Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi,diansefal dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir.
Bu sinir sistemi,Merkezi Sinir Sistemi denilen ve vücut hareketleri yani bilinçli hareketleri kontrol eden sinir sisteminden büsbütün başkadır.Bilginlere göre ,Diansefal,beynin en eski ,yani atalarımızda ilk olarak gelişen beyin kısmıdır.Belki de tarihten önemli insanın içgüdüleri ile hareket etmesini temin eden altıncı his,beynin bu merkezindeydi.
Bugünkü hayatımızda merkezi sinir sistemimizin faaliyeti o kadar fazlaydı ki,”diansefal” altıncı his ortaya çıkarmıyor.Ancak belli sayıdaki kişilerde kendisini gösterebiliyor.Gelecekten haber alabilmek için yetenekler ise daha ender ortaya çıkıyor.
Bu görüş doğruya,Atatürk ,Cayce,Messin gibi duyarlı kişilerde beynin bu bölümünü daha faal olduğu düşünülebilir. Beynin bu bölümünün altıncı his ile irtibatı tama olarak nedir? Atatürk’ün yaşamında “geleceği görme” gücünün kanıtları bulunmaktadır.
En basit örnek Kurtuluş Savaşı’nda görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi’nin gelecekle ilgili yazdığı kitabında,büyük ihtimalle Atatürk’ü kastettiği anlaşılmaktadır: “Devleti Aliyye yıkılacak.Batıdan uzun boylu,mavi gözlü bir adam gelecek. Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek.Serbest Fırka kuracak. Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek. Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek” ESRARENGİZ HİNTLİ MİHRACE ‘NİN SIRRI HALA ÇÖZÜLEMEDİ… Bilindiği gibi Hint halkı,Kurtuluş Savaşı’nda,Atatürk’ü ve Türk halkını yalnız bırakmamış ve maddi-manevi olarak ,Türk halkının yanında yer almışlardı. Kurtuluş Savaşı'ndan yıllar sonra ,1929 yılında,Bir Hintli Mihrace,Atatürk’ü Pera Palas’taki(ayrıntılı bilgi için medya yorumlarına bakabilirsiniz) 101 no’lu odasında ziyaret etmeye gelmişti… Ne amaçla ziyaret ettiği bilinmemesiyle birlikte bir başka nokta da,Mihrace’nin kim olduğudur.
Mihrace’nin ,Atatürk’e sunduğu hediyenin kendisinde de bir sır gizliydi…
Bu hediye altın sırmalı Hint işi bir ipek seccadeydi. Seccadenin üzerindeki desende,bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri;her iki yanında birer güvercini bulunan,beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği görülüyordu.Bordür motifi,fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuru ise,her iki kemerin arasındaki,dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat kadranıydı: Bu saat 09.08’i gösteriyordu. Seccade halen Perapalas’da bulunmaktadır. BULGAR IVAN MANELOF’A SÖYLEDİĞİ KEHANETLER… Mustafa Kemal başından beri Türk Milleti’nin yaşadığı zor koşullardan sıyırıp çıkaracağını biliyordu.1906’da Bulgar Ivan Manelof ile Selanik’de yaptığı konuşmalardır: “Bir gün gelecek,ben,hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkilapları başaracağım.Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim demogoji mahsülü değildir.Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür.Saltanat ortadan kalkacaktır.Devlet mütecanis(tek çeşit) bir unsura dayanamayacaktır.Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır.Batı medeniyetine döneceğiz.Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak,Latin kökünden alfabe seçilecektir.Kadın ve erkek arasındaki farklar kalkacaktır.Emin olunuz ki hepsi bir bir olacaktır…” Atatürk bu konuşmayı yaptığı sırada Abdülhamit ülkenin tek hakimiydi.Ve padişahlık kuvvetli ve kutsal bir kurumdu. ÖNCEDEN YAPILAN BİR UYARI AMA…. Çanakkale Savaş sırasında Mustafa Kemal Nablus Karargahı ‘nda ikinci defa 7 nci Kolordu Kumandanı olduğu yıllarda yaşanan bu olayı kendisi daha sonra şöyle anlatmıştır: -“Bir gün Erkanı Harbiye Reisi bana o günkü raporlarını okudu.Basit raporlardı,her zamanki gibi…Yalnız bu raporlarlar içinde bir nokta dikkatimi çekti…” Evet görünürde hiç bir sonuç çıkartılamayacak bu rapordan Mustafa Kemal inanılmaz bir sonuç çıkartmış ve çok değil bir veya iki gün sonra İngilizler’in büyük taaruzu başlamıştır.Bundan sonrası Mustafa Kemal’in kendi ağzından: “Yataktan kalktım,giyindim.İş odasına girerek bir muharebe emri yazdım." Emirde şunlar yazıyodu: “Düşmam 19 Eylül akşamı taaruz edecektir.” “Sonra bu emre alınması gereken tedbirleri ilave ettim.Bu emri Grup kumandanı olan Liman Fon Sanders Paşa’ya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat,benim raporuma gülmüş ve ‘ihtiyattan zarar gelmez” diye bana da bir şey söylemeye lüzum görmemiş” 19 Eylül gecesi kolordu kumandanları telefon başında çağırarak verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini sordu.Kendisine tüm tedbirlerin alındığı bildirildi.Ancak ne yazık ki,kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almamışlar ve gerekli hiç bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını öğrenmek için bir müddet sonra telefon açtı… Olayın sonucunu yine Mustafa Kemal’den dinleyelim: “Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden,düşman topçusu muharebe hattımız üzerine ateş etmeye başladı.Gece muharebe ile geçti.Benim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıldı,esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman süvarileri Leyman Fon Sanders’in karargahına bastı.Hakikat anlaşılmıştı.Fakat neye yarar…” DÜŞMAN DONANMASI İLE İLGİLİ KEHANETİ… Almanya ile birlikte,Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı İmparatorluğu her şeyini kaybetmiş durumda idi. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros mütarekesi ile Türk topraklarını kaybettiği gibi yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinmeye başlamıştı… İstanbul’un işgal edildiği günlerde,İstanbul’a dönen Mustafa Kemal düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman üzüntüyle: “Geldikleri gibi gidecekler..” Daha sonrasını zaten biliyoruz.Sonuç olarak geldikleri gibi gittiler. İşin ilginç tarafı Nostradamus’un da bu konuyla ilgili bir kehanetinin bulumasıdır.”Centurien” adlı kitabdaki kehanet şu şekildedir: Kongre başkanını tutan devlet adamları İşgal kuvvetlerince sürülecek Malta’ya Girilmiş İstanbul’a alınmış Rodos Adası Ama geldikleri gibi gidecekler 4 Eylül 1919’da hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi toplanmıştı.Kongre Başkanlığı’na, işgal kuvvetlerine karşı açıkça tavır alan Mustafa Kemal seçilmişti.Kurtuluş Savaşı’nı ve Atatürk’ü destekleyen İstanbul’daki mecliste olan milletvekilleri de işgal kuvvetlerince Malta Adası’na sürgüne gönderilmişti.Bu hatırlatmanın ışığında dörtlük bir kere daha okunursa ,durum daha iyi anlaşılacaktır. MUSTAFA SAGİR’İN CASUS OLDUĞUNU İLK KONUŞMADA BİLMESİ… 16 MART 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi üzerine ,Kemalettin Sami Paşa Anadolu’ya Geçerken gemide bir Hintli ile tanışır.Bu adam Mustafa Sağır’dir. Milli Harekete yardım için Hint müslümanlarını’nın kendisini gönderdiklerini söyler.Böylelikle paşayı etkilemiştir.Ankara’ya telgraf çeken Sami Paşa,Mustafa Sagir’e ilgi gösterilmesini ister.Bir süre sonra Sami Paşa Atatürk’e Hintliyi anlatır ve görüşmesini rica eder.Ertesi gün Atatürk ,Mustafa Sagir’i kabul eder. Bu görüşme uzun sürer.Hintli gönderilir.İki paşa yalnız kalınca Atatürk: “Bana bak Kemal bu adam casus!…” der Sami paşa:”Aman paşam siz de çok şüphecisiniz” diyerek Atatürk’e inanmaz. Atatürk konuşmayı keserek yaveri Hayati Bey’i çağırır ve şu emri verir: -“Bu Hintli İngiliz Casusu olacak..Kendisini takip etsinler.Mektuplarını da sansürde çok dikkatli okusunlar...” Bundan sonra mektuplar o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey’e verilir.Bir iki tecrübeden sonra gizli yazılar bulunur.Mustafa Sagir yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir. GÖZLE GÖRÜLMEYEN YERİ BİLMESİ…. Sakarya Savaşı’ndan sonra bir subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu.Kağıttaki notta cephe komutanlarından biri ,Seyit Gazi’nin kuzey-doğu tarafında bir düşman fırkasının göründüğünden bahsediyordu… Bunun üzerinde Mustafa Kemal kaşlarını çatarak: “ Hayır!..Orada düşman yoktur..İyi baksınlar..” Subay öğle yemeğinde geri geldi.Biraz da sıkılarak: - “Haber aldım komutanım.Bahsedilen yerde düşman yoktur.” BU KEHANETİNE DÜŞMAN GÜÇLERİ DE İNANMAMIŞTI… Düşman Ordusu’nu tamamıyla yoketmek amacıyla başlatılan Büyük Taaruz amacına ulaşmıştı.Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyecek olan itilaf devletlerinden durumu gizleme amacı güden fakat bu başarıları haber alan itilaf devletleri kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri zaman.ATATÜRK elçilere: “Sizinle 9 Eylül 1922 Nif(Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim.” İşin ilginç tarafı,bu sırada Türk Orduları Nif’den çok uzakta bulunuyordu.Ve 9 Eylül’e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor,hatta imkansız gibi görülmekteydi.Çünkü bu bir savaştı.Yani kesin tarih verilmesi norma şartlarda hiç bir şekilde mümkün değildi.Savaş sırasında neler olabileceğini kim önceden kestirebilirdi ki? Aradan 10 gün geçti.Bu olayı daha sonra ünlü Nutku’nda kaleme alarak şöyle demiştir: “Dediğim gün Nif’te idim.Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu…” BAŞKENT ANKARA Atatürk’ün Ankara’yı Başkent yapmasının ardındaki sebep hayli ilginçti: - “Ben Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini bütün dünyaya göstermek için Ankara’yı istedimBir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar,asfaltlar ve binalarla bezenecek.Hem bunu hepimiz göreceğiz,yakında olacak…” Ankara 13 Ekim’de başkent oldu.Bazı Batılı devletler Ankara’nın nüfusu ve kırsallığı yüzünden büyükelçi göndermeyeceklerini açıklamalarına rağmen karar değişmedi.
|
|
|
|
|
|
|
|