02 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN.....57 — SULAR VE ÇESIDLERI

57 — SULAR VE ÇESIDLERI
(Dürr-ül-muhtâr)da ve bunun açıklaması olan (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor
ki:
Küçük abdest [ya’nî nemâz abdesti] ve boy abdesti [ya’nî gusl abdesti] almak için,
(Mutlak su) kullanılır. Ya’nî mutlak su hem temizdir, hem de temizleyicidir. Mutlak
su demek, ismi yanında, baska kelime söylenmiyen, yalnız su denilen sulardır.
Yagmur, dere, nehr, kaynak, kuyu, deniz ve kar suları, mutlak sudur. Müsta’mel
su ve pis su ve çiçek suyu, üzüm suyu gibi, cinsi, sıfatı da söylenen sular mutlak su
degildir. Bunlar ile abdest ve gusl alınmaz. Bunlara (Mukayyed su) denir. Zemzem
suyu ile abdest ve gusl alınır. Mekrûh dahî degildir. Günesde durmus su ile
de câizdir. Fekat tenzîhen mekrûhdur.
Agaçdan, otdan, meyvadan, asmadan çıkan, damlayan su temizdir. Fekat bunlar
ile ve bunları sıkarak çıkarılan sular ile abdest ve gusl câiz degildir.
Mutlak suya, temiz birsey karısınca, karısan sey, sudan fazla ise, su mukayyed
olur. Karısan seyin fazla olması dört dürlü olur: Birincisi, katı seyin meselâ süngerin,
otun suyu temâm emmesi ile olur. Ikincisi, sabun gibi temizleyici maddelerden
olmıyan bir seyin, su ile ısıtılması ile olur. Et suyu, bakla suyu böyledir. Bu hâlde,
suyun üç sıfatı degismese de ve su akıcılıgını gayb etmese de, mukayyed su olur.
Sabun, sedr gibi temizleyici madde ile ısıtılan su, akıcılıgını gayb ederse, mukayyed
olur. Üçüncüsü, bir katı cismin suya sogukda karısmasıdır. Karısan madde, suyun
ismini degisdirirse, koyu olmasa da, mukayyed su olur. Safranlı su, demir sülfatlı
[zaclı] su boyacılıkda, mazılı su dabakcılıkda kullanılacak kadar madde erimis
ise, böyledir. Hurma nebîzi de böyledir. Hurma, kuru üzüm soguk suda bırakılır.
Sekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtılır. Soguyunca süzülür. Bu sıvıya
nebîz denir. Isıtmadan süzülürse, nakî’ olur. Suyun ismi degismedigi zemân,
su koyu olursa, akıcılıgı kalmazsa, mukayyed olur. Akıcılıgı kalırsa, üç özelligi degisse
bile, temiz kalır. Içine safran düserek boyanmıs su, fasulye, nohud, yaprak,
meyve ve otların soguk suda kalarak, rengi veyâ kokusu, tadı degisen su, böyledir.
Doymus tuz eriyikleri ile abdest ve gusl câiz degildir.
Dördüncüsü, suya mâyı’ hâlinde bir maddenin karısmasıdır. Küçük havuza
mâyı’ [sıvı] hâlinde bir temiz cism karısınca, bu sıvının üç sıfatı da suya benzemiyorsa,
karısımın iki sıfatı bozulursa, mukayyed olur. Biri degisirse, mukayyed olmaz.
Sirkeli su böyledir. Bir veyâ iki sıfatı suya benziyorsa, karısımda, suyun
benzemiyen bir sıfatı degisince, mukayyed olur. Sütlü su böyledir. Çünki, kokusuz
olmaları benziyor. Kavun suyu karısan su da böyledir. Çünki, renksiz ve kokusuz
olmaları benziyor. Üç sıfatı da suya benziyorsa, karısan sıvı mikdârı sudan
çok veyâ müsâvî ise, mukayyed olup, abdest ve gusl câiz olmaz. Müsta’mel [abdestde,
guslde kullanılmıs] suyun karısması böyledir. Müsta’mel su, temiz kabûl edildigine
göre, böyledir. Müsta’mel suyun küçük havuza, kurnaya akması ve abdestsizin
elini, ayagını sokması veyâ kendi girmesi hep aynıdır. Içine su akmıyan
küçük havuzdan abdest alanların derisine degen su mikdârı, yarısı oldugu ve havuza,
az da olsa, necâset düsdügü bilinmedikçe, buradan abdest almak câiz olur.
Hergün suyu degisdirilen küçük havuzda birçok kimseler abdest alsa ve müsta’mel
suları havuza tekrâr düsse, câiz olur. Fekat, bu havuza, pek az da necâset
düserse, abdest almak, câiz olmaz. Ba’zı âlimlere göre, küçük havuza, bir uzv sokulup
yıkanınca, bütün havuz, müsta’mel su olur. Bunun için, su bol olan yerlerde,
uzvları havuzda yıkamamalı, havuzdan avucla su alıp, dısarda yıkamalıdır. Suyu
olmıyan yerlerde câiz diyen âlimlere göre, havuzda abdest ve gusl alınabilir.
Gasb edilen su ile abdest sahîh ise de, harâmdır.
Içinde, akıcı kanı olmıyan hayvân ölmüs mutlak su ile, abdest ve gusl câizdir.
Akreb, tahta kurusu, sivrisinek ölüsü bulunan su ile câiz olur. Kan emmis sülük
– 160 –
ölünce câiz olmaz. Ipek böcegi ve yumurtası ve necâsetde yasıyan kurdlar, bagırsak
solucanları ve meyve kurdları temizdir. Bunlardaki necâset bulasıkları pisdir.
Suda yasıyan balık, yengeç, su kurbagası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusl
câizdir. Toprak kurbagası ve yılanından, akıcı kanı olmıyanları da, suda ölünce
câiz olur. Bütün bunlar, sudan çıkarılıp, ölünce, ölüleri suya düserse, yine câiz
olur. Kurbaga, suda parçalanırsa, yine câiz olur. Fekat içilmez. Çünki, eti harâmdır.
Ördek, kaz gibi karada dogup, suda yasıyan hayvân ölünce, küçük havuz, necs
olur.
Hanefîde, küçük havuza, sâfi’îde ise, kulleteynden az olan suya, az necâset
düserse, üç sıfatı degismese de, necs olur. Insan içmez ve temizlikde kullanılmaz.
Üç sıfatı degisirse bevl gibi olup hiçbir seyde kullanılmaz. Kulleteyn, besyüz rıtldır.
Rıtl 130 dirhem, dirhem 3,36 gramdır. Kulleteyn, 220 kilo gram olmakdadır.
Uzun zemân durmakla üç sıfatı degisen su, pis olmaz. Kokan suyun sebebi bilinmezse,
temiz kabûl edilir. Baskasına sorup, arasdırmak lâzım degildir. Mu’tezileye
inâd olmak için, ba’zan nehr yanında, havuzdan abdest almalıdır.
Görünen veyâ görünmiyen necâset, hanefîde akar suya ve büyük havuza, sâfi’îde
kulleteyn mikdârı olan suya, mâlikîde ise herhangi mikdârdaki suya düserse, pisligin
üç eserinden biri, ya’nî rengi, kokusu veyâ tadı belli olmıyan her tarafından
abdest ve gusl câiz olur. Meselâ les varsa veyâ insan veyâ hayvân bevl yaparsa veyâ
yırtıcı hayvân içerse, asagı tarafında bir eseri görülmezse câiz olur. Ba’zı âlimlere
göre, câiz olması için, necâsete degen suyun, degmiyen sudan az olması lâzımdır.
Suyun devâmlı akması sart degildir. Necs yere su dökülerek, bir metre kadar
akar, üç sıfatı giderse, temiz olur. Birinde temiz, ötekinde pis su bulunan iki kap,
bir metre kadar yüksekden dökülünce, havada karısırlarsa, yere düsen su, temiz
olur.
Saman çöpünü sürükliyen suya, akıcı su denir. Eni on zrâ’ [4,8 metre], boyu da
on zrâ’ olan kare seklindeki havuza (büyük havuz) denir ki, sathı [alanı] yüz zrâ’
kare, ya’nî yirmiüç metre karedir. Muhîti [çevresi] onyedi metre olan dâirenin sathı
da 23 metrekaredir. Derinligin az olması zarar vermez. Bir kimse, bir çukurdan
bir yol açarak, çukurdaki su, bu yolda akarken, bundan abdest alsa, müsta’mel suyu
bir yerde toplansa, buradan da yol açıp akıtılsa, akan su ile baskası abdest alsa
ve su yine bir yerde toplansa, yine yol açılsa, böylece hepsinin abdesti kabûl olur.
Necâset eseri görülünceye kadar, akan su temiz olur. Bu misâlde, müsta’mel su,
necs kabûl edilmisdir. Içine devâmlı su akan ve devâmlı tasan [veyâ içinden devâmlı
su alıp, iki alıs arası, su hareketsiz kalacak kadar uzamıyan] küçük havuz ve hamâm
kurnası, akar su demekdir. Bunların her tarafından abdest alınır. Müsta’mel
suyun üstden tasması lâzımdır. Dipdeki delikden akarsa, akar su gibi olmaz. Havuzun
çok küçük olup, müsta’mel suyun hepsinin akıp gidebilmesi sart degildir. Havuzun
yüzü, buz tutmus ise, buzu delince su buza degmiyor ise, havuzdaki suyun
yüzüdür. Eger degiyor ise, delikdeki suyun yüzü demekdir. Necs suya, temiz su gelip,
karsı tarafdan tasarsa, eseri kalmıyan tarafları temiz olur. Içindeki kadar su tasınca,
hepsi temiz olur. Tasan su, necâset eseri görülmedikçe temizdir. Legen, kova
gibi kaplar da böyledir. Meselâ necs kova, doldurulur ve tasarsa necâsetin üç
eserinden biri görülmeyince su da, kova da temiz olur.
(Mâ-i müsta’mel), ya’nî abdestde veyâ guslde kullanılan yâhud kurbet olarak
kullanılan su, meselâ, yimekden önce ve sonra, sünnet oldugu için el yıkamakda
kullanılan su, yıkanan uzvdan ayrılınca necs olur. Ba’zı âlimlere göre, baska uzva,
elbiseye, yere düsdükden sonra necs olur. Ilk düsdügü yeri kirletmez.
Ebû Nasr Akta “rahmetullahi aleyh”, (Kudûrî) serhinde diyor ki, (Bir suya, temiz
seyler karıssa, su ismi degismedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest alınır).
– 161 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:11
Yolda rastlanan bir suyun temiz oldugu iyi bilinir veyâ temiz oldugu çok zan edilirse,
bununla abdest alınır. Hattâ, su az ise, buna necâset karısdıgı iyi bilinmedikçe,
bununla abdest alınır ve gusl edilir. Teyemmüm edilmez. Çünki, her suyun aslı
temizdir, zan ile pis olmaz. Hâlbuki, zan ile, aslı üzere kalır. Ya’nî temiz kabûl
edilir. Ibâdetler, fazla zan edilmekle, temiz ve dogru olur. Îmân, i’tikâd ise, çok zan
ile dogru olamaz, iyi bilinmekle dogru olur. Hamâma giren kimse, kurnayı veyâ havuzu
dolu görse, içine necâset bulasdıgını bilmedikçe, o su ile abdest alır ve gusl
edebilir. Su akıtıp, kurnayı tasırmaga lüzûm yokdur.
ARTIKLAR: Bir kabdan veyâ küçük havuzdan, bir canlı içerse, kalan suya (artık)
denir. Sıvı ve yemek artıklarının temiz olup olmaması, artıgı bırakanın tükürügü
gibidir. Her insanın tükürügü ve artıgı temizdir. Kâfirin, cünübün artıgı da
temizdir. Cünüb, denize dalıp çıkınca, sonra su içerse temiz olur. Ya’nî, su içmesi
agzını yıkamak olur. Artıgı, müsta’mel su oluyor ki, müsta’mel suya necs diyenler
vardır denirse, müsta’mel olan, kalan su degil, içdigi sudur. Cünübün, yıkanmak
için, tas yerine kurnaya avucunu sokup su alması câiz olup, kurnadaki su, müsta’mel
olmadıgı gibi, cünübün artıgı da, müsta’mel sayılmamısdır. Kadının artıgını,
yabancı erkegin içmesi ve erkegin artıgını yabancı kadının içmesi, lezzet alacagı
için mekrûhdur. Oglanların berberlik yapması ve hamâmda keselemesi de, lezzete
sebeb olursa, mekrûh olur. Baskasının tükürügü de böyledir. Eti yinen hayvânların
agzına necs sürülmedikçe, artıkları temizdir. At da böyledir. Denizde ve
karada yasayan, akıcı kanı olmıyan hayvânlar da böyledir. Bütün bunların artıkları
ile abdest ve gusl alınır ve necâset temizlenir. At sütü temizdir, içilir.
Domuzun, köpegin ve yırtıcı hayvânların ve henüz fâre yiyen kedinin artıkları,
etleri ve sütleri kaba necâsetdir. Bunları yimek, içmek harâmdır. Artıklarını
abdestde, guslde ve temizlikde kullanmak câiz degildir. Ilâç olarak da kullanılmaz.
Mâlikî mezhebinde domuz ve köpek temizdir. Fekat bunları yimek, Mâlikî mezhebinde
de harâmdır. [27 Hazîran 1986 târîhli Türkiye gazetesinde diyor ki, (Ottava
üniversitesi mütehassısları, onaltı millet üzerinde yapdıkları tedkîklerde, domuz
etinin, karacigerdeki öldürücü siroz hastalıgına sebeb oldugunu tesbît etdiler).]
Fil ile maymun da, yırtıcı hayvandır. Bunlar, avlarını disleri ile parçalar. Henüz
serâb [ve alkollü içki] içmis olan insanın artıgı da böyledir. Serhos, içkiden
sonra, üç kerre, dili ile dudaklarını yalayıp, tükürügünü yutar veyâ atarsa, sonra
içdigi suyun artıgı necs olmaz. Ya’nî tükürügünde içkinin kokusu ve tadı kalmaması
lâzımdır. Sokakda gezip, hep pislik yiyerek eti kokan tavuk, koyun ve devenin
eti ve artıgı mekrûhdur. Böyle tavuk üç gün, koyun dört gün, deve ve sıgır on
gün sokaga bırakılmazsa, eti ve artıgı mekrûh olmaz. Necâset yidikleri bilinmezse,
artıkları mekrûh olmaz. Temiz su varken mekrûh olan artıklarla ve yırtıcı
kusların artıgı ile ve fâre yidigi bilinmiyen kedinin artıgı ile ve fârenin, akıcı kanı
olan yılanın artıgı ile abdest almak tenzîhen mekrûhdur. Yırtıcı kusların gagası
temiz ise, artıkları mekrûh olmaz. Fârenin, kedinin eti necs ise de, artıklarına,
müstesnâ olarak, kaba necâset denilmedi. Ikisinin artıgını yimek, içmek, zenginler
için mekrûh oldu. Fakîrler için mekrûh degildir. Esek ve katır artıgı temizdir.
Fekat, temizleyici olup olmadıgı sübhelidir. Yaban esegini yimek câizdir ve artıgı
temizdir. Su bulunmadıgı yerde, mekrûh olan artık ile abdest almak mekrûh olmaz.
Böyle artık su varken teyemmüm edilmez. Temiz su yok iken, esek, katır artıgı
ile abdest alınır ve sonra teyemmüm edilir. Küçük çocugun elini suya sokması,
kedinin artıgı gibidir. Ya’nî, eli temiz oldugu bilinmiyorsa, bu su ile abdest almak
veyâ içmek, tenzîhen mekrûh olur. Artıgı mekrûh olan bir hayvânın üzerinde
iken, nemâza durmak mekrûhdur. Bir hayvânın teri, artıgı gibidir. Meselâ, esegin
teri temizdir.
Kisi noksânını bilmek gibi, irfân olmaz!
– 162 –
58 — SETR-I AVRET ve KADINLARIN ÖRTÜNMESI
Mükellef olan, ya’nî âkıl ve bâlig olan insanın nemâz kılarken açması veyâ her
zemân baskasına göstermesi ve baskasının bakması harâm olan yerlerine (Avret
mahalli) denir. Erkegin ve kadının avret mahallini örtmesi, hicretin üçüncü senesinde
gelen, (Ahzâb) ve besinci senesinde gelen (Nûr) sûrelerinde emr olundu. Hanefî
ve Sâfi’î mezheblerinde erkeklerin, nemâz için avret mahalli, göbekden diz altına
kadardır. Sâfi’îde göbek, hanefîde diz avretdir. Buraları açık olarak kılınan
nemâz sahîh olmaz. Nemâz kılarken, vücûdün diger kısmlarını, [kolları, bası] örtmek
[ve uzun cübbe ve antâri yoksa, çorap giymek] erkeklere sünnetdir. Açık kılmaları
mekrûhdur.
Hür olan kadınların ellerinden ve yüzlerinden baska her yerleri, bilekleri, sarkan
saçları ve ayaklarının altı, nemâz için hanefîde avretdir. Ellerin üstü avret degildir
diyen kıymetli kitâblar çokdur. Bunlara göre, kadınların bileklerine kadar
ellerinin üstü açık kılmaları câiz olur. Fekat, kitâbların hepsine uymus olmak
için, kadınların elleri örtecek kadar uzun kollu nemâzlık veyâ genis bas örtüsü ile
elleri örtülü olarak kılmaları, dahâ iyi olur. Kadınların ayakları nemâzda avret degildir
diyen de varsa da, bu âlimler de, nemâzda örtmesi sünnet, açması mekrûhdur
dedi. [Sarkan saçın da, ayak gibi oldugu (Kâdîhân)da yazılıdır.] Erkegin veyâ
kadının avret uzvlarından herhangi birinin dörtde biri, bir rükn açık kalırsa, nemâz
bozulur. Azı açılırsa bozulmaz. Nemâzı mekrûh olur. Meselâ, ayagının dörtde
biri açık olan kadının nemâzı sahîh olmaz. Kendisi açarsa hemen bozulur.
(Umdet-ül-islâm)da diyor ki, (Kadının topuk kemigi veyâ bilegi veyâ boynu veyâ
saçı açık olarak kıldıgı nemâzı sahîh olmaz. Ince olup içindeki uzvun sekli veyâ
rengi görünen kumas, yok demekdir). Sâfi’îde kadının iki elinden ve yüzünden
baska heryeri her zemân avretdir.
Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki:
Avret yerini örtmek, nemâzda da, nemâz dısında da farzdır. Ipek ve gasb edilmis,
çalınmıs kumasla örtülü olarak nemâz kılmak tahrîmen mekrûhdur. Hiçbirsey
bulamıyan bir erkegin, yalnız ipek bulunca, ipekle de örtmesi lâzım olur. Yalnız
iken kılarken de, örtmek farzdır. Temiz elbisesi bulunan kimsenin karanlıkda,
yalnız iken de çıplak kılması câiz degildir. Kadınların, nemâz dısında, yalnız iken,
diz ve göbek arasını örtmesi farz olup, sırtını ve karnını örtmesi vâcib, baska yerlerini
örtmesi edebdir. Evde yalnız iken, bası açık dolasabilir. Görünmesi câiz olan
onsekiz erkek yanında, ince bas örtüsü örtmeleri evlâdır. Iyi olur. Yalnız iken avret
yeri, ancak özr ile açılabilir. Meselâ halâda açılır. Yalnız olarak gusl abdesti alırken
açmak mekrûh olur veyâ câizdir veyâ küçük yerde câiz olur da denildi. Nemâz
dısında, necâsetli elbise ile de örtünmek lâzım olur.
(El-fıkh-u-alel-mezâhibil-erbe’a)da diyor ki, (Erkeklerin ve kadınların nemâzda
örtmeleri farz olan ve erkeklerin erkeklere ve kadınlara ve kadınların mahremlerine
göstermeleri harâm olan yerleri, dört mezhebde aynı degildir. Fekat, kadınların
yüzlerinden ve avuç içlerinden ve dıslarından baska yerlerini yabancı erkeklere
ve müslimân olmıyan kadınlara göstermeleri ve bunların bakmaları üç
mezhebde de harâmdır. Ancak, sâfi’îde, fitneye sebeb olacagı zemân, yüzü ve elleri
de, yabancı erkekler arasında avret olur.) Kadınların, yabancı erkeklere yalnız
yüzünü ve avuçlarını açması câiz ise de, erkeklerin, müslimân olsun, kâfir olsun,
yabancı kadınların yüzlerine ve avuçlarına sehvet ile bakması câiz degildir. Kadınların
bakması câiz olan yerlerine, meselâ yabancı kadınların yüzlerine, avuçlarına
ve avret yerlerinin resmlerine ve konusan çocukların avret yerlerine, lüzûmsuz
olarak sehvetsiz bakmak mekrûhdur. Konusmaga baslamamıs olan küçük çocukların
avret mahalli, yalnız sev’eteyndir. Erkek çocukların, on yasına kadar, kızların
ise, gösterisli oluncıya kadar galîz avretlerine, bundan sonra, bütün avret yer-
– 163 –
lerine bakmak câiz degildir. Hayvânların avret mahalli yokdur. Oglanların yüzüne
sehvet ile bakmak da harâm olup, sehvetsiz bakmak, güzel olsalar da câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Fitne tehlükesi olunca, âkıl ve bâlig olan güzel
oglanı, babası, kendi evine, terbiyesi altına alır. Sefere, ilm ögrenmege, hacca
sakalsız göndermez. Bunu kadın gibi korur. Fekat yüzüne peçe örtmez. Sokakda
her kadının yanında iki seytân vardır. Oglanın yanında onsekiz seytân vardır.
Bunlara bakanları aldatmaga çalısırlar. Ananın, babanın mesrû’ emrlerine itâ’at
etmesi farzdır. Fitne tehlükesi olmıyan âkıl, bâlig oglunu babası zorla evinde tutamaz).
[(Mecma’ul-enhür)ün ikinci cildinde diyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem”, (Yabancı kadınların yüzlerine sehvet ile bakanların gözlerine, kıyâmet
günü ergimis kızgın kursun dökülecekdir) buyurdu. (Birgivî vasıyyetnâmesi)ni
serh eden, Kâdî zâde, göz âfetlerini anlatırken diyor ki, Nûr sûresi, otuzuncu
âyetinde meâlen, (Ey Resûlüm “sallallahü aleyhi ve sellem”! Mü’minlere söyle, harâma
bakmasınlar ve avret yerlerini harâmdan korusunlar! Îmânı olan kadınlara
da söyle, harâma bakmasınlar ve avret yerlerini harâm islemekden korusunlar!)
buyuruldu.
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vedâ’ haccında,
(Yabancı kadına sehvet ile bakan bir kimsenin gözleri atesle doldurulup, sonra
Cehenneme atılacakdır. Yabancı kadın ile toka edenin kolları ensesinden baglanıp,
Cehenneme sokulacakdır. Yabancı kadın ile, lüzûmsuz yere sehvet ile konusanlar,
her kelimesi için, bin sene Cehennemde kalacakdır) buyurdu. Bir hadîs-i serîfde
buyurdu ki: (Komsu kadına ve arkadasların kadınlarına sehvet ile bakmak, yabancı
kadınlara bakmakdan on kat dahâ günâhdır. Evli kadınlara bakmak, kızlara
bakmakdan bin kat dahâ çok günâhdır. Zinâ günâhları da böyledir).
(Berîka) kitâbında diyor ki, (Üç sey, göze cilâ verir: Yesillige, akar suya ve güzel
yüze bakmak) ve (Üç sey gözü kuvvetlendirir. Sürme çekmek, yesillige ve güzel
yüze bakmak) hadîs-i serîfleri, bakması halâl olan kimselere bakmanın fâidesini
bildirmekdedir. Yoksa, yabancı kadınlara, kızlara bakmak, gözü za’îfletir ve
kalbi karartır. Hâkim, Beyhekî ve Ebû Dâvüd bildiriyorlar ki, Ebû Ümâmenin “radıyallahü
anh” bildirdigi hadîs-i merfû’da, (Yabancı bir kızı görüp de, Allahü teâlânın
azâbından korkarak, basını ondan çeviren kimseye Allahü teâlâ ibâdetlerin
tadını duyurur) buyuruldu. Ilk görmesi afv olunur. Bir hadîs-i serîfde, (Allah
için yapılan cihâdda düsmanı gözleyen veyâ Allah korkusundan aglıyan veyâ harâmlara
bakmıyan gözler, kıyâmetde Cehennem atesini görmiyeceklerdir) buyuruldu].
Yedi veyâ on yasında olan gösterisli kızlar ve onbes yasını dolduran veyâ bâliga
olan bütün kızlar, kadın hükmündedir. Böyle kızların basları, saçları, kolları,
bacakları açık olarak, yabancı erkeklere görünmeleri ve erkeklere tegannî etmeleri,
onlarla yumusak, cilveli konusmaları harâm olur. Kadınların, yabancı erkeklerle,
alıs veris gibi, ihtiyâc oldugu zemân, fitneye sebeb olmıyacak seklde, sert
konusması câizdir. Erkekler arasında yüzünü açmaları da böyledir. Kadınların, bası,
saçı, kolları, bacakları açık sokaga çıkmaları ve yabancı erkeklere, lüzûmsuz yere,
seslerini duyurmaları, erkeklere sarkı söylemeleri, plâk ile, film ile de duyurmaları,
Kur’ân-ı kerîm, mevlid, ezân okuyarak duyurmaları büyük günâhdır. [Kadınların,
kızların ince, dar veyâ kürklü örtü ile ve küpe, gerdanlık gibi zînet esyâsı
açık olarak ve erkekler gibi giyinerek ve saçlarını erkekler gibi tras ederek sokaga
çıkmaları harâmdır. Bunun için, genis bile olsa, pantalon ile örtünmeleri de
câiz degildir. Pantalon, erkek elbisesidir. (Tergîb-üs-salât)daki hadîs-i serîflerde,
(Örtülü olan çıplaklara ve erkek gibi giyinen kadınlara ve kadın gibi giyinen,
süslenen erkeklere la’net edildi). Hele dar pantalon, erkeklere de câiz degildir. Çünki,
kaba yerleri dısardan belli olmakdadır. Bundan baska, kadınların pantalon giy-
– 164 –
meleri eskiden de, simdi de islâm âdeti degildir. Dinsizlerden, islâm tesettürünü
bilmiyenlerden gelmekdedir. Harâmlar yayılsa, yerlesseler de, islâm âdeti olamazlar.
Kâfirlere benziyenin, onlardan olacagı, hadîs-i serîfde bildirilmisdir. Pantalon,
manto altına giyilebilir ise de, mantonun pantalon yokmus gibi dizleri örtmesi lâzımdır.
Salvar, çok genis oldugu için, âdet olan yerlerde, kadınlar için de, iyi bir
örtü olur. Âdet olmıyan yerlerde fitneye sebeb olursa, kullanması câiz olmaz. Kâdî
Senâullah-ı Pâni-pütî, Sâh Veliyyullah-ı Dehlevînin (Tefhîmat) kitâbı sonundaki
yedinci vasıyyetini açıklarken, (Gömlekle ve pestemal sararak ve na’lın giyerek
ve benzeri seylerle sokaga çıkmak, eskiden islâm âdeti idi. Simdi, bu âdetin bulunmadıgı
yerlerde, bunlarla sokaga çıkmak, gösteris olur. Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem”, gösterisi, söhret yapmagı yasak etmisdir. Mü’minlerin âdeti
olan seylerle örtünmelidir. Ayrılık yapmamalıdır) buyuruyor. Genis manto ile
örtünmek âdet olan yerlerde, kadının çarsafla sokaga çıkması da böyledir. Ayrıca,
islâm örtüsü ile alay edilmesine sebeb olarak, günâh da olur. Ikinci kısm otuzdokuzuncu
maddenin sondan 3. cü sahîfesine bakınız! (Fâideli Bilgiler) 281 den
baslıyarak kadının örtünmesi uzun yazılıdır.]
Nemâzda ve nemâz dısında, avret yerini baskalarının yan taraflardan görmemeleri
için, örtmek farz olup, kendinden örtmesi farz degildir. Rükü’da iken, kendi avret
yerini kendi görürse, nemâzı bozulmaz. Fekat, bakması mekrûhdur. Cam gibi,
naylon gibi, altının rengi görünen sey ile, örtü olmaz. Örtü dar olup veyâ bol ise de,
herhangi avret yerine yapısıp uzvun belli olması, nemâza zarar vermez. Fekat,
böyle, baskalarına karsı örtülmüs olmaz. Baskasının, böyle belli olan kaba avretine
bakmak harâmdır. Erkeklerin (Sev’eteyn) denilen ön ve arka uzvları ve kaba etleri
(Kaba avret)dir. Yorgan altında çıplak yatan bir hasta, bası yorgan içinde iken,
îmâ ile nemâz kılınca, çıplak kılmıs olur. Basını yorgandan dısarı çıkarıp kılarsa, yorganla
örtülü kılmıs olup, câiz olur. Insanın örtünmesi degil, avret yerinin örtünmesi
sartdır. Karanlıkda, yalnız odada, kapalı çadırda çıplak kılmak câiz degildir.
Avret yerini örtmekden âciz kalan kimse, nemâzda oturdugu gibi veyâ dahâ iyisi,
ayaklarını kıbleye uzatıp, elleri ile önünü örtüp, îmâ ile kılar. Çünki, avret yerini
örtmek, nemâzın diger farzlarından dahâ mühimdir. [Görülüyor ki, çıplak kalanın
da, nemâzı vaktinde kılması, kazâya bırakmaması lâzımdır. Tenbellikle kılmıyanların
ve kazâ nemâzlarını ödemiyenlerin, büyük suç altında sorumlu olduklarını,
buradan da anlamalıdır.] Çıplak olan, yanında bulunanlardan örtü ister.
Söz verilirse, vaktin sonuna kadar bekler. Su olmayınca, suyu ümmîd edenin de vaktin
sonuna kadar, su beklemesi, ancak bundan sonra teyemmüm etmesi lâzımdır.
Parası olanın su ve örtü alması lâzımdır. Dörtde birinden azı temiz olan örtüden
baska birsey bulamıyan kimsenin, bu örtü ile kılması veyâ oturup îmâ ile kılması
câiz olup, dörtde biri temiz olan örtü ile, ayakda kılması lâzımdır ve nemâzını iâde
etmez.
Seferî olan, bir mil içinde, içmeden fazla su bulamazsa, necâsetli örtü ile kılar
ve iâde etmez. Mukîm olanın, ya’nî müsâfir olmıyanın, necs örtü ile kılması câiz
degildir. Temizlemesi mümkin ve lâzımdır. Çünki, sehrde su bulmak ihtimâli fazladır.
Su bulunmadıgı muhakkak ise, mukîm de necâsetli örtü ile kılabilir ve teyemmüm
eder. (Redd-ül-muhtâr)ın besinci cildinde buyuruyor ki:
Insanların, birbirine görünmesi ve bakması, dört dürlüdür:
Erkegin kadına, kadının erkege, erkegin erkege, kadının kadına bakmasıdır. Erkegin
kadına bakması da dörde ayrılır:
Erkegin yabancı hür kadına, kendi zevcesine ve kendi câriyelerine ve bakması
câiz olan onsekiz akrabâsına, baskalarının câriyelerine bakmasıdır.
Erkeklerin yabancı kadının yüzünden ve avuçlarının içinden ve dısından baska
yerine bakmaları dört mezhebde de harâmdır. Kızların yüzlerine sehvet ile bakmaları
da harâmdır. Bunun için, kızların yüzlerini de örtmeleri lâzımdır. Hasî, ya’nî
– 165 –
burulmus, husyeleri çıkarılmıs olanın bakması da harâmdır. Insanı burmak harâmdır.
Hayvanı, ancak semizletmek için câizdir.
Erkeklerin, erkegin göbegi ile dizi arasına bakmaları harâmdır. Bunun dısına,
sehvetsiz bakmaları câizdir. Zevcesine ve kendi câriyelerine tepeden tırnaga kadar,
sehvet ile dahî bakması ve bunların ona bakmaları câizdir.
[Erkegin avret mahalli, üç mezhebde, göbek ile diz arasıdır. Hanefîde diz avretdir.
Göbek avret degildir. Sâfi’îde, göbek avret olup, diz avret degildir. Mâlikîde
her ikisi de avret degildir. Hanbelî ve Mâlikînin bir rivâyetlerinde, erkegin yalnız
sev’eteyni avret oldugu (Mîzân-ül-kübrâ)da yazılıdır. Uylukların avret olmasında
icmâ’ olmadıgı için, uylukları açık olanlardan, ehemmiyyet vermiyenler, kâfir
olmakdan kurtulmakdadır. Sî’îlere göre avret yeri de, yalnız sev’eteyndir].
Erkek, nikâhla alması ebedî, sonsuz harâm olan onsekiz kadının ve baskasının
câriyelerinin basına, yüzüne, gerdanına, kollarına, dizden asagı bacagına, sehvetden
emîn ise, bakabilir. Gögüslerine, koltuk ve yanlarına [bögürlerine], uyluk
ve dizlerine ve sırtına bakamaz. Kadınların buralarına da (Galîz) ya’nî (Kaba
avret) yerleri denir. Her kadının, buralarını nemâzda, yabancı erkeklerin yanında,
sekli belli olmamak üzere genis olarak örtmeleri lâzımdır. Câriyeler, görünmesi
câiz olan yerleri açık nemâz kılabilirler.
Islâm dîninde, iki dürlü kadın kıyâfeti vardır: Birincisi, hür olan islâm hanımları,
yüzlerinden ve ellerinden baska, her yerini temâm örter. (Halebî-i kebîr)de,
meyyitin kefenini bildirirken diyor ki, (Erkekler kamîs ile, kadınlar dır’ ile örtünür.
Her ikisi de, omuzdan ayaga kadar örter. Kamîsin yakası omuzdan, dır’ın yakası
gögüsden ayaga kadar açıkdır). Görülüyor ki, islâm kadınları, simdiki manto
ile örtünmekde idi. Çarsafla örtünmeleri, sonradan âdet oldu. Genis, uzun
manto, kalın bas örtüsü ve uzun çorap, simdiki çarsaflardan dahâ iyi örtmekdedir.
(Dürer-ül-Mültekıte) dördüncü sahîfede diyor ki, (Islâmiyyet, kadınların örtünmesi
için belli bir örtü emr etmedi). Ikincisi, câriye [ya’nî, harbde esîr alınmıs olan
hizmetci kadın] kıyâfeti olup, erkeklerin yanında, baslarını, saç, boyun, kol ve bacaklarını
örtmeleri lâzım degildir. Müslimân adı tasıyan ba’zı kadınların, islâm hanımı
kıyâfetini bırakıp, câriye, hizmetci kıyâfetini begendikleri, esefle görülmekdedir.
Kâfirler, zındıklar, müslimân hanımlarını aldatmak için, (Islâmiyyetin baslangıcında
kadınlar örtünmezdi. Peygamber zemânında, müslimân kadınları, basları,
kolları açık gezerlerdi. Sonradan, kıskanç din adamları, kadınların örtünmelerini
emr etdiler. Kadınlar, sonradan kapandı. Umacı gibi oldu) diyorlar. Evet, kadınlar
açık gezerdi. Fekat, hicretin üçüncü senesinde (Ahzâb) ve besinci senesinde
(Nûr) sûreleri gelerek, Allahü teâlâ örtünmelerini emr eyledi. (Mevâhib-i ledünniyye)
de diyor ki, (Hicretin yedinci senesinde, Hayber gazâsından dönerken,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, esîrler arasındaki Safiyyeyi “radıyallahü
teâlâ anhâ” bir gece çadırına aldı. Eshâb-ı kirâm, Safiyyenin zevce olarak mı sereflendigini,
yoksa câriye olarak hizmet mi etdigini anlıyamadılar. Zevcelere lâzım
olan hürmeti ve hizmeti yapabilmek için, bunu Resûlullaha da sorup anlamaga
sıkıldılar. Sabâh çadırdan örtülü çıkarılıp, perde arkasında götürülürse, zevce
oldugunu anlarız dediler. Perde içinde götürüldügünü görerek, zevcelikle sereflenmis
oldugunu anladılar). Görülüyor ki, Resûlullah zemânında, hür kadınlar, bütün
bedenlerini örterlerdi. Bir kadının, hizmetçi olmayıp, hür hanım oldugu, her
yerini örtmesinden belli olurdu.
Bakması câiz olan yere, sehvetden emîn olanın dokunması da câizdir. Bir hadîs-
i serîfde, (Ananın ayagını öpmek, Cennet kapısının esigini öpmek gibidir) buyuruldu.
Fekat, yabancı genç kadının eline ve yüzüne bakmak câiz oldugu hâlde, sehvetden
emîn olsa dahî, dokunmak, tokalasmak câiz degildir. Herhangi kadın ile zinâ
etmek veyâ herhangi bir yerine sehvet ile dokunmak, unutarak veyâ yanılarak
– 166 –
bile tutsa, hanefîde ve hanbelîde (Hurmet-i musâhere)ye sebeb olur. Ya’nî, o
kadının neseb ile ve süt ile olan anası ve kızları ile o erkegin evlenmesi, kızın da,
oglanın oglu ve babası ile evlenmesi ebedî harâm olur. [Bir baba ile kızı arasında
hurmet-i musâhere hâsıl olursa, kızın anası ile, ya’nî adamın zevcesi ile adam
arasındaki nikâh bozulmaz. Kadın baskası ile evlenemez. Adamın bu kadını bosaması
lâzım olur. Bu kadın ile evli kalması ebedî harâm olur. Dâmâd ile kayın vâlidesi
arasında hurmet-i musâhere hâsıl olursa, dâmâdın zevcesini bosaması lâzım
olur. Dâmâd, bu kadın ile, sonsuz olarak, bir dahâ evlenemez (Bezzâziyye).] Kızlar,
kendilerinden emîn olsalar da, yabancı erkeklere dokunmaları câiz degildir.
Sehvet ile dokunurlarsa, hurmet-i müsâhere hâsıl olur. Kızın ve ihtiyârların sehveti,
kalbinin meyl etmesi demekdir. Sehvete sebeb olmıyacak derecede ihtiyâr kadınla
müsâfeha etmek [tokalasmak] ve elini öpmek, kendinden emîn olana câiz ise
de, yapmamak dahâ iyidir.
Erkeklerin, (Ebedî mahrem)leri olan kadınlarla berâber halvet etmeleri ve
sefere [meselâ hacca] gitmeleri câizdir. Bir adamın ebedî mahrem olmıyan kadınla
(Halvet) [ya’nî tenhâ yerde yalnız kalmak], tarafeyne göre, harâmdır. Baska müttekî
erkek veyâ bu adamın ebedî mahremlerinden biri veyâ zevcesi ile birlikde bulunursa,
harâm olmaz. Halvet etmekle veyâ önünden baska yerine sehvetle bakmakla,
hurmet-i musâhere hâsıl olmaz. (Ibni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
imâmlıgı anlatırken diyor ki, (Yabancı kadın çok olsa da, halvet olur. Çok ihtiyâr
kadınla ihtiyâr erkek sefere çıkar ve yalnız kalabilirler (Esbâh). Ebedî mahrem olan
onsekiz kadından biri ile halvet câiz ise de, yalnız süt kardes ile ve genç kaynana
veyâ gelin ile, fitne sübhesi olunca, mekrûhdur. Yabancı genç kadınla, zarûret olmadan,
konusmak câiz degildir. Mescid gibi dısarıdan içerisi görünen umûma
açık yerlerde [nakl vâsıtalarında, dükkânlarda] yalnız kalmak, halvet olmaz). Bir
evin iki odası bir yer sayılmaz. Ebedî mahrem olan kadınların kimler oldugu,
ikinci kısmda, 34. cü maddede [569.cu sahîfede] yazılıdır.
Imâm-ı Ebû Yûsüfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” göre, ekmek pisirmek, çamasır
yıkamak [ve kaba olmıyan avret yerlerinin açık olması lâzım gelen baska isler] için
ücretle çalısmaga mecbûr kalan muhtâc, esîr, kimsesiz kadınlar [isçi ve me’mûrlar],
is îcâb etdirdigi kadar, ayaklarını ve kollarını açabilir. Erkeklerin, bunları, is
için görmesi ve sehvetsiz bakması câiz olur. Baldız ve yengenin de yabancı kadın
oldukları (Ni’met-i islâm)ın hac kısmında ve (Bahrülfetâvâ)da ve (Alî efendi fetvâsı)
nda yazılıdır. Bunların da saçına, basına, koluna, bacagına bakmak harâmdır.
Bunlar gibi yabancı akrabâ evine gidince veyâ onlar gelince, kadın erkek birlikde
oturmak, gülüp nes’elenmek câiz degildir. Berâber oturmak âdet olan ve harâm
olduguna ehemmiyyet verilmiyen yerlerde, fitne çıkarmamak ve akrabâ arasında
düsmanlıklara yol açmamak için, kadınlar erkek akrabâ yanında ve sofrada
örtülü olarak, kısa zemân oturur. Ciddî konusulur. Bu görüsmenin kısa sürmesine
ve seyrek olmasına ve bilhâssa bir yerde yalnız bulunmamalarına çok dikkat etmelidir.
Dînini bilen ve uyan, bilgili ve hâlis müslimânlar, böyle birlikde hiç oturmamalıdır.
Câhillerle münâkasa etmemeli, dînimiz böyle emr ediyor diye isrâr etmemeli,
dünyâ islerini ileri sürerek, tatlı söyleyip, akrabâyı darıltmıyarak, harâmdan
kaçınmaga çalısmalıdır. Köle de, sâhibi olan kadına yabancı erkekdir.
Hâkimin mahkemede karâr verirken ve sâhidlerin sâhidlik yaparken ve evlenmek
istedigi kızı, sehvet korkusu olsa bile, bir kerre görmeleri ve doktorun, ebenin,
sünnetcinin, lâvman yapanın, lâzım oldugu kadar bakmaları câizdir. Hastanın
lâvman [ihtikan] yapdırması câizdir. (Dürr-ül-muhtâr), besinci cildi, dörtyüzyetmissekizinci
sahîfesinde diyor ki, (Oglunu sünnet etdirmek mühim sünnetdir. Islâmiyyetin
si’ârıdır. Bir sehr halkı çocuklarını sünnet etdirmezse, halîfe bunlarla
harb eder. Çocugun sünnet olma yası belli degildir. Yedi ile on iki arası en iyidir).
Sünnet ederken, topluca yüksek sesle bayram tekbîri söylenir. Sünnet olmıyanlar-
– 167 –
da çesidli hastalıklar olur. Fransız kitâbları, bu hastalıkları (Affections du prépuce)
adı altında uzun yazıyorlar. Kızların, ahkâm-ı islâmiyyeye riâyet etmek sartı ile, ilm
ve doktorluk ögrenmeleri ve ögretmeleri câiz oldugu (Hadîka)da, besyüzellisekizinci
sahîfede ve göz âfetlerinde yazılıdır. Kızlardan ebe, nisâiyye mütehassısı yetisdirmek
lâzımdır. Kadınları, kadın doktora göstermelidir. Kadın doktor bulunmazsa ve
hastalık tehlükeli veyâ çok agrılı ise, nisâiyye mütehassısı erkege de göstermelidir.
Kadınların birbirlerine avret yeri, erkegin erkege avret yeri gibidir.
Sehvetden emîn olan kadının yabancı erkege bakması, erkegin erkege bakması
gibidir. (Cevhere)de ise, erkegin, mahremi olan kadınlara bakması gibidir, buyurmakdadır.
Sehvet ile bakması harâm olur. Gayr-ı müslim ve mürted kadınların
[ve mürted amca ve dayının], müslimân kadınlarına bakması, ya’nî müslimân
kadınların bunlara görünmeleri, yabancı erkeklere görünmeleri gibi, üç mezhebde
de harâmdır. Bunlar müslimân kadınlarının bedenine bakamazlar. Hanbelî mezhebinde
câizdir.
Bedendeki bakması câiz olmıyan yerler, bedenden ayrılırsa, öldükden sonra dahî,
bunlara bakmak câiz degildir. Kadınların saç ve baska kılları, ayak tırnakları
[el tırnakları degil] ve kemikleri vücûddan ayrıldıkdan sonra, bunlara bakılamaz.
Kadınların bakılması harâm olan yerlerinin aynadaki veyâ sudaki görüntülerine
sehvetsiz bakmak harâm degildir. Çünki, kendileri degil, aksleri, benzerleri görülmekdedir.
[Aksleri, resmleri, kendileri degildir. Bunları görmek, kendilerini görmek
olmaz. Resmlerine, sinemadaki ve televizyondaki görüntülerine bakmak, aynadaki
hayâllerine bakmak gibidir. Hepsine sehvetsiz bakmak câiz olup, sehvet ile
bakmak veyâ sehvete sebeb olacak görüntülerine bakmak, böyle sesleri dinlemek
harâmdır. Bunlara sehvet ile bakan elbette vardır. Sehvete, harâma sebeb olan
resmleri yapmak, basmak, resm etmek harâm olur.] Kadınların avret yerlerine cam,
herhangi gözlük ve su arkasından sehvetsiz de bakmak ve su içindeki kadına bakmak
câiz degildir, harâmdır.
Imâmın, hâfızın, müezzinin ho-parlördeki, radyodaki sesleri de, kendi sesleri degildir,
benzerleridir. Bunlara uyarak kılınan nemâz sahîh olmaz. Kur’ân-ı kerîmi ve
ezânı ho-parlör ile okumak, bid’atdir. Çünki, ses çıkarmak için kullanılan cansız cismlere
(Mizmâr), çalgı denir. Gök gürlemesi, top, tüfek, baykus, papagan, çalgı degildirler.
Ses çıkaran eglence âletleri, davul, dümbelek, zilli masa, ney, kaval, ho-parlör,
hep çalgıdır. Çalgı, kendiliginden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak için, ya’nî kullanılmaları
için, davul tokmagını gergin deriye vurmak, neyi üflemek, kavala ve ho-parlöre
söylemek lâzımdır. Bunlardan çıkan ses, bu çalgıların hâsıl etdigi sesdir. Üfleyen
ve söyleyen insanın sesi degildir. Ho-parlörden isitilen Kur’ân-ı kerîm ve ezân
sesleri, hep ho-parlörün hâsıl etdigi seslerdir. Imâm ve müezzin efendilerin sesleri degildir.
Müezzin efendinin sesi ezândır. Çalgıdan çıkan ses ilm ve fen bakımından ve
din ve ahkâm-ı islâmiyye bakımlarından müezzin efendinin sesi, ya’nî ezân degildir.
Ezâna benzedigi için, ezân zan edilmekdedir. Ezân, müezzin efendinin, hattâ, sâlih
müslimân erkegin sesine denir. Bu sese benzeyen kadının, çocugun, ho-parlörün sesi
ezân degildir. Baska sesdir. Muhtelîf çalgıların sesleri baskadırlar. Ho-parlörün sesi,
insan sesine çok benzedigi hâlde, insan sesi degildir. Topraga konan bir karpuz çekirdeginden
kocaman bir karpuz hâsıl oluyor. Bu karpuz o çekirdek degildir. Çekirdek
çürümüs, yok olmusdur. Ho-parlörün mikrofonuna söylenen söz de, yok olmakda,
baska ses hâsıl olmakdadır. Hadîs-i serîflerde buyuruldu ki: (Kıyâmet yaklasınca,
Kur’ân-ı kerîm mizmârdan okunur) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîm
mizmârlardan okunur. Allah için degil, keyf için okunur) ve (Kur’ân-ı kerîm okuyan
çok kimseler vardır ki, Kur’ân-ı kerîm onlara la’net eder) ve (Bir zemân gelecekdir
ki, müslimânların en sefîlleri, müezzinlerdir) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîm
mizmârlardan okunur. Allahü teâlâ bunlara la’net eder). Mizmâr, her nev’i çalgı, düdük
demekdir. Ho-parlör de, mizmârdır. Müezzinlerin, bu hadîs-i serîflerden kork-
– 168 –
maları, ezânı, ho-parlör ile okumamaları lâzımdır. Ba’zı din câhilleri ho-parlörün fâideli
oldugunu, sesi uzaklara götürdügünü söyliyorlar. Peygamberimiz, (Ibâdetleri
benden ve eshâbımdan gördügünüz gibi yapınız! Ibâdetlerde degisiklik yapanlara
(bid’at ehli) denir. Bid’at sâhibleri, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Bunların
hiçbir ibâdetleri kabûl olmaz) buyurdu. Ibâdetlere fâideli seyler ilâve ediyoruz demek
dogru degildir. Böyle sözler, din düsmanlarının yalanlarıdır. Bir degisikligin fâideli
olup olmıyacagını yalnız Islâm âlimleri anlar. Bu derin âlimlere (Müctehid) denir.
Müctehidler kendiliklerinden bir degisiklik yapmazlar. Bir ilâvenin, degisikligin
bid’at olup olmıyacagını anlarlar. Ezânı (Mizmâr) ile okumaga söz birligi ile bid’at
denildi. Insanları Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavusduran yol insanın kalbidir.
Kalb, yaratılısında temiz bir ayna gibidir. Ibâdetler, kalbin temizligini, cilâsını artdırır.
Günâhlar kalbi karartır. Muhabbet yolu ile gelen feyzleri, nûrları alamaz olur.
Sâlihler bu hâli anlar, üzülür. Günâh islemek istemezler. Ibâdetlerin çok olmasını isterler.
Her gün bes kerre nemâz kılınması yerine, dahâ çok kılmak isterler. Günâh
islemek nefse tatlı, fâideli gelir. Bütün bid’atler, günâhlar, Allahü teâlânın düsmanı
olan nefsi besler, kuvvetlendirir. Ho-parlör ile ezân okumak böyledir. Kitâbdaki,
televizyondaki, imâm resmi, kendisi gibidir. O imâma çok benziyor ise de, imâmın
kendisi degildir. Televizyondaki hareketlerini görse, sesini duysa da, bunun arkasında
nemâz kılınmaz.
Vücûde yapısık olmıyan, dar olmıyan elbise ile örtülü kadına sehvetsiz bakmak
câizdir. Kaba avret yerleri dar elbise ile örtülmüs kadına, sehvetsiz de bakmak harâmdır.
Yabancı kadının iç çamasırlarına sehvetle bakmak harâmdır. Sıkı, dar örtülmüs,
kaba olmıyan avret yerlerine sehvetle bakmak harâmdır.
Kadınların açık ve süslü olarak sokaga çıkmaları harâm oldugu gibi, mahrem olmıyan
erkegin bulundugu yerlere böyle girmeleri de harâmdır. Avret yeri açık olarak
câmi’ içine girmek, dahâ büyük günâhdır. Avret mahalli açık olan kimselerin
bulundugu yere veyâ harâm islenen her yere (Fısk meclisi) denir. Müslimânların,
zarûret olmadıkça, fısk meclislerinde, ya’nî fâsıkların toplandıgı yerde oturmalarının
ve zevcelerini göndermelerinin câiz olmadıgı (Bezzâziyye)de yazılıdır. Îmânı
olan hanımların, sokaga çıkarken bas, saç, kol, bacak gibi kaba olmıyan avret
yerlerini de örtmeleri bildirildi. Îmânın gitmemesi için, harâmdan çok korkmalıdır.
[Onsekizinci maddeye bakınız!]
[Yalnız keyflerini, zevklerini düsünenler, zevklerine kavusmak için, baskalarının
zarara, felâkete düsmelerinden çekinmiyenler diyorlar ki: (Umacı gibi örtünmüs
kadını görmek, insana sıkıntı veriyor. Süslü, açık, güzel kadına, kıza bakmak
ise, insana ferahlık, nes’e veriyor. Güzel bir çiçege bakmak, koklamak gibi tatlı oluyor).
Hâlbuki, çiçege bakmak, onu koklamak rûha tatlı gelmekdedir. Rûhun Allahü
teâlânın varlıgını, büyüklügünü anlamasına, Onun emrlerine uymasına sebeb olmakdadır.
Kokulu, tuvâletli, açık kıza bakmak ise, nefse hos gelmekdedir. Kulak,
renkden zevk almaz. Göz de sesden zevk almaz. Çünki, anlamazlar. Nefs Allahü teâlânın
düsmanıdır. Zevklerine kavusmak için her kötülügü yapmakdan çekinmez.
Insan haklarını, kanûnları çigner. Onun zevklerinin sonu yokdur. Kıza bakmakla
doymaz. Onunla bulusmak, her zevkını yapmak ister. Bunun içindir ki, bütün kanûnlar,
nefslerin taskınlıklarını önlemekdedir. Nefsin taskın zevkleri, insanı sefâlete,
hastalıklara, âile fâci’alarına, felâketlere sürüklemekdedir. Allahü teâlâ, bu
fâci’alara mâni’ olmak için, kızların açılmalarını, yabancı erkeklere yaklasmalarını,
içkiyi, kumarı yasak etmisdir. Nefslerinin esîri olanlar, bu yasakları begenmiyorlar.
Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin ilmihâl kitâblarını kötülüyor, gençlerin bu
kitâbları okuyarak se’âdete kavusmalarına mâni’ oluyorlar. Kadınların, kızların pazar
yerlerinde ve magazalarda alıs-veris yapmalarının günâh oldugu, yukarıdaki yazılardan
anlasılmakdadır. Müslimânların kızlarını böyle günâhlardan korumaları
lâzımdır. Korumazlarsa, îmânları gider, kâfir olurlar. Islâm düsmanları, kâfirligi yaymak
için, îmânı yok eden seylere memleketin âdeti diyorlar.]
– 169 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...