21 Ağustos 2013

Ulûhiyyet Kimin Hakkıdır?


Ulûhiyyet Kimin Hakkıdır..?


Ulûhiyyet yalnız ve yalnız Allah'ın hakkıdır. Çünkü ibâ­dete istihkak, kâinatı yaratmakta ve her yaradılmışı istidadına ve kabiliyetine göre terbiye ve idare etmekte tam ve mutlak bir istiklâl ile olur. Bu istiklâl de bütün kemâl sıfatlarına sahip bulunmakla olur. Bunlar ise eşsiz ve ortaksız olarak yalnız Allah'a mahsustur. O halde ulûhiyyet de yalnız Allah'ın hak­kıdır. Allah'dan başka mâbud tanınmış olanların hiç biri de mâbudluğa lâyık değildir. Çünkü hepsi de mahlûktur. Madem­ki mahlûktur, muhakkak ki âcizdir, muhtaçtır. Bu sebepten mahlûk olan her hangi bir şey, mâbud değil, âbid olmalıdır. Binâenaleyh Allah'dan mâada mâbud sanılan şeyler, kendileri­ne bile sahip olamayan bir sürü zavallı ve boş şeylerdir, ibâdet olunmağa asla istihkakları yoktur. [24]

Dikkate Değer Bir Nokta:


Hadîs-i şerifte mühim bir fıkra ile beşeriyyetin derin bir yarası üzerine el konmuştur. İzah edelim: yukarıda söylediği­miz gibi hadîsin bu kısmı, acaba o doksan dokuz isim neler­dir? gibi hatıra doğan suâle cevap olarak geldiği için, sözün akışına göre Allah, Er-Rahmân, Er-Rahîm, El-Melik, El-Kuddûs... diye doğrudan doğruya isimlerin sayılması gerekir­di. Fakat böyle yapılmamış, doksan dokuz isimden birincisi olan Allah ismi ile ikincisi olan Er-Rahmân ismi arasına "Ellezî lâ illâ Hû" kelime-i tevhid'i [25]katılmıştır.
Acaba bunun hikmeti ne olabilir? Kanâatimizce bunun hikmeti her şeyden evvel Allah'ın birliğini tesbit etmek ve sonra müteakip her ismi mefhumiyle bu hakikati her bakım­dan müdellel bir hâle getirmektir. Önce Allah adiyle başlayıp Ellezi lâ ilahe illâ Hû fıkrasiyle Allah'ın birliği ilân edilmiş­tir. Hem de bu ilânın mevsullü ve silalı bir cümle hâlinde ifâ­de buyurulması, bu hakikatin üzerinde ehemmiyetle durulma­sını, şayet bu hususta yanlış fikirlere sapılmışsa, her şeyden evvel bu yanlışlığın düzeltilmesine önem verilmesini bildir­mek içindir. Kelime-i tevhidden sonra gelen doksan sekiz isimden her biri baştaki lâfza-i Celâle'ye birer sıfat olmuş­tur.
Bu isimler, bir ism-i cami olan [26] Lâfza-i Celâledeki icma­li tafsil etmekle beraber, Allah'ın varlığına ve birliğine herbiri başka başka birer delil, birer bürhandır. Bu kadar delil ve bürhanlarla bu yüce hakikatin zihinlerde kuvvetlenmesi ve muhkemleşmesi istenmiştir.
Ey maddiyâtın ağır ve üzücü ızdıraplariyle bunalan ruhlar! İşte size, yaranızın merhemini sunuyoruz. Bu büyük isimlere gönüllerinizi veriniz. Samimiyetiniz nispetinde faydalar gö­recek, şimdiye kadar söylenmemiş, işitilmemiş, kitaplara ya­zılmamış nice hakîkatlere ereceksiniz. Kazancınız hulûsunu­za göre olacaktır. Allah'ın tevfîki refik olursa bu isimlerin bereketiyle zâlimler hakka boyun eğer, münkirler ikrara dö­ner, câhiller arif olur, ariflerin irfanı artar, cimriler cömert kesilir, hasetçilerin içindeki ateş söner, hele şirkin her çeşidi yüreklerden silinir. Evet, bu isimler insanlara sanki şöyle bir ihtar yapıyor: Allah'ı bilmeli, birliğine inanmalı, emrini ta­nımalı, rızâsına ermeyi en ileri gaye tutmalı, hele hiçbir mahlûku hâlık derecesine çıkarmamalı. Bakınız o şânı büyük Allah nasıl bir Allah'dır:
"Hüva'llâhü'llezî lâ ilahe illâ Hû. Er-Rahmân, Er-Rahîm, El-Melik, El-Kuddûs.."
Ey münkirler, ey müşrikler! Allahu teâlâyı bırakarak tap­makta olduğunuz şeylerde bu sıfatlardan bir tanesi olsun var mıdır?
Ey zâlimler! Biliniz ki, Allah Alîm'dir, Habîr'dir, Kahhâr'dır, Azız'dir, Cebbâr'dır.
Ey cimriler! Biliniz ki, Allah Ganîdir, Muğnîdir.
Ey hasetçiler! Allah Mâni'dir. Mu'tîdir.
Velhasıl rûhları öldüren ma'nevî birer hastalıktan başka bir şey olmayan küfrün, inkârın, şirkin ve bunlardan doğan bütün kötü huyların tedavisi için bu mübarek isimlerden herbiri birer iksir, birer müstahzar tertiptir.
Salâh ve felah isteyenler onlara sıkı yapışsın..
Şimdi artık isimlerin tefsirine başlıyoruz, ilim ve takva yollarında büyüklerimizin bu mübarek isimlerden duyduğu ruhî zevklerden bir parçasına olsun tercüman olabilirsem ne mutlu bana!. [27]

Allah Teala'nın İsimleri Tevkîfîdir


Allah Teâlâ'nın isimleri tevkifidir. Yani bu isimler nasslarla bildirilmiştir. Bu konu aklın sahasına girmez. O halde Esmâ-i Hüsnâ konusunda Kur'an ve sünnetin bildirdiklerinin dışına çıkmamak, orada durmak gerekir. Bu isimlere ilave, eksiltme yapılamaz. Çünkü akıl Allah Teâlâ'nın layık olduğu isimleri idrakten âcizdir. Bu konuda nassların verdiği bilgilerle yetinilmesi gerektiği şu ayetlerden de anlaşılmaktadır:
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi yaptığından sorumludur."[28]
"De ki, Rabbin ancak açık ve gizli' kötülükleri, günahı ve haksız yere zulmetmeyi, hakkında hiçbir delil indirilmeyen bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."[29]
Allah Teâlâ'ya kendisinin vermediği bir ismi vermek veya O'nun kendisine verdiği bir ismi inkar etmek Allah hakkında işlenmiş bir cinayettir. Bu konuda edebe riayet etmek ve nassın getirdiğiyle iktifa etmek gerekir. [30]

Esmâ-i Hüsnâ’ya İmanın Esasları


1. İsme iman.
2. İsmin delâlet ettiği mânâya iman.
3. İsimle  ilgili  olarak varid  olan hadislere  iman
Biz, Allah'ın rahîm olduğuna, rahmetinin her şeyi kuşattığına ve kullarına merhamet ettiğine inanırız. O, kadirdir, kudret sahibidir, her şeye gücü yeter. Ğafurdur, mağfiret sahibidir, kullarını  affeder. [31]

Allah Teâlâ'nın Sıfatlarının Kısımları


Allah kendisine rahmet etsin, İbnü'l-Kayyim der ki:
Rabb Teâlâ'ya sıfat olarak bildirilen ve O'nunla ilgili gelen haberler birkaç kısımdır:
Birincisi; Allah Teâlâ'nın zâtına ait olanlar. Zât, Mevcut, şey gibi.
İkincisi; Allah Teâlâ'nın manevî sıfatlarına ait olanlar. el-Alîm, el-Kadîr, es-Semî gibi.
Üçüncüsü; Allah'ın fiillerine ait olanlar. el-Hâlık, er-Razzak gibi.
Dördüncüsü; Allah'ın her türlü eksiklik ve kusurdan münezzeh/uzak oluşuna delâlet edenler. Allah'a nisbet edilen bir ismin sebat ve devamlılık ihtiva etmesi gerekir. Çünkü yoklukta mükemmellik bulunmaz. el-Kuddûs, es-Selâm gibi isimler bu dördüncü gruptandır.
Beşincisi; Bunu insanların pek çoğu zikretmez. Bunlar belirli bir sıfata özgü olmaksızın birçok sıfata birden delâlet eden isimler. Bu isimler tek bir mânâya değil birçok mânâya delâlet ederler. el-Mecîd, el-Azîm, es-Samed gibi.
el-Mecîd, kemal sıfatlarının pek çoğu ile sıfatlanan demektir. Mecîd lafzı buna delâlet eder. Çünkü bu lafız genişlik, çokluk ve fazlalık için kullanılır. Araplar "devenin yemini bol verdi" anlamında "emcede'n-nâgate alefen" derler. "O, yüce arşın sahibidir" ayetindeki "el-Mecîd" kelimesi "arş"ın sıfatıdır. Arşın genişliğini, azametini ve şerefini ifade etmek için ona sıfat olmuştur. [32] Bu ismin, Rasûlullah'ın (s.a.v.) bize öğrettiği gibi Allah'tan peygamberine salât etmesini istemekle nasıl bir arada zikredildiğini bir düşün... [33] Çünkü Allah Teâlâ, nimetinin genişliği, bolluğu ve sürekliliği sebebiyle ziyadeyi talep ve arz makamındadır. Böyle bir istek, ancak ona uygun bir isimle yapılır. Nitekim "Beni affet ve bana merhamet et, şüphesiz sen affedicisin ve merhametlisin" dersin. Böyle bir duanın ardından "Sen işiten ve görensin" demek uygun olmaz. Bu beşinci bölümdeki isimler kendileriyle Allah Teâlâ'ya tevessül edilen isimler ve sıfatlardır. Bu isimler duada tevessül edilecek vesilelerin en yakını ve Allah'a en sevimli olanlarıdır. Müsned ve Tirmizî'de geçen şu hadis bu anlamdadır:
"Ey  celal  ve  ikram  sahibi,  sözüyle Allah'a ısrarla dua ediniz.[34]
Şu hadis de aynı şekildedir:

"Allah'ım! Ben senden isterim. Çünkü hamd sanadır. Sen, gökleri ve yeri yaratan, çok iyilik yapan, kendisinden başka ilah olmayan celal ve ikram sahibisin." [35]
Bu üslûp, kendisi için birşeyler isteme ve Allah'a tevessül  [36] üslûbudur. Tevessül, Allah'a hamdetmekle, kelimeyi tevhidle ve O'nun Mennan ismiyle yapılmıştır. Hadis-i şerifte bize öğretilen dua, Allah Teâlâ'ya O'nun isimleri ve sıfatlarıyla yapılan bir tevessülden ibarettir. Böyle bir dua Allah katında icabete daha layıktır ve daha büyük bir yeri vardır. Bu, tevhidin kapılarından büyük bir kapıdır. Biz, buna işaret ettik. Bu kapı Allah'ın basiret ihsan ettiği kişilere açılan bir kapıdır.
Biz şimdi tekrar konumuza dönelim: Maksadımız Allah Teâlâ'nın birden fazla sıfatına delâlet eden isimlerini anlatmaktır. O'nun pek çok kemal sıfatına delâlet eden bir ismi de "el-Azîm"dir. "es-Samed" ismi de böyledir. Bu isim hakkında İbnu Abbas şöyle der:
es-Samed, ululuk ve yüceliğinde kemale eren efendi demektir. İbnu Vail'e göre ululuk ve yücelikte zirvede olana es-Samed denilir. İkrime'ye göre es-Samed, kendisinden üstünü bulunmayandır. Zeccac ise, ululuk ve yücelikte zirvede olup her konuda kendisine başvurulandır, der. İbnu'l-Enbarî'nin bu konuda söyledikleri şudur: Dilcilerin bu kelimenin anlamı konusunda ihtilafı yoktur. Dilcilere göre es-Samed, insanların ihtiyaçları ve işlerini halletmede kendisine başvurdukları ve kendisinin üstünde başka kimsenin bulunmadığı efendi demektir. Kelimenin kökünde toplamak ve yönelmek anlamları vardır. Samed, maksatların toplandığı kimsedir. Onda ululuk ve yücelik sıfatları toplanmıştır. Lügatteki asıl anlamı budur. Nitekim şair şöyle der:
"Esedoğullarının en hayırlı iki kişisinin yani Amr b. Yerbu'un ve sıkıntılı zamanlarında kendisine başvurdukları efendilerinin ölüm haberini veren haberci acele etti."
Araplar, ululuk, yücelik ve efendilik sıfatlarını bir araya getirmesi ve pek çok kimsenin bu konuma ulaşmayı istemesi sebebiyle asilzadelerini bu isimle isimlendirirlerdi.
Altıncısı; İki isim ve iki sıfattan birinin diğeriyle bir arada zikredilmesiyle oluşan isimler ve sıfatlar. Böyle isimler fazladan bir kıymeti ifade ederler. el-Ganiyyü'l-Hamîd, el-Afüvvü'1-Kadir, el-Hamidü'1-Mecîd gibi. Kur'an'daki bileşik sıfatlar ve bileşik isimlerin geneli böyledir.
el-Ganiyy kemal sıfatlarından birisidir. el-Hamîd de böyledir. el-Ganiyy ve el-Hamîd'in birleşmesi ise başka bir mükemmelliktir. Allah'a, ğaniy olması yönüyle bir övgü, kendisine hamdedilen olması yönüyle başka bir övgü vardır, ikisinin bir arada zikredilmesi ise başka bir övgüyü ifade eder. el-Afüvvü'1-Kadîr, el-Hamidü'1-Mecîd, el-Azîzü'1-Hakîm'de de durum böyledir.
Düşünürsen bunları bilmek, bilgilerin en şereflisidir...
Selbî/olumsuz sıfatlar, Allah Teâlâ'nın sıfatları arasına girmezler. Ancak Allah'ın rububiyet ve ilahlıkta tek olduğunu ifade eden el-Ehad gibi; kemaline aykırı olan her türlü noksanlıktan berî/uzak olduğunu ifade eden es-Selâm gibi olumlu bir mânâyı içerirlerse o zaman Allah'ın sıfatları içine girerler. Olumlu bir mânâyı içerdiği için olumsuz sözlerle Allah'a ait bir vasfı haber vermekte de durum böyledir. Nitekim ayet-i kerimelerde bunun örnekleri çoktur:
"Kendisini ne uyku yakalar, ne de uyuklama." [37]
Bu cümle Allah Teâlâ'nın Hayy ve Kayyum oluşundaki mükemmelliği ifade etmektedir.
"Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı." [38]
Bu ayet, O'nun kudretindeki kemali ifade etmektedir.
"Ne yerde, ne gökte, zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli değildir." [39]
Bu ayet, O'nun ilminin kemalini ifade eder.
"O doğmadı ve doğrulmadı  [40]
Ayeti O'nun kimseye muhtaç olmadığını ve yüceliğini ifade eder.
"Hiçbir  şey  O'na  denk  değildir[41]
Ayeti mükemmelliğiyle tek ve benzersiz olduğunu ifade eder.
"Gözler O'nu göremez" [42]
Ayeti de O'nun büyüklüğünü ve tam olarak kavranıp idrak edilemiyeceğini ifade eder.
Bu durum, Cenab-ı Hakk'ın kendisini böyle olumsuz cümlelerle anlattığı diğer yerlerde de aynı şekildedir. [43]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...