HZ. SEVDE BİNTİ ZEM’A:
Peygamber efendimizin muhterem hanımlarından biri. Nesebi (silsilesi), Sevde binti Zem’a bin Kays bin Abdişems bin Abdivüdd bin Nasr bin Mâlik bin Hasel bin Âmir, el-Kureyşi, el-Âmiridir. Annesinin ismi ise, Şemmûs bint-i Kays İbn-i Zeyd İbn-i Amr İbn-i Âmiriye’dir. Doğum târihi kesin olarak bilinmeyen Hz. Sevde’nin vefâtı ise Hz. Ömer’in halifeliğinin son yıllarına rastlamaktadır. Hz. Sevde, amcasının oğlu Sekran İbn-i Âmir ile ilk evliliğini yapmıştı. İslâmiyetin geldiği ilk yıllarda; kocası Sekran İbn-i Amr ile îmân ederek müslüman oldular. Bu sırada Mekkeli müşriklerin müslümanlara yaptıkları eza ve cefâlar dayanılmaz, akıllara durgunluk verecek halde idi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) müslümanların Habeşistan’a hicretine izin vermişlerdi. Hz. Sevde; kocası Sekran ile birlikte ikinci Habeşistan hicretine katılarak oraya gitmişlerdi. Daha sonra Habeşistan’dan Mekke’ye döndüler. Hz. Sekran Mekke’ye dönüşünden kısa bir müddet sonra vefât etti. Hz. Sevde, kocası Hz. Sekran’ın vefâtından önce şöyle bir rüya görmüştü: Rüyada Peygamberimiz (s.a.v.), mübârek ayaklarını Sevde’nin omuzuna koymuşlardı. Hz. Sevde de gördüğü bu rüyasını, kocası Hz. Sekran’a anlatmıştı. Rüyayı dinleyen Sekran (r.a.) dedi ki: “Ey Sevde, sen gerçekten böyle bir rüya gördünse, bu benim mutlaka öleceğime, senin de Hz. Peygamber (s.a.v.) ile evleneceğine bir işarettir. Sevde (r.anha) birkaç gün sonra başka bir rüya daha gördü: Kendisini bir yastığa yaslanmış, gök yüzünden inen ay başının etrafında dönmüştü. Hz. Sevde; gördüğü bu güzel rüyasını da kocası Hz. Sekran’a anlattı. Sekran (r.a.) bu rüyayı da dinledi ve şöyle dedi: “Ey Sevde (r.anha) bil ki, artık benim ölümüm yaklaşmıştır. Ben öyle inanıyorum ki; benim ölü- mümden sonra mutlaka evleneceksin” dedi. Gerçekten de Hz. Sekran bu rüyadan bir kaç gün sonra vefât etti. Hz. Sevde, kocası Hz. Sekran’ın vefâtında 50 yaşlarında idi. O’nun imânındaki sadakati, bütün zorluklara rağmen İslâm Dîni’nden dönmemesi, bu yolda başını ortaya koyması, Peygamberimiz (s.a.v.) üzerinde çok derin bir tesir bırakmıştı. Fakat Hz. Sevde kocasının vefâtı ile çok üzüldü, sanki kolu kanadı kırılmış gibiydi. Hiçbir sahabenin üzülmesine ve kalbinin kırılmasına dayanamayan Peygamberimiz (s.a.v.) yaşlı ve dul olan Hz. Sevde’ye evlilik teklif etti. O ise bunu sevinerek kabul etti. Böylece üzüntüsü ve kederi gitmiş, yaradılmışların en şereflisine eş olma se’âdeti gelmişti. Peygamber efendimiz evlenmelerinin hepsini; Hz. Âişe’yi Allahü teâlânın emri ile nikâhlandıktan sonra yaptı. Bunlar dinî, siyâsî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. Nitekim Sevde (r.anha) ile olan evlenme de böyledir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil (a.s)’ın Allahü teâlâ’dan getirdiği izinle olmuştur.” Sevde (r.anha) îmân edip müslüman olduğu zaman, babası Zem’a ile kardeşi Abdullah henüz İslâm Dîni’ni kabul etmemişlerdi. O’nun İslâmiyetten aldığı güzel ahlâkı, edebi ve terbiyesi; çevresi üzerinde çok büyük tesir yapmıştı. Onlara devamlı hareket ve sözleriyle İslâmiyetin üstünlük ve büyüklüğünü anlatırdı. Hz. Sevde’nin, Peygamberimiz (s.a.v.) ile evlenmesini duyan kardeşi Abdullah bin Zem’a çok üzüldü. Saçını başını yolmaya başladı. Eline yüzüne üzüntüsünden toprak serpmişti. Daha sonra bu yaptıklarından pişman olduğunu şöyle anlatmıştır: “Zem’a’nın kızı Sevde’nin Resûlullah’a nikâhlandığını duyunca, saçımı yolduğum, başıma ve yüzüme topraklar serptiğim zamanki kadar, gülünç ve aşağı duruma düştüğümü hiç hatırlamıyorum” demiştir. Hz. Sevde’nin îmân bütünlüğü, çevresinde bulunan kardeşleri ve yeğenlerine çok tesir etmişti. Onların müslüman olmasına sebep olarak İslâmiyeti ilk kabul edenler safına sokmuştu. Yakınlarının hepsi Peygamberimizin (s.a.v.) Medine’ye hicretinden önce îmân ederek müslüman olmuşlardı. Hz. Sevde, Peygamberimize (s.a.v.) karşı çok itâatkâr idi. O’na karşı edeb ve terbiyesinde hiç kusur etmez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her yerde O’nunla beraber olmayı ve O’na hizmetle şereflenmeyi canla başla isterdi. Çok şakacı ve latifeyi severdi. Birçok kerre Peygamberimizi (s.a.v.) şakalarıyla sevindirmiş ve duâsını almıştır. Hz. Sevde de, Peygamberimiz (s.a.v.) ile birlikte diğer hanımları gibi sırası geldiğinde savaşlara iş- tirak ederdi. Uhud Savaşına katılarak, oradaki birçok müslümanın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmetler etmişti. Peygamberimizle (s.a.v.) son veda haccında bulunmuş, O’nun vefâtından sonra bir daha hac ve umreye gitmemiştir. Sevde (r.anha), alçak gönüllülüğü, eli açıklığı, bol sadaka dağıtmasıyla tanınırdı. Kendisine gelen bütün hediyeleri fakîrlere verir, onların sevinmesinden çok zevk duyardı. Bir gün Peygamber efendimizin hanımları huzura toplanarak Ona sordular. “Yâ Resûlallah, bizim içimizden hangimiz size en önce kavu- şacak dersiniz?” Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) de; “Vefâtımdan sonra bana ilk kavuşacak - 140 - olan kolu uzun olanınızdır” buyurduğunu Sevde (r.anha) rivâyet etmiştir. Peygamberimizin (s.a.v.) vefâtından sonra hanımlarının içinde en çok sadaka dağıtan ve cömert olan Hz. Zeyneb binti Cahş vefât etti. Peygamberimizin (s.a.v.) diğer hanımları ise yukarıdaki hadîs-i şerîfin mânâsını ancak o zaman anlayabilmişlerdi. Peygamberimizden (s.a.v.) bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler dört-beş taneyi geçmemektedir. Sevde’nin (r.anha) Hz. Ömer’in halifeliğinin son zamanlarında vefât etmesi de, az hadîs rivâyetinde bulunduğunu doğrulamaktadır. 1) El-A’lâm cild-3, sh-145 2) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-8, sh-52 3) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-6 sh-429 HZ. HAFSA BİNTİ ÖMER: Resûlullah’ın mübârek hanımlarından. Ömer bin Hattab’ın (r.a.) kızı olup, annesinin ismi Zeyneb binti Mad’un’dur. Kâ’be’nin Kureyş tarafından yapıldığında, Biset’ten beş sene önce doğdu. Hz. Ömer, İslâmiyeti kabul edince, Mekke’de müslüman oldu. Huneys bin Huzafe ile evlendi. Huneys ile ilk muhacirlerden olup, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etti. Huneys, Bedir ve Uhud gazvelerine katı- lıp, Uhud’da yaralanıp, Medine’de şehit oldu. Genç yaşta dul kaldı. Hz. Hafsa, genç yaşında dul kalınca; babası Hz. Ömer hicretin üçüncü yılında, Hz. Ebû Bekir’e ve Hz. Osman’a kızımı alır mısın dedikde, düşüneyim, demişlerdi. Bir gün, Resûlullah (s.a.v.), her üçü ve başkaları yanında iken, “Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?” diye sordu. Bir şişedeki mürekkebin rengi kolay görüldüğü gibi, Resûlullah da (s.a.v.) herkesin düşüncesini, bir bakışta, anlardı. Lüzum görürse sorardı. Ona, hattâ, herkese doğru söylememiz farz olduğundan, Ömer de, Yâ Resûlallah (s.a.v.) kızımı Ebû Bekir’e ve Osman’a (r.a.) teklif ettim, almadılar diye cevap verdi. Resûlullah (s.a.v.), en çok sevdiği üç Eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen buyurdu ki: “Yâ, Ömer! Kızını, Ebû Bekir’den ve Osman’dan (r.a.) daha iyi birisine versem ister misin?” Ömer şaşırdı. Çünkü Ebû Bekir’den ve Osman’dan (r.a.) daha yüksek ve daha iyi kimse olmadığını biliyordu. (Evet Yâ Resûlallah) dedi. “Yâ Ömer, kızını bana ver!” buyurdu. Bu suretle, Hafsa (r.anha), Ebû Bekir’in ve Osman’ın ve bütün mü’minlerin anneleri oldu. Bunlar, ona hizmetçi oldu. Ebû Bekir ve Osman (r.a.) birbirlerine daha yakın ve daha sevgili oldular.” Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Hafsa’yı bir ara boşadıysa da, Cebrâil (a.s.)ın işaretiyle tekrar nikâhına aldı. Hz. Hafsa âyet-i kerîme içinde geçip, hakkında hâdîs-i şerîf söylendi. Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine hitaben; “Ey Hafsa! Şakın çok konuşma! Allah’ı anmadan çok konuşmak, kalbi öldürür. Allah’ın zikri ile çok konuşmak ise kalbi diriltir” buyurdu. Yine Hz. Âişe ile ikisine “Allah’a tevbe ederseniz, kalbleriniz meyl eder” buyurdu. Altmış hadîs-i Şerîf bildirdi. Peygamber efendimizin (s.a.v.) sabah namazı için kalktığında abdest aldıktan sonra evinde sabahın sünnetini kıldığını haber vererek hadîs kitaplarına geçirdi. “Peygamber efendimizin (s.a.v.) oturarak tesbih namazı (nafile) kıldı- ğını görmedim. Ancak, vefâtından bir sene önce tesbih namazlarını oturarak kılmaya başladı” buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Hafsa’ya hususi olarak kendisinden sonra; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in halife olacağını bildirdi. Hz. Hafsa, bilgili, iradesi kuvvetli, özü sözü bir idi. Hz. Âişe, O’nun hakkında; “Hafsa tam mânâsıyle babasının kızıydı, buyurdu. Dîni vecibeleri hakkıyla yerine getirirdi. Geceleri ibâdetle geçirir, gündüzleri oruç tutardı. Senenin çoğunu oruçlu geçirirdi. Peygamber efendimizin (s.a.v.) nikâhıyla şereflendikten sonra dînî pek çok hususlara bizzat şâhid oldu. Çok bilgili idi. Abdullah bin Ömer, Safiye binti Ebû Ubeyde, Ümmü Mübeşşir, Hamza bin Abdullah, Hârise bin Vehb, Abdurrahman bin Hâris talebeleri olup, pek çok hususu rivâyet edip, haber verdi. Hz. Hafsa’ya, Peygamberimiz vefât edince, Beyt-ülmal’dan tahsisat ayrıldı. Hz. Ömer’in hilâfetinde ise kendisine divandan onbin dirhem tahsisat bağlanarak geçindi. Babası şehit olurken, Hz. Ebû Bekir’in toplatmış olduğu Kur’ân-ı kerîm’i muhafaza etmekle vazifelendirildi. Osman’ın hilâfetinde Kur’ân-ı kerîm’in çoğaltılması esnasında muhafaza ettiği nüshayı halifeye teslim etti. Hz. Hafsa, 45 (m. 665) senesi Şaban ayında Medine-i Münevvere’de vefât etti. Cenâze namazını Mervan Âmil kıldırdı. Ebû Hureyre (r.a.) de cenâzeyi Bugayre’nin evinden kabristanlığa kadar sırtında taşıyıp, tabutunu bırakmadı. Bakî Kabristanlığı’nda Abdullah bin Ömer, Âsım bin Ömer, Sâlim bin Abdullah, Hamza bin Abdullah kabre koyup, defn ettiler. Peygamberimizden (s.a.v.) 60 hadîs-i şerîf rivâyet etmiş, kendisinden de Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn-i Mâce hadîs nakletmişlerdir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları: - 141 - “Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ramazan’da müezzin ezan okuyunca, yiyip içmeyi keser, iki rekât namaz kılardı.” “Peygamber efendimiz (s.a.v.) yataklarına yattıkları zaman mübârek sağ ellerini başlarının altına koyar ve şöyle duâ ederdi: “Rabbi kınî azâbeke yevme teb’asü bâdeke” “Yâ Rabbi insanların ba’s olunacakları günde beni azabdan koru” (3 defa). Peygamber efendimiz sağ eliyle yer, sağ eliyle içer, abdeste, giyinmeye, almaya ve vermeye sağdan başlardı. Bundan başka işlere soldan başlardı.” “Birgün Resûl-i ekrem (s.a.v.) elbisesini diz kapaklarının altına kadar sıvayıp istirahat ediyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) gelip izin istedi. Habîb-i Ekrem izin verdiler. Hallerini değiştirmediler. Sonra Hz. Ö- mer (r.a) gelip izin istedi. Ona da izin verdiler ve hallerini değiştirmediler. Bir grup Eshâb-ı kirâm da gelip izin istedi. Onlara da izin verdiler ve hallerini değiştirmediler. Daha sonra Hz. Osman gelip izin isteyince Resûl-i Ekrem hemen toparlandı. Elbisesini düzelttiler. Hepsi gittikten sonra Resûlullah’a “Ey Allah’ın Resûlü, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve diğer Eshâb-ı kirâm geldiler. Durumunuzu değiştirmediniz. Sonra Hz. Osman (r.a.) geldi, elbisenizi düzelttiniz” deyince, Resûlullah “Meleklerin bile haya ettiği Osman’dan haya etmeyeyim mi?” buyurdu.” 1) El-İstiâb sh-734 2) Üsûd-ül-gâbe cild-5, sh-421, 425 3) Sahîh-i Buhârî cild-2, sh-725, 768 4) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-6, sh-283 5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-81 6) El-Îsâbe cild-6, sh-273 7) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-50 8) Sünen-i Ebû Dâvûd, Zikr-i Hafsa 9) Zerkânî, Mevâhib-i ledünniyye şerhi cild-3, sh-721 10) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1009 11) Eshâb-ı Kirâm sh-342 HZ. ZEYNEB BİNTİ HUZEYME: Resûlullahın mübârek hanımlarından. Nesebi, Zeynep binti Huzeyme bin Abdillah bin Amr bin Abdimenaf bin Hilâl bin Âmir bin Şa’saa el-Hilâliyye’dir. Lâkabı “Ümmül mesâkin”dir. Mü’minlerin annesi Hz. Zeyneb önce Hz. Abdullah bin Cahş ile evli idi. Abdullah, Resûlullah’ın halası Ümeyme’nin oğlu idi. Uhud Savaşı’nda şehit oldu. Diğer rivâyete göre, ilk önce Tufeyl bin Hâris’in hanımı idi. Tufeyl boşayınca kardeşi Ubeyde bin Hâris ile evlendi. O da Bedir Savaşı’nda şehîd oldu. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Hafsa’dan sonra hicretin üçüncü senesi Ramazan ayında Hz. Zeyneb ile evlendi. Kendisine dörtyüz dirhem mehr verdi. Hz. Zeyneb, İslâmiyetten önceki devirde fakîr, yoksul ve muhtaçlara çok merhamet ettiği ve şefkatli davrandığı, onlara daima yemekler yedirip sadakalar verdiği için “Ümmül mesâkin” (Fakîrlerin annesi) lakabıyla tanınırdı. Çok ibadet yapar, çok sadaka verirdi. Eline geçen mal ve parayı bekletmeden hemen sadaka olarak dağıtır, bizzat fakîr ve düşkünleri arar, bulur ve onlara yardım ederdi. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, Peygamberimizin (s.a.v.) nikâhı ile şereflendikten sekiz ay kadar kısa bir zaman sonra 4 (m. 626) senesi Rebiulâhir ayında otuz yaşlarında vefât etti. Resûlullah (s.a.v.) namazını kıldırdıktan sonra Onu Medine’nin Baki Kabristanına defn etti. Peygamberimiz hayatta iken yalnız Hz. Hadîce ve Hz. Zeyneb vefât ettiler. Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından sonra ise hanımları arasında ilk vefât eden Hz. Zeyneb binti Cahş’dır. 1) El-Îsâbe cild-4, sh-315 2) El-İstiâb cild-4, sh-314 3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-115 4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1089 HZ. ÜMMÜ SELEME: Peygamberimizin mübârek hanımlarından. İsmi Hind’dir. Künyesi Ümmü Seleme’dir. Künyesiyle meşhûrdur. Babası Ebû Umeyye Süheyl bin Mugîre bin Abdullah bin Ömer bin Mahzum, annesi Âtıke binti Âmir’dir. Mekke’de Bi’setten onbeş sene kadar önce doğduğu tahmin edilmektedir. Medine’de 57 (m. 667) senesinde vefât etti. İlk önce, halasının oğlu Ebû Seleme bin Abdulesad ile evlendi. Kocasıyla beraber İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendir. Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir hâl alınca, Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da Zeyneb, Seleme, Ömer ve Dürre isimlerinde dört çocuğu doğdu. Mekke’ye tekrar geldilerse de, kâfirlerin müslümanlara zulümleri neticesinde Bisetin onbirinci senesinde - 142 - Medine’ye hicret etmek istediler. Medine yolunda da eziyet ile karşılaştılar. Yolları tutulup, kocasından ve çocuklarından ayırdılar. Ebû Seleme Medine’ye gidince, Ebtah’ta bir yıla yakın ağladı. Amcasıoğlu insafa gelip, akrabalarına Ümmü Seleme’nin acı hâlini anlattı. Medine’ye kocasının yanına gitmesine müsaade ettiler. Çocuğunu da yanına alıp, Kûba’da kocasıyla buluştu. Ebû Seleme ile Medine’ye geldi. Ümmü Seleme, Ebû Seleme’nin sevinçli geldiğin de “Resûlullahtan bir söz işittim. Ona sevindim; müslümanlardan, musîbete uğrayan bir kimse, musîbete uğradığı zaman “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun” der ve sonra da “Yâ Rabbi! Uğradığım bu musîbetimde bana ecir ihsan et. Uğranılan musîbetime karşılık daha hayırlısını bedel kıl! diye duâ edene, muhakkak, Allah, bunun mükafatını verir”, buyurduğunu rivâyet etti. Ebû Seleme, Uhud Gazvesine katılıp yara aldı. Ümmü Seleme kocası- na; “İşittiğime göre; kocası vefât eden Cennetlik bir kadın, başkasıyla evlenmezse, Allahü teâlâ onu Cennette kocasıyla bir araya getirecek. Yine Cennetlik kadın vefât edince, Cennetlik kocası başkasıyla evlenmezse, Allahü teâlâ onu da Cennete hanımı ile beraber götürecek. O halde, gel seninle sözleşelim. Ne sen, benden sonra evlen; ne de ben, senden sonra evleneyim.” deyince; Ebû Seleme, hakikaten sözünü tutup, tutamayacağını sorunca: “Ben sana itâat etmek, sözünü dinlemek için danıştım.” Bu cevap üzerine Ebû Seleme; “Ben vefât edince, sen evlen”, buyurup, “Allahım! Ümmü Seleme’ye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmiyecek, incitmiyecek bir koca nasip et!” diye duâ etti. Ebû Seleme, Uhud Gazvesi’nden sonra şehîd olunca, dul kaldı. Peygamber efendimize (s.a.v.) Hz. Ebû Seleme’nin şehîdliğini haber verip, nasıl duâ edeceğim, diye sual buyurunca; “Yâ Rabbi! Beni ve onu afv eyle! Bana onun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel, bir bedel ihsan et” duâsını öğrenip, hayret etmesine rağmen emrini yerine getirdi. Hayreti ise, hayırlının kim olduğudur. İddet müddeti bitince; önce Hz. Ebû Bekir sonra da Hz. Ömer talip olup, istediyse de, kabul etmedi. Resûlullah (s.a.v.) isteyince de, dünürcü Hâtib bin Ebî Beltaa’ya; Resûlullah’a hürmetlerini arz ettikten sonra; kıskançlığını, çocuklarını ve şahid olarak velisinin bulunmadığını bildirdi. Resûlallah da, Allahü teâlânın kıskançlığı gidereceğini, kendisi çocuklarına bakacağını bildirince, nikâh kıyıldı. Mihr ve cehiz olarak; iki adet el de- ğirmeni, birer adet de su testisi, çanak, deri yüzlü ve içi hurma lifi dolu bir yastık ile içi hurma lifi dolu bir döşek verdi. Ümmü Seleme “Yâ Rabbi! Beni ve Ebû Seleme’yi afv eyle! Bana O’nun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan eyle!” diye ettiği duâ kabul olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile nikâhlanmak nasip oldu. Peygamber efendimiz ile 4 (m. 626) senesinde Şevval ayının sonunda evlendi. Hz. Ümmü Seleme, Peygamber efendimizin Veda Haccı dahil vefâtına kadar yanında kaldı. Pek çok hâdiseye şahit olup, hadîs-i şerîf dinlemekle şereflendi. Bunların da üçyüzyetmişsekizini rivâyetle müslümanlara intikâl ettirdi. Kendisinden çocukları Ömer, Zeyneb, kardeşi Âmir, yeğeni Mus’ab bin Abdullah, kölelerinden Benhan, Abdullah bin Râfi’, Safine, İbni Sefîne, Ebû Kesir, azadlı cariyesi Hayre ve oğlu Hasan, Safiye binti Şeybe, Hind binti Hâris Feasiye, Kubeyse binti Durayb, Abdurrahman İbni Hâ- ris, İbni Hişam, Ebû Osman Ahdî, Ebû Va’il, Sa’d bin Müseyyib, Ebû Seleme, Hamid bin Abdurrahman, Urve bin Zübeyr, Ebû Bekir bin Abdurrahman, Süleymân bin Yaser hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hz. Ümmü Seleme, hadîs ilminde üstün olduğu gibi, Eshâb-ı kirâm kadınlarının içinde fıkhı en iyi bilenlerdendi. Hayatını zühd, takva ve ibâdetle geçirdi. Her ayın ilk Pazartesi, Perşembe ve Cuma günlerinde oruç tutardı. Namazın fazîletlerine ve vaktine çok dikkat ederdi. Öğle namazını geciktirenlere; “Zât-ı Se’âdetleri Hz. Muhammed (s.a.v.) öğle namazını erken kılardı. Siz ise ikindiye bırakıyorsunuz” diyerek geç kılmamalarını tavsiye ederdi. İnsanlara merhametli, çocuklara çok şefkatliydi. Müşfik bir anne olup, ilk kocasından olan çocukları hakkında Resûlullaha; “Bunlara gösterdiğim şefkat karşılığı ben ne kadar sevab elde edeceğim” diye sorunca, çok sevab olduğu cevabını aldı. Kendisi cömerd olduğu gibi başkalarını da teşvik ederdi. Fakîrlerin ihtiyacını karşılayıp, iki hurma da olsa boş göndermezdi. Eshâb-ı kirâm’ın büyüklerinden Abdurrahman bin Avf çok miktarda mal ve servetinin biriktiğini, dağılıp gideceğini söyleyince; harcayıp dağıtmasını tavsiye etti. Bu hususta Peygamberimizin (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfini de rivâyet etti: “Benim sahâbîlerim içinde öyle kimseler vardır ki, benden sonra gözleri bir şey görmez.” Yine Peygamber efendimizin şöyle duâ ettiğini rivâyet etti: “Ey kalbleri hâlden hâle inkılâb ettiren! Kalbimizi senin dînin, üzerine sabit kıl.” Yine “Allahım! Kalbimi temizlemeni ve edeb yerimi korumanı senden dilerim.” Peygamber efendimize çok hürmetkâr olup, onun her şeyi ile bereketlenmek isterdi. Kendisi hizmetini yaptığı gibi, ömrünün sonuna kadar Resûlullah’a hizmet etmek şartıyla kölesini azat etti. Bereketlenmek niyyetiyle Peygamberimizin mübârek sakalından bir kaç teli gümüş kutuda saklardı. Eshâb-ı kirâm’dan birinin bir sıkıntısı olursa, bir kâse su getirip, sakal-ı şerîfi suya daldırır, o kimsenin yüzüne sürerdi. O kimsenin de sıkıntısı giderdi. Kadınların namahreme yani yabancılara görünmemesi hususunda da şu hadîs-i şerîfi nakletti: “İbn-i Ümmü Mektûm a’mâ (gözleri görmeyen) olup, bir gün Resûlullahın huzuruna girmek için müsaade istedi. Ümmü Seleme ve Hz. Meymûne de oradaydı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hanımlarına: “Çekilin ve saklanın” buyurunca hanımları “Bu gelenin iki, gözü de görmez. Niçin çekilelim?” diye sebebini sorunca: “O görmüyorsa siz de mi görmüyorsunuz?” cevabını aldıklarını nakletti. Hz. Ümmü Seleme, Peygamber efendimizin en son vefât eden mübârek hanımıdır. Medine’de 57 (m. 667) senesinde vefât etti. Medine-i Münevvere’de Baki’ Kabristanlığına defn edildi. - 143 - Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları: “Namaz, (namaza devam edin). Eliniz altında bulunanlara güçlerinden fazla iş teklif etmeyin. Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun; onlar sizin elinizde (bir nevi) hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Onları, Allah ile muahede ederek aldınız ve Allah adı ile onları kendinize helâl ettiniz. (Allahtan korkun onlara iyi muamelede bulunun).” “Akşamın farzından sonra altı rekât namaz kılan kimse, tam bir sene nafile ibadet etmiş sevabını alır veya Kadir gecesini ihya etmiş sayılır.” “İleride bir takım âmirler başınıza gelecektir ki, bazı emirlerini kabul edecek, bazılarını inkâr edeceksiniz. İnkâr edenler beraat edecek, sevmiyenler selâmete erecek; fakat kabul edip onlara uyanları Allah rahmetinden mahrum kılacaktır. Denildi ki (Yâ Resûlallah) Onlarla harp etmeyelim mi? Resûlullah (s.a.v.) “Hayır!... Namaz kıldıkları sürece harb etmeyiniz.” “Bir kimse, Mescid-i Aksa’dan hac veya umre niyetine ihrama girerse, anasından doğduğu gibi temiz olur.” “İçinizde kim hilâl-i Zilhicceyi görüp de Kurban kesmek niyetinde bulunursa kurban kesinceye kadar vücudundaki saç ve kılları ile tırnakları kesmekten vazgeçsin.” “Kuvvet ve bahadırlık güreşçilik değil, asıl kuvvet gadap ânında nefse hâkim olmaktır.” “Bir kimsede üç şeyden biri bulunmazsa ameli kıymet ifade etmez ve hesaba değmez. Haramdan alıkoyacak takva; sefîhe uymaktan menedecek hilm, halk arasında hüsnü muamele ile yaşayacağı bir ahlâk.” “Kendisinde üç haslet veya bunlardan biri bulunmayanın hiç bir ameline kıymet vermeyiniz: 1- İsyandan kendisini alıkoyacak takva ve Allah korkusu, 2- Kötüye karşı susmasını bildirecek hilim, yumuşaklık, 3- İnsanlarla geçim sağlayacak güzel huy.” “Bir kimse insanlar kendisine baksın diye tefahur (öğünmek) için giymek üzere bir elbise alırsa, Allah, o elbiseyi çıkarıncaya kadar, ona nazar etmez.” “Kendisinden kocası râzı olduğu halde ölen her (müslüman) kadın Cennet’e girer.” “Kendinize bedduâ etmeyin, ancak hayırlı duâ edin. Zira Melâike dediğinize “âmin” der.” “Bir kimse “Allahümmağfirli ve lil mü’minîne vel mü’minat” derse her mü’min adedince sevab alır.” 1) Kâmûs-ül-al’âm cild-1, sh-1069 2) Üsûd-ül-gâbe cild-5, sh-885 3) Sahîh-i Buhârî cild-2, sh-306, 308 4) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-6, sh-289 5) İbn-i Hişâm cild-3 sh-644 6) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-86 7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1079, 1012, 371 8) Eshâb-ı Kirâm sh-403 9) Mevâhib-i Ledünniyye cild-1, sh-218 10) El-Îsâbe cild-4, sh-458 11) El-İstiâb cild-4, sh-454 HZ. ZEYNEB BİNTİ CAHŞ: Peygamber efendimizin mübârek hanımlarından. İsmi Zeyneb, Künyesi Ümmü Hakem’di. Beni Esad kabilesinden Burre’nin kızı olup, annesi Resûlullah’ın halası Ümeyme’dir. Burre Îmân etmediği için Cahş denildi. Mekke’de Bi’setten yirmi sene önce doğup, Medine’de 20 (m. 640) yılında vefât etti. Hz. Zeyneb ilk îmân edenlerdendi. Mekke’den Medine’ye hicret etti. Bekârdı. Resûlullah (s.a.v.) azadlı kölesi olan Zeyd bin Hârise’ye 2 (m. 623) yılında nikâhlandı. Zeyd bin Hârise(r.a.) Hz. Zeyneb’in hakkını gözetemediğinden bir yıl sonra hicretin üçüncü senesinde ayrıldılar. Hz. Zeyneb, Zeyd’den (r.a.) ayrıldıktan sonra geçen bir kaç ay içinde, bir azadlı tarafından zevceliğe lâyık görülmemiş bir duruma düşmesini düşünüp, üzülüyordu. Resûl aleyhisselâm, halasının kızının durumuna üzülüp, onun şerefini iade etmek, aynı zamanda bir cahiliyye âdeti olan, evlâtlıkların zevceleriyle evlenme yasağını ortadan kaldırmak isteyerek, Hz. Zeyneb’i nikâh etmek istedi. Zeyneb (r.anha) bunu işitince, sevincinden iki rekât namaz kılıp, “Yâ Rabbi! Senin Resûlün beni istiyor. Eğer onun zevceliği ile şereflenmemi takdir buyur-- 144 - dun ise, beni ona sen ver” diye duâ etti. Duâsı kabul olup, Ahzâb sûresinin otuzyedinci âyet-i kerîmesi gelerek “Zeyd, onun hakkında istediğini yapdıktan sonra (yani Zeyneb’i boşadıktan sonra), biz, onu sana zevce eyledik” buyuruldu. Zeyneb’in nikâhını Allahü teâlâ yapdığı için, Resûlullah (s.a.v.) ayrıca nikâh yapmadı. Hz. Zeyneb bununla her an öğünür ve her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allahü teâlâ nikâhladı, derdi. O zaman otuzsekiz yaşında idi. Hz. Zeyneb’in, Zeyd bin Hârise ile nikâhlanıp evlenmesi ile, Eshâb-ı kirâm arasında hâlâ devam eden bir çok örf ve âdetlerin (gelenek görenek) ortadan kalkması sağlanmıştır. Meselâ önceleri halk zannederdi ki, evlâd edinilmiş, bulunan kimse, kendi öz evlâdı hükmünü almaktadır. Cenâb-ı Hak, son Peygamberi vasıtasıyla amelen bu hususu değiştirmiş ve ortadan kaldırmıştır. Hür kimse ile köleyi aynı seviyede tutmuştur. Aradaki imtiyazı ortadan silip atmıştır. Hz. Zeyd gibi bir köleyi, Benî Hâşim ile aynı seviyeye getirmiştir. Fransız’ların edebsiz şâiri Volter, Resûlullahın (s.a.v.) Hz. Zeyneb’i zevceliğe kabul buyurmasını, târihlere, vak’a ve haberlere taban tabana zıd ve uydurma, adî ve alçak iftiralarla, şiir dü- zerek bir tiyatro kitabı yazmıştır. Edebiyat ve fikir adamına yakışmayan bu çirkin, iğrenç yazısı, kendisini aforoz etmiş olan, büyük düşmanı papanın hoşuna gitmiş, kendisini okşayıcı mektub yazmıştır. Müslü- manların halifesi, Sultan ikinci Abdülhamid Hân, bu piyesin sahnede oynatılacağını işitince, Fransa ve İngiltere hükûmetlerine ültimatom vererek hemen önlemiş, bütün insanlığı, yüz kızartıcı, aşağılıklardan kurtarmışdır. Hz. Zeyneb’in düğün gecesi Peygamber efendimizin bir mucizesi daha görüldü. Duâsının bereketiyle az yemek çoğaldı. Bütün davetliler yediği halde, Enes bin Mâlik’in (r.a.) annesi Ümmü Süleym’in gönderdiği yemek hiç azalmadı. Enes bin Mâlik, (r.a.) “Üçyüz kişi kadar yediği halde Peygamberimiz yemeği kaldır buyurmasıyla kabtaki yemeğin ortaya koyduğum zamanda mı çoktu, yoksa kaldırdığım zamanda mı? anlıyamadım” buyurdular. Hz. Zeyneb, ihsanı, sadakayı pekçok severdi. El işlerinde de mâhir idi. İşlediği şeyleri ve eline ge- çen herşeyi akrabasına ve fakîrlere verirdi. Hz. Resûlullah; Hz. Zeyneb’in vefâtını şu hadîs-i şerîf ile haber verdi: “Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun olanıdır” Peygamber efendimizin (s.a.v.) pek çok iltifatına kavuşarak, yüksek makamlara sahip oldu. Sadaka ve ihsanı o kadar çoktur ki; Hz. Resûlullah’ın vefâtından sonra, halife Ömer (r.a.) Ezvâc-ı Mutahherâtın her birine onikibin dirhem verirdi. Bunu alır almaz hepsini sadaka eder, dağıtırdı. Nesilden nesile intikal eden bir menkıbede Hz. Zeyneb, Hz. Ömer’den hediyye gelince, O’na duâ etti. “Buna benden daha fazla ihtiyaç sahipleri vardır. Onu şuraya koyun, üzerini örtün” sonra kendisinin bir peçesini parçalayarak onu kese yaptı ve bu keselerle parayı akrabalarından muhtaç olanlara ve yetimlere dağıttı. Sonra da elini kaldırarak, “Allahım, bundan sonra bana Ömer’in atiyyesini nasîb etme” buyurdu. Hakikaten o sene vefât etti. Resûlullahdan sonra, Zevcât-ı tâhirât (r.anhünne) arasında, en önce vefât eden budur. Hz. Zeyneb, Hicretin yirminci yılında elliüç yaşında Medine’de vefât etti. Na’şının, Peygamberimizin Serir’i üzerine konularak taşınmasını vasiyet ettiğinden, öyle yapıldı. Cenâze namazını Halife Hz. Ömer kıldırdı. Tabutu Baki’ Kabristanlı- ğına getirilirken kardeşi Ahmed bin Cahş âmâ haliyle ağlıyordu. Hz. Ömer, Ahmed’in ağlamasını işitince “Ey Ahmed, tabuttan uzaklaş! Cemâat seni sıkıştırmasın. Zeyneb’in tabutunu taşımak için kalabalık fazlalaşıyor” buyurdu. Ahmed ise; “Yâ Ömer! Bu her türlü hayır ve bereketi sayesinde kazandığımız kız kardeşimizdir. Bu ağıt yüreğimdeki ateşi soğutuyor.” dedi. Defn edileceği esnada Hz. Ömer, Zevcâtı Tâhirâta, Hz. Zeyneb’i kimin kabre koyabileceğini sordu; Sağlığında O’nu görmek, kimlere helâl ise, kabrine de onlar girer, indirirler!” Cevâbı üzerine; Muhammed bin Abdullah bin Cahş, Üsâme bin Zeyd, Abdullah bin Ubey, Ahmed bin Cahş ve Muhammed bin Talha kabre indirdiler. Bunlar hep yakın akrabasıydı. Hz. Âişe, onun vefâtı üzerine, “O se’âdetli ve iyi hatun aramızdan gitti. Yetimler ve dullar hamisiz kaldılar.” buyurdu. Hz. Âişe, Hz. Zeyneb’i çok medh ve sena ederdi. O’nun hakkında “İster dînî muameleler olsun, ister takva ve sadâkat olsun, ister sıla-i rahm olsun, isterse cömertlik ve fedâkârlık olsun, Zeyneb’den daha iyi hiçbir hatun yoktur.” Yine “Resûlullahın (s.a.v.) zevceleri içinde Zeyneb’den başka kimse, zat-ı se’âdetlerine yakınlık bakımından benimle boy ölçüşemez.” ve tekrar “Allahü teâlâ, Zeyneb binti Cahş’a rahmet eyleye. Hakikaten dünyâda onun mertebesinde hiç bir hatun yoktu. Hak teâlâ, Nebî- sini onunla evlenmeye sevk eyleyip, Kur’ânın bazı ahkâmını indirmiştir” buyurdu. Hz. Ümmü Seleme de, Hz. Zeyneb hakkında: “Zeyneb salih, oruç tutan ve ibâdetle vakit geçiren bir hatundu.” buyurdu. Çok hassastı. Kuvvetli bir edebiyatçıydı. Onbir hadîs-i şerîf nakil etti. Bunlardan biri; “Allahü teâlâya ve âhiret gününe îmân eden bir kadının zevcinden başka bir ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir. Lâkin kadını zevcine karşı dört ay on gün teessürünü ifâde eder.” 1) Tabakât İbn-i Sa’d cild-8, sh-101 2) Üsüd-ül-gâbe cild-5, sh-463, 464 3) El-Îsâbe, cild-4, sh-313 4) El-İstiâb cild-4, sh-313 5) Târîh-i hamîs cild-1, sh-563, 564 - 145 - 6) Sahîh-i Buhârî cild-6, sh-122, 25, 26 7) Sahîh-i Müslim cild-4, sh-149, 152 8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye 34. baskı, sh-334, 975, 1088, 1089 HZ. CÜVEYRİYYE BİNTÜ’L-HÂRİS: Peygamber efendimizin muhterem hanımlarından biri. Benî Mustalak kabilesi reisi Hâris bin Dırâr’ın kızıdır. Nesebi (silsilesi), Cüveyriyye binti Hâris bin Ebî Dırâr bir Hubeyd bin Cudeyme elMustalakî olduğu gibi bu silsilenin devamı olarak, bin Âmr İbni Rebîa bin Hârise bin Âmr el-Muzâiyye elMustalâkiyye’dir. Hicretin beşinci yılında (m. 626) yapılan Benî Mustalak (veya Benî Müreysî) gazvesinde esir alınmıştı. Bu gazvede babası kaçarak canını kurtarmış, fakat, kızı ve kabilesinden 600 kişi esir düşmüştü. Esirlerin taksiminde Cüveyriyye (r.anha) Hz. Sâbit bin Kays’a düştü. Hz. Cüveyriye, Sâbit tarafından satılığa çıkarıldığında babası Hâris kızını almak için bir sürü deve getirdi. Bunların içinde çok iyi cins olan iki deveye kıyamayıp, şehir dışında sakladı. Hâris, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) huzuruna geldiğinde, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) “Falan yerde sakladığın iki deveyi getir” buyurdu. Hâris, bu duruma çok şaşırdı. “Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka tapılacak kulluk edilecek hak bir mabud, ilâh yoktur ve sen Onun elçisisin. Allahü teâlâya yemin ederim ki, Allahtan başka kimsenin bundan haberi yok idi” dedi. Böylece iki oğlu ve kabilesinden birçok insanla beraber müslüman oldu. Resûlullah (s.a.v.) develeri alıp, Hârise kızını geri verdi. Babası, ağabeyleri ve kabilesinden birçok insandan sonra, Cüveyriyye (r.anha) müslüman oldu. Yirmi yaşlarında müslüman olan Cüveyriyye’yi (r.anha) Resûlullah efendimiz babasından isteyip, kendilerine nikâhladılar ve 400 dirhem mehir takdir ettiler. Resûlullah (s.a.v.) O’nunla evlendikten sonra, Berr olan ismini Cüveyriyye’ye çevirdi, İslâm târihinde de, bu isimle anılmaya başlandı. Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvan), Resûlullah’ın (s.a.v.) Cüveyriyye’yi (r.anha) nikâhladığını duyunca: “Biz Resûlullah’ın (s.a.v.) ailesinin, annemizin akrabalarını hizmetçi olarak kullanmaktan haya ederiz” dediler. Bu hal yüzlerce esirin âzâd olmasına vesîle oldu. Cüveyriyye (r.anha) bu hali söyliyerek her zaman öğünürdü. Hatta denildi ki: “Cüveyriyye (r.anha)’nın mehri bütün Mustalak kabilesinin âzâd edilmesi oldu.” Bu ciheti takdir eden Âişe (r.anha) “Ben Cüveyriyye kadar kavmine hayrı dokunan kadın görmedim. Mustalakoğullarından yüzlerce kişi Cüveyriyye sayesinde esirlikten kurtulmuştur,” demiştir. Peygamber efendimiz, evlenmelerinin hepsini Âişe (r.anha)’yı Allahü teâlânın emri ile nikâhladıktan sonra yaptı. Bunlar dînî, siyâsî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. (Bkz. Muhammed aleyhisselâm). Nitekim Cüveyriyye (r.anha) ile olan evlenme de böyledir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil (a.s.)’ın Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.” Hz. Cüveyriyye, Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte, diğer hanımları gibi, sırası geldiğinde zaman zaman muhtelif gazvelere iştirak etmiştir. Cüveyriyye (r.anha) izzet-i îmân sahibi metanetli bir hatun idi. Aynı zamanda çok ibâdet ederdi. Peygamber efendimiz O’nun yanına geldiklerinde O’nu çok zikir yapar, kelime-i tevhid söyler bulurdu. Peygamberimiz (s.a.v.)’den bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler yedi tanedir. Kendisinden, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Ubeyd İbn-i Sibik hadîs-i şerîf nakletmişlerdir. İbn-i Abbas (r.a.), Cüveyriyye’den (r.anha) şöyle rivâyet etti: “Bir sabah câmide ibâdetle meşgul idim. Resûlullah (s.a.v.) uğradığında Sübhanallah zikrini yapı- yordum. Resûlullah bir haceti (ihtiyacı) için dışarı çıktılar, öğle üzeri tekrar geldiler ve yine ben aynı zikir ile meşgul idim. Buyurdular ki: “Sen hep böyle mi yaparsın?” “Evet” dedim. Tekrar “İstersen sana bir kaç kelime öğreteyim de bu kelimeleri söyleyesin ve hem senin nafile ibâdetlerin yerine geçe” buyurdular ve şu duâyı öğrettiler. “Sübhanallahi adede halkıhî (3 defa) Sübhanallahi zînete Arşihî (3 defa), Sübhanallahi ridâ nefsihî (3 defa), Sübhanallahi midâde Kelimâtihî (3 defa).” Hicrî 56 (m. 576) yılında Medine’de vefât etmiştir. Mervân bin Hakem tarafından namazı kılınıp, Bakî’ Kabristanlığına defn edilmiştir. Ebû Eyyûb’ün Cüveyriyye (r. anha)’dan bildirdiği hadîs-i şerîfte “Bir Cuma günü, Peygamber efendimiz, Cüveyriyye (r.anha)’nın yanına gelmişlerdi. O gün Hz. Cüveyriyye oruçluydu. Peygamber efendimiz O’na “Yarın oruç tutacak mısın?” diye sordular. Cüveyriyye (r.anha) “Hayır” diye cevap verdi. Tekrar “Dün oruçlu mu idin?” diye sordular. Cüveyriyye, (r.anha) “Hayır yâ Resûlallah” diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah “Öyle ise iftar et (orucunu boz)” buyurdular. - 146 - Ümmü Osman’ın Cüveyriyye (r.anha)’dan bildirdiği hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki: “Erkeklerden kim ipek elbise giyerse, Atlahü teâlâ kıyâmet günü O’na ateşten bir elbise giydirir.” 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-116 2) El-Îsâbe cild-4, sh-265 3) El-İstiâb cild-4, sh-358 4) Üsûd-ül-gâbe cild-5, sh-420 5) El-Â’Iâm cild-2, sh-148 6) Sıfat-üs-safve cild-2, sh-26 7) İbn-i Hişâm cild-4, sh-398 8) Kâmûs-ül-A’lâm cild-3, sh-1854 9) Mevahib-i Ledünniyye cild-1, sh 218 10) Envâr-ül-Muhammediyye sh-155 11) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4, sh-324, 429 12) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-995 HZ. ÜMMÜ HABÎBE: Resûlullah’ın mübârek hanımlarından. İsmi Remle’dir. Babası Ebû Süfyân bin Harb bin Ümeyye, annesi Hind’dir. Hz. Mu’âviye’nin kız kardeşidir. Bi’setten onyedi sene önce Mekke’de doğdu. Medine’de 44 (m. 664) senesinde vefât etti. Ümmü Habîbe, ilk önce Resûlullah’ın halasının oğlu Ubeydullah bin Cahş ile evlendi. Kocasıyla İslâmiyeti kabul eden ilk müslümanlardandır. Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir dereceye geldiğinde Habeşistan’a hicret etti. Kızı Habîbe, Habeşistan’da doğup, kendisi de bu isimle meşhûr oldu. Kocası Ubeydullah bin Cahş, papasların propagandalarına aldanıp, fakîrlikten kurtularak, dünyâ malına kavuşmak için mürted oldu. Dînini bıraktı. Zaten kocasının mürted olacağını rüyasında görmüştü. Rüyada, kocasının suratı gayet çirkinleşip, kapkara olduğunu gördü. Rü- yasının sabahı da tabir etmek için düşünürken, kocası hıristiyan olduğunu söyleyip, “Sen de hıristiyan ol” dedi. Kocası dînini dünyâya değişince, Ümmü Habîbe’yi de İslâmiyetten çıkıp, zengin olmaya zorladı. O, fakîrliğe, ölüme râzı olacağını, fakat “Muhammed aleyhisselâmın dînini ve sevgisini, bütün dünyâya değişmeyeceğini bildirdi. Ubeydullah bin Cahş, Ümmü Habîbe’yi boşayıp, sürünerek ölmesini bekledi. Fakat kendisi içki âlemlerine dalıp az zaman sonra sarhoşken öldü. Peygamber efendimiz (s.a.v.), Ümmü Habîbe’nin dîninin kuvvetini ve başına gelen acı hâli işitti. İmân kuvvetine hayran kalıp, haline çare aradı. Kendisi de, Mekke kâfirlerinin başkumandanı Ebû Süfyân ile mücadele ediyordu. Müslüman olan Habeşistan hükümdarı Necâşî’ye Peygamberimiz (s.a.v.) hicretin yedinci senesinde mektûb yazıp, Amr bin Ümeyye ile gönderdi. Mektupda, “Oradaki Ümmü Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya gönder.” şeklinde talepte bulundu. Necâşî, Peygamberimizin (s.a.v.) mektubuna çok hürmet edip, hemen hazırlıklara başladı. Cariyesini gönderip, Resûlullah’ın isteğini bildirdi. Ümmü Habîbe, Resûlullah’ın nikâhına girmeyi kabul edince, Habeşistan hükümdarı iki gümüş gerdanlık, mücevherat, yüzükler ve bilezikler hediyye etti. Necâşî, Muhâcir ve müslümanları sarayına davet etti ve Resûlullah (s.a.v.) ile Ümmü Habîbe’nin nikâhını kıydı. Ümmü Habîbe, îmânın mükafatına kavuşarak orada zengin ve rahat oldu. O’nun sayesinde Habeşistan’daki müslümanlar da çok rahat etti, ferah ya- şadı. Cennette, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, Cennetin en yüksek derecesi ile de müjdelenmiş oldu ki, dünyânın bütün zevk ve nimetleri, bu müjde yanında pek küçük kalır. Ümmü Habîbe’nin (r.anha) Resûlullah (s.a.v.) ile evlenmesi, babası Ebû Süfyân’ın kalbinin yumuşayıp, ileride müslüman olmasını hazırlayan sebeplerdendir. Ümmü Habîbe (r.anha) muhacirlerle Necâşî’nin temin ettiği iki gemiye binip Car Limanında indiler. Deveye binip Medine’ye geldi. Ümmü Habîbe (r.anha) Peygamberimizi (s.a.v.) çok severdi. Mekkeli müşrikler Hudeybiye antlaş- masını bozduktan sonra endişeye kapılıp, anlaşmayı yenilemek istediler. Bu iş için o zaman henüz müslüman olmamış olan Ebû Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler. Ebû Süfyân, Peygamberimizin (s.a.v.) hanımı olan kızı Ümmü Habîbe’nin odasına girdiğinde, Peygamberimizin her zaman oturduğu mindere oturmak üzere iken kızı Ümmü Habîbe “Sen bu mübârek yere oturmaya lâyık değilsin” diyerek oturmasına mâni oldu. Ebû Süfyân kızından bu sözleri işitince, O’nun dînine bağlılığına hayret etti. Ebû Süfyân daha sonra Mekke’nin fethinde müslüman oldu. Ümmü Habîbe (r.anha), Mekke-i Mükerreme’nin feth edildiği gün Resûlullahın (s.a.v.) kadınlar ile sözleşmesinde Hz. Ümmü Habîbe de bulunup, bîat etti. Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün evine geldiğinde Hz. Muâviye kızkardeşi Ümmü Habîbe’nin kuca- ğına başını koymuş yaslanır gördü ve hanımı Ümmü Habîbe’ye “Sen Muâviye’yi (kardeşini) çok mu seviyorsun” buyurdu. Ümmü Habîbe “Evet, yâ Resûlallah” cevâbını verince “O’nu Allah ve Resûlü de çok seviyor” buyurdu. - 147 - Peygamberimizin (s.a.v.) vefâtından sonra Eshâb-ı kirâm Ümmü Habîbe’ye (r.anha) çok hürmet gösterdi. Hz. Ömer, O’na geçimini sağlaması için yıllık maaş bağladı. Hz. Ümmü Habîbe çok fazıl, kâmil birisiydi. Peygamberimizden pek çok hâdiseye şehâdet edip, otuz hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hadîs-i şerîflere çok dikkat ederdi. Bu hususta kendisine danışılırdı. Yeğeni Ebû Süfyân İbni Sa’îd’e, abdestli bulunmayı tavsiye edip, şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti. “Her kim bir şey pişirecek olursa abdest alması iyidir.” Yine “Her kim her gün oniki rekât nafile namaz kılarsa, o kimse için Cennette bir ev hazırlanır.” hadîs-i şerîfini rivâyet ettikten sonra, “Ben bunu işittikten sonra, o namazları hep kıldım” buyurdu. Babası Ebû Süfyân bin Harb (r.a.) vefât ettikten bir müddet sonra güzel kokular sürünüp, iyi ve yeni elbise giymişti. Etrafındakilere Peygamber efendimizin (s.a.v.) şu hadîs-i şerîfini de nakl etti: “İmân sahibi bir kadın için her hangi bir şekilde üç günden fazla matemli bulunmak caiz değildir. Ancak, kocası için, bunun müddeti dört ay ve on gündür.” Ümmü Habîbe’nin (r.anha) kizı Habîbe binti Ubeydullah, kardeşi Mu’âviye bin Süfyân (r.a.) Akife binti Süfyân, yeğeni Ebû Süfyân bin Sa’îd bin Mugayre, Abdullah bin Utbe bin Ebû Süyfân, Safiye binti Şeybe, Zeyneb binti Ümmü Seleme, Sâlim bin Abdullah bin Cerrâh, Urve bin Zübeyr, Sâlih Semman da (r.a.) bu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiler. Hz. Ümmü Habîbe kardeşi Hz. Mu’âviye’nin (r.a.) hilâfeti zamanında hastalandı. Hasta yatağında Hz. Aişe’yi (r.anha) çağırtıp, “Benimle senin ve diğerlerinin aramızda münasebetler vardı. Eğer her ne suretle olursa olsun, aramızda hatâen bir şey geçmiş ise senden afv etmeni isterim. Afv eyle ve hayır duâ ile yâd edip benim için mağfiret talep et” deyince Hz. Âişe bu söz üzerine duâ edip, “Sen beni memnun etmişsin. Hak teâlâ da seni memnun kılsın.” buyurdu. Medine-i Münevvere’de 44 (m. 664) senesinde yetmişüç yaşında vefât etti. Kabri Medine-i Münevvere’dedir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları: Peygamber efendimiz (s.a.v.) müezzin ezan okuduğu zaman, ezanı bitinceye kadar tekrar ederdi. “Adem oğlunun her sözü kendi aleyhinedir. Ancak emr-i ma’rûf, nehy-i münker ve bir de Allahü teâlâyı zikretmek müstesnadır.” “Hergün farzlardan başka oniki rek’at nafile (sünnet) kılan kimseler için Cennet’de bir ev inşaa edilir. (Onlar) iki rek’at sabahtan evvel, dört rek’at öğleden evvel, iki rek’at öğleden sonra, dört rek’at ikindiden evvel, dört rek’at da akşamdan sonra kılınan sünnetlerdir.” Hz. Muâviye, Ümmü Habîbe’ye (r.anha) “Resûlullah gece seninle beraber uyuduğu elbiseyle namaz kılarmıydı?” diye sordu. Ümmü Habîbe (r.anha) “Evet. Elbisesinde bir necaset bulunmadıkça namaz kılardı.” buyurdu. 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d, cild-8, sh-68, 70, 96, 99 2) Sîret-i İbn-i Hişâm cild-1, sh-365 3) Siyer-i a’lam-in-nübelâ cild-1, sh-316 4) El-Îsâbe, cild-2, sh-584, 586, 587 5) El-İstiâb, cild-2, sh-75 6) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, cild-6, sh-325, 327 7) Sahîh-i Buhârî, cild-2, sh-327 8) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1079 9) Eshâb-ı Kirâm sh-402 HZ. SAFİYYE BİNTİ HÜYEY: Peygamber efendimizin hanımlarından. Safiyye binti Huyey İsrâiliye’nin, Hz. Hârûn bin İmrân (a.s.) neslindendir. Nesebi Safiyye binti Huyey bin Ahtab bin Âmir bin Ubeyd bin Kâ’b bin Hazra bin Ebî Habîb bin Nudayr bin Nahham bin Meyhum, anne tarafından da Safiyye binti Berre binti Semvân idi. Baba tarafından Benî Nudayr ve anne tarafından da Yahudiler’in Beni Kureyza aşiretinin ileri gelenlerindendi. Babası Huyey bin Ahtab, Arabistan’daki bütün Yahudilerin başı sayılırdı. Annesi Berre’nin babası Semran Arabistan’da şecaat ve cesareti ile şöhretliydi. Hayber’de (m. 611) senesinde doğduğu tahmin edilmektedir. Medine’de 50 (m. 671) senesinde altmış yaşında vefât etti. Safiyye Hayber’de, neslinin üstünlüğü, güzelliği iyi ahlâk ve namusluluğu ile herkesçe beğenilirdi. Hayber’de ilk önce meşhûr bir şâir ve kumandan olan Yahudi Sellâm bin Mişkem el-Kuradı ile nişanlandı. Bundan ayrılarak, Hayber’in en meşhûr kalesi Şemmus Kalesi’nin kumandanı çok zengin Kinâne bin Hakîk ile evlendi. Kinâne ile evliyken rüyasında; Ay’ın onun odasına düştüğünü görmüştü. Bu rüyasını kocasına anlatınca; Kinâne; “Sen ancak Hicaz’ın Meliki Muhammed’i istiyorsun” deyip, yüzüne bir tokat attı. Gözü morardı. Müslümanlar Hayber’i 7 (m. 629) senesinde feth etti. Safiyye’nin babası ve kocası öldürülüp, kendisi de esir edildi. Esirler bölüşülünce Safiyye de âlemlere rahmet olarak yaratılan Peygamber efendimiz Muhammed’in (s.a.v.) hissesine düştü. Hz. Muhammed (s.a.v.) Safiyye’yi âzâd etdi. Îmân edince, Resûlullah’ın nikâhıyla şereflendi. Ümmülmü’minîn yani müslümanların annesi oldu. Sehba mevkiinde düğünü yapılıp, kavun ve hurma velime olarak verildi. Gözünün morarmasına - 148 - Resûlullah (s.a.v.); “Nedir bu iz?” buyurunca, “Bir gece rüyamda sanki ay gökten inip, koynuma girmiş gördüydüm. Kocam Kinâne’ye anlattım. Sen şu üzerimize gelen Arap Melikinin hanımı olmaya göz dikmişsin, diyerek yüzüme bir tokat vurup, izi kaldı” diyerek rüyasını arz etti. İslâmiyetle şereflenince çok samimi bir müslüman oldu. Vaktini ibâdet ve zikir ile geçirirdi. Zînet eşyası fazla olduğundan bunu Peygamber efendimizin hanımları arasında paylaştırdı. Çok yardımsever olup, daima fedâkârlıklarda bulunurdu. Peygamberimiz’e (s.a.v.) karşı çok büyük muhabbeti vardı. Peygamber efendimiz’in (s.a.v.) hastalığında bütün hanımları görmeye gelirlerdi. Hz. Safiyye de geldiğinde; “Yâ Nebîyyallah! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim” buyururdu. Hz. Safiyye akıllı, halime, selime ve ağır başlıydı. Hakkında şu hâdise anlatılır. Hayber’i müslümanlar feth edip, Safiyye, akrabaları ve ahalisi esir edilmişti. Peygamberimizin yanına getirilirken, Yahudilerin cesedlerinin bulunduğu yerden geçmek zorunda kalındı, Hz. Safiyye’nin yanında bulunan kadın bağırıp, çağırarak, başına toprak attı. Fakat, o metanetini bozmadı. Hatta geçerken kocasının cesedini de gördü. Fakat, istifini bile bozmadı. Yine anlatırlar. Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında, cariyesi O’nu şikâyet etti: “Safiyye’de daha hâlâ Yahudilik âdetleri var. Cumartesi gününe hürmet edip, Yahudiler ile münâsebet kuruyor.” Hz. Ömer meseleyi öğrenmek için O’na sorunca buyurdu ki: “Hak teâlâ, bana Cumartesi yerine Cuma’yı inayet kıldıktan sonra Cumartesine hürmet göstermeme ne lüzum var. Yahudiler ile münasebetime gelince onlar benim akrabamdır. Ben sıla-i rahmi terk etmem.” Hz. Safiyye cariyesini çağırıp, “Bunları sana kim öğretti?” diye sorunca “Şeytan” cevabını aldı. Cariyyeye birşey demeyip onu âzâd etti. Başkalarının yardımına da koşardı. Fedakârlık yapardı. 35 (m. 655) senesinde fitne çıkıp, Hz. Osman’ın evi sarılmıştı. Hz. Osman dışarı çıkamıyordu. Hz. Safiyye durumuna çok üzülüp, evine gitmek istedi. Hz. Osman’ın evine gelirken, bindiği katıra Ester Nehai saldırınca, döndü. Hz. Hasan’ı gönderdi. Hz. Safiyye çok büyük üstün fazîletlerinin yanında ilim hazinesiydi. Yanına çok kimseler gelip, kendisine mesele danışırlardı. Hac mevsiminde taşralı kadınlar gelip, kendisine ilmî meseleler sorup, öğrenirlerdi. İmâm-ı Zeynel Abidin, İshâk İbn-i Abdullah, Müslim İbn-i Safvan, Kinane ve Yezîd İbn-i Mûteb ve başkaları Hz. Safiyye’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Hz. Safiyye çok cömertti. Eline geçenleri dağıtırdı. Vefâtında bir evi kalmıştı. Emlâkının üçte birini yeğenine, kalanı da fakîrlere sadaka olarak tasadduku vasiyet etti. Varisleri başka dinden olduğundan vefâtından sonra vasiyetinde mesele çıktı. Yeğeni Mûseviydi. Bu husus Hz. Âişe’ye suâl edildi. O da; “Ey Halk! Allah’tan korkunuz. Safiyye’nin vasiyetini yerine getiriniz.” buyurunca, vasiyeti yerine getirildi. 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-86 2) Üsûd-ül-gâbe cild-4, sh-490 3) Sahîh-i Müslim cild-1, sh-546 4) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-3, sh-337 5) El-İstiâb cild-4, sh-337 6) El-Îsâbe cild-4, sh-346 7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1060 8) Eshâb-ı Kirâm sh-389 HZ. MEYMÛNE BİNTİ HÂRİS: Peygamberimizin (s.a.v.) hanımlarından. İsmi daha önce “Birre” iken Resûlullah (s.a.v.) değiştirerek “Meymûne” yaptı. Nesebi ise, Meymûne binti Hâris bin Hazn bin Büceyr bin el-Hezm bin Ruveybe bin Abdillah bin Hilâl bin Âmir bin Sa’saa el-Hilâliye’dir. Mekke’de Benî Hilâl kabilesinden idi. Künyesi Ümmülfadl, annesinin ismi Hind binti Avf idi. 53 (m. 671)’de vefât etti. Hz. Meymûne ilk önce cahiliyyet devrinde Mes’ûd bin Amr bin Umeyr es-Sekatî ile evlenmişti. Ondan ayrılınca Ebû Rühm bin Abdiluzza ile nikâhlandı. Bu da vefât edince dul kaldı. Resûlullah (s.a.v.) Hicretin yedinci senesi Hayber’in fethinden sonra Zilka’de ayında umre niyyeti ile yola çıktı. Cuhfe’de bulunduğu sırada Hz. Abbâs ile buluşunca, Hz. Abbas: “Yâ Resûlallah! Meymûne binti Hâris dul kaldı. Onu kendine hanımlığa alsan olmaz mı?” diye teklifte bulundu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Ebû Rafı ile Ensâr’dan bir zatı Mekke’ye dünürlüğe gönderdi. Hz. Meymûne, Resûlullah’ın (s.a.v.) kendisine dünür olduğu haberini deve üzerinde iken alınca “Deve de, üzerindeki de Resûlullah’ındır (s.a.v.) dedi. Kendisini Peygamber efendimize (s.a.v.) bağışladı. Bu işin gereğinin yapılmasını da ablası Ümmü’l Fadl’a, o da kocası Hz. Abbâs’a, bıraktı. Böylece Hz. Abbas, Hz. Meymûne’nin nikâhlanmasında vekil oldu. Resûlullah (s.a.v.) Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra Medine’ye dönerlerken Şerîf mevkiine gelince Hz. Abbâs, Peygamberimizden (s.a.v.) dörtyüz dirhem mehr alarak Hz. Meymûne’yi Resûlullaha nikâhladı. Burada düğün merasimi de yapıldı. Hz. Meymûne, Resûlullahın nikâhı ile şereflenerek son hanımı oldu. Peygamberimiz bundan sonra bir daha evlenmedi. - 149 - Kendisinden 46 hadîs-i şerîf veya başka bir rivâyete göre 76 hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Bunlardan 7 tanesi Buhârî ve Müslimde, diğerleri de çeşitli hadîs ve fıkıh kitaplarında vardır. Hazret-i Meymûne’den hadîs-i şerîf rivâyet eden zatlardan bazıları şunlardır: Hazret-i Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Şeddâd, Abdurrahman bin Sâib, Ubeydullah el-Hulânî... Hazret-i Âişe onun hakkında: “Meymûne bizim hepimizden fazla Allahü teâlâdan korkan ve sıla-i rahmi (yakın akrabaları) gözeten bir hatun idi.” buyururdu. Bazan borç alır ve hayır işlerine harcardı. Bir ara çok borçlanmıştı, bunu nasıl ödeyeceğini sordukları zaman “Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Herkes iyi niyetle borçlanırsa, Allahü teâlâ onun borcunu öder.” buyurdu. Dînî emir ve yasaklara da son derece dikkat ederdi. Hz. Meymûne 53 (m. 671) senesinde Mekke’de hastalandı: “Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resûlullah benim Mekke’nin dışında vefât edeceğimi haber verdi.”, dedi. Kendisini çıkardıkları zaman, Resûlullah’a nikâhı yapılmış olduğu yerde vefât etti. Cenâze namazını yeğeni Hz. Abdullah bin Abbâs kıldırdı. Cenâzesi kaldırılacağı zaman şöyle dedi. “Bu Resûlullah’ın hanımıdır. Cenâzeyi fazla sarsmayın ve edeble yola devam edin.” O Resûlullah’ın (s.a.v.) son nikâhlısı olduğu gibi, hanımlarının da en son vefât edeni idi. 1) El-Îsâbe cild-4, sh-411 2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-132 3) El-İstiâb cild-4, sh-404 4) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-6, sh-366 5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1036 HZ. MÂRİYE: Peygamber efendimizin cariyesi iken îmân eden kadın Sahâbî. Mâriye (r.anha), Mısır- İskenderiye’nin hükümdarı Mukavkıs’tan hediye olarak gönderildiği için, nesebi (silsilesi) ve doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Hz. Ömer’in halifeliğinin son yıllarında 16 (m. 629) Medine’de vefât etti. Bakî’ Kabristanlığına defn edildi. Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’deki Kureyş müşrikleriyle Hudeybiye’de on yıl çarpışmamak üzere barış anlaşması imzaladı. Bundan sonra en yakından en uzağa kadar olan komşu hükümdar ve kabile başkanlarına; İslâmiyeti duyurmak ve tebliğ etmek üzere elçilerle mektûblar gönderdi. Bu mektûb ve elçilerden birisi de Mısır Mukavkıs’ı ismi ile adlandırılan Bizans’ın İskenderiye valisine yazılmıştı. Elçi olarak da Sahâbîden Hâtıb bin Ebî Beltea (r.a.) gönderilmişti. Peygamber efendimiz, İslâmiyete davet etmek için hükümdarlara ve valilere mektûblar yazıp hazırladı. Daha sonra Eshâb-ı kirâmı (r.anhüm) toplayarak: “Ey müslümanlar! Ey bütün ecr ve sevabların karşılığını Allahü teâlâdan bekliyenler; Şu mektubu sevabı Allahü teâlâdan ödenmek üzere; Mısır Mukavkısı, İskenderiye valisine hanginiz götürür?” diye Sahâbîlere sorunca; Orada bulunan Hatîb bin Ebî Beltea; imânının verdiği heyacanla hemen ayağa kalktı ve Peygamberimize (s.a.v.) “Ben götürürüm!” dedi. Peygamber efendimiz Hatîb bin Ebî Beltea’nın (r.a.) bu davranış ve cevabına çok sevinerek! “Ey Hatîb! Senin kabul ettiğin bu vazifeni, Allahü teâlâ, hakkında hayırlı ve mübârek kılsın” diyerek duâ buyurdu. Hatîb bin Beltea (r.a.) bu duâyı aldıktan sonra mektubu Peygamberimizden (s.a.v.) aldı. Veda ederek evine gitti. Ailesi ile de vedalaşarak yola çıktı, önce Mısır’a uğradı. Orada Mukavkıs’ı bulamayınca, İskenderiye’ye geçti. Peygamberimiz’in, (s.a.v.) mektubunu buradaki sarayda bulunan Mukavkıs’a takdim etti. Mukavkıs, Peygamberimizin (s.a.v.) mektubunu saygı ile açtırdı ve okuttu. Mektupda şöyle buyuruyordu: Bismillahirrahmanirrahîm. Allahü teâlânın kulu ve Resûlü Muhammed’den (s.a.v.) Mısır ve İskenderiye Meliki Mukavkıs’a! Hidayete kavuşan ve huzuru, doğru yolu görüp tutanlara selâm olsun! Şimdi ben, seni yüce İslâm Dînine, müslüman olmaya davet ediyorum! Müslüman ol, kurtuluşu bul da Allahü teâlâ, sana ahirette sevab ve mükafatını iki kat versin! Şayet, sen bu davetimi kabul etmez, ondan uzak durursan, bütün Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!... diye devam eden Peygamberimizin (s.a.v.) mektubu; Kur’ân-ı kerîmin Âl-i İmrân sûresinin altmışdördüncü (64) âyet-i kerîmesi ile son buluyordu: (Resûlüm), de ki; “Ey kitab ehli (olan Hıristiyan ve Yahudiler)! Bizimle sizin aranızda müsâvi (eşid ve ortak) bir kelimeye gelin şöyle ki: Allahü teâlâdan başkanına tapmıyalım, O’na hiçbir şeyi - 150 - ortak koşmayalım, Allahü teâlâyı bırakıp da birbirimizi Rab’lar edinmiyelim” Eğer kitap ehli bu kelimeden yüz çevirirlerse, (o halde) şöyle deyin: “Şahid olun, biz gerçek müslümanlarız.” Mukavkıs, Peygamberimizin (s.a.v.) okunan bu mektubundan sonra O’nun elçisi Hatîb bin Ebî Beltea’ya (r.a.): “Hayırlı olsun, “seni kutlarım” diyerek yanına çağırdı. “Benim anlamak ve sormak istedi- ğim bazı konular var ne dersiniz?” deyince: Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.) “Buyurunuz konuşalım” dedi. Mukavkıs, “Senin bana mektubunu getirdiğin efendin Peygamber değil mi?” Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.): “Evet, O, Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür” dedi. Mukavkıs, bu cevâbı alınca; “Peki O, öyle bir Peygamberse, kendi doğup büyüdüğü öz yurdundan çıkarılıp, başka bir yurda sığınma zorunda bırakı- lan kavmine niçin bedduâ da bulunmadı?” diye sorunca Hatîb (r.a.) O’na Şu şekilde cevap verdi: “Sen Îsâ’nın (a.s.) Allahü teâlânın Resûlü olduğuna inanırsın değil mi? İsa (a.s.) Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna göre, Onun da kavmi, kendisini yakalayıp çarmıha asmak istedikleri zaman, Allahü teâlâ, O’nu bulunduğu dünyâ üzerinden gök yüzüne yükselteceğine, İsa (a.s.) kavminin yok olması için Allahü teâlâya bedduâ etse olmaz mıydı?” deyince: Mukavkıs, söyliyecek söz bulamadı. Bir müddet sustu... Daha sonra Peygamberimizin (s.a.v.) elçisi; Hatîb bin Ebî Beltea’ya şöyle dedi, “Çok güzel konuştun, sen işi ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olansın, yerli yerince konuşuyorsun. Çünkü sen böyle vasıfları taşıyan birinin yanından geliyorsun!” dedi: Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.) ile Mukavkıs’ın arasında geçen bu güzel konuşmadan sonra Mukavkıs; Peygamberimizin (s.a.v.) mektubunu alıp, fildişinden güzel bir kutu içine kendi eli ile koydu ve ağzını mühürleterek özel hizmetçisine koruması için teslim etti. Fakat Mukavkıs müslüman olmadı. Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.), Mukavkıs’ın Peygamberimize gönderdiği mektûb, Mâriye ve Sirîn isminde iki cariye, elbise yapımında kullanılacak bir miktar Mısır kumaşı, düldül isminde bir katır v.s. gibi hediyelerle Medine’ye döndü. Hediyeler; Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından kabul edildi. Peygamberimiz (s.a.v.) bizzat Mukavkıs’tan gelen mektubu kendisi açtı ve okuttuktan sonra: “Kötü ve akılsız adam! Saltanatından vazgeçemedi. Koruduğu malı ve saltanatının hiçbirisi kendisinde kalmayacak” buyurdu. Peygamberimize (s.a.v.) Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderilen Cariyelerden Mâriye (r.anhâ) Peygamberimizle (s.a.v.) konuştuktan sonra; onun sohbetine, güzel konuşmasına, alçak gönüllülüğüne, hayran kalıp hemen müslüman oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) ise O’nun bu davranışından ve îmân ederek müslüman oluşundan çok memnun oldu. Mâriye’yi (r.anhâ) kendisine nikâhlıyarak diğer hanımları arasına kattı. Peygamber efendimiz evlenmelerinin hepsini Âişe’yi (r.anhâ) Allahü teâlânın emri ile nikâhladıktan sonra yaptı. Bunlar dîni, siyasî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. (Bkz. Muhammed aleyhisselâm) Nitekim Câriye olan Mâriye (r.anhâ) ile olan evlenmeleri de böyledir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil (a.s.)’ın Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.” Mâriye (r.anhâ) da herkesin arzu ettiği, fakat nasîb olmadı- ğı dereceye, îmân etmesiyle yükselmiş, bütün müslümanların annesi olarak herkesin saygısını kazanmıştı. Buna O saygıyı ve şerefi kazandıran Peygamberimizi (s.a.v.) görür görmez Allahü teâlâya imân edip müslüman olmasıdır. Peygamberimizin (s.a.v.) Mâriye’den (r.a.) İbrâhîm adında bir oğlu dünyâya geldi. Bu sebeple de Peygamberimizin (s.a.v.) hanımları içinde Hz. Hadîce’den sonra çocuğu olan ikinci hanımı olma şerefine de kavuşmuş oldu. Peygamberimizin (s.a.v.) oğlu İbrâhîm, Medine dışında bulunan Avali isminde bir köyde, süt anneye verildi. Peygamber efendimiz sık sık bu köye oğlunu ziyârete gider O’nu şefkat ve merhametle severdi. Yine bir gün aynı köye; Oğlu İbrâhîm’i ziyârete gitti. Oğlunun ruhunu teslim etmek üzere olduğunu görür görmez O’nu, hemen bağrına bastı. Saçlarını okşamaya başladı. Birkaç dakika sonra İbrâhîm vefât edince: “Yâ İbrâhîm! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek herhangi bir söz, söylemeyiz” buyurdu. Bu sırada gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu. Peygamberimizin (s.a.v.) bu halini gören yanındaki arkadaşı Abdurrahman bir Avf (r.a.): “Yâ Resûlallah, siz de mi ağlıyorsunuz” demesine karşılık Peygamberimiz (s.a.v.) “Ben sizi ağlamaktan menetmem, o insanın elinde, iradesinde değildir. Ama sesli ağlamaktan ve feryat etmekten ve cahiliye âdetlerinden men ederim. Bunlar Allahü teâlânın rızasına muhaliftir (uygun değildir). Ama gayri ihtiyari gözyaşı dökülür ve mahzun olunur” buyurmuştur. Bu ise, vefât edenler için bağırıp çağırmadan, üst baş yırtmadan, Allahü teâlâya karşı şirk koşmayacak durumda üzülmenin serbest olduğunun müslümanlara güzel bir şekilde izahı olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) aynı gün oğlu İbrâhîm’in cenâze namazını kendi kıldırdı. Bakî kabristanlı- ğına defn edildi. Kabrinin üzerini hafifçe açarak su döktü. Baş tarafına ise büyükçe bir taş koydu. Bu durum hâlâ Peygamberimizin (s.a.v.) sünneti olarak Müslümanlar arasında bugün de devam etmektedir. - 151 - Yine aynı gün; (İbrâhîm’in defn edildiği gün) güneş tutulmuş her taraf kararmıştı. Bunu gören herkes, Peygamberimizin (s.a.v.) oğlu İbrâhîm’in ölümüne yormuştu. Bunu duyan Resûl-i Ekrem efendimiz; “Ay ve Güneş, Allahü teâlânın âyetlerinden ikisidir. Kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar” buyurmuşlar ve bu olayın tabiî bir hâl olduğunu Eshâb-ı kirâma açıklamışlardı. Hz. Mâriye ve oğlu İbrâhîm’in hayatı, müslümanların bir çok İslâmi konularda uyarılmasına, sebep olmuştur. Mâriye (r.anhâ) çok sakin, sessiz ve kendi halinde olduğu için, kendisinden hadîs rivâyeti olmamıştır. Mâriye (r.anhâ), Halife Hz. Ömer’in halifeliğinin son yıllarında 16 (m. 637)’de vefât etmiştir. 1) Mevâhib-i Ledünniye cild-1, sh-242 2) El-Îsâbe cild-4, sh-405 3) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-70 4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-212 5) El-İstiâb cild-4, sh-410 6) Envâr-ul-Muhammediyye 158 7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1020 HZ. REYHÂNE: Peygamber efendimizin cariyesi iken müslüman olan muhterem hanımlarından. Medînede bulunan Yahudilerin Beni’Kureyza kabilesindendir. Nesebi (silsilesi), Reyhâne binti Şem’ûn İbn-i Yezîd veya Reyhâne binti Zeyd İbn-i Amr İbn-i Hanefe bin Şem’ûn bin Yezîd’tir. Doğum târihi kesin olarak belli de- ğildir. Peygamberimiz’den (s.a.v.) önce 10. (m. 631) Medine’de vefât etti. Bakî kabristanlığına defn edilmiştir. Peygamber efendimiz Hendek Savaşı’ndan sonra 5 (m. 626) senesinde Medine’nin dışında bulunan ve bir kaleye sığınan Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü. Çünkü bunlar orada devamlı huzursuzluk kaynağı oluyorlardı. Beni Kureyza Yahudilerinin bulunduğu kale; muhasara ve kuşatmadan sonra Müslümanların eline geçti. İçinde bulunan Yahudiler malları, mülkleri, çocukları ve kadınları ile birlikte ganimet olarak alındılar. Benî Kureyzâdan alınan savaş ganimetleri ve esirleri müslümanlar arasında İslâm dinine uygun bir şekilde taksim edildi. Reyhâne (r.anhâ) da savaş esirleri arasında bulunuyordu. Ganimetler taksim edilip, sıra esirlere gelmişti. Reyhâne (r.anhâ) da Peygamber efendimizin hissesine düşmüştü. O zaman Yahûdilik dinine inanan Reyhâne’yi (r.anhâ) dilerse kendi dininde kalmak, dilerse müslüman olmak hususunda serbest bırakmışlardı. Reyhâne (r.anhâ) de: “Ben kendi dinimde kalmak istiyorum diye Peygamberimize (s.a.v.) arz etmişti. Peygamberimiz bu hareket ve davranışıyla İslâm dinine girmek için zorlamak yoktur hükmünü bizzat kendileri tatbik etmişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) daha sonra Reyhâne (r.anhâ)’ya şöyle buyurdular: “Sen Allahü teâlânın ve O’nun Resûlünün yolunu tutmak ister misin. Ben böyle münasip (uygun) görüyorum.” Reyhâne (r.anhâ) da, “Evet,” dedi. Peygamber efendimiz bu davranışından sonra Reyhâne’yi (r.anhâ) âzâd (hür serbest) ettiler. Kendilerini, bizzat Mehir vererek, nikâhına aldılar. Ayrı bir ev açarak hanımları arasına koydular. Peygamber efendimiz, evlenmelerinin hepsini Hz. Âişe’yi Allahü teâlânın emri ile nikâhladıktan sonra yaptı. Bunlar dînî, siyâsî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. (Bkz. Muhammed aleyhisselâm) Nitekim Reyhâne (r.anhâ) ile de olan evlenme böyledir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil’in (a.s.) Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.” Reyhâne (r.anha) sakin, temiz karaktere sahip, yumuşak huylu bir hanımefendi idi. Peygamber efendimizden önce vefât ettiği için naklettiği hadîs-i şerîf yoktur. 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-129 2) El-İstiâb cild-4, sh-309, 310 3) El-Envâr-ül-Muhammediyye sh-158
|
|
|
|