03 Mart 2013

PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V. GENÇLİĞİ






PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V.GENÇLİĞİ

Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençliği sırasında Mekke
halkı arasında diğerlerinden farklı olarak çok sevilmiştir. Güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde
iyi davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle sevilmişti. İnsanlar arasında fevkalade
farklılığı ile herkes O’na hayran olmuştur. Mekke halkı, O’nda gördükleri şaşılacak derecedeki doğru
sözlülük ve güvenilirlikten dolayı da O’na “El-emin=Güvenilir” dediler ve gençliğinde bu isimle meşhûr
oldu.
Peygamberimizin gençliği sırasında, Araplar koyu bir câhiliyyet devri yaşamakta olup, aralarında
puta tapmak, içki, kumar, zina, faiz ve daha bir çok çirkin işler yaygınlaşmıştı. Muhammed aleyhisselâm - 11 -
onların bu bozuk hallerinden son derece nefret eder, her kötülüklerinden dâimâ uzak dururdu. Bütün
Mekke halkı O’nun bu halini bilirler ve hayret ederlerdi. Putlardan şiddetle nefret ettiği için asla yanlarına
yaklaşmazdı. O zaman Kureyş müşrikleri, her senenin belli bir gününde toplanırlardı. Bu toplantılarda,
Buvane adlı bir putun yanında kurbanlar kesip, merasim yapmak âdetleriydi. Yine böyle bir günde Peygamberimizin halaları O’nu da götürmek için çok zorladılar. Gitmekten şiddetle kaçınmasına rağmen
halaları büyük bir ısrarla tutup götürdüler. Fakat putun yanına vardıklarında Muhammed aleyhisselâmın,
birdenbire ortadan kaybolduğunu gördüler. Sonra O’nu benzi sararmış bir halde bulup, Sana ne oldu?
dediklerinde: “Bana bir fenalık gelmesinden korkuyorum” dedi. Onlar da, (Allah sana kötülük
eriştirmez, sende çok iyi hasletler ve meziyetler var. Söyle bakalım sen ne gördün?) dediler. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm şöyle cevap verdi: “Ben bu putun yanına yaklaştığım zaman, uzun
boylu ve beyazlar giyinmiş biri peyda oldu.” Bana: “Yâ Muhammed! Geri çekil, sakın o puta el sürme! diye haykırdı.” Bu vakadan sonra da asla putların yanına yaklaşmadı ve diğer kötülüklerden de daima uzak durdu. Putlar için kesilen kurbanların etlerinden hiç yemedi. Çocukluğunda ve gençliğinde
kendine ait koyunları Ciyâd dağında ve civarında güderdi. Böylece geçimini sağlardı. Bir taraftan da çok
bozulmuş olan cemiyetten bu münasebetle de uzak dururdu. Bir defasında Eshâb-ı kirâma “Koyun
gütmeyen hiç bir peygamber yoktur” buyurmuştu: (Yâ Resûlallah sen de güttün mü?) dediklerinde
“Evet ben de güttüm” buyurdu.
Muhammed aleyhisselâm yirmi yaşında iken Ebû Bekir (r.a.) ile Şam’a ticârete gitti. Bu seferinde
de Bahîra adlı rahibin bulunduğu manastırın yakınında konakladıklarında, Hz. Ebû Bekir Bahîra’dan
yiyecek birşeyler almaya gitmişti. Bahîra; Muhammed aleyhisselâmın oturduğu ağacı göstererek (O a-
ğacın altında oturan kimdir?) diye sordu. Muhammed bin Abdullah bin Abdulmuttalib’dir cevâbını alan
Bahîra (Vallahi O, son peygamberdir. Ben şöyle işittim ki, Îsâ aleyhisselâmdan sonra o ağaç altında
kimse oturmadı. Ancak son peygamber olacak kimse oturacaktır) demiştir. Bu müjdeyi duyan Hz. Ebû
Bekir, Muhammed aleyhisselâmı o günden sonra daha da çok sevmiştir.
Muhammed aleyhisselâm yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda Mekke’de asayiş tamamen bozulmuştu. Zulüm son derece yaygınlaşıp mal, can ve namus emniyeti kalmamıştı. Mekke’nin yerli halkı,
ticâret için ve Kâ’be’yi ziyâret maksadıyla gelen yabancılar haksızlığa ve zulme uğruyorlardı. Haklarını
almak için müracaat edecek bir merci de bulamıyorlardı. Bu sırada ticâret maksadıyla Mekke’ye gelen
Yemenli bir tüccarın malları, Âs bin Vâil adında bir Mekkeli tarafından zorla elinden alınıp gasp edilmişti.
Bu hadîse üzerine Yemenli, Ebû Kubeys dağına çıkıp feryad ederek hakkının alınması için kabilelerden
yardım istemişti. Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren bu tip hadîseler üzerine, Haşim ve
Zühreoğulları ve diğer kabilelerin ileri gelenleri Abdullah bin Cedan’ın evinde toplandılar. Yerli, yabancı
hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mani olmaya ve haksızlığa uğramış olanların
haklarını almaya karar verdiler ve bu maksatla bir adalet cemiyeti kurdular. Muhammed aleyhisselâmın
genç yaşta katıldığı ve kuruluşunda da çok tesirli olduğu bu cemiyete Hılf-ul-Fudul cemiyeti denildi. Daha önce Fazl adında iki kişi ve Fudayl adında biri tarafından da böyle bir cemiyet kurulmuştu. Onların
önceden kurdukları cemiyete izafeten bu isim verilmiştir. Bu cemiyet, zulmü önleyip, Mekke’de bozulmuş
olan asayişi yeniden kurdu. Tesiri uzun müddet devam etti. Muhammed aleyhisselâma peygamberlik
bildirildikten sonra Eshâb-ı kirâma anlatıp: “Abdullah bin Cedan’ın evinde yapılan yeminleşmede ben
de bulundum. Bence o yeminleşme, kırmızı tüylü develere (servete) sahip olmaktan daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icâbet ederim.” buyurdu.
Mekkeliler öteden beri ticâretle uğraşarak geçimlerini sağlarlardı. Muhammed aleyhisselâmın amcası Ebû Tâlib de ticâretle uğraşıyordu. Muhammed aleyhisselâm yirmibeş yaşında bulunduğu sıralarda
Mekke’de geçim sıkıntısının iyice artması üzerine Mekkeliler Şam’a gitmek üzere büyük bir ticâret kervanı hazırlamıştı. Mekke’de üstün ahlâkı ve meziyetleri ile tanınan ve Tahire (çok temiz) lakabıyla anılan
Hatice hatun da ticâret için mal göndermek istiyordu. Fakat bu iş için güvenilir bir kimse arıyordu. Peygamberimizin (s.a.v.) halası Atîke hatun önce peygamberimizle (s.a.v.) bu iş için görüştü. Sonra da durumu Hz. Hatice işitmişti. Eğer mallarımı satmak üzere götürürse ona başkalarına vereceğim ücretten
daha fazlasını veririm dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Amcası Ebû Tâlib’in de tavsiyesi üzerine Hz. Hatice’nin mallarını götürüp satmak üzere bu ticâret kafilesine katıldı. Bu işe büyük bir memnuniyet gösteren Hz. Hatice kölesi Meysere’yi de O’nun yanına yardımcı olarak vermişti. Bu ticâret seferi
üç ay sürdü. Kervanda bulunanlar yolculuk sırasında Muhammed aleyhisselâmın üzerinde O’nu gölgeleyen bir bulutun ve kuş şekline giren iki meleğin O’nunla birlikte sefer bitinceye kadar hareket ettiğini
gördüler. Yolda yürüyemeyecek derecede yorulup kervandan geri kalan iki devenin ayaklarını eliyle sı-
ğamasından sonra, develerin birden süratlenmesi gibi nice hallerini görünce, O’nu son derece sevip
şanının çok yüce olacağını anlamışlardı. Busra denilen yere vardıklarında, oradaki manastırın yakınında
bu seferde de konaklamışlardı. Gördüğü birçok alâmetlerden O’nun son peygamber olacağını anlayıp
söyleyen rahib Bahîra ölmüş. O’nun yerine Nastura adında başka bir rahib geçmişti. Manastırın yakınına
gelip konan Kureyş kervanını seyreden rahib Nastura yakınında bulunan bir kuru ağacın altına birinin - 12 -
oturmasıyla birlikte yeşermesini görerek elinde bir kitap sahifesi ile koşup geldi. Bir elinde bulunan
sahifede yazılı olanlara, bir de Muhammed aleyhisselâmın yüzüne bakıyor, baktıkça da hayrete düşü-
yordu. Nastura bildiği, duyduğu ve okuduğu alâmetlerin aynını görüp, Muhammed aleyhisselâmı göstererek: (Îsâ aleyhisselâm’a İncil’i indiren Allah hakkı için bu zat son peygamber olacaktır. Ne olaydı ben
O’nun peygamber gönderilerek emr olunduğu zamana ulaşsaydım) dedi... Muhammed aleyhisselâm
Busra pazarında Hatice hatunun mallarını satarken de O’nunla pazarlık yapan bir yahudi inanmadığı için
(Lat ve Uzzâya (iki put ismi) yemin et ki inanayım) deyince Muhammed aleyhisselâmın “Ben o putlar
adına asla yemin etmem! Onların yanından geçerken yüzümü başka tarafa çevirerek geçerim” cevabını
alınca O’ndaki diğer alâmetleri de gören yahudi: (Söz senin sözündür. Vallahi bu zat peygamber olacak
bir kimsedir ki, âlimlerimiz kitaplarda bunun vasfını bulmuşlardır.) diyerek hayranlığını açıklamıştır.
Kureyş kervanı ticâretini tamamlayıp Mekke’ye dönmüştü. Kervanda bulunan ve Hatice hatunun
akrabası olan Zübeyr ve kölesi Meysere, Muhammed aleyhisselâm hakkında işittiklerini ve gördüklerini
Hatice hatuna bir bir anlattılar. Hatice hatun mallarını satmak üzere teslim ettiği Muhammed
aleyhisselâmın bereketiyle iyi kâr getirdiğini görerek çok memnun olmuştu. Kervanı karşıladığı sırada da
Muhammed aleyhisselâmı gölgeleyen iki meleği görmüştü. Ticâret seferi sırasında vuku bulan harikulâ-
de hallerin kölesi Meysere tarafından teker teker anlatılması üzerine, amcasının oğlu Varaka bin
Nevfel’e gitti. Varaka bin Nevfel putlara tapmayan okumuş ve çok bilgili, yaşlı bir hıristiyan idi. Hatice
hatun daha önceden de rüyasında gökten ayın indiğini, koynuna girip koltuğundan çıkarak bütün âlemi
aydınlattığını görmüştü. Bu rüyasını da Varaka bin Nevfel’e anlatmıştı. O da (Âhir zaman peygamberi
vücuda gelmiştir. Sen O’nun hanımı olursun. Senin zamanında ona vahiy gelir. O’nun dîni bütün âlemi
doldurur. Sen O’na en önce îmân eden olursun. O peygamber Kureyş kabilesinin Hâşimoğulları kolundan olacak...) demişti Hatice hatun bu defa kölesi Meysere’nin anlattığı şeyleri de Varaka bin Nevfel’e
söyleyince, o da hayrete düşüp: (Bu söylediklerinden anlaşılıyor ki, şüphesiz Muhammed, bu Ümmetin
peygamberi olacak. Ben zaten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını biliyor ve onu bekliyordum. Bu
zaman onun tam zamanıdır) dedi. Böylece Hz. Hatice’nin sevgisi ve itimadı daha da arttı.
Muhammed aleyhisselâm 12 yaşında iken amcası Ebû Tâlib ile ticâret için Busra’ya kadar, 17 ya-
şında iken amcası Zübeyr ile Yemen’e, 20 yaşında Hz. Ebû Bekir ile Şam’a ve 25 yaşında iken Hz. Hatice’nin mallarını satmak üzere Şam’a olmak üzere dört defa seyahate çıktı. Bu seyahatlerinden başka
hiç bir yere seyahat yapmadı.
EVLENMESİ
Muhammed aleyhisselâm yirmibeş yaşında iken ilk olarak Hz. Hatice ile evlendi. Hz. Hatice,
Kureyş kabilesinin Esedoğulları kolundan kırk yaşında ve dul idi. Fakat, malı, cemâli, aklı, ilmi, şerefi,
nesebi, iffet ve edebi pek fazla bir hatun idi. Yüksek ahlâkı ve üstün vasıfları sebebiyle Kureyş arasında
Tâhire (çok temiz), İslâmiyet geldikten sonra da “Hadîcet-ül-Kübra” ismiyle meşhûr olmuştu. Hz. Hatice
mallarını Şam tarafına götürüp Busra’da satan Muhammed aleyhisselâmın adaletini, üstün ahlâkını ve
hakkında duyduğu, şahit olduğu hadîseler sebebiyle onu son derece takdir etmişti. Bu hadîseden kısa
bir süre sonra, yakınlarının araya girmesiyle evlenmeleri kararlaştırıldı. Peygamber efendimizin (s.a.v.)
bu sırada evlenecek kadar parası ve malı yoktu. O zaman da samimi bir arkadaşı olan Hz. Ebû Bekir’e
gidip borç istemeyi düşündü. Bu maksadla Hz. Ebû Bekir’in dükkânına gitti. Hz. Ebû Bekir dükkânının
önünde oturuyordu. Peygamberimizi (s.a.v.) uzaktan görünce bu gelen benim samimi dostum ve çok
sevdiğim arkadaşımdır, dedi. Şimdi benden ne taleb ederse bol bol vereyim diye karar verdi. Peygamberimiz (s.a.v.) yanına yaklaşınca üzüntülü görüp, sebebini sordu. Durumu anlayınca kasasını açıp, buyur istediğin kadar al dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) lâzım olduğu kadar alıp nikâh için gerekli hazırlığı yaptı. Nikâh meclisi Hz. Hatice’nin evinde kuruldu. Ebû Tâlib ve Varaka bin Nevfel tarafından takdim
konuşmaları yapıldı. Nikâhı Varaka bin Nevfel kıydı. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri de nikâh şahidi
olarak bulundular. Zamanının emsalsiz bir kadını olan Hz. Hatice, evlilik hayatı boyunca Muhammed
aleyhisselâma daima hizmet edip yardımcısı oldu. Muhammed aleyhisselâmın bu evliliği Hz. Hatice’nin
vefâtına kadar yirmibeş sene sürdü. Bunun onbeş senesi bi’setten önce on senesi bi’setten sonra idi.
Muhammed aleyhisselâm, ilk zevcesi Hz. Hatice hayatta iken başkası ile hiç evlenmemişti. Muhammed
aleyhisselâmın Hz. Hatice’den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. Bunlar; Kâsım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah (Tayyib)’dır. Peygamberliği sırasında evlendiği Hz.
Mâriye’den de İbrâhîm adlı oğlu olmuştu. Diğer zevcelerinden çocuğu olmadı. Zeynep, kızlarının en bü-
yüğü idi. En küçük kızı Fâtıma babasının en sevgilisiydi. Hz. Fâtıma Peygamberimiz (s.a.v.) kırk yaşında
iken doğdu. Erkek evlâtları küçük yaşta vefât ettikleri gibi, Hz. Fâtıma’dan başka bütün kızları da O’ndan
önce vefât ettiler. Hz. Fâtıma da Muhammed aleyhisselâmdan altı ay sonra vefât etti. Hz. Ali ile evlenmişti. Muhammed aleyhisselâmın soyu Hz. Fâtıma evlâdı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile devam etti. - 13 -
Resûlullah (s.a.v.) ikinci defa olarak, ellibeş yaşında iken, Ebû Bekir’in (r.a.) kızı; Âişe (r.anha) ile
nikâhlanıp, üç sene sonra da Medine’de evlendi. Bunu Haticet-ül-Kübra’nın vefâtından bir yıl sonra,
Allahü teâlânın emri ile nikâh eylemişti, ölünceye kadar, sekiz sene onunla yaşadı.
Diğerlerini, hep Hz. Âişe’den sonra, dinî, siyasî sebeplerle veya merhamet ve ihsan ederek nikâh
etti. Bunların hepsi dul olup, çoğu yaşlı idi. Meselâ, Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılamayacak bir dereceye geldikte, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişti. Habeş
padişahı Necâşî Hıristiyan idi. Müslümanlara çeşitli şeyler sorup, aldığı olgun cevaplara hayran kalarak
imâna geldi. Müslümanlara çok iyilik yaptı. İmânı zayıf olan Ubeydullah bin Cahş, fakîrlikten kurtulmak
için, papazlara aldanıp mürted olmuş, dinini dünyâya değişmişti. Resûlullahın (s.a.v.) halasının oğlu olan
bu mel’ûn, karısı Ümm-i Habîbeyi de (r.anha) dinden çıkıp zengin olmağa cebr ve teşvik etti ise de, kadın, fakîrliğe ve ölüme râzı olacağını fakat Muhammed aleyhisselâmın dininden çıkmayacağını söyleyince, bunu boşadı. Sürünerek, sefaletten ölmesini bekliyordu. Fakat, az zamanda kendi öldü. Ümm-i
Habîbe, Mekke’deki Kureyşin o zamanki baş kumandanı Ebû Süfyân’ın kızı idi. Resûlullah (s.a.v.) o zamanlarda, kureyş orduları ile, çok çetin muharebelerle uğraşıyordu ve Ebû Süfyân, İslâmiyeti yok etmek
için son gayreti ile çarpışıyordu. Resûlullah (s.a.v.), Ümmî Habîbe’nin dininin kuvvetini ve başına gelen
çok acı hali işitti. Necâşîye mektûb yazıp, (oradaki Ümm-i Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra
kendisini buraya gönder!) şeklinde talepte bulundu. Necâşî daha önce müslüman olmuştu. Mektuba çok
hürmet edip, oradaki müslümanları sarayına davet ederek, ziyafet verdi. Hicretin yedinci yılında nikâh
yapılıp, hediyye ve ihsanlarda bulundu. Bu suretle, Ümm-i Habîbe, imânının mükâfatına kavuşarak, orada zengin ve rahat oldu. Onun sayesinde, oradaki müslümanlar da rahat etti. Cennetde, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, Cennetin en yüksek derecesi ile müjdelenmiş oldu ki, dünyânın bütün
zevk ve nimetleri, bu müjde yanında pek küçük kalır. Bu nikâh, Ebû Süfyân’ın ilerde müslüman olmakla
şereflenmesini hazırlayan sebeplerden birisi oldu. Görülüyor ki, bu nikâh, kâfirlerin iftiralarının ne kadar
yanlış ve çürük olduğunu bildirdiği gibi, Resûlullahın (s.a.v.) aklının, zekâsının, dehasının, ihsanının ve
merhametinin derecesini de göstermektedir.
İkinci misâl olarak; Hz. Ömer’in (r.a.) kızı Hafsa (r.anha) dul kalmıştı. Hicretin üçüncü yılında, Hz.
Ömer, Hz. Ebû Bekir’e ve Hz. Osman’a kızımı alır mısın dedikde, düşüneyim, demişlerdi. Bir gün,
Resûlullah (s.a.v.), her üçü ve başkaları yanında iken, (Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi
nedir?) diye sordu. Bir şişedeki mürekkebin rengi kolay görüldüğü gibi, Resûlullah (s.a.v.) de, herkesin
düşüncesini, bir bakışta anlardı. Lüzum görürse sorardı. Ona, hatta herkese doğru söylememiz farz olduğundan, Hz. Ömer de, (Yâ Resûlallah (s.a.v.) kızımı Ebû Bekir’e ve Osman’a (r.a.) teklif ettim, almadı-
lar) gibi cevap verdi. Resûlullah (s.a.v.) en çok sevdiği üç Eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen buyurdu ki, (Yâ Ömer! Kızını, Ebû Bekir’den ve Osman’dan (r.a.) daha
iyi birisine versem ister misin?). Hz. Ömer şaşırdı. Çünkü, Hz. Ebû Bekir’den ve Hz. Osman’dan daha
iyi kimse olmadığını biliyordu. (Evet, yâ Resûlallah!) dedi. (Yâ Ömer, kızını bana ver!) buyurdu. Bu suretle, Hafsa (r.anha), Hz. Ebû Bekir’in ve Hz. Osman’ın ve bütün mü’minlerin anneleri oldu ve bunlar,
ona hizmetçi oldu ve Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ve Hz. Osman birbirlerine daha yakın ve daha sevgili
oldular.
Üçüncü bir misal, hicretin beş veya altıncı senesinde, Beni Mustalak kabilesinden alınan yüzlerce
esir arasında, Cüveyriyye (r.anha), kabilenin reisi Hârisin kızı idi. Bunu satın alıp âzâd ederek, kendilerine nikâh edince, Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân) hepsi, biz, Resûlullah (s.a.v.) ailesinin, annemizin
akrabasını cariye olarak, hizmetçi olarak kullanmaktan haya ederiz dedi. Hepsi, esirlerini âzâd etti. Bu
nikâh, yüzlerce esirin âzâd olmasına sebep oldu. Cüveyriyye (r.anha) bu hali her zaman söyleyerek ö-
ğünürdü. Âişe (r.anha) Cüveyriyye’den daha hayırlı, daha bereketli bir kadın görmedim, derdi.
Resûlullah (s.a.v.)’ın çok evlenmesinin mühim bir sebebi de, şerî’ati (İslâm dinini) bildirmek içindi.
Hicab âyeti gelmeden, yani kadınların örtünmeleri emir olunmadan önce, kadınlar da Resûlullaha gelip,
bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah (s.a.v.) birinin evine gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler,
istifade ederlerdi. Hicâb âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle oturmaları, konuşmaları yasak edilince, yabancı kadınları kabul etmedi. Onların, bilmediklerini, mübârek zevcesi Hz. Aişe’den sorup öğrenmelerini emir eyledi. Gelip soranların çokluğundan, Hz. Âişe, hepsine cevap yetiştirmeğe vakit
bulamıyordu. Bu mühim hizmeti kolaylaştırmak ve Hz. Âişe’nin yükünü hafifletmek için lâzım olduğu kadar hanımı nikâh etti. Kadınlara ait yüzlerce nazik bilgileri, müslüman kadınlarına, mübârek zevceleri
yolu ile bildirdi. Zevceleri bir olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç ve hatta imkânsız olurdu.
Allahü teâlânın dinini tam olarak bildirmek için, çok evlenmek yükünü de omuzlarına aldı.
Muhammed aleyhisselâm Hz. Hatice ile evlendikten sonra da Mekke’de ticâretle meşgul oldu. Ticâreti, Saib bin Abdullah ile ortaklık şeklinde yürütürdü. Kazançlarıyla misafirleri ağırlarlar, yetimlere ve
fakîrlere yardım ederlerdi. Muhammed aleyhisselâm yine bu sıralarda Hz. Hatice’nin kölesi Zeydi himayesine alıp, onu kölelikten âzâd etti. O zaman küçük yaşta bulunan Hz. Ali’yi de yanına alıp evladı gibi
yetiştirmiştir. - 14 -
Otuzbeş yaşında bulunduğu sırada Kâ’be hakemliği yaptı. O zaman yağmur ve seller sebebiyle
Kâ’be’nin duvarları iyice yıpranmış, bir yangın sebebiyle de tahribata uğramıştı. Bu durum üzerine
Kureyş kabilesi Kâ’beyi İbrâhîm (a.s.)’ın yaptığı temele kadar yıkıp yeniden yapmaya başlamıştı. Her
kabileye bir bölümünü vererek duvarları yükselttiler. Bu işin büyük bir şeref olduğunu bilen kabileler
Hacer-ül-esved taşını yerine koyma hususunda anlaşamadılar. Her kabile böyle bir şerefe sahip olmak
istediğinden aralarında gittikçe artan büyük bir anlaşmazlık çıktı. Dört beş gün süren bu anlaşmazlık
sebebiyle neredeyse kan dökülecekti. Bu sırada Abdulmuttalibin dayısı ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe’nin
(Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zatı
aranızda hakem yapın) diyerek Kâ’beye açılan Benî Şeybe kapısına işaret etti. Orada bulunanlar bu
teklifi kabul ettiler ve Benî Şeybe kapısına bakarak ilk girecek ve işin en nazik anında bu işi halledecek
kimseyi beklemeye başladılar. Nihayet kapıdan, doğruluğunu, üstün ahlâkını son derece takdir ettikleri
ve El-Emin (güvenilir) dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. (İşte El-Emin onun hükmüne razıyız) dediler. Durum Muhammed aleyhisselâma anlatılınca bir örtü istedi. Hacer-ül-esved’i bir
örtü üzerine koyup (Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun) dedi. Taşı konulacağı yere kadar kaldırttı.
Sonra da kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Mekke’de çıkmak üzere olan büyük bir harbin böylece
önlendiğini gören kabileler, onun bu hareketinden çok memnun oldular. Sonra da yarım kalmış olan duvarları yaparak tamamladılar.
Bİ’SETİ (PEYGAMBERLİĞİ)
Muhammed aleyhisselâm daha otuzyedi yaşında iken gaibden “Yâ Muhammed” diye nida olundu-
ğunu duyardı. Otuzsekiz yaşında iken de bir takım nurlar görmeye başladı. Bu halini sadece Hz. Hatice’ye anlatırdı. Muhammed aleyhisselâma peygamberliğin bildirilmesi yaklaştığı bu sırada, o zamanın
meşhûr edîblerinden Kus bin Sa’de, Ukkaz panayırında deve üzerinde büyük bir kalabalığa karşı okuduğu hutbede onun geleceğini müjdelemişti. Bu hutbeyi dinleyenler arasında Muhammed aleyhisselâm
da bulunmuştu. Kus bin Sa’de bu meşhûr hutbesinin bir bölümünde şöyle demiştir: “Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, bekleyiniz, ibret alınız, yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak olur... Kulak veriniz
iyi dinleyiniz? Gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var... Allahın indinde bir din... Ve Allahın
gelecek olan bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınızın üstüne geldi. Ne
mutlu o kimseye ki, ona îmân edip de o dahi ona hidâyet eyleye. Vay ona isyan ve muhalefet eden bedbahta! Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen Ümmetlere!..”
Muhammed aleyhisselâm otuzdokuz yaşında iken sadık rüyalar görmeye başladı. Rüyasında ne
görürse aynen çıkardı. Bu hal altı ay devam etti. Vahiy gelmesi yaklaşınca “Ya Muhammed” diye sesler
işitirdi. Bundan sonra yalnızlığı sevip insanlardan uzaklaşarak Hira Dağında bir mağarada tefekküre
dalardı. Bazen Mekke’ye gelir, Kâ’beyi tavaf ettikten sonra evine giderdi. Evinde bir müddet kalıp yanına
biraz yiyecek alarak yine Hira Dağı’nda mağaraya gidip tefekkür ve ibadetle meşgul olurdu. Bu halini
gören Mekkeliler (Muhammed (s.a.v.) Rabbine âşık oldu) demişlerdi.
Muhammed aleyhisselâm kırk yaşında iken yine bir Ramazan ayında Hira Dağı’ndaki mağaraya
çekilmiş ve tefekküre dalmıştı. Ramazanın 17. Pazartesi gecesi, gece yarısından sonra kendisini adıyla
çağıran bir ses işitti. Başını kaldırıp etrafa baktığı sırada ikinci defa bir ses işitti ve her tarafı birdenbire
bir nûr kapladığını gördü. Sonra Cebrâil aleyhisselâm karşısına geldi. “Oku!” dedi. “Ben okumuş değilim” cevabını verdi. O zaman melek Muhammed aleyhisselâmı tutup takatı kesilinceye kadar sıktı ve
“Oku!” dedi. Yine, “Ben okumuş değilim.” cevabını verdi. İkinci defa sıktı ve “Oku!” dedi. “Ben okumuş değilim” dedi. Cebrâil aleyhisselâm üçüncü defa tutup sıktı ve sonra bıraktı ve “Oku! Her şeyi
yaratan Rabbinin ismiyle ki. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı! Oku! ki senin Rabbin kalemle
yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini öğreten bol kerem ve ihsan sahibidir.” meâlindeki Alâk
sûresinin ilk beş âyetini getirdi. Muhammed aleyhisselâm da onunla beraber okudu. İlk vahiy bu suretle
başladı ve bütün cihanı aydınlatan İslâm güneşi doğdu.
Muhammed aleyhisselâm Peygamberlik vazifesinin mes’ûliyetini düşünerek büyük bir ürperti ve
heyecanla Hira Dağı’ndaki mağaradan çıkıp aşağıya inmeye başladı. Dağın ortasına geldiği sırada bir
ses duydu. Cebrâil aleyhisselâm “Yâ Muhammed, Sen Allahın Resûlüsün; ben de Cibrîlim.” diyordu.
Cebrâil’in (a.s.) hem sesini duydu, hem de kendisini gördü. Evine dönünceye kadar yanından geçtiği her
taşın, her ağacın (Esselâmü Aleyke Yâ Resûlallah) dediğini işitiyordu... Bundan sonra evine gelip “Beni
örtünüz” buyurarak ürpermesi geçinceye kadar bir miktar yattı. Biraz istirahat ettikten sonra gördüklerini
Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice “Biliyorum ki sen doğru sözlüsün... Emanete riâyet edersin... Güzel huylu ve iyi ahlaklısın... Senin bu ümmetin peygamberi olacağını umarım...” dedi. Sonra bu durumu sormak
üzere Hz. Hatice’nin amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e gittiler, İbraniceyi bilen, çok kitap okumuş ve
dinler hakkında bilgi sahibi olan Varaka bin Nevfel’e durumu anlattılar. Varaka bin Nevfel Muhammed
aleyhisselâmın anlattıklarını dinledikten sonra “Müjde yâ Muhammed! Allaha yemin ederim ki sen Î-
sâ’nın (a.s.) haber verdiği son peygambersin! Sana görünen melek, senden evvel Musa’ya (a.s.) gelen - 15 -
Cebrâil’dir. Ah! Ne olurdu! Genç olsaydım. Seni Mekke’den çıkardıkları zamana yetişseydim de sana
yardım etseydim!” dedi.
Muhammed aleyhisselâma ilk vahiy geldikten sonra üç sene vahiy gelmedi. Bu arada Mikâil (a.s.)
adındaki melek gelip bazı şeyler öğretti. Fakat vahiy getirmedi. Bu sırada Peygamberimiz (s.a.v.) üzüldükçe Cebrâil aleyhisselâm gözüküp “Ey Muhammed! Sen Allah’ın Peygamberisin!” der, üzüntüsünü
yatıştırırdı.
İlk vahyin gelmesiyle Peygamberliği başlayan Muhammed aleyhisselâmın tebliğinin 13 senesi
Mekke’de, 10 senesi de Medine’de geçti.




Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...