03 Mart 2013

EBÛ HUREYRE (r.a.):









EBÛ HUREYRE (r.a.):
Meşhûr Sahâbî. Eshâb-ı kirâm arasında en çok hadîs-i şerîf bilen ve rivâyet edenlerdendir. İsmi
hakkında değişik rivâyetler olup, en doğru rivâyete göre isminin Abdurrahman bin Sahr olduğu bildirilmiştir. Yemen’in Devs kabilesindendir. Künyesi Ebû Hureyre’dir. Bu künyenin verilişi hakkında kendisi
şöyle demiştir: “Ben çocukken koyunlarımızı güderdim. Küçük bir kedim vardı. Gündüz onu yanıma alır,
onunla oynardım. Gece otların arasına bırakırdım. Bu sebeple babam bana Ebû Hureyre (Kedicik babası)” dedi. Bir rivâyeti de şöyledir: “Bir gün kaftanımın içinde küçük bir kedi taşıyordum. Resûlullah (s.a.v.)
gördü. “Nedir bu?” buyurdu. Ben de, “kedicik” dedim. Bunun üzerine Resûlullah bana “Ey kedicik babası” buyurdu. Ebû Hureyre (r.a.) 57 (m. 678) senesinde 78 yaşında iken Medine-i Münevvere’de vefât
etti.
Ebû Hureyre (r.a.) hicretin 7. senesinde (m. 628) müslüman oldu. Gençliğinde fakîrlik ve sıkıntı i-
çinde yaşamıştır. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti. Yemendeki Devs kabilesinin en ileri gelenlerinden ve meşhûr şair olan Tufely bin Amr (r.a.) vasıtasıyla müslüman oldu. Tufeyl bin Amr (r.a.) Peygamber efendimizin (s.a.v.) duâsı ve emri üzerine kabilesini İslâma davet edince ilk kabul eden Ebû
Hureyre (r.a.) oldu. Hicretin 7. yılında Tufeyl bin Amr (r.a.) îmân edenlerle birlikte Yemen’den ayrıldılar.
Yetmiş kişiden fazla bir kafile halinde Medine’ye geldiler. Ebû Hureyre bir an önce Peygamberimizi
(s.a.v.) görmek, Ona kavuşmak aşkıyla yanıyordu. Yolculuğun uzun sürmesinden sıkılıyor, sabırsızlanı-
yordu. Bu halini su beyitle dile getirmiştir:
“Yâ leyleten min tûlihâ ve anâihâ,
Âlâ ennehâ min daret-il küfri necceti.”
(Ey yolculuk gecesi! Bıktım yolun uzunluğundan ve sıkıntısından. Fakat bu yolculukdur, kurtaran
beni küfür ve inkâr yurdundan...)
Ebû Hureyre (r.a.), Medine’ye geldiği sırada Peygamberimiz (s.a.v.) Hayber’in fethine gitmişti. Bu
gelişini şöyle anlatmıştır. “Resûlullah (s.a.v.) Hayber’de bulunduğu sırada Medine’ye Muhâcir olarak
geldim. Sabah namazını Resûlullahın (s.a.v.) vekil bıraktığı Siba’ bin Urfuta’nın (r.a.) arkasında kıldım.
Birinci rek’âtte Meryem sûresini, ikinci rek’âtte Mutaffifîn sûresini okudu. Namazdan sonra Siba’ bin
Urfuta’nın (r.a.) yanına vardık, bize bir miktar yiyecek ikrâm etti.”
Peygamberimiz (s.a.v.) Hayber’de olduğu için Medine’ye gelen bu kafile doğruca Haybere hareket
etti. Oraya vardıklarında Peygamberimiz (s.a.v.) Natat kalesini fethetmiş, Kâtibe kalesini de kuşatmıştı.
Peygamberimizin (s.a.v.) yanına vardıklarında Ebû Hureyre’ye bakıp, “Sen kimlerdensin?” buyurdu. O
da: “Devs kabilesindenim!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Devs içinde kimi gördümse, onda hayır
gördüm” buyurdu. Bundan sonra Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimize (s.a.v.) müslüman olduğuna dair
bîat etti. Eliyle musafeha ederek, müslüman olduğunu bildirdi. Gelirken yolda kölesini kaybetmişti. Ebû
Hureyre (r.a.) Peygamberimizle (s.a.v.) otururken kölesi çıkageldi. Peygamberimiz (s.a.v.) “İşte kölen
geldi!” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Hureyre (r.a.): “Şahid ol ki o, hürdür. Ben onu Allah rızası için âzâd
ettim” dedi. Hayber’in fethinden sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ebû Hureyre’ye (r.a.) ve Yemen’den gelen Devs’lilere Hayber’de alınan ganimetlerden hisse verdi. Sonra Medine’ye döndüler. Bundan sonra Ebû Hureyre (r.a.) Yemen’e dönmeyip Medine’de kaldı.
Ebû Hureyre (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) yanına geldikten sonra artık O’ndan hiç ayrılmadı. Ticâret, mal, servet gibi hiçbir meşgalesi yoktu. Bunlarla hiç uğraşmadı. Eshâb-ı kirâmın en fakîri olup,
Eshâb-ı Suffa arasına katıldı. Eshâb-ı Suffa, Mescid-i Nebî’de kalır hep ilimle meşgul olurdu. Ebû
Hureyre (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) hep huzurunda bulundu. Bu hal Peygamberimizin vefâtına kadar dört sene sürdü, işçilik yaparak geçimini temin ederdi. Yemen’den gelen annesi de yanında kalmakta idi.
Peygamberimizin (s.a.v.) yanında devamlı bulunduğu için pekçok hadîs-i şerîf işitmiş ve rivâyet
etmiştir. Bir gün Peygamberimize (s.a.v.) şöyle demiştir: “Yâ Resûlallah (s.a.v.) senden işittiklerimi hâfı-
zamda fazla tutamıyorum.” Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) “Örtünü uzat” buyurdu. O da ridasını- 235 -
uzattı. Resûlullah (s.a.v.) Ona duâ etti, iki mübârek eliyle üç defa O’na doğru nûr saçtı ve “Örtünü göğ-
süne sür” buyurdu. O da sürdü. Böylece Allahü teâlâ O’na öyle bir hâfıza ihsan etti ki, işittiği hiç bir şeyi
unutmadı, ömrü de uzun oldu. Böylece çok hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Ebû Hureyre, Peygamberimizin (s.a.v.) yanına geldikten sonra hizmetine girmiş ve başka hiç bir
işle meşgul olmamıştır. Bilmediği ve öğrenmek istediği herşeyi, Peygamberimizden (s.a.v.) sorup öğ-
renmiştir. Bir zât, İbn-i Ömer’e (r.a.) “Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullahtan (s.a.v.) bu kadar çok hadîs rivâyet
ediyor, doğru mu?” dediğinde İbn-i Ömer (r.a.) “Yemin ederim ki, hiç birinde şek ve şüphe yoktur. Çünkü
Ebû Hureyre her zaman Resûlullaha (s.a.v.) sual sorar, aldığı cevapları ezberlerdi.” demiştir.
Eshâb-ı kirâm arasında Muhâcirîn ve Ensârın bir çoklarının bilmediği hadîs-i şerîfleri Ebû Hureyre
(r.a.) bilirdi. Çünkü Eshâb-ı kirâmın çoğu iş güç sahibi olduğundan, bir kısmı çarşıda, pazarda çalışır, bir
kısmı ziraatle meşgul olurdu. Bu sebeple her zaman ve her saat Resûlullahın (s.a.v.) yanında bulunma
fırsatını elde edemezlerdi. Eshâb-ı kirâmdan bir kısmı ise kendini tamamen ilme vermiş olup,
Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda bulunurdu. Bunların en başında gelen Ebû Hureyre (r.a.) idi. Bu bakımdan o herkesin duymadığı hadîs-i şerîfleri işitip rivâyet etmiştir. Onun bu hali Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri tarafından da bildirilmiştir. Ebû Âmir şöyle rivâyet eder: “Bir gün ben Talha (r.a.) ile konuşuyordum.
Biri gelip, Ebû Hureyre’den (r.a.) bahsederek “Bu Yemenli mi, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) hadîs-i şerîflerini
çok biliyor yoksa sen mi?” dedi. Elbette O çok bilir, çünkü O, hergün Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda ve
hizmetinde bulunmuştur. Biz eşlerimizle ve ailemizle, evimizde oluyorduk. Onun böyle bir meşgalesi
yoktu. Bu bakımdan O bizden daha fazla bilir dedim.”
Bir defasında Hz. Âişe’den soruldu: “Resûlullahın (s.a.v.) sözlerini ve hallerini siz mi çok biliyorsunuz, yoksa Ebû Hureyre mi?” Hz. Âişe şöyle cevap verdi: “Ebû Hureyre (r.a.) bilir. Çünkü ben ev işleriyle
meşgul olurdum. Yemin ederim ki, Ebû Hureyre (r.a.) bütün vaktini Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda ge-
çirmiştir.” buyurdu. Ebû Hureyre (r.a.) dört sene gibi kısa bir zamanda pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmesini başkalarının yadırgamasına şöyle cevap vermiştir “Evet ben Hayber gazâsı sırasında Resûlullahın
(s.a.v.) huzuruna kavuştum. O sırada 30 yaşlarında idim. Ondan sonra, hep Resûlullahın (s.a.v.) yanında bulundum. Evine girip çıktım, hizmet ettim. Birçok muharebede de hizmetinde bulundum. Resûlullah
(s.a.v.) ile birlikte hacca gittim. Elbette daha fazla hadîs-i şerîf bilirim. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) ile temasım diğerlerinin temasından daha çoktur.”
Hadîs-i şerîf öğrenme hususundaki, gayreti bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından açıkça ifade
edilmiştir. Bir gün Peygamberimize (s.a.v.), “Kıyâmet günü şefâatinize nâil olacaklar kimlerdir yâ
Resûlallah” diye sormuştum. Peygamberimiz (s.a.v.) “Ey Ebû Hureyre, senin hadîse karşı hırsını bildiğim için hiç kimsenin senden önce bu suâli bana sormayacağını biliyordum. Kıyâmet günü benim şefâatime kavuşacak olan kimse hulûs-i kalb ile “Lâ ilâhe illallah” diyen kimse olacaktır.”
buyurmuştur.
Ebû Hureyre, 5374 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Peygamberimizden (s.a.v.) bizzat işiterek ve
Eshâb-ı kirâmdan Hz. Ebû Bekir’den, Hz. Ömer’den, Hz. Âişe’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden de Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Enes bin Mâlik, Vasile bin Eska, Cabir bin Abdullah başta olmak üzere 800’den fazla Eshâb ve Tâbiîn hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyetleri toplanıp
yazılmıştır. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler bütün hadîs kitaplarında olup, 325 rivâyeti
Buhârî ve Müslim’de ittifak halinde yer almıştır. Sahih-i Buhârî’de ayrıca 93 ve Sahih-i Müslim’de ayrıca
189 rivâyeti vardır. Ondan hadîs-i şerîf rivâyet edenlerden biri olan Beşîr bin Nuhayk’dır. Ebû
Hureyre’den işittiği hadîs-i şerîfleri yazmış ve sonra da bizzat Ebû Hureyre’ye (r.a.) okuyup dinleterek
rivâyet izni almıştır. Ömer bin Abdulazîz, Eshâb-ı kirâmdan işitilen hadîs-i şerîflerin yazılıp, bir kitapta
toplanmasını Kesir bin Mürre el-Hadramî’ye bir mektub yazarak emir vermişti. Bu mektûbta Ebû
Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin yazılmamasını, çünkü onların yanında yazılı olarak bulunduğunu ayrıca belirtmiştir. Ebû Hureyre (r.a.) ve diğer Sahâbe daha Resûlullah (s.a.v.) hayatta iken
işittikleri hadîs-i şerîfleri yazmaya başlamışlardır. Böylece asr-ı se’âdetten itibaren Sahâbe ve Tâbiîn
devrinde hadîs-i şerîfler yazılmıştır. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden 140 kadarını
içine alan bir kitap vardır. Bu kitap kendi talebesi Hemmam bin Münebbih tarafından yazılmış ve “esSahife’tüs-Sahiha” ismi verilmiş ve zamanımıza kadar muhafaza edilmiştir. Ebû Hureyre’ye (r.a.) ait bu
sahife müsteşriklerin “Hadîs-i şerîfler Resûlullahın (s.a.v.) vefâtından üç asır sonra yazılmıştır” şeklinde
ileri sürdükleri iddianın saçma ve kasıtlı olduğunu ortaya çıkartmaktadır.
Ebû Hureyre (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Ben Resûlullahdan (s.a.v.) iki çeşit ilim öğrendim. Eğer ikincisini söylesem bana mecnun dersiniz” buyurmuştur. Dört sene gibi bir zaman içerisinde, gecegündüz Resûlullahın (s.a.v.) huzurundan ayrılmamış, bütün işini gücünü bırakmıştır. Hep Peygamberimizin (s.a.v.) buyurduklarını dinleyip, hıfz etmiştir (ezberlemiştir). Hatta günlerce aç kaldığı halde dîni
öğrenme gayretiyle buna katlanmıştır. Bu hususta kendisi şöyle anlatmıştır. “Bir gün açlığa dayanamayarak evimden çıkıp mescide gittim. Günlerce bir şey yememiştim. Oraya varınca bir grup Eshâbın da - 236 -
orada olduğunu gördüm. Yanlarına varınca “Bu saatte niçin geldin Yâ Ebâ Hureyre” dediler. Ben de “Aç-
lık beni buraya getirdi” dedim. Onlar, “Biz de açlığa dayanamayarak buraya çıkıp geldik” dediler. Bunun
üzerine hep birlikte Resûlullahın (s.a.v.) huzuruna gittik. Huzuruna varınca “Bu saatte buraya gelmenizin sebebi nedir?” buyurdu. Biz de “Açlık, Yâ Resûlallah (s.a.v.)” dedik. Bir tabak hurma getirdi. Hepimize ikişer tane hurma verdi. Ben birini yedim, birini sakladım. Resûlullah (s.a.v.) görüp, “Niçin onu
da yemedin?” buyurdu. “Birini de anneme ayırdım” dedim. Resûlullah (s.a.v.) “Onu da ye, sana annen
için iki tane daha vereceğiz” buyurdu. Annem için iki tane daha verdi.
Yine Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmıştır: “Bir gün Resûlullaha (s.a.v.) bir kâse süt hediye getirildi.
Ben o gün çok açtım. Resûlullah bana “Git Eshâb-ı Suffayı çağır” buyurdu. Çağırmaya gittim. Giderken bu sütün hepsi bana ancak yeter diye aklıma geldi. Eshâb-ı Suffa’yı çağırdım, yüz kişi kadar vardı.
Resûlullahın (s.a.v.) emri üzerine o süt kâsesini alıp her birine ayrı ayrı verdim. Hepsi doyasıya içti.
(Resûlullahın (s.a.v.) mu’cizesi ile artıyordu). Sonra Resûlullah (s.a.v.) “Ben ve sen kaldık iç.” buyurdu.
Ben de biraz içtim, “İç” buyurdular. Tekrar içtim, içtikçe “İç” buyurdular. O kadar içtim ve doydum ki,
artık hiç içecek halim kalmadı. Sonra da kâseyi alıp Resûlullah (s.a.v.) içti...”
Ebû Hureyre (r.a.) müslüman olduktan sonra annesinin de müslüman olmasını çok istiyor, bunun
için çok uğraşıyordu.
Fakat bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu hususta şöyle anlatmıştır: “Bir gün Peygamberimizin
(s.a.v.) huzuruna gidip, Yâ Resûlallah (s.a.v.) annemi İslâma da’vet ediyorum, bir türlü kabul etmiyor. Bu
gün de müslüman olmasını söyledim. Bana hoş olmayan sözlerle karşılık verdi, kabul etmedi. Hidayete
kavuşması için duâ buyurunuz dedim. Bunun üzerine “Allahım! Ebû Hureyre’nin annesine hidâyet
ver!” buyurdu. Duâyı alınca sevinerek eve gittim. Eve varınca annem “Yâ Ebâ Hureyre ben müslüman
oldum” dedi ve kelime-i şehâdeti söyledi. Ben sevincimden yerimde duramıyordum. Tekrar Resûlullahın
(s.a.v.) yanına koştum. Sevincimden ağlayarak annemin müslüman olduğunu müjdeledim. Yâ
Resûlallah (s.a.v.) annemi ve beni mü’minlerin sevmesi için, bizim de mü’minleri sevmemiz için duâ ediniz dedim. Resûlullah (s.a.v.) “Allahım şu kulunu ve annesini mü’min kullarına, mü’minleri de onlara sevdir.” buyurarak duâ etti. Artık beni bilen ve gören her mü’min sevdi.
Ebû Hureyre’nin (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) vefâtından sonra en çok sevdiği ve meşgul oldu-
ğu iş hadîs-i şerîf rivâyet etmek ve yaymak olmuştur. Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında idarî işlerle
meşgul olmamıştır. Hz. Ömer’in halifeliği sırasında Bahreyn valiliğine tayin edildi. Bir müddet bu vazifeyi
yaptı. Hz. Osman’ın halifeliği sırasında Mekke kadılığı yaptı. Hz. Muâviye’nin halifeliği sırasında da Medine valisi oldu.
Ebû Hureyre (r.a.), Peygamberimizden (s.a.v.) bizzat öğrendiği din bilgilerini ve işittiği hadîs-i şerîflerin İslâm dünyâsına yayılması hususunda çok büyük hizmet yapmıştır. Her Cum’a günü namazdan
önce hadîs-i şerîf dersleri verirdi. Hadîs-i şerîf öğrenmek için gelenler onun etrafında toplanırdı. Onun
ders meclisi pek geniş olup, bir çok kimse ondan ilim öğrenip, ilimde yükselmiş ve hizmet etmiştir. Ebû
Hureyre (r.a.) fazîleti ve İslâmı yaşamasıyla en mükemmel bir nümûne idi. Çok geceleri ibâdet ile geçirir,
sabaha kadar namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Her ayın başında üç gün oruç tutardı. İbâdetlerde çok
ihtiyatlı hareket ederdi. Hep abdestli bulunur ve Resûlullah (s.a.v.) “Abdestli olan vücûd a’zâsına Cehennem ateşi dokunmaz” buyurdu, derdi.
Osman en-Nahaî şöyle nakletmiştir: “Ebû Hureyre’yi (r.a.) yedi gün misafir ettim. Aile efradı ile birlikte çok kere geceleri namaz kılarak ve Kur’ân-ı kerîm okuyarak geçirirlerdi.”
İkrime (r.a.) da, Ebû. Hureyre (r.a.) her gün onbirbin tesbih çekerdi, demiştir. Ölümü yaklaştığında
ağlamıştı. Sebebi sorulunca “Âhıret azığının azlığından ve yolculuğun zorluğundan” demiştir. Allah korkusu, mahşer gününün hesabından bahsedilince titremeye başlar, bazan ağlayarak kendinden geçerdi.
Şakya Eshahi şöyle rivâyet etmiştir: “Bir defasında Medine’ye Ebû Hureyre’yi (r.a.) ziyâret için
gelmiştim. Resûlullahın (s.a.v.) kıyâmet gününe dair bir hadîs-i şerîfini rivâyet ederken, birdenbire feryad
edip, kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince neden böyle yaptığını sordum. Biliyormusun?
Kıyâmet günü için Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kıyâmet günü Allahü teâlânın insanları hesaba
çekeceği gündür. Kur’ân-ı kerîme, O’nun emirlerine uyanlar (hak yolu tutanlar) makbul olup, uymayanlar cezalandırılacaktır. Kur’ân-ı kerîmi bitip okuyan, öğrenip öğretenlerden amel etmeyenlerin vay haline” Kur’ân-ı kerîmde insanlara emirler vardır. Fakîri himaye etmek, sadaka vermek, akrabayı ziyâret etmek... Bunların hepsini yerine getirmek gerekir. İşte bunun için kıyâmet gününden korkarım dedi.”
Ömrünün son günlerinde hastalandı. Hastalığını duyanların ziyârete gelmesiyle büyük bir kalabalık
toplandı. Bu hastalığı sırasında “Allahım sana kavuşmayı seviyorum. Bunu bana nasîb eyle” demiştir.
Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı şunlardır: - 237 -
“Bir kimse bir mü’minin dünyâ üzüntülerini giderip ferahlandırırsa, Allah da kıyâmet günü
onun üzüntülerinden birini giderir.”
“Her kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da dünyâ ve âhirette onun ayıbını örter.”
“Her kim eli dar olan borçluya kolaylık gösterirse, Allah da dünyâ ve âhirette ona kolaylık
gösterir.” “Bir kul din kardeşine yardımda bulundukça, Allah da ona yardım eder.”
“Bir kimse ilim tahsili için yola çıkarsa, bundan dolayı Allah ona Cennet yolunu kolaylaştı-
rır.”
“Herhangi bir cemaat câmilerden birinde toplanıp, Kur’ân-ı kerîm okur, onların üzerine sü-
kunet nâzil olup, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır. Cenabı Hak da onları, nezdinde
olan melekler ve peygamberlerle zikreder.”
“Ameli kendisini geride bırakan kimseyi, nesebi ileri götüremez.”
“Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği vakit Cibrîl’e, Allah filânı seviyor, onu sen de sev, diye emreder. Cibrîl de onu sever ve ehli semaya (meleklere) Allah filanı seviyor, siz de onu seviniz, diye
seslenir. Bunun üzerine melekler o kimseyi severler. Sonra da yeryüzünde (insanlar arasında)
onun sevgisi, kalblerde yerleşir.”
“Müslümanın müslüman üzerinde hakkı beştir. Bunlar: Selâm almak, hastayı ziyâret etmek,
cenâzeyi teşyi etmek, davete icâbet eylemek (kabul edip, gitmek), aksırana “Yerhamükellah” Allah sana rahmet etsin, demek.”
“Herhangi bir kul dünyâda diğer bir kulun ayıbını örterse, kıyâmet gününde Allah da onun
ayıbını örter.” “Birbirinize hased etmeyiniz. Alış verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın
durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız.
Allah’ın kulları kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulm etmez, onu yardımsız
bırakmaz, ona hor bakmaz.”
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) üç defa göğsünü işaret buyurarak:
“Takva işte buradadır. Bir kimsenin şerir olması için müslüman kardeşini hor görmesi kâfidir. Müslümanın müslümana kanı, malı, ırzı harâmdır” buyurdu.
“Ramazan ayı gelince Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.”
“İnsanların Cennete girmelerine en çok yardımcı olan, takva, Allah korkusu ve güzel ahlâktır.”
“Kadın elbisesi giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına la’net olsun.”
“Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum
nafile ibadetleri yapınca, onu çok severim, öyle olur ki, benimle işitir, benimle görür, benimle
herşeyi tutar. Benimle yürür, benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum buyurdu.”
“Bir zaman gelir ki, müslümanlar birbirlerinden ayrılır, parçalanırlar. Şeriati bırakıp kendi
düşüncelerine, görüşlerine uyarlar. Kur’ân-ı kerîmi mizmarlardan, ya’ni çalgılardan, şarkı, gibi
okurlar. Allah için değil keyf için okurlar. Allahü teâlâ bunlara lâ’net eder. Azab verir.”
Ebû Hureyre’nin (r.a.) şöyle dediği rivâyet edilmiştir.
“Biri “Ey Allahın Resûlü, kime iyilik edeyim?” diye sordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Annene”
buyurdu. “Sonra kime?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) “Annene” buyurdu. “Sonra kime?”, diye sordu.
“Annene” buyurdu. Adam tekrar “Sonra kime” diye sordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Babana” buyurdu.
“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanlarıdır ve hayırlı olanlarınız da, kadınlara karşı hayırlı olanlardır”
“Allaha ve Kıyâmet Günü’ne îmân edenler, komşusuna eziyet etmesin. Allaha ve Âhıret Gü-
nüne imânı olan, misafire ikrâm etsin. Allaha ve Âhıret Gününe îmân etmiş olan, ya hayır söylesin ya sussun.”
“Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar kadını seç, mes’ûd
olursun.”
“Yedi sınıf insan vardır ki, Allahü teâlâ onları hiç bir gölge bulunmayan günde (Kıyâmet Gü-
nünde) Arş’ının gölgesinde gölgelendirir. Adaletli Devlet Reisi, Allaha ibâdet ederek büyüyen - 238 -
genç. Kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen ve bu uğurda birleşip bu sevgi ile
ayrılan iki kişi, mevki sahibi olan güzel bir kadın tarafından zinaya çağırıldığı halde “Ben Allah’tan korkarım” cevabı ile mukabale eden kimse, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak surette gizli sadaka veren kimse, tenha yerde Allahı zikrederek gözleri yaşla dolup taşan
kimsedir, “
“Sadaka, malı eksiltmez, insan afvettikçe Allah da onun izzetini ve şerefini arttırır. Her kim
Allah için tevazu ederse, Allah onu yükseltir.”
Birgün Eshâb-ı kirâma karşı “Müflis kime denir biliyor musunuz?” buyurunca, Eshâb-ı kirâm
“Parası ve malı olmayan kimseye diyoruz.” dediler. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyâmet günü defterinde, çok namaz, oruç ve
zekât sevabı bulunur. Fakat, bir kimseye sövmüş, iftira etmiş, malını almış, kanını dökmüş, dövmüş. Sevâbları, bu hak sahiblerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce, sevâbları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır.”
Biri Ebû Hureyre’ye (r.a.) ilim öğrenmek isterim, fakat sonra kaybederim diye korkuyorum demesi
üzerine; Ebû Hureyre, “Asıl ilmi kaybetmek bu düşünce ile onu öğrenmemektir.” diye cevab verdiler. Ebû
Hureyre (r.a.) buyurdu ki:
“Kıyâmet günü, Allahü teâlânın huzurunda kıymetli olanlar verâ ve zühd sahibleridir.”
“Kur’ân-ı kerîm okunan eve bereket, iyilik gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar.”
“Kıyâmet günü kul Allahü teâlânın huzuruna getirildiğinde, Cenab-ı Hak ona: “Ey kulum, sen benim için dostlarımı sevdin mi? Tâ ki ben de o dostlarım için seni seveyim.” buyuracak.
 1) Sahîh-i Buhârî cild-5, sh-123
 2) Sahîh-i Müslim cild-4, sh-1957
 3) Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel cild-2, sh-243, cild-4, sh-399
 4) Sünen-i Tirmizî, Kitab-ul-ilm, bab-12
 5) Sîret-i İbn-i Hişâm cild-2, sh-24
 6) El-İstiâb cild-4, sh-202
 7) El-Îsâbe cild-4, sh-202
 8) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-375
 9) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-325
10) Tehzîb-ül-esmâ, ve’l-luga cild-12, sh-270
11) Tezkiret-ül-Huffâz cild-2, sh-32
12) El-A’lâm cild-3, sh-308
13) Metâli’-un Nücûm cild-3, sh-128
14) Kâmûs-ul-A’lâm cild-2, sh-767
15) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-999
16) Dürr-ül-meârif sh-42, 43
EBÛ İDRİS HAVLÂNÎ (r.a.):
Tâbiînin fakîhlerinden İslâm Hukuku âlimidir. İsmi, Âizullah bin Abdullah, künyesi, Ebû İdrîs. Hicrî
sekizinci yılda doğdu. 80 (m. 699) yılında vefât etti. Saîd bin Abdulazîz (r.a.) buyurur ki: “EbüdDerda’dan sonra Şamlıların âlimi (bilgini) idi. “Mekhûl (r.a.) “İlmiyle; amel eden bir zât idi. Onun ilmi pek
çok idi” der.
Ebüderdâ, Ebû Zer, Huzeyfe, Ubâde bin Sâmit, Avf bin Mâlik, Ebû Hureyre ve daha bir çok âlimlerden hadîs bildirmiştir. Ondan da Zührî, Mekhûl, Yunus bin Meysere ve başka âlimler, hadîs rivâyet
etmişlerdir. Nesâî, Onun hadîs ilminde güvenilir olduğunu kabul etmektedir. Ebû İdris hazretleri, Şamlıların vaizi ve kadısı (hakimi) idi.
Ebû İdris hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerîfler:
Hadîs-i kudsîde; Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Ey kullarım, zulmü kendime harâm kıldım. Onu size de harâm kıldım. Öyleyse birbirinize
zulüm yapmayınız.
Ey kullarım! Siz, gece ve gündüz hata edersiniz. Ben de sizin bütün günahlarınızı bağışlarım. Benden bağışlanmanızı dileyiniz. Ben sizi bağışlarım.
Ey kullarım! benim yedirip, doyurduklarım dışında hepiniz açsınız, onun için, benden sizi
doyurmamı isteyiniz, ben sizi doyururum.
Ey kullarım! Ben sizi giydirmezsem sizler, çıplak olurdunuz. O halde benden giydirmemi isteyiniz, ben de sizi giydireyim. - 239 -
Ey kullarım! Siz bana zarar veremezsiniz. Fayda da veremezsiniz. Ey kullarım! Eğer sizin
evvelkileriniz ve sonrakileriniz, cinler ve insanlar bir araya gelseniz, hepiniz en kötü bir insan
durumunda olsanız bu benim, her şeyin sahibi olmamdan zerre miktarı bir şey eksiltmez.
Ey kullarım! Sizin önce geçenleriniz ve sonra gelenleriniz, cinler ve insanlar bir yerde bir
araya gelseler, benden isteseler, ben de herkese, her istediğini versem, iğnenin koskoca bir deniz batırılmasıyla meydana gelen eksiklik kadar birşey olur.
Ey kullarım! Amelleriniz size, gösterilir. Kim hayır bulursa, bana hamd etsin. Kim bundan
başkasını bulursa, ancak kendini kınasın.”
Ubâde bin Sâmit hazretleri buyurur ki: Resûlullah’ın (s.a.v.) yanında idik. Şöyle buyurdular.
“Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak ve zina etmemek üzere bana
bîat ediniz. Sizden kim, buna riâyet ederse, onun mükafatını Allahü teâlâ verir. Kim de günah iş-
leyip, dünyâda cezasını görürse, bu onun için günahlarına keffâret olur. Yine bir kimse, günah
işleyip, Allahü teâlâ onu gizlerse, onun durumu Allahü teâlâ’ya kalmıştır. Dilerse bağışlar, dilerse
azâb eder.”
Aralarında Ubâde bin Sâmit’in de bulunduğu Resûlullah’ın (s.a.v.) Eshâbından bir cemaatin (topluluğun) arasında idim. Vitir namazından konuşuyorlardı. Bazısı ona vâcib, bazısı sünnet buyurdular.
Ubâde bin Sâmit (r.a.) ise, Ben Resûlullah’tan (s.a.v.) işittim “Bana, Allahü teâlâ’nın indinden Cebrâil
(a.s.) geldi. Yâ Muhammed! Allahü teâlâ, “Ben ümmetime beş vakit namazı farz kıldım. Kim onları, güzelce abdest alıp hepsini vakitleri gelince, rükûlarına, secdelerine riâyet ederek (gözeterek)
kılarsa, karşılık olarak onu Cennete koyacağıma dair bir ahdim (söz) vardır. Kim de bana, bunlardan herhangi birisinde noksan olarak gelirse, yine onun için benim indimde bir ahd (söz) vardır.
Dilersem ona azâb, dilersem merhamet ederim.”
Ebû İdris hazretleri buyurdular ki:
Yemenli bir zât şöyle duâ ediyordu. “Allahım! Benim bakışımı ibret, susmamı, tefekkür, konuşmamı zikr (Allahü teâlâ’yı hatırlama) yap”
“Horasan’da Dahhâk (r.a.) ile karşılaştım. Üzerimde, eski bir kürk vardı. Dahhâk buyurdu ki: “Kirli
elbiseler içerisinde temiz bir kalb temiz elbiseler içindeki kirli bir kalbden daha hayırlıdır (iyidir).”
“Mescidler, iyi kimselerin meclisleridir.”
“Kur’ân-ı kerîm Allahü teâlâ’nın emirlerine itâat edenleri müjdeler, günahkârları korkutur. Yapılması
gerekli işleri bildirir. Geçmiş ümmetlerin, hikâyeleri ve haberleri bildirilir.”
“Kişi için vakar (ağırbaşlılık) en güzel süslerdendir.”
“Bir mescidde toplanmış insanlar arasında yanan bir ateş görmek, orada âlim olmıyan birinin anlatmasını görmekten daha iyidir.
“Bir mescidde söndürmekten aciz olduğum bir ateş görmem, orada değiştiremiyeceğim bir bid’ati
(dinde olmayıp da sonradan ortaya çıkarılan sözler) görmemden daha iyidir.”
“Allahü teâlâ: Ey Ademoğlu kızdığın zaman beni hatırla ki, gazâblandığım zaman ben de seni hatırlar, helâk ettiğim kimselerle beraber seni helâk etmem.”
“Allahü teâlâ, kıyâmet gününde, gece karanlıkta mescide gidenlerin yollarını aydınlatır.”
“İmânının gitmesinden korkmayan kimsenin imânı gider.”
 1) Tezkiret-ül-Huffâz cild-1, sh-56
 2) Tehzîb-üt-Tehzîb cild-5, sh-85
 3) Şezerât-uz-Zeheb cild-1, sh-88
 4) El-A’lâm cild-5, sh-239
 5) Hilyet-ül-evliyâ cild-3, sh-122
EBÛ KATÂDE (r.a.):
Resûl-i Ekrem efendimizin (s.a.v.) süvarilerinden. İsmi, Hâris, künyesi Ebû Katâde, lakabı Fâris-i
Resûlullah (Resûlullah’ın (s.a.v.) süvarisi)’dir. Tahminen m. 602 yıllarında Medine’de doğup 54 (m. 674)
senesinde de Kûfe’de vefât etmiştir. Hazrec kabilesindendir. Babası Rebî’ bin Beldehe, annesi Kebşe
binti Mazhar’dır. Ebû Katâde (r.a.) Sülâfe binti Berrâ bin Ma’rur ile evli idi. Sülâfe de kadın Sahabîlerden
idi. Ebû Katâde’nin bu zevcesinden Abdullah, Ma’bed, Abdurrahman ve Sâbit adlarında dört oğlu oldu.
Ebû Katâde ikinci Akabe bîatinden sonra müslüman oldu. Bedir Muharebesine katıldığı ihtilaflıdır.
Bedir’den sonraki muharebelere iştirak etmiştir. Hicretin altıncı senesinde meydana gelen Zikared gazâ-
sında büyük başarılar göstermiştir. Resûlullah (s.a.v.) 6 (m. 628) senesinde müşriklerle Hudeybiye an-- 240 -
laşmasını imzaladıktan sonra, artık geri dönülüyordu. Hz. Seleme ve Resûlullah’ın âzâdlısı Ribah hazretleri de yük ve develerle yola çıkmışlardı. Yolda Abdurrahman El-Fezârî’nin saldırısına uğradılar. Eşkı-
ya topluluğu develerin çobanını öldürmüş, Resûlullah’ın develerini götürmek istemişti. Seleme bin ElEkvâ (r.a.), Hz. Ribahı kalan develerle gönderip, durumu Resûlullah’a (s.a.v.) bildirmiş, kendisi de çevreden yardım istemişti. Yanına gelenlerle, Abdurrahman El-Fezârî’nin peşine düştü. Nihayet onlara yetişti. Vuruşmaya başladılar. Ancak, eşkıya grubu orada bulunan dağ geçidine doğru çekilerek kendilerini
emniyete aldılar. Bu sırada, Resûl-i Ekrem’in süvari kuvveti ile birlikte Ebû Katâde (r.a.) de yetişmişti.
Eşkıyalara hücum ettiler. Ancak, Abdurrahman El-Fezârî, Ahrem El-Esedî’yi (r.a.) şehîd etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Katâde bu azılı düşmana saldırarak, onu katletti. Neticede eşkiyalar kaçmak zorunda kaldı-
lar. Resûlullah’ın (s.a.v.) develeri geri alındı. Hz. Ebû Katâde’nin bu muvaffakiyetini Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) duyunca “Bütün atlılarımızın en hayırlısı Ebû Katade idi.” buyurmuşlardır.
Ebû Katâde (r.a.) birçok seriyyelere (küçük süvari birliği) iştirak etti. Bunların bir kısmında kumandan mevkiinde, bir kısmında süvari olarak bulunmuştur. Hicretin sekizinci senesinde 15 kişilik bir keşif
kuvvetinin başında Hadre tarafına gönderildi. Hadre havâlisinde Gatafan kabilesi bulunuyordu. Bunlar
zaman zaman müslümanların bulunduğu yerlere baskınlar düzenler, yağma ederler ve müslümanları
rahatsız ederlerdi. Ebû Katade (r.a.) bunları muhasara edip, fena halde sıkıştırınca sonunda, mallarını
bırakarak kaçtılar. Ebû Katade (r.a.) elde ettiği ganimetlerle geri döndü. Ganimetlerin beştebiri
Resûlullah’a arz edildikten sonra, geri kalanı mücâhidler arasında dağıtıldı. Aynı senenin Ramazan ayı
idi. Batnı Eham, Zî Haşab, Zî Merve taraflarında yine eşkiya meselesi vardı. Hz. Ebû Katade bunun için
gönderildi. Oralardaki eşkıyayı temizleyerek emniyet ve huzuru te’mîn etti. Bu hâdiselerin peşinden
Mekke fethine katıldı. Daha sonra hicretin sekizinci senesinde Ocak ayı sonlarında meydana gelen
Huneyn gazâsına da iştirak eden Ebû Katade (r.a.) bu muharebede bir ara görülen bozulma sırasında,
çok büyük kahramanlıklar göstermiş ve bu yüzden de herkesin takdirini kazanmıştı.
Ebû Katâde (r.a.) Tebük gazvesinde de bulundu. Veda Haccına Resûl-i Ekremle birlikte gittiler.
Medine’ye dönünce Resûl-i Ekrem âhirete teşrif buyurdular. Resûl-i Ekrem’den (s.a.v.) sonra Hulefâ-i
Râşidîn (dört halife) devirlerini de gördü. Bu zaman zarfında Medine-i Münevvere’de kaldı. Hz. Ali’nin
devrinde kendisi için Mekke valiliği düşünülmüş, ancak yerine Kasem İbni Abbas tayin edilmiştir. Valilik
olmayınca Hz. Ali’nin yanında kaldı 38 (m. 658) senesinde Haricîlerle yapılan Nevrevân muharebesine
katılarak, Hz. Ali’nin piyade kuvvetleri kumandanlığını yapmıştır.
Ebû Katâde (r.a.) Resûl-i Ekrem’in mübârek sohbetinde yetişip feyz aldı. 170 civarında hadîs-i şerîf rivâyet etti. Eshâb-ı kirâm’ın (r.a.) ve tâbiînin büyüklerinden bir kısmı ondan hadîs rivâyet etti. Hz.
Enes bin Mâlik, Cabir bin Abdullah, Ebû Muhammed bin Nâfî’ el-Ekra, Abdullah bin Ribâh, Abdullah bin
Ma’bed, Saîd bin El-Müseyyeb (r.a.) bunlardandır. Hz. Ebû Katade hadîs rivâyet ederken son derece
dikkatli ve titiz hareket eder, ufak bir hata olmasından çok sakınırdı. Bu konuda Resûl-i Ekrem’den
(s.a.v.) şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir: “Ey insanlar! Benden, çok hadîs rivâyet etmekten sakınınız.
Benden bir sözü nakleden, sadece hakkı ve doğruyu söylesin. Bana söylemediğim bir sözü
nisbet eden (söyledi diyen) kendine, Cehennemden yer hazırlamış olur.” Ebû Katâde’nin (r.a.) oğlu
Ma’bed, aralarında Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu, böyle buyurdu diye konuşurlarken, Ebû Katâde’nin
(r.a.) gelip siz ne konuştuğunuzu biliyor musunuz, ben Resûlullah’ın (s.a.v.) “Benim söylemediğimi
bana atfedenler Cehennemden kendilerine yer hazırlasınlar” buyurduğunu duydum, dediğini nakletmiştir.
Hz. Ebû Katâde, İslâm kardeşliğini, yaşayışı ile bilfiil gösteren mübârek bir sahabîdir. Bir gün bir
cenâze getirildi. Resûl-i Ekrem efendimiz’den (s.a.v.) namazının kılınması istirham edildi. Fakat
Resûlullah (s.a.v.) borcu olup olmadığını, sordular, iki dînâr borcu olduğu cevâbı verildi. Resûl-i Ekrem
efendimiz (s.a.v.) tekrar borcu için bir karşılık bırakıp bırakmadığını sordular. Birşey bırakmadığı bildirildi. Bunun üzerine, götürünüz, namazını siz kılınız, buyurdular. Ebû Katâde (r.a.) orada bulunuyorlardı.
Yâ Resûlallah! Onun borcunu ödemeyi ben üzerime alıyorum, dedi. O zaman Resûlullah (s.a.v.) cenâze
namazını kıldılar. Böylece o zatın Resûlullah (s.a.v.) tarafından cenâze namazının kılınması bahtiyarlı-
ğına kavuşmasına vesîle oldular.
Hz. Ebû Katâde, Emri ma’ruf ve Nehy-i anil münker (iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma) farzına
çok ehemmiyet verir, Resûl-i Ekrem’in sünnet-i seniyyesine son derece riâyet ederdi. Onun gönlü Resûli Ekrem’in sevgisiyle dolup taşardı. Hatta Resûlullahın (s.a.v.) yüksek duâlarına da kavuşmuşlardı. Resûl-i Ekrem efendimizle beraber bir seferde bulunuyorlardı: Resûlullah (s.a.v.) binekleri üzerinde idi. Bir
ara uyumak istemişlerdi. Bu sırada uyku haliyle biraz eğilmişlerdi. Ebû Katâde (r.a.) gidip, Resûlullah’ın
(s.a.v.) vücudunu kaldırıp, doğrulttular. Biraz sonra, mübârek bedenleri tekrar eğilmiş, düşecek bir vaziyet almıştı. Hz. Ebû Katâde tekrar koşarak gitti. Resûlullah’ı (s.a.v.) tekrar kaldırdı. Sonra, Resûlullah
(s.a.v.) uyanmışlar, kim olduğunu sormuşlar, Ebû Katâde olduğu söylenmişti. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.v.) Ebû Katâde’ye şöyle duâ buyurmuşlardı: “Ey Ebû Katâde! Sen Allah’ın Resûlünü muhafaza,
ile meşgul oldun. Allahü teâlâ da seni muhafaza eylesin”- 241 -
Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) Resûlullah’ın (s.a.v.) etrafında pervane olmuşlar, onun her sözünü, her
hareketini ve tavrını kendilerinden sonrakilere titizlikle, emânet edâ eder gibi, aktarmışlardır.
Katâde’nin (r.a.) rivâyet ettiği bazı hadîs-i şerîfler “Sâlih rü’ya Allahü teâlâdandır: Kötü rüya
şeytandandır. Kim sevmediği bir rü’ya görürse, sol tarafına üç defa tükürsün. Şeytandan da
Allahü teâlâya sığınsın. Böylece, o kötü rü’ya kendisine zarar vermez.”
 1) El-Îsâbe cild-4, sh-158
 2) El-A’lâm cild-2, sh-154
 3) El-İstiâb cild-4, sh-161
 4) Kâmûs-ul-a’lâm cild-1, sh-754
 5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-80
 6) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-5, sh-297
 7) Sîret-i İbn-i Hişâm cild-3, sh-297
 8) Megâzî (Vâkidî) cild-2, sh-544
 9) İnsân-ul-uyûn cild-2, sh-683
10) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-999
11) Eshâb-ı Kirâm sh-326
EBU’L-ESVED ED-DÜELÎ (r.a.):
Tâbiînin büyüklerinden. Fıkıh ve hadîs âlimlerindendir. İsmi Zâlim bin Amr’dır. Kûfe’de doğup, Basra’da büyüdü. Tâûn’dan (Veba) vefât etti. Edebiyatçı ve şâir bir zât idi. Hz. Ömer ve Hz. Ali’den çok hadîs-i şerîf bildirmiştir. Arapçada nahv (cümle yapısı) ilmini ilk ortaya koyandır. Kendi kızından Arapça
kaidelerine uymayan bir söz işitince; Arapça’ya başka şeyler karışarak bozulmaya başladığını Hz. Ali’ye
arz etti. Hz. Ali nahv (cümle yapısı) asıl ve esâsı olmak üzere, kendisine bir iki umûmi kaide gösterdi. O
da bunları genişleterek, nahv ilmini meydana getirdi. Ona “bu ilmi kimden öğrendin” diye sorduklarında,
“Hz. Ali’den” diye cevap verirdi.
Kur’ân-ı kerîme noktaları koyan Ebu’l Esved ed-Düelî hazretleridir. Kaidelerin (kuralların) yazılmasına ilk teşebbüs etmiş olması bakımından, edebiyatın piri dense lâyıktır. Nâzik ve nükteci bir zât idi.
Hz. Ali ile beraber Sıffîn savaşında bulunmuştur. Ünlü şahsiyetler arasında, isabetli görüşleri ve
doğru düşünceleri ile seçkin bir yeri vardır. O, şair ve hazır cevap olup, hadîs ilminde de güvenilir bir râvi
idi. Ali bin Ebî Talib, İbni Abbas, Ebû Zer (r.anhüm) ve başka âlimlerden hadîs rivâyet etti. Ondan da,
oğlu Yahyâ bin Ya’mer hadîs-i şerîf bildirdi. Hz. Muâviye ile de görüştü. Hz. Muâviye kendisine ikrâmda
bulundu. Ona Basra Kâdılığını verdi.
Ebü’l Esved hazretleri Irak valisi Ziyad bin Ebîh’in çocuklarını okutuyordu. Bir gün Ziyad bin Ebih’in
yanına gitti ve şöyle dedi: “Araplarla Arap olmıyanlar birbirine karıştı. Arapça bozuluyor, izin verirseniz,
Arapların öğrenip konuşmalarını düzeltebilecekleri kaide ve kurallar ortaya koymak istiyorum” Ziyad bin
Ebih bu teklifi kabul etmedi. Ancak, ona biri gelip, ihtiyacını bildirirken kaideye aykırı bir söz söyleyince
durumu anladı. Aynı hatayı kendi de yapınca Ebü’l-Esved’i çağırıp, Arapça’nın kurallarını ortaya koymasına izin verdi. Böylece nahv ilminin temellerini ortaya koydu. Büyük âlim Yahyâ bin Ya’mer, Nasr bin
Âsım, ondan nahiv öğrendiler.
Ziyad bin Ebih, Ebil-Esved’den, insanlara rehber olacak ve Kur’ân-ı kerîmi düzgün ve yanlışsız olarak okuyacakları bir şey yaptırmak istedi. Fakat Ebül-Esved bu işe yanaşmak istemedi. Fakat, bir gün
birisinin Tevbe sûresi 3. âyetindeki (ve resûlühü) kelimesini, lam harfinin kesresiyle (ve resûlihi) okudu-
ğunu görünce “İnsanların durumunun ne dereceye kadar varacağını Kur’ân-ı kerîmi böyle yanlış okuyacaklarını tahmin etmezdim” dedi. Ziyad bin Ebihi’ye müracaat ederek “Emrettiğini yapacağım” dedi. Söylediğini yazacak bir kâtip istedi. Kâtibe şöyle dedi: “Bir harfi telâffuz ederken fetha (fetha) okuduğumu
görürsen, harfin üzerine bir nokta koy, dudaklarımı damme (ötre) yapıp toplarken görürsen harfin önüne
nokta koy, kesre (esre) okuduğumda altına bir nokta koy”, dedi ve kâtib de öyle yaptı. Böylece hareke
yerine kullanılan nokta, Ebül-Esved ile başlamış oldu.
Ebü’l-Esved, (r.a.) hayatın geçiciliğini bir şiirinde şöyle dile getirir.
Zaman içerisinde olup bitenlerin hücumu gençliğimi yok etti.
Üzerine titrediğim hiçbir şeyi bırakmadı.
 1) Vefeyât-ül-a’yân cild-2, sh-535
 2) Kâmûs-ul-a’lâm cild-1, sh-686
 3) Miftah-us-Seâde cild-1, sh-89, 149, 150; cild-2, sh-9, 10, 24, 45
 4) Fihrist sh-61, 62 - 242 -
EBÛ LÜBÂBE (r.a.):
Eshâb-ı kirâm’ın meşhûrlarından. İsmi, Rifâ’a bin Abdülmünzir’dir. Beşîr olduğu da söylenir. Birincisi daha çok tercih edilir. Künyesi Ebû Lübâbe’dir. Hz. Ali’nin zamanında vefât ettiği daha kuvvetlidir.
Annesi, Zeyneb binti Hizam’dır. Saib ve Abdurrahman isminde iki oğlu vardır.
İkinci Akabe bîatında, Medine’den gelenler arasında Ebû Lübâbe de vardı. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) onlardan şu hususlarda bîat (söz) aldı: “Allahü teâlâ’dan başka ilâh olmadığına, benim de
Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet getirip, namazı kılacağınıza, zekât vereceğinize, neşeli ve ne-
şesiz zamanlarınızda sözlerime itâat edeceğinize, emirlerime tamamen boyun eğeceğinize, darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza, hiç bir kınayıcının kınamasından korkmaksızın, Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize, iyiliği emredip, kötülükten
alıkoyacağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz. Şahsıma gelince; bana her yönden yardım edeceğinize, yanınıza vardığımda; kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden, beni koruyacağınıza da söz vereceksiniz” buyurdu.
Bundan sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) onlara “Aranızdan, her hususta, kavimlerinin, benim yanımda temsilcisi olacak 12 kişi seçiniz. Mûsa (a.s.) da İsrâiloğullarından 12 kişi almıştı.”
buyurdu. Bu oniki kişi arasında Ebû Lübabe de vardı. Ebû Lübâbe (r.a.) Peygamber efendimizin (s.a.v.)
Bir çok gazâlarına katıldı. Bunların ilki Bedir gazâsında büyük kahramanlıklar gösterdi. Ebû Lübâbe
(r.a.) Benî Kaynuka, Sevik ve hicretin beşinci yılında yapılan Hendek gazâlarına da katıldı. Daha sonra
Benî Kureyza gazâsına iştirak etti. Bu gazânın sebebi şu idi: Peygamber efendimizle Benî Kureyza Yahudileri arasında bir anlaşma vardı. Buna göre, Mekke müşrikleri ile yapılan Hendek Muharebesinde
rnüslümanlarla beraber, Medine’yi müdafaa etmeleri gerekiyordu. Fakat bunlar, böyle bir şeye yanaş-
madıkları gibi, harbin en nâzik bir zamanında müşriklerle işbirliği yaptılar. Peygamber efendimizin, durumu araştırmak ve sulh için gönderdiği heyete de hakarette bulundular. Bununla da yetinmeyip, Medine
üzerine baskınlar düzenlediler. Müslümanları öldürmeye teşebbüs ettiler. Hendek muharebesinde, onbin
kişilik müşrik ordusunun büyük zayiat vererek geri çekilmesi Kureyza Yahûdilerini hayâl kırıklığına uğrattı. Sonra Medine’ye iki saatlik mesafede bulunan kalelerine çekildiler. Peygamber efendimizin üzerlerine
yürümesinden çok korkuyorlardı.
Peygamber efendimiz, Hendek’ten dönüp, evine geldi. Üzerindeki silâhı çıkardı, öğle vakti idi. Yı-
kandıktan sonra, buhurlanmak için buhurdanlığını getirdi. Bu arada, atlas ile örtülü bir katır üzerinde ve
başında sarık olduğu halde Cebrâil (a.s.), geldi. Sarığının ucu iki omuzunun arasında ve üzerinde
zırhdan gömlek vardı. Peygamber efendimize, kendisi ve diğer meleklerin silâhlarını çıkarmadıklarını,
söyledi. Bundan sonra Cebrâil (a.s.), Resûlullah’a şöyle dedi: “Yâ Muhammed! Kalk onların üzerine yü-
rü.” Peygamberimiz (s.a.v.) “Kimin üzerine yürüyeyim?” diye sorunca Cebrâil (a.s.) “İşte oraya” diyerek,
eliyle Benî Kureyza tarafını gösterdi. Resûlullah (s.a.v.) “Eshâbım çok yoruldular. Birkaç gün dinlenmeleri nasıl olur” buyurunca, Cebrâil (a.s.) “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ, hemen Benî Kureyza kabilesi ü-
zerine yürümeni emrediyor. Ben şimdi yanımdaki meleklerle beraber, Kureyza Yahudilerinin kalelerine
gidiyorum. Allahü teâlâ onları helâk edecektir” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.), Cebrâil (a.s.) gidince,
Bilâle (r.a.) “İşitip, itâat eden kişi, ikindi namazını Benî Kureyza yurdundan başka yerde kılmasın” diye
seslenmesini emretti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ve Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) silahlandılar. Resûlullah
efendimiz (s.a.v.) Cebrâil’in (a.s.) izini takip ederek yola çıktılar. Benî Kureyza yahûdilerinin olduğu yere
geldiler. Kalelerinin çok yakınına kadar yaklaştılar. Benî Kureyza yahûdileri iyice muhasara altına alındı.
Muhasara son derece şiddetlenmişti. Yahudiler, Peygamber efendimizden (s.a.v.) kendisiyle görüşmek
üzere Ebû Lübâbe’yi istediler. Ebû Lübâbe’nin (r.a.) çoluk çocuğu ve malları Benî Kureyza yurdunda idi.
Peygamberimiz, Ebû Lübâbeyi (r.a.) onların yanına gönderdi. Ebû Lübâbe yanlarına varınca, onu karşı-
ladılar. Kadınlar ve çocuklar ağlaşarak, kendilerine acındırmağa çalışarak yardım bekliyorlardı. Yahudiler, Ebû Lübâbe’ye “Muhasara bizi mahvetti. Muhammed (s.a.v.) müsaade etse de buradan çıkıp, Şam’a
veya Hayber’e gitsek bizim çarpışmağa gücümüz yok” “Ey Ebû Lübâbe, biz teslim olursak bize ne yapı-
lacak” diye sordular. O da elini boğazına götürmek suretiyle kesileceklerini ifâde eden bir işaret yapmış-
tı. Ebû Lübâbe “Vallahi onların yanından da henüz ayrılmamıştım ki, bu hareketimle, Allah’a ve Resûlü-
ne karşı iyi bir iş yapmadığımı anlamıştım.” dedi. Selâhiyetli olmadığı veya gizli kalması gereken bir şeyi
söylemişti. Ama” bir kerre ağzından çıkmıştı. Ebû Lübâbe (r.a.) bu duruma çok üzüldü, çok pişman oldu.
Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Kalenin arkasından bulduğu bir yolla, doğru Medine’ye gidip
Mescid-i Nebevîye girdi. Kendisini direğe bağlattı. Allahü teâlâ hakiki bir tevbe nasîb edip, tevbe edinceye kadar yerinden ayrılmıyacağını, böyle olmadan Resûlullah’ın yüzüne bakamıyacağını, yemin ederek,
artık içinde Allah ve Resûlüne karşı hata işlediği bir memleketi görmek istemediğini söyledi. Ebû
Lübâbe’nin (r.a.) düştüğü bu hata ile ilgili olarak şu âyet-i kerîme nâzil oldu. “Ey îmân edenler! Allaha
ve Resûlüne hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emânetlere de hainlik etmeyin.”- 243 -
Ebû Lübâbe (r.a.) Resûlullah’ın zevce-i mutahharası Ümm-i Seleme’nin (r.anha) kapısı önündeki
direğe kendisini bağlatmıştı. Hava bir hayli sıcaktı. Bir hafta hiç bir şey yemeyip, kulakları işitemiyecek
hale geldi. Ebû Lübâbe (r.a.) bu durumları yaşarken, müslümanlar da onun, yahûdilerin kalesinden
dönmesini bekliyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Ebû Lübâbe dönmedi. Nihayet durumdan haberdâr olunup, Resûlullaha arz edildi. Peygamber efendimiz “Eğer doğruca, yanıma gelseydi, bağışlanmasını Allahü teâlâdan dilerdim. Madem ki, o kendisini bağlatmış, artık Allahü
teâlâ tevbesini kabul edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım” buyurdu. Ebû Lübâbe (r.anh)
bu şekilde direğe bağlı olarak altı gece kaldı. Ancak, her namaz vaktinde bağları çözülür, namazını kıldıktan sonra, yine direğe bağlanırdı.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ümm-i Seleme’nin (r.a.) odasında idi. O sırada, Ebû Lübâbe’nin
(r.a.) tevbesinin kabul olduğuna dair âyet-i kerîme nâzil oldu (indi). Âyet-i kerîmede “Onlardan diğer bir
kısmı da günahlarını itiraf ettiler ve (evvelce yapmış oldukları) iyi bir ameli sonradan yaptıkları
başka bir kötü (nifak) ile karıştırdılar. Olur ki, Allah, onların tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah,
Gafûr’dur (çok bağışlayıcı), Rahîm’dir” buyuruldu.
Ümm-i Seleme validemiz, seher vakti Peygamber efendimiz’in (s.a.v.) güldüğünü işitti. “Niçin gülü-
yorsun Yâ Resûlallah!” diye sordu. O zaman, Ebû Lübâbe’nin (r.a.) tevbesinin kabul olduğunu buyurdular. Ümm-i Seleme (r.anha) müjdeliyeyim mi? Yâ Resûlallah!” diye sordu. “Olur! Müjdelemek istiyorsan, müjdele” buyurdu. Bu haberi duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû Lübâbe’ye doğru
koştular. Ebû Lübâbe (r.a.) bunu kabul etmedi. “Vallahi! Resûlullah (s.a.v.) bizzat kendi eli ile beni
bırakmadıkça buradan ayrılmam” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) namaza giderken, uğrayıp salıverdiler. Ebû Lübâbe (r.a.) direğe ince, sağlam bir iple bağlanmıştı. Onun için ip, onun iki kolunu kesmişti.
Uzun zaman bu kesikler geçmedi, iz olarak kollarında kaldı.
Ebû Lübâbe (r.a.) bu hâdise ile ilgili olarak şöyle anlatır: “Benî Kureyza Yahûdilerini kuşatmıştık. O
zaman bir rüya gördüm. Şöyle idi: Kureyza yahûdileri, çok pis kokan bir kara balçık haline gelmişler!
Onlardan uzaklaşma imkânım da yoktu. Az kalsın, onların o kötü kokularından ölecektim. Sonra, akan
bir nehir gördüm onda yıkandım. Tertemiz oldum. Güzel bir koku da süründüm. Rüyamı Ebû Bekir’e
(r.a.) anlattım. O rüyamı tâbir etti (yordu), “Dilin tutulacak, çok sıkıntılı bir işe gireceksin. Fakat kurtulacaksın” dedi. Direkte bağlı olduğum zaman Ebû Bekir’in (r.a.) sözü aklıma geldi. Tevbemin kabul olaca-
ğına dair âyet ineceğini ümit etmiştim.”
Ebû Lübâbe (r.a.) bu günahın işlendiği, Benî Kureyza yurduna dönmek istiyordu. Halbuki Allah ve
Resûlüne karşı günah işlediği bu memlekete bir daha hiç girmiyeceğine dair yemin de etmişti. Durumu
Resûlullah’a (s.a.v.) arz etti. Allah ve Resûlü uğrunda, bütün malını bile verebileceğini söyledi.
Resûlullah efendimiz (s.a.v.): “Malının üçte birini vermek senin keffaretine yeter” buyurdu. Hz. Ebû
Lübâbe, malının üçte birini ayırıp, verilmesi gerekli kimselere dağıttı. Ondan sonra, vefât edinceye kadar
kendisinden, hayırdan başka bir şey görülmediği bildirilmiştir.
Bu arada Benî Kureyza hâdisesi şöyle sona erdi: Benî Kureyza yahûdileri yirmibeş veya onbeş
gün muhasara sonunda, teslim olmak zorunda kaldılar. Haklarında Sa’d bin Muâz’ın (r.a.) hüküm vermesini istediler. Sa’d bin Muâz’ın (r.a.) verdiği hüküm ile erkeklerin boynu vuruldu. Kaleden attığı taşla
bir sahâbîyi şehîd eden Nübâte adında bir kadına kısas yapıldı. Daha önce müslümanlara iyilikleri dokunan bir kaç kişi afv edildi. Benî Kureyza meselesinin halledilmesi ile, Medine’nin etrafı zararlı kimselerden temizlendi. Müslümanlar, uzun müddet harpsiz sakin bir devir geçirdiler.
Ebû Lübâbe (r.a.) Benî Kureyza gazâsından sonra Mekke fethine katıldı. O zaman, Amr bin
Avfoğullarının bayrağı onda idi. Tebük gazâsında ve Veda Haccı’nda da bulunan Ebû Lübâbe
Resûlullah’ın (s.a.v.) âhirete teşriflerini de gördü. Bundan sonra, muharebelere katılmadı. Medine’de
kalıp Evs kabilesinin temsilcisi olarak, halifelerin istişare heyetlerinde (Danışma kurulu) yer aldı.
Ebû Lübâbe (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek sohbetlerinde bulunmalarına rağmen, az hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ondan, iki oğlu Sâib ile Abdurrahman, Abdullah bin Ömer ile oğlu Sâlim bin Abdullah, azadlı kölesi Nâfi, Abdullah bin Ka’b, Abdurrahman bin Yezîd bin Câbir, Ubeydullah bin Yezîd ve
başkaları hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Ebû Lübâbe (r.a.) güzel bir ahlâka sahipti. Şefkat ve merhameti çok idi. Emr-i ma’ruf ve Nehy-i anil
münker (iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma) vazifesini yerine getirme hususunda pek titizdi.
Ebû Lübâbe’nin (r.a.) kendisini bağladığı direğin yerinde Medine-i Münevvere’de bugün taştan bir
sütun olup, üzerine, Ebû Lübâbe (r.a.) ismi yazılmıştır.
 1) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4, sh-452
 2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-457
 3) El-İstiâb cild-4, sh-168
 4) El-Îsâbe cild-4, sh-168 - 244 -
 5) Mevâhib-i Ledünniye cild-1, sh-151
 6) İbn-i Hişâm cild-3, sh-248
 7) Vâkıdî Megâzî cild-2, sh-505
 8) İnsân-ül-Uyûn cild-2, sh-663
EBÛ MÛSEL-EŞ’ARÎ (r.a.):
Resûlullah’ın (s.a.v.) valilerinden. İsmi Abdullah’tır. Ebû Mûsâ künyesi ile tanınmış olup, babasının
adı Kays; annesinin adı ise, Tayyibe binti Vehb bin Ak’tır. Nesebi, Abdullah bin Kays bin Selîm bin Hasân bin Harb bin Âmir bin Ganem bin Bekr bin Âmir bin Abd bin Vâil bin Naciye bin el-Cemâhir bin elEş’ar’dır. Bi’setten önce Yemen’in Zebid bölgesinde doğduğu bilinmekteyse de târihi belli değildir. 42
(m. 663) yılında Kûfe, diğer bir rivâyette Mekke-i Mükerreme’de vefât etti.
Ebû Mûsâ el-Eş’âriî müslüman olmasını, Buhârî ve Müslim’in ittifakla bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle
anlatmaktadır.
“Biz Yemen’de iken Peygamber efendimizin ortaya çıkışı haberi bize ulaştı. Ben, iki ağabeyim,
(Ebû Bürde ve Ebû Rûhem olup, ben onlardan küçük idim) ve Eş’arî kabilesinden 52 veya 53 kişi bir
gemiye bindik ve Resûlullah’ı görmek için yola çıktık. Ancak gemimiz hava muhalefeti sebebiyle bizi
Habeşistan’a çıkardı. Orada Cafer bin Ebî Tâlib ile buluştuk ve müslüman olduk. Cafer “Resûlullah bizi,
buraya gönderdi. Burada bir müddet oturmamızı emretti. Siz de bizimle burada bir müddet oturunuz”
dedi. Bunun üzerine, biz de orada oturduk.
Daha sonra Resûlullah’ın müsaadesiyle Habeşistan hükümdarı Necâşî bizi iki gemiye bindirip Medine’ye gönderdi. Biz Medine’ye geldiğimizde, Resûlullah Hayber fethinde bulunuyordu. Bu savaşta yanında bulunmayanlara hisse vermediği halde bize ganimetten hisse verdi...”
Eş’arîler, Medine’ye gelmekte oldukları sırada Resûlullah (s.a.v.) eshâbına “Yanınıza öyle bir kavim gelecektir ki onlar, İslâmiyet için, sizden daha yufka yüreklidirler” buyurdu. Bunların arasında
Ebû Mûsâ el-Eş’arî de vardı. Eş’arîler Medine’ye yaklaştıkları zaman “Yarın, sevgililere, Muhammed’le
(a.s.) Eshâbına kavuşacağız” diye şiir söylüyorlardı. Eş’arîler Medine’ye gelince Peygamber efendimize
bi’at ettiler.
Müslümanlar arasında ilk defa müsâfehayı yapanlar onlardı. Resûlullah onları Medine’de Botham
Meydanlığı’na yerleştirdi ve onlara buyurdu ki: “Sizin hicretiniz iki defadır. Biri Necâşî’nin ülkesine,
ikincisi de yurduma yapılan hicrettir.” Eş’arîler yatsıdan geç vakitlere kadar ibâdet ettiklerinden, Peygamber efendimizin yanına giderler ve O (s.a.v.) onların yanına gelirdi. Resûlullah (s.a.v.) Eş’arîler’e
namaz kıldırdıktan sonra; “Allahın size olan nimetlerindendir ki, insanlardan bu saatte başka bir
kimse namaz kılıyor değildir... Bu namazı sizden başka kılan kimse yoktur!” buyurur, onları takdir
ve teşvik ederdi. Ebû Mûsel-Eş’arî bu iltifatlardan çok memnun olur, Allah’ın resûlüne ve müslümanlara
sevgisi kat kat artardı. Kur’ân-ı kerîm’in Maide sûresi ellidördüncü (54) âyet-i kerîmesindeki “Allah’ın
onları seveceği ve onların da Allah’ı seveceği bir kavim getirir” buyruğu hakkında Peygamberimiz “Onlar işte bunun! Yani Ebû Mûsel-Eş’arî’nin kavmidir.” Yine: “Seferlerde yoldaşlık eden Eş’arî cemaatinin gece vakti evlerine girdikleri zaman okudukları Kur’ânı, seslerinden çok iyi tanırım. Sefer halinde, geceleyin onların kondukları yerleri de gündüz görmemiş olsam bile Kur’ân seslerinden anlarım” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) mübârek hanımlarından Âişe-i Sıddîka (r.anha) ile bir gece
bir yere gidiyorlardı. Ebû Mûsel Eş’arî’nin evinin hizasına gelince durdular. O Kur’ân-ı kerîm okuyordu.
Okumasını bitirinceye kadar beklediler. Hz. Resûlullah, O’nu gündüz görünce akşamki hadîseyi anlatıp,
eshâbına “Buna muhakkak Dâvûd’un güzel seslerinden bir ses verilmiş” buyurarak meth etti. Ehl-i
sünnet itikadındaki iki mezhep imamından biri olan Ebül-Hasan-i Eş’arî hazretleri Eş’arî kavmindendir.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin amcası Ebû Âmir de, Resûlullah’ın kumandanlarındandı. Mekke-i mükerreme’nin
fethinden sonraki Huneyn gazâsındaki Evtaş Mevkiindeki harbe amcasıyla katıldı. Ebû Âmir. İslâm Ordusu’nun Evtâş’taki birlik kumandanıydı, bu harbde yaralandı. Ebû Mûsel-Eş’arî amcasını yaralayanı
öldürdü. Amcası, Resûlullah’a selâm, istiğfâr etmesi vasiyetiyle, Onu mücahitlerin kumandanı tayin ettikten sonra şehâdet şerbetini içti. Evtâş’da zafer kazanan Ebû Mûsel Eş’arî, Resûlullah’ın yanına dönüp,
durumu arz edip amcasının vasiyetini de söyledi. Bundan sonrasını Ebû Mûsel-Eş’arî şöyle anlatır: “Bunun üzerine Resûlullah abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra ellerini kaldırıp: “Allah’ım! Kulcağızın
Ebû Âmir’i afv eyle!” diye duâ etti. Duâ ederken (ellerini o kadar kaldırmıştı ki) ben iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra Resûlullah: “Allahım, kıyâmet gününde Ebû Âmir kulunu şu yarattığın insanlardan çoğunun üstünde âlî bir makamda kıl” niyazında bulundu. Bunun üzerine “Yâ Resûlallah,
benim için de mağfiret dile! diye duâ istedim. Resûlullah benim için de: “Rabbim, Abdullah İbni
Kays’ın günahını afv eyle! Kıyâmet gününde onu en yüksek ve güzel makama koy!” diye, duâ buyurdu.” - 245 -
Resûlullah, (s.a.v.) zamanında Zebid, Aden ve Yemen valiliklerinde bulundu. Resûlullah (s.a.v.)
Muaz bin Cebel ile birlikte Yemen’e vali gönderirken ikisine şöyle buyurdu; “Yemen’e vardığınızda halka kolaylık gösteriniz ve güçlük göstermeyiniz! Sevindirin de nefret ettirmeyiniz! Muhabbet ediniz de ayrılmayınız.” Resûlullah (s.a.v.) ile Zâtü’r-Rika gazâsında, Mekke’nin fethinde, Huneyn gazâ-
sında bulundu. Hz. Ömer’in hilâfetinde Kûfe, Basra valiliklerine tâyin olundu. Burada vali iken Ehvaz,
İsfehân ve Nusaybin feth edildi. Hz. Osman’ın halifeliği esnasında önce Basra daha sonra da Kûfe valiliğine tayin edildi. Hz. Ali zamanında da Kûfe valiliğine devam etti. Cemel Vak’ası’na katılmadı. Sıffîn
Muharebesi’nden sonra, sulh için Hz. Ali’nin vekili oldu. Hz. Mu’âviye’nin hilâfeti zamanında vefât etti.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Kur’ân-ı kerîm’in bütün sûrelerini ezbere bilirdi. Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hilafetinde Kur’ân-ı kerîm’i toplayan heyetteydi.
Safvân bin Süleymân diyor ki: “Resûl-i Ekrem efendimiz zamanında Hz. Ömer ile Hz. Ali’den ve
Muaz ile Ebû Mûsel-Eş’arî’den başkaları fetva vermezdi.” İslâm takvimini yazılarında ilk defa O kullandı.
Haya sahibi olup çok edebliydi. Kendini, Kur’ân-ı kerîm’in Meryem sûresi seksendördüncü âyetindeki
“Biz onların ecel günlerini sayıyoruz” (Bu muayyen bir müddettir) meâlindeki hâl üzerinde bulunurdu.
Her an son nefesini düşünürdü. Dünyaya hiç değer vermezdi. Her halinde ve davranışında Allahü
teâlâdan çok korktuğunu ifade eder, son nefesi îmânla vermekten başka birşey düşünmezdi. Bu haline
akrabaları “Kendine biraz acısan” diye tavsiyede bulunduklarında; “Atlar koştuğu vakit, son noktaya yaklaşınca nasıl bütün imkânlarını kullanırsa, ben de son noktaya kadar bütün imkânlarımı kullanmak mecburiyetindeyim” buyururdu. Böyle yaşayıp bu hâl üzerine vefât etti. Hanımına “Azığını hazırla, Cehennemin üzerinden geçilecek bir vasıta yoktur” buyururdu.
Çok güzel Kur’ân-ı kerîm okuması, müfessir, müctehid olması ve Peygamberimizin iltifatlarına
mazhar olması sebebiyle şöhreti vaazı çok kalabalık olurdu.
Buyurdu ki: “Kur’ân-ı kerîme tazimle çok hürmet ediniz. Zira bu Kur’ân-ı kerîm sizin için ecîrdir.
Kur’ân-ı kerîme uyun. O’nu kendinize uydurmayınız. Kim Kur’ân-ı kerîm’e uyarsa, Kur’ân-ı kerîm onu
Cennet bahçelerine götürecektir. Kim Kur’ân-ı kerîm’i kendine uydurursa (anladığı ve hesabına geldiği
gibi kabullenmek, mânâ vermek) Cehennemin alt katlarına baş aşağı düşeceklerdir.”
“Âdem oğlu iki dere dolu altını olsa yine de tamam, yeter demez. Üçüncü bir dereyi doldurmaya
çalışır. Âdem oğlunun karnını birazcık topraktan başka birşey doldurmaz.”
“İnsan, dünyâlık için acele ederse ahiretten uzaklaşır.”
“İnsanların çoğu para kazanmak hırsıyla helâk oldular.”
“Kıyâmet günü güneş, insanların tepesinde olacak ve iyi ameller de gölge edecek.”
Ebû Mûsâ el-Eş’arî, üçyüzaltmış hadîs-i şerîf rivâyet etti. Resûlullah’ın kendisine Hz. Osman’ın
başına felâket geleceğini ve Cennete gireceğini haber verdiğini rivâyet etti. Güneş tutulunca Resûlullah
Mescid-i şerîfe gelip, namaz kıldıktan sonra “Allahü teâlâ’nın irsal ettiği bu âyetler hiçbir kimsenin
ne ölmesinden ne de hayatından dolayıdır. Lâkin Allahü teâlâ bu âyetlerle kullarını tahvif eder
(korkutur). Bu kabilden (tabiî) bir hâdise gördüğünüzde Allah’a niyaza, Allaha karşı istiğfâra (koyulup) iltica ediniz (dönünüz).”
Kıyâmet günü, ibâdet ehli mü’minlerin, Allahü teâlânın cemâlini göreceği hususunda; Resûlullah’ın
(s.a.v.) gökyüzündeki aya bakıp: “Şu ayı nasıl hiçbiriniz mahrum olmaksızın görüyorsanız,
Rabbinizi de öyle göreceksiniz. Artık güneşin tulû’unda da, gurubunda da evvelki namazların hiç
birinden alıkonmamak elinizden gelirse (ona) çalışınız” rivâyetinde bulundu.
Birgün Peygamberimiz Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye “Cennet hazinelerinden (ve diğer rivâyette) arşın
altındaki hazinelerden bir hazineye seni irşad edeyim mi?” Evet Yâ Resûlallah irşâd buyur, demesi
üzerine Resûlullah: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah, de.” diye buyurdu.
“Allahü teâlâ gece günah işleyene sabaha kadar, gündüz günah işleyene de, tevbe etmesi
için akşama kadar, mühlet verir. Güneş batıdan doğuncaya kadar böyle devam eder.”
“Dünyayı seven Âhiretine zarar verir, Âhiretini seven dünyâsını zararlandırır. Bu böyle olunca, siz bakiyi fâni üzerine tercih ediniz.”
“Her kim Allahın rızasını kazanmak için bir mescid bina ederse, Allahü teâlâ da ona Cennet’te onun gibi bir ev bina eder.”
“Mü’minler birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.”
“Sizden birisi bir cenâzeye rastlarsa, ayağa kalksın. Bu kalkması cenâze için olmayıp, cenâze ile beraber bulunan melekler içindir.” - 246 -
“Bana gelip benden soran ve bazı ihtiyaç dileğinde bulunanlar olur. Yanımda bulunan sizler
de onlara yardımcı olun ki, ecir kazanasınız. Allahü teâlâ sevdiği şeyi, Peygamberlerin elinde kaza eder.”
“Kırk gün helâl yiyenin kalbini Allahü teâlâ nurlandırır ve hikmet sözlerini kalbinden lisânı-
na akıtır.”
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”
“Kıyâmete yakın ilim kalkar, cehâlet her tarafı kaplar ve öldürme olayları artar.”
Ev ziyâreti hususundaki Adâb hakkında: “İzin talebi üç defadır. Birincide susar ve gelenin kim
olduğunu öğrenmek için dinlenir, ikincide hazırlanır, üçüncüde de kabul veya reddeder.”
“Biriniz üç kere selâm verdikten sonra cevap alamazsa dönsün.”
“Yaşlılara saygı göstermek, Allahü teâlâyı tazimdendir.”
“Kötü arkadaş, demircilerin körükleri gibidir. Şayet üflediği ateş kıvılcımları seni yakmazsa,
kokusu sana bulaşır.”
“Dirinin ağlamasıyla muhakkak ölü azâb olunur.”
Peygamber efendimiz ipeği sağına, altını soluna koydu ve “Bu ikisi ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine harâmdır” buyurdu.
 1) Tabakât-ı İbni Sâ’d cild-1, sh-348 cild-4 sh-106
 2) Sîret-i İbn-i Hişam cild-4, sh-4
 3) Buhârî cild-5, sh-80, 82
 4) Müsned cild-3, sh-105, 155, 223
 5) El-Îsâbe cild-2 sh-359
 6) El-Milel ve’n-Nihal, cild-1, sh-94
 7) Metâli’-un-nücûm cild-2, sh-116
 8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebdiyye sh-188, 1000
 9) El-İstiâb cild-2, sh-371
EBÛ MÜSLİM HAVLÂNÎ (r.a.):
Tâbiîn’in büyüklerinden bir fıkıh âlimi. İsmi Abdullah bin Sevb’tir. Ya’kûb bin Avf olduğu da söylenir. 62 (m. 682)’de Şam’da vefât etti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) hayatta iken müslüman oldu.
Resûlullah’ı (s.a.v.) görmek için yola çıkmıştı. Fakat yolda iken Resûlullah (s.a.v.) ahirete teşrif ettiler.
Bunun üzerine yoldan geri döndüler. Ancak Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Medine’ye geldi.
Ömer bin Hattab, Muaz bin Cebel, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Ubâde bin Sâmit, Ebû Zer (r.anhüm)
ve diğer tanınmış sahabîlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ebû İdrîs Havlânî, Şurahbil bin Müslim Havlânî,
Âtiyye bin Kays gibi zâtlar da ondan hadîs-i şerîf, bildirmişlerdir. Hadîs sahasında güvenilir bir zât olarak
bilinir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
“Allahü teâlâ bana, mal toplamamı, tacirlerden olmamı vahyetmedi. Fakat yakin sona gelinceye kadar, Rabbine hamd ile tesbih et, secde edicilerden ol. Rabbine ibâdet et diye, vahyetti”
“Gadap (kızgınlık) şeytandandır. Şeytan ise ateştendir. Su ateşi söndürür. Sizden birisi kızdığı zaman abdest alsın.”
Ebû Müslim Havlânî (r.a.) şöyle anlatır: Bir gün Peygamber efendimiz, “Birbirini sevenlere, Peygamberlerin (a.s.) ve şehîdlerin bile gıpta ettikleri (imrendikleri) nurdan minberler vardır” buyurdular.
Ebû Müslim Havlânî hazretleri daha sonra, şöyle bildirir: “Mescidden dışarı çıktım. Ubâde bin
Sâmit, (r.a.) ile karşılaştım. Sana, Resûlullah’ın (s.a.v.) Allahü teâlâ’dan bildirdiği bir şey (Hadîs-i kudsî)
söyliyeyim mi? dedi ve şöyle buyurdu: Allahü teâlâ buyurdu ki: “Sevgim, benim için sevişenlere, benim için birbirini ziyâret edenlere, hak oldu.”
Ceylanlar, Ebû Müslim Havlânî hazretlerine uğradılar. Çocuklar Ona, ne olur. Allahü teâlâ’ya duâ
et de ceylan bize duruversin, ona elimizle dokunalım sevelim diye, ondan istirhamda bulundular. O da
Allahü teâlâ’ya yalvardı. Çocuklar, ceylan duruverdiği için dokunup, sevdiler.
Muhammed bin Şuayb, bir zattan şöyle bildirir: “Humus’tan çıkıp, Şam’a doğru gidiyorduk. Gece
sonunda, Humus’tan dört mil ötede Umeyr denen yere uğradık, orada bulunan kilise papazı bizim geldi-
ğimizi duyunca, yanımıza geldi. Siz kimsiniz, dedi. “Şamlıyız” dedik. Siz, Ebû Müslim Havlânî’yi tanıyor
musunuz? diye sordu. Evet, dedik. Ona gidince, selâmımı söyleyin. Kendisini kitaplardan Îsâ’nın (a.s.) - 247 -
yakın dostu diye gördüğümü söyleyin. Fakat göreceksiniz onu hayatta bulamıyacaksınız, dedi. Gerçekten Guta denilen yere vardığımızda onun ölüm haberi bize ulaştı.”
“Ka’b-ul-Ahbar (r.a.) bana dedi ki: “Yâ Ebâ Müslim! Kavmin sana nasıl davranıyorlar.” Cevâbımda,
“Bana ikrâm ediyorlar, iyi davranıyorlar” dedim. Fakat, O, Tevrâtın böyle anlatmadığını söyledi. “Tevrat
nasıl söylüyor” dedim. Dedi ki: Tevrat “Sâlih insana, insanların en düşmanı, onun kavmidir. En yakını
onu rahatsız eder. Onunla mücâdele eder.” buyuruyor. Bunun üzerine ben Tevrat doğru söylüyor, dedim.
“Eğer Cenneti ve Cehennemi gözümle görseydim, şimdiki yaptıklarıma ilâve edeceğim bir şey olmazdı. Çünkü, ben sanki her ikisini görmüş gibi hareket ediyorum.”
Ebû Müslim Havlânî hazretleri evinin mescidine bir kamçı asmıştı. Kendi kendine, “Namaza kalk,
yoksa seni kamçılarım” diye korkutur, “Ben, kamçıya daha lâyıkım” derdi.
Ebû Müslim hazretleri, zühd konusunda çok ileri derecelere varmıştı. Dünya işleri hakkında zaruret
miktarı konuşurdu.
“Bu ümmeti üç kısım buldum. Birincisi, Cennete hesapsız girerler, ikinci kısmı, azıcık sorguya çekilir, ondan sonra, Cennete girerler. Üçüncü sınıf ise biraz azâb görüp, ondan sonra Cennete girerler.
Ben, birinci kısımda olanlardan olmak isterim. Onlardan olamazsam, az bir hesaba çekilenlerden, onlardan da olamazsam, biraz azab görüp, Cennete girenlerden olmak, isterim.”
“Alçak ve düşük olan kimseler kibirlenir. Böyle kimseler övünür. Hata ve haksızlıkta ısrar edenler
de bunlardır.”
Ebû Müslim hazretleri, değer vermemeleri yüzünden belki selamını almayıp, günaha düşerler korkusundan, karşılaştığı kimselere selâm vermekten çekinirdi.
 1) El-A’lâm cild-4, sh-75
 2) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-49
 3) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-122
 4) Fevât-ül-vefeyât cild-2, sh-169
 5) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-29
 6) Tehzîb-üt-tehzîb cild-12, sh-2356



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...