İmana yöneliş, fıtrî meyil ve hidayet, Allah'ın kullarından dilediğine bir lütfudur. Bununla mü'minlerin iyice imanları kuvvetlenir. Hidayete giden yolları pekişir.
"Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!"
"Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir!"
Ayette geçen heva ve heveslere uyma, Haktan büyük ölçüde sapma göstermedir. Kişinin şehevî arzularına uyması kalbinde büyük bir hastalık meydana getirir, kalbi çirkinleştirir.
"Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir."
Bu görüleni de görülmeyeni de bilen aziz ve rahîm olan Allah'ın ilmi dahilindedir. Allah'ın içimizdeki ilmi, göğün gölgesi gibidir.Yeryüzünde onun çok azı bize gelmektedir. Nasıl ki yerin ve göğün günahlarımızı taşıması mümkün değilse işte onun gibi bizim Allah'ın ilminin dışına çıkmamız da mümkün değildir. Bizim Allah'ın İlmini yüklenebilmemiz ise imkansızdır.
Vücudumuzu mikrop ve virüslerden koruduğumuz gibi yaratılışımızdaki tabii imanımızı koruyabilmemiz için de insan ve cin şeytanlarının bizi sapıtmasından sakınmamız gerekir.
Kalbi her türlü hastalıklardan koruyarak Allah'ın çağırdığı yola sevk ve şeytanın tuzaklarından korumanın yolları şu şekilde sıralanabilir:
Birincisi: Kalb-i selim. Bu, kalbin sıhhat ve selameti için en yüksek derece olup, muttakilerin dercesidir. Allah bu vasfa sahip olanları şu şekilde övüyor:
"Takvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler."
İkincisi: Kalb-i selimden sonra gelip, nûr ve Kur'ân'ın kalbi dirilten emir ve yasaklarına çağrıldığı zaman Allah'a ve peygamberine icabet edip, uyanların derecesidir. Bu, iman edenlerin derecesidir. Onlar salih amel işleyip, Râblerine tevekkül ederler. Şeytanın onlar üzerinde hiçbir otorite ve etkisi yoktur. Bununla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Gerçek şu ki: İman edipte yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir hakimiyeti yoktur."
Üçüncüsü: Bundan sonraki derece bilmeden bir kötülük işleyip kalpte hastalığın arız olduğu başlangıç halidir. Fakat onlar en kısa zamanda bundan rücu edip tevbe ederler. Bunlar hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
"Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip te sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir."
Dördüncüsü: Bundan sonra kalbi hastalık hali gelir. Kalp dışardan kuvvetli bir tesir geldiği müddetçe kendisini koruyacak şeylere icabet eder. Fakat kendisini tesir altında tutan şey ortadan kalktığı zaman kalbin Allah'a icabeti zail olur. Bir doktorun görmediği halde kontrol altında tuttuğu hastaya gözle görülmeyen bir hastalığı çeşitli belirtileriyle teşhis edip bildirdiği gibi, manevi olarak hasta olan bir kalp de kendisine arız olan şeylerden izale edilerek kalbin hastalığı ortadan kaldırılabilir. Nasıl ki bir göz doktoru hastasının gözlerini muayene ederken onun göz kapağının önündeki şeffaf bölgeye ışık tuttuğunda veya dokunduğu zaman gözler kasılıyor, göz kapakları açılıp kapanıyorsa, bir etki olmadığı zaman göz kapakları çalışmıyorsa gözün anormal olduğuna delalet ediyor. Fakat etki olmaksızın göz kapakları ve göz bebeğinin zarı kendiliğinden çalışıyorsa bu da gözün normal olduğunu gösteriyor. Sağlıklı bir kalp devamlı Allah'ın emir ve yasaklarına icabet eder. Allah'a niyaz ve tazarruda bulunur. Fakat kalpte, hastalık varsa Allah'ı unutur ancak zor anlarda ve musibet anında Allah'ı hatırlar. Bununla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız. Sonra da sizden o zararı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen Râblerine ortak koşarlar!"
Beşincisi: Kalbin müzmin bir hastalığa yakalanması katılaşmasıdır. Bu kalp kaskatıdır. Onu sıkıntı ve musibetler de harekete geçirmez. Bu kalp Allah'a karşı boyun eğip ona rücu etmez. Kur'ân böyle kalpler için şöyle buyuruyor:
"Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi."
Her yeni doğan çocuğun sağlıklı bir şekilde yaşayıp vücudunun sağlam kalabilmesi için nasıl ki bulaşıcı hastalıklara karşı bedeninde bağışıklık kazandırmak gerekiyorsa, aynı şekilde daha küçük yaşlarda ona İslâm'ın prensiplerini devamlı surette telkin etmek de gerekiyor. Bu durumun akıl ve baliğ oluncaya kadar sürdürülmesi gerekir. Böylece onların dimağına Allah'ın bize bahşetmiş olduğu din iyice yerleştirilir. Böylece çocuk namazlarını artık devamlı kılar ve heva ve heveslerine, şehvetlerine tabi olmaz. Artık onlar için din oyun ve eğlence, şeytan onlar için bir dost olmaz. Çünkü şeytan her an içki, kumar gibi çirkin, kötü, pis zehri onların damarlarına zerkeder. Kazandıkları günahlar onların kalplerindeki bayağı duygulan kabartır. Kalp katılaşır ve kalbe kalbî hastalıklar girer. Hasta bir kalp ise hakkı akledemez, işitemez ve basiret gözleri kapanır ve görmez. Kalbin cilası, beyazlığı, parlaklığı ve şeffaflığı kaybolur. Hidayet nuru sökülür, atılır. Allah nurundan akıtıp, feyz vermediği, ruhundan üfürmediği müddetçe kalbi kapkara olur. Artık o insan hayvanlar gibi hatta gidişat bakımından onlardan daha düşük olur. Çünkü insan kendi kendini kontrol edemeyen hayvana çevrilmiş olur. Bu durumda artık o insan şeytanların faydalandığı, şehvetlerini giderdiği bir otlak haline gelir. Şeytana ancak böyle bir hasta kalp uyar. Zira. Allah (c.c): "Kötü duygularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü?" buyurmuştur.
Böyle bir hastalığın komplikasyonları çok zordur. Bundan sonraki durum, kişinin helaki demektir.
Kalbin hastalığının tedavisi Allah'a sığınma, ona dönme ondan başkasına kulluk etmeme...Allah'ın kitabına sımsıkı sarılma olarak özetlenebilir.
Zira Cenab-ı Hak bu konuyla ilgili Kitab-ı Hakîm'inde şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan çok, esirgeyendir."
"Ancak tevbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir. Bunlar, hiç bir haksızlığa uğratılmaksızın cennete, çok merhametli olan Allah'ın, kullarına gıyaben vâdettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O'nun vadi yerini bulacaktır."
"Şu muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım."
"Hepiniz Ona yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın."
Samimi tevbe kalbin temizliği, berati ve fıtrata dönüştür. Sanki yeniden dünyaya geliş gibidir. Böylece iman nura çıkarır. Bununla şeytanın dostlarıyla savaş, Allah'ın kitabıyla hakka ve doğru yola ulaşmak mümkün olur. O yol öyle bir yoldur ki yerde ve gökte ne varsa hepsinin maliki Allah'ın dosdoğru yoludur. Böylece kişi; yeryüzünde fitne kalmayıncaya, din tamamıyla Allah'ın oluncaya, Allah'a yöneliş gerçekleşinceye, tamamıyla Allah sevgisine gark oluncaya, sadece Allah'a kul olup, uluhiyyetin sırlarına erişip kelime-i tevhidin manasının künhüne ulaşıncaya kadar mücadele eder.
|
|
|
|
|