85 — MUBÂREK GECELER
Mubârek geceler, islâm dîninin kıymet verdigi gecelerdir. Allahü teâlâ, kullarına
çok acıdıgı için, ba’zı gecelere kıymet vermis, bu gecelerdeki, düâ ve tevbeleri
kabûl edecegini bildirmisdir. Kullarının çok ibâdet yapması, düâ ve tevbe etmeleri
için bu geceleri sebeb kılmısdır. Kıymetli geceye, kendinden sonra gelen günün
ismi verilir. Önceki günü ögle nemâzı vaktinden, o gecenin fecrine kadar olan
zemândır. Yalnız, Arefe ve üç kurban günlerinin geceleri böyle degildir. Bu dört
gece, bu günleri ta’kîb eden gecelerdir. Bu geceleri ihyâ etmeli, ya’nî kazâ nemâzları
kılmalı, Kur’ân-ı kerîm okumalı, düâ, tevbe etmeli, sadaka vermeli, müslimânları
sevindirmeli, bunların sevâblarını ölülere de göndermelidir. Bu gecelere saygı
göstermelidir. Saygı göstermek, günâh islememekle olur.
(Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbının yüzyetmisikinci sahîfesinde buyuruyor ki,
(Imâm-ı Nevevî, (Ezkâr) kitâbında diyor ki, (Gecenin oniki kısmından bir kısmını
[bir sâat kadar] ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur. Yaz ve kıs geceleri için
hep böyledir). [Ibni Âbidîn, birinci cild, 461. ci ve üçüncü cildin 289. cu sahîfelerinde
de bu konuda bilgi verilmisdir.] (Hakâyık-ı manzûme)de diyor ki, (Fıkh kitâblarında
sâat demek, bir mikdâr zemân demekdir). Imâm-ı Nevevî, Sâfi’î mezhebinde
müctehiddir. Hanefîlerin de, geceleri böyle ihyâ etmeleri uygun olur).
MÜSLIMÂNLARIN ON MUBÂREK GECESI VARDIR:
1 — KADR GECESI: Ramezân-ı serîf ayı içinde bulunan bir gecedir. Imâm-ı
Sâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” onyedinci, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, yirmiyedinci
gecesi olması çok vâkı’ olur dedi. Yirmi ile otuzuncu geceleri arasında arayınız
denildi. Kur’ân-ı kerîmde medh edilen en kıymetli gecedir. Kur’ân-ı kerîm, Resûlullaha
bu gece gelmege basladı.
2 — AREFE GECESI: Arefe günü ile Kurban bayramının birinci günü arasındaki
gecedir. Zil-hicce ayının dokuzuncu ve onuncu günleri arasındaki gecedir. Arefe
günü bin Ihlâs okumanın çok sevâb oldugu, 357.ci sahîfede yazılıdır.
3 — FITR BAYRAMI GECESI: Ramezân-ı serîf ayının son günü ile bayramın
birinci günü arasındaki gecedir.
4 — KURBAN BAYRAMI GECELERI: Kurban bayramının birinci, ikinci ve
üçüncü günlerinden sonraki gecelerdir. Bu üç güne (Eyyâm-i nahr) denir.
5 — MEVLID GECESI: Rebî’ul-evvel ayının onbirinci ve onikinci günleri
arasındaki gecedir. Dünyâdaki bütün insanlara Peygamber olarak gönderilen,
Peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü Muhammed Mustafâ aleyhisselâmın
dogdugu gecedir. Mîlâdın 571. ci senesinde dogdu denilmekdedir. Bu gece, Kadr
gecesinden sonra, en kıymetli gecedir. Bu gece, O dogdugu için sevinenler afv olur.
Bu gece, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” tevellüdü zemânlarında görülen
hâlleri, mu’cizeleri okumak, dinlemek, ögrenmek çok sevâbdır. Kendileri de
anlatırdı. Bu gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” da, bir yere toplanıp,
okurlar, anlatırlardı. [Birinci kısmda 95. ci madde ve 2. ci kısmda 17. ci madde ortalarına
bakınız!]
6 — BERÂT GECESI: Sa’bân ayının onbesinci gecesidir. Ya’nî ondördüncü günü
ile onbesinci günü arasındaki gecedir. Allahü teâlâ, ezelde, hiç birsey yaratmadan
önce, herseyi takdîr etdi, diledi. Bunlardan, bir yıl içinde olacak herseyi, bu
gece meleklere bildirir. Kur’ân-ı kerîm, Levhilmahfûza bu gece indi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” bu gece, çok ibâdet, çok düâ ederdi.
7 — MI’RÂC GECESI: Receb ayının yirmiyedinci gecesidir. Mi’râc, merdiven
demekdir. Resûlullahın göklere çıkarıldıgı, bilinmiyen yerlere götürüldügü gecedir.
Mekke ehâlîsi îmân etmiyor. Müslimânlara çok sıkıntı veriyordu. Iskenceye baslamıs,
isi azdırmıslardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretden bir yıl önce, elliiki ya-
– 352 –
sında idi. Zeyd bin Hâriseyi alarak Tâife gitdi. Tâif halkına bir ay nasîhat eyledi.
Hiç kimse îmân etmedi. Alay etdiler. Iskence yapdılar. Yuhâladılar. Çocuklar tasa
tutdular. Ümmîdsiz, üzüntülü, yorgun geri dönerken, mubârek bacakları yaralandı.
Zeydin bası kan içinde kaldı. Çok sıcak bir sâatde, yol kenârında, bitkin hâlde
oturdular. Orada bulunan bag sâhibi, Rebî’a ogulları zengin Utbe ve Seybe adında
iki kardes, köleleri Addâs ile, birer salkım üzüm gönderdi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” üzümü yirken Besmele okudu. Addâs
“radıyallahü teâlâ anh”, o zemân hıristiyan idi. Bunu isitince sasırdı. (Yıllarca buralardayım.
Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür?) dedi.
Resûlullah: Sen neredensin? buyurdu.
Addâs: Nineveliyim, dedi.
Resûlullah: Yûnüs aleyhisselâmın memleketinden imissin, buyurdu.
Addâs: Sen Yûnüsü nereden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez, dedi.
Resûlullah: O benim kardesimdir. O da, benim gibi Peygamber idi, buyurdu.
Addâs: Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sâhibi yalancı olmaz. Ben inandım ki, sen
Allahın Resûlüsün, dedi. Müslimân oldu. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem”! Yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kulluk ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar.
Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyâlık toplamak, sehvetlerini yapmak
için her alçaklıgı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikde gitmek,
size hizmetle sereflenmek, câhillerin, ahmakların size yapacagı saygısızlıklara
hedef olmak, mubârek vücûdünüzü korumak için fedâ olmak istiyorum, dedi.
Resûlullah, tebessüm buyurdu: Simdi efendilerinin yanında kal! Az zemân
sonra, adımı her yerde isitirsin. O zemân bana gel, buyurdu. Bir müddet istirâhat
edip, yaralarını, kanlarını sildiler. Mekkeye yürüdüler. Karanlıkda sehre girdiler.
Her taraf düsman idi. Gidecek bir yer yokdu. Birkaç ay Mekkede çok sıkıntılı geçdi.
Bir gece [Receb ayının yirmiyedinci gecesi] amcası Ebû Tâlibin kızı Ümm-i Hânînin
Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zemân îmân etmemisdi.
Kimdir o? dedi.
Resûlullah: Amcan oglu Muhammedim “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”.
Kabûl edersen, müsâfir geldim buyurdu.
Ümm-i Hânî “radıyallahü teâlâ anhâ”: Senin gibi dogru sözlü, emîn, asîl, serefli
müsâfire can fedâ olsun. Yalnız, tesrîf edeceginizi önceden bildirseydiniz, birseyler
hâzırlardım. Simdi yidirecek birseyim yok, dedi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”: Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri
gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetisir, buyurdu.
Ümm-i Hânî, Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” içeri alıp, bir hasır,
legen, ibrik verdi. Gelen müsâfire ikrâm etmek, onu düsmandan korumak, arablar
için en serefli vazîfe sayılırdı. Bir evdeki müsâfire zarar gelmesi, ev sâhibi için
büyük yüzkarası olurdu. Ümm-i Hânî düsündü. Bunun Mekkede düsmanları çok.
Hattâ öldürmek istiyenler var. Serefimi korumak için, sabâha kadar Onu gözeteyim,
dedi. Babasının kılıncını alıp, evin etrâfında dolasmaga basladı.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” o gün çok incinmisdi. Abdest alıp,
Rabbine yalvarmaga, afv dilemege, kulların îmâna gelmesi, se’âdete kavusmaları
için düâya basladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.
O ânda, Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma:
Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mubârek bedenini, nâzik kalbini çok incitdim.
Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden baska, hiçbirsey düsünmüyor. Git! Habîbimi
getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere hâzırladıgım
– 353 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:23
ni’metleri görsün. Ona inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile Onu incitenlere
hâzırladıgım azâbları görsün. Onu ben tesellî edecegim. Onun nâzik
kalbinin yaralarını ben giderecegim buyurdu. Cebrâîl “aleyhisselâm”, bir ânda Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” yanına geldi. Mısıl mısıl uyuyor gördü. Dürtmege,
uyandırmaga kıyamadı. Insan seklinde idi. Mubârek ayagının altını öpdü.
Bu seklde Resûlullahı uyandırdı. Cebrâîl aleyhisselâmı hemen tanıdı ve: (Ey
Cebrâîl kardesim! Böyle vaktsiz niçin geldin. Yoksa bir hatâ mı etdim, Rabbimi
gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?) buyurdu ve Rabbinin darılacagından
çok korkdu.
Cebrâîl “aleyhisselâm”: Ey bütün yaratılmısların en üstünü! Ey Yaratanın sevgilisi!
Ey Peygamberlerin efendisi, iyilikler menba’ı, üstünlükler kaynagı olan
serefli Peygamber! Rabbin sana selâm ediyor. Hiçbir Peygambere, hiçbir mahlûkuna
vermedigi ni’meti sana ihsân ediyor. Seni kendine da’vet ediyor. Lutfen
kalk. Buyur, gidelim, dedi. Kâ’be yanına geldiler. Orada, bir kimse geldi. Gögsünü
yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem suyu ile yıkadı. Yine yerine koydu. Sonra Cennetden
gelen Burak adındaki beyâz hayvana binip, bir anda Kudüsde, Mescid-i Aksâya
geldiler. Cebrâîl “aleyhisselâm” kayayı parmagı ile deldi. Burakı oraya bagladı.
Geçmis Peygamberlerden ba’zısının rûhları insan seklinde orada idi. Cemâ’at
ile nemâz için Âdem, Nûh, Ibrâhîm Peygamberlere, imâm olmalarını sıra ile
söyledi. Hiçbiri kabûl etmedi. Özr dilediler. Kusûrlu olduklarını söylediler. Cebrâîl
“aleyhisselâm”, Habîbullahı ileri sürdü. Sen varken, baskası imâm olamaz, dedi.
Nemâzdan sonra, mescidden çıkıp bilinmiyen bir mi’râc ile, bir ânda, yedi kat
gökleri geçdiler. Her gökde bir büyük Peygamberi gördü. Cebrâîl “aleyhisselâm”
Sidrede kaldı ve kıl kadar ilerlersem, yanar, yok olurum dedi. Sidret-ülmüntehâ,
altıncı gökde bulunan büyük bir agaçdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
Cenneti, Cehennemi, sayısız seyleri görüp, Refref adındaki bir Cennet yaygısı
üstünde olarak Kürsî, Ars ve rûh âlemlerini geçip, bilinmiyen, anlasılamıyan,
anlatılamıyan seklde, Allahü teâlânın diledigi yüksekliklere ulasdı. Mekânsız,
zemânsız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Gözsüz, kulaksız, vâsıtasız,
ortamsız olarak Rabbi ile konusdu. Hiçbir mahlûkun bilemiyecegi, anlıyamıyacagı
ni’metlere kavusup, bir ânda, Kudüse ve oradan Mekke-i mükerremeye,
Ümm-i Hânînin evine geldi. Yatdıgı yer henüz sogumamıs, legendeki abdest suyunun
hareketi durmamıs idi. Dısarda dolasan Ümm-i Hânî “radıyallahü teâlâ anhâ”
uyuklamıs, birseyden haberi olmamısdı. Kudüsden Mekkeye gelirken, Kureysin
kervanına rastladı. Kervandaki bir deve ürkdü, yıkıldı.
Sabâh olunca, Kâ’be yanına gidip mi’râcını anlatdı. Isiten kâfirler alay etdi. Muhammed
aklını kaçırmıs, iyice sapıtmıs dediler. Müslimân olmaga niyyeti olanlar
da vaz geçdi. Birkaçı sevinerek Ebû Bekrin evine geldi. Çünki, bunun akllı, tecribeli,
hesâblı bir tüccâr oldugunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca hemen sordular:
Ey Ebâ Bekr “radıyallahü teâlâ anh”! Sen çok kerre Kudüse gitdin geldin. Iyi
bilirsin. Mekkeden Kudüse gidip gelmek, ne kadar zemân sürer dediler.
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”: Iyi biliyorum. Bir aydan fazla, dedi.
Kâfirler bu söze sevindi. Akllı, tecribeli adamın sözü böyle olur, dediler. Gülerek,
alay ederek ve Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” de kendi kafalarında olduguna
sevinerek:
Senin efendin, Kudüse bir gecede gidip geldigini söyliyor. Artık iyice sapıtdı diyerek,
Ebû Bekre sevgi, saygı ve güvenc gösterdiler.
Ebû Bekr “radıyallahü anh”, Resûlullahın mubârek adını isitince, (Eger O
söyledi ise, inandım. Bir ânda gidip gelmisdir) deyip içeri girdi. Kâfirler neye ugradıklarını
anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyor ve (Vay canına, Muhammed ne yaman
büyücü imis. Ebû Bekre sihr yapmıs) diyorlardı.
– 354 –
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi.
Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle (Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mubârek olsun!
Allahü teâlâya sonsuz sükrler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi
yapmakla sereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken
tatlı sözlerini isitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem”! Senin her sözün dogrudur. Inandım. Canım sana fedâ olsun!) dedi. Ebû
Bekrin sözleri, kâfirleri sasırtdı. Diyecek sey bulamayıp dagıldılar. Sübheye düsen,
îmânı za’îf birkaç kisinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, o gün Ebû Bekre (Sıddîk) dedi. Bu adı almakla, bir kat dahâ yükseldi.
Kâfirler bu hâle çok kızdı. Mü’minlerin kuvvetli îmânına, Peygamberin “sallallahü
aleyhi ve sellem” her sözüne hemen inanmalarına, Onun çevresinde pervâne
gibi toplanmalarına dayanamadılar. Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” mahcûb, maglûb etmek için, imtihân etmege yeltendiler:
Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Kudüse gitdim diyorsun. Söyle bakalım! Mescidin
kaç kapısı, kaç penceresi var, gibi seyler sordular. Hepsine cevâb verirken,
hazret-i Ebû Bekr, öyledir yâ Resûlallah, öyledir yâ Resûlallah derdi. Hâlbuki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” edebinden, hayâsından karsısındakinin yüzüne
bile bakmazdı. Buyururdu ki, (Mescid-i aksâda etrâfıma bakmamısdım. Sorduklarını
görmemisdim. O ânda Cebrâîl “aleyhisselâm”, Mescid-i aksâyı gözümün
önüne getirdi. [Televizyon gibi] görüyor, sayıyordum. Sorularına, hemen cevâb veriyordum).
Yolda, develi yolcular gördügünü söyledi. Insâallah çarsamba günü gelirler
buyurdu. Çarsamba günü günes batarken, kervan Mekkeye geldi. Fırtına eser
gibi oldugunu, bir devenin yıkıldıgını söylediler. Bu hâl mü’minlerin îmânını
kuvvetlendirdi. Kâfirlerin düsmanlıgını artırdı. (Rûh-ul-beyân)da (Tefsîr-i Hüseynî)
den alarak ve (Bahr)de, imâmlıgı anlatırken, diyor ki, (Resûlullahın Mekkeden
Beytül-mukaddese götürüldügüne inanmıyan kâfir olur. Göklere ve bilinmiyen yerlere
götürüldügüne inanmıyan ise, dâl ve mübtedi’ olur). Ya’nî sapık olur.
8 — RECEB AYI VE REGÂIB GECESI: Receb ayının ilk Cum’a gecesine (Regâib
gecesi) denir. Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Her Cum’a gecesi de kıymetlidir.
Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, dahâ kıymetli olmakdadır. Regâib
gecesinin kıymeti, çesidli hadîs-i serîfler ile bildirilmisdir. (Islâm Ahlâkı) kitâbının
430.cu sahîfesine bakınız!
Receb ayı, Âdem aleyhisselâmdan beri kıymetli idi. Bu ayda muhârebe etmek
günâh idi. Her ümmet, bu aya saygı gösterirdi. Receb demek, mürecceb, mu’azzam,
muhterem, kıymetli demekdir. Fârisî (Enîsülvâ’ızîn) kitâbında diyor ki, (Îsâ
“aleyhisselâm” zemânında bir genc, güzel bir kıza tutulmusdu. Ona kavusmak için
çırpınıyordu. Nice zemân sonra söz aldı. Bir aksam, odada bulusdular. Soyundular.
Genç, pek sevincli idi. Ansızın, pencereden hilâli [yeni ayı] gördü. Bu hangi
aydır dedi. Kız, Receb deyince, genc toparlandı. Giyindi. Kız sasırıp, ne oluyorsun
dedi. Genç, babalarımdan isitdim. Receb ayında günâh islenmez. Bu aya saygı gösterilir
deyip, özr diledi ve evine gitdi. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâma vahy gönderip,
olanları bildirdi. Bu genci ziyâret et! Selâmımı söyle buyurdu. Genç, Receb ayına
gösterdigi bir saygı için, büyük bir Peygamberin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
kendine gönderildigine sevinerek îmân etdi. Iyi bir mü’min oldu. Receb
ayına gösterdigi bir saygı sebebi ile, îmân serefine kavusdu.)
9 — MUHARREM GECESI: Muharrem ayının birinci gecesi, müslimânların
kamerî yılbası gecesidir. Müslimânların semsî yılbası gecesi ise, efrencî Eylül ayının
yirminci gecesidir. Muharrem ayı, islâm kamerî senesinin birinci ayıdır. Muharrem
ayının birinci günü müslimânların kamerî senesinin, birinci günüdür. Kâfirler,
kendi yılbasıları olan ocak ayının birinci gecesinde, noel baba yapıyorlar. Güyâ
hıristiyan dîninin emr etdigi küfrleri isliyorlar. Bu gecede tapınıyorlar. Müslimânlar
da, kendi sene bası gecelerinde ve günlerinde müsâfeha ederek, mektûb-
– 355 –
lasarak tebrîklesir. Birbirlerini ziyâret eder, hediyye verirler. Senebasını mecmû’a
ve gazetelerle kutlarlar. Yeni senenin, birbirlerine ve bütün müslimânlara hayrlı
ve bereketli olması için düâ ederler. Büyükleri, akrabâyı, âlimleri evinde ziyâret
edip düâlarını alırlar. O gün, bayram gibi temiz giyinirler. Fakîrlere sadaka verirler.
10 — ASÛRE GECESI: Muharrem ayının onuncu gecesidir. Muharrem ayı,
Kur’ân-ı kerîmde kıymet verilen dört aydan biridir. Asûre, bu ayın en kıymetli gecesidir.
Allahü teâlâ, birçok düâları Asûre günü kabûl buyurdu. Âdem aleyhisselâmın
tevbesinin kabûl olması, Nûh aleyhisselâmın gemisinin tûfândan kurtulması,
Yûnüs aleyhisselâmın balıgın karnından çıkması, Ibrâhîm aleyhisselâmın Nemrûdun
atesinde yanmaması, Idrîs aleyhisselâmın diri olarak göke çıkarılması,
Ya’kûb aleyhisselâmın, oglu Yûsüf aleyhisselâma kavusması ve gözlerindeki perdenin
kalkması, Yûsüf aleyhisselâmın kuyudan çıkması, Eyyûb aleyhisselâmın hastalıkdan
kurtulması, Mûsâ aleyhisselâmın Kızıldenizden geçip, Fir’avnın bogulması
ve Îsâ aleyhisselâmın vilâdeti ve yehûdîlerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak
göke çıkarılması hep Asûre günü oldu. Nûh “aleyhisselâm” gemide asûre
tatlısı pisirdigi için müslimânların Muharremin onuncu günü asûre pisirmesi ibâdet
olmaz. Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm ecma’în”
böyle yapmadı. Bugün asûre pisirmegi ibâdet sanmak, bid’atdir, günâhdır.
Muhammed aleyhisselâmın yapdıgı veyâ emr etdigi seyleri yapmak ibâdet olur. Din
kitâblarının yazmadıgı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmedigi seyleri yapmak, sevâb
olmaz. Günâh olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyâfet, fakîrlere
sadaka vermek sünnetdir, ibâdetdir. Ibni Âbidîn, besinci cild, ikiyüzyetmisaltıncı
sahîfede diyor ki, (Kirpiklere sürme çekmek sünnetdir. Fekat, bunu yalnız
Asûre günü yapmak harâmdır).
Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” o gün sehîd oldu diyerek, mâtem tutmak, dögünmek
de bid’atdir. Günâhdır. Sî’îler, hazret-i Hüseyn için mâtem tutuyorlar. Hazret-
i Hüseyni, hazret-i Alînin oglu oldugu için, tapınırcasına övüyorlar. Ehl-i sünnet
ise, onu Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” torunu oldugu için çok
seviyoruz. Islâmiyyetde mâtem tutmak yokdur. Müslimânlar, yalnız Asûre günü
mâtem tutmaz. Kerbelâ fâci’asını hâtırlayınca her zemân üzülür. Kalbleri sızlar.
Gözleri kan aglar. Islâmiyyetde mâtem tutmak olsaydı, Asûre günü degil, Resûlullahın
Tâifde mubârek ayaklarının kana boyandıgı ve Uhudda mubârek disinin
kırılıp, mubârek yüzünün kanadıgı ve vefât etdigi gün mâtem tutulurdu.
Yukarıdaki on geceden, besinci, altıncı, yedinci ve sekizinci gecelere (Kandil)
geceleri denir.
Yukarıda bildirilen on geceden baska, fıtr bayramının diger geceleri, Zil-hicce
ayının ilk on geceleri, Muharremin ilk on geceleri ve her Cum’a ve pazartesi gecesi
de mubârekdir. Sernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Imdâd-ül-fettâh) kitâbında,
bu gecelerin fazîletlerini uzun yazmısdır.
Asagıdaki hadîs-i serîfler, muhtelif kitâblarda yazılıdır:
1 — Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan düâ, tevbe, red olmaz.
Fıtr bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Sa’bânın onbesinci [Berât]
gecesi ve Arefe gecesi, [Kadr gecesi, birçok hadîs-i serîflerde bildirildigi için burada
da bildirilmege lüzûm görülmemisdir].
2 — Allahü teâlâ, ibâdetler içinde, Zil-hiccenin ilk on gününde yapılanları dahâ
çok sever. Bu günlerde tutulan bir gün oruca, bir senelik oruc [nâfile oruc] sevâbı
verilir. Gecelerinde kılınan nemâz, Kadr gecesinde kılınan nemâz gibidir. Bu
günlerde çok tesbîh, tehlîl ve tekbîr ediniz!
3 — Bir müslimân, Terviye günü oruc tutarsa ve günâh söylemezse, Allahü teâlâ,
onu elbette Cennete sokar.
– 356 –
4 — Arefe gününe hurmet ediniz! Çünki Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdigi
bir gündür.
5 — Arefe gecesi ibâdet edenler, Cehennemden âzâd olur.
6 — Arefe günü oruc tutanların, iki senelik günâhları afv olur. Biri, geçmis senenin,
digeri, gelecek senenin günâhıdır. [Arefe, Zil-hiccenin dokuzuncu günüdür.
Baska günlere Arefe denmez!].
7 — Arefe günü bin Ihlâs okuyanın bütün günâhları afv olur ve her düâsı kabûl
olur. Hepsini Besmele ile okumalıdır.
8 — Receb, Allahü teâlânın ayıdır. Receb ayına ikrâm edene, saygı gösterene,
Allahü teâlâ, dünyâda ve âhıretde ikrâm eder.
Abdülkâdir-i Geylânînin “rahmetullahi aleyh” arabî (Fütûhulgayb) kitâbının
ve bunun, Abdülhak Dehlevî, fârisî serhinin, [1313] Hindistân baskısı, ikiyüzyetmisdördüncü
sahîfede, Alî “radıyallahü anh” asagıdaki hadîs-i serîfi haber verdi:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Farz nemâzı kılmamıs olanın
nâfile nemâzları kılması, vakti temâm olmus hâmile kadına benzer. Çocugu olacagı
günlerde, çocugu düsürür, aldırır. Çocugu yok oldugu için, bu kadına, hâmile
denemez. Ana da denemez. Bu kimse de böyledir. Farz nemâzlarını ödemedikce,
Allahü teâlâ, nâfile nemâzlarını kabûl etmez). Büyük âlim, hadîs-i serîf mütehassısı
Abdülhak Dehlevî “rahmetullahi aleyh”, bu kitâbı fârisî serh ederken buyuruyor
ki, (Bu hadîs-i serîf, farz borclarını kazâ etmeyip de, sünnetleri ve nâfileleri
kılanların, bos yere ugrasdıklarını bildirmekdedir. Çünki, farz ve vâcib olmıyan
nemâzlara nâfile nemâz denir. Farzlarla birlikde kılınan nâfilelere (Müekked
sünnet) nemâzlar denir. Farzla birlikde kılınması bildirilmiyenlere (Zevâid sünnet)
nemâzları denir).
9 — Recebin ilk Cum’a gecesini ihyâ edene [saygı gösterene], Allahü teâlâ kabr
azâbı yapmaz. Düâlarını kabûl eder. Yalnız, yedi kimseyi afv etmez ve düâlarını
kabûl etmez: Fâiz alan veyâ veren, müslimânları asagı gören, anasına, babasına eziyyet
eden, karsı gelen çocuk, müslimân olan ve islâmiyyete uyan kocasını dinlemiyen
kadın, sarkı ve çalgıcılıgı san’at edinenler, livâta ve zinâ edenler, bes vakt nemâzı
kılmıyanlar. Bunlar, bu günâhlardan vaz geçmedikce, tevbe etmedikce, düâları
kabûl olmaz. Ananın, babanın, kocanın, hiç kimsenin, islâmiyyete uymıyan
emri dinlenilmez, yapılmaz. Fekat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek
lâzımdır. Ana baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhâneden, sırtda tasıyarak
bile, geri getirmek lâzımdır. Fekat, oralara götürmek lâzım degildir.
Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” besinci cild, ikiyüzaltmısdokuzuncu
sahîfede buyuruyor ki, (Anayı, babayı ve kadının zevcini, adları ile çagırması
tahrîmen mekrûhdur, küçük günâhdır. Ta’zîm ile, saygı anlatan kelimeler ile ve yanına
giderek çagırmaları lâzımdır. Uzakdan, yüksek sesle çagırmamalıdır).
10 — Cebrâîl “aleyhisselâm” bana geldi. Kalk, nemâz kıl ve düâ et! Bu gece,
Sa’bânın onbesinci gecesidir dedi. Bu geceyi ihyâ edenleri, Allahü teâlâ afv eder.
Yalnız, müsrikleri, büyücüleri, falcıları, hasîsleri, alkollü içki içenleri, fâiz yiyenleri
ve zinâ yapanları afv etmez.
11 — Berât gecesini ganîmet, fırsat biliniz! Çünki, belli bir gecedir. Sa’bânın onbesinci
gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece oldugu belli degildir.
Bu gece, çok ibâdet yapınız. Yoksa, kıyâmet günü pismân olursunuz!
Bir zemânda veyâ bir yerde veyâ birseyi okumakda, yapmakda, çok sevâb verilecegini
isitince, o sevâba kavusmagı niyyet ederek, düsünerek yapana, bu haber
dogru olmasa bile, Allahü teâlâ, o sevâbları ihsân eder. Fekat, bunun islâmiyyet
tarafından yasak edilmemis birsey olması lâzımdır. Nâfile ibâdetlerin sevâbına kavusabilmek
için, îmânda ve farzlarda kusûr olmamak ve günâhlara tevbe etmek ve
ibâdet olarak yapmaga niyyet etmek sartdır.
– 357 –