03 Mart 2013

ABBÂS BİN ABDULMUTTALİB (r.a):










ABBÂS BİN ABDULMUTTALİB (r.a):

Peygamber efendimizin (s.a.v.), en çok sevdiği amcalarından. Abdulmuttalibin en küçük oğludur.

Peygamber efendimizden üç yaş büyüktür. Bedir gazasında düşman askeri arasında idi. Müslümanların
eline esir düştü. Kendisi için ve kardeşlerinin oğulları Ukayl ve Nevfel bin Hâris için para verip kurtuldular. O yıl îmân etti. En son hicret eden budur. Mekke ve Huneyn gazalarında Resûlullahın yanında bulundu. 32 (m. 652)’de 88 yaşında vefât etti. Bakî’de medfundur. Uzun boylu, beyaz ve güzel idi. Abbasî
halifeleri Hz. Abbas’ın soyundandır. - 152 -
Peygamber efendimiz, annesinin vefâtından sonra dedesinin yanına yerleştiğinde, Hz. Abbâs ile
çocukluktan itibaren beraber büyümüşlerdir. Böyle olmakla beraber Peygamber efendimiz, Hz. Abbâs’a
atası gibi davrandı ve onu babasının yarısı olarak kabul etti. Çocukluğunda bir defa kaybolmuştu. Bunun, üzerine, bulunması halinde, Allahü teâlâya şükür olarak, annesi Kâ’be-i Muazzama örtüsünü değiş-
tirmeyi nezretmişti. Bulununca da adağını annesinin yerine getirdiği çocukluğuna ait bilinen tek vak’adır.
Hz. Abbâs, gençlik devresinde, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en zengini
oydu. Ticâret icabı yaptığı seyahatlerin birisinde, Yemen’e giderken beraberinde Peygamber efendimizi
götürdüğü rivâyet edilmiştir. Kureyşin ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Haram’ın tamiratı ve
gelen hacılara su dağıtmak (Sıkaye) vazifesini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazifeyi devam ettirdi. Hz. Abbâs ve kardeşleri hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere kuyudan su çekip verirlerdi. Peygamber efendimiz İslâmiyyeti anlatmaya başlayınca Hz. Abbâs muhalefet
etmeyip, akrabalık şefkatinden dolayı Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu. Medine’den müslüman olmak için gelenler Akabe’de Peygamberimizle buluştular. Hz. Abbâs Akabe bîatinde
müslüman olmadığı halde, Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada bulunanların müslüman olmalarını teşvik edici, tesirli konuşmalar yaptı. Hz. Abbâs, bîat etmek, için gelen bu topluluğa şöyle hitâb
etti. “Ey Medineliler! Bu kardeşimin oğludur, insanların içinde en çok sevdiğim O’dur. Eğer, O’nu tasdîk
edip, Allah’tan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmin edecek
sağlam bir söz vermeniz lâzımdır. Bildiğiniz gibi, Muhammed (s.a.v.) bizdendir. Biz, O’nu O’na
inanmıyan kimselerden koruduk. O bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. O
bütün bunlara rağmen, herkesten, yüz çevirmiş, size katılıp, sizinle beraber gitmeğe karar vermiş bulunmaktadır. Eğer siz, bütün Arab kabilelerinin birleşip üzerinize hücum ettiğinde, onlara karşı koyacak
kadar savaş gücüne sahipseniz bu işe karar veriniz. Bu hususu aranızda iyice görüşüp konuşunuz, sonradan ayrılığa düşmeyiniz. Siz, verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz?
Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekke’den çıktıktan sonra O’nu yalnız bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş halde yaşasın” dedi. Medineliler ise: “Biz,
Resûlullahı (s.a.v.) malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve
Resûlullah efendimize (s.a.v.) bîat ettiler. Sonra Hz. Abbâs: “Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında
verdikleri sözü yerine getirip onu korumak için ettikleri yemini işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana emanet ediyorum yâ Rabbi” diyerek duâ etti.
Bedir savaşı sonunda Hz. Abbâs, esirlerle beraber Medineye getirilince, Peygamber efendimiz
ona: “Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib, Nevfel bin Hâris için kurtulmalık
akçesi ödeyiniz. Çünkü sen, zenginsin” buyurdu. Hz. Abbâs da, “Yâ Resûlallah, ben müslümanım,
Kureyşliler beni zorla Bedir’e getirdiler” dedi. Resûlullah, “Senin müslümanlığını Allahü teâlâ bilir.
Doğru söylüyorsun Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin işin görünüş itibariyle aleyhimizdedir. Sen kurtulmalık akçeni ödemen lâzımdır” buyurdu. Hz. Abbâs, “Yâ Resûlallah, yanımda
ganimet olarak aldığınız 800 dirhemden başka servetim yok” deyince, Peygamber efendimiz: “Yâ
Abbâs! Ya o altınları niçin söylemiyorsun?” buyurunca, O da “Hangi altınları” dedi. Peygamberimiz
(s.a.v.) “Hani sen Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Hâris’in kızı Ümmül Fadl’a verdiğin altınlar!
Onları verirken yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül Fadl’a “Bu seferde başıma ne
geleceğini bilemiyorum. Eğer bir felâkete duçar olup da dönemezsen şu kadarı senindir, su kadarı Fadl içindir, şu kadarı Abdullah için, şu kadarı Ubeydullah için, şu kadarı Kusem içindir” dedi-
ğin altınlar” buyurunca Hz. Abbâs şaşırdı ve “Yemin ederim ki ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda kimse yoktu. Bunu nereden biliyorsunuz?” dedi. Peygamber efendimiz: “Allahü teâlâ haber
verdi’’ buyurduğunda Hz. Abbâs: “Senin Allahü teâlânın Resûlü olduğuna ve doğru söylediğine şehâdet
ederim” deyip kelime-i şehâdet getirdi. Müslüman olunca, Peygamber efendimiz. Hz. Abbâs’ı Mekke’de
vazifelendirdi.
Hz. Abbâs müslüman olduğunu hiç kimseye söylemedi. Mekke’den müşriklere ait haberleri Peygamber efendimize bildirip, Mekke’de bulunan müslümanlara yardımcı olurdu. Bir mektubunda Peygamberimizin yanına gelmek istediğini bildirdiğinde Resûlullah efendimiz Ona ”Senin bulunduğun yerdeki cihadın daha güzel ve faydalıdır,” buyurdular. 7 (m. 628) senesinde Peygamber efendimiz Hayber
Yahudilerine karşı savaş ilân etti ve bu savaşın neticesinde müslümanlar galip geldiler. Hayber Zaferi’nden sonra, Hz. Haccac bin İlâtüssülem, Peygamber efendimizin huzuruna gelip: “Yâ Resûlallah! Benim Mekke’de bazı kimselerde ve hanımımda mallarım var. Bunları alıp size getirmek istiyorum.
Mekkeye gidersem, müslüman olduğumu da bilmemeleri lâzım, yoksa vermezler. Bir de sizin hakkınızda
uygun olmayan sözler söylemek icâb edecektir. Uygun görür müsünüz?” deyince Peygamberimiz izin
verdiler. Hz. Haccac doğruca Mekke’ye gelmiş müşriklere “Ey Arab kabileleri! Toplanın size mühim haberim var. Muhammedin, Eshâbı, bir benzerini işitmediğiniz bir şekilde yenilgiye uğradı. Muhammedi de
esir ettiler ve dediler ki: (Muhammedi biz öldürmeyelim, Mekke’ye gönderelim de Mekkeliler öldürsün)
dedi. Bunu işiten Mekkeliler çok sevindiler. Ve Haccac’a alacaklarını hemen fazlasıyla verdiler. Mek-- 153 -
ke’de bulunan Hz. Abbâs bu haberi işitince bayıldı. Evine zor taşıdılar. Ayıldığında, kapının açık tutulmasını emredip üzüntüsünü kâfirlere belli etmemeğe çalıştı. Kapının önünde biriken müslümanların da
ciğerleri paralandı, mahzun oldular. Hz. Abbâs kölesine “Haccac’a git. Acele bize gelsin” diye emretti.
Hz. Haccac, Hz.Abbas’ın evine gelip: “Müjde, Ey Ebül-Fadl, Resûlullah (s.a.v.) Hayber’de zafere kavuş-
tu. Ondan izin alarak buraya mallarımı almaya geldim. Bunu şimdilik kimseye söyleme. Ben Mekke’den
çıktıktan üç gün sonra istediğine söyleyebilirsin” deyince Hz. Abbâs sevincinden Hz. Haccac’ın alnından
öpüp, on köle âzâd etti. Hz. Haccac Mekkeden çıktıkdan üç gün sonra Hz. Abbas müşriklerin toplandığı
yere varıp Hz. Haccac’ın yaptığı hileyi söyledi ve “Kardeşimin oğlu Hayber’i fethetti. İçindeki ganimet
mallarını da Eshâbına paylaştırdı. Yahudilerin elebaşlarının boynunu vurdurdu” deyince müşrikler şaşkı-
na döndüler. Müslümanlar da tasalı ve kaygılı halden çıkıp, sevince boğuldular.
Hz. Abbâs Mekke’nin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık
Mekke’de kalmasını lüzumlu bulmayıp, fetihden az bir zaman önce Medineye hicret etti. Mekke’in fethinde Peygamber efendimizin yanında bulundu. Peygamber efendimizin, “Fetihden sonra hicret yoktur” hadîs-i şerîfi ile, en son hicret eden sahâbî Hz. Abbâs olup Ebû Süfyânı, Hz. Peygamberimizin yanına getirip müslüman olmasına da sebeb oldu. Mekke’nin kan dökülmeden feth edilmesi için çok çalıştı.
Fethin öncesinde ve fetih sırasındaki üstün gayretleriyle başarıya ulaşıldı.
Hz. Abbâs, Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında da, Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vadiden aşağı iniyorlardı. Ancak
düşman ordusu, daha önceden oraya gelmişti ve vadinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuşlardı.
Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladılar. Müslümanlar ne olduğunu
anlıyamadılar. Bir an için karışıklık oldu. Eshâb-ı kirâmın çoğu dağıldığında, yalnız Hz. Abbâs, Hz. Ebû
Bekir ve bir kaç kahraman ölmeği göze alıp; Peygamberimizin yanından ayrılmayıp geri dönmediler. O
zaman, Resûlullah (s.a.v.) katırını düşmanın üzerine sürmek istedi. Hz. Abbas, katırın dizginini, Hz.
Süfyân bin Hâris de üzengisini tutup hızını kesmeğe ve Resûlullahın, (s.a.v.) Hevazin kabilesinin arası-
na dalmasına mani olmaya çalıştılar. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın dininin yok olacağına üzüldüğünden: “Yâ Abbâs! Sen onlara: “Ey Medineliler! Ey Semüre ağacının altında bîat eden
sahâbîler!” diyerek seslen” buyurdu. Hz. Abbâs iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulduğu için O da “Ey Medineliler, Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren
eshâb! Buraya toplanınız. Dağılmayınız” diye bütün gücüyle bağırdı. Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri
dönmek istedilerse de binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, bazı Eshâb hayvanlarını geri döndüremediler. Zırhını, kılıcını ve mızrağını alıp, binek hayvanlarından kendilerini atmak zorunda kaldılar. Müslü-
manlar toparlandılar ve şiddetli, bir muharebeden sonra, düşman askerlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı
da esir alındı.
10. (m. 632) senesinde Resûlullah efendimiz (s.a.v.) Eshâbıyla Veda Haccına gittiler. Peygamber
efendimiz, veda hutbelerinde, Hz. Abbâs’dan bahsettiler... Faizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı faizin,
amcası Hz. Abbâs’ın faizi olduğunu bildirdiler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.), vefât edince Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvan) aklı başından gitti.
Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu. Hz. Ömer, Peygamberimizin mübârek
vücudu şerîflerinin huzuruna gelip, mübârek yüzüne bakıp: “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok
ağır” deyip mübârek yüzünü örterek dışarı çıkıp “Her kim, Resûlullah öldü derse kılıcımla boynunu vururum” dedi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Abbâs bu konuda Eshâb-ı kirâmla konuştular. Hz. Abbâs mescide gidip:
“Ey insanlar Resûlullahın (s.a.v.) “Ben vefât etmiyeceğim” diye bir sözünü duydunuz mu?” dedi. Eshâb-ı
kirâm “Hayır duymadık” dediler. Hz. Abbâs, Hz. Ömer’e dönerek “Yâ Ömer, bu hususta senin bildiğin bir
şey var mıdır?” deyince, Hz. Ömer “yok” dedi. Bunun üzerine Hz. Abbâs “Hiç bir kimse, Peygamber efendimizin ölmeyeceğini söyleyemez. Allahü teâlâya yemin ederim ki, Resûlullah (s.a.v.) ölümü tadmış
bulunmaktadır: Allahü teâlâ O’na şöyle buyurdu: “Muhakkak, sen de Öleceksin, onlar da öleceklerdir. Sonra, hiç şüphesiz, hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız” (Zümer
sûresi, âyet 30-31) Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki, Resûlullah (s.a.v.) vefât etti. O, İslâmiyetin bütün hü-
kümlerini tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı. Defin işlerini bir an önce yapalım. Onu, kabr-i şerîfine
koymamıza da engel olmayınız. Kardeşim Ömer’in dediği doğruysa, Allahü teâlâ Onu, kabrinin üzerindeki toprağı giderek yanımıza tekrar göndermekten aciz değildir. Resûlullah (s.a.v.) vefât etmiştir. Nihayet o da bizler gibi insandır” dedi. Hz. Ebû Bekir de buna benzer bir konuşma yaptı. Ehl-i Beyt ve Eshâb-
ı kirâm, Peygamber efendimizin vefât ettiğine kanaat getirdiler.
Peygamber efendimizin (s.a.v.), mübârek cenâzelerini yıkamak üzere Hz. Ali, Hz. Abbâs, Hz.
Abbâs’ın oğulları Fadl ve Kusem, Hz. Üsâme bin Zeyd ve Hz. Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu halde yıkamağa başladılar. Hz. Abbâs ve oğulları su dö-
küp, Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali de yıkadı. Yıkadıkça evin içine misk kokusu
ve benzerini daha görmedikleri çok güzel bir koku yayıldı. Sonra üç parça kefen ile kefenledikten sonra, - 154 -
vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi, Hz. Abbâs da kabre girerek, Resûlullah (s.a.v.)
efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir gün Hz. Abbâs’a “Ey Abbas sana bir ihsanda bulunayım mı?
Sana akrabalık hakkını ödeyip faydalı olayım mı?” buyurdular. O da “Evet, Yâ Resûlallah” deyince,
Peygamber efendimiz: “Ben, sana bir şey öğreteyim ki, onu istediğin zaman, Allahü teâlâ, senin
günahının evvelini ve âhirini, yenisini ve eskisini, kasıtlısını ve kasıtsızını, küçüğünü, büyüğünü,
gizlisini ve açığını bağışlasın. Dört rek’at namaz kılarsın, Her rek’atda Fâtiha’dan sonra bir sûre
okuyup ayakta iken onbeş defa (Sübhânallahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahü vallahü ekber)
dersin. Rükûya eğilince bunu on defa söylersin. Rükûdan ayağa kalktığında, ayakta olduğun hâlde, bunu on defa söylersin sonra secdeye varır, orada on defa söylersin. Secdeden kalkıp oturduğunda on defa söylersin. Tekrar secdeye vardığında on defa söylersin. Sonra secdeden başını
kaldırıp oturduğun halde on defa daha söylersin. Sonra ikinci rekâta kalkarsın. Birinci rekâttaki
gibi dört rekâtı da kılarsın. Bu, her rek’atta yetmişbeş, dört rekâtte üçyüz eder. Artık senin günahlarının Alic’in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa,
Allahü teâlâ seni bağışlar. Bunu her gün bir defa kılmağa gücün yeterse kıl” buyurdu. Hz. Abbas,
“Yâ Resûlallah, bunu hergün yapmağa kimin gücü yeter?” deyince Peygamber efendimiz de “Hergün
kılmağa gücün yetmezse, her Cuma bir defa kıl. Her Cuma kılamazsan, ayda bir defa kıl. Ayda bir
defa kılamazdan senede bir defa kıl Senede bir defa kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl” buyurdu.
Peygamber efendimiz, bir gün Hz. Âbbâs’a “Yarın sabah (ki pazartesi günüdür) sen ve çocukların bana gelin, size duâ edeceğim” buyurdu. Sabah olunca beraberce Resûlulullah’ın (s.a.v.) huzuruna gittik. Kendisinin hususi yakınları olduğumuza ve hepimizin bir kişi gibi olduğumuza, Allahü
teâlânın da rahmetini üzerimize eşit miktardaki yaymasına işaret olarak, kendi abasını üzerimize örttü.
Sonra: “Ey Allahım Abbas’ı ve oğullarını mağfiret eyle ve bağışla. Öyle ki, hiç günahları kalmasın... Yâ Rabbi onu, oğullarını meydana gelecek afv et ve belâlardan koru.” diye duâ etti.
Bir muharebede Hz. Ömer, askeri idare etmek, ordunun başında bulunmak için cepheye gitmek istemişti. Hz. Abbâs, Hz. Ömer’in Medine’de kalmasının daha yerinde olduğu, kumandan olarak başka
birinin gitmesinin daha uygun olacağı şeklindeki fikrini beyan etmiş, Hz. Ömer de bu fikri kabul etmişti.
Diğer Eshâb-ı kirâm da yapılacak işlerde kendisiyle istişare ederlerdi. Medine’de kuraklık olunca. Hz.
Ömer, Hz. Abbâs’ın duâ etmesini istedi. Hz. Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak
yeşillendi. Bundan sonra Hz. Ömer; “Hz. Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir.” buyurdu.
Peygamber efendimize yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır
hürmet edilir bir zât idi. Herkes kendisine imrenirdi. Hz. Abbâs gelince, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi büyük
zâtlar, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı.
Peygamber efendimiz’den sonra, sakin ve sade bir hayat yaşadı. Hz. Ömer, fetihlerden elde edilen
ganimetlerden, Hz. Abbâs’a hisse ayırırdı. Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesini istedi. Mescidin hemen yanında Hz. Abbâs’ın evi vardı. Hz. Ömer bu evi satın almak istedi. Hz. Abbâs ise evini hediye olarak verdi.
Çok zengin olan Hz. Abbâs, Medineye yerleştikten sonra yapılan bütün muharebelerde ve
hususen Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techizi için çok yardım etti. Çok cömert
idi. İkrâm ve ihsanları çok idi. Köleleri satın alıp, âzad eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle
âzâd ettiği meşhûrdur. Yakın akrabayı ziyâret etmeğe, onların haklarını yerine getirmeğe çok dikkat eder, muhtaç olanlara yardım ederdi. Peygamber efendimiz kendisini çok severdi.
Abbâs bin Abdulmuttalib (r.a.) ömrünün sonunda göremez oldu. Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden
iki sene evvel, 32 (m. 652) de, Medine-i münevvere’de vefât etti. 88 yaşında idi. Cenâze namazını Hz.
Osman kıldırdı. Baki kabristanına defn edildi. Uzun boylu, beyaz benizli güzel bir zât idi. Kızlarından
başka on erkek evladı vardı. Oğulları, Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Kusem, Abdurrahman, Ma’bed, Hâris,
Kesir, Avn ve Temâm’dır (r.anhüm). Bunların içinde Hz. Abdullah bin Abbâs, ilimde çok yüksek idi. Hz.
Abbâs’ın kız çocukları içinde Hz. Ümmü Gülsüm binti Abbâs bazı hadîs-i şerîfler rivâyet etmiştir. Hz.
Abbâs’ın, Fâtıma binti Cüneyd bin Amr ve Ümm-ül-Fadl Lübâbet-ül-Kübrâ isimlerinde iki hanımı bilinmektedir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
“Rab olarak Allah, Din olarak İslâm, Peygamber olarak da Muhammed’i (a.s.) kabul eden
kimse imânın tadını tatmıştır.”
“Misvak kullanın, çünkü misvak, ağzın temiz kalmasına ve Rabbimizin râzı olmasına
sebebtir.” - 155 -
“Allah korkusundan mü’minin kalbi ürperdiği vakit, ağacın yaprakları düşer gibi günahları
dökülür.”
“Bu Abdulmuttalib oğlu Abbâs’dır. Kureyşde en cömert ve akrabalık bağlarına en saygılı
olandır.” “Abbâs, bendendir. Ben Abbâs’danım” “Abbâs, benim vasim ve varisimdir.” “Abbâs,
amcamdır. Beni korumuştur. Ona eza eden bana eza etmiş olur.”
“Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler, Allahü teâlâ dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak.”
 1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-970
 2) Eshâb-ı Kirâm sh-279
 3) El-A’lâm cild-3, sh-262
 4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-1 sh-221, 223, cild-3, sh-602, cild-2, sh-271
 5) El-Menhel-ül-Azb-ül-mevrûd cild-7, sh-206
 6) Sünen-i Ebî Davûd cild-2, sh-32
 7) Sahîh-i Buhârî İstiska bab 3
 8) Sahîh-i Müslim cild-3, sh-1398
 9) Sünen-i Tirmizî Menâkıb bab 28
10) İbn-i Mâce Mukaddime bab 11. Mesâcid bab 187
11) El-İstiâb cild-8, sh-94
12) El-Îsâbe cild-2, sh-271
13) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-2, sh-207
14) Târîh-i Dimaşk cild-7, sh-226
15) Ensâb-ül-eşrâf cild-1, sh-867
ABBÂS BİN UBÂDE (r.a.):
İkinci Akabe bîatında müslüman olmakla şereflenen Eshâb-ı kirâmdan. Medineli olup Hazrec kabilesine mensûbtu. İsmi Abbas, nesebi; Ubade bin Nadle bin Mâlik bin Aclan bin Zeyd bin Ganem bin Sâ-
lim bin Avf bin Amr bin Avf bin Hazrec’dir. Doğum târihi ve kaç yaşında vefât ettiği bilinmeyen Abbas bin
Ubâde (r.a.) Uhud gazasında şehîd olmuştur. Peygamber efendimizin sevgisini kazanmakla şereflenmiş, cesur ve kahramanlığıyla meşhûr olmuştur.
Medine’den, Peygamber efendimizin Peygamberliğini duyunca müslüman olmak için koşarak gelen ilk 12 kişiden biri olmakla şereflendi. Birinci Akabe bîatında müslüman olan altı Medineli, ikinci sene
yanlarına altı arkadaş daha alıp, oniki kişi olarak Mekke’ye geldiler. O zamanlar, Mekke’de müslüman
olanlara müşrikler, (puta tapanlar) çok eza ve cefâ ediyorlardı. Peygamber efendimizi devamlı takip ediyorlar, kim O’nunla konuşursa, O’na işkence yapmak için fırsat kolluyorlardı. Bunu öğrenen Medineliler,
Peygamberimizle gece Akabe’de görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular ve aralarında anlaştılar. Hz. Abbas bin Ubâde, Peygamber efendimizle yapılan anlaşmayı pekiştirmek için arkadaşlarına
“Ey Hazrecliler! Peygamber efendimizi niçin kabul ettiğinizi biliyor musunuz?” deyince onlar da: “Evet”
cevabını verdiler. Bunun üzerine “Siz Onu, hem sulh, hem de savaş zamanları için kabul edip O’na tâbi
oluyorsunuz. Eğer, mallarınıza bir zarar gelince, akraba ve yakınlarınız helâk olunca Peygamberimizi
yalnız ve yardımsız bırakacaksanız, bunu şimdiden yapınız. Vallahi, eğer böyle birşey yaparsanız dünyâda ve ahirette helâk olursunuz. Eğer da’vet ettiği şeyde, mallarınızın gitmesine ve yakın akrabalarını-
zın öldürülmesine rağmen Peygamberimize vefâ etmeyi aklınız kesiyorsa, O’nu tutunuz. Vallahi bu,
dünyânız ve ahiretiniz için hayırdır” deyince arkadaşları da: “Biz Peygamberimizi, mallarımız ziyan olsa
da, yakınlarımız öldürülse de yine tutarız. Ondan hiçbir zaman ayrılmayız. Ölmek var, dönmek yok.”
dediler. Sonra Peygamber efendimize dönerek “Yâ Resûlallah, biz bu ahdimizi yerine getirirsek bize ne
vardır?” diye sual ettiler. Hz. Peygamberimiz ise; “Cennet” buyurdular. Bundan sonra sıra ile müsâfeha
ederek bîat ettiler (Müslüman olarak itâat ettiler).
Peygamberimiz (s.a.v.) şu hususlarda bizden söz aldı. “Allahü teâlâ’ya hiç birşeyi ortak tutmamak,
hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, yalan söylememek, iftira etmemek, hayırlı
işlere muhalefet etmemek ...” Biz de hepsini kabul ettik.
Medinelilerin Peygamber efendimize bîat ettiği sırada Akabe tepesinden bir ses: “Ey Mina’da konaklayanlar! Peygamber ile müslüman olan Medineliler sizlerle savaşmak üzere anlaştılar” diye bağırdı.
Peygamberimiz, bu ses için: “Bu Akabe’nin Şeytanıdır” dedikten sonra, seslenene de “Ey Allahü
teâlânın düşmanı! İşimi bitirince senin hakkından gelirim.” buyurdular. Biat eden Medinelilere de
“Siz hemen konak yerlerinize dönün” buyurdu. Hz. Abbas bin Ubâde: “Yâ Resûlallah, yemin ederim
ki, istediğin takdirde, yarın sabah, Mina’da bulunan kâfirlerin üzerine kılıçlarımızla eğilir, onların hepsini
kılıçtan geçiririz” dedi. Peygamber efendimiz memnun oldular, fakat “Bize, henüz bu şekilde hareket
etmemiz emrolunmadı. Şimdilik siz yerlerinize dönünüz” buyurdu. Abbas bin Ubâde (r.a.) Akabe’de
bîat ettikten sonra Peygamberimizden (s.a.v.) ayrılmamış, Mekke’de kalmıştır. Peygamberimize Hicret - 156 -
izni gelince O da Medine’ye hicret etmiştir. Bu sebeple kendisine “Ensârın Muhaciri” denilmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Mekkeden Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile Medineye hareket ettiler. Binbir meşakkat ile
Medine yakınlarında Kuba’ya geldiler. Kuba’da Cuma namazını kıldıktan sonra Kusva ismindeki devesine binerek Medine’ye doğru yola çıktılar. Devenin yularını başına dolayarak serbest bıraktılar.
Peygamberimiz önde, Hz. Ebû Bekir arkasında ve dedesi Hz. Abdülmuttalib’in dayısı Neccâroğullarının
yiğitleri de çevresinde olduğu halde Medine’ye girdiler. Bütün Medine halkı, karşılamaya çıktılar.
Medineliler Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek yüzünü görebilmek heyecanıyla, yolları kaplamış ve
bayram sevinci yaşıyorlardı. Peygamberimiz de çok sevinçliydi. Kadınlar ve çocuklar hep bir ağızdan:
“Bizim üzerimize Veda yokuşundan bir ay doğdu. Allaha her duâ’da şükretmek bize vâcib oldu”,
diyerek kasîdeler söylüyorlardı. Medine halkı, Peygamberimize görülmemiş bir tezahüratta bulunuyor,
herkes: “Bize buyurun, Yâ Resûlallah diyerek evlerine davet ediyorlardı.” Kusvâ adındaki develeri sağa
sola baka baka ilerlerken, Abbas bin Ubâde hazretleri ve Sâlim bin Avfoğulları Kusvâ’ın önüne gerilerek:
“Yâ Resûlallah! Bizim yanımızda kal! Sayıca çokluk, mal ve silahça hazırlık, düşmanlarına karşı seni
koruyup savunacak kuvvet ve kudret bizde var.” dediler. Peygamberimiz (s.a.v.) onlara gülümsediler
“Allahü teâlâ, onları size hayırlı ve mübârek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği Ona
bildirilmiştir” buyurdular.
Peygamber efendimiz, Mekke’den gelen Muhacirlerle, Medineli müslümanları birbirlerine kardeş
yaptılar. Hz. Abbas bin Ubâde’yi de Hz. Osman bin Maz’ûn ile din kardeşi yaptılar.
Abbas bin Ubâde hazretleri, Uhud gazasında Hz. Peygamberimizin mübârek dişinin şehîd olduğunu ve Eshâb-ı kirâmın (r.anhüm) dağılmakta olduğunu görünce yanına Hz. Hazrec ile Hz. Evs’i alarak
dağılan Eshâb-ı kirâma şöyle bağırdı: “Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musîbet, Peygamberimize karşı
isyanımızın neticesidir. Dağılmayınız! Peygamberimizin etrafına geliniz! Eğer bizler, koruyucuların yanında yer almaz da, Resûlullaha bir zarar gelmesine sebep olursak artık Rabbimizin katında bizim için
ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz!” diyerek iki arkadaşıyla ileri atıldılar. “Allah Allah” nidalarıyla önlerine gelenle döğüşmeye başladılar. Peygamber efendimizin uğrunda, O’nu korumak için şehîd oluncaya
kadar kahramanca çarpıştılar. Akşam üzeri onu, kanlar içinde şehîd olmuş buldular.
Peygamberimiz (s.a.v.) Uhud’da şehîd olan Eshâb-ı kirâm için “Vallahi, Eshâbımla birlikte ben
de şehîd olup Uhud dağının bağrında gecelemeyi ne kadar isterdim.” “Ben, bunların, Allahü
teâlânın yolunda hakîki şehîd olduklarına kıyâmet gününde şahidlik edeceğim” buyurdular.
 1) Kâmûs-ul-A’lâm cild-4, sh-3060
 2) El-İstiâb cild-3, sh-100
 3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-1, sh-220, 223, cild-2, sh-43, cild-3, sh-551
ABDULLAH BİN ABBÂS (r.a.):
Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından. Tefsîr, hadîs, fıkh ilimlerinde ve diğer ilimlerde büyük âlimdir. İsmi Abdullah bin Abbas bin Abdulmuttalib bin Haşim bin Abd-i Menaf el-Kureyşi, el-Haşîmî’dir. Babası
Peygamberimizin (s.a.v.) amcası Hz. Abbas’dır. Annesi Lübabet-ül-Kübrâ binti Hârisi Hilâliyye’dir. Annesi ilk müslüman olanlardandır. Babası Hz. Abbas önceden müslüman olduğu halde gizli tutup, Mekke’nin
fethinde açıklamıştır. Abdullah İbn-i Abbas, Hicretten bir kaç sene önce Mekke’de doğdu. 68 (m. 687)
senesinde Taifte vefât etti.
Abdullah İbn-i Abbas doğduğunda babası onu Peygamberimize götürmüştür. Peygamberimiz
(s.a.v.) kucağına alıp, ağzının suyundan parmağına alıp, Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) damağına sürdü
ve “Allahım onu dinde fakîh kıl ve kitabını ona öğret.” diyerek duâ etti. Bu duâ bereketiyle ilimde çok
yüksek derecelere ulaştı. Daha küçük yaşta iken Peygamberimizin (s.a.v.) yanına giderdi. Teyzesi
Meymûne binti Hâris (r.anhâ) Resûlullahın (s.a.v.) zevcesi olduğu için bu sebeple de çok kerre Peygamberimizin evine gidip gelmiştir. Bazı geceler de orada kalırdı. Peygamberimizin (s.a.v.) abdest suyunu hazırlamış, birlikte namaz kılmıştır. Namaz kılmayı abdest almayı bizzat Peygamberimizden görerek öğrenmiştir. Bir defasında Peygamber efendimiz (s.a.v.) mübârek elini Abdullah İbn-i Abbas’ın başı-
na koyarak şöyle duâ etmiştir: “Allahım bütün ilim ve hikmeti bu başa ver. Onları te’vil ve tefsîr edebilsin.” Bir başka gün de mübârek elini onun göğsü üzerine koyup, “Allahın insan oğluna ihsan
ettiğin her ilim ve her hikmet bu güzel göğüste toplansın.” buyurmuştur.
Abdullah İbn-i Abbas henüz küçük yaşta iken Peygamber efendimizi sık sık görüp, nübüvvet kaynağından feyz almıştır. Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra Abdullah İbn-i Abbas ailesi ile
birlikte hicretin sekizinci senesine kadar Mekke’de kalmıştır. Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye hicret
etmiştir. Bu sıralarda henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu. Aklı, zekâsı, çabuk kavrayışlılığı ile dikkati
çekiyor ve seviliyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında Kur’ân-ı kerîmin bir kısmını ezberlemişti.
Peygamberimiz (s.a.v.) vefât ettiği sırada Abdullah İbn-i Abbas 13 veya 15 yaşında bulunuyordu. Bundan sonra Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberleyip, Übey bin Ka’b’a (r.a.) ve Zeyd bin Sâbit’e (r.a.) ezberini - 157 -
arz edip, dinletmiştir. Yine bu sırada Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin meclisinde bulunmuştur. Hz. Ömer’in
sohbetlerine ve ilim meclisine devam edip, Onun Peygamberimizden (s.a.v.) aldığı ilme, feyze ve marifete kavuştu.
Hz. Ömer, Onu ilim meclisinde bulundurur, daima ilme teşvik ederdi. Böylece henüz daha gençlik
çağında ilimde yüksek dereceye ulaşmıştır. Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında ilim öğrenmekle meşgul
oldu. Tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinde ayrıca şiir ve edebiyat gibi diğer mevzularda çok iyi bir şekilde yetiş-
miştir. Hz. Ömer’in ve Hz. Osman’ın halifelikleri sırasında müftülük yapmış, fetva vermiştir. Hz. Ömer zor
meselelerin ona sorulmasını ve alınan cevabın kendisine bildirilmesini istemiştir.
Abdullah İbn-i Abbas, kendisine sorulan meseleleri çok isabetli bir şekilde cevaplandırmıştır. Hiç
bir meselede tereddüte düşmemiştir. Sorulan meselelere cevap verirken önce Kur’ân-ı kerîme bakar
açıkça bulamazsa, Hz. Ebû Bekir’in ve sonra Hz. Ömer’in o hususta verdikleri hükümleri araştırırdı. Bunlarda da bulamazsa kendi ictihâdıyla cevap verirdi. Kendisine havale edilen meselelere gayet açık ve
isabetli cevaplar vermesiyle meşhûr olmuştur. Bu sebeple müşkillerini sormak üzere kendisine çok sayı-
da müracaat eden oluyordu. Suâl sormak için gelenlerin çok kalabalık olması sebebiyle gelenleri ellişer
kişilik grublar halinde yanına alıp meselelerine cevap verirdi.
Hz. Osman devrinde de fetva vermeye devam etmiştir. O sırada yapılan Afrika seferine katılmıştır.
Bu seferde İslâm Ordusu adına kendisine elçilik vazifesi verilmiştir. Afrika’da hükümdarlık eden Cercis
ile görüşmüştür. Cercis ve adamları onun aklını, zekâsını, fikri kuvvetini ve ilmini görerek şaşırmışlardır.
Onun hakkında “Bu Arapların mütebahhir (en derin) âlimidir” demişlerdir. Hz. Osman’ın emriyle yerine
hac emirliği yapmıştır. Bu hac emirliğinden döndüğünde Hz. Osman şehîd edilmişti. Hz. Ali’nin halifeliği
sırasında Basra valiliği yapmıştır. Daha sonra Mekke’ye yerleşmiştir.
Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) Eshâb-ı kirâm arasında ilminin üstünlüğü ile tanınmıştır. Çünkü o daha
küçük yaşta Peygamberimizin (s.a.v.) yanında bulunup, feyz almıştır. Daha sonra Eshâb-ı kirâmın en
üstünlerinin meclisinde bulunup, ilim öğrenmiştir. Çalışmaları son derece muntazam olup, belli bir plân
dahilinde idi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve onlara aynen riâyet ederdi.
Hz. Ömer, Hz. Osman ve diğer Eshâb tarafından çok iltifat görmüştür. Bu iltifatlar karşısında asla
hâlini değiştirmemiş hep tevazu göstermiştir. Çok meth edildiği zaman “Bana bu nimeti ihsan eden
Allahü teâlâdır. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) benim için duâ etti. İlim ve hikmet niyazında bulundu.” buyurmuştur. Abdullah İbn-i Abbas, bilhassa Kur’ân-ı kerîm’in tefsîri ve âyet-i kerîmelerin izahında yüksek bir
ilme sahipti. Bu vasfından dolayı ona “Tercüman-ül-Kur’ân” lâkabı verilmiştir.
İbn-i Mes’ûd (r.a.) onun hakkında “O Sultan-ül-Müfessirîn’dir” buyurdu. İlminin genişliğinden dolayı
“Hibril Ümme (Ümmetin Âlimi) ve Bahr (deniz), (ilimde derya) ismi verilmiştir. Hadîs ilminde de derin
bilgisi vardı. Peygamber efendimizden 1660 kadar hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Fıkh ilminin temel direklerindendir. Fetvaları ciltler dolduracak kadar çoktur. Fetvaları fıkıh ilminin en kuvvetli temellerinden olup, Mekke’de yetişen fukaha onun vasıtasıyla yetişmiştir. Ya doğrudan ders alarak veya dolaylı olarak
onun ilminden istifade etmişlerdir. Abdullah İbn-i Abbas fıkıh ilminin en mühim bir kolu olan feraiz (mîrâs)
hukuku ilminde yüksek derecede idi.
Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) Kur’ân-ı kerîm hakkındaki ilmini isteyen ve soranlara öğretirdi. Bir âyet-i
kerîmeyi anlayamayan veya bir müşkili olan kimse ona müracaat edip, sorardı. O da bunlara tatmin edinceye kadar izahat yaparak cevaplandırırdı. Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin bir araya toplanmasında ve
neşrinde çok, hizmetleri olmuştur. İslâm âlimleri tefsîr kitaplarını onun rivâyetleriyle süslemişlerdir. Abdullah İbn-i Abbas’ın müstakil bir tefsîr kitabı yoktur. Tefsîre dair muhtelif rivâyetleri vardır. Garib-ülKur’ân hakkındaki izahları ona dayanmaktadır.
Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) nakledile gelen rivâyetlerinden bir kısmını Furuzâbadi “Tenvir-ülMikyas Tefsîr-i İbn-i Abbas” adlı bir kitapta toplamıştır. Onun tefsîre dair rivâyetleri çeşitli yollarla nakledilmiştir. Bunlardan en meşhûrları şunlardır:
1- Sa’îd İbn-i Zübeyr tariki, 2- Mücâhid bin Cebir tariki, 3- İkrime (Mevla İbn-i Abbas (r.a.) tariki, 4-
Ali bin Ebî Talha el-Hâşimî tariki, 5- Kays tariki, bu zat Ata bin es-Saib’den, o da Sa’îd bin Cübeyr’den, o
da Abdullah İbn-i Abbas’dan (r.a.) rivâyet etmiştir. Bu tarik İmâm-ı Buhârî ve İmâm-ı Müslimin şartlarına
uygun olup, sahihtir. 6- Ebû İshâk tariki, 7- Dahhak tariki.
Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) bir ders halkası vardı, ilim öğrenmek üzere çok kimse onun etrafında
toplanmıştır. Onun derslerinde her ilim okutulurdu. Tâbiînden Ebû Sâlih (r.a.) “İbn-i Abbas’ın ilim meclisi
ile bütün Kureyş iftihar etse değer.” demiştir. Onun derslerinde tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinden başka lisan, şiir, edebiyat, tahrir gibi mevzular işlenirdi. Bütün bu mevzularda derin ilme sahipti. Kur’ân-ı kerîmin
tefsîri üzerinde ders verirken herkesi doyuracak şekilde izahlar yapardı. Din hususunda sorulan her soruya geniş cevap verir, her meseleyi açıklardı. Müstakil derslerden başka namazlardan sonra va’z u
nasîhat yapar, hutbeler okurdu. Ömrünün sonuna doğru Mekke’de yerleştiği sırada da uzaktan, yakın-- 158 -
dan çok kimse yanına gelerek onu ziyâret edip, derslerini dinlerlerdi, İslâm devletinin sınırları genişleyince çeşitli beldelere seyahat yapmıştır. Buralarda Arapça bilmeyen müslümanlara tercümanlar vasıtasıyla va’z ve nasîhatler yapmıştır.
Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) çok âlim yetiştirmiştir. Ondan ilim. Öğrenen ve hadîs-i şerîf rivâyet eden
pekçok âlimden bir kısmı şunlardır: Kendi oğulları Muhammed bin Abdullah, Ali bin Abdullah, kardeşlerinin oğulları Abdullah bin Ubeydullah, Abdullah bin Ma’bed, Abdullah bin Ömer, Şa’be bin Hakem,
Merved bin Mahreme, Ebu’l Tufeyl, Ebû İmame bin Sehl, Sa’îd bin Müseyyeb ve diğer âlimler.
Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) Peygamberimizden bizzat işiterek hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ayrıca
babası Hz. Abbas’tan, annesinden, Hz. Ebû Bekir’den, Hz. Ömer’den, Hz. Osman’dan, Hz. Ali’den, Hz.
Abdurrahman bin Avf’dan Hz. Muaz bin Cebel’den, Hz. Ebû Zer Gıfârî’den ve diğer bir çok sahâbîden
hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyetleri Kütüb’üs-Sittede (altı hadîs kitabı) yer almaktadır.
Abdullah İbn-i Abbas, hicretin 68. senesinde ömrünün son günlerinde 7-8 gün hasta yattıktan sonra vefât etti. Cenâze namazını Hz. Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanifiyye (r.a.) kıldırdı ve “Bu gün bu
ümmetin en Rabbânî âlimi vefât etti” buyurdu. Onun vefâtı müslümanları çok üzdü.
Uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücutlu bir zât idi. Sakalını kına ile boyardı. Çok ağlama sebebiyle yanaklarında gözyaşlarının bıraktığı izler görünürdü. Ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Bunun için şu beyti söylemişti:
“Allah gözlerimden görme nurunu aldıysa,
Dilimde ve kalbimde o nûr devam ediyor.”
Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği bazı hadîs-i şerîfler şunlardır:
“Kur’ân-ı kerîme saygı göstermek, E’ûzü okuyarak başlamakla olur ve Kur’ân-ı kerîm’in anahtarı besmeledir.”
“Ölünün mezardaki hali, imdad diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak ü-
zere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından, anasından,
kardeşinden arkadaşından gelecek bir duâyı gözler. Kendisine bir duâ gelince, dünyânın hepsi
kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşayanların duâları sebebi
ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istiğfâr
etmektir.”
“Allahü teâlâ’nın size verdiği sayısız ni’metler için Onu seviniz. Beni de Allahü teâlâyı sevdiğiniz için seviniz.”
“Beş şeyden önce beş şeyi fırsat ve ganimet bil. İhtiyarlık gelmeden gençliği, hastalık gelmeden sıhhati, yoksulluk gelmeden zenginliği, meşgûliyyet gelmeden rahatı ve ölüm gelmeden
hayatı, ganimet bil!”
“Öğretiniz, müjdeleyiniz, güçleştirmeyiniz.”
“Ümmetimden iki sınıf düzgün olursa bütün insanlar düzgün olur. Bunlar bozulursa insanlar da bozulur. Bu iki sınıf âmirler ve âlimlerdir.”
“Kur’ân-ı kerîmi kendi arzusuna (görüşüne) göre tefsîr eden Cehennemdeki yerine hazırlansın.”
“Tevbe ve istiğfâra devam eden kimseye Allahü teâlâ her sıkıntıdan bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır.”
“Sirkenin balı bozduğu gibi kötü ahlâk da ameli bozar.”
“İşitmek görmek gibi değildir.”
“Kızdığın zaman sükût et.”
“İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Karnını (ağzını) ancak bir avuç
toprak doldurur. Allahü teâlâ tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.”
“Bid’at sahibi bid’at işlemekten vazgeçmedikçe Allahü teâlâ onun hiç bir ibadetini kabul
etmez.”
Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) buyurdular ki:
“Dağlar dahi birbirine karşı azsa, azgın cezasını bulacaktır” ve “İçinde harâm olanın, yâni harâm
yiyenin namazını Allahü teâlâ kabul etmez.”
“Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak, bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha sevimlidir.” - 159 -
“İnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki balıklara varıncaya kadar herşey onun için Allahü
teâlâdan mağfiret diler.”
“Resûlullah (s.a.v.) misvak kullanmak hususunda bize öyle emirler verirdi ki, bu hususta bir âyet
nazil olacağını zannederdik.”
“Her binanın bir temeli vardır, İslâm binasının temeli de güzel ahlâktır.”
“Zengine ikrâm edip, fakîre ihânet eden mel’undur.”
“Kıyâmet günü Cennete ilk davet edilecek olanlar her halükârda Allahü teâlâya hamd edenlerdir.”
“Ey çok günah işleyen! Yaptığın işin şerli sonucu seni bekliyor, emin olma. Gülmektesin, ama ba-
şına neler geleceğini anlamıyorsun. Bu halin, günahların en büyüğüdür. Bir hatalı işde başarı kazanır,
sevinirsin. Bu sevinmen, yaptığın hatadan daha büyüktür. İşleyeceğin bir yanlış işin fırsatını kaçırınca,
üzüntü duyarsın. Halbuki bu üzüntün, o hatâdan daha tehlikelidir. Sen hatâdasın. Allahü teâlâ seni daima görmektedir. Bu görüş kalbini titretmez. Bu halin, yaptığın hatâdan daha fenadır..”
“Sabır üç çeşittir. Birincisi farzların yapılmasında güçlüklere sabretmek. Bunun üçyüz derece sevabı vardır. İkincisi harâmlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma hususunda sabır. Bunun altıyüz
derece sevabı vardır. Üçüncüsü ilk sarsıntıda, musîbetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdır. Bunun
dokuzyüz derece fazîleti vardır.”
Mücâhid bin Cebir (r.a.) Abdullah İbn-i Abbas’ın (r.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:
“Beş hafif şey var ki, bunlar eğerlenmiş ve binmek için bekletilen bir arab atından (en kıymetli şeyden) benim için daha sevimlidir.” “Üzerine gerekmeyen ve sana faydası dokunmayan şeyler hakkında
konuşma; çünkü bu fuzûlî bir iştir, zararından da emin değilsin. Yerini bulmadıkça lüzumlu olan sözü de
konuşma. Çok kere faydalı söz yerini bulmaz da kaybolur gider. Ne halim (yumuşak) ne de sefîh, ahmak
kimselerle mücadele etme. Çünkü halim kalbinden sana buğz eder. Ahmak ve âdi kimseler dili ile sana
eziyyet ederler. Tanıdığın kimse yanından ayrıldığı zaman, onun ayrı bir yerde seni nasıl anmasını istersen, sen de onu öyle an. Sen af edilmeni istediğin hususlarda, onu da afv et. Kardeşinin sana ne şekilde muamele yapmasını istersen, sen de ona o şekilde muamele et. Suçlu olarak yakalanıp ihsan ile
mükâfât görenin ameli gibi amel et.”
 1) El-A’lâm cild-4, sh-95
 2) Hilyet-ül-evliyâ, cild-1, sh-314
 3) El-Îsâbe cild-2, sh-330
 4) El-İstiâb cild-2, sh-350
 5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-365
 6) Eshâb-ı Kirâm sh-177
 7) Tehzîb-üt-tehzîb cild-4, sh-276
 8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-975
 9) Kâmûs-ul-a’lâm cild-4, sh-3103
10) Tezkiret-ül-Huffâz cild-1, sh-141
11) İzâlet-ül-hafâ cild-1, sh-295
ABDULLAH BİN AMR BİN AS (r.a.):
Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Amr bin Âs’ın (r.a.) oğlu. Babasından önce îmân etmekle şereflendi. Adı, Abdullah bin Amr bin Âs bin Vâil bin Hâşim bin Sa’îd bin Sehm bin Amr bin Hâris bin Ka’b bin
Lüey el Kureyşî’dir. Müslüman olmadan önce adı, Âs idi. Peygamberimiz Abdullah olarak değiştirdi.
Künyesi, Ebû Muhammed veya Ebû Abdurrahman’dır. Annesi, Râita binti Münebbih bin Haccâc bin Âmir
bin Huzeyfe bin Sa’d bin Zehm’dir. Hanımı Peygamberimizin amcası oğlu, Abdullah bin Abbâs’ın (r.a.)
kızı Umre (r.anha) idi. Ondan oğlu Muhammed dünyâya geldi.
Abdullah, babası Amr bin Âs’dan 12 yaş küçüktü. Yaklaşık 100 yaşında iken 65 (m. 684) yılında
Şam’da vefât etmiştir. Vefât târihi ve yeri hakkında değişik rivâyetler bulunup, Mekke, Tâif, Filistin ve
Mısır’da da denilmiştir.
Eshâb-ı kirâm arasında büyük âlim, ibâdet ve zühdü çok olan bir zâtdı. Kur’ân-ı kerîm’in tamâmını
ezberleyen hâfızlardandı. Resûlullah (s.a.v.) efendimizden çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ömrünün
tamâmını ibâdet yapmakla geçirmişti. Gece sabahlara kadar namaz kılar, gündüzleri de oruç tutardı.
Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Hatta o kadar ki, geceleri lâmbayı söndürür, daima ağlardı. Ağlamaktan gözleri hastalanmış, ömrünün sonuna doğru görmez olmuştu. Annesi, Abdullah bin Amr için göz ilâcı ve
sürme yapar, ona verirdi.
Abdullah bin Amr (r.a.), Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplerde Hz. Peygamberimizin yanında bulunmuştur. İlk iki harbe, yaşının küçük olması sebebiyle katılamadı. Peygamberimiz zamanında - 160 -
birçok gazalara ve seriyyelere süvari olarak katıldı. Son derece cömert olduğundan eline geçen herşeyi,
hemen dağıtır ve herkesi memnun ederdi. Katıldığı harpler hakkında, açıklayıcı geniş bilgi bulunmamakla beraber, birçok hadîs-i şerîfte, onun harbe katılacak askerleri ta’lim ile harbe hazırlamak gibi mühim
vazifeleri ifâ ettiği anlaşılmaktadır. Bunlardan birisi hakkında, Amr bin Hâris ez-Zebidî şöyle bildiriyor:
“Abdullah bin Amr ile karşılaştığımda Ona şöyle sordum: “Ey Ebû Muhammed! Biz öyle bir yerdeyiz ki,
burada nakit para olarak hiçbir şey yoktur. Bütün malımız, davarlarımızdan ibarettir. Bunları birbirleriyle
değiştirerek alış-veriş ediyoruz. Bir ineği bir müddet için, bir koyun karşılığında alıyoruz. Yahut bir deveyi, birkaç inek karşılığında veriyoruz. Deve karşılığında da, at ve kısrak alıyoruz. Fakat bunların hepsi
müddetle mukayyettir, bağlıdır. Bunlarda dinî bir mahzur var mıdır?” Hz. Abdullah bin Amr, bana şu cevabı verdi: “İyi ki, bana sordun. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz, yanımda bulunan develere askerleri
bindirerek bir tarafa i’zam etmemi (yollamamı-göndermemi) emir buyurmuştu. Develerin askerlere kâfi
gelmeyeceğini gördüm. Peygamberimize müracaat ederek, bazı askerlerin bineksiz, yaya kaldıklarını
söyledim, Resûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: “Zekât olarak gelen erkek develer karşılığında, dişi
develer satın al ve askerlere binek temin et!” Ben de bir erkek deve karşılığında üç dişi deve satın alarak
askerlerin gideceği yere gitmelerini temin ettim.”
Buna benzer birçok harplere iştirak edip, idare mevkiinde vazife aldığı anlaşılmaktadır. Resûlullah
efendimizin vefâtından sonra Hz. Abdullah bin Amr’ın katıldığı en mühim muharebelerden biri Yermük
harbidir. Şam fatihi olan babası Amr bin Âs (r.a.), bu muharebede ordu kumandanı idi. 240 000 kişilik
Bizans ordusuna karşı, 46.000 kişilik bir İslâm ordusu kısa zamanda zafer kazanmıştı. Abdullah bin Amr
(r.a.) bu muharebeye iştirak ederek, büyük kahramanlıklar göstermiştir. Babası ile birlikte, istemediği
halde Sıffîn harbinde de bulunmuştur.
Hz. Abdullah bin Amr bin Âs, bizzat Peygamber efendimizin mübârek ağızlarından işiterek çok ilim
almıştır. Peygamberimizden birçok ilimleri öğrenmeye aşırı derecede meraklı idi. O’ndan işittiği her şeyi
yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pekçok hadîs-i şerîf yazmıştır. Eshâb-ı kirâmdan en
çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre(r.a.), Onun ilminin çokluğunu itiraf buyurarak: “Resûlullah’ın
(s.a.v.) hadîs-i şerîflerini, benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır. Fakat Abdullah bin Amr,
benden daha çok ezberlemiştir. Çünkü o, yazıyordu. Ben yazmamıştım” dedi. Abdullah bin Amr’ın (r.a.),
Resûlullah’tan her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, O’na: “Sen Resûlullah’tan her
şeyi yazıyorsun. Halbuki Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bazan gazab, kızgınlık halinde, bazan da sevinçlilik halinde bulunup söz söylemektedir.” dediler. Bunun üzerine Hz. Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek
hususunda tereddütte kalmış ve meseleyi Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.) arz etmişti. Resûlullah efendimiz, Onu
dinledikten sonra, buyurdular ki: “Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemin ederim ki, ağ-
zımdan hak (yani doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır.”
Resûlullah’tan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, “Sahife-i Sâdıka” adı verilen bir mecmuada (kitapta)
toplamıştır. Bu eserinde, bizzat Resûlullah’dan işiterek aldığı hadîs-i şerîfler mevcuttur. Kendisine bir
suâl sorulduğunda, yazdığı bu mecmuayı çıkararak bakıp cevap verirdi. Hadîs-i şerîf râvîlerinden (rivâ-
yet edenler) Ebû Kubeyl, bu hususta şu rivâyeti nakletmektedir. Abdullah bin Amr bin Âs’ın (r.a.) yanında bulunuyorduk. Kendisine, Kostantiniyye (İstanbul) ve Roma şehirlerinden hangisinin daha evvel feth
edileceği soruldu. Hz. Abdullah suâli dinledikten sonra bir sandık getirtmiş ve şu cevabı vermişti: “Bir
gün Resûlullah’ın (s.a.v.) etrafında oturmuş, hadîs-i şerîf yazıyorduk. Derken Resûl-i Ekrem’e şöyle soruldu: Kostantiniyye veya Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek? Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “En önce Herakliyus’ün şehri olan Kostantiniyye (İstanbul) feth olunacaktır.”
Hz. Abdullah bin Amr’ın ilminden en çok istifade eden muhitten biri de, Basra’dır. Orada, herkesten evvel, şehre vali, olarak tayin edilenler O’nun derslerine koşuyorlardı. Bütün müslümanlar, O’nun
naklettiği ilimlerden istifade etmiştir.
Hz. Abdullah bin Amr bin Âs, bizzat Resûlullah (s.a.v.)’den işiterek hadîs-i şerîf rivâyet ettiği gibi,
bundan başka Hz. Ömer’den, Abdurrahman bin Avf’dan, Muâz bin Cebel’den, Ebû’d-Derdâ’dan, Surâka
bin Mâlik bin Ca’şem’den (r.anhüm) ve daha bir çok Eshâb-ı kirâmdan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden de, Enes bin Mâlik, Ebû Umâme, Sehl İbn-i Hanîf, Abdullah bin Hâris bin Nevfel, Mesrûk bin
Ecdâ, Sa’îd bin Müseyyeb, Cübeyr bin Nüfeyr, Sâbit bin İyâd el-Ahnef, Hayseme bin Abdurrahman elCa’fi, Humeyd bin Abdurrahman bin Avf, Zir bin Hubeyş, Sâlim bin Ebî’l Ca’d, Ebü’l Abbâs es-Saib bin
Funûh, oğlu Muhammed bin Abdullah bin Amr bin Âs, Tavûs Keysân, Âmir bin Şerâhil Şa’bî, Abdullah
bin Rebâh el-Ensârî, İbni Ebî Müleyka, Urve bin Zübeyr, Ebû Abdurrahman el-Hablî, Abdurrahman bin
Cübeyr, Ata bin Yesâr, İkrime, Amr bin Üveys es-Sekafî, Mücâhîd bin Cebr, Ebü’l Hayr Mürsed bin Abdullah el-Yezenî, Ebû Kebeşe es-Selûli, Yakûb İbn-i Âsım bin Urve bin Mes’ûd es-Sekafî, Ebû Zur’a bin
Amr bin Cerîr, Ebû Seleme bin Abdurrahman, Ebû’z-Zübeyr el-Mekkî, Amr bin Dînâr ve daha bir çok
âlim hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur.
Abdullah bin Amr’ın (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin bazıları şunlardır: - 161 -
“İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar. İnsanları doğru yoldan saptırırlar.”
“Dünyada adaleti gözetenler, kıyâmette, böyle davranmalarının mükafatı olarak inciden
minber üzerinde otururlar.”
“İnsanlara merhamet edene, Allahü teâlâ merhamet eder.”
“Cebrâil bana komşu haklarından o kadar çok bahsetti ki, komşunun komşuya mirasçı olacağını zannettim.”
“Kalbinde kibrin zerresi bulunan, Cennete giremez.”
Resûlullah’a “amellerin en efdali hangisidir” diye soruldu. Buyurdu ki: “Fakîrlere yemek yedirmek, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermektir.”
“Namazı şartlarına uygun olarak kılanlara, o namaz kıyâmet günü delil ve kurtuluş olur.
O’na devam etmeyenler kıyâmet günü perişan olurlar.”
“Cemâatle namaz kılmak için yola çıkan kimsenin, attığı her adımda bir günahı silinir ve
amel defterine bir sevab yazılır.”
“Allaha ve âhiret gününe îmân eden, misafirine ikrâm etsin. Allaha ve âhiret gününe inanan,
komşusuna hürmet etsin. Allaha ve âhiret gününe îmân eden, hayrı söylesin, yahut sussun, “
“Cehennemden uzaklaşıp, Cennet’e girmek isteyen son nefeste kelime-i şehâdet söylesin
ve kendisine yapılmasını arzu ettiği şeyleri başkasına yapsın.”
“Sadakanın en fazîletlisi, iki dargın kimsenin arasını bulmaktır.”
“Dört sıfata sahip olduktan sonra dünyâdan başka bir şey kazanamadığına ehemmiyet
verme! Bunlar, emaneti muhafaza etmek, sözün doğrusunu söylemek, güzel huylu olmak, afif
olmak.”
“Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz, israfsız ve tekebbürsüz (kibirsiz) giyininiz. Cenâb-ı Hak
ni’metlerinin kul üzerinde görülmesini ister.”
“Bize karşı silah taşıyan bizden değildir.”
“Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze hürmet etmeyen bizden değildir.”
“Sizin kıyâmet günü bana en yakınınızın, en sevgili olanınızın kim olduğunu haber vereyim
mi? En iyi huylularınızdır.”
Birisi Resûl-i Ekrem’e geldi ve “Sana bi’at için geldim. Geride ana ve babamı ağlar bıraktım.” Resûl-i Ekrem ona “Geri dön, onları ağlattığın gibi güldür.” buyurmuş ve bi’atını kabul etmemişti.
Birisi Resûl-i Ekrem’e gelip, cihad için müsâade istemişti. Resûl-i Ekrem sordu: “Senin ebeveynin
(annen, baban) hayatta mı?” Gelen adam: “Evet” dedi. Resûl-i Ekrem emretti: “Dön ve onlara bak.”
“Kul hakkından başka şehîdin bütün günahları affolur.”
“Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir.”
“Mü’min, mü’minlerin canları ve malları hususunda emin oldukları kimsedir.”
Abdullah bin Amr bin Âs (r.a.) çok ibâdet yapardı. Bütün hayatını ibâdet etmeye vakfetmişti. Zühd
ve takvası çoktu. Hatta bu hâli sebebiyle, evlendiği zaman, günlerce hanımının yanına varmadı. Babası
Hz. Amr bin Âs, bu durumu Resûlullah’a arz ederek, evlilikten de nasîbini almasını istemişti. O kadar
ibâdet yapma arzusu vardı ki, hayatta bulundukça her gün oruç tutmak ve her gece namaz kılmak üzere
Allah’a yemin ederek nezirde (adakta) bulundu. Onun bu halini Resûlullah (s.a.v.) efendimize haber verdiklerinde, Ona: “Ey Abdullah! Her gün oruç tuttuğun bütün gece namaz kıldığın bana haber verilmedi mi sanırsın!” buyurdu. O da: “Evet yâ Resûlallah! Öyledir” dedi. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.v.): “Böyle yapma! Bazı günlerde oruç tut, bazı günlerde iftar et, oruç tutma! Gecenin bir
kısmında uyu, bir kısmında da namaz kıl. Çünkü şu bedeninin senin üzerinde hakkı vardır; gözü-
nün de bir hakkı vardır, hanımının bir hakkı vardır, komşunun da bir hakkı vardır. Binâenaleyh,
bu hakların hepsini yerine getirerek, her ayda üç gün oruç tutmak sana kâfidir. Her yapılan iyiliğe
ve her hayır ve ibadete karşılık olarak on misli sevab ve mükâfat verileceğine göre, her ayın üç
gün orucu, bütün sene orucu demektir.” buyurdu. Hz. Abdullah da: “Yâ Resûlallah! Ben bundan daha
fazla ibâdet etmek için kendimde kuvvet buluyorum” dedi. Resûlullah, “Öyle ise Dâvûd aleyhisselâmın
orucu gibi oruç tut, fazla tutma!” buyurdu. O da: “Dâvûd peygamberin orucu ne kadardır?” diye sordu.
Resûlullah efendimiz cevabında buyurdu ki: “En makbul oruç, kardeşim Dâvûd aleyhisselâmın oru-- 162 -
cudur. Bir gün yer, bir gün tutardı.” Bu konuda birkaç rivâyet bildirilmektedir. Allahü teâlâya yemin
vererek adak verdiği için ömrünün sonuna kadar böyle ibâdet yapmıştır.
Abdullah bin Amr (r.a.) ihtiyarlayıp da, eskisi gibi ibâdet yapmaya vücudunda kudret kalmayınca
“Keşke, Resûlullah’ın bahşettiği müsaadeyi, kabul etmiş olsaydım” demiştir. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, evlilik hayatında hanımına karşı vazifelerini eksiksiz yerine getirmesini emretti. Hz. Abdullah da,
yaşadığı müddetçe, Resûl-i Ekrem’in emrine uygun hareket etmiştir.
Hz. Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur. Buyurdular ki:
“Çarşıya erken girip, son çıkanlardan olma! Zira bu vakitler, şeytanın çoğalıp yayıldığı zamanlardır. Aksi halde şeytanın oyuncağı olursun!”
“Çok ağlayın! Ağlayamazsanız, ağlamaklı bir halde bulunun. Eğer hakikati bilseydiniz, sesiniz kesilinceye kadar ağlar ve beliniz kırılıncaya kadar namaz kılardınız.”
Kendisine, “Ölünce mü’minlerin ruhları nerededir?” diye sorulduğunda buyurdu ki; “Arşın gölgesinde, beyaz kuşların kursağında asılıdır. Kâfirlerin ruhları da yedi kat yerin dibindedir.”
“Bir kadının varlıklı zamanında kocasının yüzüne gülmesi, fakat yokluğu zamanında ona hıyânette
bulunması, Cehennemlik olduğunun alâmetidir.”
“Aklınızın ermediği şeyleri terk ediniz.”
“Faydasız söz söylemeyiniz.”
“Müzevvirlik (ara bozuculuk) ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gazabına sebep olur.
Eğer siz benim bildiğime vakıf olsaydınız, çok ağlardınız.”
Birgün kendisine, “Şerrin en fenası ve hayrın en iyisi hangisidir?” dediler. Buyurdu ki: “Hayrın en iyisi doğru söz, kötülüğü düşünmeyen kalb ve itâat eden hanımdır. Şerlerin de en fenası yalan söz, fena
kalb ve itâat etmiyen hanımdır.”
Kendisi şöyle bildiriyor: “Bir gün Resûl-i Ekrem’e (s.a.v.): “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır?” diye sordum. Buyurdular ki: “Fakîrleri doyuran, tanıyıp tanımadığı her müslümana iltifat
eden.”
Hz. Abdullah bin Amr, Resûlullah’ın (s.a.v.) mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf
mecmuasına, son derece titizlik gösterirdi. İmâm-ı Mücâhid diyor ki: “Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan
kitaplarından herhangi birine bakmak istesek, mâni olmazdı. Fakat bu hadîs-i şerîf mecmualarından
birini okumak istediğimiz zaman, Ona son derece itina gösterir ve bize: “Ben, bunu bizzat Resûl-i Ekrem’in mübârek ağzından işiterek topladım. Onu bütün dünyâya değişmem” derdi.
Abdullah bin Amr bin Âs’ın (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin sayısı 700 civarındadır. Bunlardan
17 tanesi, Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’de müşterek olarak nakledilmektedir. Ayrıca İmâm-ı Buhârî
bunlardan 8 tanesini, İmâm-ı Müslim de 20 tanesini ayrı ayrı nakletmektedirler. İmâm-ı Ahmed bin
Hanbel, “Müsned”inde, O’ndan çok hadîs-i şerîf rivâyet etmektedir.
Kendisinden ilim öğrenmek için çok uzak yerlerden gelirlerdi. Ders halkaları son derece genişti.
Hadîs-i şerîf tahsili için, uzak ve yakın yerlerden gelenler, derslerine devam ederler ve O’ndan
ayrılmazlardı. O’nun etrafında kurulan ilim meclisinde, ilimde ve fazîlette yüksek kimseler toplanıyordu.
Hz. Abdullah’ın talebeleri, kendisini son derece severlerdi. O’nun etrafında oturup ders dinlerken
kimsenin kendilerini rahatsız etmelerini istemezlerdi. Bir gün birisi gelip Abdullah bin Amr’ı (r.a.) görmek
ve O’nun yanına gitmek için safları yararak yürümeye başlamıştı. Hz. Abdullah’ın talebeleri, onu durdurmaya teşebbüs ettiklerinde, onlara: “Bırakınız, gelsin!” buyurdu. O şahıs gelip, Resûlullah’tan duyup
ezberlediği bir meseleyi söylemesini istedi. O’na, Resûlullah efendimizin şöyle buyurduğunu bildirdi:
“Müslüman, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kimsedir. Muhâcir de, Allahü teâlânın
yasak ettiği herşeyi terk eden kimsedir.”
 1) Üsûd-ül-gâbe cild-3, sh-233, 234
 2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-5, sh-337, 338
 3) Tabakât-ül-Kübrâ cild-2, sh-374, cild-4, sh-261, cild-5, sh-64, 482, cild-7, sh 494
 4) Sîret-i İbn-i Hişâm cild-4, sh-139
 5) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-41
 6) El-A’lâm cild-4, sh-111
 7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-4, sh-261
 8) El-Îsâbe cild-2, sh-361
 9) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-2, sh-158
10) Sahîh-i Buhârî Kitâb-ul-ilm sh-39



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...