Tebuk
Gazvesinden Dersler
Tebuk, Vadi'l-Kura
ile Şam arasında bir yerdir. Hicretin dokuzuncu yılının (M. 630) Receb ayında
vuku bulan Tebuk gazvesi, Resulullah (s.a.s.)'in en son gazvesidir. Resulullah
(s.a.s.) ashabına, Rum (Bizans)larla savaşmak için hazırlanmalarını emretmişti.
Yol uzun, düşman kuvvetli, zaman yaz mevsiminin en sıcak günleriydi. Kuraklık ve
kıtlık vardı. Buna mukabil hurmaların olgunlaşıp meyve vereceği, hurma
ağaçlarının gölgesinde yaşandığı günlerdi. Böyle bir hayatı bırakıp aç-susuz,
uzun bir sefere çıkmak zordu. Bundan dolayı Kur'an dilinde, bu seferin tesadüf
ettiği zamana "zorluk zamanı", bu sefere "zorluk gazvesi", bu savaşa katılan
orduya da "zorluk ordusu (ceyşu'l-usre)" denmiştir. Resulullah (s.a.s.) savaşa
hazırlandığı diğer zamanlarda, nereye sefer düzenleneceğini gizli tutmasına
rağmen bu kez alışılanın aksine, böyle bir ihtiyata lüzum görmeyerek Rumlar
üzerine gidileceğini bildirmişti. Bunun amacı, yolun uzun, zamanın zor ve
düşmanın çok olmasından dolayı, hazırlıkların ona göre yapılmasını sağlamaktı.
Resulullah (s. a.s.) sefere çıkmakta kararlıydı. Ashabına yol için
hazırlanmalarını emretti. Zenginleri Allah yolunda infaka teşvik edip binek
hayvanları vermelerini istedi. Zengin sahabiler de bütün imkanlarını Allah
yolunda seferber ettiler.
Ashabın İhlas ve İnfakı
Resulullah (s.a.s.)'in emri
üzerine, sahabiler (r. anhum) orduya sadaka, nafaka ve binek hayvanları
getirmeye başladılar. Hz. Ebu Bekir (r.a.) malının tamamı olan 40 bin dirhem
altın getirdi. Resulullah (s.a.s.) ona: "Kendi ehline herhangi bir şey bıraktın
mı?" diye sorunca o: "Onlara Allah ve Resulünü bıraktım" diye cevap verdi. Hz.
Ömer (r.a.) malının yarısını getirdi. Resulullah (s.a.s.) ona da: "Kendi ehline
herhangi bir şey bıraktın mı?" diye sorunca Ömer (r.a.): "Evet, malımın
yarısını" diye cevap verdi. Abdurrahman ibnu Avf iki yüz evkiye altın, Asım ibnu
Adiy yetmiş deve yükü hurma getirdi. Hz. Osman (r.a.) ise ordunun üçte birini
techiz etti. İbnu Hişam'ın bildirdiğine göre Osman ibnu Affan bu sefer için
büyük bir infakta bulundu; öyle ki, o zamana kadar hiç kimse bu kadar infakta
bulunmamıştı. Osman ibnu Affan, Tebuk gazvesinde dar durumda olan orduya bin
dinar infak etti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) mealen şöyle buyurdu:
"Allah'ım! Osman'dan razı ol, çünkü ben ondan razıyım."
Cihada Katılamadıklarından Dolayı
Ağlayanlar
Müslümanlardan yedi (diğer bir
rivayette yediden fazla) kişi Resulullah (s.a.s.)'in yanına geldiler ve
Resulullah (s.a.s.)'den kendilerini bindireceği ve seferde yüklerini
yükleyecekleri hayvan istediler. Çünkü kendileri bu imkana sahip değillerdi.
Resulullah (s.a.s.) da onlara: "Sizi bindireceğim bir binek bulamıyorum" dedi.
Bunun üzerine onlar infak edilecek şey bulamamaktan ötürü üzülerek gözyaşları
içinde geri döndüler.
Münafıkların Yeniden Ortaya Çıkışı
ve Yaptıkları Planlar
Hudeybiye anlaşmasından sonra
münafıklar hayli azalmıştı. Hudeybiye anlaşması ve Mekke'nin fethinden sonra
İslam toplumu büyümeye başlamış, İslam ordusu yirmi kat artmıştı. Bu dönemde
kendi istekleriyle İslam'ı seçenler olduğu gibi korkuyla İslam'ı seçenler de
vardı. Münafıkların lideri Abdullah ibnu Ubey henüz hayattaydı ve münafıklar
bloğunun yeniden yapılanmasını başlattı. Tebuk gazvesi sırasında münafıkların
hareketi belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Münafıkların seferberlik öncesi
faaliyetleri, Müslümanları Resulullah (s.a.s.)'den uzaklaştırmak ve onları
dünyanın aldatıcı güzelliklerine çekmek doğrultusundaydı. Bazı münafıklar,
Müslümanlarla birlikte sefere çıkmamak için: "Vallahi, kavmim ensar bilir ki,
ben kadınlara düşkün bir adamım. Beni Asfar'ın (Rumların) sarışın kadınlarını
görünce sabır gösteremeyip bir fitneye düşerim" diyerek mazeret ileri
sürdüler.
Münafıklardan bir kısmı da izin
istemekle kalmayıp havanın çok sıcak olduğundan bahsederek sefere iştirak eden
müminleri de caydırmaya çalışıyorlardı. Münafıkların diğer bir kısmı da
Resulullah (s.a.s.)'e gelerek: "Gücümüz yetseydi, sizinle beraber çıkardık"
diyerek yalan söylemişlerdi. Münafıkların ordu içindeki durumları da şöyleydi:
Devamlı olarak emirlere muhalefet ediyor, ordu içinde fitne çıkarmaya
çalışıyorlardı. Planlarının içinde en tehlikeli olanı da Resulullah (s.a.s.)'i
bir suikastla öldürme girişiminde bulunmaktı. Medine'deki münafıklara gelince,
onlar sığınacakları, İslam düşmanlarına karargah olacak Dırar mescidini inşa
etmişlerdi. Ayrıca Resulullah (s.a.s.)'e yahudi Süveylim'in evinde bir kısım
münafıkların toplandıkları ve halkı gazadan döndürecek sözler söyledikleri
bildirilmişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) bir grup sahabiyi göndererek o
evi ateşe verdi ve orada toplanan münafıkları dağıttı...
Hz. Ka'b İbnu Malik ve
Arkadaşlarının Durumu
Hz. Ka'b ibnu Malik ile
arkadaşları Hilal ibnu Umeyye ve Murare ibnu'r-Rabi'in durumu meşhurdur ve bütün
kaynaklarımızda uzun uzadıya anlatılmaktadır. Burada olayın detayına
girmeyeceğiz. Fakat biz, bu yazımızdaki "Dersler ve İbretler" bölümünde
günümüzün davetçileri için çok önemli bulduğumuz bazı noktalara temas etmeye
çalışacağız.
Dersler ve İbretler
Tebuk gazvesi ders, ibret ve
öğütlerle doludur. Dolayısıyla günümüz davetçilerinin, Tebuk gazvesini tekrar
tekrar okumaları ve ondan çıkarılacak dersler ve öğütler ışığında hizmet ve
çalışmalarını sürdürmeleri gerekmektedir. Tebuk gazvesi; zengin Müslümanların
fedakarlığı, fakirlerin durumu, münafıkların hile, tuzak ve planları, savaşa
gitmemek için uyduruk mazeretler ileri sürerek Resulullah (s.a.s.)'den izin
isteyen insanların hali, hiçbir mazeret ileri sürmeden savaşa gitmeyen ve daha
sonra Resulullah'a yalan mazeretler ileri sürenlerin durumu, bazı dünyevi
sebeplerden dolayı gitmeyen ve daha sonra Resulullah'a doğruyu söyleyerek hiçbir
mazeret beyan etmeyen samimi Müslümanların durumu gibi çeşitli yönleri
içermektedir. Tebuk gazvesinden çıkarılacak ders, ibret ve öğütleri şu şekilde
sıralayabiliriz:
1. Bütün İslami çalışmalarda
Resulullah (s.a. s.)'i ve sahabilerini örnek almak
Resulullah (s.a.s.) ve sahabileri
savaşta, barışta, darlıkta, bollukta, kısacası hayatın bütün alanlarında
kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlara örnektirler. Dün seferin uzunluğu,
düşmanın kuvvetli olması, yaz mevsiminin kızgın sıcaklığı, zamanın kuraklık,
kıtlık ve meyvelerin olgunlaşma zamanı olması gibi dünyevi sebepler sahabileri
Resulullah (s.a.s.)'in emrini yerine getirmekten alıkoymadığı gibi bugün de
makam, mevki, görev ve iş yerleri gibi sebepler hiçbir zaman Müslümanları İslami
hizmet ve çalışmalardan alıkoymamalıdır. Dünya, içindeki eşyayla birlikte
fanidir. Baki olan Allah'tır. Dolayısıyla dünyanın geçici ama aynı zamanda
çekici güzelliklerine kanıp Allah yolunda yapılacak hizmetlerden geri kalmamak
gerekir.
2. Zor anlarda yardımlaşma ve
dayanışmanın önemi
Resulullah (s.a.s.) Allah yolunda
infaka teşvik ve emir buyurduğu zaman zengin sahabilerin bütün imkanlarını Allah
yolunda seferber ettikleri görülmektedir. Müslümanların bölük pörçük ve dağınık
bir vaziyette oldukları şu asrımızda, dayanışma ve yardımlaşmaya daha fazla
ihtiyaç duyulmaktadır. Maddi imkanları yerinde olan duyarlı Müslümanlar Allah
yolunda infaka davet edildikleri zaman gönül hoşnutluğu içerisinde vermeleri ve
kıyamete kadar gelen bütün Müslümanlara örnek olan sahabilerin Allah yolunda
mallarını infak ettikleri gibi bugünün Müslümanlarının da mallarını tereddütsüz
infak etmeleri gerekmektedir. Şunu unutmamak gerekir ki, malının en azından bir
bölümünü Allah yolunda harcamayan bir Müslümandan hayır gelmez.
3. Sorulan sorularla kişilerin genel
tavırlarının ve özelliklerinin ortaya çıkarılması
Resulullah (s.a.s.) infaka katılan
sahabilerin arasında Ebu Bekir ve Ömer (r.anhum)'a: "Kendi ehline herhangi bir
şey bıraktın mı?" sorusunu ayrı ayrı yöneltmesi büyük önem arz etmektedir. Hz.
Ebu Bekir'in: "Onlara Allah ve Resulü'nü bıraktım", Ömer'in de: "Evet malımın
yarısını bıraktım" diye cevap vermeleri ayrı bir önem taşımaktadır. Bugünün dava
liderleri de, kendi maiyetlerindeki şahısların genel tavırlarını ve
özelliklerini anlayabilmek için onlara çeşitli sorular sorabilir ve aldıkları
cevaplar doğrultusunda teşhislerini koyabilirler.
4. Allah yolunda İslami hizmetlerde
harcanacak malın bulunmamasına üzülmek
Maddi imkanların yerinde olması
halinde infak etmek, olmaması halinde de üzülmek ve ağlamak gerçek ve samimi
Müslümanların şiarıdır. Görülüyor ki, bazı Müslümanlar yoksul oldukları zaman
geçimleri samimi ve fedakar Müslümanlar tarafından karşılanıyor. Ama yoksulluk
devri bitip herhangi bir şekilde durumları iyileştiği zaman mallarının az bir
bölümünü bile Allah yolunda harcamamak için samimi Müslümanları gıybet ve itham
ederek başkalarını suçlayıcı tavırlar içine giriyor ve kendi cimriliklerini
haklı çıkarmak için de uyduruk mazeretler ileri sürmeye başlıyorlar. Biz "ama",
"fakat" ve "lakin"leri bırakalım ve canımızda, malımızda ve vaktimizde İslami
standartlara uygun fedakarlık zırhına bürünelim. Bize yaraşan budur. Yoksa
Sa'lebe'leşmenin hiçbir manası olmadığı gibi hiçbir faydası da yoktur. Hep
birlikte Sa'lebe'nin yolunda değil Ebu Bekir ve Ömer'in yolunda
yürüyelim.
5. Uyduruk ve yalan mazeretler ileri
sürmenin münafıkların alametlerinden olması
Münafıklar ve münafık olmayan ama
kalpleri hasta olan bazı Müslümanlar İslami hizmetlere iştirak etmemek için
yalan mazeretler uydurmakta gayet mahirdirler. Şeytanın yardımıyla da hemen
mazeret uydurabilirler. Örneğin, Resulü Ekrem (s.a.s.) münafıkların
liderlerinden Cid ibnu Kays'a (ki Hudeybiye'deki Rıdvan beyatına bu adamın
dışında herkes katıldı. Hatta iki defa beyat edenler oldu. Ancak o beyat etmemek
için develerin altında saklandı.): "Ey Cid! Bizimle birlikte Rumlar üzerine
gitmek ister misin?" diye sorduğunda münafık Cid: "Ya Resulullah! Bu seferde
bana izin verseniz de, beni fitneye düşürmeseniz olmaz mı? Vallahi, kavmim ensar
bilirler ki ben kadınlara düşkün bir adamım. Rumların sarışın kadınlarını
görünce sabredemeyip bir fitneye düşerim" dedi. Resulü Ekrem (s.a.s.) ondan
yüzünü çevirerek: "Sana izin verdim" buyurdu. Bunun üzerine şu mealdeki ayeti
kerime nazil oldu: "Onlardan bir de: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyen
var. İyi bilin ki, onlar zaten fitnenin içine düşmüşlerdir. Cehennem de
kafirleri kuşatacaktır." (Tevbe, 9/49)
Yine münafıklardan bir kısmı Resulü
Ekrem'e gelerek: "Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık" diyerek yalan
söylemişlerdi. Bunların durumu da Resulü Ekrem'e vahyedilmiş ve onlar hakkında
şu mealdeki ayeti celile inmiştir: "Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi onun için
hazırlık yaparlardı. Ama Allah onların savaşa çıkmalarını hoş görmedi ve onları
durdurdu. Kendilerine: "Oturanlarla birlikte siz de oturun" denildi." (Tevbe,
9/46) Bu her iki olay da çok anlamlıdır ve çok şeyi ifade etmektedir. Tabii ki
ahiret menfaatini dünyevi menfaatlere üstün tutan aklı selim sahipleri
için.
Bugün İslami davayı omuzlayanların
yukarıda anlatılan her iki olayı daima göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
Belli bir sorumluluk sahibi bir Müslüman kendine verilen vazifelerde asla gevşek
davranmamalı, şer'i mazeret olmadan gerekli etkinliklerden geri kalmamalı ve
programını uygulamalıdır. Vazifelerinde gevşek davrandığı veya programını
uygulamadığı zamanlarda da yalan ve uyduruk mazeretlere tevessül etmemelidir.
Ayrıca sorumluluk sahibi diğer Müslümanları şüpheye düşürecek söz ve
davranışlardan mutlaka kaçınmalıdır. Zira bu tür şeylere bulaşmak nifak
kanserine yakalanmanın alametidir ve bunun kıyamet gününde vebali de büyük olur.
Şu halde bu müzmin hastalığın belirtilerini taşıyan kardeşlerimize, zaman
kaybetmeden bir an önce tedavi olmalarını yani tevbe edip Allah'a sığınmalarını
tavsiye etmeliyiz. Şunu da unutmamalıyız ki bizim için örnek Cid ibnu Kays'lar
ve İbnu Selul'ler değil, Resulullah (s.a.s.) ve sahabileri (r.
anhum)dir.
6. Dünyanın çekiciliğine aldanmanın
zararı ve içiyle dışının bir olmasının önemi
Hz. Ka'b ibnu Malik (r.a.) savaşa
katılmak niyetindeydi. Ancak atına güvendiği için "biraz geç de çıksam,
arkadan yetişirim"
diye düşündü ve bahçesindeki soğuk suların ve ağaçların serin gölgesinin
oluşturduğu rehavete kapılarak önce orduyla birlikte sefere çıkmayı erteledi.
Sonra da artık gitmesinde fayda olmayacağını düşünerek gitmedi. İslam ordusu
dönünce seferden geri kalanlar Resulullah'a gelerek mazeret beyan ettiler. Ama
Ka'b, hiç bir mazeret ileri sürmedi ve doğru neyse onu söyledi. Ka'b'dan önce de
Bedir gazvesine katılan Hilal ibnu Umeyye ve Mürare ibnu'r-Rebi adındaki
sahabiler de hiç bir mazeret beyan etmemişlerdi. Resulullah (s.a.s.) onları
affetmediği gibi onlarla konuşmayı kesti ve sahabilerin de (r. anhum) onlarla
konuşmamalarını emretti. Bütün ashab verilen emre uyarak onlarla konuşmayı
kesti. Ka'b (r.a.) en sevdiği amcasının oğlunun yanına gidiyor selam veriyor,
onunla konuşuyor ama amcasının oğlu selamını almıyor, cevap vermiyor ve ondan
yüz çeviriyordu. Daha sonra Resulullah (s.a.s.) onlara haber göndererek
hanımlarına yaklaşmamalarını emretti. Onlar da bu emre uydular. Böylece geniş
olan dünya Ka'b'ın başına dar gelmeye başladı. Bundan da daha zoru o sırada
Gassan oğulları sultanından ona bir mektup gelmesi oldu. Mektupta,
Resulullah'tan ve sahabilerinden gördüğü -haşa- bunca hakareti haketmediğini,
memleketinin kapısının ona açık olduğunu ve eğer gelirse ona layık olduğu
değerin verileceğini ifade eden sözler yer alıyordu. Ka'b mektubu okuyunca daha
bir sıkıntıya düştü. Ama imanı onun ikinci bir hataya düşmesine engel oldu. Tam
elli gün süren bu zor durumdan sonra Arş-ı A'la'dan onların tevbelerinin
kabulüyle ilgili ayetler indi. Sahabiler bu duruma sevinerek onları tebrik
etmeye geldiler.
Ka'b ve arkadaşlarının olayında, mal,
mülk ve makamın zaman zaman rehavete ve hizmetten geri kalmaya sebep olması gibi
dikkat edilmesi gereken bir çok önemli nokta vardır. Bu olayda ibret verici en
önemli husus ise, her ne sebeple olursa olsun Ka'b'ın sefere çıkmadığı için
cezai müeyyideye tabi tutulması ve onun sabretmesidir. Ka'b için en zoru İslami
cemaatten ayrı kalması ve başkaları tarafından kendi saflarına davet
edilmesiydi. Günümüzde İslami davaya gönül verenlerin de böyle durumlarla karşı
karşıya kaldıkları zaman Hz. Ka'b'ın yolunu izlemeleri gerekir. Oysa günümüzde
bazen yaptıkları yanlışlardan dolayı bir azar işitenler bile kendilerini haklı
çıkarabilmek için kendilerini azarlayanları, yanlışlarını düzeltmelerini
isteyenleri suçlamakta hatta bazı zayıf kalpliler iftira atma yoluna bile
başvurabilmektedirler. Oysa bu hareketleriyle hem dünyalarını hem de
ahiretlerini yıkıyorlar da farkında olmuyorlar. Allah cümlemizi hakkı görüp ona
uyan, batılı görüp ondan sakınan kullarından eylesin.
Sadullah
Ergün
Kaynak: Vahdet dergisi