23 Ağustos 2013

HAYALİN DERİNLİKLERİNE YOLCULUK


Hayalin Derinliklerine Yolculuk


Filibeli Ahmed Hilmi'nin 'A’mâk-ı Hayâl'ini okuyuşum bu blogun açılış tarihine denk geliyor. 
Hatta kitaptan etkilenmem sonucu blogun başlığını 'hiçlik zirvesi' koymuştum. 
Sonra 2006 tarihli Agora'da yayınlanan kısa düşüncelerimin başlığı olan Hiçlikte Bir An oldu.
 A'mâk-ı Hayal hakikate ulaşma, hayatın sonu ile ilgili konuları hikayelerle anlatan felsefi yönü belirgin bir kitap:

"Ey can! Şu ölümlü dünyaya şöyle bir bak! Gafletten kurtul çünkü meydanın boş olmadığını bil! 
Bir zamanlar dünyaya hükmeden Sultan Süleyman ve İskender Han neredeler? 
Yüz bin senelik ömrü neşeyle geçirsen bile hepsi kısa bir AN içindir. 
Dünyanın aldatıcı bu bağ ve bahçesi ne gül ne de bülbüle kalıcıdır. 
Zaten felek, şimdiye kadar kime istediği gibi yâr olmuş ki!" s: 25 ...

 "Nefsin istek ve arzularına uyup boş yere kendini harap etme! 
Meşhur birisi olmaya kalkma, sonra rahatın kaçar... 
Dünyada sahip olduğun makam ve mevki ile gururlanma... 
Olgun insanlar dünyanın geçici zevkine kapılıp aldanmadılar 
çünkü onlar bu dünyanın sadece dinlenilecek bir gölge ve gelip geçici bir arzu, 
oyun ve hayal olduğunu anlamışlardı. Rüyanın gerçekle ilgisi ne kadarsa, 
dünyanın da zevkle alakası ancak o kadardır..." s: 26.

"Ey başı boş yürüyen yolcu, durma yoluna devam et, yürü! bu geçici dünyanın zevkleri, 
seni Allah'a ulaştıracak yoldan sakın alıkoymasın. 
bu gördüğün eşsiz güzellikler ve insanı baştan çıkaran boş tatlılıkların hepsi rüya 
ve hayalden ibarettir. Ey yolcu! Allah'a kavuşma yolunda devamlı yükselesin! 
Yürü, KENDİNDE YOK OL! Olgunluğun dereceleri bunlardır. 
Yürü! Dünyanın süsünü terket! Terk et ki Allah'a kavuşma kadehinden içesin! 
Yürü, işte o zaman HİÇLİK TEPESİ'nde Allah'ın tecelli ettiğini görürsün." s: 30

"Zaman bu zamandır, zaman bu zaman. Geçmişi hatırlamak insana korku, acı ve üzüntü verir. 
Sakın kaderle uğraşma çünkü herkes bu dünyadan bir gün gelip gidecektir... 
Gerek bugün gerekse gelecek derdiyle uğraşma. 
Her günü dert ve cefa olan bu hayatta vefa olmadığını görmüyor musun?
 Ey safa ve mutluluğu arzu eden, sakın ömrünü boşa geçirme!... 
Bu dünyada bilen kişi Edhem'miş, bilmeyen ise sersem! 
Bu dünyanın sonu da kısa bir an'mış gerisi boşmuş. 
Zaman bu zamandır, zaman bu zaman." s: 38

"Kaf Dağı hakkında söylentiler çoktur fakat hakikati bilen 
ve bu dağı gören hiç kimseye rastlamadık. 
Bazılarına göre Kaf Dağı, dünyamızı çepeçevre kuşatmış zümrütten bir dağ, 
bazılarına göre de dünyanın tam ortasında, gökyüzüne doğru uzanan tek ve büyük bir dağdır. 
Oraya nereden gidilir? Dünyanın neresindedir?
 Bu belli değil...Anka Kaf Dağı'nda yaşayan bir kuşmuş, hem de öyle bir kuşmuş ki konuşur, 
milyonlarca seneden beri yaşar ama hiç ölmezmiş. 
Alim ve bilge kimselerin bile bilmediği şeyleri bilirmiş.
 Fakat onu ne gören ne bilen var." s: 80

"Yaşanılan hayatta zevk ve kıymet, akıllı kimseler için güzellikleri seyretmek 
ve cahiller içinse yemek ile şehvetten ibarettir" s: 108


Hiçlikte Bir An


Sessizlik seslerin arasındaki boşluklarsa onu fark edebilmek de ayrıcalık. Sessiz olan tüm seslerden, kargaşadan, patırtıdan uzak anlamını ve varlığını mütevazilikle iddiasız bir şekilde içinde taşır. Ses ve konuşmalar sessizliğin değerini artırır. Sessizlik istiridyenin içinde saklı inci gibidir. Evrende sessizlik var mı? Zaman, mekan kavramından soyutlanmış evrensel bir şey salt sessizlikte olsa kendi sesine sahiptir.

Hayat kısa diye ne kadar çok deneyim yaşanırsa o kadar iyi midir? Her şey çok hızlı mı olmalıdır hayatta? Yavaşlık ve sakinlik uyuşukluk değildir. Sadece doğal bir akış vardır ve o da hızla yönünü bulmaz. Kadercilik ya da oluruna bırakma değil bu. Eğer her şey çok hızlıysa biraz yavaşlık ve sükunet eğer çok yavaşsa biraz daha devinim ve ivme gerekir. Zıtlıklar bazen birbirine yaklaşabilmeli ki denge sağlanabilsin. Kutuplar arasında gidip gelebilmeli. Sadece bir tarafta kalınca eksik olur...

Yaşam sorgulamaz sadece olduğu gibidir, öyle kalır. Herkes farklı değerlendirir.

Hayat ya hep ya hiç değil. Ortası normaller veya sıradanlar için de değil. Herkes varoluşunu farklı yaşar. Arayış bitmez. Eğer bitseydi bulunulan yerde kalınırdı. Güzel olan aramak. Zaten hiçbir zaman ‘tamam’ diyemezsin. Kesin konuşarak olduğu yerde kalan kendine bir şey ekleyemez. Sürekli mücadele edip sorgulayarak çözümler bulunur ve bu kolay sona ermez...

Yeniliklere açık olmak ilerlemenin ve gelişmenin koşullarındandır. Kendini her şeye kapatmak, kendi önünde engel olmak gibi özellikleri kabullenmek. Aşamamak değil çoğu zaman aşmak bile istememek. Bunu kendinden bir şey olarak görüp değiştirmemek. Kendi engelini önünden almamak. Aynı zamanda kişinin kendine yaptığı büyük bir haksızlık da. Boşvermişlik, umarsızlık, amaçsızlık içinde bir ruh halini deneyimlemek zor. Zıtlıkların olumsuz taraflarını yaşamak da hayatın bir parçası. Fazla zorlamadan oluruna bırakmak ve çoğu zaman memnunluk duymak. Ruh sıkıntıları dışında fazla zorluk yaşamamak tamamıyla içinde olmayışla da ilgili tabi.

Yalnız, soğuk, avare, dalgın, düşüncelerle yaşayan, melankolik... Duygusal şeyler almaya ve vermeye son derece yeteneksiz kişiler yıllarca içlerinde bunun mücadelesini verip, aşmak için çabalarlar. Sevgi dolu iyi yanları derinlerde gezinip zıt kardeşinin hırçınlıklarını, acımasızlığını ve insafsız tavrını savaşarak yenmeye çalışırken bazen de çaresizce izlerken ve altında ezilirken. İçteki çatışmanın verdiği huzursuzlukla yaşamak kolay değil elbette. Olumsuz da olsa kendi değerlerine sahip çıkan biri insanlarla az iletişim kursa da onlarla karşılaştığında çok da ilgilisiz olmayabilir. Sadece daha uzak ve mesafeli durmak bir tercihtir aslında.

Genellikle çelişkiler içinde yaşayan biri çok kararlı bir tutum sergileyemez. Kuşku duyar, uzak durur ama bunların yanlışlığının farkındadır. İnsanlarla iletişim kurmak böyle olmaz.

İletişimde yanlış anlamayı aza indirmek için açıklama yapmak gerekli midir? Yoksa olduğu gibi bırakmak mı doğrudur? Karşısındakini ve ne düşündüğünü önemseyen kişi açıklamayı tercih eder. Bu açıklamalar durumu daha da işin içinden çıkılmaz hale getirebilir. Söylenilen her ne ise veya nasıl davranıldıysa o haliyle karşıdaki kişinin anlayışına bırakmak bazen kaçınılmazdır. Yanlış anlaşılmalara karşı konuyu yeniden ifade etmek ne sıkıcıdır. Karşıdaki bir olayı anlatırken onun vurgulamak istediği noktayı sözcüklerin gidişatından anlayıp aslında hiç üzerinde durmadan geçtiği bir noktaya odaklanıp onunla ilgili soru yöneltilince nasıl da şaşırır. Bu sefer kendisine göre bu durumu değerlendirmeye çalışır. Farklı algıların, değişik bakış açıların çatışması yaşanır. Bir yandan da güzeldir bu. Birden kesilen akış başka tarafa yönelir. Akan suyun yönünü değiştirmek gibi. Olayı anlatan kişi durumun kendi kontrolünden çıktığını fark eder. Kopukluktan sonra kaldığı yere gelmesi zorlaşır,sinirlenir. Konuşmanın gidişatını değiştiren ise yanlış değerlendirmeye karşı kendini savunur. Bu da iletişimde aksamaya neden olur.

Bazı insanlar için her şey kolaydır. Kolay olan ise önemsiz görülür. Uğraşmak hem zor ve yorucu hem de keyiflidir. Neden o sürecin tadına varılmasın? Ulaşmak o kadar da önemli olmamalı. Nasıl ki aşık vuslata ulaşmak istemez. Kavuşunca aşkın biteceğini bilir. Vuslata giden yollarda kendini bulur. Bazıları içinse hiçbir şey kolay değil. Üstelik kolay olsa bile onları zorlaştırmayı huy edinir.

Aşk karşıtlıkların uyumundan oluşan üçüncü bir şeydir. Nasıl ki beden ve ruhun bütünlüğü tini oluşturuyorsa ve tin her ikisinden de üstünse aşk da öyledir. Karşıtlıkların her birinden daha bağımsız, ulaşılamaz, tek ve yüce olandır. Öznenin nesneyi çıkarsızca düşlemesi, hissetmesi, ulaşılmaz soyutluğunu sevmesidir ve buna duyduğu saygıdır.

Aşık olan kişi karşısındakinin isteklerini doyurabileceğini bekler. Bu açıdan bakıldığında aşık olan bencildir. Karşısındaki bir nesnedir ve o hoşuna gider, tutkuyla ona bağlanır. Varlığına ters gelebilecek davranışlarda bulunarak o nesneye yaklaşmayı amaçlar. Nesne uzakta kaldıkça aşk büyür. Nesneyi önemli hale getiren ona duyulan aşktır.

Dünyadaki doğal gelişimde olması gerekenler oluyor, yaşanıyor tüm diğer canlılar nasıl yaşıyorsa bunu kabul etmek gerekiyor. Neredeyse görünmez olmayı seçen kişi ise bu doğallığı yadsıyarak kendisine çarpanları yorumlamakta zorluk çekebilir. Yaşamanın, bu dünyada varolmanın her insan için aynı anlama gelmeyeceğini düşünebilir. Dünyaya geldiği andan itibaren onu etkileyen şeylerin bütünlüğüyle düşüncelerinde bir kalıp oluşturup ona uymaya yönelebilir. Hiç bir şey olmak istemek. Bunun içinde bütün duygulardan, eylemlerden arınarak kayıtsız olmaya uğraşmak ama buna erişmenin her şeyden zor olduğunu görmek. Üzerinde eğreti duran şeyleri silkeleyip güç ve mutluluk verenleri, yargılamayanları tercih edebilir -belki de soyut ve mistik olana yönelerek-.

Boşlukta ve huzursuz olduğunu fark eden kişi kendi içinden çıkıp karşısına geçtiği zaman nesneleşir. Nesnenin içinde bulunduğu duruma kayıtsızlaşmaya, şiirsel ve ironik bir keyif almaya çalışır. Bu da sonsuzluğu hissettirir.

Hiçliğe ulaşma ve bir şey olmama ironistin belirsiz ve kesinlikten yoksun tutumunu güçlendiren son noktadır.

Toplumdan uzak duran biri çalışma hayatı içinde olabilir mi? Kendini pek çok şeyden geri tutan belirsiz bir yaşam içinde olan kişi bir amaç uğruna değil ama üretimde bulunmak için enerji bulabilir mi? Arada bir yanan ışık görülmezse ve önemsenmezse söner. Anlamsızlık kendine sağlam bir yer ediniyorsa ya da bir şeyler etkenlikten alıkoyuyorsa harekete geçebilme isteği de kaybolur. Hayatı ciddiye almamak, onunla karşılıklı oynamak genellikle de onun kurnazlıklarına karşı koyamamak. Durumun yanlış ve doğru olması da önemli değil. Önemli olan kendini tüm yanlarıyla hissettirebilmesi. Hiçbir şey çok fazla duygulanmaya neden olmuyor ya da etkilemiyor ve şaşırtmıyorsa, her şeyden sonra “bu mu yani bu kadar mı?” deniyorsa çaba göstermek de önemini yitirir. Kemikleşmiş düşüncelerden sıyrılabilmek değişimi de getirir. Hayat kesinlik ve katılık içinde doğru algılanamayabilir. Hor görülüp uzak durulan şeylerle karşılaşmak ilk planda ürkütücü gelse de düşünceler bir gün değişimin bir aşaması olarak yerlerini başkalarına bırakabilir.

Bir şeyleri geride bırakmak zor. Vazgeçmek hem huzur, hem keder verip hem de hoş bir hisse neden olabilir. Alışılan, inanılan şeylerin yıkılması -bu sancılı değişim- yeni şeylere yer açmak için geçirilmesi gerekli bir süreçtir. Eskilerin yerini yenilerin alması ve boşlukların doldurulması gerekliliği ilerleyebilmek için öne çıkan bir durumdur. Kökleşmiş olanlardan kurtulup da yeniye geçiş süreç gerektiriyor. Geçmiş geride kalmışsa ona tebessüm etmek veya pişmanlıkla bakmak da anlamsızdır.

Yitirilmiş bir şeye karşı özlem duymak hayatın insani yanlarından biridir. Karşıt duygular bir yerden sonra birbirine dönüşüyor. Her ikisi de çok derinde hissedilmişse. Yaşanan durumlar ağır ve zor olsa da dayanmak için enerji ve güç de bu durumun içinde oluşur. O duygu tam olarak kaybolmasa da sürekli onunla yaşamak bir yere saplanmak ve hareket edememekle bir. İçteki sızı her zaman taşınsa da sevinçleri de ekleyerek yaşamaya devam etmek insan olmanın kaçınılmazlarından.

Geçen şey geride kalıyor. Ya hiç yaşanmamış gibi ya da derinlerde iz bırakan hayal gibi. An sona eriyor. Yine de an içinde sonsuzluğu da barındırıyor.

Unutulan bir şey yoktur hepsi kayıtlıdır sadece üzerine eklenen şeylerden örtülür sonra bir şey tekrar ona döndürür ki bunun ne zaman olacağı hangi durumda ortaya çıkacağı hiç belli olmaz. Çağrışımlar onu yüzeye çıkarır tabi ki ortaya çıkaran etkendir diğeri edilgen.

Ne olduğunu, nerede bulunacağını bilmedikleri şeyi arayan ve bekleyen insanlar vardır. Yaşadıklarını veya yaşayacaklarını rastlantıya bırakıp umut ederler. Aslında aradıkları kendileridir ve onu bulmak için adım atmak gerekliliği kaçınılmazdır. Kendini anlamaya çalışırken ıstıraplarla, çilelerle, derin yalnızlık ve ıssızlıklarla çizilen yol da ilerler kişi. Başka insanların ürettiklerini takip edince o ruh halleri de anlaşılabiliyor tüm çeşitliliğiyle. Tabi samimi, içten olanlar ruhun yansımaları. İnsanın eksik yanları tamamlandıkça daha çok isteniyor böyle olunca da tatminsizlik kendini gösteriyor. Her şey doyurulmalı mı? İstenilen her şeye ulaşınca insan daha mutsuz olmaz mı? Çeşitlilik kafa karıştırıcı olduğu gibi isteklerin de artmasına neden oluyor. Çeşitliliği kabul edip, sahip olmak isteğinden kurtulmak daha huzurlu olmayı sağlayabilir.

Kaybediş zaferden daha çok kazanış olabilir. Zafer aldatır insanı. Kısa süreli bir doyum ve mutluluk sağlar. Kaybetmek ise insanı yüreklendirip daha cesur ve donanımlı olmasına neden olur. Engelin kendisini ele geçirmek engeli aşıp başka bir hedefe ulaşmaktan zor.

Acı bir durum ama kendine zulmeden kendi cehennemini yakıyor ve içinde kül olana kadar yanıyor. Kimse derman olamıyor, en yaklaşabilenler bile.

Yerleşik mutsuzluk dışarıdaki etkenlerle değişikliğe uğramaz. O içtedir, derindedir, genel geçer değildir. Süreklilik gösterir. Olay ve durumlar kısa bir hoşnutluğa neden olsa da fazla etkili olmaz.

Bakış açısının çokluğu ve farklılığı belirsizliğe ve anlaşılmazlığa götürebilir. Bakılan her ne ise tek bir açıklaması olamaz. Dikkatin bir noktaya verilmesi güç bir eylemdir. Böyle olunca da kesinlikten söz edilemez. Gözlem sınırlandığında ve daraldığında, tek yönden değerlendirildiğinde yoğunlaşılan şey hakkında bütün ve doğru olmasa da daha kesin bir şeyler söylemek mümkün olabilir.

Sisyphos’un çabası yararsızdır. Sürekli tekrarlanan sonuçsuz eylemi onu boşluğa ve belirsizliğe götürür. İçinden çıkamayacağı durumun farkında oluşu durumu daha da dramatikleştirir.

Bazı şeyler ne kadar gizlenir ve üzeri örtülürse o kadar görünür olur. Bu da ironik bir durumdur.

Nasıl davranılacağının ve ne yapılacağının kestirilemediği zamanlar vardır. ‘Bu durumda böyle davranırım’ diyen kişi bile kendini şaşırtabilir. Hayatın sürprizleri de böyle bir şeydir. İnsanın kendi doğruları ve sınırları aşılınca karşılaşılır.
Nalan Yılmaz, 25 Şubat 2006, Hürriyet, Agora.


Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...