Birkaç Sıfata Delâlet Eden İsimler
İbnu'l-Kayyim der ki:
"Esmâ-i Hüsnâ'dan birkaç sıfata delâlet edenleri de vardır. Bu isimler delâlet ettikleri sıfatların tamamını kapsarlar. el-Mecîd, el-Azîm, es-Samed isimleri gibi..." Nitekim İbnu Abbas'tan rivayetle İbnu Ebî Hatim şöyle der: "es-Samed, efendilikte mükemmel olan efendi ve şerefi tam olan şereflidir. el-Azim, büyüklüğünde tam olandır; el-Halîm, hilminde mükemmel olandır; el-Alîm, ilminde tam olandır; el-Hakîm, hikmetinde tam olandır. Allah Teâlâ egemenlik ve şerefin her türlüsünde mükemmeldir. O Allah'tır ve her türlü noksanlıktan münezzehtir.
Bu sayılanlar O'nun sıfatlarıdır ve sadece O'na aittir. Hiç kimse O'na denk ve O'nun benzeri olamaz. O, el-Vâhidu'1-Kahhar olan Allah'tır.
Bu durum Esmâ-i Hüsnâ'yı şerh konusunda söz söyleyen pek çok kimsenin kavrayamadığı ve ismi, anlamının dışında, eksik olarak tefsir ettiği bir konudur. Bununla ilgili yeterli bilgisi olmayanlar İsm-i A'zam'ın hakkın' verememişlerdir ve onun anlamım çarpıtmışlardır. Düşün dikkatli ol!.. [55]
Bütün İsimVe Sıfatları Kapsayan Güzel İsimler
İbnu'l-Kayyim, Fatiha Sûresi'nin tefsirinde şunları söylemiştir:
"Şunu bil ki bu sûre yüce gayelerin en önemlilerini tam olarak ihtiva etmektedir ve onları en mükemmel bir şekilde ifade etmektedir. Esmâ-i Hüsnâ'nın ve yüce sıfatların kaynağı ve temeli olan üç isimle Hak Teâlâ'yı tanımlamaktadır. Bütün isim ve sıfatların medarı ve esası bu üç isimdir: Allah, Rabb ve Rahman.
Fatiha Sûresi, ilahlık, rablık ve rahmet üzere bina edilmiştir. "Yalnız sana ibadet, ederiz" ayeti ilahlık, "Yalnız senden yardım dileriz" ayeti rablık üzerine mebnîdir. Hidayet talebi ise Allah'ın rahmet sıfatıyla olur.
Sûrenin başında geçen Allah'a hamdetmekte üç mesele vardır:
Allah Teâlâ ilahlığında övülmüştür, rablığında övülmüştür ve rahmetinde övülmüştür. Övgü ve yücelik O'nun büyüklüğü sebebiyle mükemmelliğini ifade eden iki unsurdur.
Ayrıca Fatiha Sûresi birkaç yönden de peygamberliği ispat etmektedir:
1. Allah Teâlâ'nın âlemlerin Rabbi olması:
Alemlerin Rabb'ı olan Allah'ın kullarını dünya ve ahiretlerinde onlara fayda ve zarar verecek hususları bildirmeden başı boş bırakması ve ihmal etmesi uygun olmaz. Bu durum rubûbiyetin hakkını vermemek, Rabb Teâlâ'ya layık olmadığı şeyleri nisbet etmek demektir. Böyle yapanlar Allah'ı hakkıyla takdir etmemiş olurlar.
2. Allah İsmi:
Allah, kendisine ibadet ve itaat edilen demektir. Kullar, O'na nasıl ibadet edileceğini ancak O'nun Peygamberi vasıtasıyla öğrenebilirler.
3. Rahman İsmi:
Allah'ın rahmeti, O'nun kullarını ihmaline manidir. Mükemmelliğe ulaşmayı öğrenmemelerini engeller. Rahman isminin hakkını veren ve gerçeğini kavrayanlar, bu ismin yağmur indirip yeşillikler bitirmek ve taneler çıkarmaktan daha büyük mânâlar taşıdığını, peygamberler göndermek, kitaplar indirmek gibi daha mühim işleri kapsadığını bilirler. Rahmetinin, kalblerin ve ruhların ihyasını, beden ve cesetleri ihyasından daha fazla gerektirdiğini anlarlar. Gerçeği tam kavrayamayanlar bu isimden sadece hayvanların ve böceklerin nasib aldığını görürken akıl sahipleri bunların da ötesinde pek çok şeyin bu isimden nasibini aldığını idrak ederler... [56]
Fatiha Sûresi bütün peygamberlerin üzerinde birleştikleri üç tevhid çeşidini de ihtiva etmektedir:
1. İlimde Tevhid:
Haberlere ve bilgiye taalluk ettiği için bu isim verilmiştir. Buna isimler ve sıfatların tevhidi de denilir.
2. Kasdi-İradî Tevhid:
Kasd ve iradeye tealluk ettiği için böyle denilmiştir. Bu ikincisi de iki kısımdır: Rubûbiyette Tevhid, Ulûhiyette Tevhid.
İşte tevhidin üç türü budur.
İlimde olan tevhide gelince, bu tevhidin dayanağı Allah'ın kemal sıfatlarını ispat etmek, teşbih ve misali nefyetmek, kusur ve eksikliklerden tenzih etmektir. Mücmel ve mufassal olmak üzere iki şey bu tür tevhide delâlet eder.
Mücmel olan, hamdin Allah Teâlâ'ya ispat edilmesidir. Mufassal olan ise, Allah'ın ilahlık, Rabblık, Rahmet ve Meliklik sıfatlarının zikredilmesidir. Bütün isim ve sıfatlarının medarı da bu dört sıfattır.
Hamdin ihtiva ettiği hususlara gelince, hamd; Allah Teâlâ'yı severek, O'ndan razı olarak ve O'na boyun eğerek kemal ve celal sıfatlarıyla O'nu methetmeyi ifade eder. O'nun övülmüş olan sıfatlarını inkar eden, O'nu sevmekten ve O'na itaat etmekten yüz çeviren kimse gerçek mânâda O'na hamdetmiş olmaz. Hamdolunanın kemal sıfatları ne kadar çok olursa O'na hamdetmek de o kadar mükemmel olur. Kemal sıfatları azaldıkça o oranda O'na hamdetmek de azalır.
İşte bundan dolayı, Allah'tan başka kimsenin sayamayacağı kadar çok olan bütün hamdler Allah'a aittir. Bundan dolayıdır ki, mahlukatın hiçbiri O'nun övgüsünü sayamaz, çünkü O'nun kemal ve celal sıfatlarının sayısı da, kendisinden başka kimsenin sayamayacağı kadar çoktur.
Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle dua etmiştir:
"Ey Allah'ım, senin gazabından senin rızana, senin cezandan senin affına ve yine senden sana sığınırım. Ben senin övgünü hakkıyle yapamam. Sen kendini övdüğün gibisin." [57]
Bütün bunlar isimler ve sıfatların tevhididir. Bu beş ismin (Allah, Rabb, Rahman, Rahim, Melik) diğer isim ve sıfatlara delaleti şu iki esasa dayanmaktadır:
Birinci esas; Rabb Tebareke ve Teâlâ'nın isimleri, O'nun kemal sıfatlarına delâlet eder. Bu isimler sıfatlardan türetilmiştir. Bir kısmı isimleri, bir kısmı da sıfatlarıdır. Bundan dolayı da güzel isimler (Esmâ-i Hüsnâ) olmuşlardır. Zira bunlar bir takım anlamsız lafızlardan ibaret olsalardı güzel olmazlardı. Medh ve kemale de delâlet etmezlerdi. Yine böyle olsaydı gazab ve intikam isimlerinin rahmet ve ihsan makamında bulunması caiz olurdu. Bunun aksi de varid olurdu. Bu durumda mesela "Ey Allah'ım! Ben kendime zulmettim, beni bağışla, zira sen müntakimsin (intikam sahibisin). Ey Allah'ım! Bana ver, sen zarar veren ve mani olansın" demek gerekirdi ki yersizliği açıktır. Allah, zalimlerin sözlerinden beridir (uzaktır) ve yücedir.
Güzel isimlerin mânâlarını ortadan kaldırmak isimler konusundaki en büyük inkardır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın isimleri konusunda ilhada (inkara) gidenleri bırakınız, yapmakta oldukları şeyin karşılığını göreceklerdir." [58]
Eğer bu isimler bir mânâ ve özellik taşımasalardı, bu isimlerin masdarlarından bahsedilmez ve bunlarla vasıflandırma yapılamazdı. Fakat Allah kendisinden bu isimlerin masdarlarıyla bahsetmekte, onları kendisine isnat etmekte, Peygamber de (s.a.v.) bunu ikrar etmektedir,
Allah Teâlâ;
"Şüphesiz ki, rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır" buyurur.[59]
Bir kimse şayet Allah'ın diriliğine, işitmesine, görmesine, güç ve kudretine veya azametine yemin etmiş olsa yemini geçerlidir ve gerektiğinde keffaret ödemesi icabeder. Çünkü bunlar, O'nun isimlerinin türediği kemal sıfatlarıdır.
Yine, şayet O'nun isimleri birtakım mânâ ve sıfatları içermiyor olsaydı, bunlardan fiilleriyle bahsetmek mümkün olmazdı. Mesela "işitir, görür, bilir, gücü yeter, irade eder" gibi fiillerle ifade edilmezdi. Çünkü sıfatların neticelerinin varlığı, sıfatların kendilerinin varlığına, bağlı onların bir fer'i ve parçasıdır. Sıfatın aslı ortadan kalkınca neticesinin varlığından da söz edilemez.
O'nun isimlerinin mânâlarını kabul etmemek, Allah'ın isimleri konusundaki en büyük inkarlardan biridir. Bu konudaki inkarlar türlü türlüdür. İşte bu da bunlardan biridir.
İkinci esas; Allah Teâlâ'nın isimlerinden biri mutakabat itibarıyla kendisinden türediği zat ve sıfata delâlet ettiği gibi bu isim tadammun/kapsama ve lüzum/ayrılmazlık yoluyla doğrudan kendisine de delâlet edebilir. Bir sıfata tek olarak tadammun/kapsama yoluyla delâlet ettiği gibi sıfattan tecrid edilmiş zata da delâlet eder. Diğer taraftan başka bir sıfata da lüzum/ayrılmazlık, gereklilik yoluyla delâlet eder.
Mesela es-Semî' ismi mutabakatla Rabbin zatına ve işitmesine yalnız başına delâlet eder. Yalnız başına zâta ve yalnız başına işitmeye delâleti de tadammun/kapsama yoluyladır. Hayy ismine ve bayat sıfatına ise lüzum/ayrılmazlık, gereklilik delâlet eder. Allah'ın diğer isim ve sıfatları da böyledir. Fakat lüzum/ayrılmazlık delâletinin varlığını bilmede insanlar farklı farklıdır. [62]
Bu iki esas sabit olduğuna göre "Allah" ismi bütün güzel isimlere ve yüce sıfatlara üç delâlet şekliyle (ilzam, tadammun ve mutabakat şekliyle) de delâlet eder. Bu isim O'nun subûtî ve selbî sıfatlarının hepsini içine alan ilahlığına delâlet eder. Bu sıfatların zıdlarını da O'ndan nefyeder/reddeder.
İlahlık sıfatları -yani sadece Allah'ın gerçek ilah oluşu ve ortağının olmaması- O'nun teşbihten, temsilden, ayıp ve noksanlıklardan münezzeh kemal sıfatlarıdır. Bundan dolayıdır ki Allah, güzel isimlerini hep bu büyük ismine izafe etmektedir: "Güzel isimler Allah'ındır." [63] Nitekim, "Rahman, Rahim, Kuddüs, Selam, Aziz, Hakim isimleri Allah'ın isimleridir" denir, ama "Allah ismi, Rahman'ın isimlerindendir" veya "Aziz'in isimlerindendir" vs. denmez.
Görüldüğü gibi Allah ismi Esmâ-i Hüsnâ'nın mânâlarının hepsini karşılamakta, özlü olarak hepsine delâlet etmektedir. Diğer isimler ayrıntı ve açıklamadır. Allah isminin kendisinden türediği ilahlığın niteliklerini beyandır. Allah ismi O'nun ilah ve mâbûd olduğuna, yaratıkların sevgi, saygı ve haşyetle ihtiyaçlarını O'na arzederek ve belâ anında O'na sığınarak O'nu ilah edindiklerine delâlet eder. Bu ise O'nun Rabblığının ve merhametinin kemalini de ihtiva eder. Allah'ın ilahlığı, Rabblığı, Rahmanlığı ve Melik oluşu kemal sıfatların tamamını gerekli kılar. Çünkü bütün bunların diri olmayan, işitmeyen, görmeyen, muktedir olmayan, konuşmayan ve istediğini yapamayan ve hikmet sahibi olmayan bir kimse için söz konusu olması imkansızdır.
Celâl ve Cemâl sıfatları "Allah" ismine hastır.
Fiil ve kudret sıfatları, zarar ve fayda vermede yalnız olmak, vermek ve engel olmak, iradenin gerçekleşmesi, kudretin kemali yaratıkların işlerinin yürütülmesi ve düzenlenmesi gibi sıfatlar "Rabb" ismine aittir.
İhsan, Cûd (cömertlik), Birr (iyilik), Hanan (şefkat), Minnet (iyilik etmek), Re'fet (merhamet) ve Lutf gibi sıfatlar "Rahman" ismine hastır.
Bunlar, sıfatın sübutunu eserin husulünü ve taalluk ettiği şeylerle ilgisini açıklamak için tekrar edilmişlerdir. Rahman, rahmet vasfı olandır. Rahim, kullarına merhamet edendir. Bundan dolayı Allah Teâlâ:
"O müminlere Rahîm'dir" [64]der. Diğer bir başka ayette;
"Şüphesiz Allah onlara Rauf ve Rahimdir" buyurulur. [65] Bu ayetlerde vasıflandığı mânâların hepsi bulunmak ve rahmet vasfını da fazlasıyla içermekle beraber fa'lan veznindeki Rahman ismi; "kullarına Rahman" ya da "mü'minlere Rahman" şeklinde geçmemiştir. Fa'lan vezni genişlik ve kapsamlılığı ifade eder. İşte bundan dolayı çoğu kez Allah'ın arşı istivası bu isimle beraber gelmiştir:
"Rahman arşı istiva etti." [66]
Çünkü arş bütün yaratıkları kuşatıcıdır ve içine alacak kadar geniştir. Rahman da mahlukatı kuşatıcı ve kapsayıcıdır. Nitekim ayette;
"Rahmetim herşeyi kuşatmıştır." [67] dediği buyurulmuştur. Ebu Hureyre'den gelen sahih bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ mahlukatı yarattığı zaman bir kitaba, rahmetim gazabımı geçer, diye yazdı. Bu kitap, Allah'ın nezdinde ve arşın üzerine konmuştur."
Diğer bir rivayette; "Bu Allah'ın yanında arşın üstündedir" [68] şeklindedir
Bu kitabın rahmete tahsis edilmesini ve Allah'ın yanına arşın üzerine konuluşunu düşün... Bununla "Rahman arşı istiva etti" [69] ve"Sonra arş üstüne Rahman istiva etti, bunu bir bilene sor" [70] ayetleri arasındaki uygunluğu gör. Sana Rabbinin marifetinden büyük bir kapı açılacak, şayet Mu'tezile ve Cehmiyye bu kapıyı kapatmamışsa.
Adl (adaletli olmak), Kabz (rızkı belli bir ölçüde tutup vermek, ruhu almak), bast (bol bol vermek, yaymak), Hafd (alçaltmak), Raf (yüceltmek), Ata (vermek), Men' (engel olmak), İ'caz (yüceltmek), îzlal (zillete düşürmek), Kahr (galip gelmek), Hüküm (herşeyi yerli yerine koymak) ve benzeri sıfatları Allah, Melik ismine has kılmıştır. Melik ismini de "Din gününe" tahsis etmiştir. Bu da o gün yalnızca kendisi hükmedeceği için adaletle ceza vermesidir. Çünkü o gün gerçektir ve ondan önceki zamanlar sanki bir andan ibarettir. Kıyamet günü gaye, dünya günleri ise bu gayeye doğru giden merhalelerdir.
Fatiha Sûresi'nde bu isimlerin hamdden sonra zikredilmesinde, hamdin bu isimlerin mukteza ve muhtevasına uygun düşmesinde, Allah'ın ilahlığında, Rabblığında, Rahmaniyetinde ve Melikliğinde övülmüş olduğuna yani Allah'ın övülmüş bir ilah, övülmüş bir Rabb ve övülmüş bir Melik olduğuna işaret vardır. Böylece de kemalin bütün kısımları O'na ait olmuş olur.
Bu isimden tek başına bir kemal, diğer isimden de tek başına bir kemal hasıl olur. Birinin diğerine bitişmesiyle de daha başka bir kemal ortaya çıkar. Bunun örnekleri şu ayetlerdir:
"Allah ganîdir, hamîddir." [71]
"Allah alimdir, hakimdir”[72]
"Allah kadirdir ve Allah gafurdur, rahimdir." [73]
Gani, kemal sıfatıdır, hamd de kemal sıfatıdır. Hamd ile gına sıfatının beraber olması da kemaldir. İlmi ve hikmeti kemaldir. İlmin hikmete bitişik olması da kemaldir. Allah'ın kudreti ve mağfireti kemaldir. Kudretin mağfirete bitişik olması da kemaldir. Kudretle af de kemaldir:
"Allah affedici kadirdir."[74]
Kudreti olup da affetmeyen yoktur. Hiçbir affeden yoktur ki kudretinden affetmiş olmasın, hiçbir ilim sahibi yoktur ki halîm olmasın, halim hiç kimse yoktur ki ilim sahibi olmasın. Hilmin ilme, affın kudrete, melikin hamde, izzetin rahmete bitişik olmasından daha güzel ne vardır:
"Şüphesiz senin Rabbin azizdir, rahimdir." [75]
Bu da apaçık göstermektedir ki, Rabb Teâlâ'nın isimleri kendisiyle kaim olan sıfat ve mânâlardan türetilmiştir ve Allah'ın her isminin beraberinde zikri uygun düşen birbirine bağlı bulunan fiilleri ve emirleri vardır. Doğruya muvaffak kılan Allah'tır.
Dua eden bir kimse; "Allahümme innî es'elüke" (Allahım, ben senden isterim) dediği zaman sanki, "Güzel isimleri ve yüce sıfatları olan Allah'a bu isimleri ve sıfatlarıyla dua ediyorum" demiş olur.
"Allahümme" derken Allah kelimesinin sonundaki "mim" harfi çoğul anlamı ifade etmektedir. Allah'ın bütün isimleriyle isterim demektir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) sahih bir hadiste şöyle demektedir:
"Kendisine herhangi bir üzüntü ve keder isabet eden bir kul şu duayı okursa Allah onun gam ve kederini giderir ve ona bir ferahlık verir:
Ey Allahım! Ben senin kulunum, kulunun ve cariyenin oğluyum. Mukadderatım senin elindedir. Benimle ilgili hükmün tahakkuk etmiştir. Senin, benim hakkımdaki takdirin adaletlidir. Sana, senin isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki, sen Zât-ı Bâri'ni onlardan her biriyle anmışsındır. Yahut kitaplarında inzal buyurmuşsundur. Yahut bir peygamberine öğretmişsindir. Yahut ezeli olan gayb ilminde kendin için seçmişsindir. Kur'an'ı kalbimin baharı, gönlümün nuru, hüznümün uzaklaştırıcısı, gam ve kederimin gidericisi kıl."
“Ya Rasulallah bu duayı öğrenmeyelim mi? dediler.
“Evet, bunları işiten kimsenin öğrenmesi gerekir,” buyurdu. [76]
Dua eden kimse, İsm-i A'zam'daki gibi Allah'tan isim ve sıfatlarıyla istemelidir:
"Ey Allahım! Ben senden isterim. Çünkü hamd sanadır. Sen gökleri ve yeri yaratan, çok iyilik yapan, kendisinden başka ilah olmayan, celal ve ikram sahibisin." [77]
1. İsimleri ve sıfatlarıyla Allah'tan istemek.
2. İhtiyacını, fakirliğini ve aczini itiraf ederek istemek ve "Ben fakir, miskin, âciz ve himayeye muhtaç bir kulum" demek.
3. Hiçbir şey söylemeksizin sadece ihtiyacını istemek.
Birincisi, ikincisinden, ikincisi de üçüncüsünden daha iyidir. Üçü de bir arada yapılırsa o dua daha güzeldir. Rasûlullah'ın (s.a.v.) duaları genellikle böyledir.
Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir'e (r.a) öğrettiği duada bu üç kısım da zikredilmiştir:
1. Duanın başında: "İlahî şüphesiz ben kendime çok zulmettim" [78] dedi. Bu dua edenin halidir.
2. Sonra: "Günahları mağfiret edecek de ancak sensin" dedi. Bu da kendisine dua edilenin halidir.
3. En sonunda da: "Öyleyse bana mağfiret eyle" dedi ve ihtiyacını belirtti. Duasını, Esmâ-i Hüsnâ'dan kendi maksadına ve isteyeceği şeye uygun olan iki isimle bitirdi.
İbnü'l-Kayyim bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi:
Bizim de tercih ettiğimiz bu usul seleften pek çok kişiden bize ulaşmıştır.
Hasan-ı Basrî: "Allahümme kelimesi duaların ortak noktasıdır" der.
Ebû Recâ el-Atâî şöyle der: "Allahümme kelimesindeki mim'de Allah'ın doksan dokuz ismi vardır."
En-Nadr İbn Şümeyl ise şöyle der: "Kim Allahümme derse Allah'a bütün isimleriyle dua etmiş olur." [79]
Allah Teâlâ'nın İsimleri Ve Sıfatlarının Kendisine Ait Olması
İsimlerin Aynı Olmasının İsimlendirilenlerin De Aynı Olmasını Gerektirmediği
İbnu Teymiye şöyle dedi:
Allah Teâlâ kendisini ve sıfatlarını bir takım isimlerle isimlendirmiştir. Bu isimler O'nun kendisine aittir. Bu isimler Allah'a izafe edildiğinde başkaları için kullanılamazlar. Allah Teâlâ bazı yaratıklarına da olara mahsus ve onlara izafe edilebilen isimler vermiştir. Mahlukata verilen bu isimlerin, müsemmalarından/isimlendirilenlerden bağımsız düşünüldüğü vakit, Allah'a verilen isimlerle uyuştuğu görülür, isimlerin uyuşması ve aynı olması müsemmalarının/isimlerin sahiplerinin de aynı olmalarını ve benzeşmelerini gerektirmez. Bu aynilik, ismin bir müsemmaya izafesi ve tahsisinden soyutlanmış yalın halinde iken söz konusudur, izafet ve tahsis esnasında ne bir benzerlik ne de aynilik söz konusu olamaz.
Allah Teâlâ kendisini Hayy (diri) diye isimlendirdi:
"Allah, O'ndan başka tanrı yoktur. O, Hayydır, Kayyûmdur."[80]
Hayy smini bazı kullarına da vermiştir:
"Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarıyor."[81]
Birinci ayetteki hayy/diri, ikinci ayetteki hayy/diri gibi değildir. Çünkü birincisi Allah'a mahsus bir isimdir, diğeri yaratıklara ait bir isimdir. Ancak herhangi bir şeye tahsis edilmeksizin yalın halde söylenildiğinde aralarında herhangi bir fark yoktur. Yalın haldeki söyleyişte onun hariçte bir isimlendirileni yoktur. Fakat söyleyişte, iki şey arasında ortak bir noktanın bulunduğunu akıl kavrar ve bu ismi iki ayrı şeye tahsis ederken de yaratıcıyı yaratılandan ayırdetmek suretiyle bunu kayıtlandırır.
Bu durum Allah Teâlâ'nın bütün isimleri ve sıfatları için geçerlidir. Bunlar mahlukata da isim olarak verildiği zaman iki isimlendirme arasında hangi yönlerden benzerlik ve mutabakat olduğu ve yaratıcının yaratılanlardan hangi yönlerden farklı özelliklere sahip olduğu kolayca anlaşılır.
Aynı şekilde Allah Teâlâ kendisini "Alîm" ve "Halîm" [82] diye isimlendirmiştir. Bazı kulları için de "Alîm ve Halîm" demiştir. Mesela Hz. İbrahim'e müjdelenen oğlu İshak için:
"Ona bilgin (alîm) bir oğlan çocuğu müjdelediler" [83] ve İsmail için de; "Biz ona yumuşak huylu (halîm) bir oğlan çocuğu müjdeledik" buyurulur. [84] Allah'ın ismi olan Alîm, mânâ ve muhteva yönünden İshak'a verilen alîm ismi gibi değildir. Allah'ın ismi olan halîm ile İbrahim'e verilen halîm ismi de böyledir. Aralarında fark vardır.
Allah Teâlâ şu ayette kendisini Semi' (işiten) ve Basîr (gören) diye isimlendirmiştir:
"Allah size,' mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah Semi'dir (herşeyi işiticidir), Basîr'dir (herşeyi görücüdür[85] Bazı yratıklarına da Semi' ve Basîr ismini vermiştir: "Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden yarattık. Onu imtihan edelim diye kendisini işitir (Semi') ve görür (Basîr) kıldık." [86]
Bu ayetteki Semi' ve Basîr, yukarıdaki ayetteki Semi' ve Basîr gibi değildir.
Cenab-ı Hak kendisini "Rauf (şefkatli, çok merhametli) ve "Rahîm" diye isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah insanlara karşı Rauf'tur (şefkatlidir) ve Rahîm'dir (merhametlidir)."
[87]Aynı isimleri bazı kullarına da vermiştir:
"Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Mü'minlere karşı Raûftur (çok şefkatlidir), Rahîm'dir (merhametlidir)."[88].
Bu Rauf, o Rauf gibi değildir, bu Rahîm de o Rahîm gibi değildir.
Azîz ismi de böyledir. Kur'an'da bu isim hem Allah'a hem de bazı kullarına [93] izafe edilir. Fakat bunlar birbirinden çok farklıdır.
Allah Teâlâ kendi sıfatlarını bir takım isimlerle tesmiye ettiği gibi, kullarına ait sıfatları da bu isimlerin benzerleriyle isimlendirmiştir.
Mesela şu ayetlerde Allah Teâlâ İlim ve Kudret sıfatını, kendisine izafe etmiştir:
"O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler”[96]
"Allah onu ilmiyle indirdi." [97]
"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan Allah'tır." [98]
"Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?" [99]
Şu ayetlerde de mahlukatın sıfatlarına ilim ve kuvvet diye isim vermiştir:
"Size ancak az bir ilim verilmiştir." [100]
"Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır." [101]
"Onlar kendilerinde bulunan ilme güvendiler." [102]
"Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kuvvet sahibidir." [103]
"... Kuvvetinize kuvvet katsın… [104]
"Kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla." [105]
Allah'ın ilmi, kulların ilmi gibi değildir, kuvveti de kulların kuvveti gibi değildir.
Allah Teâlâ kendisini meşiet (dilemek, istemek) .sıfatı ile nitelendirmiş, kulunu da aynı sıfatla nitelendirmiştir:
"O, herkes için, sizden doğru yola gitmek isteyenler için bir öğüttür. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." [106]
"Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar. Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir." [107]
Allah Teâlâ hem kendisini hem de kulunu irade (istek) vasfıyla nitelemiştir:
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir."[108]
Allah Teâlâ kendisini de kulunu da mehabbet (sevgi) ile nitelemiştir:
"...Allah, sevdiği ve kendisini seven bir topluluk getirecektir." [109]
"(Rasûlüm!) De ki: “Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." [110]
Allah Teâlâ kendisini de kulunu da rıza (hoşnutluk) ile nitelemiştir:
"Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır." [111]
Malumdur ki, Allah'ın dilemesi kulun dilemesi gibi değildir. O'nun iradesi, mehabbeti ve rızası da kullarınki gibi değildir.
Allah Teâlâ kendisini kafirlere gazap etmekle vasıflandırdı. Ayette bunu ifade için geçen "makt" kelimesini kulları için de kullanmıştır:
"İnkar edenlere şöyle seslenilir: Allah'ın gazabı, sizin kendinize olan kötülüğünüzden elbette daha büyüktür. Zira siz imana davet ediliyorsunuz, fakat inkar ediyorsunuz." [112]
Allah Teâlâ hem kendisini, hem de kulunu Mekr ve Keyd (tuzak kurmak) ile nitelendirmiştir:
"Onlar (sana) tuzak kurarlarken, Allah da (onlara) tuzak kuruyordu."[113]
"Onlar bir tuzak kurarlar, ben de bir tuzak kurarım." [114]
Fakat Allah'ın onlara kurduğu tuzak onların tuzağına hiç benzemez.
Allah Teâlâ kendisini amel (yapmak, yaratmak) ile nitelendirmiştir:
"Görmüyorlar mı ki biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır." [115]
Aynı vasfı kullar için de söylemiştir:
"Yaptıklarına karşılık onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilmez." [116]
Fakat Allah'ın ameli kulların ameli gibi değildir.
Allah Teâlâ kendisini münadât (seslenmek) ve münâcât (fısıldamak) ile vasıflandırdı:
"Ona Tur'un sağ tarafından seslendik ve onu fısıldaşan kimse kadar (kendimize) yaklaştırdık." [117]
"O gün Allah onları çağıracak..." [118]
"... Rableri onlara nida etti..." [119]
Aynı şekilde kulunu da vasıflandırdı:
"Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir." [120]
"Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman..." [121]
"Aranızda gizli konuştuğunuz zaman günahı, düşmanlığı ve peygambere karşı gelmeyi fısıldamayın." [122]
Allah'ın nida etmesi ve fısıldaması ile kulun nida etmesi ve fısıldaması farklıdır.
Allah Teâlâ kendisine teklim (konuşma) sıfatını verdi:
"Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu." [123]
"Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca..." [124]
"O Peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuştur..."
Aynı sıfatı kulları için de verdi:
"Kral dedi ki: Onu bana getirin. Onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi." [125]
Allah'ın konuşması, kulun konuşması gibi değildir.
Allah Teâlâ hem kendisini hem de bazı yaratıklarını tenbie (haber vermek) ile vasıflandırdı:
"Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? Dedi. Peygamber: “Bilen, herşeyden haberdar olan Allah bana haberverdi , dedi." [126]
Her iki haber veriş birbirinden farklıdır.
Allah Teâlâ hem kendisini hem de kulunu Ta'lim (öğretmek) ile vasıflandırdı:
"Rahman Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti." [127]
"(Avcı köpeklerine) Allah'ın size öğrettiği şeyleri öğretirsiniz." [128]
"Andolsun ki içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur." [129]
Allah'ın öğretmesi kulların öğretmesi gibi değildir.
Allah Teâlâ gazabı hem kendisine hem de kuluna sıfat olarak vermiştir:
"Allah onlara gazap etmiş ve lanetlemiştir.”[130]
"Musa kızgın (gazaplı) ve üzgün bir halde kavmine dönünce..." [131]
Her ikisinin gazabı birbirinden farklıdır.
Allah Teâlâ kendisini arşı istiva etmekle vasıflandırdı ve bunu yedi ayrı ayette belirtti. [132] Allah bazı yaratıklarının da diğerlerine istiva ettiğini bildirdi:
"...Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir ki böylece onların sırtına istiva edersiniz (binersiniz)."[133]
"En, yanındakilerle birlikte gemiye istiva ettiğinde (binip yerleştiğinde)..."[134]
"Gemi Cûdî Dağı'nın üstüne istiva etti (yerleşti)." [135]
Allah'ın istivası ile yaratıkların istivası birbirine benzemez.
Allah kendisini Bastu'l-Yedeyn (eli açık olmak)la vasıflandırdı;
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır) dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lanet olasılar. Bilakis Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir." [136]
Bazı yaratıklarını da aynı şeyle vasıflandırdı:
"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma."[137]
Ne Allah'ın eli kulların eli gibidir, ne de Allah'ın elinin açıklığı, kullarınki gibidir. El açıklığından kastedilen bol bol vermek ve cömertlik olduğuna göre Allah'ın vermesi ve cömertliği hiçbir zaman kulların vermesi ve cömertliğine benzemez. Buna benzer şeyler pek çoktur.
Allah Teâlâ'nın kendisini vasıflandırdığı şeyleri kabul edip, O'nu yaratıklara benzetmekten sakınmak gerekir. Bir kimse, Allah'ın ilmi yoktur, kuvveti yoktur, rahmeti yoktur, O konuşmaz, sevmez, razı olmaz, nida etmez, fısıldamaz ve istiva etmez derse O'nun sıfatlarını iptal ve inkar etmiş ve O'nu yokluğa ve cansız varlıklara benzetmiş olur. Bir kimse de O'nun ilmi benim ilmim gibidir, kuvveti benim kuvvetim gibidir, rızası benim rızam gibidir, elleri benim ellerim gibidir, istiva etmesi benim istiva etmem gibidir, derse o da Allah Teâlâ'yı kendisine ve canlı varlıklara benzetmiş olur. Birincilere Muattıle, ikincilere Müşebbihe denilir. Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını hiçbir şeye benzetmeden ve O'nu sıfatlarından soyutlamadan kabul etmek gerekir. [138]
İbnü'l-Kayyim, bu tür isim ve sıfatların üç açıdan değerlendirilmesi gerektiğini beyan etti:
1. İsim ve sıfatların Rabb Tebareke ve Teâlâ'ya ve insanlara izafe etmeksizin onlara vermeksizin soyut olarak değerlendirilmesi.
2. Rabb Teâlâ'ya izafe ederek ve O'na tahsis ederek değerlendirilmesi.
3. İnsanlara izafe ederek ve onlarla kayıtlayarak değerlendirilmesi.
Zâtı ve hakikati sebebiyle gerekli olan bir isim hem Rabb Teâlâ, hem de kul için sabit olur. Yani böyle bir isim Allah'a da kula da izafe edilir. Ancak bu ismin Allah'a izafesi O'nun şanına layık bir şekilde ve kemaliyledir, kula izafesi de kulun durumuna uygun bir şekildedir.
Mesela es-Semi' (işiten) ismi, işitilecek şeylerin idrakini, el-Basîr ismi görülecek şeylerin idrakini gerekli kılar. El-Alîm, el-Kadîr vs. isimlerin durumu da böyledir. Bu kelimelerin herhangi bir kimseye isim olarak verilebilmesi için onların mânâlarının ve hakikatlerinin o kimsede mevcut olması şarttır. Bu isimlerin zatı için gerekli olan; Allah Teâlâ'ya nisbet edilmesidir. Bunda bir sakınca yoktur. Ancak bunun teşbih ve temsilden uzak olması, Rabb Teâlâ'nın yaratıklara benzetilmemesi gerekir. Kim, mahlukatın da bu isimlerle isimlendirilmeleri sebebiyle bunların Allah'a nisbetini kabul etmezse, Allah'ın isimleri konusunda ilhada düşmüş olur ve O'nun kemal sıfatlarını inkar etmiş sayılır. Kim, bu isimlerin Allah'a nisbetini, aynı isimlerin mahlukata nisbeti gibi anlarsa, o da Allah'ı yaratıklarına benzetmiş olur. Kim ki Allah Teâlâ'yı yaratıklarına benzetirse küfre girmiş olur. Kim ki Allah Teâlâ'yı yaratıklarına benzetmiyecek şekilde ve O'nun büyüklüğüne ve yüceliğine uygun bir biçimde isimlendirecek olursa o da teşbih pisliğinden ve ta'til [139] cinayetinden korunmuş olur. Bu, ehl-i sünnetin yoludur. Bir sıfatın yaratılmışlara nisbeti sebebiyle gerekli olan nice şeyler vardır ki aynı sıfatı Allah'a nisbet ederken Allah'ı bunlardan tenzih etmek gerekir. Nitekim kulun hayat sıfatına sahip olması onun uyumasını ve uyuklamasını, beslenme ihtiyacını ve buna benzer şeyleri gerekli kılar. Yine aynı şekilde kulun iradesi kendisine faydalı olanı almak, zararlı olanı uzaklaştırmak hususunda harekete geçmesini gerektirir. Yine kulun yüceliği, onun kendisinden daha yüce olacağı birisine ihtiyacı olduğunu ve onunla kıyas edildiğini gösterir. Halbuki Allah Teâlâ'nın bütün bunlardan tenzih edilmesi gerekir. Bir sıfat hangi cihetten sadece Allah Teâlâ'ya özgü ise yaratıklarından da o cihetten nefyedilmesi, o cihetin onlarda bulunamayacağının bilinmesi gerekir. Mesela Allah'ın ilmi, ezelidir. Vücub ifade eder (yani mutlaka vardır) ve her şeyi kuşatıcıdır. İradesi, kudreti ve diğer sıfatları da böyledir. Bu sıfatlardan Allah Teâlâ'ya özgü olan hususların mahlukat için sabit olması, onlarda da bu hususların bulunması mümkün değildir. Bu kurala tam olarak riayet ettiğin ve gerektiği şekilde kavradığın takdirde iki türlü âfetten kendini kurtarmış olursun. Bu iki afet kelamcıların düştükleri belanın aslıdır. Bunlar ta'til âfeti ve teşbih âfetidir.
Sen, düşünürken bu makamın hakkını verirsen, Allah'ın güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını gerçek olarak ispat ve kabul etmiş olursun. Böylece hem ta'tilden kurtulmuş, hem de o sıfatlardan mahlukata ait özellikleri de reddederek teşbihten kurtulmuş olursun. Meselenin bu yönünü iyi düşün ve bunu bu konuda müracaat edeceğin bir kalkan haline getir. Allah (c.c.) doğruya ulaştırandır. [140]
İbnu'l-Kayyım bu konuda şunları da söyledi: Hayy, Semi', Basîr, Alîm, Kadîr ve Melik gibi hem Allah'a hem de kullara verilebilen isimler üzerinde kafa yorup düşünenler arasında farklı görüşler vardır. Kelamcılardan bir grup: "Bu isimler insanlar için hakikat, Rabb için mecaz ifade eder, dediler. Bu görüş Cehmiyye'nin aşırılarına aittir ve ortaya atılan görüşlerin en çirkini ve en bozuk olanıdır. İkincisi bunun karşıtıdır. Ebu'l-Abbas en-Nâşî'ye ait olan bu görüşe göre, bu isimler Rabb Teâlâ için hakikat, kullar için mecazdır. Üçüncüsü ise Ehl-i Sünnet'in görüşüdür ve onlara göre bu isimler hem Allah hem de kulları için hakikattir. Doğrusu da budur. Bu isimlerin Allah ve kullarına izafesinde farklı anlamlar ifade etmeleri Allah Teâlâ ve kulları için hakikat ifade etmelerine mani değildir. [141] Bu isimlerden Rabb Teâlâ için O'nun şanına layık mânâlar vardır, kullar için de onlara uygun mânâlar vardır. [142]