"Gidiyorum" dediğinde,
Yollarına barikatlar kurdum ama,
Kendi yolumu çizemedim,kendi ufkuma.
Doluya tutulmuş yaprak,
Fırtınada yırtılmış yelken,
Gözyaşına bulanmış toprak gibi,
Çakılı kaldım feryatlara.
Sense , koşar adım teslim oldun korkularına;
Hasret oldun,
Nefret oldun,
En nihayet, hiç oldun...
Bana,"unuttun mu?" diye sorma!
Giderken beni de kesip aldın ya ayaklarına,
Böldün ya iki yarım insana...
Bana,"alıştın mı?" diye sorma!
Seninleyken de dokunamazdım ki sana,
Sarılamazdım doya doya.
Kahrederdi, senin yanındaki sensizliğim;
Gördüğümü sandığım yıldızlar gibi,
Yazdığım romanların kahramanları gibi...
Seninleyken de ağlatırdı beni Türk filmleri,
Sadri Abi, "Ah Müjgan…" derdi....
Bense derinden bir “ of…"
Akşam, köz olup kapatınca yaraları,
Komşudaki çocuk seslerini bastırınca, taş plak cızırtıları,
Seni söylerdim, Münir Nurettin bestelerinde.
Seni beklerdim, gelmeyeceğini bile bile…
Neyse...
Yorma kendini keşkelerde...
İyiysem de kendime,
Kötüysem de...
Yeni anladım hüznün nasıl bir illet olduğunu,
“Ağlama” dediğinde, gök yüzü çökmüştü ya hani,
Yeni anladım, altında kalanın, yalnız sen olduğunu.
İnkar etme!
Adın gibi biliyordun;
Her cefaya ,“eyvallah” demiştim,
Gözlerimi gözlerine mühürlemiştim...
“Gel “dediğinde, dünyayı elimin tersine aldım da,
“Hoşçakal” dediğinde, elini sıkamadım ki…
Etrafına duvarlar ören, otistik bir aşık gibi,
Konuşmayı unuttum da,
"Sus" dediğinde, susamadım ki!
"Unut" dediğinde, unutamadım ki!
ve ansızın çıka geldin.
Dilimin altında Fuzuli’den kalma beyit şerhleri,
Aklımda yarım yamalak bir, sen...
Kendimi süzdüm, en saklı telmihlerden.
Sen, Uhud' da bir okçu,
Ben, Babil kuyularında bir çıkrık...
Her şey için çok geç,
Varlığın da yokluğun da, bir göz açımlık.
|