T AM I LMI H Â L SE’ÂDET-I EBEDIYYE
I K I N C I K I SM
1 — ÜÇÜNCÜ CILD, 105. ci MEKTÛB
Bu mektûb, seyh Hasen-i Berkînin mektûbuna cevâb olarak yazılmıs olup,
unutulmus sünnetleri meydâna çıkarmagı ve bid’atden kaçınmagı tesvîk etmekdedir:
[Bu mektûbumu yazmaga, Besmele ile baslıyorum.] Allahü teâlâya hamd, seçdigi
iyi insanlara selâm ve düâ ederim. Kardesim seyh Hasenin mektûbunu okuyunca,
çok sevindim. Kıymetli bilgiler ve ma’rifetler yazılı idi. Bunları anlayınca,
pek hosuma gitdi. Allahü teâlâya sükrler olsun ki, yazdıgınız bilgilerin, kesflerin
hepsi dogrudur. Hepsi, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i serîflere uygundur. Ehl-i sünnet
âlimlerinin dogru i’tikâdları böyledir. Cenâb-ı Hak, dogru yolda bulundursun.
Yüksek derecelere erisdirsin! Yayılmıs olan bid’atlerin ortadan kalkmasına çalısdıgınızı
yazıyorsunuz. Bid’at karanlıklarının ortalıgı kapladıgı böyle bir zemânda,
bid’atlerden bir bid’atin ortadan kalkmasına sebeb olmak ve unutulmus sünnetlerden
bir sünneti meydâna çıkarmak, pek büyük bir ni’metdir. Sahîh olan hadîs-i serîflerde,
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Unutulmus
bir sünnetimi meydâna çıkarana yüz sehîd sevâbı vardır!). Bu isin büyüklügünü,
bu hadîs-i serîfden anlamalıdır. Fekat, bu isi yaparken, gözetilecek mühim bir incelik
vardır. Ya’nî, bir sünneti meydâna çıkarayım derken, fitne uyanmasına sebeb
olmamalı, bir iyilik, çesidli kötülüklere, zararlara yol açmamalıdır. Çünki, âhır
zemândayız. Müslimânlıgın za’îf, garîb oldugu bir asrdayız.
[(Hadîka)da, fitneyi anlatırken diyor ki, (Fitne, müslimânlar arasında bölücülük
yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları hükûmete karsı isyâna
kıskırtmak demekdir. Zâlim olan hükûmete de itâ’at etmek vâcibdir.) (Berîka)
da, doksanbirinci sahîfede diyor ki, (Basınızdaki âmir, bir habes hizmetci gibi
zelîl, âdî, asagı kimse olsa da, islâmiyyete uygun emrlerine itâ’at vâcibdir. Islâmiyyete
uymıyan emrlerine de, fitneye, fesâda sebeb olmamak için karsı gelmemeli,
isyân etmemelidir). Din adamlarının insanlara yapamıyacakları fetvâları
bildirmeleri de fitneye sebeb olur. Köylüye ve ihtiyâra, tecvîdsiz nemâz kılınmaz
demek böyledir. Çünki, bunlar artık ögrenemez ve nemâzı büsbütün bırakır. Hâlbuki,
tecvîdsiz nemâzın câiz olduguna, fetvâ verenler vardır. Bu fetvâ za’îf ise de,
hiç kılmamakdan iyidir. Harac olunca baska mezhebi taklîd câiz oldugunu düsünerek,
câhillere, âcizlere zorluk çıkarmamalıdır. Bu husûsda (Serh-ul-ma’füvât)da
– 397 –
îzâhât vardır. Birinci kısmda, 54. cü maddeye bakınız! Kabrleri, türbeleri ziyâret etmelerine,
Evliyâya adak yapmalarına ve türbelere giderek bereket istemelerine mâni’
olmamalıdır. Öldükden sonra da, kerâmet sâhibi olduklarını inkâr etmemelidir.
Çünki, câiz oldugunu bildiren fetvâlar vardır. [(Berîka) 270. ci sahîfede diyor ki, (Allahü
teâlâya düâ ederken, Peygamberleri ve Sâlihleri vesîle etmek ve vesîle olmalarını
onlardan istemek câizdir. Çünki mu’cize ve kerâmet, ölüm ile bitmez. Ölünce
kerâmetin yok olmıyacagını Remlî de bildirdi. Velînin, diri iken, kılıfında olan
kılınç gibi oldugunu, ölünce kılıfdan çıkacagını, tesarrufunun dahâ kuvvetli olacagını
Echürî bildirmekdedir).] Fitneye sebeb olacak nasîhati yapmamalıdır. Gücü, kuvveti,
salâhiyyeti olan nasîhat etmez ise, (Müdâhene) olur, harâm olur. Gücü yetdigi
hâlde, fitne çıkarmamak için nasîhat etmezse, (Müdârâ) denir, câiz olur. Hattâ müstehab
olur. Güc kullanmak, hükûmet adamlarının vazîfesidir. Alay edenlere, zarar
yapacaklara nasîhat verilmez. Nasîhat, birinin yüzüne karsı olmamalı, umûmî olarak,
ortadan söylemelidir. Hiç kimse ile münâkasa etmemelidir. Resûlullaha biri geldi.
Onu uzakdan görünce, (Kabîlesinin en kötüsüdür) buyurdu. Odaya girince, gülerek
karsılayıp, iltifât eyledi. Gidince, hazret-i Âise “radıyallahü anhâ”, sebebini
sordu. (Insanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklasılmıyan kimsedir)
buyurdu. O, müslimânların basında bulunan bir münâfık idi. Müslimânları
onun serrinden korumak için müdârâ buyurdu. Fıskı, fuhsu, zulmü açık, ya’nî herkes
arasında yayılmıs olanı baskalarına söylemek (Gıybet) olmıyacagı ve serrinden
korunmak için müdârâ câiz oldugu buradan anlasılmakdadır. Abdürraûf-i Münâvînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Künûz) kitâbındaki hadîs-i serîfde, (Insanlara müdârâ
için gönderildim) buyuruldu. Dîni ve dünyâyı korumak için dünyâlık vermege
(Müdârâ) denir. Dünyâlık ele geçirmek için dîni vermege (Müdâhene) denir. Tatlı
dil ile iyilik ve hattâ yalan söyliyerek gönül almak, dünyâlık vermek olur. Müslimânların,
[gizli yapdıkları] büyük günâhlarını görünce, örtmek lâzımdır. Baskalarına
söylerse, (Kazf) olur. Zan ile, iftirâ ile söylemek ise, dahâ büyük günâhdır.]
Merhûm, mevlânâ Ahmedin “rahmetullahi teâlâ aleyh” çocuklarının okumalarına,
terbiyeli, bilgili yetismelerine çok gayret ediniz. Zâhirî ve bâtınî edebleri ögretiniz!
Tanıdıgınız, görüsdügünüz herkesin, hattâ, orada bulunan bütün din kardeslerimizin
islâmiyyete uymalarına, sünnete yapısmalarına ön ayak olunuz!
Bid’at islemenin, dinsizligin zararlarını herkese anlatınız! Cenâb-ı Hak hepimize
iyi isler yapmak nasîb eylesin! Dîn-i islâmın yayılmasına, gençlere ögretilmesine
çalısanlara basarılar versin! Dîn-i islâmı yıkmak için, temiz gençligin îmânını, ahlâkını
çalmak için ugrasan, yalan ve iftirâlarla gençleri aldatmaga çalısan din ve fazîlet
düsmanlarına aldanarak kötü yola sapmakdan, yavrularımızı korusun! Âmîn.
Bu düsmanlara (Zındık) denir.
Imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, ikinci cildin altmıssekizinci mektûbunda
buyuruyor ki, Hadîs-i serîfde, (Yeryüzünü küfr kaplamadıkca ve heryerde
küfr ve kâfirlik yapılmadıkca, hazret-i Mehdî gelmez) buyuruldu. Bundan anlasılıyor
ki, hazret-i Mehdî çıkmadan evvel, küfr ve kâfirlik her tarafa yayılacak, islâm
ve müslimânlar garîb olacakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
âhır zemânda, müslimânların garîb olacaklarını haber vermis ve (Herc, fitne
zemânında yapılan ibâdet, [Mekkeden Medîneye] benim yanıma hicret etmek
gibidir) buyurmusdur. Fitne ve fesâd zemânında, polisin, askerin ufak bir hareketi,
râhatlık ve sükûnet zemânlarında yapacakları hareketlerinden katkat dahâ
kıymetli oldugunu herkes bilir. Fitne yok oldugu zemân gösterecekleri kahramanlıkların
kıymeti yokdur. O hâlde ibâdetlerin en kıymetlisi ve kabûl olunanı,
fitnelerin yayıldıgı zemânlarda yapılanlardır. Kıyâmet günü, makbûl olanlardan,
kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı oldugu, begendigi iyi isleri
yapınız! Sünnet-i seniyyeye, ya’nî Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna
sarılınız! Bu yola uymıyan hiçbirsey yapmayınız! (Eshâb-ı Kehf) “rahmetul-
– 398 –
lahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her tarafı fitne kapladıgı zemân, bir hicret yapmakla,
yüksek dereceye kavusdular. Siz, Muhammed aleyhisselâmın ümmetisiniz.
Ümmetlerin en iyisi olan ümmetdensiniz. Ömrünüzü lehv ve la’b ile, ya’nî oyun
ve eglence ile ziyân etmeyiniz! Çocuklar gibi, top oynamakla vaktinizi elden kaçırmayınız!
Yavrum! Fitnelerin yayıldıgı, fesâdların çogaldıgı zemânlar, tevbe ve istigfâr zemânıdır.
Kenâra çekilmeli, fitnelere karısmamalıdır. Fitneler çogalıyor. Gün geçdikce
yayılıyor. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” buyurdu ki,
(Kıyâmet yaklasdıkca, fitneler çogalır. Gece baslarken karanlıgın artması gibi
olur. Sabâh evinden mü’min olarak çıkan çok kimse aksam kâfir olarak döner. Aksam
mü’min iken, gece safâlarında îmânları gider. Böyle zemânlarda, evinde kapanmak
fitneye karısmakdan hayrlıdır. Kenârda kalan, ileri atılandan hayrlıdır. O
gün oklarınızı kırınız! Silâhlarınızı, kılınclarınızı bırakınız! Herkesi tatlı dil ile, güler
yüzle karsılayınız! Evinizden çıkmayınız!). Mektûbâtdan terceme temâm oldu.
Müslimânlar bu nasîhatlara uymalı, Mevdûdî ve Seyyid Kutb gibi mezhebsizlerin,
sapıkların, din câhillerinin ısyâna tesvîk eden, fitneyi körükliyen zararlı, uydurma
tefsîrlerine, kitâblarına aldanmamalıdır. Cihâd, devletin, ordunun, düsmanlarla,
kâfirlerle, sapıklarla harb etmesi demekdir. Müslimân devlet olsun, kâfir devlet
olsun, âdil olsun, zâlim olsun, kendi devletine ısyân etmege, vatandas kanı dökmege,
birbirine saldırmaga cihâd denmez. Fitne, fesâd çıkarmak denir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Fitne çıkarana Allah la’net etsin!) buyurdu. Müslimânlar
devlete karsı ısyân etmez. Fitneye, ısyâna karısmaz. Kanûnlara karsı
gelmez. [Ehl-i sünnet âlimleri, siyâsete karısmamıs, hükûmetde vazîfe almamıs, yazıları
ile, sözleri ile hükûmet adamlarına nasîhat vermisler, onlara hak ve adâlet
yolunu göstermislerdir. Ba’zı câhil din adamları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan
ayrılarak, devlet islerine karısmıs, asl vazîfeleri olan ögrenmek ve ögretmek
se’âdetini ihmâl ederek, kendilerine de, müslimânlara da fâideli olamamıslardır.
Son Osmânlı seyh-ul-islâmlarından Mustafâ Sabri efendi, i’tilâf fırkasında [partisinde]
çalısdı. Tekke seyhi olan Hüsameddîn Peçeli, tefsîrinde, bilhâssa (Tebbet)
sûresinin ittihâdcıları medh etdigini yazmakdadır. Seyh-ul-islâm Mûsâ Kâzım
ve Ürgüblü Mustafâ Hayrî efendiler, hem ittihâdcı, hem de mason idi. Erzincanlı
Semseddîn Günaltay, din târîhi müderrisi iken halk fırkasına girip meb’ûs ve basvekîl
oldu. Eyyûb sultânda dügmecilerde Ümmî-Sinân tekkesinde seyh iken, siyâsete
atılan Yahyâ Gâlib, Kırsehr meb’ûsu oldu. Akhisarlı Mustafâ Fevzi, Ser’iyye
vekîli iken halk fırkasına girip, meb’ûs ve meclisde kanûn encümeni reîsi oldu.
Tesavvuf ehlinden Gümüshâneli Ziyâüddîn efendinin dergâhının mensûbu Fehmi
efendi, Istanbul müftîsi iken, halk fırkasına dâhil oldu. Sultân Abdülhamîd hân
zemânında âyân [senato] reîsi olan seyyid Abdülkâdir efendi ve son Osmânlı
seyhul-islâmı olan Mustafâ Sabri efendi, ehl-i sünnet âlimi idiler. Ingilizlere satılmıs
olan devlet adamları ile ve islâmiyyeti içerden yıkan din adamları ile, ya’nî zındıklarla
mücâdele etdiler.]
Kimseye bâkî degildir, mülk-i dünyâ sîmü zer,
bir harâb olmus kalbi, ta’mîr etmekdir hüner.
Buna fânî dünyâ derler, durmayıp, dâim döner.
Âdem oglu bir fenerdir, âkıbet birgün söner!
– 399 –
2 — ÜÇÜNCÜ CILD, 47. ci MEKTÛB
Bu mektûb, zemânın sultânı [Selîm Cihângir hân] “rahmetullahi teâlâ aleyh”
için yazılmısdır. Düâ etmekdeki gizli bilgileri açıklamakda, âlimleri övmekdedir:
Düâcılarınızın en asagısı Ahmed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüksek sıgınak yerinize
ve üstün hizmetcilerinizin kapısına, kırıklıgımı ve düâlarımı bildiririm. Kölelerin
yükselmesi, câhil ve âlim, yakın ve uzak herkesin korkusuz ve râhatça yasaması
ni’metine sükr ederim. Ümmîdlendigim ve kabûl olunacagını umdugum zemânlarda
ve fakîrlerin toplantılarında, kahraman askerinize yardım, feth ve zafer
ihsân etmesi için, Allahü teâlâya düâ etmekdeyim.
Allahü teâlâ, abes, fâidesiz hiçbirsey yaratmaz. Askerin, ordunun vazîfesi, devleti
kuvvetlendirmekdir. Bu parlak dînin yayılması, devletin yardımı ile olur. (Islâmiyyet
kılınçların altındadır) buyuruldu. Bu kıymetli is, düâ askerine de ihsân
edilmisdir. Düâcılar, fakîr, muhtâc ve hep sıkıntı içinde yasıyan kimselerdir.
Devletin kuvvetlenmesi için yardım yapılması iki dürlü olur: Birincisi, maddî sebeblerle
olur. Bu da, asker ile, ordu ile [teknik, ekonomik vâsıtalarla] yapılır. Bunların
hepsi meydânda olan, görülen yardımlardır. Yardımın ikincisi, hakîkî yardım
olup, sebebleri yaratan tarafından yapılmakdadır. Âl-i Imrân sûresinin yüzyirmialtıncı
âyetinde ve Enfâl sûresinde meâlen, (Yardım, ancak ve yalnız Allahdandır)
buyuruldu. Bu yardıma, düâ ordusu vâsıtası ile kavusulur. Düâ ordusunun askerleri,
herkesden asagı ve kalbleri kırık oldugu için, gazâ ordusu askerinden dahâ ileri
oldu. Sebebleri geride bırakarak, bunların yaratıcısı ile ilgi kurdu. Fârisî mısra’
tercemesi:
Gönlü kırık olanlar, topu ileri sürdü.
Bundan baska, düâ, kazâyı, belâyı def’ eder. Hep dogru söyleyici “aleyhi ve alâ
âlihissalâtü vesselâm”, (Kazâ, ancak ve yalnız düâ ile durdurulur) buyurdu. Kılınç,
cihâd [ve her çesid harb vâsıtaları] kazâyı durduramaz. Görülüyor ki, düâ ordusunun
askerleri, kuvvetsiz ve kırık oldukları hâlde, gazâ ordusunun askerinden dahâ
ehemmiyyetlidir. Düâ ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin rûhu gibidir.
Gazâ ordusunun askerleri, onların kalıpları, bedenleridir. O hâlde, gazâ ordusunun
askeri, düâ ordusu olmadıkca, is basaramaz. Çünki, rûhsuz bedene hiçbir
yardımın ve kuvvetin fâidesi olmaz. Bunun içindir ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem”, gazâlarında ve sıkıntılı zemânlarında, muhâcirlerin fakîrleri hürmetine
Allahü teâlâdan yardım dilerdi. Askeri, ordusu oldugu hâlde, muhâcirlerin fakîrlerini
vesîle ederek düâ ederdi. Düâ ordusunun askeri olan biz fakîrler, boynumuz
bükük, herkesin gözünde asagı ve kalbimiz kırıkdır. Çünki, (Fakîrlik dünyâda
ve âhıretde yüz karasıdır) denilmisdir. Böyle asagı olmakla birlikde, kıymetlenmekde
ve is adamlarından ileri olmakdadır. Hep dogru söyleyici, (Muhbir-i sâdık)
“aleyhi minessalevâti etemmühâ” buyurdu ki, (Kıyâmet günü, sehîdlerin kanını,
âlimlerin mürekkebi ile dartarlar. Mürekkeb agır gelir). Sübhânallâhi ve bi-hamdihi.
Bu karanlık ve kara yüzlülük, bunların izzetine, serefine sebeb olmakdadır.
Bunları en asagıdan en yukarıya yükseltmekdedir. Evet, fârisî mısra’ tercemesi:
Âb-ı hayât karanlık yerlerde bulunur!
Bu çok asagı düâcınız, hernekadar kendisini düâ ordusu askerlerinin arasında
görmege lâyık degil ise de, yalnız fakîrlik ismi ve düânın kabûl olmak ihtimâli ile,
kendisini kuvvetli devletinizin düâcıları arasında saymakda ve hâli ile ve dili ile her
zemân düâ etmekde ve selâmetiniz için Fâtiha okumakdadır. [Fâtiha sûresinin
ma’nâsı, (Cevâb Veremedi) kitâbının 141.ci sahîfesinde yazılıdır.] Yâ Rabbî! Düâlarımızı
kabûl eyle! Sen her sözü isitici ve her seyi bilicisin!
– 400 –
3 — ÜÇÜNCÜ CILD, 13. cü MEKTÛB
Bu mektûb, seyyid mîr Muhibbullah Mankpûrîye yazılmısdır. Resûlullaha uymaga
ve dînini ögrendigi üstâdını sevmege tesvîk etmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Kardesim seyyid mîr Muhibbullahın serefli mektûbu
geldi. Sıkıntılardan dolayı ümmîdsiz oldugunu bildirerek baslıyan yazılarınız
anlasıldı. Allahdan ümmîdi kesmek küfrdür. Ümmîdli olunuz! Iki sey sizde varsa,
hiç üzülmeyiniz! Biri, bu parlak dînin sâhibine uymak “aleyhi ve alâ âlihissalâtü
vesselâm”, ikincisi, dîni ögrendiginiz zâtın büyüklügüne inanmak ve onu sevmek.
Allahü teâlâya sıgınınız ve Ona yalvarınız ki, bu iki büyük ni’metde gevseklik olmasın.
Bu ikisi olunca, baska seylerin düzelmesi kolaydır. Size dahâ önce de yazmısdım
ki, Mankpûrda bulunmakdan sıkılıyorsanız, Ilâh-âbâd denilen yere gidip
yerlesebilirsiniz. Orasının mubârek olacagı umulur. Siz tersine anlamıssınız. Mubârek
kelimesi de, maksadımızın anlasılmasına yaramamıs. Simdi de, öyle söylüyorum.
Bu gece kalbime dogdu ki, esyâlarınız Mankpûrdan alınıp, sanki Ilâh-âbâda
götürüldü. Orada bir kenâr yere yerlesip, Allahü teâlâyı zikr ile orayı aydınlatınız!
Kimse ile arkadas olmayınız! (Nefy ve isbât) kelimesini çok söyleyiniz! Bu
güzel kelimeyi tekrâr ederken, bütün dilek ve düsüncelerinizi gönülden çıkarınız!
Maksadınız, dileginiz ve sevdiginiz, birden fazla olmasın! Kalbiniz ile söyliyemezseniz,
dilinizle yapınız! Fekat sessiz yapmalısınız. Çünki, yüksek sesle söylemek,
bu yolda yasakdır. Bu yolda yapılacak baska seyleri biliyorsunuz. Elinizden
geldigi kadar, uymaga gayret ediniz! Ögreten zâta uymak, insanı çok seylere kavusdurur.
Onun yolundan sapmak, çok tehlükelidir. [(Umdet-ül-islâm) sonunda
(Sir’a)dan alarak diyor ki, (Üstâd birsey emr etse, ana baba da emr etseler, evvelâ
üstâdın emri yapılır. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Üç dürlü baba vardır: Dünyâya
getiren baba, kızını veren baba ve ilm ögreten baba. Bunların hayrlısı, üstâdıdır).)
Bugün, bütün dünyâdaki müslimânlar, üç fırkadır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın
yolunda olan, hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-
i nâciyye) Cehennemden kurtulan fırka denir. Ikinci fırka, Eshâb-ı kirâma düsman
olanlardır. Bunlara (Sî’î) ve (Fırka-i dâlle) sapık fırka denir. Üçüncüsü, sünnîlere
ve sî’îlere düsman olanlardır. Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir. Çünki bunlar,
ilk olarak, Arabistânın Necd sehrinde meydâna çıkmısdır. Bunlara (Fırka-i
mel’ûne) de denir. Çünki, müslimânlara kâfir dedikleri, kitâbımızın 447.ci ve sonraki
sahîfelerinde ve (Kıyâmet ve Âhıret)de yazılıdır. Böyle söyleyene Resûlullah
la’net etmisdir. Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme
gidecekdir. Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî nefsin yaratılısında mevcûd
olan küfrü ve günâhları temizlemek için, her zemân çok (Lâ ilâhe illallah)
okumalı ve kalbini tasfiye için, ya’nî nefsden ve seytândan ve kötü arkadaslardan
ve zararlı kitâblardan gelen küfrden ve günâhlardan kurtarmak için, (Estagfirullah)
demelidir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın,
açık kadınlara ve avret mahalli açık olanlara bakanların ve harâm yiyip içenlerin
ahkâm-ı islâmiyyeye uymadıkları anlasılır. Bunların düâları kabûl olmaz.]
Bu vücûdün mülkü, elden çıkmadan,
çarh-ı felek, bu binâyı yıkmadan.
Sûretü ma’nâ, bir arada iken,
iki âlem de, elinde var iken,
Hubb-i dünyâyı, kalbinden gider!
tâ alasın, can âleminden haber.
Harâmdan sakın, farzı yapmaga bak!
farzı yapmazsan, olur hâlin harâb!
– 401 – Se’âdet-i Ebediyye 2-F:26