HZ. SAÎD BİN ZEYD:
Aşare-i mübeşşereden, yani dünyâda iken Cennetle müjdelenen on sahâbî’den biri. Künyesi Ebû
Aver ve Ebû Sevir idi. Nesebi Sa’îd bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyl bin Rezâh bin Adivy bin Kâ’b bin Lüey
idi. Kâ’b bin Lüey’de Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) ile nesebi birleşir. Annesi Fâtıma binti Ba’ce
İbni Halef el-Huzariyyedir. Dedesi Amr Hz. Ömer İbni Hattab’ın amcasıdır. Hz. Ömer’in hem eniştesi
hem de kayınbiraderidir. Kızkardeşi Âtike binti Amr, Hz. Ömer’in, onun kızkardeşi Fâtıma binti Hattab da
kendisinin hanımı idi. Saîd bin Zeyd, 51 (m. 671) senesinde Medine’ye yakın yeşilliği bol ve güzel bir yer
olan Akîk’te yetmiş yaşlarında vefât etti. Cenâzesini Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) yıkayıp, techîz etti. Abdullah bin Ömer (r.a.) namazını kıldırdı. Medine’de Baki Kabristanlığına Eshâb-ı kirâmın omuzları üstünde getirilip, Sa’d bin Vakkas (r.a.) ile Abdullah bin Ömer kabre indirerek defn edildi.
Saîd bin Zeyd hazretlerinin babası Zeyd bin Amr, İslâmiyetten önce Peygamberimizle görüşürdü,
Allahü teâlâ’nın kendine verdiği ilham ile putlara tapan insanların haline şaşar, putperestliğin şirk oldu-
ğunu, onlara kesilen kurbanların etinin yenemiyeceğini düşünürdü. Bu sebeple kendine yeni bir din bulmak için Suriye taraflarına gidip Hz. İbrâhîm (a.s.) dinine girerek Haniflerden oldu. Mekke’ye döndüğünde cahiliyye âdetlerinden olan kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerle mücadele etti. Kız çocuklarının
çoğunun ölümden kurtulmalarına sebep oldu. Oğlu Sa’îde de sık sık “Bir Allah’a mı, yoksa bin ilâha (putlara) mı inanayım.” der, onu Allah’a inanmaya teşvik ederdi. Bu sebepledir ki, Saîd’e Peygamber efendimiz (s.a.v.) kendisine Müslüman olmasını söyleyince, Saîd bin Zeyd hanımı Fâtıma ile birlikte hemen
Müslüman oldu. Muhammed (s.a.v.) İslâm Dîni’ni tebliğe başladığında ilk katılanlardan olup, ilk inananların arasına girdi. Habbab bin Eret evlerine gelip, Fâtıma binti Hattab’a, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Hz.
Ömer bin Hattab da Saîd bin Zeyd’in evinde okunan Kur’ân-ı kerîm’den kalbi yumuşayıp, tesiri altında
kaldı. Kur’ân-ı kerîm’i okuyup, fesahati, belâgatı, mânâları ve üstünlüklerine hayran kalıp, düşmanlığı
silindi. Bunun üzerine Ömer (r.a.) Muhahammed’in (s.a.v.) yanına gidip îmân etmekle şereflendi.
Saîd bin Zeyd (r.a.) müslüman olunca Mekke’de, diğer Eshâb-ı kirâm gibi müşriklerden çok eziyet
çekip, işkence gördüler. Mekke’de su-i kast, işkence, zulüm ve tazyikler artınca Peygamber efendimizin
(s.a.v.) müsaadesi ile Habeşistan’a hicret etti. Sonra Medine’ye geldi. Hicret-i Nebevî’den sonra,
Resûlullah’ın (s.a.v.) emriyle Hz. Talha bin Ubeydullah ile beraber Suriye tarafında araştırma ve oralardakilerin hâllerini inceleme vazifesiyle gönderildi. Bu vazifedeyken, Ebû Süfyân’ın başkanlığındaki kervanın durumunu araştırdı. Bedir Gazâ’sında bulunmadıysa da, Peygamber efendimiz (s.a.v.) O’nun oklarını attılar. Ganimetten pay ayrıldı. Peygamber efendimizin (s.a.v.) bütün gazvelerine katıldı. Cennetle
müjdelendiği hâdise ve hadîs-i şerîf “On kişi Cennettedir. Ebû Bekir cennettedir. Ömer, cennettedir.
Osman cennettedir ve Ali, Zübeyr, Talha, Abdurrahman bin Avf, Ubeyde bin Cerrâh, Sa’d bin Ebî
Vakkas Cennettedirler” (r.anhüm). Peygamberimiz bu dokuz kişiyi zikr edip, sustu.
Sahâbe-i kirâm: “Yâ Resûlallah onuncusu kimdir?” diye sorunca Resûlullah (s.a.v.), “Saîd bin
Zeyd Cennettedir.” cevabını verdi.
Sâid bin Habîb der ki: Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Sa’d, Saîd, Talha, Zübeyr ve
Abdurrahman bin Avf (r.anhüm)’ın Resûlullah katındaki yeri bir idi. Muharebede onun önünde, namazda
arkasında idiler. Hadîs kitablarının en kıymetlisi olan Buharî ve Müslim bunu böylece bildirmektedir.
Hz. Ebû Bekir halife olunca, O’na bîat etti. Hz. Ömer hilâfeti (13/m. 634-23/m. 644) zamanında 13
(m. 634)’de Ecnâdeyn muharebelerinde süvari kuvvetlerine, Fih Muharebesi’nde piyade birliklerine kumanda etti. Şam’ın muhasarasına katılıp, şehrin fethinde bulundu. 15 (m. 636)’da Yermük Muharebesine katıldı. Hz. Osman halîfe seçildiğinde O’na bîat etti. Hz. Osman, O’na Kûfe’de iktâ olarak bir miktar
arazi verdi. Hz. Osman’ın şehâdetine çok üzüldü.
Saîd bin Zeyd hazretleri zamanını devamlı ibadetle geçirirdi. Dünya ve dünyâ nimetlerinden daha
çok âhireti düşünürdü. Makam ve mevkiyi hiç düşünmez, ancak kendisine bir vazife verilirse, bunu en iyi
şekilde yerine getirirdi. Cihadı çok sever, gösterişi hiç sevmezdi. Duâsı kabul olanlardan idi. Bunun için
kendisini kırmaktan herkes çekinirdi. Eshâb-ı kirâm’dan Abdullah bin Ömer, Amr İbni Hâris, Ebûttufeyl,
tâbiînin büyüklerinden Ebû Osman Hindi, Saîd İbni Müseyyeb, Kays bin Ebû Hazım ve başkaları hâl ve
sözlerinden rivâyet etmiştir. Peygamber efendimizden kırksekiz hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet
ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
“Kim malının yanında, kanını, dinini, ehlini, korumak uğrunda öldürülürse o şehîddir.”
“Kim başkasına ait olan bir karış yeri haksız olarak, kendi mülküne dahil ederse kıyâmet
gününde arzın yedi katı halka gibi boynuna geçirilir.”
“Kırmızı beyaz mantar (Kem’e) kudret helvası, nevindendir. Suyu gözlere şifâdır.”
1) El-A’lâm, cild-3, sh-94
2) Hilyet-ül-evliyâ, cild-1, sh-95 - 109 -
3) Târîh-ul-ümem-i ve’l-mülûk, cild-2, sh-15, 131
4) Üsüd-ül-gâbe, cild-2, sh-306
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d, cild-3, sh-379
6) Tam İlmihâl, 1060
7) Eshâb-ı Kirâm, 390
8) El-İstiâb, cild-2, sh-2
9) El-Îsâbe, cild-2, sh-46
HZ. TALHA BİN UBEYDULLAH:
İlk îmâna gelenlerden ve aşere-i mübeşşereden. Dedesi, Ebû Bekr-i Sıddîkın dedesinin kardeşidir.
Bedir gazasında, Şam tarafında vazifeli idi. Diğer gazalarda bulundu. “Talha, ile Zübeyr, Cennette
komşularımdır” hadîs-i şerîfi” ile medh edildi. Çok zengin olup bütün malını Allah yolunda dağıttı. Deve
Harbinde Hz. Ali tarafında değil idi. Orada, ok ile şehîd oldu. Hz. Ali buna çok üzüldü. Ağlıyarak mübâ-
rek eli ile yüzünden toprağı sildi; namazını kendi kıldırdı.
Hz. Talha; Humne binti Cahş, Hz. Ebû Bekir’in kızı Ümmü Gülsüm ve Ûmmü Ebbân binti Utbe ile
evlenmiş ve onu erkek, dördü kız ondört çocuğu olmuştur. Oğulları Muhammed, İmrân, Îsâ, Yahyâ, İsmâil, İshâk, Yakub, Mûsâ, Zekeriyyâ, Sâlih olup, kızları ise Ümmü İshâk, Aişe, Şu’be ve Meryem’dir.
Hz. Talha’nın ismi Talha bin Ubeydullah bin Osman bin Amr bin Kâ’b olup, Künyesi Ebû Muhammed, lâkabı Feyyaz ve Hayyir (Çok hayır işleyen)’dir. Hicretten yirmidört yıl önce Mekke’de dünyâya
geldi. Soyu, altıncı babada Hz. Ebû Bekir onuncu babada ise Resûlullah (s.a.v.) ile birleşir: Babası
Ubeydullah, Resûlullah (s.a.v.) peygamberliğini ilân ettiği zaman hayatta idi. Talha (r.a.) babasının vefâ-
tından evvel Hz. Ebû Bekirin tavsiyesine uyarak, İslâmiyeti kabul etmiş müslüman olmuştur. İlk îmân
edenlerin sekizincisidir. Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla îmân edenlerin beşincisidir.
Hz. Talha, İslâmı tanımadan önce de ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı. Bu seyahatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti. Bir rahib: “Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke’den gelen var mı?” diye seslendi. Bunun üzerine Hz. Talha: “Evet, ben
Mekkeliyim” dedi. Bunun üzerine rahib; “Ahmed (a.s.) zuhur etti mi!” diye sordu. Talha “Ahmed kimdir?”
diye sordu. Rahib: “Abdullah bin Abdülmuttalibin oğludur. Orası O’nun zuhûr edeceği şehirdir. O peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi Harem-i şerîften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret
edecektir.” dedi. Rahibin sözleri Hz. Talha’nın kalbine yer etti. Oradan acele ayrılıp Mekkeye geldi ve
“olan biten bir şey var mı?” diye sordu. “Evet var. Abdullahın oğlu Muhammed-ül-Emin peygamber oldu-
ğunu iddia etti. Ebû Kuhafe’nin oğlu da “Hz. Ebû Bekir, ona uydu.” dediler. Bunun üzerine doğruca Hz.
Ebû Bekir’in yanına gitti. Ondan müslüman olduğu cevabını alınca, Hz. Ebû Bekire rahibin söylediklerini
anlattı. Sonra birlikte Resûlullah’a gidip, müslüman oldu. Rahibin sözlerini Peygamber efendimize
(s.a.v.) de anlattı ve Resûlullah tebessüm ettiler. Talha bin Ubeydullah (r.a.) müslüman olduğu zaman
Mekkeli müşriklerden pek çok eza ve cefa gördü. Rivâyet olunur ki, Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye
adamları ile birlikte Hz. Ebû Bekir ile Hz. Talha’yı yakalayarak onları iple bağladılar ve işkence yaptılar.
Temimoğulları da onlara sahip çıkmadı: Bu hâdiseden dolayı Hz. Ebû Bekir ve Talha’ya (r.a) bitişikler
mânâsına gelen “karînân” dendi.
Hz. Talha en yakın akrabaları dahil olmak üzere Mekke müşriklerinden de işkence gördü. Evlerine
hapsedilmiş, İslâmdan dönmesi için günlerce aç ve susuz bırakılmıştır. Kardeşi Osman da Hz. Talha
vasıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tabi tutulmuştur. Hele namazlarını eda edecekleri zaman
çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence tahammülü mümkün olmayan cinstendi. Hz. Mes’ûd
bin Hıraş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder: Safa ile Merve arasında dolaşırken; elleri boynuna bağlı
ve kalabalık bir gurup tarafından takib edilen bir delikanlı gördüm. Etrafındakilere bu gencin suçunun ne
olduğunu sorduğumda bana: Bu Talha bin Ubeydullah’tır. Atalarının yolundan saptı, diye cevap verdiler.
Gencin peşi sıra çirkin sözler söyleyerek onu takib eden bir de kadın vardı. Onun Kim olduğunu sordum.
Bu gencin annesidir dediler. Fakat Talha (r.a.) bütün bu akıl almaz işkencelere göğüs geriyor. Beni öldürseniz de dînimden dönmem diye karşılık veriyordu.
Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir’le Medîne-i münevvereye hicret buyurduğu zaman Hz.
Talha ticâret için Şam’a gitmişti. Dönerken Medine’ye uğramıştı. Hz. Peygamberin orada olduğunu öğ-
renince kervandaki mallarından vazgeçip Mekke’ye gitmedi Ve Medine’de kaldı. Es’ad bin Zürare’nin
(r.a.) misafiri oldu. Bir müddet sonra Es’âd bin Zürare’yi (r.a.) Mekke’ye gönderip ailesini Medine’ye getirtti. Medine’de Muhacîrin ile Ensâr arasında kardeşlik tesis olunduğunda Peygamber efendimiz (s.a.v.),
Hz. Talha’yı Hz. Übeyy bin Kâ’b ile kardeş yapmıştı. Hz. Talha, Bedir’den başka bütün gazalarda Peygamberimiz (s.a.v.) ile beraber bulunmuştur. Çok cesur idi. Bütün gazalarda Allahü teâlâ’nın dînine hizmet ve şehîdlik mertebesine ulaşmak için kahramanca savaşmış, pek çok defalar Peygamberimizin
medhine kavuşmuş ve Cennet ile müjdelenmiştir. Kureyş müşrikleri Resûlullah ve müslümanları ortadan
kaldırmak için güçlenmek ve para temin etmek maksadıyla Ebû Süfyân başkanlığında Suriye’ye (Şam’a) - 110 -
büyük bir kervan çıkardılar. Yanlarında otuz kırk kadar muhâfızları da vardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) önce keşif ve araştırma yapmak üzere Talha ve Saîd bin Zeyd (r.a.)’ı Medine dışına göndermişti. Bu sebeple onlar Medine’den uzak kalıp Bedir gazâsından haberdar olmayıp, Bedir’e katılmadılar. Fakat gazâ
ile vazifeli olarak Resûlullah (s.a.v.) tarafından gönderildikleri için Bedir ehlinden sayılmışlar, ganimetlerden de kendilerine hisse verilmiştir. Bedir’de bulunanlar gibi kendilerine sevab verildiği Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından bildirilmiştir.
Hz. Talha, Bedir’den sonra İslâmın en büyük gazası, ölüm kalım Savaşı olan Uhud’da kahramanlık
destanları yazmıştır. Canını Peygamber efendimizi korumak için tehlikeden tehlikeye attı. Eshâb-ı kirâm,
Resûlullahın yanında çarpışmak için dizildikleri zaman, Resûlullah (s.a.v.) Mus’ab bin Umeyr’ın taşıdığı
sancağın altında idi. Gaza başlamış müşriklerin sancaktarları öldürülünce müşrik ordusu bozulmuş idi.
Hatta müslümanlar, müşriklerin ordugâhına girip ganimet toplamağa başlamışlardı. Peygamberimiz
(s.a.v.) Uhud geçidine koyduğu ve hiç bir surette ayrılmamalarını emir buyurdukları, Eshâbın en iyi ok-
çularından elli kişinin büyük kısmı, müşrikler yenildi, diyerek bulundukları yerleri terk ettiler. Müşrik ordusu bunu fark edince Uhud Dağını dolaşarak geçide geldiler. Burada bulunan on kadar sahâbîyi şehîd
ettiler ve müslümanları arkadan vurdular. O müthiş günde müslümanlar ne olduğunu anlayamamışlar,
hatta bazıları birbirlerine kılıç vurmuşlardı. Hele harp meydanında Resûlullahın (s.a.v.) öldürüldü haberi
Eshâb-ı kirâmı kalblerinden hançerlemişti. Ne olduğu, anlaşılmamış herkes yeise düşmüştü. Eshâb-ı
kirâmın bazıları geri dönmek icâb ettiğini, bazıları Resûlullah madem ki öldü, biz de ölünceye kadar kâ-
firlerle harb edip O’na hemen kavuşuruz diyorlardı. Bir kısım Eshâb da Peygamberimizin (s.a.v.) etrafında toplanmışlar canlarını siper edip Resûlullahı muhafaza etmeye çalışıyorlardı. İşte Hz. Talha bin
Ubeydullah bir an bile geri çekilmemiş, Resûlullahın yanından ayrılmamıştı. Her fazîlet ve üstünlükleri
kendisinde toplayan her bakımdan Hz. Âdem (a.s.)’dan kıyâmetin kopmasına kadar gelmiş geçmiş ve
gelecek olan insanların en üstünü, en güzeli, en yumuşak huylusu, en tatlı sözlüsü olan Peygamberimiz
(s.a.v.) burada şecaat ve kahramanlığın en güzel ve en üstün misalini gösteriyorlardı. Mikdâd (r.a.)
Uhud gazasında bulunmuştu. Peygamber efendimizi (s.a.v.) görmüş ve O’nun halini şöyle haber vermiş-
ti: “Hz. Mus’ab bin Umeyr şehîd olmuş sancak düşüyorken, Hz. Mus’ab suretinde bir melek sancağı almış, daha sonra Resûlullah (s.a.v.) bu sancağı Hz. Ali’ye vermişti. Kendisini, hak din ve hak bir kitapla
peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, düşmanın en şiddetli saldırıları karşısında
Resûlullah’ın bir karış bile gerilediğini görmedim. Resûlullah tıpkı, askerî bir birlik gibi, sebat etmekte
yerinden ayrılmamakta idi.” İşte bu şiddetli günde yedisi muhacirlerden, yedisi ensardan olmak üzere on
dört Sahâbî de onunla birlikte sabır ve sebat gösterdiler. Burada bulunan muhacirlerden birisi Talha bin
Ubeydullah (r.a.)’dır. Müslümanların şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman Peygamberimiz (s.a.v.)
“Ey Allahın kulları, Bana doğru geliniz, Ey Allahın kulları, Bana doğru geliniz!” diyerek seslene
seslene ancak otuz sahâbî toplayabilmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) müşrikler tarafından kuşatılmıştı.
Resûlullah (s.a.v.) “Kim Allah yolunda vücûdunu bize verir, fedâ eder” buyurduğu sırada ensardan
beş sahâbî sıçrayıp ayağa kalktılar. Peygamberimizin (s.a.v.) önünde çarpışa çarpışa can verdiler,
şehîd oldular. Bunların son şehîd olanı ondört yerinden yaralanmış yere düşünce Peygamberimiz “Onu
bana yaklaştırınız.” buyurmuşlardı. Bu mübârek şehîd, Resûlullahın (s.a.v.) ellerinde şehâdet şerbetini
içdi. Peygamberimiz (s.a.v.), Talha bin Ubeydullah hazretlerinin de içlerinde bulunduğu onüç sahâbî ile
bir köşeye çekildiler.
Müşrikler Peygamberimiz (s.a.v.) ve onüç Sahâbîyi yok etmek için üzerlerine yürüdüler. Peygamberimiz (s.a.v.) “Şunları kim karşılar, kim durdurur” buyurdular. Hz. Talha, “Ben” buyurdu. Peygamberimiz “Senin gibi daha kim var” diye sordular. Ensârdan bir zât “Ben” dedi. Peygamberimiz ona
“Haydi sen karşıla” buyurdu. O zât gitti müşriklerin üzerine bir aslan gibi atıldı. Gözleri yaşartan kahramanlıklar gösterdi. Birçok kâfiri Cehenneme gönderdi ise de sayıca çok olan müşrikler nihayet onu
şehîd ettiler. Yine müşriklerden bir grup Peygamberimize doğru gelmeye başladı. Peygamberimiz “Şunlara kim karşı koyar” buyurdular. Hz. Talha yine atıldı. “Ben” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “Senin gibi
daha kim var” diye sordu. Yine Ensârdan bir zât “Ben” dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Haydi onları sen kar-
şıla” buyurdular. O zât da gitti. Aynı şekilde çarpışa çarpışa şehâdet şerbetini içti. Müşriklerden başka
bir grup daha geldi. Resûlullah (s.a.v.) aynı şekilde sordu. Yine Hz. Talha atıldı ise de Peygamberimiz
yine “Senin gibi daha kim var” diye sordu. Ensârdan bir zât “Ben” dedi, Resûlullah (s.a.v.) aynı şekilde
onu da gönderdi. O da şehîd oldu. Peygamberimizin (s.a.v.) yanında bulunan ensardan oniki sahâbî bu
şekilde şehâdet şerbetini içtiler, inandıkları, îmân ettikleri Allahü teâlâya ve kendilerine vâd olunan sonsuz Cennet nimetlerine kavuştular. Resûlullahın (s.a.v.) yanında Hz. Talha bin Ubeydullah’dan başka
kimse kalmadı. Müşrikler Peygamberimizi (s.a.v.) kastederek yine hücum ettiler. Peygamberimiz “Gelen
şu müşriklere kim karşı koyar” buyurdu, Hz. Talha “Ben” buyurdu ve gitti çarpışmaya başladı. Bir
kısmını öldürdü. Bu sırada Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanına bazı sahâbîler yetiştiler. Eshâb-ı kirâm burada akıllara durgunluk verecek, gözlerin bir daha göremeyeceği kahramanlıklar gösteriyorlardı. Din-i
İslâmda her türlü iyilik ve fazîlette ümmetin en önünde olan Eshâb-ı kirâm cihad, şecaat ve kahramanlıkta da en önde olduklarını isbât eden canlı misaller ortaya koyuyorlardı. - 111 -
Talha bin Ubeydullah (r.a.) buyurdu ki: “Gördüm ki, Eshâb-ı kirâm dağıldı. Müşrikler hücum ettiler
ve Resûlullahı (s.a.v.) her taraftan kuşattılar. Resûlullahın (s.a.v.) önünden mi, arkasından mı, sağından
mı, yoksa solundan mı gelen taarruzlara karşı duracağımı bilemiyordum. Bir önden gelenlere bir arkadan gelenlere koştum onları uzaklaştırdım. Nihayet dağıldılar.” Hz. Talha’nın, Uhud’un bu anında vücû-
dunun her yeri heyecandan ve Resûlullaha (s.a.v.) bir zarar gelir korkusundan tir tir titriyordu. O Uhud
günü Resûlullah’a (s.a.v.) bir zarar gelmemesi için en çok uğraşan en fazla canını hiçe sayanlardan idi.
Eshâb-ı kirâmdan birçoğu bazı anlar Resûlullah (s.a.v.)’ın yanından ayrıldıkları halde Hz. Talha bir an
ayrılmamış idi. Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) bu hali haber verdikten sonra: “Biz Resûlullahın (s.a.v.) yanına
döndüğümüz zamanlar Hz. Talha’yı hep O’nun etrafında dönerek çarpıştığını ve kendisini Resûlullaha
(s.a.v.) kalkan yapıp koruduğunu gördüm.” buyurmuştur.
Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran bir okçu vardı. Bu Mâlik bin Zübeyr idi. Bu hain
Peygamberimize (s.a.v.) nişan alıp bir ok attı. Resûlullahın (s.a.v.) başına doğru gelen bu oka başka hiç
bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Talha (r.a.) elini açarak oka karşı tuttu. Ok elini parçaladı.
Parmaklarının bütün sinirleri kesildi. Elinin kemikleri kırıldı. Atılan oka elini tutması, candan çok ötelere
yükselmiş bir aşkın, kemâle gelmiş bir imânın, muhabbet ile yanan, anlatılamayan hakiki bir sevginin fiili
olarak ortaya çıkmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Eğer (Talha oka elini beni korumak için tutarken)
Bismillah deseydi, insanların gözü önünde Cennete giderdi.” Başka bir rivâyette ise Talha’ya (r.a.)
“Eğer Bismillah deseydin insanlar sana bakışırken, melekler seni göklere yükseltirdi.” buyurmuş-
lardır. Yine “Uhud günü yer yüzünde sağımda Cebrâil, solumda Talha bin Ubeydullah’dan başka
bana yakın bir kimse bulunmadığını gördüm” buyurmuşlardır.
Talha bin Ubeydullah’ın (r.a.) her yeri kılıç ve ok darbeleriyle delik deşik olmuş, vücûdunda yaralanmayan ve kana bulunmayan bir yer kalmamış idi. O gün vücûdunda altmışaltı büyük yara açılmıştı.
Küçükler ise vücûdunda sayılamıyacak kadar çokdu. Bu haliyle dahi cihâda devam ediyordu. Dirâr bin
Hattab onun başına şiddetli iki kılıç darbesi indirmiş ve Hz. Talha kan kaybı sebebiyle de bayılmıştı. Bunu gören Peygamberimiz (s.a.v.) yanına gelen Hz. Ebû Bekir’e hemen Hz. Talha’ya yardıma koşmasını
emrettiler. Hz. Ebû Bekir onu baygın bir vaziyette buldu. Hemen başını kaldırdı ve yüzüne su serpti. Hz.
Talha ayıldı. Ayılır ayılmaz ilk sorduğu soru “Resûlullah ne yapıyor” olmuştur. Böylece sevgi ve bağlılı-
ğın en güzelini göstermiştir. Eshâb-ı kirâmda bu aşk, bu muhabbet, bu îmân olduğu için, Resûlullaha
böyle gönül verdikleri için Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmuşlar, onun için onların verdiği bir avuç arpa sadaka, onlardan olmayanların verdiği Uhud Dağı kadar altın sadakadan daha kıymetli olmuştur.
Hz. Ebû Bekir, “Resûlullah iyidir. Beni sana O gönderdi.” deyince Talha (r.a.) “Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musîbet hiçtir.” Buyurdu. İşte bu sırada âlemlerin efendisi,
iki cihanın sultanı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) oraya teşrif ettiler. Talha (r.a.)’ın bütün vücûdunu
mübârek elleriyle mesh ettiler ve ellerini açıp “Allahım ona şifâ ver, Ona kuvvet ver” diye duâ buyurdular.
Talha (r.a.) biraz sonra sapa sağlam kalktı ve düşmanla yine harbetmeye başladı. Müşriklerden Ebû
Zâtülyed, bir ata binmiş (Ben Ebû Zâtülyed’im. Bana Muhammed’i gösteriniz) diye bağırarak
Resûlullah’a (s.a.v.) doğru geliyordu. Talha (r.a.) onun önünü kesti. Mızrağını atın arka bacaklarına vurunca; at kuyruğunu iki bacağı arasına sokup çöktü. Talha (r.a.)’da mızrağını bu müşrikin göz bebeğine
sapladı ve onu bağırtarak öldürdü. Hz. Talha bu halden sonra da bir hayli yara aldı. Yaraları yetmişbeşi
aştı. Sadece başında dört büyük kılıç yarası vardı. Uylukları kılıçla parçalanmış, parmakları çolak olmuş
idi. Talha (r.a.) şehîd olmayı bekliyen kimselerdendi.
Hz. Talha buyurdu ki: Eshâb-ı kirâm “Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah ile olan
ahidlerine (harp meydanlarında sebat) gösterirler. Onların bir kısmı ahdini yerine getirdi (şehîd oldu), bir kısım ise şehîd olmayı bekliyor” (Ahzab 23) âyet-i kerîmesinde bekliyenlerin kim olduklarını
merak ediyorlar fakat edeblerinden de bir türlü Resûlullaha (s.a.v.) soramıyorlardı. Bedevî birine;
Resûlullaha (s.a.v.) şehîd olmayı bekleyenlerin kimler olduğunu sor, dediler. Bedevî de bunu
Resûlullaha (s.a.v.) sordu. Resûlullah cevap vermedi. Bedevî tekrar sordu, Resûlullah yine cevap vermedi. Sonra ben, mescidin kapısından çıktım. Üzerimde yeşil elbise vardı. Peygamberimiz (s.a.v.) beni
görünce: “Şehîd olmayı bekliyenlerin kimler olduğunu soran kimse`nerede” diye sordu. Bedevî
“Benim yâ Resûlallah! Buradayım” dedi. Resûlullah (s.a.v.) beni göstererek “İşte bu şehîd olmayı
bekliyen kişilerdendir.” buyurdu.
Uhud günü İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi (s.a.v.) öldürmeğe yemin etmiş idi, her yerde Onu
(s.a.v.) arıyordu. Peygamberimizin (s.a.v.) üzerinde iki zırh vardı. Başında da miğfer bulunuyordu. İbni
Kamia, Resûlullaha (s.a.v.) hücum etti ve kılıcını âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e çaldı. Kılıç
darbesiyle mübârek omuzları yaralandı. Bu sırada müşriklerden Ebû Âmir tarafından müslümanları dü-
şürmek için kazılmış çukura kadar gelinmişdi. Diğer bir kılıç darbesi ile Hz. Peygamber (s.a.v.) çukura
düştü, miğferlerinin iki halkası mübârek yanaklarına battı. Resûlullaha (s.a.v.) ilk defa yetişen Hz. Ali
oldu. Hemen Resûlullahın mübârek ellerinden tutarak Talha bin Ubeydullah da doğrultarak Peygambe-- 112 -
rimizi (s.a.v.) çukurdan çıkardılar. Uhud gazasının sonuna kadar da Resûlullah’dan (s.a.v.) ayrılmadı.
Resûlullahı (s.a.v.) sırtına alarak Uhud kayalığına taşıdı. Hz. Talha işte bu Uhud günü Talhat-ül-Hayr
(hayırlı Talha) lâkabı ile şereflendi ki ona bu lâkabı Resûlullah (s.a.v.) vermiştir. Kayalıklara gelince
Peygamberimiz (s.a.v.) bir kayanın üzerine çıkmak istedi. Fakat gayet zayıflamış ve üst üste iki zırh
giymiş ve kendisine yetmişten ziyade kılıç vurulmuş olduğundan takat getiremedi. Bunun üzerine Talha
(r.a.) altına oturdu ve Resûlullah (s.a.v.) taşın üzerine çıktı. O zaman Resûlullah (s.a.v.) “Talha
Resûlullaha yardım ettiği zaman cennet ona vacib oldu” buyurdular.
Hz. Talha, Uhud Harbi’nden Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün gazvelere
katılmıştır. Bu arada Hudeybiye’de biât-ı Rıdvan’da da bulunmuştur. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn
gazvesinde düşmanın okları karşısında gerileyen ordu içinde sebat edenlerdendir. Tebük gazvesinde
herkes elinden gelen gayretle orduyu techîz etmek, (donatmak) için uğraşırken O da herkesle yarışırcasına bütün varını yoğunu sarf etmiştir. İşte bundan dolayı Feyyaz lâkabını almıştır.
Resûlullaha (s.a.v.) haber verildi ki; münafıklar, yahudi Saveylim’in evinde toplanmışlardı. Müslü-
manları Tebük seferinden geri çevirmek istiyorlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Talha bin
Ubeydullah’ı bazı sahabîlerle Saveylim’in, Casum mevkiindeki evine gitmelerini ve evi, münafıklık eden
bu hainlerin üzerine yıkıp yakmalarını emr buyurdu. Hz. Talha bu emri derhal yerine getirdi. Münafıklardan Dahhâk bin Halife evin arkasından atladı, ayağı kırıldı ve münafıkların, fitnesi söndürüldü.
Hz. Enes buyuruyor ki: “Huneyn savaşında Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Kim bir düşman öldü-
rürse düşmanın nesi varsa öldürene aiddir. Ganimete dahil değildir” buyurmuşlardı. Ebû Talha
(r.a.) Huneyn savaşında tam yirmi düşman askeri öldürmüştür. Huneyn’deki gayret hizmet ve kahramanlıklarından ve bilhassa cömertliğinden dolayı da Talhat-ül-Cûd lâkabı Resûlullah (s.a.v.) tarafından verilmiştir.
Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke’ye giden Hz. Talha, Mekke’de haccı eda edip, Veda hutbesini
dinledikten sonra Medine’ye dönmüş ve bir müddet orada kalmıştır. Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından çok
müteessir olup, tenha bir köşeye çekilip ağlamıştır. Sonra Hz. Ebû Bekir’in halife seçildiğini görüp, hemen ona bîat etmiştir. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında da bütün savaşlara katılmıştır. Hz. Ebû Bekir
hastalandığında, yerine kimin halife olmasını Hz. Talha ile istişare etmiş ve Hz. Ömer’i uygun görmüş ve
“Hz. Ömer bu makama en çok lâyık olan zâttır. (Cenâb-ı Hak sana müslümanların işini kime terk ettin)
derse açık bir alınla ve müsterih olarak, (Hz. Ömer’e bıraktım dersin)” buyurmuşlardır.
Hz. Ömer zamanında şûra meclisi üyesi idi. Hz. Ömer her hususta Onun reyine müracaat ederdi.
Bir defasında şûra meclisinde fetholunan arazinin mücâhidler arasında taksim olunması veya olunmaması durumu görüşülüyordu. Hz. Ömer dağıtılmamasını istiyor ve arazinin yalnız Onu fetheden
mücâhidlere ait olmayıp ondan sonra gelecek nesillere de ait olduğunu beyan buyurmuştu. Hz. Ömer’in
bu ictihâdından başka şekilde ictihâd edenler oldu ise de Hz. Talha kuvvetli deliller ortaya koyunca;
mes’ele Hz. Ömer’in teklif ettiği şekilde kabul olundu. İslâm Hukuku’nda bu ictihâd esas kabul edildi. Hz.
Ömer’in vefât etmeden önce halife seçilmek üzere namzet gösterdiği altı zattan birisi de Talha bin
Ubeydullah (r.a.)’dır. Hz. Talha kendi namzetliğinden feragat etti, reyini Hz. Osman’a verdi. Hz. Osman
halife seçilince, Hz. Talha da onu cânı gönülden destekledi.
Hz. Osman devrinde, ilk 6 yıl sakin geçti ve sessiz bir hayat yaşandı. Hz. Osman âsiler tarafından
muhasara edildiğinde, Hz. Talha O’nu korumak amacıyla Hz. Ali ve Hz. Zübeyr gibi oğullarını gönderdi.
Oğlu Muhammed şiddetli şekilde âsilere mukabelede bulundu. Hz. Osman şehîd edilince Hz. Talha çok
üzüldü. Hz. Ali halife seçilince O’na bîat etti. Sonra Hz. Osman’ı şehîd edenlerin derhal cezalarının verilmesini ve kısas yapılmasını istedi. Hz. Ali de isyancıların Medine’ye hâkim olduklarını bir müddet sonra kendilerine bağlı bir ordu kurulduğu zaman isyancıların ve katillerin cezasının verileceğini beyan etti.
Hz. Talha buna çok üzüldü. Mekke’ye Hz. Âişe validemizin yanına daha sonra Basra’ya gitti. Hz. Ali ile
karşılarındaki müslümanlar arasında kan dökülmemesi için Hz. Âişe arabulucu olarak gelmişti. Her iki
taraf anlaştılar. Fakat bunu öğrenen Abdullah bin Sebe yahudisi ve ona tabi olan isyancılar gece her iki
orduya da hücum ederek, Hz. Ali ordusuna Âişe (r.anha) sözünde durmadı, Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’in
bulunduğu tarafta da Hz. Ali “sözünde durmadı” diye bağırarak fitne çıkardılar ve çok müslüman kanının
dökülmesine sebep oldular. Hz. Talha burada şehîd oldu. Hz. Âişe bu vaka esnasında bir deve üzerinde
olduğundan bu vak’aya cemel vakası denildi. Hz. Ali harp meydanını gezerken Hz. Talha’yı maktuller
(ölenler) arasında görünce çok üzüldü, çok, pek çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve
“Ey Ebû Muhammed (Talha) semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serilmiş olarak görmek
bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce öleydim” buyurdu, Hz. Ali, Hz. Talha’nın
namazını kendi kıldırdı. Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe bir gece rüyasında Hz. Talha’yı gördü ve
Ona “Yâ Aişe kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere
defn et”, diye tenbih buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe çok üzüldü ve akrabalarından bazılarını alarak - 113 -
kabr-i şerîflerini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş ise de, diğer yerleri
yeni defn edilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş olduğu halde buldular. Başka bir kabre naklettiler.
Talha bin Ubeydullah hazretlerinin üstünlükleri ve fazîletleri pek çoktur. Günyet-üt Talibin (1322
Mısır Baskısı) seksendördüncü sahifesinde Abdülkadir Geylânî (k.s.) buyuruyorlar ki:
(Ehl-i sünnete göre, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti, başka Peygamberlerin ümmetlerinden
daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona îmân ederek mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı
kirâmdır ki, hepsi Ona tâbi’ olmuş, Onun için harb etmiş, Onun uğruna canlarını, mallarını fedâ etmişdir.
Onun emrini yapmak, birinci vazifeleri olmuş, herşeyde Onun yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshâbın da en
üstünü Hudeybiyede, Resûlullah (s.a.v.) ile bi’at edip Onun için ölmeğe hâzır olduklarını söz veren kahramanlardır. Bunlar, bindörtyüz kişi idi. Bunların da en üstünü, Bedr muharebesinde bulunanlardır ki,
bunlar, Tâlûtun askeri gibi üçyüzonüç kişi idi. Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir ki, kırkıncısı, Ömer “radıyallahü anh”dır. Bunların otuzdördü erkek, altısı kadındır. Bunların da üstünü, (Aşere-i mubesşere) ya’nî Cennete gidecekleri müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali,
Talha, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Sa’d İbni Ebî Vakkâs, Sa’îd bin Zeyd, Ebû Ubeyde bin
Cerrâhdır. Bunların da üstünü, Hulefâ-i râşidîn, ya’nî dört halife olup, bunların da üstünü Ebû Bekr, sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra Ali’dir).
Hz. Talha’nın bu bütün üstünlük ve fâziletlerden sadece kavuşmadığı Hulefa-i râşidîn derecesi olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) “Yeryüzünde Cennetlik bir kimse görmek isteyen Talha bin
Ubeydullah’a baksın” buyurdu. Hz. Âişe anlatır: Ebû Bekir Sıddîk bir gün Resûlullahın (s.a.v.) yanına
girmişti. Resûlullah ona “Yâ Ebâ Bekir sen Allahü teâlânın Cehennemden âzâd ettiği kişisin” buyurdu. Ondan önce kimseye böyle Atik ismi vermemişti. Sonra Talha bin Ubeydullah içeri girdi.
Resûlullah (s.a.v.) ona “Ey Talha sen de şehîd olmayı bekleyenlerdensin” buyurdu.
Hz. Talha ahlâk, edeb ve fazîlet bakımından çok yüksek idi. Kalbi Allahü teâlâ’nın korkusuyla ve
Resûlünün muhabbetiyle doluydu. Bu muhabbeti aşk derecesinden de çok ötelerde idi. O bu aşkının en
güzel isbâtını Uhud ve diğer gazalarda göstermiştir.
Zi’l-Karede gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için bir kuyu satın alıp onu mü’minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek büyük bir cömertlik idi. Ayrıca Zü’l-usra gazvesinde
savaşa katılanları tek başına doyurmuştur. Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir; fakîrlerin ihtiyaç-
larını görür, biçarelere yardım eder, paraya ihtiyacı olanlara para verirdi. Teymoğullarının bütün muhtaç-
ları, onun yardımları altında idi. Hz. Talha bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.
Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından sonra Ümm-ül-mü’minîn olan ezvac-ı tâhîratın hizmetine
koşmuşdu. Bütün malını ve parasını emirlerine amade kılmıştı. Medine’ye gelenler onun evinde misafir
edilirdi. Kendisinden bir şey beklendiğinde onu yerine getirmediği görülmemiştir. Bir gün bir Bedevî, Hz.
Talha’ya gelerek akrabalık iddiasında bulunarak yardım istedi. Hz. Talha bu akrabalık bağının çok ö-
nemli olduğunu söyleyerek, bir arazisinin olduğunu ve isterse onu almasını, isterse satıp parasını vermeyi teklif etti. Bedevî parasını almayı isteyince, Hz. Talha araziyi Hz. Osman’a satıp parasını Bedevî’ye
verdi.
Bir gün Hz. Talha, üzerinde güzel bir maşlah (yünlü harmani) ile yolda giderken adamın biri maş-
lahını omuzlarından kaptı. Oradakiler maşlahı adamdan geri aldılar. Fakat Hz. Talha maşlahı adama
iade ettirdi. Adam utanarak Hz. Talha’ya vermek isteyince Hz. Talha: “Senin olsun, Allahü teâlâ mübâ-
rek etsin! Birisi benden birşey umarsa onun umudunu boşa çıkarmaktan Allahü teâlâdan utanırım.” buyurdu.
Son derece sevimli idi. Orta boylu, geniş göğüslü, yakışıklı bir zattı, israf ve aşırılığa kaçmadan iyi
giyinirdi. Onun ahlâkının güzelliğine bir misâl olarak şu kıssa zikredilebilir. Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât
Ümmî Ebân hatunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat O hiç birisini kabul etmedi. Talha bin
Ubeydullah (r.a.) teklifte bulununca kabul etti. Sebebi sorulduğu zaman: “Onun ahlâkını bilirim. Evine
girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim olarak çıkar. Kendisinden istenildiğinde verir,
kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder.” diye cevap vermiş ve Hz.
Talha ile evlenmişti.”
Hz. Talha ticâretle meşgul olurdu. Medine-i münevverede ise ziraatle meşgul olmuş ve büyük çiftlikler sahibi idi. Kendisinin Hayber’de ve Irak’ta çok arazileri vardı.
Hz. Talha çok büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen gayet az yer, son derece sade giyinirdi. İsraf etmez ve israf edenleri sevmezdi. Bazen de çok güzel elbiseler giyerdi.
Hâlid bin Sa’îd’in rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v.) buyuruyor ki: “Ey insanlar
ben Ebû Bekir’den razıyım. Bunu ona bildirin. Ey insanlar ben Ömer, Ali, Osman, Talha, Zübeyr,
Sa’d, Sa’îd ve Abdurrahman bin Avfdan razıyım. Bunu onlara bildirin. Ey insanlar Allahü teâlâ - 114 -
Bedr ehlini ve Hudeybiye ehlini bağışladı. Ey insanlar Eshâbım kayınpederlerim (Hz. Ebû Bekir ve
Ömer) ve damadlarım (Hz. Osman ve Ali) Hakkında bana riâyet ediniz. Hiç biriniz onlardan hak
taleb etmesin. Çünkü o haklar öyle haklardır ki, yarın kıyâmet günü bağışlanmazlar.”
Ebû Hureyre (r.a.) buyurdu ki: Resûlullah (s.a.v.) Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr
ile birlikte Hira dağının üzerinde bulunuyorlardı. Dağ sarsılmaya, sallanmaya başladı. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) “Sakin ol ey Hira, senin üzerinde ancak bir peygamber yahut sıddîk yahut
şehîdler bulunmaktadır.” buyurmuşlardır.
İbni Mende Talha bin Ubeydullah’dan haber veriyor: Talha bir gece Abdullah bin Amr bin Hirâm’ın
kabrini ziyâret etti. Kabirden Kur’ân sesi işitti. Gelip Resûlullah’a söyledi: “O Abdullahdır. Allahü teâlâ,
şehîdlerin ruhlarını Cennete koyar. Her gece ruhları bedenleri ile buluşur. Sabah olunca yine
Cennette olurlar.” buyurdu.
“Talha ve Zübeyr Cennette benim komşularımdır.” Hadîs-i şerîfi için “Benim kulağım
Resûlullahın mübârek ağızlarından kelimesi kelimesine bu hadîs-i şerîfi işitmiştir.” diye buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v.) yeni ayı, hilâli görünce, “Allahım bu ayı; râzı olduğun ve sevdiğin işlerde, selâmet, iyilik, îmân ve İslâmımızın devamıyla geçirmemizi nasip eyle. Gadâbını çeken şeylerden (haramlardan da) muhafaza eyle. Ey hilâl benim ve senin Rabbin Allahü teâlâdır.”
Yine Talha (r.a.), Peygamberimizden(s.a.v.) “Ben tevâzuyu severim. Kim Allah için tevazu ederse Allahü teâlâ onu yükseltir.” “Allahü teâlâ cömerttir. Cömertleri sever.” “Allahü teâlâ güzel
ahlâkı sever kötü ahlâkı sevmez.” Hadîs-i şerîflerini haber verdi.
1) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-160
2) Sünen-i Tirmizî cild-1, sh-376
3) Buhârî fedâil-ül-Sahâbe
4) Müslim fedâil-üs-Sahâbe
5) Medâric-ün nübüvve cild-2, sh-269
6) El-Îsâbe cild-2, sh-229
7) El-İstiâb cild-2, sh-219
8) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-214
9) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-87
10) Metâli-un nücûm cild-1, sh-216
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1075
HZ. ZÜBEYR BİN AVVÂM:
Sağlığında Cennet ile müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan. Nesebi; Huveylid bin Esed bin Abduluzzâ bin
Kusey torunudur. Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Hz. Hadîce’nin erkek kardeşinin ve Resûlullah’ın
(s.a.v.) halası olan Hz. Safiyye’nin oğludur. Dördüncü olarak imâna geldi. Hz. Ebû Bekir’in damadı idi.
Bütün gazalarda bulundu. Çok yaralandı. Mısır’ın fethinde de bulundu. Zengin olup, bütün malını Allah
için dağıtdı. Eshâb-ı kirâm şehîd olunca yetimlerine vasî olur, onları beslerdi. Deve Vak’asında Hz.
Talha ve Hz. Âişe ile birlikde, Hz. Ali tarafında değildi. Harbden çekilip namaz kılarken, İbn-i Cermuz
tarafından, 36 (m. 656) yılında, altmışyedi yaşında şehîd edildi. Hz. Ali bunu işitince çok üzüldü. Namazını kendi kıldırdı. Hz. Ali, Zübeyr, Talha ve Sa’d bin Ebî Vakkâs aynı yılda doğmuşlardır.
İman ettiği zaman, amcası çok kızmıştı. Bu yüzden onu, bir hasıra sarar, ateşe sokar çıkarır ve
küfre dönmesini putlara tapmasını isterdi. O ise “Asla küfre dönmem (Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Resûlullah) der, yapılan bütün işkencelere büyük bir sabır ve metanetle tahammül ederdi.
Zübeyr bin Avvâm (r.a.), Allah yolunda kılıç sıyıranlardan ilki idi. Bir gün, durup dururken
“Redûlullah yaralandı, öldürüldü!” diye vehimlendi ve hemen kalıcını sıyırıp, Mekke’nin yukarı taraflarında bulunan, Peygamberimizin (s.a.v.) yanına koşarak geldi. Peygamber efendimiz O’nu görünce “Ey
Zübeyr! Ne var?” diye sordular. O da “Seni yakaladılar, bir zarar yaptılar diye içime doğdu” dedi. Bunun
üzerine Peygamber efendimiz, ona ve kılıcına duâ buyurdular.
İman edenler arttıkça Mekke’de müşriklerin müslümanlara yaptıkları işkenceler çok şiddetlendi.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Sahâbîlerinin işkenceler altında kıvrandıklarını görünce, “Siz, bari yer
yüzüne dağılın!... Yüce Allah, sizi yine toplar!” buyurdu. Eshâb-ı kirâm da (r.a.): “Yâ Resûlallah! Nereye gidelim?” dediler. Peygamber efendimiz (s.a.v.) mübârek eliyle Habeş ülkesinin bulunduğu tarafa
işaret ederek, “İşte oraya Habeş ülkesine gitseniz iyi olur. Habeş hükümdarının yurdunda hiç
kimse zulme uğramaz. Orası doğruluk yurdudur. Allahü teâlâ, sizi belki orada ferahlığa kavuşturur!” buyurdu. Bunun üzerine, aralarında Hz. Zübeyr bin Avvâm’ın da bulunduğu 15 kişilik ilk Muhâcir
kafilesi, müşriklere (puta tapanlara) duyurmadan Mekke’den ayrıldılar. Habeşistan hükümdarı Necâşî,
gelen muhacirlere çok iyi davrandı. Rahat ve huzurlarını sağladı. Eshâb-ı kirâma sorduğu sorulara olgun
cevaplar alınca müslüman oldu. - 115 -
Hz. Ümmü Seleme diyor ki; “Biz Habeşistanda huzur içinde yaşarken Necâşî’nin üzerine Habeş’ten bir adam geldi. Saltanatını elinden almak istedi. O adamın, Necâşî’ye üstün gelmesinden korkuyorduk ve çok üzüldük. Çünkü o hükümdar olsaydı bize hayat hakkı tanımazdı. Necâşî de onun, üzerine
yürüdü. Savaş Nil nehrinin öbür tarafında oluyordu. Durum çok kritikdi. Necâşî’nin galip gelmesini
istiyorduk. Eshâbdan bazıları: “Kim savaş cephesine gidip bize haber getirecek” deyince; Hz. Zübeyr bin
Avvâm “Ben giderim!” deyince “Peki, sen git” dediler. O, müslümanların yaşı en genç olanı idi. Hz.
Zübeyr bin Avvâm’a bir su tulumu şişirdiler ve göğsüne astılar. Sonra Nil’in üzerinde yüzdü ve orduların
karşılaştığı Nil’in öteki tarafına geçti. Onların yanında hazır bulundu. Biz ise Allahü teâlâya, Necâşî için
düşmana galip gelmesi ve O’na memleketinde kalması için kudret vermesine duâ ettik. Biz durumun ne
olacağını beklerken Zübeyr (r.a.) uzaktan göründü. Koşuyordu. O elbisesiyle işaret ediyor ve şöyle sesleniyordu: Müjde, Necâşî zafere erişti ve Allahü teâlâ onun düşmanını helâk etti ve ona memleketinde
kalmaya kudret verdi. Şimdiye kadar onun gibi sevindiğimizi bilmiyorum.
Necâşî, Allahü teâlânın izniyle o kâfiri mağlup ederek sağ salim sarayına döndü. Mekke’ye,
Resûlullah’ın (s.a.v.) yanına gelene kadar biz onun yanında güzel bir hayat sürdük. Sonra Eshâb-ı kirâm, Mekke’den Medine’ye hicret edince biz de Habeşistan’dan hicret ettik.”
Peygamber efendimiz (s.a.v.), Medine’ye hicret ettiği zaman, Hz. Zübeyr bin Avvâm’ı, Ensâr’dan
Ka’b bin Mâlik ile kardeş yaptı. Hicretten iki yıl sonra Mekke’li müşriklerle Bedir savaşı yapıldı. Bu savaş-
ta müslümanlar 313 kişi, Mekke’li müşrikler 1000 kişi idi. Peygamber efendimiz, Bedir muharebesinde
Hz. Zübeyr bin Avvâm’ı, sağ kanada kumandan tayin etti ve “Melekler, alâmetli ve nişanlıdırlar, siz de
kendinize birer alâmet ve nişan yapınız!” buyurdular. Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm (r.a.) başına
sarı bir sarık sardı. Her iki taraf bütün güçleriyle saldırıya geçti. Zübeyr bin Avvâm (r.a.) buyurdu ki: “Bedir günü ben müşriklerden Ubeyde bin Sâid’le karşılaştım. O baştan ayağa kadar zırha bürünmüş, gözlerinden başka bir yeri görünmüyor ve at üzerinde bulunuyordu. Çocukluktan beri büyük karınlı olduğu
için kendisine (Ebû zât-ül-keriş=karın babası) denirdi. O “Ben Ebû Zât-ül-Kerîş’im. Ben Ebû Zât-ülKeriş’im” diye meydan okuyordu. Elimdeki mızrağımı hemen onun gözüne sapladım. Ubeyde yıkılıp öldü. Ayağımı yanağına bastım olanca kuvvetimle mızrağımı çekip çıkardım. Fakat mızrağımın iki tarafı
eğilmişti.”
Savaş çok şiddetli geçiyordu. Peygamber efendimiz: “Allahım! Şu bir avuç İslâm cemaati helâk
olursa, artık sana yer yüzünde hiç ibadet olunmaz” diyor, durmadan Allahü teâlâdan yardım diliyor
ve O’na yalvarıyordu. Hz. Zübeyr’in Bedir harbi esnasında gösterdiği kahramanlık çok büyüktü. Vücudunda yaralanmadık bir yer kalmamıştı. Hz. Zübeyr’in oğlu Urve der ki: “Hz. Zübeyr bilhassa üç kılıç
darbesi almıştı. Bunlardan biri boynunda idi. Yara o kadar derin bir iz bırakmıştı ki, içine parmağımı sokabiliyordum.” Bedir muharebesi müslümanların galibiyetiyle neticelenip, 14 Eshâb-ı kirâm şehîd oldu.
70 müşrik öldürüldü.
Mekkeli müşrikler bu yenilgiyi unutamamış bir yıl sonra tekrar Medine’ye hareket etmişlerdir.
Uhud’da iki ordu yine karşılaştı. Uhud gazâsı hicretin üçüncü senesinde vuku buldu. Bu muharebede
fedâkârlık gösterenlerin en meşhûrları arasında Hz. Zübeyr ile Hz. Ebû Dücane de bulunuyordu. Uhud
muharebesi başlarken, müşriklerden (puta tapanlardan) deve üzerinde bir adam meydana çıktı. Çarpışmak için er diledi. Herkesin kendisinden çekindiğini, geri durduğunu görünce, dileğini üç kere tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Zübeyr bin Avvâm, başına sarı bir sarık sararak meydana yürüdü. Birden devenin üzerine sıçrayıp, kâfirin boğazına sarıldı. Deve üzerindeki bu mücâdele devam ederken, Peygamber
efendimiz “Onu yere düşür” buyurdu. Hz. Zübeyr bin Avvâm o müşriki yere düşürdü. Üstüne çöküp
boynunu kesti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Eğer, Zübeyr, onun karşısına çıkmasaydı, halkın çekindiğine, sakındığına bakıp, ben çıkacaktım.” buyurdu. Teke tek mücadelelerden sonra savaş iki
tarafın hücumuyla başladı. Hz. Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, Mekkeli süvarileri karşılayıp,
bozguna uğrattılar. Hz. Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, biner süvariye denk tutulurdu. Hz.
Zübeyr bin Avvâm, müşriklerin sancaktarı, olan Kilâb’ı öldürdü ve 7 arkadaşı ile Peygamber efendimizin
(s.a.v.) yanında şehîd oluncaya kadar ayrılmamak üzere yemin ettiler. Müşriklerin okçuları, Peygamber
efendimizi ok yağmuruna tutunca, Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizi (s.a.v.) ortalarına aldılar. Atılan
oklar Peygamber efendimizin sağından solundan geçiyor, ya önüne düşüyor veya arkasından aşıp geçiyordu. Mekkeli müşrikler Resûlullahı (s.a.v.) her yandan kuşattılar. Hz. Zübeyr bin Avvâm ve arkadaşları, Peygamber efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, gelen oklara, kılınclara vücutlarını siper ettiler. Pek çok Eshâb-ı kirâm çarpışa çarpışa şehîd oldu. Düşman gerilemişti, zafere yaklaşılmıştı. Zafer
sevinciyle yerlerini terk eden sahabenin (r.a.) bulundukları yerden, düşman süvarileri saldırıya geçti ve
Peygamber efendimize kadar sokuldular. Peygamberimiz (s.a.v.) yaralandı. Eshâb-ı kirâm hemen toplandı, neticede savaş tekrar müslümanların lehine döndü.
Muharebe bitmişti. Peygamber efendimizin vefâtı şayiası Medine’ye ulaşınca, Hz. Safiyye hatun
hemen Uhud’a hareket etti. Uhud meydanına gelince, oğlu Hz. Zübeyr’i ve Hz. Ali’yi görüp, önce
Resûlullahın (s.a.v.) halini sordu. Hz. Ali “Hamd olsun iyidir” deyince ferahladı. Fakat Hz. Safiyye “Bana - 116 -
onu göster” deyince, Hz. Ali, Peygamber efendimizi işaretle gösterdi. Peygamberimiz yaralı idi. Peygamberimizin sağ olduğuna şükretti. Hz. Safiyye, baba-anne bir kardeşi olan, Hz. Hamza’nın durumunu
da görmek istiyordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Safiyye’nin gelmekte olduğunu görünce, Hz.
Zübeyr bin Avvâm’a: “Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin” buyurdu.
Zübeyr bin Avvâm (r.a.) “Anneciğim! Resûlullah (s.a.v.) geri dönmenizi emrediyor” deyince, Hz.
Safiyye: “Eğer ona yapılanı bana göstermemek için geri döneceksem, zaten ben kardeşimin cesedinin
kesilip biçildiğini öğrenmiş bulunuyorum. O, bu musîbete Allah yolunda uğramış bulunuyor. Biz Allah
yolunda bundan daha beter olanlarına da razıyız. Sevabını Allahü teâlâ’dan bekliyeceğiz. İnşaallah sabredip, katlanacağız” dedi. Hz. Zübeyr bin Avvâm, gelip bunu bildirince, Peygamberimiz (s.a.v.) “Öyle ise
bırak görsün” buyurdu. Hz. Safiyye, Hz. Hamza’nın cesedinin yanına oturup sessizce ağlamaya başladı. Onunla, Peygamber efendimiz de sessizce ağladılar.
Hz. Zübeyr bin Avvâm anlatır: “Annem yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp: “Bunları, kardeşim
Hamza için getirdim. Onu bunlara sarınız” dedi. Hz. Hamza’yı kefenlediler ve Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer,
Hz. Ali ve Hz. Zübeyr bin Avvâm kabre indirdiler. Aynı kabre, onun gibi şehîd olan, Hz. Abdullah bin
Cahş’ı da koydular.
Uhud’dan dönüşte, Peygamber efendimiz yolda münafıklardan Ebû Azzeel Cumehi’yi yakaladı.
Resûlullah (s.a.v.) onu Bedir’de esir etmişti. Sonra onu lütfederek öldürmemişti. O şöyle dedi: “Yâ
Resûlallah (s.a.v.) beni bırak.” Resûlullah da (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Vallahi bundan sonra artık sen
Mekke’de ellerini okşayıp Muhammed’e (a.s.) iki kere hile ettim diyemiyeceksin, Ey Zübeyr, boynunu vur” o da boynunu vurdu.
Hicretin 5. (m. 626) yılında yahudilerin fesadı ve devamlı tahrikleri ile bütün müşrik arablar, Mekke’li müşrikler ile birleşerek Medine’ye kadar gelip Peygamber efendimize saldırdılar. Peygamberimiz
(s.a.v.), müşriklerin geleceklerini haber alıp, Medine’nin etrafına hendek kazdırdılar. Hz. Zübeyr’in oğlu
Abdullah şöyle anlattı: “Biz çocuk idik ve savaş esnasında Peygamberimizin hanımlarının bulunduğu
yerdeydik. Hz. Seleme’nin oğlu Amr ile nöbetleşe birbirimizin omuzuna çıkıyor ve muharebeyi seyrediyorduk. Ben arkadaşımın omuzuna çıktıkça babam Zübeyr bin Avvâm’ın (r.a.) harbettiğini görüyordum.”
Hz. Câbir bin Abdullah der ki: “Hendek günü iş ağırlaşınca Resûlullah (s.a.v.) “Bize, Benî
Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu?” diye sordular Zübeyr bin
Avvâm (r.a.) “Ben, gider, öğrenir gelirim” dedi. Gidip onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi.
Yine işler ağırlaşınca Resûlullah (s.a.v.) “Bize, Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu?” diye sordular. Yine Zübeyr bin Avvâm: “Ben, gider, öğrenir, gelirim” dedi.
Gidip onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi. Ve: “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Onları, kalelerini tamir,
harp tâlimleri ve manevraları yaparken gördüm. Ayrıca, hayvanlarını derleyip toparlıyorlardı,” Şeklinde
arz etti. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Her peygamberin bir havarisi (samimi dostu) vardır. Benim havârim Zübeyr’dir” buyurdu. Benî Kureyza Yahudilerinin tutum ve davranışlarını gözetlemek ve
öğrenmek üzere, Peygamber efendimizin gönderdiği kişilerin ilki Hz. Zübeyr bin Avvâm idi.
Hendek savaşında da müşrikler bozguna uğradılar. Medine’de oturan Yahudiler, Eshâb-ı kirâma
(r.a.) arkadan saldırarak anlaşmayı bozdular. Peygamberimiz de savaşdan sonra, onları Medine’den
çıkardılar. Yahudiler Hayber kalesine toplandılar. Peygamberimiz (s.a.v.) Hendek savaşından sonra
Hayber üzerine yürüdüler. Hayberde, meşhûr yahudi Cengaveri Merhab kaleden çıkarak er diledi. Hz.
Ali çıkarak Merhabı öldürdü. Merhab’ın katlinden sonra O’nun oğlu Yasir, babasının intikamını almak
için meydana çıkarak; “Bana karşı gelecek var mı?” diye bağırdı. Hz. Zübeyr, hemen atını sürerek onu
karşıladı ve ikisi de şiddetli bir muharebeye tutuştular. Oğlunun bu hareketini seyreden Hz. Safîyye, Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) yaklaşıp “Yâ Resûlallah! Oğlum şehîd oluyor mu?” diye sordu. Resûl-i Ekrem de
“Hayır” buyurdu. Resûl-i Ekrem’in bu beyanından bir kaç dakika sonra Hz. Zübeyr, hasmının kellesini
uçurdu. Zübeyr bin Avvâm (r.a.) Hayber savaşında da büyük kahramanlıklar gösterdi. Neticede Hayber
kalesi de alındı. Bundan sonra Mekke’yi fethetmek için hazırlıklar yapıldı. Peygamber efendimizin
(s.a.v.), Mekke’yi fethetmek için hazırlık yaptığını bildiren bir mektubun, bir kadın vasıtası ile, gizlice
Mekke’ye gönderildiğini Cebrâil aleyhisselâm haber verdi. Sâre adındaki bu kadın, bu mektubu, başına
yerleştirdikten sonra, üzerinden saçlarını bölükler halinde örerek mektubu gizledi ve Kureyşlilere teslim
etmek üzere yola çıktı.
Peygamber efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdâd bin Esved’e “Acele gidiniz! Hah
bahçesine vardığınızda, orada, yanında bir mektub bulunan hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız. Mektubu ondan alınız ve bana, getiriniz! Kadını, serbest bırakınız. Mektubu vermek
istemezse, boynunu vurunuz” buyurdu. (Hah; Medine ile Mekke arasında bir yer olup, Medine korularındandır) - 117 -
Hz. Ali ve arkadaşları, durmadan at koşturarak Hah bahçesine vardılar. Kadın orada idi. Hz. Ali
kadına: “Yanında götürmekte olduğun mektûb nerede?” diye sordu. Kadın: “Benim yanımda mektûb
falan yok” dedi. Kadının eşyalarını aradılar, mektubu bulamayınca geri dönecek oldular. Hz. Ali
“Resûlullah (s.a.v.) bize, senin yanında mektub olduğunu söyledi. Ya mektubu çıkarırsın veya tepene
kılıcı indiririm” buyurdu. Kadın yeminler ederek, inkâra devam ettiyse de, Hz. Ali ve arkadaşlarının işi
sıkı tuttuğunu anlayınca, Kadın: “Yüzünü başka tarafa çevir” dedi. Hz. Ali yüzünü çevirince kadın mektubu çıkardı. Kadını emir gereğince serbest bıraktılar. Mektubu Peygamber efendimize getirdiler.
Fetih hazırlıkları tamamlanınca Hicretin sekizinci senesinde Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) kumandasında hareket eden binlerce Mücâhid Mekke’ye doğru ilerledi. Hz. Zübeyr, bu hareket esnasında Resûl-i
Ekrem’in sancağını taşıyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) askerlerini Zî Tuva denilen yerde bölüklere ayırdı.
Bir kısmını Zübeyr bin Avvâm’ın (r.a.) emrine vererek Mekke’nin Kudâ tarafından girmelerini emir buyurdular.
Mekke’li müşrikler Mekke’yi harpsiz teslim ettiler. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn vadisinde
Hevazin müşrikleriyle savaşıldı. Bu savaşta Hevazin kabilesi mağlup olarak geriye çekilmeye başladı.
Kabilenin ileri gelenlerinden Mâlik bin Avf gitti ve iki dağ arasında yüksek bir mevzide arkadaşlarına:
“Durunuz ki zayıflarınız yürüsün ve geride kalanlar bize yetişsinler” dedi. Hezimete uğrayanlar gelip onlara kavuşuncaya kadar orada durdular. Mâlik, gelenlere sordu: “Geriye bakın neler görüyorsunuz” Onlar da: “Uylukları uzunca bir süvari görüyoruz mızrağını omuzu üzerine koymuş ve başına bir kırmızı
sarık bağlamıştır.” Bunun üzerine Mâlik bin Avf şöyle dedi:
“İşte o, Zübeyr bin Avvam’dır (r.a.). Putlara yemin ederim ki elbette o size ulaşır. Onun için yerinizde sıkı durunuz ayrılmayınız.” Hz. Zübeyr bin Avvâm, o iki dağ arasındaki tepelik yerin dibine vardı,
Hevazinliler onu gördüler. Yetişip, onlara saldırdı, oradan çıkartıp uzaklaştırıncaya kadar onlarla cenk
etti.
Zübeyr bin Avvâm (r.a.), Taif Muhasarasına, Tebük seferine ve Veda Haccı’na iştirak etmiştir.
Mısır’ın kalbi olan Fustat şehrini zaptetmek için Amr İbn’il-Âs (r.a.) Hz. Ömer’den dörtbin kişilik
kuvvet istediğinde Hz. Ömer Ona dört kişi göndermiştir ki, bunlar: Hz. Zübeyr bin Avvâm, Hz. Mikdâd bin
Esved, Hz. Ubâde bin Sâmit ve Hz. Mesleme bin Muhalled’dir. Zübeyr bin Avvâm, yedi aylık muhasaradan sonra Fustat şehrini zabtetmeye muvaffak olmuştur. Sonra İskenderiyye üzerine yürüyerek burası-
nın da alınmasında büyük rol oynamıştır.
Hz. Zübeyr bin Avvâm, 36. (m. 656) târihinde yapılan Deve vak’asında Hz. Ali tarafında olmayıp,
Hz. Âişe’nin ordusunda çarpıştı. Hz. Talha da Hz. Ali’nin karşı tarafında bulundu. Sonra harbden çekilen
Hz. Zübeyr, namaz kılarken İbn-i Cermuz tarafından şehîd edildi. Şehîd olduğunda 67 yaşında bulunuyordu. Hz. Ali, Hz. Zübeyr’in vefâtına çok üzülmüş olup, cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı.
Hz. Zübeyr bin Avvâm, uzun boylu, beyaz tenli, zarif (kibar) bir kimse idi. Emânete son derece riâ-
yet eder, hassasiyet gösterirdi. Hz. Zübeyr bin Avvâm kendisine emânet edilen şeyleri saklamak için ne
yapacağını şaşırırdı. Nitekim, bir çok sahabe, mallarından başka, çocuklarını da Zübeyr bin Avvâm’a
(r.a.) emânet ederlerdi. Ticâret ve ziraat ile meşgul olurdu. Medine’nin en zenginlerinden sayılırdı. Medine etrafındaki arsalardan başka Basra, Kûfe ve Mısır’da da bir hayli emlâkı vardı.
Etrafındaki fakîrlerin hepsinin maişetini temin etmek hususunda büyük gayretler sarf etmiştir. Borç
para isteyene borç para verir, cihâd’a gitmek isteyenleri Allah rızası için techîz ederdi (donatırdı). Zekâ-
tını zamanında ve muntazaman verirdi. Bütün servetine ve zenginliğine rağmen, O, son derece sade
yaşardı; Sade giyinir, sade yemek yer ve zinet eşyasına iltifat etmezdi. Ancak, silâhına hassasiyet gösterirdi. Bu itibarla kılıcının kabzasını gümüşten yaptırmıştı.
Zübeyr bin Avvâm beş defa evlendi ve bu evliliklerinden onsekiz çocuğu oldu. İlk hanımı, Esma
binti Ebû Bekir idi. Ondan, Abdullah, Urve, Münzir, Haticet’-ül-Kübra, Ümm-ül-Hasen ve Aişe isimli çocukları doğmuştur. İkinci hanımı, Ümmü Hâlid bin Saîd idi. Ondan da, Hâlid, Ömer, Hatîbe, Sevde ve
Hind isimlerindeki çocukları olmuştur. Üçüncü hanımı, Rebab binti Uneyfdir. Ondan Mus’ab, Hamza ve
Remle isimlerindeki çocukları olmuştur. Dördüncü hanımı ise, Zeyneb binti Beşîr idi. Ondan da Ubeyde,
Cafer ve Hafsa isimlerindeki çocukları oldu. Nihayet beşinci hanımı, Ümmü Gülsüm binti Ukke olup ondan yalnız Zeyneb isminde bir kızı olmuştur. Hz. Zübeyr bin Avvâm’ın çocukları içinde Abdullah’ın; babası ile Yermük muharebesine katıldığı en büyük oğlu olduğu ve Medine’de doğan ilk Muhâcir çocuğu
olduğu için husûsî bir yeri vardı. Bu yüzden Hz. Zübeyr bin Avvâm, servetinin üçte birini ona bırakmıştı.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden:
“Birinizin ipi alıp odun yüklenerek satması ve Allah’ın onun yüzünü ak etmesi dilencilikten
hayırlıdır. İstediği kimseden birşey alsın veya almasın böyledir.”
“Bilmediğini hadîs olarak söyleyen, Cehennemde azâb görecektir.” - 118 -
1) El-A’lâm cild-3, sh-43
2) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-89
3) Târîh’-ül-hamîs cild-1, sh-172
4) Sıfat-üs-safve cild-1, sh-132
5) Kâmûs-ul-a’lâm cild-4, sh-2411
6) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-100
7) İzâlet-ül-hafâ cild-1, sh-275
8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1089, 1090
9) Eshâb-ı Kirâm sh-416
10) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-164
11) Sahîh-i Buhârî, Fedâil-üs-sahâbe
12) Sahîh-i Müslim, Fedâil-üs-sahâbe
|