21 Ağustos 2013

Rasulullah (s.a.v.)'in "Doksan Dokuz" Sayısını Söylemesindeki Hikmet

Rasulullah (s.a.v.)'in "Doksan Dokuz" Sayısını Söylemesindeki Hikmet


Resulullah (s.a.v.), doksan dokuz sayısını pek çok değişik yerlerde zikretmiştir. Mesela Peygamberi­miz (s.a.v.) bir hadisinde:
"Allah (c.c.) yüz tane rahmet yarattı. Bunlardan bir rahmetle mahlukât birbirine merhamet eder... Di­ğer doksan dokuz rahmeti ise kıyamet gününe bırak­tı." buyurmaktadır.
Bu sayı Kur'ân-ı Kerim'de de Sâd Sûresinin yir­mi üçüncü ayetinde:
"(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz ismi vardır..." şeklinde bir defa geçtiği gibi kanaatimce bu sayı iman ettiğimiz Allah'ın diğer kitaplarında da geçmektedir.
Acaba İslam alimlerinin Esmâ-i Hüsnâ'nın sayı­sının bundan daha fazla olduğunda icma etmesine rağmen bu sayıyı bizatihi tercih etmelerindeki hikmet nedir? Kaldı ki Esmâ-i Hüsnâ'nın bazısını Allah ken­disi tercih etmiş ve yanına almıştır. Bu Allah'ın bil­gisi dahilindedir. Çünkü Peygamber (s.a.s.) bir du­asında:
"... Ey Allah'ım kendini nitelendirdiğin veya kita­bında indirdiğin ve mahlukâtından her birine öğretti­ğin veya ilm-i gaibinde kendi yanına alıp kendin için seçtiğin bütün isimlerle sana niyazda bulunuyor, Kur'ân'ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, hüznümün cilası, üzüntü ve kederimin yok edicisi kılmanı temen­ni ediyorum..."[320] buyuruyor.
Dolayısıyla bu hadis­ten de anlaşılacağı üzere Kur'ân'daki Allah'ın mahlukâta öğrettiği isimlerden daha başka gayb ilminde sakladığı isimleri de mevcuttur.
Fahreddin er-Razî, "Allah'ın isimlerinin doksan dokuza hasr edilmesini akıl kavramaktan aciz de­mekte ve bunda diğer tesbih ve dualardaki sayılarda olduğu gibi teabbud, ibadet kasdı bulunmaktadır" görüşünü" açıklamaktadır. Ona göre bu sayı Allah'ın isimlerinin bir başka şeye kıyaslanarak alınamaya­cağına da işaret etmekte olup, isimler kıyası değildir. Bu sayının bu şekilde doksan dokuz şeklinde tercih edilmesinin sebebi; bu sayının eşyaya hasredilmesi zor olmakta olup eşya için kullanılmamasındandır.
Bir diğer hikmette; Allah'ın isimlerinin manası her ne kadar çok da olsa bu isimlerin manasını ihti­yacımız kadarıyla doksan dokuz isimde bulmak mümkün olabilmektedir. Veyahutta bu geçen isimler en meşhur ve manaları en açık isimlerdir. Bundan dolayıdır ki gücümüz yettiği kadarıyla bunlarla Al­lah'ı isimlendiriyoruz. Yoksa kendisinden başka ilâh olmayan Cenab-ı Hakk'ın isimlerini sınırlandırmak mümkün değildir.
Son olarak şunu da ilave etmek gerekir ki bazı­larına göre hadisteki isim sayısı doksan dokuz değil yüzdür. Mesela Ebu Bekir el-Beyhakî, Velid b. Şuayb kanalıyla gelen hadiste isimlere "Kafi" ismi de ilave edilerek bu sayının toplamı 100'e ulaşmaktadır.[321]
Suheyli ise Esmâ-i Hüsnâ "cennetin dereceleri­nin sayısı üzere yüz" diyerek kesin bir tabir kullan­mıştır.
Velid'in Şuayb'dan rivayet ettiği hadiste "bir ha­riç yüz" geçmektedir. Züheyr'in rivayetinde Peygam­ber (s.a.v.) Esmâ-i Hüsnâ için 'biri hariç yüz' yani doksan dokuz tabirini kullanmıştır ki bu "bir" isimde kendisinden başka ilah olmayan doğmamış ve doğur­mamış hiçbir şeye ihtiyacı olmayan eşi ve benzeri ol­mayan 'Allah' ismidir. Yine de Allah ve Rasulü en iyi­sini bilir.
"İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı da­ha gelmedi mi?.." [322]

 

ALLAH


Uluhiyete mahsus bütün kemal sıfatları kendisinde toplanmış bulunan, bütün varlık aleminin yaratıcısı ve mabudu O yüce Zâtın özel ve en kapsamlı ismidir. [323]
Esmâ'ül Hüsna'nın bütün an­lamını içinde toplayan, bütün alemlerin yaratıcısı ve mabûdu olan o yüce zatın özel adıdır.
Bu mübarek isim, Kur'ân'daki Esmâ'ül Hüsna'dan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen âyet "besmele"dir. Allah ismi, Kur'ân'da (2697) yerde geç­mektedir. Cenâb-ı Hakk'ın özel ismidir. Bu ismin çoğulu yoktur. Mecaz yoluyla da olsa başkası için söylenemez. Mekkeli müşrikler, senenin günleri sayısınca Kabe’nin etrafını (360) putla doldurmuş­lardı. Bu putlara ayrı ayrı isim vermişlerdi. Ancak hiçbir puta Allah ismi koymamışlardı. Bu mü­barek isim sayılan isimler içinde en büyük isimdir. [324]
Ülûhiyyete mahsus sıfatların hepsini kendinde top­lamış bulunan Zât-i Vâcibül-Vücûde delâlet eden alem­dir ve sayılan isimlerin içinde İsm-i A'zam'dır.[325]
"Allah" Celle Celâlühü lafzı Cenab-ı Hakk'ın var­lığına delalet eden, onun bütün ilâhi kemal sıfatlarını içine alan özel ismi olup isimlerinin en büyüğüdür. Allah ismi diğer bütün isimlerin manalarını içine al­maktadır.
Allah özel ismi sadece Cenab-ı Hakk için kulla­nılan; yalnızca ona mahsus bir isimdir. Onun bütün isimlerinden önce gelir. Diğer isimleri ona izafe edilmistir. Allah isminin dışında olup da ondan sonra gelenler bir sıfat olup bu isme bağlıdır. Diğer isimler Allah'ın ismi diye vasıflanır. Çoğunlukla da ona izafe edilerek veyahut sıfat yerine kullanılarak tarif edilir. Allah özel ismi diğer dillere tercüme edilemez. Bazen Esmâ-i Hüsnâ'dan Râb, Rahman, Aziz, Hamîd, Hakîm gibi isimler onun yerine kullanılmıştır. Bazı ayeti kerimelerde nadir de olsa bu şekilde kullanım mev­cuttur. Mesela "Rabb" ismi buna istinaden şu şekilde kullanılmıştır:
"Senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sa­hibidir.”[326]
Şu ayette ise "Hakîm" ismi ona dayanarak kulla­nılmıştır.
"Elif, Lam, Râ, (Bu sana indirilen), hikmet sa­hibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafın­dan sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir ki­taptır." [327]
Allah (c.c)'ın ism-i fail ve sıfat kipiyle gelen isim­leri de dahil bütün isimlerine "Esmâ-i Hüsnâ" denir. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'ın bir takım güzel isimleri vardır ki bunlar Allah'a nisbet edilerek "Allah'ın Esmâ-i Hüsnâ'sı" denir. Fakat sıfatlarına nisbet edilerek Halîm veya Gafür'un Esmâ-i Hüsnâ'sı denilemez.
"Allah" dediğimiz zaman sadece Sübhanehu ve Teâla akla gelip ona itlâk olunur. Bundan dolayıdır ki "Allah" ismini lamı tarifle kullanmak caizdir. Bu durumda hemzesi Hemze-i munkatı olup, "Ya Allah" şeklinde kullanılır.
İster arapça isterse diğer dillerde kullanılan hangi isim olursa olsun asla 'Allah' isminin yerini tutamaz. Çünkü "Allah" ismi Cenab-ı Hakk'ın özel ismi olup diğer dillere tercümesi mümkün değildir.
"Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!" [328]

Kelime-i Tevhid


Resulullah (s.a.v.):
"Ben ve benden önceki diğer peygamberlerin en güzel sözü "La ilahe illallah sözü­dür. " buyurmuştur.
O halde gelin beraberce bu kelimedeki manayı görmek ve nura erişebilmek için bu güzel sözü tahlil edelim.
"La ilahe illallah'taki "la" nefıy içindir. Bununla Allah'ın yerine konulan bütün ilahlar nefy edilmiş olur. "İlâh" kelimesi, kitap vezninde "ism-i meful" vezniyle kullanılan "mabud" manasındadır ve kulluk demektir. Mesela kitap, mektup manasındadır. İmam, me'mum manasında kendisine uyulan demektir.
Bu lafzın işaret ettiği manayı anlamanın en gü­zel yolu kelimenin iştikakına, türediği kelimeye bak­maktır.
"Ellehe", (ellehe) kulluk etti, boyun eğdi. "Ellehe ilahete" "İlaha", ibadet etti. Ellehe uluheten "mabuda ibadet etti."
Yeteellehu (kulluk etti) denilir. Buradan "ilahu" kelimesi mabud manasına gelmektedir.
İbadet: îtaat ve dini uygulama demektir ki bura­da ibadetten maksat gayeye erişmek için çalışmaktır. Yani, ibadet gayeye, maksada götüren bir yoldur. Kim Allah'a kulluk ederse bu ibadetiyle kul ya sevaba erer veya cezaya uğramaktan kurtulur. Mabud hakikatte iyiliğin ta kendisidir. Zira Cenab-ı Hakk:
"İnsanlar­dan öyleleri vardır ki, Allah'ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” [329] buyurmaktadır. Ayette geçen "yeşteri" alışveriş manasındadır.
Yüce Allah bir diğer ayet-i kerimede:
"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki:
“Kendisine bir iyilik doku­nursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğ­rarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dün­yasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apa­çık ziyanın ta kendisidir." [330] buyurmuştur.
İbadet ancak Allah için yapılması gerekir. Aksi takdirde bu; dinden bir sapma ve Allah yolundan ay­rılmaya sürükler. Bu da çoğunlukla insanları görül­meyen şirke götürür. Bu bakımdan yapılacak en gü­zel iş onun dinini Allah'a has kılmak ibadetlerimizi Allah için yapmaktır.
Zira Hak Tealâ:
 "Her secde ettiğinizde yüzleri­nizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak Ona yalvarın."[331]
"Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır." [332]
İhlâs: Mü'minin ameliyle ve niyetiyle sadece Al­lah'ın rızasını kastetmesidir. Kast ise, insanın gizlice bizatihi kastedilen şeye yöneldiği gibi açıkçada mak­sada yönelmesidir.
Lügatte ihlâs; 'bir şeyi halis kılmak, salim olmak ve kurtulmak, halis katıksız olmak' manalarına gelir. Zira 'Halasa mau minel kederi' (Su bulanıklıktan kur­tuldu) yani saflaştı anlamına gelir. Yine 'bu halis el­bise' dediğimiz zaman 'saf beyaz' anlaşılır. 'Halis din" de şirkten ve riyadan arınmış din demektir.
Dua ise ibadetin özüdür. Yalnız Allah'tan bir şeyler istemek ibadetin tâ kendisidir. Şunu da bil­mek gerekir ki: Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Bundan dolayıdır ki bir şey istenildiği za­man ancak ondan istenilir. Ancak ona yönelinir. Al­lah'ın dışında güzel isimlere sahip kim vardır ki ona sığınılsın? Bunlar sadece Allah'a mahsus olup onlar­la Allah'a yönelinir.
Her kim Allah'tan bir şey isterse, dua ederse; Al­lah dua edenin duasına icabette bulunur.
Her doğan, temiz ve salim bir yaratılış üzere do­ğar. Fıtrat kalpten yaratılışa yönelen tabii bir duygudur. Bu da Allah'ın bütün insanları temiz ve salim şekilde yarattığı yaratılıştır. Bu da Allah'ın dini üzere olmadır. Allah'ın dininde ise kesinlikle bir değişiklik olmaz. Bununla ilgili olarak Cenab-ı Hakk:
"(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanif olarak, Allah in­sanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğ­ru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." [333] buyurmuştur.
Ayette geçen 'halkullah' Allah'ın yaratışı, 'Dinullah' Allah'ın dinidir. Alimler, ayette geçen 'Allah'ın ya­ratışında değişme yoktur' ayetinin 'Allah'ın dininde de­ğişme yoktur' demek olduğunda görüş birliğine var­mışlardır.[334]
Mücahid’den gelen rivayette "Allah'ın yaratışın­da değişiklik olmaz" ayeti "Allah'ın dininde değişik­lik olmaz" şeklinde tefsir edilmiştir.
Buharî'de de "Allah'ın yaratışında değişine ol­maz" ifadesi "Allah'ın dini" diye tefsir edilmiş, ilklerin yaratılışı, ilklerin dini, "İslâm fıtratı" olarak açıklan­mıştır. Bu da Allah'ı tanımadır, doğru dindir, [335]
Din; Şeriat, itaat ve boyun eğmek demektir. Doğ­ru din ise; Allah'ın sevgisine ulaşabilmedir. Bu da Rahman'a kulluk yapmak ve Allah sevgisine giden ipe sımsıkı sarılmakla mümkün olur.
"... Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğ­ru yola iletilmiştir." [336]
Sevgi, kalbin sevdiği kimseye karşı meyilidir. Bunun için "male ileyhi", "sevdi, tarafını tuttu" sevdi anlamındaki "Ehabbe" manasına gelir. Bu doğru sev­gi ise, kulluk yapanın (abidin) kalbinin kendisinden başka ilah olmayan Allah'a meylidir. Bu da fıtrî kal­bin yerin ve göğün yaratıcısına tabii bir meylidir. Bu tabii duygu Allah'tan, onun ruhundan gelmektedir. Bu Allah'ın nuru, Allah'ın ayetlerindendir. Bu sevgi Allah'ın yarattığı kimse için de bir mülktür. Kendisin­den başka ilâh olmayan, Rahman ve Rahim olan Al­lah kalpleri değiştirendir. O kullarından dilediğini doğru yola erdirendir. Bu yol yerdeki ve gökteki her şeyin sahibi Allah'ın yoludur. 'Şüphesiz benim Rabbim doğru yol üzeredir,'
Bu, meyil kalpten fazilet sahibine gitmektedir. Bu insanın yaratılışında ve tabiatında vardır. İşte bundan dolayıdır ki yeni doğan bir çocuk sevgi dolu­dur. Bir şeye doğru meyleder. Sevinçle kendisini em­ziren, şefkat gösteren annesine doğru sıçrar. Onun kucağında uyur ve onun önünde durur. Bir hasta da, bu tabii duyguyla kendi acılarının giderilmesine sebep olan doktoru sever. Bütün bu faziletler Allah'­tan gelmektedir. Bunun başlangıcı, kalbin Allah'ın kendisine gösterdiği doğru yola meyletmesidir. Kal­bin tabii yaratılışına meyli en doğal bir haldir. Her şey bu hal üzere yaratılmıştır. Allah Tealâ, İbrahim (a.s.)'ın diliyle şöyle buyuruyor:
"Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur. Beni yediren, içiren Odur. Hastalandığım za­man bana şifa veren Odur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur." [337]
Allah Tealâ bize bir ananın evladına acıdığından daha çok acır. Allah'ın dilediğini kendisiyle hidayete erdirdiği bu fıtri meyil, Cenab-ı Hakk'ın bize acıması ve bir lütfudur. Bununla insanlar sırat-ı müstaki­me/Allah’ın yoluna ererler. Allah doğruyu söyler O doğru yolu gösterir. Bu hak dindir, bu doğru ve eğri­likten koruyan dindir. [338]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...