|
İSLAMİYET VE TÜRKLER
Türklerin Müslüman Olmasının Sebepleri: Türkler İslâmiyet'i kılıç zoruyla değil, kendi rızalarıyla kabuletmişlerdir. Şüphesiz bu dini seçmelerinin en önemli sebebi, eski Türk inancı ve anlayışı ile
İslâmiyet arasında birçok benzerlik bulunmasıdır:
1-Eski Türk dini, Gök-Tanrı inancı adıyla bilinmektedir. Bu inanışa göre Türkler, İslâmiyet'teki gibi
tek bir Allah'a inanıyor ve O'na Tanrı (Tengri) diyorlardı. İslâmiyet'te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah'ın
sıfatlarından bazıları, eski Türk inancında da mevcuttu .
2-Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu. Türkler cennet için uçmağ (uçmak),
cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı.
3-İslâmiyet'te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu .
4-İslâmiyet'teki gaza ve cihât ile Türklerin dünya üzerinde töreyi hâkim kılmak için yaptıkları
savaşlar benzer mahiyettedir. İslâm anlayışına göre savaş sonunda elde edilen ganimet helâldir.
Türklerde ise aynı şekilde yağma geleneği vardır.
5-İslâmiyet'in telkin ettiği ahlakî kurallar, Türk anlayışına da uygun düşmektedir.
Türkler tarih boyunca çeşitli dinlere girmişlerdi. Ancak bu dinler halk arasında değil daha çok idareci
kesimde kabul görmüştü. Buna rağmen İslâmiyet dışındaki dinlere girenler Türklüklerini
koruyamamışlardır. İslâm dini, millî yapıya uygun olduğu içindir ki Türkler kitleler hâlinde bu dini
kabul etmişler ve Türklüklerini korumuşlardır.
Türklerin İslâmiyet'e Hizmetleri: Türklerin İslâmiyet'i kabul etmeleri hem İslâm âlemi hem de dünya
tarihi açısından büyük sonuçlar doğurmuştur. Türkler, karışıklık içinde bulunan İslâm dünyasının
koruyuculuğunu üstlendiler. Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler.
Batıda Haçlı Seferleri'ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturuldu . Böylece
İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur . Bin yıla yakın bir süre Türkler, İslâmiyet'in bayraktarlığını
yapmıştır.
Gazneli Mahmud'un Hindistan'a kadar yaptığı seferler neticesinde İslâmiyet Hindistan'a kadar
ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş'in temelleri atılmıştır.
Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlara yerleştiler. Arnavutlar, Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu
dönemde Müslüman oldular.
Türklerin İslâmiyet'e hizmetleri sadece siyasî ve askerî alanla sınırlı kalmamıştır. Devlet idaresi ve
askerî yapılanmada bütün İslâm dünyasını etkileyen Türkler, İslâm medeniyetinin gelişmesinde de
inkâr edilemez hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilim, sanat ve edebiyat alanında İslâm rönesansı,
Türklerin katkıları ve sağladıkları huzur ve emniyet sayesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla İslâm
dininin ve medeniyetinin, dar Arap ve Fars çevresine sıkışıp kalmayarak, evrensel hâle gelmesi yine
Türkler sayesinde mümkün olmuştur, demek yanlış olmaz.
Meselâ, Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medreseleri (1066 ),
öyle büyük bir üne sahip oldu ki, bu medreseler İslâm medreselerinin ilk örneği olarak kabul
edilmişti. Halbuki Samanoğulları ve Gazneliler devrinde de medreselerin bulunduğu bilinmektedir.
Ancak Nizamiye Medreseleri dinî bilimler yanında müspet ilimlerin de okutulduğu ilk medreseler
olmakla, modern üniversitelere öncülük etmiştir.
Abbasiler zamanında başlayan eski Yunan ve Helen medeniyetlerine ait eserler ve felsefe
akımlarının çevirileri, Türk hâkimiyeti devresinde zirveye ulaşmış idi. Böylece İslâm medeniyetinde
büyük gelişmeler olmuştur. Batıda unutulmuş olan Yunan ve Helen medeniyeti, Haçlı Seferleri
sayesinde İslâm medeniyeti ile birlikte tekrar Avrupa'ya taşınmıştır. İslâm medeniyetinin öncüleri
durumunda olan Türk bilginler bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca bilime rehberlik
etmiştir.
Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve İbni Sina'dır.
Oğuzların Karaçuk (Farab) şehrinde doğan Farabi (870 -950), matematik, fizik, astronomi vb.
konularda 160 kadar kitap yazmıştır. Ancak onu asıl önemli kılan Helen felsefesinin akılcı, mantığa
dayalı yönüyle İslâm düşüncesini kaynaştırdığı felsefe alanındaki çalışmaları olmuştur. Aristo'nun
düşüncelerini en iyi açıklayan kişi olduğundan "Muallim-i Sâni" (İkinci öğretmen). adıyla anılmıştır.
Eserlerinin çoğunun Lâtinceye çevrildiği batıda "Al-farabıus" adıyla bilinmektedir. İhsâ'ül -Ulûm isimli
eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran Farabi aynı zamanda Öklit geometrisini de açıklamıştır .
Farabî'nin düşüncelerinden etkilenen İbni Sînâ (980-1037), çeşitli konularda 220 civarında eser
vermiş diğer ünlü bir Türk bilginidir. Avrupa'da "Avicenna" adıyla bilinmektedir. Felsefe ve müspet
bilimlerle uğraşan İbni Sina asıl ününü tıp alanında kazanmıştır. "El-Kanun fi't-Tıb" adlı eseri
Lâtinceye çevrilmiş ve yüzlerce yıl ders kitabı olarak okutulmuştur.
Birûnî (973 -1051), Harzemşahların sarayında yetişti ve Gazneli Mahmud'un himayesine girdi.
Matematik, geometri, tıp ve coğrafya gibi alanlarda 113'ten fazla eser veren Birûnî'nin asıl başarısı
astronomi dalındadır. Yıldızların yüksekliğini, açılarını ölçen hassas aletler geliştirdi. Dünya
çekirdeğinin çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla 6338.8 km olarak tespit etmiştir. Yazdığı
astronomi kitabı, dünyanın ilk astronomi ansiklopedisi olarak kabul edilmektedir.
Farabî ve İbni Sina'nın açtığı yoldan birçok Türk âlim ilerlemiştir. Felsefe dalında; El-Harezmî,
Şehristânî ve tasavvufun öncülerinden Gazali, İbni Rüşd, Fahreddin Razi, geometride Abdurrezzak
Türkî, trigonometri'nin kurucularından Abdullah el-Baranî ilk akla gelenlerdir .
Selçuklu Sultanı Melikşah İsfehan ve Bağdat'ta birer rasathane kurdurarak, İranlı ünlü matematikçi
ve astronom Ömer Hayyam'ı buralarda görevlendirdi. Ömer Hayyam'ın da içinde bulunduğu bazı
bilim adamları, Melikşah adına güneş yılına dayanan Celâlî veya Takvim-i Melikşâh adlarıyla anılan
bir takvim hazırladılar.
Sanat ve mimarlık alanlarında da Türk-İslâm devletleri zamanında büyük gelişme görülmektedir.
Türk-İslâm kültürü ve sosyal hayatına uygun olarak gelişen mimarlığın en önemli örnekleri cami,
medrese, kervansaray, imaret, darüşşifa (hastane) vb.dir. İlk Türk-İslâm mimarî örneği, Tolunoğlu
Ahmed tarafından Kahire'de yaptırılan Tuluniye Camisi'dir ve bugün dahi varlığını korumaktadır.
Türkler tarafından geliştirilen kubbe, kemer ve sütun biçimleri, Orta Asya yaşantısı ve çadır
kültürünün, İslâm mimarîsine yansıtıldığı yeni bir mimarî üslûbu getirmiştir. Özellikle tekke, kümbet,
cami ve medrese gibi yapılarda, Türk mimarî üslûbunun eşsiz örnekleri görülür.
Yazı, cilt, çini, minyatür sanatları ile seramik, dokumacılık, taş ve maden işçiliği vb. alanlarda Türkler
eşsiz örnekler vermişlerdir. İslâmî anlayışa uygun düşmemekle beraber heykel ve kabartma
sanatını devam ettirmişlerdir. Örneğin birçok yapıda hayvan figürleri kullanılmış, Sultan Tuğrul
bastırdığı madalyona kabartma resmini koydurmuştur. Müzik alanında da Türkler yenilikler
getirmişlerdir.
Farabî müzik üzerine iki eser yazmış ve bunlar dünya müzik tarihine geçmiştir.
Eserinde ses ve müziğin fizik temellerini inceleyerek, ses perdesinin özelliklerini ilk defa ortaya
koymuştur. Saraylardaki nevbet (bando), Osmanlı askerî mehterine örnek olmuştur.
Ayrıca bazı tarikatlerin yaptıkları dinî müzik ve rakslar,
Türk tasavvuf musikisinin ve semahların özünü oluşturmuştur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|