22 Ağustos 2013

5. ES-SELÂM

5. ES-SELÂM


Esenlik Veren. [609]
Her çeşit arıza ve hâdiselerden salim kalan, -her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran- Cennet'deki bahtiyar kullarına selâm eden. [610]
"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten mü­nezzehtir, selamet verendir." [611]
Es-Selâm; lügatta selâmet ve emniyet manaları­na gelmektedir. Selâm; "kendisi bizatihi var olan bir esenlik demek değil, Allah (c.c.)'dan sâdır olan bir esenlik" demektir. Allah'ın selâmı, esenlik vermesi, hiçbir şekilde mal ve çocuğun fayda vermediği ancak kendisine kalbi selim ile gelindiğinde faydalanacağı günde dünya ve ahiret esenlik mükafatı demektir. Genel bir ifadeyle "her türlü selametin menbaı ve mastarı, kendisi ayıptan kusurdan eksiklikten, fena ve zevalden, hasılı her türlü muhataradan salim ol­duğu gibi, kendisinden selamet umulan ve esenlik arayanları selamete erdirecek olan" [612] demektir.
"Biz de İslâm Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e selâtü selâm gönderiyor ve Rabbimizden esenlik dili­yoruz.
Resulullah (s.a.v) namazdan ayrılmak istediği za­man üç kere istiğfarda bulunur, sonra da:
"Allah'ım! Selâm olan sensin ve esenlik de sende­ndir. Sen Celâl ve ikram sahibi yücesin." diye dua ederdi. [613]
Îbnü'l-Kayyim (Allah rahmet etsin) "es-Selâm" ismi hakkında şunları demiştir:
Allah Teâlâ, her türlü ayıp ve noksanliktan salim olduğu için, bu isimle isimlendirilen herkesten daha çok "es-Selâm" İsmine müstehaktır. Her bakımdan gerçek "Selâm" O'dur. Mahlûkat, izâfî/göreceli olarak selâm'dır. [614]O, zâtında, akla hayale gelebilecek her türlü ayıptan ve noksandan salimdir; sıfatlarında her türlü ayıptan ve noksanlıktan salimdir; fiillerinde her türlü ayıptan, noksanlıktan, şerden, zulümden ve hikmet dışı vâki olacak davranıştan salimdir. Bilakis O, her yönden ve her bakımdan hakikî "es-Selâm"dır. O, bu isim kendisine verilenlerin hepsinden daha çok bu isme müstehaktır. İşte bu, O'nun kendisini tenzih etmesinin ve peygamberinin O'nu tenzih etmesinin gerçek şeklidir. O, arkadaştan, evlattan beridir; benzerden, denkten, rakipten ve benzerlikten berîdir; ortaktan biridir. Bu sebeple O'nun sıfatlarını tek tek incelediğin zaman her bir sıfatın kemâline aykırı olan şeylerden salim olduğunu görürsün. O'nun hayatı ölümden, uyku ve uyuklamadan; kendi kendine var oluşu ve kudreti yorgunluktan ve bitkinlikten; ilmi kendisinden bir şeyin gizli kalmasından veya unutkanlıktan veya düşünme veya hatırlama ihtiyacından; iradesi hikmet ve maslahat dışına çıkmaktan; sözleri yalan ve haksızlıktan berîdir/uzaktır. Bilakis O'nun sözleri tamamen doğruluk ve adalettir. Zenginliği  herhangi  bir şekilde   başkasına   muhtaç olmaktan uzaktır. Bilakis O'nun dışındaki her şey O'na muhtaçtır ve O her şeyden müstağnidir.    Egemenliğinde çekişecek birisinden, ortaktan, yardımcıdan, destekçiden veya O'nun katında O'ndan izinsiz şefaate yeltenecek şefaatçiden beridir. İlahlığında ortaktan beridir.  Bilakis O öyle bir Allah'tır ki kendisinden başka hiç bir ilah yoktur. O'nun hilmi, affı, müsamahası, mağfireti ve cezası herhangi bir ihtiyaçtan, zilletten veya başkalarında olduğu gibi herhagi bir yapmaçıklıktan uzaktır. Bilakis hepsi keremi ve ihsanındandır. Aynı şekilde O'nun azabı, intikamı, şiddetle yakalayışı, süratle cezalandırması, zulümden, kinden, düşmanlık ve kabalıktan uzaktır. Bilakis tamamen hikmet, adalet ve herşeyi yerli yerine koymasından dolayıdır. O'nun  ihsanı,  sevabı ve  nimeti  övülmeye  lâyık olduğu gibi azabı ve cezası da övülmeye lâyıktır. Eğer sevabı ve mükafaatı azabın ve cezanın yerine koymuş olsaydı bu O'nun hikmetine ve izzetine aykırı olurdu.  Cezayı yerinde uygulamış  olması O'nun adaleti, hikmeti   ve izzetindendir. O, kendisini tanımayan düşmanlarının zannettikleri hikmetine muhalif şeylerden beridir.
O'nun kazası ve kaderi abesten, zulüm ve haksızlıktan ve sonsuz hikmetine aykırı bir şekilde vukubulma vehminden uzaktır. O'nun şeriatı ve dini çelişkiden, farklılıktan, bozukluktan ve kulların maslahatına aykırılıktan, Allah'ın kullarına rahmetine ve ihsanına aykırılıktan ve hikmetine aykırılıktan uzaktır. Bilakis O'nun şeriatının tamamı hikmet, rahmet, maslahat ve adalettir. O'nun verdiği nimetler herhagi bir karşılıktan veya nimet verdiği kimselere muhtaç olmaktan beridir, O'nun nimeti vermemesi ve kısması da cimrilikten veya fakirlik korkusundan dolayı değildir. Bilakis O'nun vermesi bir karşılık ve ihtiyaç sebebiyle değil, sırf ihsanıdır. Vermemesi de acizliği veya cimriliğinden değil sırf hikmeti ve adaletindendir.
O'nun arşını istiva etmesi, kendisini taşıyacak veya üzerinde yükseleceği herhangi bir şeye muhtaç olmaktan beridir. Bilakis arş da O'na muhtaçtır, arşı taşıyan melekler de O'na muhtaçtır. O, arştan da arşı taşıyan meleklerden de ve başka şeylerden de müstağnidir. Bu istiva, herhangi bir sınırlamadan, arşa veya başka birşeye ihtiyaç veya Hak Teâlâyı bir şeyin kuşatması şaibesinden uzaktır. Bilakis Allah Teâlâ var iken arş mevcut değildi ve ona muhtaç da değildi. O, her şeyden müstağnidir ve övülmüştür. O'nun arşını istiva etmesi ve yaratıklarını emrinde tutması, herhangi bir şekilde arşa veya başka bir şeye muhtaç olmaksızın O'nun egemenliğinin ve galibiyetinin bir gereğidir.
O'nun her gece rahmetiyle dünya göğüne inmesi, O'nun ululuğuna ve her şeyden müstağni oluşuna zıt gelecek durumlardan münezzehtir. O'nun kemali, muattılenin ve müşebbihenin [615] vehimlerinden uzaktır. O, bir şeyin altında olmaktan veya bir şeyde mahsur kalmaktan münezzehtir. Rabbimiz Teâlâ, kemaline zıt gelen her şeyden yücedir ve uzaktır.
O'nun işitmesi, görmesi ve zenginliği müşebbihenin hayal ettiği ve muattılenin uydurduğu şeylerden uzaktır. Dostlarıyla dostluğu, mahlûkatın birbiriyle dostluğunda olduğu gibi herhangi bir mecburiyetten dolayı değil rahmetinden, lütuf ve ihsanından dolayıdır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta ihtiyacı olmayan Allah'a hamdederim, de." [616]
Allah dost edinmeyi mutlak mânâda reddetmiyor, bilakis acizlik sebebiyle dost edinmeyi reddediyor.
Aynı şekilde O'nun dostlarına ve sevdiklerine olan sevgisi, mahlûkatın aralarındaki sevgilerde olduğu gibi ihtiyaçtan, yapmacılıktan ve menfaatten uzaktır. Ayrıca bu konuda muattılenin uydurduğu şeyleden de uzaktır.
O, kimi ayetlerinde kendisine nisbet ettiği el ve yüz gibi şeylerde de müşebbihenin zanlarından ve muattılenin uydurmalarından beridir.
Şimdi düşün, O'nun es-Selâm ismi, bütün bu noksanlıklardan ve ayıplardan tenzih edilişini nasıl ihtiva ediyor. Nice kimseler bu ismin ihtiva ettiği mânâ ve sırları tam olarak kavrayamamışlardır. Allah, kendisinden yardım istenilecek olandır. [617]
İsm-i şerif mastardır. Dertten, belâdan, ayıbtan, kusurdan berî olmak ma'nâsınadır. Esas i'tibâriyle mastarlardan isim olmaz. Fakat mübalâğa ma'nâsı gözetilerek mastarlardan isim yapıldığı vardır. Şu halde ma'nâ: Her türlü noksandan, ayıp­tan, âfât ve belâlardan son derece salim ve münezzeh bulunan demek olur. Bu ifadeye göre bu ism-i şerîf de EI-Kuddûs ism-i şerifine yakın bir ma'nâ bildirmekte ise de, bu daha ziyade is­tikbâle aittir.
Yâni Allahu teâlâ'nın gerek zâtı, gerek sıfatı ileride en ufak bir tagayyüre, bir değişikliğe uğramaktan münezzehtir. O, ezelde nasılsa, ebedde de öyledir. O, asla yok olmaz, ilmi gevşemez, kudreti kesilmez, mülkü elinden çıkmaz...Bu sıfat da ancak Allahu teâlâ'ya mahsustur. Ondan başka salim kalacak yoktur. Mahlûk varken yok olur, sultanken kul olur, bilirken câhil, muktedirken hiç olur. Hiç bir varlığa ina­nılmaz, hiç kimseye güvenilmez; bir anda hepsi yalan oluve­rir. [618]

Bu Ma'naya Göre Kul İçin Gereken Şey


Her işinde fânilere değil, yalnız Allahu teâlâ'ya dayanıp güvenmektir. Çünkü yıkılmayacak ve her türlü afat ve belâdan salim kalacak olan yalnız O'dur. Fânilere bağlananlar hayal sükûtuna uğrayarak sonunda ağlayanlardır. "Ağaca dayanma kurur, insana güvenme ölür" diyen dedelerimiz bu hakikati ne güzel ifâde etmişlerdir. [619]

İsm-i Şerifin Başka Bir Ma'nâsı:


Es-Selâm ism-i şerifi, gerek dünyâda, gerek âhirette, teh­like içine düşen kullarını, isterse selâmete çıkaran diye de tef­sir edilmiştir. Öyle ya, her türlü selâmetin sahibi ancak O ol­duğu gibi, istediğini selâmete erdirecek plan da ancak O'dur. [620]

Bu Ma'naya Göre Kula Gereken Şey:


Selâmeti yalnız O'ndan bilmek ve yalnız O'na teşekkür et­mektir. Allahu teâlâ her türlü tehlikenin selâmet yollarını ve sebeplerini yaratmıştır, tanzim ve tertip etmiştir. Fakat bu sebepler nihayet bir halâs vasıtasıdır. Şu halde tehlikeden selâmete çıkanın, vâsıtaya değil, o vâsıtayı yaratıp sevkedene teşekkür etmesi icâbeder. Gerçi vâsıtaya da teşekkür edilir ama, Allah'a ortak gibi değil, iyi bir işe vâsıta olduğu için. Söz temsili, Allah'ın yaradıp kuluna ilham ettiği selâmet se­bepleri, denize düşüp de dalgalar arasında bocalayan bir zaval­lıya atılan (tahlisiye simidine) benzer. O simidi tutarak selâ­mete çıkan felâketzedeye bu selâmeti veren simit midir, yoksa o simidi ona atan mıdır? [621]

Felâket Ve Buhranlı Dakikalarda Dîn Ve Îmân Kuvveti:


Hayatta bâzan öyle hâdiseler olur ki, bu hâdiseler karşı­sında insan, müthiş bir fırtınaya tutulmuş vapur gibi, ıztırap dalgaları arasında çalkalanır durur. Vapurun kaptanı olduğu gibi, vücûdun kaptanı da akıl ve ilimdir. Fakat onu destekliyecek olan kuvvet de İmandır. İman muvâzene temin eder. Muvâzene de selâmete çıkaracak bir sebep olur. İman yoksa muvâzene de yok.. Muvâzene olmayınca selâmete çıkar bir yol da yok demektir.
Faraza denizin ortasında azgın dalgalar arasında teknesi battı, batıyor vaziyetine düşen kaptanın orada biricik dayanıp güveneceği kuvvet, kalbindeki Allahu teâlâ'ya olan îmânıdır. O bilir ki, her türlü selâmetin biricik sahibi, yaradanı, bağışlıyanı yalnız Allah'tır ve inanmıştır ki, Allahu teâlâ merha­metlidir, kudretlidir, bütün işleri hikmetlidir. Artık o, Al­lah'ın hükmüne ve kendi hakkındaki emr-ü fermanına razıdır. Allah'ın yardımından ve merhametinden asla ümidini kesmez. Kalbinin bir tarafında korku varsa, öte tarafında da ümit bulu­nur. Korku ile ümitten meydana gelen muvâzene içinde yeise kapılmaz, izini şaşırmaz, ma'nâsız telâşlarla vahameti arttırmaz. Bilâkis soğuk kanlılığını muhafaza eder, vaziyete göre tedbir alır, kumanda verir, ondan ötesini Allah'a birakır. Onun yaradıp sevkedeceği fırsatları gözetir ve her fırsattan sükûnet­le faydalanarak, böylece selâmet sahiline çıkar. Fakat bu inan­cı ve bu kuvveti bulamayan kalblerde yalnız korku hâkimdir. Müthiş bir yeis, bütün kalbi kaplamıştır. Orada hiç bir ışık, hiç bir ümit yoktur. İşte bu yeis hâli, daha büyük felâketlere yol açabilir. Her zaman görüp ve işitip duruyoruz ki, muvâze­nesini kaybederek kendisini fazla yeis ve ıztıraba kaptıranlar­ da hemen barut gibi ateş almak, olura olmaza hiddetlenmek, düşünmeden her şeye saldırmak gibi gayri tabiî ve mazarratlı haller görülür. Onun için kalpleri perişan, fikirleri kararsız­dır. Çâredir diye asılsız şeyler araştırır, tedbirdir diye yanlış şeylere baş vurur. Halbuki böyle yapmak zâten mevcut olan mazarrata daha başka mazarratlar eklemekten, durumu bütün bütün kötüleştirmekten başka bir şeye yaramaz. Bu cihetten bu gibi hallerde muvazeneli bulunmak Allah'ın büyük ni'metidir. Çünkü muvazenesizliğin neticesi - Allah'a sığındık - ya intihar.... ya tecennün.. işte bu da bu surette helak girdapları­na batar gider. Şayet kurtulmaları mukadder değilse, imanlısı da, imansızı da dalgalar veya ızdıraplı hâdiseler arasında boğu­lur gider. Bunlar, görünüşe göre hayatlarının sonucu i'tibariyle birleşmiş gibi olsalar da, ölümden sonra görecekleri mua­mele ayrıdır.
Allahu teâlâ buyurmuştur ki:
"Kullarımdan bir kuluma bedeni, yahut malı, yahut evlâdı yüzünden bir musibet verirsem, o da bunu sabr-ı cemil ile karşılarsa, kıyamet günü kendisi için mizan kurmaktan yahut defter-i a'mâlini aç­maktan haya ederim." [622]
İşte îmân sahibi, sabr-ı cemîli sebebiyle Hak'kın o büyük mükâfatına erecektir. Sabr-ı cemîl ne demektir? insanın mukadderatı içinde hoşuna giden hâdiseler olduğu gibi, hoşlanmadığı hâdiseler de olur. Bunların hepsi de Allah'ın hükmü, emr-ü fermanı neti­cesidir. Hoşlanmadığı hâdiseleri de hoşuna giden hâdiseler gi­bi karşılayabilmek sabr-ı cemildir. Bunun izahı, öfkelenme­mek, yeise dalmamak, önüne gelene hâlinden şikâyet etme­mek, hele ağzından Allah'ın hükmüne i'tiraz yollu bir söz kaçırmamaktır. İşte tam bir olgunluk nişaneleri...
Sevgili okuyucu! Her zaman için ve bilhassa hayâtın kor­kunç safhalarında din ve İmân kadar kalbe metanet veren bir kuvvet yoktur.
İflâs haline gelmiş namuslu bir tüccar, ıssız ve tehlikeli çöllerde kalmış veya dağlarda yolunu, izini kaybetmiş bir yolcu ve daha bunlara benzer hallerde hep ayni hâlet-i ruhiye ve aynı akıbet. [623]

Yîne Bu İsm-i Şerîfîn Tefsîrî Olmak Üzere:


Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden, denmiştir.
Yâ-sîn Sûresinde                             
"Selâmün kavlen min Rabbi'r-Rahîm" büyurulmuştur.
Meâl-i Şerîfi: Ehl-i cennete, Rahîm olan Rab'dan doğru­dan doğruya söylenme bir selâm da vardır. Bu âyetteki Er-Rahîm ism-i şerîfi, sonunda mü'minleri rahmetiyle muratla­rına erdirecek demek ma'nâsınadır.
Bu günahkâr kullarını da cemâlini gören, selâmını duyan o bahtiyarlar sırasına katıver; ey lütuf ve kerem sahibi Allah'ım! [624]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...