ise, bu kimsenin sözü veyâ yazısı incelenmege, o âlim
veyâ kitâb üzerinde durulmaga deger. Din kitâbına, din adamına, dil uzatan kimse,
ibâdet yapmıyor ve harâmdan sakınmıyor ise, onun sözünün bir iftirâ, bir din
düsmanlıgı oldugunu anlamalı ve inanmamalıdır. Din adamlarını “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în”, din kitâblarını lekelemek, bugün din düsmanlarının âdeti ve
silâhı olmusdur. Âlimin kıymetini ancak âlim anlar. Gülün kıymetini bülbül, altının
ayârını kuyumcu, incinin hâlisini de ancak kimyâger anlar.
Müslimânlar, Allahü teâlânın yasak etdigi, zararlı seyleri almaz, kullanmaz, dinlemez,
okumaz ve bakmaz. Kimseye kötülük yapmaz. Kendine zarar verene karsılık
yapmaz. Sabr eder. Ona tatlı dil ile, güler yüz ile nasîhat verir. Müslimânlar,
Allahü teâlânın emr etdigi iyi seyleri ögrenmek, ögretmek ve yapmak için ugrasır.
Fen bilgilerini kâfirlerde de arasdırır. Târîh boyunca, insanlıgın üstün bir varlık
oldugunu düsünemiyenler, islâm dînine düsmanlık etmis, gençleri aldatmaga
ugrasmıs ve hiç ummadıkları bir zemânda yıkılıp, o, sımsıkı sarıldıkları dünyâ zevklerini
bırakmıs, Cehenneme gitmislerdir. Çogunun ismi unutulmus, nâm ve nisanları
kalmamıs, fekat islâm günesi nûrunu dünyâya yaymaga devâm etmisdir.
Kâfirler, dünyânın dısı tatlı, içi acı olan ve dısı yaldızlı, içi zehrli olan ve baslangıcı
hos, sonu bos olan râhatlıgına ve güzelligine sarılıyor. Müslimânlar, Kur’ân-ı
kerîmin emrlerine, ya’nî Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna sarılmalı
ve bu ısıklı yolda ilerlemege durmadan çalısmalıdır. Dinde sonradan meydâna
çıkan, din düsmanları, (Dinde reformcular) tarafından ve câhil, ahmak kimseler
tarafından uydurulan, bid’atlerden sakınmalıdır.]
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bid’at sâhibi olanlara, [ya’nî
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında ve onun dört halîfesi zemânlarında
bulunmayıp da, dinde sonradan meydâna çıkarılan, uydurulan sözleri,
yazıları, usûlleri ve isleri, ibâdet olarak, inananlara, yapanlara ve yapdıranlara]
hurmet eden, dirilerini ve ölülerini medh eden, bunları büyük bilen, dîn-i islâmı
yıkmaga, dünyâdan kaldırmaga yardım etmis olur) buyuruyor.
Her müslimân, hem îmânını korumaga, kapdırmamaga çalısmalı, hem de, Allahü
teâlâya ve Onun Peygamberine inanmıyan kâfirleri sevmemelidir. [Fekat, sevmediklerine
de, kötülük, zulm yapmamalı, kâfirlere ve bid’at sâhiblerine tatlı dil
– 37 –
ve güler yüz ile nasîhat etmelidir. Onların felâketden kurtulmalarına, se’âdete kavusmalarına
çalısmalıdır.] Mazher-i Cân-ı Cânân buyuruyor ki, (Kâfirleri ve bid’at
sâhiblerini ve açıkca günâh islemege devâm eden fâsıkları sevmememiz emr olundu.
Bunlarla konusmamalı, evlerine, toplantılarına gitmemeli, selâm vermemeli,
arkadaslık yapmamalıdır. Zarûret ve ihtiyâc oldugu zemân, zarûret mikdârı kadar,
bu yasaklara izn verilmisdir. Bu zemân, onlarla ihtilât câiz olur ise de, kalbin yine
onları sevmemesi lâzımdır).
Cihâd, câhil ana, babaların ve dünyâ çıkarları için ugrasan papasların ve keyfleri,
zevkleri için zulm, iskence yapan seflerin aldatdıgı, inletdigi insanları küfrden,
felâket yolundan kurtarmak, onları güç kullanarak, islâm ile sereflendirmekdir. Cihâd,
küfr, iskence ve kötülük içinde yetisdirilmis, karanlıga atılmıs zevallıları, islâm
ısıgı ile aydınlanmalarına mâni’ olan diktatörlerin, sömürücülerin zararlarını
yok etmek için, cânını, malını fedâ etmekdir. Insanları, sonsuz Cehennem azâbından
kurtarmak, sonsuz Cennet ni’metlerine kavusdurmak için, zor kullanmakdır.
Cihâdı ferdler degil, devlet yapar. Ferdlerin baskalarına saldırmalarına cihâd
degil, çapulculuk, barbarlık denir. Cihâda katılamıyanın, mücâhidlere düâ etmesi
farzdır. Kâfirler, cihâd sâyesinde zâlimlerin iskencelerinden kurtularak îmân
ile sereflenir. Islâmiyyeti duyup, anladıkdan sonra, îmân etmiyenlerden, islâm devletinin
adâleti altında yasamagı kabûl edenlerin dînine, cânına, mâlına dokunulmaz.
Bunlar, islâmın adâleti, sefkati altında hür ve râhat yasar. Cihâd sâyesinde,
hiçbir kâfir, isitmedim, bilseydim inanırdım diyemiyecekdir. Müslimânların cihâd
etmek için çalısması, kuvvetlenmesi farzdır. Çalısmaz, cihâd etmezse, bütün insanlıga
büyük kötülük etmis olur.
19 — (Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, besinci aslında diyor ki: Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Îmânın temeli ve en kuvvetli alâmeti, müslimânları
sevmek ve müslimânlara düsmanlık edenleri sevmemekdir). Cenâb-ı Hakkın Îsâ
aleyhisselâma emr-i ilâhîsinin meâl-i serîfi, (Eger yerlerde ve göklerde bulunan bütün
mahlûkların ibâdetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikce ve düsmanlarıma
düsmanlık etmedikce, hiç fâidesi olmaz)dır. Her mü’min, Allahü teâlâya düsman
olanları sevmemeli, islâmiyyete yapısanları sevmelidir. Bunu sözlerinde ve mümkin
ise, hareketlerinde belli etmelidir. Âsî ve fâsıklarla arkadaslık etmemeli, fıskı
çok olanlardan, çok kaçınmalıdır. Zâlimlerden, müslimânlara eziyyet edenlerden
dahâ ziyâde kaçınmalıdır. Fekat, yalnız kendisine zulm edenleri afv ve zulmlerine
sabr etmek lâzımdır ve çok iyidir. Büyüklerimizden ba’zıları, fâsıklara ve zâlimlere
çok sert davranırdı. Ba’zıları da, hepsine sefkat ve merhamet gösterip, nasîhat
ederdi. Ya’nî her seyin kazâ ve kader ile oldugunu düsünerek, fâsıklara ve
zâlimlere acırlardı. Bu hâl, büyük ve kıymetli ise de, câhiller, ahmaklar, burada aldanır.
Îmânları za’îf ve islâmiyyete uymakda gevsek olanlar, kendilerini Allahü teâlânın
kazâ ve kaderine râzı sanır. Hâlbuki, bu rızâ ve baglılıgın alâmeti vardır: Bir
kimseyi döverler, malını alırlar, hakâret ederler de, hiç kızmaz, bunları afv eder,
acırsa, kazâya rızâsı oldugu anlasılır. Fekat, kendine yapılanlara kızıp da, Allahü
teâlâya karsı gelenlere acıyarak, kaderleri böyle imis derse, dinde gevseklik, münâfıklık
ve ahmaklık etmis olur. Iste, kazâ ve kaderi bilmiyenlerin, fâsıklara ve kâfirlere
acımaları ve bunlara muhabbet etmeleri, îmânlarının saglam olmadıgına alâmetdir.
Islâmiyyete karsı duranları ve müslimânlara düsman olanları sevmemek,
bunları düsman bilmek farzdır. Cizye vermegi kabûl edenleri de, sevmemek farzdır.
Mücâdele sûresinin son âyetinde meâlen, (Allahü teâlâya ve kıyâmet gününe
îmân edenler, Allahü teâlânın ve resûlünün düsmanlarını sevmezler. O kâfirler ve
münâfıklar, mü’minlerin anaları, babaları, ogulları, kardesleri ve baska yakınları
olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan mü’minleri Cennete koyacagım) buyuruldu.
Kâfirlere i’timâd ederek, bunları müslimânların basına ta’yîn etmek, müslimân-
– 38 –
lıgı asagılamak olup büyük günâhdır. Bid’at sâhiblerini, ya’nî müslimân görünüp,
müslimânların îmânlarını bozmak istiyenleri sevmemek, selâmlarını bile almamak,
bunların zararlarını müslimânlara duyurmak lâzımdır. Îmânı olup ve
ibâdet edip ve günâhlardan kaçıp da, yalancı sâhidlik, haksız hâkimlik, yalan,
dedikodu, iftirâ, alay gibi hareket ve söz ve yazıları ile müslimânları incitenlerle
konusmamak, sevismemek lâzımdır. Îmânı olup da ibâdet etmiyenlere, fâiz almak
ve vermek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak gibi harâm isliyen, fekat müslimânları
incitmiyen fâsıklara karsı yumusak davranıp, nasîhat etmeli, yola gelmezlerse,
selâm vermemeli, görüsmemeli, fekat hasta olunca ziyâret etmeli ve selâmına
cevâb vermelidir. [Söz ile, yazı ile ve kaba kuvvet ile müslimânlara saldırmayan
kâfirlere tatlı söz, güler yüz göstermeli, kimseye kötülük yapmamalıdır.]
20 — Islâmiyyet karsısında, kâfirler dürlü yollar tutmus, kollara ayrılmıs ise de,
iki kısmda toplanırlar: Birinci kısmdakiler, dünyâ islerini ve ibâdetlerini yapıp müslimânlara
saldırmaz. Bunlar, islâmın kuvveti ve büyüklügü karsısında, küçüklüklerini
anlamıs, cizye vermegi kabûl ederek islâmın hâkimiyyetine ve adâletine sıgınmısdır.
Bu kâfirlere (Ehl-i zimmet) veyâ (Zimmî) denir. Böyle kâfirleri sevmemek,
düsman bilmek lâzım ise de, bunlara eziyyet etmek, kalblerini incitmek harâmdır.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de, (Siyer) kısmında diyor ki, (Müslimânın yapması yasak
olan seyi, zimmînin de yapması yasakdır. Zinâ, açıkda oruc yimek, oyun, çalgı,
fâiz, açık gezmek onlara da yasakdır. Yalnız içki ve domuz onlara yasak degildir.
Hastalarına, ziyâfetlerine gitmek, onlarla yolculuk etmek câizdir). (Mültekâ)
ve (Dürr-ül-muhtâr)da ve diger fıkh kitâblarında, ta’zîr bahsinde diyor ki, (Kâfirlere,
sen zinâ yapıcısın veyâ bu ma’nâda fenâ söyliyen, onları da gîbet eden, bunlara
kâfir diyerek inciten müslimân ta’zîr olunur. Ya’nî sopa ile dögülür. Çünki, bunları
incitmek de günâhdır. Bunların malına dokunmak da günâhdır). (Dürr-ül-muhtâr),
besinci cildde diyor ki, (Zimmîye, ya’nî gayr-i müslim vatandasa zulm etmek,
müslimâna zulm etmekden dahâ fenâdır. Hayvana zulm, iskence etmek, zimmîye
etmekden dahâ fenâdır. Zimmîyi eziyyetlendirmemek için selâm vermek ve müsâfeha
etmek câiz olur. Açıkça günâh isliyen fâsıka selâm vermek de böyledir).
(Berîka) kitâbı, el âfetlerini anlatırken diyor ki, (Insana ve yemeklere zarar veren
karıncaları, eziyyet etmeden ve suya atmadan öldürmek câizdir. Içinde karınca
bulunan odunu, yere vurup silkeledikden sonra yakmak câizdir. Fâre, bit, pire,
akreb ve çekirgeyi her zemân öldürmek câizdir. Biti diri olarak yere atmak ve
her canlıyı yakmak mekrûhdur. Zarar veren kediyi, kuduz köpegi ve yırtıcı hayvanları
keskin bıçakla kesmek ve vurmak, zehrlemek câizdir. Dögmek câiz degildir.
Dögmek, terbiye için olur. Hayvanın aklı olmadıgı için terbiye edilmez. Öldürülmesi
vâcib olanı, baska çâre bulunmadıgı zemân yakarak öldürmek câiz olur).
Gangren gibi hastalıgı tedâvî için insanın bu uzvunu kesmek câiz olur. Tas almak
için mesâneyi [böbregi, safra kesesini] yarmak câizdir. Hiçbir sebeble, hiçbir
canlının yüzüne vurmak câiz degildir.
Ikinci kısm kâfirlere gelince, bunlar, islâm günesinin parlamasına dayanamaz.
Bütün devlet kuvvetleri ile, propaganda vâsıtaları ile, yalan ve çirkin iftirâlar yaparak,
islâm dînini yıkmaga çalısırlar. Bu zevallılar, anlıyamıyor ki, islâmiyyeti dünyâdan
kaldırmak, insanları se’âdetden, râhatlıkdan ve kurtulusdan mahrûm bırakmak
demekdir ve kendilerini ve bütün beseriyyeti, felâketlere, sıkıntılara sürüklemek,
kısaca bindigi dalı kesmek demekdir. Enfâl sûresi, altmısıncı âyetinde
meâlen, (Kâfirlerin hücûm ve iskencelerine ugramamak, onları da, se’âdet-i ebediyyeye
kavusdurmak için, insan gücünün yetdigi kadar durmadan çalısınız. En mükemmel
harb vâsıtalarını yapınız!) buyurulmusdur. Burada kâfirleri müslimân
olmakla sereflendirmegi veyâ cizye kabûl ederek islâmiyyetin himâyesi altına girenlerin
çalısmalarına, ibâdetlerine karısmayıp, canlarını, mallarını, nâmûslarını
korumagı emr ediyor. Bu sûretle, bütün dünyânın islâm bayragı altında birlesme-
– 39 –
sini, îmân etmesini, sevismesini istiyor. Islâmiyyeti anladıgı hâlde inâd edip, inanmıyanları
da içine alan, umûmî bir adâlet ve se’âdet kurmagı, bütün insanlara, hayvanlara,
dirilere, ölülere, ya’nî herseye, bir râhatlık kazandırmagı emr ediyor.
21 — Âhıretde Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselâma
tâbi’ olanlara mahsûsdur. Dünyâda yapılan hayrât ve hasenât, ya’nî bütün iyilikler,
bütün kesfler, bütün hâller ve bütün ilmler Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” yolunda bulunmak sartı ile, âhıretde ise yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine
tâbi’ olmıyanların yapdıgı her iyilik, dünyâda kalır ve âhıretin harâb olmasına
sebeb olur. Ya’nî, iyilik seklinde görünen, birer istidrâcdan baska birsey
olamaz.
22 — Nitekim, dünyâdaki fâideli ve hayrlı islerden cenâb-ı Hakkın, en çok begendigi,
câmi’ yapmakdır. Câmi’ yapmanın, çok sevâb oldugunu bildiren hadîs-i
serîfler vardır. Böyle olmakla beraber, Tevbe sûresi, onsekizinci âyetinde meâlen,
(Kâfirlerin câmi’ yapmaları câiz degildir. Yerinde ve yarar bir is degildir. Onların
câmi’ yapmaları ve diger bütün begendikleri isleri, kıyâmetde kendilerine yaramıyacak
ve Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmadıkları için, Cehenneme girip, çok
acı azâblarda sonsuz olarak cezâlandırılacaklardır) buyuruldu.
Âl-i Imrân sûresi, seksenbesinci âyetinde meâlen, (Muhammed aleyhisselâmın
getirdigi Islâm dîninden baska din istiyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabûl
etmez. Dîn-i islâma arka çeviren, âhıretde ziyân edecek, Cehenneme girecekdir)
buyuruldu.
Bir kimse, binlerce sene ibâdet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve
güzel huyları ile yanındakilere ve kesf etdigi âletler ile, bütün insanlara fâideli olsa,
Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmadıkça ebedî se’âdete kavusamaz.
Nisâ sûresi, onüçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlânın ve Peygamberi
Muhammed aleyhisselâmın emrlerine aldırıs etmiyenler, begenmiyenler,
asra, fenne uygun degildir, modern ihtiyâclara kâfi degildir diyenler, kıyâmetde
Cehennem atesinden kurtulamıyacaklardır. Bunlara, Cehennemde, çok acı azâb
vardır) buyuruldu.
23 — Bu dünyâ, âhıretin tarlasıdır. Burada tohumlarını ekmeyip yiyenler, böylece
bir tohumdan katkat meyve kazanmakdan mahrûm kalanlar, ne kadar tâli’siz
ve ahmakdır. Kardesin kardesden kaçacagı, ananın evlâdını tanımıyacagı o gün için,
hâzırlanmıyorlar. Böyle kimseler, dünyâda da, âhıretde de zarardadırlar ve sonunda
pismân olacaklardır. Aklı basında olan, bu dünyâyı fırsat bilir. Bu kısa zemânda,
yalnız dünyâ lezzetleri ile zevklenmek için degil, belki bu fırsatda, tohum ekmek
ve bir hayrlı is, ya’nî Allahü teâlânın begendigi isi yaparak, âyet-i kerîmede
bildirilen katkat fazla meyveleri toplamak istemelidir. Cenâb-ı Hak, bu kısa zemânda
yapılacak, hayrlı islere ve ibâdetlere sonsuz ni’metler ihsân edecekdir. Peygamberine
tâbi’ olmıyan, islâmiyyeti begenmiyenlere de, sonsuz azâb yapacakdır.
[Nitekim, Nisâ sûresi yüzyetmisikinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Muhammed
aleyhisselâma inanıp, âhırete yarayan isleri yapanlara [ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeye
uyanlara], Allahü teâlâ, va’d etdiklerini verecek ve ayrıca çok ihsân yapacakdır.
Allahü teâlâya ibâdet etmegi, ya’nî Muhammed aleyhisselâma itâ’at etmegi,
asagılık, gericilik sanıp, kendilerine asrî ve münevver diyerek, büyüklük taslıyanlara,
çok azâb edecekdir. Kendilerini herkesin üstünde sanan bu kâfirleri, Cehennemden
kurtaracak bir yardımcı, Allahü teâlâdan baska bir kuvvet sâhibi bulunmıyacakdır)
buyuruldu.]
Niçin böyle sonsuz azâb yapacagını kendisi bilir. Insanların kısa aklları, bunun
sebebini kavrıyamaz. Meselâ, dünyâda yapılan cinâyetlere de, çesidli cezâlar emr
etmisdir. Bunların sebebini ve hikmetini hiçbir insan anlıyamaz. Iste, böyle geçici
kısa bir zemândaki küfre, sonsuz azâb edecekdir.
– 40 –