Resulullah (s.a.v.), doksan dokuz sayısını pek çok değişik yerlerde zikretmiştir. Mesela Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde:
"Allah (c.c.) yüz tane rahmet yarattı. Bunlardan bir rahmetle mahlukât birbirine merhamet eder... Diğer doksan dokuz rahmeti ise kıyamet gününe bıraktı." buyurmaktadır.
Bu sayı Kur'ân-ı Kerim'de de Sâd Sûresinin yirmi üçüncü ayetinde:
"(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz ismi vardır..." şeklinde bir defa geçtiği gibi kanaatimce bu sayı iman ettiğimiz Allah'ın diğer kitaplarında da geçmektedir.
Acaba İslam alimlerinin Esmâ-i Hüsnâ'nın sayısının bundan daha fazla olduğunda icma etmesine rağmen bu sayıyı bizatihi tercih etmelerindeki hikmet nedir? Kaldı ki Esmâ-i Hüsnâ'nın bazısını Allah kendisi tercih etmiş ve yanına almıştır. Bu Allah'ın bilgisi dahilindedir. Çünkü Peygamber (s.a.s.) bir duasında:
"... Ey Allah'ım kendini nitelendirdiğin veya kitabında indirdiğin ve mahlukâtından her birine öğrettiğin veya ilm-i gaibinde kendi yanına alıp kendin için seçtiğin bütün isimlerle sana niyazda bulunuyor, Kur'ân'ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, hüznümün cilası, üzüntü ve kederimin yok edicisi kılmanı temenni ediyorum..." buyuruyor.
Dolayısıyla bu hadisten de anlaşılacağı üzere Kur'ân'daki Allah'ın mahlukâta öğrettiği isimlerden daha başka gayb ilminde sakladığı isimleri de mevcuttur.
Fahreddin er-Razî, "Allah'ın isimlerinin doksan dokuza hasr edilmesini akıl kavramaktan aciz demekte ve bunda diğer tesbih ve dualardaki sayılarda olduğu gibi teabbud, ibadet kasdı bulunmaktadır" görüşünü" açıklamaktadır. Ona göre bu sayı Allah'ın isimlerinin bir başka şeye kıyaslanarak alınamayacağına da işaret etmekte olup, isimler kıyası değildir. Bu sayının bu şekilde doksan dokuz şeklinde tercih edilmesinin sebebi; bu sayının eşyaya hasredilmesi zor olmakta olup eşya için kullanılmamasındandır.
Bir diğer hikmette; Allah'ın isimlerinin manası her ne kadar çok da olsa bu isimlerin manasını ihtiyacımız kadarıyla doksan dokuz isimde bulmak mümkün olabilmektedir. Veyahutta bu geçen isimler en meşhur ve manaları en açık isimlerdir. Bundan dolayıdır ki gücümüz yettiği kadarıyla bunlarla Allah'ı isimlendiriyoruz. Yoksa kendisinden başka ilâh olmayan Cenab-ı Hakk'ın isimlerini sınırlandırmak mümkün değildir.
Son olarak şunu da ilave etmek gerekir ki bazılarına göre hadisteki isim sayısı doksan dokuz değil yüzdür. Mesela Ebu Bekir el-Beyhakî, Velid b. Şuayb kanalıyla gelen hadiste isimlere "Kafi" ismi de ilave edilerek bu sayının toplamı 100'e ulaşmaktadır.
Suheyli ise Esmâ-i Hüsnâ "cennetin derecelerinin sayısı üzere yüz" diyerek kesin bir tabir kullanmıştır.
Velid'in Şuayb'dan rivayet ettiği hadiste "bir hariç yüz" geçmektedir. Züheyr'in rivayetinde Peygamber (s.a.v.) Esmâ-i Hüsnâ için 'biri hariç yüz' yani doksan dokuz tabirini kullanmıştır ki bu "bir" isimde kendisinden başka ilah olmayan doğmamış ve doğurmamış hiçbir şeye ihtiyacı olmayan eşi ve benzeri olmayan 'Allah' ismidir. Yine de Allah ve Rasulü en iyisini bilir.
"İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?.."[322]
Uluhiyete mahsus bütün kemal sıfatları kendisinde toplanmış bulunan, bütün varlık aleminin yaratıcısı ve mabudu O yüce Zâtın özel ve en kapsamlı ismidir.
Esmâ'ül Hüsna'nın bütün anlamını içinde toplayan, bütün alemlerin yaratıcısı ve mabûdu olan o yüce zatın özel adıdır.
Bu mübarek isim, Kur'ân'daki Esmâ'ül Hüsna'dan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen âyet "besmele"dir. Allah ismi, Kur'ân'da (2697) yerde geçmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın özel ismidir. Bu ismin çoğulu yoktur. Mecaz yoluyla da olsa başkası için söylenemez. Mekkeli müşrikler, senenin günleri sayısınca Kabe’nin etrafını (360) putla doldurmuşlardı. Bu putlara ayrı ayrı isim vermişlerdi. Ancak hiçbir puta Allah ismi koymamışlardı. Bu mübarek isim sayılan isimler içinde en büyük isimdir.
Ülûhiyyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan Zât-i Vâcibül-Vücûde delâlet eden alemdir ve sayılan isimlerin içinde İsm-i A'zam'dır.
"Allah" Celle Celâlühü lafzı Cenab-ı Hakk'ın varlığına delalet eden, onun bütün ilâhi kemal sıfatlarını içine alan özel ismi olup isimlerinin en büyüğüdür. Allah ismi diğer bütün isimlerin manalarını içine almaktadır.
Allah özel ismi sadece Cenab-ı Hakk için kullanılan; yalnızca ona mahsus bir isimdir. Onun bütün isimlerinden önce gelir. Diğer isimleri ona izafe edilmistir. Allah isminin dışında olup da ondan sonra gelenler bir sıfat olup bu isme bağlıdır. Diğer isimler Allah'ın ismi diye vasıflanır. Çoğunlukla da ona izafe edilerek veyahut sıfat yerine kullanılarak tarif edilir. Allah özel ismi diğer dillere tercüme edilemez. Bazen Esmâ-i Hüsnâ'dan Râb, Rahman, Aziz, Hamîd, Hakîm gibi isimler onun yerine kullanılmıştır. Bazı ayeti kerimelerde nadir de olsa bu şekilde kullanım mevcuttur. Mesela "Rabb" ismi buna istinaden şu şekilde kullanılmıştır:
"Senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir.”
Şu ayette ise "Hakîm" ismi ona dayanarak kullanılmıştır.
"Elif, Lam, Râ, (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır."
Allah (c.c)'ın ism-i fail ve sıfat kipiyle gelen isimleri de dahil bütün isimlerine "Esmâ-i Hüsnâ" denir. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'ın bir takım güzel isimleri vardır ki bunlar Allah'a nisbet edilerek "Allah'ın Esmâ-i Hüsnâ'sı" denir. Fakat sıfatlarına nisbet edilerek Halîm veya Gafür'un Esmâ-i Hüsnâ'sı denilemez.
"Allah" dediğimiz zaman sadece Sübhanehu ve Teâla akla gelip ona itlâk olunur. Bundan dolayıdır ki "Allah" ismini lamı tarifle kullanmak caizdir. Bu durumda hemzesi Hemze-i munkatı olup, "Ya Allah" şeklinde kullanılır.
İster arapça isterse diğer dillerde kullanılan hangi isim olursa olsun asla 'Allah' isminin yerini tutamaz. Çünkü "Allah" ismi Cenab-ı Hakk'ın özel ismi olup diğer dillere tercümesi mümkün değildir.
"Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!"
"Ben ve benden önceki diğer peygamberlerin en güzel sözü "La ilahe illallah sözüdür. " buyurmuştur.
O halde gelin beraberce bu kelimedeki manayı görmek ve nura erişebilmek için bu güzel sözü tahlil edelim.
"La ilahe illallah'taki "la" nefıy içindir. Bununla Allah'ın yerine konulan bütün ilahlar nefy edilmiş olur. "İlâh" kelimesi, kitap vezninde "ism-i meful" vezniyle kullanılan "mabud" manasındadır ve kulluk demektir. Mesela kitap, mektup manasındadır. İmam, me'mum manasında kendisine uyulan demektir.
Bu lafzın işaret ettiği manayı anlamanın en güzel yolu kelimenin iştikakına, türediği kelimeye bakmaktır.
"Ellehe", (ellehe) kulluk etti, boyun eğdi. "Ellehe ilahete" "İlaha", ibadet etti. Ellehe uluheten "mabuda ibadet etti."
Yeteellehu (kulluk etti) denilir. Buradan "ilahu" kelimesi mabud manasına gelmektedir.
İbadet: îtaat ve dini uygulama demektir ki burada ibadetten maksat gayeye erişmek için çalışmaktır. Yani, ibadet gayeye, maksada götüren bir yoldur. Kim Allah'a kulluk ederse bu ibadetiyle kul ya sevaba erer veya cezaya uğramaktan kurtulur. Mabud hakikatte iyiliğin ta kendisidir. Zira Cenab-ı Hakk:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir. buyurmaktadır. Ayette geçen "yeşteri" alışveriş manasındadır.
Yüce Allah bir diğer ayet-i kerimede:
"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki:
“Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir." buyurmuştur.
İbadet ancak Allah için yapılması gerekir. Aksi takdirde bu; dinden bir sapma ve Allah yolundan ayrılmaya sürükler. Bu da çoğunlukla insanları görülmeyen şirke götürür. Bu bakımdan yapılacak en güzel iş onun dinini Allah'a has kılmak ibadetlerimizi Allah için yapmaktır.
"Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak Ona yalvarın."
"Dikkat et, hâlis din yalnız Allah'ındır."
İhlâs: Mü'minin ameliyle ve niyetiyle sadece Allah'ın rızasını kastetmesidir. Kast ise, insanın gizlice bizatihi kastedilen şeye yöneldiği gibi açıkçada maksada yönelmesidir.
Lügatte ihlâs; 'bir şeyi halis kılmak, salim olmak ve kurtulmak, halis katıksız olmak' manalarına gelir. Zira 'Halasa mau minel kederi' (Su bulanıklıktan kurtuldu) yani saflaştı anlamına gelir. Yine 'bu halis elbise' dediğimiz zaman 'saf beyaz' anlaşılır. 'Halis din" de şirkten ve riyadan arınmış din demektir.
Dua ise ibadetin özüdür. Yalnız Allah'tan bir şeyler istemek ibadetin tâ kendisidir. Şunu da bilmek gerekir ki: Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Bundan dolayıdır ki bir şey istenildiği zaman ancak ondan istenilir. Ancak ona yönelinir. Allah'ın dışında güzel isimlere sahip kim vardır ki ona sığınılsın? Bunlar sadece Allah'a mahsus olup onlarla Allah'a yönelinir.
Her kim Allah'tan bir şey isterse, dua ederse; Allah dua edenin duasına icabette bulunur.
Her doğan, temiz ve salim bir yaratılış üzere doğar. Fıtrat kalpten yaratılışa yönelen tabii bir duygudur. Bu da Allah'ın bütün insanları temiz ve salim şekilde yarattığı yaratılıştır. Bu da Allah'ın dini üzere olmadır. Allah'ın dininde ise kesinlikle bir değişiklik olmaz. Bununla ilgili olarak Cenab-ı Hakk:
"(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanif olarak, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." buyurmuştur.
Ayette geçen 'halkullah' Allah'ın yaratışı, 'Dinullah' Allah'ın dinidir. Alimler, ayette geçen 'Allah'ın yaratışında değişme yoktur' ayetinin 'Allah'ın dininde değişme yoktur' demek olduğunda görüş birliğine varmışlardır.
Mücahid’den gelen rivayette "Allah'ın yaratışında değişiklik olmaz" ayeti "Allah'ın dininde değişiklik olmaz" şeklinde tefsir edilmiştir.
Buharî'de de "Allah'ın yaratışında değişine olmaz" ifadesi "Allah'ın dini" diye tefsir edilmiş, ilklerin yaratılışı, ilklerin dini, "İslâm fıtratı" olarak açıklanmıştır. Bu da Allah'ı tanımadır, doğru dindir,
Din; Şeriat, itaat ve boyun eğmek demektir. Doğru din ise; Allah'ın sevgisine ulaşabilmedir. Bu da Rahman'a kulluk yapmak ve Allah sevgisine giden ipe sımsıkı sarılmakla mümkün olur.
"... Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir."
Sevgi, kalbin sevdiği kimseye karşı meyilidir. Bunun için "male ileyhi", "sevdi, tarafını tuttu" sevdi anlamındaki "Ehabbe" manasına gelir. Bu doğru sevgi ise, kulluk yapanın (abidin) kalbinin kendisinden başka ilah olmayan Allah'a meylidir. Bu da fıtrî kalbin yerin ve göğün yaratıcısına tabii bir meylidir. Bu tabii duygu Allah'tan, onun ruhundan gelmektedir. Bu Allah'ın nuru, Allah'ın ayetlerindendir. Bu sevgi Allah'ın yarattığı kimse için de bir mülktür. Kendisinden başka ilâh olmayan, Rahman ve Rahim olan Allah kalpleri değiştirendir. O kullarından dilediğini doğru yola erdirendir. Bu yol yerdeki ve gökteki her şeyin sahibi Allah'ın yoludur. 'Şüphesiz benim Rabbim doğru yol üzeredir,'
Bu, meyil kalpten fazilet sahibine gitmektedir. Bu insanın yaratılışında ve tabiatında vardır. İşte bundan dolayıdır ki yeni doğan bir çocuk sevgi doludur. Bir şeye doğru meyleder. Sevinçle kendisini emziren, şefkat gösteren annesine doğru sıçrar. Onun kucağında uyur ve onun önünde durur. Bir hasta da, bu tabii duyguyla kendi acılarının giderilmesine sebep olan doktoru sever. Bütün bu faziletler Allah'tan gelmektedir. Bunun başlangıcı, kalbin Allah'ın kendisine gösterdiği doğru yola meyletmesidir. Kalbin tabii yaratılışına meyli en doğal bir haldir. Her şey bu hal üzere yaratılmıştır. Allah Tealâ, İbrahim (a.s.)'ın diliyle şöyle buyuruyor:
"Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur. Beni yediren, içiren Odur. Hastalandığım zaman bana şifa veren Odur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur."
Allah Tealâ bize bir ananın evladına acıdığından daha çok acır. Allah'ın dilediğini kendisiyle hidayete erdirdiği bu fıtri meyil, Cenab-ı Hakk'ın bize acıması ve bir lütfudur. Bununla insanlar sırat-ı müstakime/Allah’ın yoluna ererler. Allah doğruyu söyler O doğru yolu gösterir. Bu hak dindir, bu doğru ve eğrilikten koruyan dindir.
|