Gözleri Bana Titreyen, Gönlü Beni Bekleyen Yar…!
Vicdanımı dinlemeyi unutalı uzun zaman olmuştu. Belki de vicdanımın sesi çoktan kesilmişti de ben farkında değildim. Kendi kendime en büyük yasanın vicdan olduğunu söylediğim zamanları anımsıyordum; meğer en büyük yasa aşkın kendisiymiş. Tüm kurallarımın yıkılışına böyle şahit olmuştum. Başlarda kalbimin hissettiğini gözlerim göremiyor, gözlerimin bakamadığı yerlerde yangınlar içimi kavuruyordu.
Sonraları ise bakışlarımı bile yangın sarmıştı ve ben, baktığım yeri yakar olmuştum. Bir yârin gözlerinden kalbine doğru giden yolu yakışım da böyle olmuştu. Yakarak kalbi ile aklını ayrıştırdığımın çok sonra farkına varmıştım da; o yar, aklına köle olmaması gerektiğinin hala farkında değildi. Ben kalbini yakıyordum; o ise aklı ile eritiyordu kalbini bir çelişkinin cenderesinde. Bilmiyordu; erirse kalbi, yangın ahreti saracaktı. İşte o zaman akıllar kaçacak, mantıklar susacaktı. İşte o zaman bir aşkın gazabı doğacaktı.
Aşkın verilişi ile değişmişti dünyamın büyüsü. Aklımı gözden çıkardığım gibi kalbimin de ateşlerde yakılmasına gönüllü olarak razı gelmiştim. İtirazsız oluşum korkudan değil, yanıyor olmanın aşkın doğasındaki en önemli formül olduğunu bilmemdendi. Gönüllü çıktığım bu yolda, kalbimin parçalara ayrılıp, her bir parçasının kâinatın dört bir yanına dağıtılacağını çok sonra fark etmiştim. Yine de razıydım. Bu aşk beni kâinattaki hiçlik ile sınasa bile, kalbimde pişmanlığın ve vazgeçişin izlerine yer olamazdı. Kendinden vazgeçilmeye mahkûm olan ben, hiç kimse ve hiçbir şeyden geri dönmüyordum. Kendi bahtıma ve kendi aşkıma hain olmayı reddetmiştim. Sessizliğin tanığıydım, yokluğun ispatı. Gözü karalığın destanını yazıyordum da, yârin kalbindeki karanlığı aydınlatamıyordum. İradem kâinat kadardı da etkim, zerresinin tozu kadar değildi. Gizlideydim. Saklıdaydım. İzbedeydim. Kaderimdeki sızıların seyrindeydim.
Aydınlatamadığım karanlıkların gündüzlerimi geceye çevireceğini bilmiyordum. Müptelalığım aşkaydı; ama en büyük kaybım ruhum oluyordu. Zira varlığını bir başka ruhun varlığına bağlamış oluşum hicranın büyümesiyle, ruhumu, tarifsiz bir girdabın içine itmişti. Bir gün gidecektim ve mahşerde bile bulunamayacaktım. Geçen günler irademin dalını budağını kırdığı gibi, aşka işleyen her an da artık yokluğa methiyeler diziyor gibiydi. Adım dilde değildi. Hatıralarda var mıydı bilmiyordum. Kalbindeki yerim ise üzerine kilit vurulmuş mahzenleri andırıyordu. Ben; yok olmuyordum, yok sayılıyordum. Uğrunda var olan ve var olmayan her şeyi yok saydığım aşk, beni yok sayıyordu. Dehşetin başka bir tarifi olamazdı. Hareketsizliğim dehşetin başladığı bu anda başlamıştı. Yola çıkarken “Her şeye razıyım” demiştim. Bu razılığım dehşete karşı koymama bile engel oluyordu. Aşk; öyle bir kırışla kırıyordu ki beni, yerin ve göğün titrediğini hissediyordum.
Kırılan her parçamdan aşk sızıyordu. Korkunun zerresine yer olmayan zihnimde yankı bulan yegâne şey, yârin ismimi söylediği bir tınıydı. Bir çağrı olsun istiyordum. Sızıntılarıma, kırgınlıklarıma rağmen beni benden alacak bir çağrı. Olmuyordu. Ne zaman umutla kanatlansam, paramparça tepetaklak oluyordum. Beni benden al, sen olayım dediğim yârim; çoktan beni benden almıştı da bir türlü kendisi yapmıyordu. Dolmayan çilem olmayan varlığım gibiydi. Kalbimdeki yangının bitmeyişini, dahası kalbimin yangından besleniyor olduğunu anlamıştım artık. Varlığımın anlamı aşk ise, bu anlamın anahtarı yangındı. Ben; o anahtarı ellerinde tutan yâre vurgundum. Gözleri bana titriyor diye suskundum. Korkusuzluğumun bedelinin ne olduğunu hala bilmiyor, korkanlara şaşıyor ve kırılan kanatlarım yenilendiğinde ben yine yâre pervaz ediveriyordum.
Gözleri Bana Titreyen, Gönlü Beni Bekleyen Yar…!