KUR’ÂN-I KERİM VE KİTÂB-I MUKADDES’TE ŞUAYB ALEYHİSSELAM
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt EREN
Dr. Muharrem YILDIZ
GİRİŞ
Tefsir ilmi bilindiği gibi özetle Kur`ân ayetlerinde Allah muradının beşerin takâti
çerçevesinde keşfi, izharı ve ortaya konmasıdır. Üslûbunun zenginliği, belagatının eşsizli-
ğiyle beraber Kur`anda bir mevzunun veya kıssanın değişik ayet ve sûrelerde bazen bir
kaç defa zikredildiği gözlenmektedir. Bazıları bunu o kıssanın tekrarı olarak da tanımlamaktadır. 1
Oysa kıssa parçalarının değişik yerlerde zikrinde bir çok hikmet mülahaza
edilmiştir. Zikri gecen her halkanın bulunduğu sûre veya ayet içinde ayrı bir vazifesi ile
hedeflediği yeni bir işareti muhakkak olmalıdır.2
Şayet bu mevzular bir araya getirilip bir
bütün halinde incelenmeden sadece bulundukları sûre ve ayetler içerisinde ele alınacak
olursa bu şekilde yapılacak olan tefsir, Kur`ânın o konuyu takdim etmesinin hedefi ile i-
şaret ettiği derslerin büyük bir kısmını keşfedemeyecektir. Zira Kur`ân bir bütündür. Ele
aldığı mevzularda bu bütünlük içerisinde incelenmelidir. “Ayetlerin bir cümlesiyle hü-
küm verilmez. Onları tüm olarak ve genel konteksi içinde mütalaa etmek gerekir.”3
Tüm veya bütünlükten kastımız, tam, eksiksiz, parçalanmamış, parçalandığında
hüviyeti değişendir. Zira Kur’ân ayetleri bulundukları farklı sûreler içinde dahi Kur’ân’ın
bütün sûre ve ayetleriyle bütünlük arzetmektedir. “Kur’ân’ı Kerim, bütün âyetleri birbirleriyle ve onların tamamından oluşan Kur’ân’ın heyet-i umumiyesiyle içten münasebet i-
çinde bir bütünlük arz eder. Kur’ân’ın bütünüyle âyetleri arasında hem kül-cüz’, hem de
küllî-cüz’î münasebeti vardır. Bu bakımdan, bir âyeti bilmek, çok defa Kur’ân’ın tamamını bilmeyi gerektirir. Dolayısıyla, âyetleri parça parça, ferd ferd ele almak, aralarındaki
münasebeti görmemek, çok defa yanlış sonuçlara götürür. Kur’ân, baştan sona mülâhaza
edilmeli ve bir bütün olarak ele alınmalıdır. O, bir âyet oradan bir âyet buradan bölükpörçük anlaşılamaz.”4
Bu hususiyetiyle Kur’ân’ın bütün ayetleri arasında tam bir münasebet bulunmaktadır. Aksi takdirde, sadece tek bir ayet veya birbirini takip eden ayetler
grubunu, Kur’ân’ın bütünlüğünden soyutlayarak anlamaya çalışmak, hatalı yorumlara sebebiyet verecektir. Bu noktada temas etmek istediğimiz husus Kur’ân’ın Konulu Tefsir
1 el-‘Amri, Ahmad Cemal, Dirasâtun fi`t-Tefsiri`l-Mevdûî, s. 12.
2 Abbas, Fadıl Hasan; el-Kasasu’ l-Kur`ân, s. 26, Amman, 1978.
3 Ateş Süleyman, İslâmi Araştırmalar, c. 5 , 4 /322.
4
Gülen Fethullah, Fasıldan Fasıla 2, s. 170. 108 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
metodu ile yorumlanması meselesidir. Konulu Tefsir metodu Kur’ân’a bütüncül yakla-
şımı yönüyle çok önemlidir.
Arapça (V-D-A) kökünden “Mevdu” mastarıyla ıstılahı bir tabir hale gelen “etTefsîru’l-Mevdûî” Türkçe’ye “konulu tefsir” olarak tercüme edilmiştir. Türkçe anlamı itibariyle kelimenin aslı, bir şeyi her hangi bir yere koymak, yerleştirmek demektir. Suyun
etrafındaki acı ve tuzlu otlardan otlayıp ondan hiç ayrılmayan deveye “neqa vazıa” denilmektedir. Bu anlam Konulu tefsirde görülmektedir. Çünkü, müfessir de uğraştığı bir konunun tefsirini bitirmeden ele aldığı belirli bir kavramı bırakmaz.”5
Kur’ân’a bütüncül
yaklaşımı sebebiyle et-tefsiru’t-tevhidî olarak da adlandırılmıştır.6
Istılah olarak Konulu tefsir; lafız veya hüküm yönüyle aynı olan bir konuyu Kur’ân-ı Kerîm bütünlüğü içerisinde
araştırmaktır
7
.
Bu şekilde yapılacak çalışma farklı sûrelerde yer alan bir kıssanın değişik halkaları-
nın bir araya getirilerek, onu bir bütün halinde okuyucuya takdim edilmesine imkan
tanıyacaktır.
5
Said Abdussettar, el-Medhal ila et-Tefsir’il-Mevdûî, 1986, Mısır, s. 20-33; Müslim Mustafa, Kur’ân Çalışmalarında Yöntem’den naklen. Çev: Salih Özer, Fecr Yay. 1993, Ankara, s. 26.
6
es-Sadr, Muhammed Bakır, el-Medresetü’l-Kur’âniyye, Daru’t-Tearuf, Lübnan, 1981, s. 9; Khalidi Salah
Abdulfettah, et-Tefsiru’l-Mevdûî Beyne’n-Nazariyyeti ve’t-Tatbik, Ürdün, 1998. s. 41; Eren Cüneyt, Konulu
Tefsir Metodu,İstanbul, 2000, s. 18.
7
Kur’ân tefsir çeşitleri içinde yeni sayılabilecek bir kavram olduğundan, hakkında yapılan tarifler birbirlerine yakın olmakla birlikte çeşitlilik arzetmektedir. Bu tariflerden bazılarışunlardır: 1- “Konulu tefsir;
müfessirin Kur’ân’ın hidayet mesajını izah ve icazı yönünü açığa çıkarmak için, Kur’ân’dan seçmiş olduğu konular ve çözmeye çalıştığı problemler çerçevesinde Allah’ın muradını keşfetmek üzere ortaya
koyduğu bir usûl ve yöntemdir.” 2- “Kur’ân’ın menhecini ve uslubunu keşfetmek gayesiyle, tefsir ilminin belli şart ve kaidelerini Kur’ân’ın hidayetine ulaşmak için merdiven yaparak içindeki zahiri konuları inceleyen ilimdir.” 3-“Aynı manaya gelen ayetlerin toplanması ve tek bir başlık altında özel
kural ve kaideler doğrultusunda onlardan bir konu meydana getirilmesidir.” 4-“Aynı konuda ve
Kur’ân’ın değişik sûrelerinde zikredilen âyetleri toplamak, -mümkün olduğu kadarıyla- nüzûl sırasına
göre tertîb edip, nüzûl sebeblerine vâkıf olmak ve bundan sonra da konularına göre metodlu bir şekilde araştırıp açıklamak ve onlardan hüküm çıkarmaktır. Böylece araştırıcı, o konu hakkında Kur’ân’ın
hedefini herkesin rahatlıkla anlayabileceği şekilde bütün yönleriyle ve doğru bir şekilde ortaya koyar” 5-
“Konulu tefsir, muayyen bir konuda ve Kur’ân’ın çeşitli surelerinde zikredilen Kur’ân ayetlerini toplamak; imkân nisbetinde bu ayetlerin nüzûl sırasını göz önünde bulundurarak onları konularına göre
metodlu bir şekilde, kendisinden önce ve sonraki ayetlerle ilişkisini araştırmak ve sonra da benzer ayetlerle mütâlaa etmektir” 6- “Konulu tefsir, bazı ayetleri tefsir etmek olmadığı gibi, bu ayetlerin mefhû-
munu Kur’ân birliği içinde hulâsa etmek de değildir. O, öncelikle, Kur’ân’ın bütünlüğü içinde, konu
birliğini ele almak veya ikinci olarak toplumun gelişmesinde Kur’ân’ın metodu, metafizik karşısında
Kur’ân’ın yeri gibi sınırlı bir konuyu özetlemek yahut üçüncü olarak bir surenin hedefini ve onun davetin çerçevesi içerisinde kasdettiği anlamı özetlemek olarak tarif edilebilir”. Eren Cüneyt, Konulu Tefsir
Metodu, s. 18-21; Konulu Tefsirle ilgili yapmış olduğumuz uygulama çalışması için bkn. Kur’ân’da Cennet,
Yeni Ümit, sy. 43, 1999, s. 27-31; Tolerance Foundation, 26.06.2001; Eren Cüneyt, Kur’ân-ı Kerîm’i Anlamaya Yönelik Metotlar, Erzurum, 2002. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 109
KUR`ÂN KISSALARINA BAKIŞIN ÖLÇÜSÜ
Kıssa, kelime yapısına göre, bir kimsenin izini takip etme, muhatabına bir söz beyan etme ve anlatma manalarına gelir.8
Kur’ânî bir terim olarak kıssa, “Kur`ân-ı Kerim`in yalan ihtimali ve hayalin karışması mümkün olmayacak bir tarzda tarihin derinliklerinde kaybolmuş, unutulmuş veya bazı izleri insanlığın hafızalarında varlığını koruyabilmiş hadiselerin; muhataplara, adeta olaylara yeniden bir canlılık vererek anlatılması,
beyan edilmesidir.”9
Kıssa, Kur`anın, esas olan dini gayesini gerçekleştirme vasıtalarından biridir.
Kur`anın esas gayesi Allah`ı ve ahireti tanıtmak, adaleti tahakkuk ettirmektir. Kur`andaki
kıssaların, gerek konularında gerek anlatımlarında ve gerekse kıssalardaki olayların yönetilmesinde sırf sanat gayesi güdülmez.
Kur`ân söz konusu kıssaları ne kadar güzel tebliğ etmiş ve ne ciddi bir şekilde tasvirini yapmıştır. Dolayısıyla bunları her kıssanın mevzu ve gayesine, tasvir tarzı ve münakaşasına, yani her peygamberin davetinin aslına ve davetinin tebliğ biçimi ve ispatına ve
kavmiyle olan münakaşalarının üslûbuna, soru ve cevabın kapsadığı ilmî gerçeklere ve
edebi kurallara, neticede iman ve küfrün sonucuna sonra bütün kıssalar arasındaki ortak
değere, yükseliş ve gelişme ahengine ayrı ayrı ve birlikte göz atarak son derece ibretli bir
tarzda okumalı ve bunlardan tarih sahnesinden silinen kavimlerin yaşantılarıyla düşüş ve
helaklerine yol açan sebepleri çıkararak gelecek için ibret almanın yollarını öğrenmelidir.
Görülecektir ki, bütün düşüş ve yok olma sebepleri, Hakk'ın emrini dinlememeye, Allah-
'ın rehber olarak gönderdiği önderlerin kıymetini bilmemeğe ve sonuçta şükrün yerine
nankörlüğü koymaya bağlıdır. Hak dini, insanlığın koyduğu sosyal bir kurum değil, sağ-
lam ve mutlu bir sosyal kurumun aslını ve hareket tarzını teşkil eden ilâhî bir müessesedir. Ve her milletin hayat ve mutluluk kabiliyeti, kalbini verdiği yaratıcının şanıyla uyum
içindedir. Onun için hepsi hiç, ancak Allah'ın dini haktır. İnsanlara gök kapılarını açacak
olan kanun, Zeyd ve Amr'ın kanunları, arzu ve hırslı istekleri değil, yaratma ve emretme
hakkı kendisinde olan âlemlerin Rabbi'nin kanunudur. Yoksa dünya bir tarafa toplansa,
bir yaprağın tabi olduğu düşüş ve yükseliş kanununun ilâhî konumunu değiştirmeğe güç
yetiremezler. Nitekim insanları bela tufanlarından kurtaracak olan kurtuluş gemisi de, Allah'ın kanunundan başkasıyla inşa edilemez.10
Bir yönüyle “tevhit akidesinin tarihi” denilebilecek kıssaların çoğu resullerin tebliğ-
lerini ve onlara karşı ümmetlerinin tutumlarını bildirmektedir. Gayesi de kısaca
Kur`ân’ın indiriliş maksatlarını gerçekleştirmektir, denilebilir.”11 Kur’ân sayfaları arasında
8 Ibn Manzur, Lisanu`l-Arab, 3/101.
9
Şengül, Idris, Kur`ân Kıssaları Üzerine, İzmir, 1994, s. 46.
10 Bkn. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur`an Dili, Azim neş. 4/78.
11 Yıldırım, Suat; Kur`an-i Kerim ve Kur`an İlimlerine Giriş, Ensar Neşriyat, s. 105-106; Eren Cüneyt, Kur’ân
İlimleri ve Tefsir Istilahları, Erzurum, 2001, s. 54. 110 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
peygamberleri, sadece geçmişte yaşamış büyük insanlar olarak görür ve öyle takdir edersek onlardan gerektiği gibi faydalanamaz ve gereken dersleri çıkaramayız. Burada yapılması gereken şey, onları kendi devrimize getirerek aramızda hissetmektir. Kur`ân’ı mü-
talaa ederken, her bir kelimesinin kendimize ve devrimize baktığını düşünmeli, sürekli
büyüyen dalgalar gibi her an inkılâplar yapacak olan Kur`ân ile aramızdaki yabancılığı
mutlaka atmamız gerekmektedir.
Kur`ân okurken, Kur`ân’da anlatılan olayların cereyan ettiği devirle, kendi devrimiz arasında bir bağlantı kuramazsak, Kur’ân’ı kendi derinlikleri ölçüsünde anlayamayız.
Kur’ân-ı Kerim, mutlak manada insanı karakterize ve ona ait şeyleri terennüm
eden bir kitaptır. Madem ki Kur’ân-ı Kerim bir defa daha nazil olmayacak ve ebediyen,
yani kıyamete kadar hükmü bâkî bir kitap olarak kalacak ve tazeliğini de artarak koruyacaktır; öyle ise o, mutlak manada insanı anlatacaktır ve anlatmıştır da. Kur’ân insanın
destanıdır. Onda duaları, ümitleri, elemleri, sevinç ve yeisleri ve her çeşit sorunuyla insan vardır. Bu bakımdan, Kur`ân’da kendini ve devrini bulmak isteyen, onu ciddî bir araştırma ruhuyla okumalıdır. Bu şekilde Kur`ân’ın letâfet, ciddiyet ve belagatına özen
göstererek okunduğu zaman bunlardan alınacak ibret dersi ve ilham o kadar yüksek, a-
çık ve boldur ki, kütüphaneler dolusu tarih kitapları okunup araştırılacak olsa elde edilecek ders ve alınacak ibret mesajları bu anlatılanlardan başka olmayacak ve bunların verdiği ilhamı vermeyecektir. Geçmiş toplumların bütün masalları, mitleri eski eserleri ve
yaşanan olaylar araştırılmış olsa elde edilen sonuçlardan alınacak mesajların, Kurân‘ın
söz konusu kıssalarında özet olarak verilenlerin sınırını aşamadıkları görülecektir.
Kur`ân’ın nâzil olmasından önce ki dillerde ve kitaplarda bu kıssaların içerdikleri ger-
çekler o kadar bozulmuş ve hurafelerle karıştırılmıştı ki, insanlar onları duyup dinledikçe
ülfet kazanmış, dinî hisleri, bir çocuğun masal dinlemekten aldığı hayalî neşe gibi bir şey
zannedecek hale gelmişlerdi. Nitekim bugün de dinler tarihini ve edebiyatını bu ruh haleti ile takip etmek isteyenler oldukça çoktur. Tefsircilerden bir kısmı, bu kıssalar etrafında, Kurân öncesinde anlatıla gelen çeşitli rivayet ve hikâyeleri nakletmişler ve bununla Kur`ân’ın onlardaki bozulmaları nasıl bertaraf ettiğine, insanları hayalden gerçe-
ğe nasıl götürdüğüne dair bir mukayese dersi vermişlerdir. Fakat tefsir mütalaasına ehil
olmayan birçok kimse de bu nakilleri, kıssaların tefsiri gibi anlamış ve Kur’ân da anlatı-
lanlardan ziyade bu rivayetlerin arkasından koşarak Kur`ân’ın açtığı hakikat çığırından
aksi yönde yararlanmaya kalkışmışlar ve dini, sünnetin dışında soyut yorumlarda ve garip rivayetlerde aramaya kalkışmışlardır. Buna karşılık, sırf tabii kalmak isteyenler de,
önceki insanları hiç hesaba katmayarak harika olayları ve dillerde destan olarak dolaşan
bu nakilleri “Öncekilerin masalları” deyip geçmişler veya mutlak sûrette tabiata bağlama
yolunu seçmişler veya doğa olayı deyip hadiselerin perde arkasına bakıp ibret almamış-
lardır. Kur’ân ise, hakikatin bu ikisi arasında bulunduğunu anlatmak için söz konusu kıssaları ne kadar güzel tebliğ etmiş ve ne ciddi bir şekilde tasvirini yapmıştır. İnsan, bütün Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 111
düşüş, çöküş ve helâk edilmelerle tarih sahnesinden silinen toplumların yok olup gitmelerine yol açan sebepleri çıkararak gelecek için ibret almanın yollarını öğrenmelidir.
Hiç bir hak din, insanlığın koyduğu sosyal bir kurum değildir, aksine o, sağlam ve mutlu
bir sosyal kurumun aslını ve hareket tarzını oluşturan ilâhî bir kurumdur. Ve her milletin hayat ve mutluluk kabiliyeti, kalbini verdiği yaratıcının şanıyla uyum içindedir. İnsanlara gök kapılarını açacak olan kanun, Zeyd ve Amr’ın kanunları, arzu ve hırslı istekleri değil, yaratma ve emretme hakkı kendisinde olan ve izni ve iradesi olmadan bir yaprağın dahi dalından düşemeyeceği Alemlerin Rabbi’nin kanunudur.
Bu noktadan hareketle aşağıda okuyacağınız çalışmamızda, Yüce peygamber
Şuayb(a.s)’in Kur`ân’da nasıl yer aldığı ve günümüzün ticari ahlâksızlığının çağlar öncesinden bugünün gözlüğüyle nasıl tasvir edildiğini göreceksiniz.
ŞUAYBALEYHİSSELAM
Şuayb (a.s)’in nesebi, Medyen oğlu Yeşcür oğlu Mekil oğlu Şu'ayb'dir. Ve kavmine
karşı güzellikle yaptığı uyarılardan ve öğütlerden dolayı Peygamberlerin hatibi unvanıyla
anılır: kendisine "Hatibü'l-Enbiya" adı verilmiştir. Kasas Sûresi'nde geleceği üzere Musa
Aleyhisselam, Şu'ayb peygambere hizmet etmiş ve kendisine damat olmuştur. O,
Medyen kavminin eşrafından Mekil isminde bir zatın oğludur. Mekil'in babası Yeşcur,
Onun babası da Medyen'dir. Medyen ise Hz. İbrahim'in üçüncü hanımı veya cariyesi
Katurah'tan doğmuştur.12 Hz. İbrahim’in (a.s) Keturah’tan üreyen nesli Arabistan da
ve İsrailliler’in tarihinde Ketura’nın çocukları olarak pek meşhurdurlar. Bunların en ö-
nemli kolu, ataları Hz. İbrahim’in (a.s) oğlu Medyen’e izafetle Medyenliler olarak bilinenlerdi. Bunlar, Kuzey Arabistan ile Güney Filistin arasındaki bölgede ve Kızıldeniz ile Akabe Körfezi Kıyılarında yerleşmişlerdi. Başkentleri, Ebu’l Fida’ya göre, Akabe Körfezi’nin batı kıyısında, bu günkü Akabe topraklarındaki Eyle’den beş günlük mesafede yer
alan Medyen’di. Ketura’nın, içlerinde Dedanîler’in diğerlerine oranla daha çok bilindiği
diğer çocukları, Kuzey Arabistan’da başkentleri Tebûk, eski adıyla Eyke olmak üzere
(Yakut, Mu’cem’ül-Büldan’da Eyke’yi anlatırken burasının Tebûk’ün eski adı olduğunu
söyler ve Tebûk’ün yerlileri de bunu doğrulamaktadır.) Teyme, Tebûk, ve el-Ulâ arasındaki bölgede yerleştiler.13 Hz. Şuayb'ın adı Tevrat’ta Yetro olarak geçmektedir.
14 Hz.
Şuayb'ın (a.s) büyük annesi, Lût(a.s)’ın kızıdır. Şuayb (a.s)'ın iki kızı vardır. Büyüğünün
adı Safûrâ'dır. Safura Tevrat'da Tsippora olarak geçer.15 İnsanlar içinde uzağı gören en
ferasetli üç kişiden biri sayılan16 Hz. Şuayb’ın bu kızı (Safura), çoban tutması için
12 Elmalılı, a.g.e, c. 4, s. 2805; Miras, a.g.e, c. 9. s. 154.
13 Ebu’l-‘Al’a el-Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân,İstanbul, 1991, 2. baskı, c. 4, s. 65, İstanbul, 1991.
14 Çıkış: III/1-10
15 Çıkış: II/21 112 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
rasetli üç kişiden biri sayılan16 Hz. Şuayb’ın bu kızı (Safura), çoban tutması için babasına,
“bu adam güçlü ve güvenilir biri” diyerek referans olan Safura, Hz. Musa ile evlenmiştir. Bu
evlilikten Hz.Musa'nın bir oğlu dünyaya geldi. Musa (as) onun adını "Yabancı diyar da garip oldum" anlamına gelen "Gerşom" koymuştu.17 Küçüğünün adı da Abûra idi.
18 Her ne
kadar Tecrid'de Hz. Şuayb'ın iki kızı olduğundan söz edilse de Tevrat’ta yedi kızının olduğu yazılmaktadır.19 İslâm Ansiklopedisinin Medyen Şuayb maddesinin yazarı Fr. Buhl,
Şuayb (a.s)’ın Medyen ile hiç bir alâkasının olmadığını, Şuayb (a.s)’ın Hz.Musa’nın kayınpederi olduğuna dair Ahd-i Atikte buna dair hiçbir kaydın olmadığını ve Hz.
Şuayb’ın Medyen ile hiç bir alâkasının olmadığını iddia ederek ciddi bir ilmî hataya düş-
müştür. Halbuki Tevrat’ta Hz. Musa’nın Kayın atası Medyan kâhini Yetro olarak geç-
mektedir.20
Şuayb (a.s) çok fasih Arapça konuşurdu. O, taşa ağaca bile kendini dinlettiren, beliğ ve tatlı dilli bir Peygamberdi. Sözleri müessirdi. O’nun için, Resûl-i Ekrem (s.a.v)
Efendimiz, onun hakkında “Hatîbü’l Enbiyâ” ifadesini kullanmıştır.21 Fakat kavmine
söz geçirememiş ve sonunda onlara şöyle demişti :
ﻓﹶﺘَﻮَﻟﱠﻰ ﻋَﻨْﻬُﻢْﻭَﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﻟﹶﻘﹶﺪْ ﺃﹶﺑْﻠﹶﻐْﺘُﻜﹸﻢْﺭِﺳَﺎﻟﹶﺔﹶ ﺭَﺑﱢﻲ ﻭَﻧَﺼَﺤْﺖُ ﻟﹶﻜﹸﻢْﻭَﻟﹶﻜِﻦْ ﻻ ﺗُﺤِﺒﱡﻮﻥﹶ ﺍﻟﻨﱠﺎﺻِﺤِﲔ
"Ey kavmim, ben size Rabbim’in risaletini tebliğ ettim ve nasihat ettim. Artık ben o kâfirlerin helâkine nasıl acırım?"22
Hz. Şuayb (a.s) ile Musa (a.s) arasında önemli bir yakınlık vardır. Onun damadı-
dır. Hz. Musa yanında sekiz sene çobanlık yapmıştır. Hz. Şuayb, bir nebî ferasetiyle Hz.
Musa’ya 8-10 sene sonra vahiy geleceğini anlıyor ve torunlarının nebî çocuğu olmasını
arzu ettiğinden dolayı da, Hz. Musa’ya, yanında 8-10 yıl kalıp da hizmet etmeyi şart ko-
şuyor. Bu hizmet döneminde söz kesiliyor, ancak zifaf olmuyor. Hz. Musa’nın çocukları
vardır, fakat peygamber olmadıklarından dolayı meşhur olmamışlardır..
Bir yönüyle zorda kalan Musa (a.s)'ı himaye etmiştir. Ona peygamberlik âsâsını vermişti. O âsâ ileride
birçok mucizelerde rol alacaktır. İlâhî sohbete konu olacaktır.
Hz. Musa on yıllık bir süre Hz. Şuayb’e hizmet ettikten sonra, O’ndan izin istedi.
Safura adındaki eşi ve ondan doğma bir oğlu olan Gerşom ve yanlarında birkaç koyun
ve bir kaç torba yiyecekle onlara hayır dua ederek uğurlayan23 Hz. Şuayb’e bu ayrılık
çok dokunmuştu. Bundan dolayı da oldukça çökmüştü.24
16 Elmalılı, a.g.e, V/38.
17 Çıkış: II/22.
18 Miras, a.g.e, VII/ 23.
19 Çıkış: II/16.
20 Çıkış, Bab 3,a. 2 ; Bab 4, a.18.
21 Elmalılı, a.g.e, IV/ 2805-2809.
22 A'raf, 7/93.
23 Çıkış, Bab.4, a.18.
24 Abdullah Aydın, a.g.e, s. 343-344. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 113
Hz. Şuayb (a.s) Ashab-ı Medyen'in ve Ashab-ı Eyke'nin helâkından sonra kendisine tabi olanları yanına alarak Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Vefatına kadar orada yaşadı.
Vefat edince, Rükn ile Makam arasına defnedildiği rivayet edilmektedir. Bazı alimlere
göre kabri Hatin denilen köyde, bazılarına göre de Mekke de Zemzem Kuyusunun
yanındadır.25
Hz. Şuayb (as) tahminen günümüzden 3500 sene önce yaşamıştır.
26 Medyen
halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Medyen, İbrahim (a.s)’ın oğludur.
27 Medyenliler
kendilerini, Hz. İbrahim (a.s)’in üçüncü hanımı Katurah'tan doğma oğlu Midiyan'ın soyundan geldiklerini varsayarlardı. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş olmalarına rağmen onların tümü Onun soyundan olduklarını iddia ederek onunla gurur duyuyorlardı. Çünkü eski bir töreye göre, büyük bir zata bağlı olan herkes, daha sonra yavaş
yavaş O büyük zatın torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nitekim, Hz. İsmail'in(a.s)
soyundan gelmemesine rağmen tüm Araplara İsmail oğulları denmiştir. Hz. Yakup'un
soyu (İsrail oğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim (a.s) ın çocuklarından biri olan Midiyan'ın etkisi altına giren tüm bölge sakinleri Benî Medyen , bunların
oturdukları yerler de Medyen Bölgesi diye anılır olmuştu.
28 İşte kendisini Medyen'in soyundan geldiğini kabul eden bu kavme ehl-i Medyen denmiştir.
29
Bunları tevhide davet ve bu kötü hareketlerinden men ve sakındırmak için,
Şuayb Peygamber onlara gönderilmiştir. "Hatîbü’l Enbiya"30
unvanıyla maruf bu aziz
peygamber Medyen halkını uzun yıllar Hakka davet etmiş olmasına rağmen
Medyenliler Ona hep muhalefet etmişler ve sonunda da ilâhî azapla cezalandırılmışlardır.
Şuayb (a.s)’ın kıssası değişik halkalarıyla Kur`ân`da dört ayrı sûrede geçmektedir.
Bu sûreler nüzul sırasına göre :
a. A`raf sûresi
b. Şuara sûresi
c. Hud sûresi
d. Ankebut sûresidir.
25 Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, I/27; Bilmen Ömer Nasûhi, Kur’ân-ı Kerim Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, İstanbul, ts, II/1059;Abdullah Aydın, a.g.e, s. 343-344.
26 Ebu’l-‘Al’a el-Mevdûdî, a.g.e, c. 2, s. 418.
27 Miras, a.g.e, IX/153.
28 Mevûdî, a.g.e, II/64.
29 Miras, a.g.e, IX/153.
30 Miras, a.g.e, IX/153. 114 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
Bunların dışında Hac sûresinde de kendilerine gönderilen peygamberleri tekzip
eden kavimler zikredilirken Ashab-i Medyen’inde peygamberleri Şuayb (a.s)’i yalanladı-
ğına sadece işaret vardır.31 Kıssanın anlatıldığı bu ayetler sırasıyla:
1-A`raf sûresi ;
ﻭَﺇِﻟﹶﻰ ﻣَﺪْﻳَﻦَ ﺃﹶﺧَﺎﻫُﻢْ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ ﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺍﻋْﺒُﺪُﻭﺍ ﺍﻟﻠﹼﻪ ﻣَﺎ ﻟﹶﻜﹸﻢْ ﻣِﻦْ ﺇِﻟﹶـﻪٍ ﻏﹶﻴْﺮُﻩُ ﻗﹶﺪْ ﺟَﺎﺀَﺗْﻜﹸﻢْ ﺑَﻴﱢﻨَﺔﹲ ﻣِﻦْ ﺭَﺑﱢﻜﹸﻢْ ﻓﹶﺄﹶﻭْﻓﹸﻮﺍ ﺍﻟﹾﻜﹶﻴْﻞﹶ ﻭَﺍﻟﹾﻤِﻴﺰَﺍﻥﹶ ﻭَﻻﹶ
ﺗَﺒْﺨَﺴُﻮﺍﺍﻟﻨﱠﺎﺱَ ﺃﹶﺷْﻴَﺎﺀَﻫُﻢْ ﻭَﻻﹶ ﺗُﻔﹾﺴِﺪُﻭﺍ ﻓِﻲ ﺍﻷَﺭْﺽِ ﺑَﻌْﺪَ ﺇِﺻْﻼﹶﺣِﻬَﺎ ﺫﹶﻟِﻜﹸﻢْ ﺧَﻴْﺮٌ ﻟﹶﻜﹸﻢْ ﺇِﻥﹾ ﻛﹸﻨْﺘُﻢْ ﻣُﺆْﻣِﻨِﲔ. ﻭَﻻﹶ ﺗَﻘﹾﻌُﺪُﻭﺍ ﺑِﻜﹸﻞﱢ ﺻِﺮَﺍﻁٍ ﺗُﻮﻋِﺪُﻭﻥﹶ
ﻭَﺗَﺼُﺪﱡﻭﻥ ﻋَﻦْ ﺳَﺒِﻴﻞِ ﺍﻟﻠﹼﻪِ ﻣَﻦْ ﺁﻣَﻦَ ﺑِﻪِﻭَﺗَﺒْﻐُﻮﻧَﻬَﺎﻋِﻮَﺟﺎﹰَﺍﺫﹾﻛﹸﺮُﻭﺍ ﺇِﺫﹾ ﻛﹸﻨْﺘُﻢْ ﻗﹶﻠِﻴﻼﹰ ﻓﹶﻜﹶﺜﱠﺮَﻛﹸﻢْﻭَﺍﻧْﻈﹸﺮُﻭﺍﻛﹶﻴْﻒَ ﻛﹶﺎﻥﹶﻋَﺎﻗِﺒَﺔﹸ ﺍﻟﹾﻤُﻔﹾﺴِﺪِﻳﻦَ.ﻭَﺇِﻥﹾ ﻛﹶﺎﻥﹶ
ﻃﹶﺂﺋِﻔﹶﺔﹲِﻧْﻜﹸﻢْ ﺁﻣَﻨُﻮﺍ ﺑِﺎﻟﱠﺬِﻱ ﺃﹸﺭْﺳِﻠﹾﺖُ ﺑِﻪِﻭَﻃﹶﺂﺋِﻔﹶﺔﹲ ﻟﹶﻢْ ﻳْﺆْﻣِﻨُﻮﺍَﺍﺻْﺒِﺮُﻭﺍ ﺣَﺘﱠﻰ ﻳَﺤْﻜﹸﻢَ ﺍﻟﻠﹼﻪُ ﺑَﻴْﻨَﻨَﺎﻭَﻫُﻮَ ﺧَﻴْﺮُ ﺍﻟﹾﺤَﺎﻛِﻤِﲔَ.ﻗﹶﺎﻝﹶ ﺍﻟﹾﻤَﻸُ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺍﺳْﺘَﻜﹾﺒَﺮُﻭﺍ
ﻣِﻦْ ﻗﹶﻮْﻣِﻪِ ﻟﹶﻨُﺨْﺮِﺟَﻨﱠﻚَ ﻳَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺐَُﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁﻣَﻨُﻮﺍ ﻣَﻌَﻚَ ﻣِﻦْ ﻗﹶﺮْﻳَﺘِﻨَﺎ ﺃﹶﻭْ ﻟﹶﺘَﻌُﻮﺩُﻥﱠ ﻓِﻲ ﻣِﻠﱠﺘِﻨَﺎ ﻗﹶﺎﻝﹶ ﺃﹶﻭَﻟﹶﻮْﻛﹸﻨﱠﺎ ﻛﹶﺎﺭِﻫِﲔَ. ﻗﹶﺪِ ﺍﻓﹾﺘَﺮَﻳْﻨَﺎﻋَﻠﹶﻰ ﺍﻟﻠﹼﻪِ ﻛﹶﺬِﺑﺎﹰ ﺇِﻥﹾ
ﻋُﺪْﻧَﺎ ﻓِﻲ ﻣِﻠﱠﺘِﻜﹸﻢ ﺑَﻌْﺪَ ﺇِﺫﹾ ﻧَﺠﱠﺎﻧَﺎ ﺍﻟﻠﹼﻪُ ﻣِﻨْﻬَﺎﻭَﻣَﺎ ﻳَﻜﹸﻮﻥﹸ ﻟﹶﻨَﺎ ﺃﹶﻥﹾ ﻧَﻌُﻮﺩَ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺇِﻻﱠ ﺃﹶﻥﹾ ﻳَﺸَﺎﺀ ﺍﻟﻠﹼﻪُ ﺭَﺑﱡﻨَﺎﻭَﺳِﻊَ ﺭَﺑﱡﻨَﺎ ﻛﹸﻞﱠ ﺷَﻲْﺀٍﻋِﻠﹾﻤﺎﹰﻋَﻠﹶﻰ ﺍﻟﻠﹼﻪِ ﺗَﻮَﻛﱠﻠﹾﻨَﺎ
ﺭَﺑﱠﻨَﺎ ﺍﻓﹾﺘَﺢْ َﻳْﻨَﻨَﺎ ﻭَﺑَﻴْﻦَ ﻗﹶﻮْﻣِﻨَﺎ ﺑِﺎﻟﹾﺤَﻖﱢ ﻭَﺃﹶﻧْﺖَ ﺧَﻴْﺮُ ﺍﻟﹾﻔﹶﺎﺗِﺤِﲔَ.ﻭَﻗﹶﺎﻝﹶ ﺍﻟﹾﻤَﻸﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻛﹶﻔﹶﺮُﻭﺍ ﻣِﻦْ ﻗﹶﻮْﻣِﻪِ ﻟﹶﺌِﻦِ ﺍﺗﱠﺒَﻌْﺘُﻢْ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ ﺇِﻧﱠﻜﹸﻢْ ﺇِﺫﺍﹰ
ﻟﹶﺨَﺎﺳِﺮُﻭﻥﹶ.ﻓﹶﺄﹶﺧَﺬﹶﺗْﻬُﻢُ ﺍﻟﺮﱠﺟْﻔﹶﺔﹸ ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍ ﻓِﻲ ﺩَﺍﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ.ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻛﹶﺬﱠﺑُﻮﺍ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ ﻛﹶﺄﹶﻥﹾ ﻟﹶﻢْ ﻳَﻐْﻨَﻮْﺍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻛﹶﺬﱠﺑُﻮﺍ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰﻛﹶﺎﻧُﻮﺍ ﻫُﻢُ
ﺍﻟﹾﺨَﺎﺳِﺮِﻳﻦَ.ﻓﹶﺘَﻮَﻟﱠﻰ ﻋَﻨْﻬُﻢْﻭَﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﻟﹶﻘﹶﺪ ﺃﹶﺑْﻠﹶﻐْﺘُﻜﹸﻢْ ﺭِﺳَﺎﻻﹶﺕِ ﺭَﺑﱢﻲ ﻭَﻧَﺼَﺤْﺖُ ﻟﹶﻜﹸﻢْ ﻓﹶﻜﹶﻴْﻒَ ﺁﺳَﻰﻋَﻠﹶﻰ ﻗﹶﻮْﻡٍ ﻛﹶﺎﻓِﺮِﻳﻦَ.
85. Medyen`e de kardeşleri Şuayb`i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah`a ibadet edin, O`ndan
başka ilahınız olamaz. Size Rabbiniz’den bir beyyine(burhan)gelmiştir.(Dolayısıyla artık) Ölçüyü,
tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik tutmayın. Islah olduktan sonra yeryüzünde(tekrar)bozgunculuk yapmayın. Şayet müminlerden iseniz bütün bunlar sizin için en hayırlı olanlardır. 86. Tehdit ederek,müminleri Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu (değiştirerek) eğmek isteyerek
öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün sizler az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın bozguncuların
akıbeti nasıl olmuştur! 87. Eğer içinizden bir gurup benimle gönderilene inanır, bir gurup da
inanmazsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar bekleyin. O en iyi hükmedendir. 88. Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: ”Ey Şuayb ! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız ya da dinimize dönersiniz” (Şuayb): İstemesek de mi? dedi. 89. Doğrusu Allah bizi
ondan kurtarıp (Doğru yola ulaştırdıktan ) sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah`a karşı yalan
uydurmuş oluruz. Rabbim’iz olan Allah dilemedikçe ona (milletinize) dönmemiz bizim için olacak
şey değildir Rabbim izin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah`a tevekkül ederiz. Rabbim’iz!
Bizimle kavmimiz arasında hakla(adaletle)hükmet! Sen en iyi hükmedensin. 90. Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: Eğer Şuayb`a uyarsanız o takdirde siz mutlaka zararda olursunuz. 91. Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar. 92. Şuayb`i yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar Şuayb`i yalanlayanların
kendileridir. 93. (Şuayb),onlardan yüz cevirdi ve(içinden) dedi ki: “Ey kavmim! Ben size Rabbim’in
gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kafir bir kavme nasıl acırım.
31 Hac 44. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 115
2-Şuara sûresi
ﻛﹶﺬﱠﺏَ ﺃﹶﺻْﺤَﺎﺏُ ﺍﻟﹾﺄﹶﻳْﻜﹶﺔِ ﺍﻟﹾﻤُﺮْﺳَﻠِﲔَ. ﺇِﺫﹾ ﻗﹶﺎﻝﹶ ﻟﹶﻬُﻢْ ﺷُﻌَﻴْﺐٌ ﺃﹶﻟﹶﺎ ﺗَﺘﱠﻘﹸﻮﻥﹶ. ﺇِﻧﱢﻲ ﻟﹶﻜﹸﻢْ ﺭَﺳُﻮﻝﹲ ﺃﹶﻣِﲔٌ. ﻓﹶﺎﺗﱠﻘﹸﻮﺍ ﺍﻟﻠﱠﻪَﻭَﺃﹶﻃِﻴﻌُﻮﻥِ.ﻭَﻣَﺎ ﺃﹶﺳْﺄﹶﻟﹸﻜﹸﻢْﻋَﻠﹶﻴْﻪ ﻣِﻦْ
ﺃﹶﺟْﺮٍ ﺇِﻥﹾ ﺃﹶﺟْﺮِﻱَ ﺇِﻟﱠﺎ ﻋَﻠﹶﻰ ﺭَﺏﱢ ﺍﻟﹾﻌَﺎﻟﹶﻤِﲔَ. ﺃﹶﻭْﻓﹸﻮﺍ ﺍﻟﹾﻜﹶﻴْﻞﹶ ﻭَﻟﹶﺎ ﺗَﻜﹸﻮﻧُﻮﺍ ﻣِﻦَ ﺍﻟﹾﻤُﺨْﺴِﺮِﻳﻦَ. ﻭَﺯِﻧُﻮﺍ ﺑِﺎﻟﹾﻘِﺴْﻄﹶﺎﺱِ ﺍﻟﹾﻤُﺴْﺘَﻘِﻴﻢِ. ﻭَﻟﹶﺎ ﺗَﺒْﺨَﺴُﻮﺍ ﺍﻟﻨﱠﺎﺱَ
ﺃﹶﺷْﻴَﺎﺀﻫُﻢْ ﻭَﻟﹶﺎ ﺗَﻌْﺜﹶﻮْﺍ ﻓِﻲ ﺍﻟﹾﺄﹶﺭْﺽِ ﻣُﻔﹾﺴِﺪِﻳﻦَ. ﻭَﺍﺗﱠﻘﹸﻮﺍ ﺍﻟﱠﺬِﻱ ﺧَﻠﹶﻘﹶﻜﹸﻢْ ﻭَﺍﻟﹾﺠِﺒِﻠﱠﺔﹶ ﺍﻟﹾﺄﹶﻭﱠﻟِﲔَ. ﻗﹶﺎﻟﹸﻮﺍ ﺇِﻧﱠﻤَﺎ ﺃﹶﻧﺖَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﹾﻤُﺴَﺤﱠﺮِﻳﻦَ. ﻭَﻣَﺎ ﺃﹶﻧﺖَ ﺇِﻟﱠﺎ ﺑَﺸَﺮٌ
ﻣﱢﺜﹾﻠﹸﻨَﺎ ﻭَﺇِﻥ ﻧﱠﻈﹸﻨﱡﻚَ ﻟﹶﻤِﻦَ ﺍﻟﹾﻜﹶﺎﺫِﺑِﲔَ.ﻓﹶﺄﹶﺳْﻘِﻂﹾ ﻋَﻠﹶﻴْﻨَﺎ ﻛِﺴَﻔﺎﹰ ﻣﱢﻦَ ﺍﻟﺴﱠﻤَﺎﺀِ ﺇِﻥ ﻛﹸﻨﺖَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺼﱠﺎﺩِﻗِﲔَ. ﻗﹶﺎﻝﹶ ﺭَﺑﱢﻲ ﺃﹶﻋْﻠﹶﻢُ ﺑِﻤَﺎ ﺗَﻌْﻤَﻠﹸﻮﻥﹶ. ﻓﹶﻜﹶﺬﱠﺑُﻮﻩُ
ﻓﹶﺄﹶﺧَﺬﹶﻫُﻢْﻋَﺬﹶﺍﺏُ ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟﻈﱡﻠﱠﺔِ ﺇِﻧﱠﻪُ ﻛﹶﺎﻥﹶﻋَﺬﹶﺍﺏَ ﻳَﻮْﻡٍﻋَﻈِﻴﻢٍ.ﺇِﻥﱠ ﻓِﻲ ﺫﹶﻟِﻚَ ﻟﹶﺂﻳَﺔﹰﻭَﻣَﺎ ﻛﹶﺎﻥﹶ ﺃﹶﻛﹾﺜﹶﺮُﻫُﻢ ﻣﱡﺆْﻣِﻨِﲔَ.ﻭَﺇِﻥﱠ ﺭَﺑﱠﻚَ ﻟﹶﻬُﻮَ ﺍﻟﹾﻌَﺰِﻳﺰُ ﺍﻟﺮﱠﺣِﻴﻢُ.
176. Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı. 177. Şuayb onlara söyle demişti. (Allah`a
karsı gelmekten)sakınmaz mısınız? 178. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. 179. Artık Allah`a karsı gelmekten sakinin ve bana itaat edin. 180. Buna karsı sizden bir ücret talep
etmiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir. 181. Ölçüyü tam yapın (insanların hakkini)
eksik verenlerden olmayın. 182. Doğru terazi ile tartın. 183. İnsanların eşyalarını eksik tutmayın
(Hakki olan şeyleri kısmayın) Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. 184. Sizi ve
önceki nesilleri yaratan(Allah)dan korkun. 185. Onlar şöyle dediler: Sen olsa olsa büyülenmişlerdensin! 186. Sen de, ancak bizim gibi bir besersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan sayıyoruz. 187.
Şayet doğru sözlülerden isen üzerimize gökten azap yağdır. 188. Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi
bilendir dedi. 189. (Neticede) Onu yalanladılar da,kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi.
Gerçekten de o (korkunç) muazzam günün azabıydı. 190. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır;ama
çokları iman etmezler. 191. Şüphesiz Rabbin,iste O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
3-Hud Sûresi
ﻭَﺇِﻟﹶﻰ ﻣَﺪْﻳَﻦَ ﺃﹶﺧَﺎﻫُﻢ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ ﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺍﻋْﺒُﺪُﻭﺍﹾ ﺍﻟﻠﹼﻪَ ﻣَﺎ ﻟﹶﻜﹸﻢ ﻣﱢﻦْ ﺇِﻟﹶـﻪٍ ﻏﹶﻴْﺮُﻩ ﻭَﻻﹶ ﺗَﻨﻘﹸﺼُﻮﺍﹾ ﺍﻟﹾﻤِﻜﹾﻴَﺎﻝﹶ ﻭَﺍﻟﹾﻤِﻴﺰَﺍﻥﹶ ﺇِﻧﱢﻲَ ﺃﹶﺭَﺍﻛﹸﻢ ﺑِﺨَﻴْﺮٍ ﻭَﺇِﻧﱢﻲَ
ﺃﹶﺧَﺎﻑُ ﻋَﻠﹶﻴْﻜﹸﻢْ ﻋَﺬﹶﺍﺏَ ﻳَﻮْﻡٍ ﻣﱡﺤِﻴﻂٍ. ﻭَﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺃﹶﻭْﻓﹸﻮﺍﹾ ﺍﻟﹾﻤِﻜﹾﻴَﺎﻝﹶ ﻭَﺍﻟﹾﻤِﻴﺰَﺍﻥﹶ ﺑِﺎﻟﹾﻘِﺴْﻂِ ﻭَﻻﹶ ﺗَﺒْﺨَﺴُﻮﺍﹾ ﺍﻟﻨﱠﺎﺱَ ﺃﹶﺷْﻴَﺎﺀﻫُﻢْ ﻭَﻻﹶ ﺗَﻌْﺜﹶﻮْﺍﹾ ﻓِﻲ ﺍﻷَﺭْﺽِ
ﻣُﻔﹾﺴِﺪِﻳﻦَ. ﺑَﻘِﻴﱠﺔﹸ ﺍﻟﻠﹼﻪِ ﺧَﻴْﺮٌ ﻟﱠﻜﹸﻢْ ﺇِﻥ ﻛﹸﻨﺘُﻢ ﻣﱡﺆْﻣِﻨِﲔَﻭَﻣَﺎ ﺃﹶﻧَﺎﹾﻋَﻠﹶﻴْﻜﹸﻢ ﺑِﺤَﻔِﻴﻆٍ. ﻗﹶﺎﻟﹸﻮﺍﹾ ﻳَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺐُ ﺃﹶﺻَﻼﹶﺗُﻚَ ﺗَﺄﹾﻣُﺮُﻙَ ﺃﹶﻥ ﻧﱠﺘْﺮُﻙَ ﻣَﺎ ﻳَﻌْﺒُﺪُ ﺁﺑَﺎﺅُﻧَﺎ ﺃﹶﻭْ ﺃﹶﻥ
ﻧﱠﻔﹾﻌَﻞﹶ ﻓِﻲ ﺃﹶﻣْﻮَﺍﻟِﻨَﺎ ﻣَﺎ ﻧَﺸَﺎﺀ ﺇِﻧﱠﻚَ ﻟﹶﺄﹶﻧﺖَ ﺍﻟﹾﺤَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟﺮﱠﺷِﻴﺪُ. ﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺃﹶﺭَﺃﹶﻳْﺘُﻢْ ﺇِﻥ ﻛﹸﻨﺖُﻋَﻠﹶﻰَ ﺑَﻴﱢﻨَﺔٍ ﻣﱢﻦ ﺭﱠﺑﱢﻲ ﻭَﺭَﺯَﻗﹶﻨِﻲ ﻣِﻨْﻪُ ﺭِﺯْﻗﺎﹰ ﺣَﺴَﻨﺎﹰﻭَﻣَﺎ ﺃﹸﺭِﻳﺪُ
ﺃﹶﻥﹾ ﺃﹸﺧَﺎﻟِﻔﹶﻜﹸﻢْ ﺇِﻟﹶﻰ ﻣَﺎ ﺃﹶﻧْﻬَﺎﻛﹸﻢْ ﻋَﻨْﻪُ ﺇِﻥﹾ ﺃﹸﺭِﻳﺪُ ﺇِﻻﱠ ﺍﻹِﺻْﻼﹶﺡَ ﻣَﺎ ﺍﺳْﺘَﻄﹶﻌْﺖُ ﻭَﻣَﺎ ﺗَﻮْﻓِﻴﻘِﻲ ﺇِﻻﱠ ﺑِﺎﻟﻠﹼﻪِ ﻋَﻠﹶﻴْﻪِ ﺗَﻮَﻛﱠﻠﹾﺖُ ﻭَﺇِﻟﹶﻴْﻪِ ﺃﹸﻧِﻴﺐُ.ﻭَﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﻻﹶ
ﻳَﺠْﺮِﻣَﻨﱠﻜﹸﻢْ ﺷِﻘﹶﺎﻗِﻲ ﺃﹶﻥ ﻳُﺼِﻴﺒَﻜﹸﻢ ﻣﱢﺜﹾﻞﹸ ﻣَﺎ ﺃﹶﺻَﺎﺏَ ﻗﹶﻮْﻡَ ﻧُﻮﺡٍ ﺃﹶﻭْ ﻗﹶﻮْﻡَ ﻫُﻮﺩٍ ﺃﹶﻭْ ﻗﹶﻮْﻡَ ﺻَﺎﻟِﺢٍ ﻭَﻣَﺎ ﻗﹶﻮْﻡُ ﻟﹸﻮﻁٍ ﻣﱢﻨﻜﹸﻢ ﺑِﺒَﻌِﻴﺪٍ. ﻭَﺍﺳْﺘَﻐْﻔِﺮُﻭﺍﹾ ﺭَﺑﱠﻜﹸﻢْ ﺛﹸﻢﱠ
ﺗُﻮﺑُﻮﺍﹾ ﺇِﻟﹶﻴْﻪِ ﺇِﻥﱠ ﺭَﺑﱢﻲ ﺭَﺣِﻴﻢٌ ﻭَﺩُﻭﺩٌ. ﻗﹶﺎﻟﹸﻮﺍﹾ ﻳَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺐُ ﻣَﺎ ﻧَﻔﹾﻘﹶﻪُ ﻛﹶﺜِﲑﺍﹰ ﻣﱢﻤﱠﺎ ﺗَﻘﹸﻮﻝﹸ ﻭَﺇِﻧﱠﺎ ﻟﹶﻨَﺮَﺍﻙَ ﻓِﻴﻨَﺎ ﺿَﻌِﻴﻔﺎﹰ ﻭَﻟﹶﻮْﻻﹶ ﺭَﻫْﻄﹸﻚَ ﻟﹶﺮَﺟَﻤْﻨَﺎﻙَ ﻭَﻣَﺎ ﺃﹶﻧﺖَ
ﻋَﻠﹶﻴْﻨَﺎ ﺑِﻌَﺰِﻳﺰٍ.ﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺃﹶﺭَﻫْﻄِﻲ ﺃﹶﻋَﺰﱡ ﻋَﻠﹶﻴْﻜﹸﻢ ﻣﱢﻦَ ﺍﻟﻠﹼﻪِ ﻭَﺍﺗﱠﺨَﺬﹾﺗُﻤُﻮﻩُ ﻭَﺭَﺍﺀﻛﹸﻢْ ﻇِﻬْﺮِﻳّﺎﹰ ﺇِﻥﱠ ﺭَﺑﱢﻲ ﺑِﻤَﺎ ﺗَﻌْﻤَﻠﹸﻮﻥﹶ ﻣُﺤِﻴﻂﹲ. ﻭَﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺍﻋْﻤَﻠﹸﻮﺍﹾ ﻋَﻠﹶﻰ
ﻣَﻜﹶﺎﻧَﺘِﻜﹸﻢْ ﺇِﻧﱢﻲ ﻋَﺎﻣِﻞﹲ ﺳَﻮْﻑَ ﺗَﻌْﻠﹶﻤُﻮﻥﹶ ﻣَﻦ ﻳَﺄﹾﺗِﻴﻪِﻋَﺬﹶﺍﺏٌ ﻳُﺨْﺰِﻳﻪِﻭَﻣَﻦْﻫُﻮَ ﻛﹶﺎﺫِﺏٌﻭَﺍﺭْﺗَﻘِﺒُﻮﺍﹾ ﺇِﻧﱢﻲ ﻣَﻌَﻜﹸﻢْ ﺭَﻗِﻴﺐٌ.ﻭَﻟﹶﻤﱠﺎ ﺟَﺎﺀ ﺃﹶﻣْﺮُﻧَﺎ ﻧَﺠﱠﻴْﻨَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ
ﻭَﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁﻣَﻨُﻮﺍﹾ ﻣَﻌَﻪُ ﺑِﺮَﺣْﻤَﺔٍ ﻣﱠﻨﱠﺎ ﻭَﺃﹶﺧَﺬﹶﺕِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻇﹶﻠﹶﻤُﻮﺍﹾ ﺍﻟﺼﱠﻴْﺤَﺔﹸ ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍﹾ ﻓِﻲ ﺩِﻳَﺎﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ.ﻛﹶﺄﹶﻥ ﻟﱠﻢْ ﻳَﻐْﻨَﻮْﺍﹾ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺃﹶﻻﹶ ﺑُﻌْﺪﺍﹰ ﻟﱢﻤَﺪْﻳَﻦَ ﻛﹶﻤَﺎ
ﺑَﻌِﺪَﺕْ ﺛﹶﻤُﻮﺩُ.
84. Medyen`e de kardeşleri Şuayb`i( gönderdik) Dedi ki: Ey kavmim! Allah`a kulluk edin!Sizin için
O`ndan başka ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır ( ve bolluk) içinde
görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum. 85. Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın. 86. Eğer mümin iseniz Allah`in (helalinden) bıraktığı (kar) sizin için daha hayırlıdır.. Ben üzerinize bir bekçi değilim. 87. Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları),
yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mi emrediyor? Oysa 116 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
sen yumuşak huylu ve çok akillisin! 88. Dedi ki: Ey Kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızk vermişse buna ne dersiniz? Size
yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği
kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah`in yardımı iledir.Yalnız O`na dayandım
ve yalnız O`na döneceğim. 89. Ey kavmim! Sakın bana karsı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya
Hud kavminin, yahut Salih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin Lut kavmi
de sizden uzak değildir. 90. Rabbiniz den bağışlanma dileyin; sonra O`na tövbe edin. Muhakkak ki
Rabbim çok merhametlidir,(müminleri) çok sever. 91. Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu
anlamıyoruz ve içimizde seni gerçekten zayıf (aciz) görüyoruz. Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taş-
layarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin. 92. (Şuayb) ”Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem
Allah`tan daha mi güçlü ve değerli ki onu (Allah`in emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz
ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. 93. Ey kavmim! Elinizden geleni yapın!
Ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azabın geleceği şahsın ve yalancının kim olduğunu yakında
öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim.” 94. Emrimiz gelince, Şuayb`i ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü
yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. 95. Sanki orada hiç barınmamışlardı. Biliniz ki,
Semud kavmi (Allah`in rahmetinden) uzak olduğu gibi Medyen kavmi de uzak oldu.
4-Ankebut Sûresi
ﻭَﺇِﻟﹶﻰ ﻣَﺪْﻳَﻦَ ﺃﹶﺧَﺎﻫُﻢْ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ ﻓﹶﻘﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﺍﻋْﺒُﺪُﻭﺍﺍﻟﻠﱠﻪَ ﻭَﺍﺭْﺟُﻮﺍ ﺍﻟﹾﻴَﻮْﻡَ ﺍﻟﹾﺂﺧِﺮَ ﻭَﻟﹶﺎ ﺗَﻌْﺜﹶﻮْﺍ ﻓِﻲ ﺍﻟﹾﺄﹶﺭْﺽِ ﻣُﻔﹾﺴِﺪِﻳﻦَ.ﻓﹶﻜﹶﺬﱠﺑُﻮﻩُ ﻓﹶﺄﹶﺧَﺬﹶﺗْﻬُﻢُ ﺍﻟﺮﱠﺟْﻔﹶﺔﹸ
ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍ ﻓِﻲ ﺩﺍﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ
36. Medyen`e de kardeşleri Şuayb`i gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah`a kulluk edin, ahiret
gününe umut bağlayın (Ahirette sevap verileceğini umduğunuz isler yapın) yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!dedi. 37. Fakat onu yalanladılar. Derken kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
Kıssanın farklı halkalarını değişik sekil ve üslûpla ele alan yukarıdaki ayetlerin ışığı
altında; halkaları bir araya getirip, birbirleriyle kıyaslama yaparak Yüce peygamber Hz.
Şuayb aleyhisselamin hayatini ve geçirdiği safhaları aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz:
Kıssanın farklı halkalarını değişik sekil ve üslûpla ele alan yukarıdaki ayetlerin ışığı
altında; halkaları bir araya getirip, birbirleriyle kıyaslama yaparak Yüce peygamber Hz.
Şuayb aleyhisselamin hayatini ve geçirdiği safhaları aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz:
MEDYEN’İNCOĞRAFİKONUMU
Medyen’in bulunduğu yer ile ilgili söylenen rivayetler farklı olup Kur`ân’da da bu
hususta isminin zikrinden başka her hangi bir net işaret bulunmamaktadır. Yalnız bu Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 117
şehrin Filistin ile Hicaz arasında Tebuk`a mücavir, Kızıl Deniz sahilinde olduğu görüsü
ağır basmaktadır. Ancak, Kur`ân-ı Kerim coğrafi konum olarak Medyen’in, Semud ve
Lut kavimlerinin yaşadıkları yere yakın olduğundan da bahseder. Hud sûresi 89. ayette:
ﻭَﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﻻﹶ ﻳَﺠْﺮِﻣَﻨﱠﻜﹸﻢْ ﺷِﻘﹶﺎﻗِﻲ ﺃﹶﻥ ﻳُﺼِﻴﺒَﻜﹸﻢ ﻣﱢﺜﹾﻞﹸ ﻣَﺎ ﺃﹶﺻَﺎﺏَ ﻗﹶﻮْﻡَ ﻧُﻮﺡٍ ﺃﹶﻭْ ﻗﹶﻮْﻡَﻫُﻮﺩٍ ﺃﹶﻭْ ﻗﹶﻮْﻡَ ﺻَﺎﻟِﺢٍﻭَﻣَﺎ ﻗﹶﻮْﻡُ ﻟﹸﻮﻁٍ ﻣﱢﻨﻜﹸﻢ ﺑِﺒَﻌِﻴﺪٍ.
Ey kavmim! Sakın bana karsı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hud kavminin, yahut Salih
kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin. Lut kavmi de sizden uzak değildir.
Buradaki
Lut kavmi sizden uzak değildir” ifadesinden coğrafi anlam da çıkarmak” ﻭَﻣَﺎ ﻗﹶﻮْﻡُ ﻟﹸﻮﻁٍ ﻣﱢﻨﻜﹸﻢ ﺑِﺒَﻌِﻴﺪٍ
mümkündür. Çünkü Sodom ve Gomore şehirleri Medyen ile gerçekten de coğrafi konum olarak birbirlerine çok yakındır.Çünkü o şehirler Medyen’in yakın kuzeyindedir.
Medyen, Kızıl Deniz'in Kuzeydoğu sahillerinden Akabe şehrine kadar olan bölge
idi. Hz. Şuayb tarafından kurulmuştu. Halkı Araptı.
32 Medyen’liler ile Eykeliler’e aynı
peygamberlerin gönderilmiş olmasının sebebi, her iki kabilenin de aynı soydan gelmiş
olmaları, aynı dili konuşmaları ve yan yana komşu bölgelerde yerleşmiş bulunmaları olsa
gerektir. Aynı yörelerde yan yana yaşamış ve birbirleriyle evlilik gibi sosyal ilişkiler içinde
bulunmuş olmaları da mümkündür. Sonra, bu iki akraba kabilenin ikisi de, meslekten ticaret adamlarıydılar ve aynı kötü hayat, sosyal ve ahlâki düşüklük içinde idiler. Kitabı-ı
Mukaddes’in ilk kitaplarına göre, bunlar Baal-peo’a taparlardı. Yani putperesttiler. İsrail
oğulları Mısır’dan çıkıp da bunların bölgelerine girince, aynı putperestlik ve zina hastalı-
ğından etkilenmişlerdi. Yine, bunlar biri Yemen ile Suriye’yi, diğeri İran Körfezi ile Mı-
sır’ı birleştiren iki uluslar arası ticaret yolu üzerinde yerleşmiş bulunuyorlardı. Bu avantajlı durumları nedeniyle, büyük ölçüde yol kesiciliğe başlamışlardı ve ağır haraçlar ödemedikçe hiçbir kervanının geçmesine izin vermiyorlardı. Böylece, ticaret yollarını bir hayli
tehlikeli hale getirmişlerdi. İşte bu sebeplerle Allah (c.c) her iki kavme de aynı peygamberi göndermiş ve bu peygamber kendilerine aynı öğretileri ve aynı mesajı getirmiştir.33
Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzeybatısında oradan Kızıl Denizin doğu sahiline, güney
Filistin'e, Akabe Körfezine ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır.34 Peygamberimiz zamanında, Medyen şehrinin ismi yalnız bir defa geç-
mektedir. O da Peygamberimizin oraya Zeyd b. Harise Kumandasında bir kuvvet göndermesi münasebeti ile, bir de bölge keşişlerinden bahseden şair Kusayyır (ölm.723)'in,
Muhammed b. el-Hanefiyye'nin Eyle (Aylâ)'ye yaptığı seyahatlerinde istidradî olarak geçmektedir. İslâm coğrafyacıları bu şehri bir sahil şehri olarak zikrederler. Tebûk'ten altı günlük bir mesafede gösterilir. Medyen, Eyle'den Medîne'ye giden hacıların takip ettikleri yol
üzerinde ikinci konak yeri idi ve Mekke'ye bağlı mevkiler arasında yer alıyordu.
9.Asırda , Yakubî Medyen'in akar ve memba suları, bahçeleri, hurmalıkları bol bir bölge-
32 M. Ahmed Cad'el Mevla, M. Ebu'l-Fadl İbrahim, Kasas-ul Kur'ân, s.123, 10. bs, Beyrut, 1389/1969.
33 Ebu’l-‘Al’a el-Mevdûdî, a.g.e, c. 4, s. 65.
34 Ebu’l-‘Al’a el-Mevdûdî, a.g.e, c.2, s. 63. 118 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
de bulunduğundan, karışık bir etnik yapıya sahip olduğundan bahsetmektedir. İstahrî,
Medyen'in, Tebûk'ten daha büyük olduğunu söylemekte ve şahsî hatıralarına dayanarak,
Hz. Mûsa'nın orada Şuayb (a.s)'ın sürülerini suladığı ve o devirde bir evin altında gizli
bulunan bir su kaynağından bahsetmektedir. Sonradan bu şehir yavaş yavaş rağbetten
düşmüştür. 12. Asırda, İdrisî bu şehirden, gelir kaynakları olmayan bir ticaret şehri olarak
bahseder; Ebu'l-Fidâ'ya göre, 14. Asırda harabe halinde bulunmakta idi. Bu şehir, ancak
son devirlerde, Rüppel,Burton ve Musil tarafından yeniden ziyaret edilmiştir. Arapların mezar çukurlarına atfen Mağair Şuayb dedikleri büyük harabeler, sahil kasabası Maknâ'dan
28 km.lik bir mesafede, 28 derece 28' kuzey enleminde, akarsuları, hurmalıkları ile meş-
hur el-Bad' vadisinin güney kısmında bulunmaktadır. Burton'a göre, 29 derece 28' ve 27
derece 40' kuzey enlemleri arasında bulunan bütün ülkeye Arz-ı Medyen denmektedir.35
Medyen'de yaşayanlar büyük tüccar idiler. Ölçüleri ve tartılarıyla ve silik, kesik, ayarı ve
standardı bozuk paralarıyla halkı aldatırlardı.
36 Medyen, Kızıldeniz sahilini takip eden
Yemen-Mekke ve oradan Suriye ticaret yolu güzergâhı ile Irak'tan Mısır'a giden ticaret
yollarının kesiştikleri ve Tebûk'ün hizasında bir şehir olduğu için, buralar ve halkı Araplar arasında çok iyi tanınıyordu. Medyen helâk olduktan sonra bile, Suriye ve Mısır'a
giden ticaret kervanlarının yollarının onların arkeolojik kalıntılarının arasından geçmesi
sebebiyle de hatırlanırlardı.
37 Eski çağlarda oldukça mamurdu. Mısır Firavunlarından ve
Romalılardan kalma birçok harabeler vardır. Buralar Hz. Şuayb'ın ve Hz. Musa'nın bir-
çok mucizeler gösterdiği yerlerdi.38
Elmalılı Medyen hakkında; “Medyen Hz. İbrahim evlatlarından Medyen'in nesli
olan bir kavim olup, merkezleri Şap Denizi kıyısında onun kurduğu bir şehir imiş, der.”39
HZ. ŞUAYB(A.S)’IN YAŞADIĞI DÖNEM
Dikkat edilecek olursa zikri gecen ayetler Hz. Şuayb (a.s)’ in kavmini davete
başladığı peygamberliğine kadar geçen donemden bahsetmemektedir. Bunun sebebi Hidayet rehberi olan Kur`ân’ın kıssa irad etmedeki hedefleri içerisinde muhatabın ders ve
ibret alması yatmaktadır. Bu hedef veya değerlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan konulara Kur`ân`ın temas etmesi düşünülemez. Binaenaleyh Kur`ân bu devreyi anlatmayı
kayda değer bir işaret veya fayda görmediğinden zikretmemiştir. Aynı durum Kur`ân’da
zikri geçen diğer peygamberlerin kıssalarında da geçerlidir. Çocukluk devrelerinin bazı
halkaları Kur`ânda zikredilmiş peygamberler istisna teşkil etmez. Zira zikredilen her hal-
35 FR.BUHL., İslâm Ansiklopedisi, M.E.B, İstanbul, 1972, V/473,
36 Kâmil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 3.baskı, Ankara,1975,
IX/153.
37 Ebu’l-‘Al’a el-Mevdûdî, ,a.g.e, c. 2, s. 64.
38 Miras, a.g.e, c.7, s. 22.
39 Yazır, Elmalılı Hamdi; 4/559. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 127
af dilerseniz, tövbe ederseniz, Rabbim bağışlar, çünkü O, çok merhametlidir. O, iman edip Salih amel
işleyenleri sever...derken kavmine olan merhametini ortaya koymakta idi ve ‘geliyorum’ diyen
muhtemel azaptan da kurtulmanın mümkün olabileceğini bir kez daha hatırlatmış oluyordu. Bunca ikazlara rağmen kavminin inkârı karşısında azabın mukadderliğini gören
Hz. Şuayb (a.s);
ﻓﹶﺘَﻮَﻟﱠﻰ ﻋَﻨْﻬُﻢْﻭَﻗﹶﺎﻝﹶ ﻳَﺎ ﻗﹶﻮْﻡِ ﻟﹶﻘﹶﺪْ ﺃﹶﺑْﻠﹶﻐْﺘُﻜﹸﻢْﺭِﺳَﺎﻻﹶﺕِﺭَﺑﱢﻲ ﻭَﻧَﺼَﺤْﺖُ ﻟﹶﻜﹸﻢْ ﻓﹶﻜﹶﻴْﻒَ ﺁﺳَﻰ ﻋَﻠﹶﻰ ﻗﹶﻮْﻡٍ ﻛﹶﺎﻓِﺮِﻳﻦَ
Onlardan yüz cevirdi ve (içinden) dedi ki: ”Ey kavmim! Ben size Rabbim’in gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!?”
79
Burada dikkati bir hususa çekmek istiyoruz. Afrika kıtasının doğusundan başlayıp
Habeşistan platosunu kırarak Kızıl Deniz’in dibinden geçip Akabe Körfezi’nden Lût
Gölü’ne çıkan Gor Çukurluğu’ndan kuzeye oradan doğu Anadolu’ya kıvrılan güney ve
kuzey Anadolu fay hattı ile birleşen, kuzey Arabistan fay hattının Medyenliler’in yaşadığı
bölgeden geçmesi ve helâk olan Sodom ve Gomore’nin yani Lût Kavmi’nin ve Medyen
halkının yerleşim mekânlarının bu hat üzerinde olması oldukça düşündürücüdür.80
Medyen halkı; caka yapıp çalım sattığı, üzerinde mesken tuttuğu fay hattının hesabını yapmıyor, peygamber uyarılarına kulak asmıyor, insanlara zulmetmeye devam ediyor, haksız kazançla ve şeytanın bile aklına gelmeyen bin bir çeşit hile ve tuzaklarla halklardan hortumladıkları, çaldıkları, zorla aldıkları fahiş haraçların hesabını yapıyorlar, dü-
rüst ve namuslu vatan evlâtlarını yurtlarından yuvalarından sürmekle taşa tutmakla tehdit ediyorlar, vatana ihanet etmekle suçluyorlar ve yargılıyorlar,toplum içinde anarşi ve
fitne çıkarıyorlar, suç ve cinayet işlemek için oluşturdukları çetelerle halkın anasından
emdiği sütü burunlarından getiriyorlar, sıkıntılarını isyanlarını fikirlerini dile getirmek ve
ifade etmek isteyenlere mani oluyorlardı. Her türlü ekonomik, siyasi ve askerî güç ellerinde olduğu için halkın helal alın terinden olan, alternatif dürüst sermayeye renklerin
çeşidi sayısınca kulp takıyorlar, onlara geçit vermiyor ve hayat hakkı tanımıyorlardı. İş-
te kendi hesaplarına kurdukları böyle sırçadan bir dünyada yaşarken,
ﻓﹶﺄﹶﺧَﺬﹶﺗْﻬُﻢُ ﺍﻟﺮﱠﺟْﻔﹶﺔﹸ ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍ ﻓِﻲ ﺩَﺍﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ.ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻛﹶﺬﱠﺑُﻮﺍ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰ ﻛﹶﺄﹶﻥﹾ ﻟﹶﻢْ ﻳَﻐْﻨَﻮْﺍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻛﹶﺬﱠﺑُﻮﺍ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰﻛﹶﺎﻧُﻮﺍﻫُﻢُ ﺍﻟﹾﺨَﺎﺳِﺮِﻳﻦَ.
Ansızın o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar.
Şuayb`i yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar Şuayb`i yalanlayanların kendileridir.81
ﻭَﻟﹶﻤﱠﺎ ﺟَﺎﺀ ﺃﹶﻣْﺮُﻧَﺎ ﻧَﺠﱠﻴْﻨَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰﻭَﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁﻣَﻨُﻮﺍﹾ ﻣَﻌَﻪُ ﺑِﺮَﺣْﻤَﺔٍ ﻣﱠﻨﱠﺎﻭَﺃﹶﺧَﺬﹶﺕِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻇﹶﻠﹶﻤُﻮﺍﹾ ﺍﻟﺼﱠﻴْﺤَﺔﹸ ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍﹾ ﻓِﻲ ﺩِﻳَﺎﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ
Emrimiz gelince, Şuayb`i ve onunla beraber iman edenleri tarafımıdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.82
79 A’raf, 93.
80 Bilim ve Teknik, sy. 152, s. 17, TUBİTAK, Ankara, 1980.
81 A’raf, 91-92.
82 Hud, 94. 128 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
ﻗﹶﺎﻟﹸﻮﺍ ﺇِﻧﱠﻤَﺎ ﺃﹶﻧﺖَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﹾﻤُﺴَﺤﱠﺮِﻳﻦَ ﻭَﻣَﺎ ﺃﹶﻧﺖَ ﺇِﻟﱠﺎ ﺑَﺸَﺮٌ ﻣﱢﺜﹾﻠﹸﻨَﺎ ﻭَﺇِﻥ ﻧﱠﻈﹸﻨﱡﻚَ ﻟﹶﻤِﻦَ ﺍﻟﹾﻜﹶﺎﺫِﺑِﲔَ ﻓﹶﺄﹶﺳْﻘِﻂﹾ ﻋَﻠﹶﻴْﻨَﺎ ﻛِﺴَﻔﺎﹰ ﻣﱢﻦَ ﺍﻟﺴﱠﻤَﺎﺀِ ﺇِﻥ ﻛﹸﻨﺖَ ﻣِﻦَ
ﺍﻟﺼﱠﺎﺩِﻗِﲔَ ﻗﹶﺎﻝﹶ ﺭَﺑﱢﻲ ﺃﹶﻋْﻠﹶﻢُ ﺑِﻤَﺎ ﺗَﻌْﻤَﻠﹸﻮﻥﹶ ﻓﹶﻜﹶﺬﱠﺑُﻮﻩُ ﻓﹶﺄﹶﺧَﺬﹶﻫُﻢْ ﻋَﺬﹶﺍﺏُ ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟﻈﱡﻠﱠﺔِ ﺇِﻧﱠﻪُ ﻛﹶﺎﻥﹶ ﻋَﺬﹶﺍﺏَ ﻳَﻮْﻡٍ ﻋَﻈِﻴﻢٍ ﺇِﻥﱠ ﻓِﻲ ﺫﹶﻟِﻚَ ﻟﹶﺂﻳَﺔﹰ ﻭَﻣَﺎ ﻛﹶﺎﻥﹶ
ﺃﹶﻛﹾﺜﹶﺮُﻫُﻢ ﻣﱡﺆْﻣِﻨِﲔَ
Eyke’ye gelince: Onlar da Medyenliler gibi Hz. Şuayb’ın uyarılarına kulak vermediler. Onu yalancı-
lıkla ve büyücülükle suçladılar. Onlar şöyle dediler: Sen olsa olsa büyülenmişlerdensin! Sen de, ancak
bizim gibi bir besersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan sayıyoruz. Şayet Doğru sözlülerden isen
üzerimize gökten azap yağdır. Şuayb:Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir dedi. .(Neticede)
Onu yalanladılar da,kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten de o (korkunç)
muazzam günün azabıydı. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır;ama çokları iman etmezler83
.
Eykeliler üzerlerine gökten bir azap yağmasını Hz. Şuayb’in yalan söylemediğinin
bir göstergesi olarak kabul edeceklerdir. Aslında onların zannına göre bu mümkün değildir de. ‘Hele bir görelim doğru mu söylüyor’ dercesine öylesine gökten bir azap yağması-
nı istiyorlar. Şimdi bakın neler oluyor..?!
Artık onlar gökten yağacak azabı beklemeye başladılar. Azap vakti gelince, ortalığı
kasıp kavuran bir sıcaklık sardı. O kadar ki, akan sular bile kaynadı. Eykeliler ne yapacaklarını şaşırdılar. Rivayetlere göre bu sıcaklık yedi gün yedi gece devam etmişti. Sıcaklığın
şiddetinden ve rutubetin yoğunluğundan nefesleri tıkanmış, boğulacak gibi olmuşlardı.
Su kaybını önlemek için soğuk su yerine aşırı sıcaklığın tesiriyle kaynayan sulardan içmek
zorunda kalmışlardı. Ancak o su da onları kandırmıyor içtikçe içiyorlardı. Dışarıda duramayan Eykeliler bu sefer çaresizlik içerisinde bir gölgeden öbür gölgeye koşuşturuyorlar, ağaç gölgelerine, mağaralara ve evlerinin içine girip sokulmuşlar ama oralarda da
duramamışlar ve sonra ovalarına fırlamışlardı serinlemek için... Sekizinci gün, geniş ovaların ufkunda koyu gölgeli kubbemsi siyah bir bulut güneşin önüne geçip gölge oluş-
turmuştu. Bunu gören Eykeliler gölgeden yararlanmak için birbirlerine seslenerek o bulutun altına tek bir fert kalmaksızın can atarak toplanmışlardı. Fakat heyhat ..! Serinlemek için altına toplandıkları buluttan gölgelik, o zulle, Eykeliler’ in acı kaderini belirleyecekti. O gölgelik Allah tarafından ilâhi bir azap olarak ateş halinde üzerlerine inmiş,
hepsini alevler yemiş bitirivermişti. Böylece üzerlerine gökten yağmasını alaylı bir sabırsızlıkla istedikleri azap gelmiş oldu.84
Seyyid Kutub Zılâl’de rivayetleri şöyle özetler: Denilir ki önce onları çok şiddetli
boğucu, nefesleri kesici ve göğüsleri daraltıcı bir sıcak dalgası kapladı. Sonra da bulutlar
peyda oldu, gölgelendiler ve serinlediler. Daha sonra da kulakları patlatan şiddetli gök
gürültüleriyle birlikte gelen yıldırımlar onları tir tir titretmiş ve yerle bir etmiştir.85
83 Şuara, 185-190.
84 Elmalılı, a.g.e, c. 6, s. 113-114; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, c. 1, s. 27, sadeleştiren: Mahir İz,
M.E.B. neşriyat; Çantay Hasan Basri, Meâl, c. 2, s. 670.
85 Kutup Seyyid, fî Zılâli’l Kur`ân, c. 11, s. 86, İstanbul. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 129
Eykeliler’in bir kara buluttan çıkan alevli ateşle helâk olmaları üzerinde durulmaya
değer bir husustur. Çünkü bu kara buluttan çakan yıldırımların kıvılcımlarıyla Eykeliler
cezalandırılmışlardır. Onlar alev alev bir sıcaktan kaçarken serinlemek için sevinçle gölgesine koştukları bir başka kıvılcımlar saçan azap bulutunun arasında yok olup gitmiş-
lerdi.
Eykelilerin helâki ile Âd Kavminin helâkları birbirlerine çok benzerlik
arzediyor.Tek farkla O da Âd’ın dondurucu kocakarı soğuklarıyla helâkıdır. Onlar yağ-
mur getirecek bir bulut beklerken siyah bir azap bulutu şeklinde yayıla yayıla dağların aralarındaki derelere geçitlere doğru ilerlediği görülmüştü. Bunu Âd kavmi;
ﻗﹶﺎﻝﹶ ﺇِﻧﱠﻤَﺎ ﺍﻟﹾﻌِﻠﹾﻢُﻋِﻨﺪَ ﺍﻟﻠﱠﻪِ ﻭَﺃﹸﺑَﻠﱢﻐُﻜﹸﻢ ﻣﱠﺎ ﺃﹸﺭْﺳِﻠﹾﺖُ ﺑِﻪِ ﻭَﻟﹶﻜِﻨﱢﻲ ﺃﹶﺭَﺍﻛﹸﻢْ ﻗﹶﻮْﻣﺎﹰ ﺗَﺠْﻬَﻠﹸﻮﻥﹶ ﻓﹶﻠﹶﻤﱠﺎ ﺭَﺃﹶﻭْﻩُﻋَﺎﺭِﺿﺎﹰ ﻣﱡﺴْﺘَﻘﹾﺒِﻞﹶ ﺃﹶﻭْﺩِﻳَﺘِﻬِﻢْ ﻗﹶﺎﻟﹸﻮﺍ ﻫَﺬﹶﺍﻋَﺎﺭِﺽٌ
ﻣﱡﻤْﻄِﺮُﻧَﺎ ﺑَﻞﹾﻫُﻮَ ﻣَﺎ ﺍﺳْﺘَﻌْﺠَﻠﹾﺘُﻢ ﺑِﻪِﺭِﻳﺢٌ ﻓِﻴﻬَﺎﻋَﺬﹶﺍﺏٌ ﺃﹶﻟِﻴﻢٌ
“Bu karşı ki yerle gökleri birleştiren ufukta beliren yaygın bulut da nedir? Bize yağmur mu yağdıracak ne!?” Hud(a.s) Onlara,”Hayır hayır!! O hızla gelmesini beklediğiniz şeydir. Elîm bir azap verici
yeldir.” “ O yel Rabbim’in emri ile her şeyi yok edecek ortadan kaldıracaktır.”86
ﻓﹶﺎﻧﺘَﻈِﺮُﻭﺍ ﺇِﻧﱢﻲ ﻣَﻌَﻜﹸﻢْ ﻣِﻦَ ﺍﻟﹾﻤُﻨْﺘَﻈِﺮِﻳﻦَ
“İsteyip durduğunuz azabın gelmesini bekleyin. Muhakkak ki ben de sizinle bekleyeceğim.”
87
“Eykeliler sıcaktan bunaldıkları için bulutun gölgesine koşmuşlardı. Fakat onlarsa
umduklarının aksiyle, yıldırımlarla karşılaşmışlardı. Bir tek yıldırımın 3.750 milyon kw’lık
elektrik gücünü taşıyabileceğini düşündüğümüzde Eykeliler’in maruz kaldığı buluttan bo-
şalan elektrik akımından oluşan ateş topunun sahip olduğu sıcaklığın cehenneme rahmet okutacak korkunçlukta olduğunu bilmem ki hatırlatmaya gerek var mı?”88 Yıldırımların sıcaklığı güneşin yüzeyindeki sıcaklıktan beş kat daha fazladır. Resûl-i Ekrem Efendimiz bütün bunları bildiği için, gökte ne zaman bir bulut, fırtına, gök gürültüsü ve şim-
şek çaktığını görse Onu bir endişe sarar, mübarek benzi sararır ve solardı ve şöyle dua
ederdi: “Allah’ım ! bu rüzgârın hayrından, taşıdığı şeyin hayrından ve gönderildiği hususun hayrından senden ister, bu rüzgârın şerrinden, taşıdığı şeyin şerrinden, gönderildiği hususun şerrinden Sana sı-
ğınırım.”
İbni Ömer (r.a) den: Hz. Peygamber, gök gürültüsünü işittiği ve yıldırım gördüğü
zaman, şöyle dua ederdi: “Allah’ım bizi gazabınla öldürme! Bizi azabınla helâk etme! Bize bunlardan önce afiyet ver !”89
Yine Hz. Aişe validemizin anlattığına göre; Rasûlullah gökyüzünde dağınık bir
bulut gördüğü zaman işini bırakır, eğer namazda ise namazını çabucak kılar ve sonra şöy-
86 Ahkâf, 23-24.
87 A’raf, 71.
88 Yıldız Muharrem, Kitab-ı Mukaddes ve Kurân-ı Kerim Açısından Âd-Semûd ve Lût Kavimleri, s. 136-137, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1988.
89 Kandehlevî M. Yusuf, Hayatü’s Sahabe, c. 4, s. 1715, İstanbul, 1977. 130 Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Eren
le dua ederdi: “Allah’ım onun şerrinden Sana sığınırım! Yağmur yağmaya başlayınca da: Allah’ım
bol ve bereketli yağmur ver .” diye dua ederdi.90
Hz. Aişe’nin bir başka rivayetinde de; Rasulüllah ufukta yağmur yüklü bir bulut
gördüğü zaman işini bırakır,eğer namazda ise, bulut üzerine gelinceye kadar namazına
devam eder ve sonra da şöyle dua ederdi; “Allah’ım! Onun getireceği felâketten sana sığınırım.
Bol yağmur ver!” Bunu iki veya üç defa tekrar ederdi. Eğer yağmur yağmadan bulutlar da-
ğılırsa Allahu Tealâ’ya hamdederdi.”91
Mevdûdî’ye göre; Eykeliler’e inen azap hakkında, bu azabın ayrıntılarını ne
Kur`ân’da, ne de sahih hadislerde bulmak mümkün değildir. Ancak metinden öğrendi-
ğimiz şudur: Bu halk gökten bir azap isteğinde bulununca, Allah kendilerine bir kubbe
gibi üzerlerini örten bir bulut gönderdi ve sürekli yağış azabıyla hepsi helâk oluncaya kadar bu bulut üzerlerinde kaldı. Medyenliler’e gönderilen azabın mahiyetinin Eykeliler’e
gönderilenden farklı olduğunu Kur`ân açıkça belirtmektedir. Eykeliler, burada anıldığı
üzere, gölge azabıyla helâk edilirken, Medyenliler’e gelen azap korkunç bir deprem şeklinde idi: “Derken o sarsıntı onları yakalayıverdi ve yurtlarında yüzüstü kalakaldılar.92
ﻭَﻟﹶﻤﱠﺎ ﺟَﺎﺀﺃﹶﻣْﺮُﻧَﺎ ﻧَﺠﱠﻴْﻨَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰﻭَﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁﻣَﻨُﻮﺍﹾ ﻣَﻌَﻪُ ﺑِﺮَﺣْﻤَﺔٍ ﻣﱠﻨﱠﺎﻭَﺃﹶﺧَﺬﹶﺕِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻇﹶﻠﹶﻤُﻮﺍﹾ ﺍﻟﺼﱠﻴْﺤَﺔﹸ ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍﹾ ﻓِﻲ ﺩِﻳَﺎﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ
Zulmedenleri o korkunç ses yakaladı da yurtlarında yüzüstü kalakaldılar. 93 Dolayısıyla da her iki
azabı da aynı saymak yanlıştır. Bazı müfessirler ”gölge gününün azabı” konusunda açıklamalarda bulunmuşlarsa da, bilgilerinin kaynağını bilmiyoruz. İbn Cerir, Hz. Abdullah
b. Abbas (r.a)’tan şöyle bir rivayette bulunur: “Alimlerden size ‘Gölge Günü’nün azabıyla ilgili açıklamada bulunacak biri olursa, bunu doğru saymayın.”
94 deseler dahi biz kendi kanaatimizi açıkladık.
Her dört sûrede Yüce peygamber Şuayb (a.s)’ın davet ettiği Ehl-i Medyen ile
Ashab-i Eyke`nin akıbetlerini değişik tabirlerle ortaya konmaktadır. Meşhedin azameti
çok açık ve nettir;
Ansızın yakalayıveren bir deprem,
Korkunç bir gürültü,
Sarsıntı,
Gölge gününün azabı.
Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar.
90 Kandehlevî, a.g.e, c. 4, s. 1715.
91 Kandehlevî, a.g.e, c. 4, s. 1716.
92 A’raf, 91
93 Hud, 94.
94 Ebu’l-‘Al’a el-Mevdûdî, a.g.e, c. 4, s. 67. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 2 131
Şuayb`i yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar Şuayb`i yalanlayanların kendileridir.
95
Azabın şiddetini tasvir edecek daha etkili bir kelime olamazdı herhalde! Korkudan
bir anda diz üstü çöküverme, kıpırdamadan ölme ve sanki o yurtlarda daha önce oturan
olmaması…
Seyyid Kutup bu mevzuda şöyle der; “İşte biz (yıldırım çakmış gibi) bir anda onları
diz üstü çöküverdikleri halde kıpırdamadan ölüvermiş görüyoruz. Sanki bu ülkeyi onlar
imar etmemiş ve orada onlardan eser yokmuş gibi..96 Yani vatanlarında öyle sürçüp yüzü
koyun çöktüler ki kendilerinde hareketten hiç bir iz kalmadı.
97
ﻭَﻟﹶﻤﱠﺎ ﺟَﺎﺀﺃﹶﻣْﺮُﻧَﺎ ﻧَﺠﱠﻴْﻨَﺎ ﺷُﻌَﻴْﺒﺎﹰﻭَﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﺁﻣَﻨُﻮﺍﹾ ﻣَﻌَﻪُ ﺑِﺮَﺣْﻤَﺔٍ ﻣﱠﻨﱠﺎﻭَﺃﹶﺧَﺬﹶﺕِ ﺍﻟﱠﺬِﻳﻦَ ﻇﹶﻠﹶﻤُﻮﺍﹾ ﺍﻟﺼﱠﻴْﺤَﺔﹸ ﻓﹶﺄﹶﺻْﺒَﺤُﻮﺍﹾ ﻓِﻲ ﺩِﻳَﺎﺭِﻫِﻢْ ﺟَﺎﺛِﻤِﲔَ
Emrimiz gelince, Şuayb`i ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
98
95 A’râf, 91, 92.
96 Kutup Seyyid, a.g.e, 6/148.
97 Elmalılı, 4/80.
98 Hud, 94.