Her şey İngiliz araştırmacı Colonel James Churcward’ın (İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay) görevli olarak gittiği Hindistan ve Tibet’te 1880 yılında başladı. Günümüzde evrim kuralları, mühürbilim ve arkeoloji bilimlerine büyük katkılar sağlayan araştırmalarında Churcward eski dinlerin kökenleri ile ilgili çalışmalar yaparken, 1883 yılında Batı Tibet’te bulunan bir manastırda manastırın Baş rahibi RISHI ile tanıştı. Burada günümüzden yaklaşık 15.000 yıl önce yazıldıkları ispat edilen taş tabletlerin varlığını öğrenen Churcward, NAACAL TABLETLERİ olarak adlandırılan bu tabletleri çözümleyebilmek amacı ile manastırda Rishi’nin yanında iki yıl kaldı. Bu süre içerisinde çeşitli sembollerden ve şekillerden oluşan, eski ve ölü bir dil olan Naacal dilini Rishi’den öğrenen ve tabletleri çözümleyen bilim adamı dünyanın çeşitli bölgelerinde, Kuzey, Orta ve Güney Amerika’da, Mısır’da, Avusturalya’da, Güney Pasifik adalarının nerdeyse tamamında Orta Asya ve Sibirya’da 50 yıl sürecek araştırmaların kıyısında olduğunu bilebilir miydi?
Şimdi biraz başa dönelim ve baş rahip Rishi’nin binlerce yıldan beri gizli kalmış bu tabletleri neden Churcward’e gösterdiğini, daha ileri giderek çözümlenebilmeleri için gerekli olan Naacal dilini niçin öğrettiğini düşünelim. Bu konuda ispatlanmış kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak tabletler çözümlendiğinde 15.000 yıl önce yazılmış bu tabletlerin Hindistan’a MU kıtasından Naacal rahipleri tarafından getirildiği ortaya çıkıyordu. Bunlara Naacal Kardeşlik örgütü de denmekteydi. Naacal’lar hem bilim adamı hem rahiptiler ve Mu ülkesinde yönetici konumdaydılar. Mensubu oldukları ilk TEK TANRIlı dini (belkide şimdilik kaydıyla) hem kendi kıtalarında, hem kolonilerde yaşayan insanlara daha rahat anlatabilmek amacı ile bu semboller dilini kullanıyorlardı. Bu dilin ezoterik, manalarını ise yalnızca imparator ve kendileri biliyorlardı.
Ezoterizmin Osmanlıca karşılığı batınilik, Türkçesi içsel, içyüz anlamındadır. Ezoterizmin zıddı olan sisteme ise egzoterizm denir. Osmanlıca karşılığı harici, Türkçesi dışsaldır. Ezoterik bilgi herkese verilmeyen, açıklanmayan, belli eğitimlerden geçerek o bilgiyi almaya hak kazanan insanlara verilen bilgilerdir. Bu bilgilere ulaşabilmek için insan önce egzoterik bilgileri öğrenmekle başlar ve çabalarıyla zaman içinde ezoterik bilgileri almaya hak kazanabilir.
Ezotorik bilgiler genelde yazılı olmayabilirler ve bir öğreten, yol gösteren tarafından sembollerle, belirli bir sistemle öğrenciye verilir öğretilirler. Buna inisiasyon denir. Bu kavram örneğin Şaman-Türk geleneklerinde el vermek deyiminde manasını bulur. Çağlar içerisinde Mu dan başlayarak sırasıyla Atlantis, Uygurlar, Maya, Tibet, Hermes-Mısır, Hint uygarlığı, Rama, Babil, Pisagor, Saabilik, Eflatun, Yesevilik, Yeni Platonculuk, Kabbala, Ahilik, Mevlana, (ve diğer batıni ekollerin) kaynağında ezoterizm ve ezoterik bilgiler yatar. Churcward Naacal tabletlerini çözümlediğinde ilk olarak Pasifik okyanusunda Asya ile Amerika arasında büyük bir kıtanın varlığını ortaya çıkardı. Bu kıta günümüzden yaklaşık 200.000 yıl önce üzerinde belki de ilk insanı barındırmaya başlamıştı. Kıtanın toprakları o kadar geniş ve bereketli, hava o kadar ılıman ve güzeldi ki her şey hızla çoğaldı. Yıllar çağları, çağlar bin yılları kovaladı ahenk ve güzellikler içerisinde. Günümüzden 70.000 yıl önce Mu kıtası yaklaşık 60.000.000’dan fazla insanı barındıran dev boyutta bir kıta olmuştu, hayvanı, bitkisi aynı zamanda teknolojisi ile. İlk kolonileşme yeni yerler arama dürtüsü bu yıllara rastlar. Bu hareketlenmenin sonunda batı ve doğu yönünde iki göç yolu,iki büyük koloni ortaya çıkar. Churcward’ü toplam 50 yıl süren bu araştırmalarında hiçbir şey arkeolog William Niven’in 1921-1923 yıllarında Meksika’da ortaya çıkardığı tabletler kadar etkilemez ve gerçeğe yaklaştırmaz. Niven, Meksika’da eski çağlara ait çok fazla tablet bulmuştu. Bütün bunların çözümlemesi Naacal lisanı ile yazıldıkları için ancak Churcward tarafından yapılabildi. Böylece Mu kıtası, göç yolları ve batışı hakkındaki bilgiler bütünün eksiklerini tamamlayarak, bilimin hizmetine sunulabildi. James Churchward, Willam Niven’i günümüz bilimlerine, kendisine ışık tutan, katkıda bulunan çalışmalarından dolayı sevgi ve saygı ile anmaktadır. Belki de Niven’in buluşları olmasa Churcward çalışmalarını bu kadar ileri götüremeyecekti.
Mu kıtasından çıkan, kıtaya göre batıya giden bir göç yolu Uygur İmparatorluğunu ortaya çıkarmıştır. İmparatorluk Asya ile Avrupa nın çok büyük bir bölümünü kapsamakta idi ve Mu’nun en büyük kolonisi idi. Uygur imparatorluğunun sınırları zaman içerisinde Avrupa üzerinden Atlantik kıyılarına kadar ulaştı. İÖ.1000’li yıllardaki Çin belgeleri Uygur’ların 17.000 yıl önce uygarlıklarının zirvesinde olduğunu söyler.
İkinci göç yolu kıta ya göre doğuya giden, Meksika’nın güneydoğusundan Atlantis kıtasına geçen yoldur. Atlantis-Uygur’la birlikte ikincil, ilk anakaradır. Mu’dan çıkan doğu koloni yolları Atlantis’ten sonra Atlantik Okyanusu’nu geçerek Akdeniz’e ulaşmış ve burada bugünkü Fas, Tunus, Cezayir, Yunanistan ve Mısır’a kollar vererek Anadolu’ya ulaşmıştır. Mu kıtası günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce yaşanan depremler ve volkanik patlamalarla suların derinliklerine gömülmüş, yok olmuştur. Churcward’ün derlemiş olduğu haritalar incelendiğinde çağlar boyu medeniyetlerin buSular şiddetle ovalara hücum etti.
Bütün araziyi kapladı.
Plajlarla, tepelerin olduğu
Alçak yerlerde girdaplar oluştu.
Sular bütün dünyayı kapladı.
Sular önüne gelen her şeyi ve canlıyı mahvetti.
Arzın temelleri sarsıldı ve MU kıtası battı.
Yalnız zirveler suların dışında kaldı.
Soğuk rüzgarlar çıkıncaya kadar kasırgalar esti.
Vadilerin yerlerinde derin buz çukurları oluştu.
Delikler çamurla doldu.
Açılan bir ağızdan dumanlar ve lavlar fışkırdı.
Yukarıdaki epik anlatım, Yunan alfabesindeki harflerin Maya dilindeki
yorumuyla açılarak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. ‘Alpha’ harfiyle başlayıp
‘Omega’ harfiyle biten Yunan alfabesinin Maya dilindeki çevrimi bize bu
ilginç anlatıyı sunmakta. Bir alfabenin içine kadar giren Mu Uygarlığının
batışı ve günümüz dünyasına etkileri aslında bir kitap olabilecek kadar
geniştir. Bu yazımda batık kıta Mu hakkında edindiğim bilgileri ve
araştırmalarımın özetini sizlerle paylaşacağım.
Bir önceki yazımda James Churchward(J.C.)’ın 70.000 yıllık geçmişe sahip
Mu Uygarlığı’nın izlerine nasıl rastladığından bahsetmiştim. J.C.’ın bulduğu
taş tabletler 15.000 yıl önce yazılmıştı. Burada ilginç bir saptamamı
belirtmek isterim. Kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz. Mu veya Atlantis
gibi yüksek teknolojiye sahip olduğunu bildiğimiz uygarlıklardan niçin
geriye sadece taş tabletler kaldı? Cevabı basit olduğu kadar da
düşündürücü aslında bu sorunun. Tabletleri yazan ve uygarlıklarını anlatan
rahip Naacaller, bir gün bu sonla karşılaşacaklarını ve gelecek kuşaklara
bu bilgilerin kalmasını istiyorlardı. Taş tabletler üzerinde yapılacak karbon
testiyle uygarlıklarının çok eskiden yaşadığını anlatabileceklerdi.
Böylece insanlığın uygarlık tarihinin sadece 6.000 yıl önce başlamadığı da
ispatlanmış olacaktı. Bugünün teknolojisiyle aynı işi yapacak olsaydınız,
siz binlerce yıl hiç bozulmadan kalacak hangi medyayı kullanırdınız?
Tekrar konumuza dönelim. J.C. Naacal tabletlerinden edindiği bilgiler ile
5 kitap yazmıştır. 1930 lu yıllarda kaleme aldığı eserler ve yaptığı
konferanslar ile J.C. bilim dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır.
Nasıl uyandırmasın ki, o zamana kadar kutsal kitaplarda anlatılan tarih
ve yaratılış efsanelerinin ya yalan olduğunu ya da hatalı yorumlandığını
ortaya çıkarıyordu bu araştırmalar.
J.C. bu araştırmasında tüm kutsal dinlerin, farklı ırkların ve dillerin
Mu Uygarlığı’ndan türediğini ortaya atmıştı. Kutsal Mu kıtası bugünkü
Pasifik Okyanusu’nda bulunan büyük bir anakaraydı. Zaten Mu’nun bu
dildeki anlamı da ‘Anakara’ ydı. Aşağıdaki resimde temsili olarak
J.C.’ın çizmiş olduğu Mu kıtasının yerini gösteren harita vardır.
Mu Uygarlığı’nın bu anakaradan başka bir de kolonileri vardı.
Bunların en büyükleri bugünkü Atlantik Okyanusu’nun bulunduğu yerde
kurulmuş olan “Atlantis” ve Asya ile Avrupa’nın büyük bir bölümünü kaplayan
“Uygur” uygarlıklarıdır. Aşağıdaki resimde yine J.C. tarafından çizilmiş
temsili Uygur haritası görülmektedir.
Bütün bu uygarlıklar tarihin değişik zamanlarında geçirdikleri doğal afetler
ve insanlar arasında yapılan çok büyük savaşlar neticesinde suların
derinliklerine gömülmüştür. Gerek Mu’dan gerekse Mu’dan sonra büyük
bir uygarlık seviyesine çıkan Atlantis’in olağan üstü güçlere sahip rahipleri
ise bilgiyi kötü kişilerin eline geçmemesi için itina ile korumuşlardır.
J.C’ın bir konuşmasında yaptığı itirafta, kendisine kutsal dili öğreten
Tibet’li rahibin de son Naacal rahiplerinden biri olduğunu söylemektedir.
Demek ki ışık bir gün tekrar yeryüzüne çıkmak için zamanını bekliyor.
Şimdi çok kısa olarak Mu medeniyetinden bahsetmek istiyorum.
Bu konulara ilgi duyan kişilere ise yazımın ekinde vereceğim kaynakları
okumasını tavsiye edeceğim.
Mu anakarasında yaklaşık olarak 64 milyon insanın yaşadığı söylenir.
Bu insanların çok büyük bir bölümü beyaz renkli, sarışın insanlardı. Ayrıca
siyah, esmer, kızıl, sarı ırka mensup insanlar da vardı. Tüm insanlar büyük
bir uyum içersinde ve tek tanrı inancı ile yaşamaktaydı. Tanrının tek olduğu
güneş sembolizması ile ifade edilmekteydi ve bu dildeki adı ‘Ra’ idi.
Onun için Mu uygarlığına ‘Güneş İmparatorluğu’ da denmekteydi.
Rahip-kral olarak görev yapan liderlerine Ra-Mu, bilim adamı da olan
rahiplere Naacal denilmekteydi. Ra adının daha sonra Maya ve Mısır
dillerinde de aynı anlamda kullanıldığını görürüz. Mu’da yaratılış da dahil
olmak üzere pek çok konu sembollerle ifade bulmuştu. Mu’dan kalan bu
sembollerin ve inanışların bugünkü kültürlere etkisini ve sembollerin derin
açıklamalarını bir sonraki yazıma bırakmak istiyorum.
Zira Mu’dan kalan semboller, aslında bizim pekçok şeyi nasıl yanlış
yorumladığımızı ve farklı kültürlere adadığımızı göstermektedir.
(Böylece bir sonraki yazımın reklamını da yapmış oluyorum ? )
Bir sonraki yazımda Mu sembolizmasını anlatmadan önce çok küçük fakat
ilginç bir yorumumu sizlerle paylaşmak isterim. Ankara isminin hangi tarihte
türediğini tam olarak bilemiyorum, fakat Mu adının ‘Anakara’ anlamına
geldiğini söylemiştim. Bu iki kelime ne kadar birbirine yakın değil mi?
Ayrıca yıllarca güzel Ankara’mızın sembolü olan Hitit güneşiyle, Mu’nun
sembolünün aynı olması sizce bir tesadüf mü?
Mu uygarlığı pek çok konuda ileri düzeydeydi. Örneğin yer altı gazlarından ve
Güneş enerjisinden ısınmak ve elektrik enerjisi elde etmek için
faydalanıyorlardı. Kuartz kristallerini çok değişik amaçlar için
kullanabilmekteydiler. Örneğin şifa, bilgi kaydı, enerji yoğunlaştırma ve
aktarımı gibi. Fakat en ilginç bilgilere evrenin ve tanrının yorumlanmasında
rastlıyoruz. Bu konuyu sembollerle de ilişkili olduğu için bir sonraki
yazımda ele almak istiyorum.
Şimdi tekrar J.C.’ın eserlerine dönelim, zira konumuzun bu bölümü
ulu önderimiz M.Kemal ****** ile de ilgili. ****** sadece büyük bir lider
değil aynı zamanda devrimci, araştırmacı ve yaratıcı bir kişiydi.
Türklerin tarih ve dilini araştırmak için Türk Dil ve Tarih Kurumu’nu kurmuştu.
Bu kurumun araştırmaları pekçok bilgiye erişmesine karşılık hala açıkta
kalan bazı noktalar aydınlanmamıştı. 1932 yılında Tahsin Mayatepek
adındaki eski bir albayın Maya ve Türk dilleri arasındaki benzerlikten
bahsetmesi üzerine ****** kendisini Meksika’ya elçi olarak gönderdi.
Tahsin bey burada Maya kültürünü inceledi ve Türk kültürü ile arasındaki
şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin 130 dan fazla yer ve kelimenin
Maya ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olduğunu gördü
(Örneğin bizdeki ‘tepe’ Maya dilinde ‘tepek’ olarak geçer. Zaten Tahsin
bey de sanırım bu soyadı araştırmalarından sonra benimsemiştir) Fakat
kendisini şaşırtan asıl gelişmeler J.C.’ın kitaplarıyla karşılaşmasıyla olmuştur.
Bu kitaplar Türkiye’ye getirilerek bir tercüman ordusu tarafından hızla
tercüme edilmiş ve daktilo sayfalarına dökülmüştür. ****** bu çevirilerden
özellikle “Kayıp Kıta Mu” ve “Mu’nun Çocukları” ile ilgilenmiş ve kendi
elleriyle çevirilerin yanlarına notlar düşmüştür. ****** ne yazık ki 1935
yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığa yenik düşerek araştırmalarını
toplama imkanına kavuşamamıştır. Bu konu Kanal D televizyonu ve
Fenomen dergilerince de ele alınmış fakat üzerine gidilmemiştir.
Benim 1996 yılında Türk Dil Kurumunda yaptığım bir araştırmada
J.C.’ın orjinal 5 kitabına, bunların çevirilerine ve Tahsin beyin bizzat
eliyle tuttuğu notlara rastladım. Bu notlar halen T.D.K. da 56 ve 57
numaralı dosyalarda korunmaktadır. Benim yaptığım bu tespitin aynısı,
çok yeni kitabı çıkan Ergun Candan’ın “Gizli Sırlar Öğretisi” nde de yer
almaktadır. Kendisi ile telefon görüşmemde bu bilgileri ilk defa kamuoyuna
duyurulmasından duyduğum mutluluğu ifade ettim. İkimizin de paylaştığı
ortak duygu bu kitapların yeniden yorumlanarak toplanması ve Tahsin
beyin yaptığı çalışmalarla birleştirilerek halkımızın bilgisine sunulmasıdır.
Sanırım burada en büyük görev Kültür Bakanı’mıza düşmektedir. Bu bilgiler
çok az kişinin bilgisi dahilinde. Her ne kadar dünya görüşlerimizi yeniden
gözden geçirmemizi gerektirecek kadar şaşırtıcı olsa da bence bu
bilgilerin çok kişinin önüne açılması gerekmektedir.
Yeni dünya düzeni içinde üzülerek gördüğüm bir gelişme var.
Başta gençlerimiz olmak üzere tüm toplumumuz giderek daha az araştırıcı
olmakta. İşin ilginç yanı ise başta politik liderlerimiz olmak üzere medyanın
da aynı doğrultuda çalışmalar yapmasıdır. Televizyonlarımız ‘Televole’
benzeri ağızda keçi boynuzu tadı bırakan bence zararlı fakat büyüklerimiz
tarafından faydalı(!) görülen ‘saçma programların’ istilasına uğramıştır.
İnsanlarımız ‘Materyalist-Maddeye bağımlı’ yetiştirilmektedir. Erdemlerimiz
unutulmakta, manevi değerlerin yerini sadece geçici sahte mutlulular veren
maddiyat almaktadır. Gerçeği araştıran, sorgulayan, fikirler üreten insanların
azaldığı bir dünyada sizlerle paylaşmaktan zevk aldığım bilgilerin ufak
merak tohumları olması dileğiyle,
Sevgi Işığınız Aydınlığınız Olsun diyorum.
“Ne kadar uzağa bakmak istiyorsan, o kadar geçmişe bakmalısın.”
Mu’tlu
Yararlanılabilecek Kaynaklar :
1- Gizli Sırlar Öğretisi, Ergun Candan (Sınır Ötesi yayınları)
2- Ezoterik-Batini Doktirinler Tarihi, Cihangir Gener (Gece yayınları)
3- Batık Ülke Mu Uygarlığı, Hans Stephan Santesson (RM yayınları)
4- Edgar Cayce’nin Atlantis ve Mu ile ilgili kitapları (RM yayınları)
5- Children of MU-MU’nun Çocukları, J.C.
6- The Sacred Symbols of MU-MU’nun Gizli Sembolleri, J.C.
7- The Lost Continent of MU-Kayıp Kıta MU, J.C.
8- Fenomen Dergisi, Sayı 3,6,14,24,26,28