Ah şu benim kalbim, ulaşılmış ve çoktan fethedilmiş bir kale var onu korumaya çalışan. Bir Eylül sabahında en büyük yenilgisini alan... Beni hala ağlatan pek çok anı saklı içimde, ne kadar unutmaya çalışsam da her kıvrımda saklanıyorlar. Ve onlar istedikleri zaman ortaya çıkıyorlar. Rüzgarda havada dönen bir yaprak beni ağlatabiliyor ve ben hiç birşey yapamıyorum. Bu yüzden çaresizlik nedir bilirim.
Sabaha kadar dansettiğim, güzel olduğum ve uzun saçlarımı rüzgara bırabildiğim o eylül sabahları bana hala aynı hissettiriyor ama nafile ruhumu diriltemiyor. Kızarmış gözlerimle işe giderken, yaşantımın bu hale nasıl geldiğini anlamıyorum. Akıllı sandığım beynimin her seferinde bu ağır yenilgilere nasıl dayandığını gel de anlat zavallılığıma istersen...
Bir zamanlar seni seviyorum dediğim pek çok şey artık yok, ya öldüler ya da gittiler tek bir kelime bile söylemeden...
Bu gece de o ayrılık gecelerinden biri, içimin çekildiğini ve dayanılmaz sancıların başladığını hissediyorum midemde. Aslında gökyüzünde, koskaca bir ay var hani mavi ay dedikleri. Tüm yıldızları silmiş gökyüzünden. Işığı kör etmiş tüm gözleri, herşey sanki daha ağırlaşmış, suyun içinde parlayan yakamozlara döndürmüş kendine bakan herşeyi. Etrafta kimse yok sadece ben, kalbim ve ruhum. Doğru zamanı bekliyorlar.
Ne kadar çok düşünürsem herşey o kadar mantıklı geliyor, Orhan Velinin söylediği gibi, sebebi bu havalar olmalı, çaresizliğimin... Aslında göremediğim nedenler var sadece sezebildiklerimi biliyorum.Belki doğru değil ama olsun.
Kapımı kapatmayı başarsam belki herşey dışarıda kalır. Ben de kurtulurum her Eylül sabahında yıllardan geriye kalan enkaza acımaktan. Belki kapıyı kapatırsam o zaman gerçekten uyuyabilirim. Gördüğüme bile emin olamadığım her rüyayı hatırlamaktan kurtulurum...
Belki o zaman gidebilirim ben de diğerleri neredeyse, hangi boyutsa o zamanı durduran. Ve belki gerçekten gidebilirim, o asla fethedilmeyen yere. Çünkü bildiğim tek şey bu dünyanın aslında benim olmadığı...