KUDÜS KIMLERE
AGLIYOR
“Ey Muaz, Allah
benden sonra Aris’ten Firat’a kadar Sam bölgesini size nasib edecek. Oranin
erkekleri, kadinlari ve dullari kiyamete kadar sinir bekçisidirler (murabit).
Herhangi biriniz Sam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis’i (Kudüs) seçerse
kiyamete dek cihad halindedir.”
Hicretin 14. yili.
Yani miladî 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyasini degistirmesinin
üstünden koskoca dört yil geçmis. Hz. Ebu Bekir r.a.’in vefatindan sonra ise iki
yil... Hz. Ömer r.a. hilafete geleli de henüz iki yil olmus. Islâm ordulari,
Suriye, Irak, Filistin ve Misir cephesinde Hz. Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu
Süfyan, asere-i mübessereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’in kilici Halid b.
Velid r.a. komutasinda zaferden zafere kosuyor. Hilafet merkezi nurlu
Medine’ye
neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulasiyor. Fethedilen
topraklarda halk Islâm kahramanlarini birer kurtarici olarak karsiliyor. Çünkü
yillardir Bizansli valilerin doymak bilmez istahlarini doyurmaga çalismaktan
bezmis, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüge konan vergilerden
yilmis, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde ugradigi haksizliklarin, zulümlerin
sona ermesini beklemektedir. Ve beklenen ilâhi yardim gelmistir. Halk, isterse
gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla esit haklara sahip oluyor. Isterse
kendi dininde kaliyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapiyorlar. Asla
zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksizlik yapmiyorlar. Canlari, mallari,
haysiyetleri, seref ve namuslari güvence altina aliniyor. Her sey kurallara
bagli. Hiçbir sey rastgele degil. Yillar sonra bir hiristiyan rahip-bilim adami
bu durumu söyle degerlendirecektir: “Ey kiliçtan daha zalim merhamet!..” Rahip,
kendi bakis açisindan haklidir. Gerçekten müslümanlarin adaleti, sefkat ve
merhameti, fethedilen topraklardaki ahalinin Islâm’a girmesi gibi bir tabii
sonuç vermistir. Rahip, Islâm’in merhametine hayiflanmasin da ne
yapsin?!
KUDÜS YOLUNDA IKI
GARIP YOLCU
Iki yolcu... Sadece
bir binitleri var. Binite sirayla binmek üzere anlasmislar. Bir beriki binecek,
bir öteki. Hayvanin hakkini da unutmamislar. Nöbetlese bindikten sonra hayvani
bir binis süresi bos yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakki var. Allah’in
selami her birinin üzerine olsun, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakup ve Yusuf...
Davud, Süleyman, Musa, Harun, Isa ve elbette Muhammed Mustafa... ve kim bilir
adini bildigimiz, bilmedigimiz daha nice peygamberin gelip geçtigi, hatta
defnedildigi Filistin topraklarinda Ilya’ya, yani Kudüs’e dogru ilerliyorlar.
Konusmalardan
anlasildigi kadariyla bu iki yolcudan biri efendi, digeri köle... Fakat
efendinin efendiligi, ona kölenin insanligini, hayvanin hakkini unutturmuyor.
Nihayet sehre hakim yüksek bir tepeye ulasiyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor.
Efendi, nöbet sirasinin bittigini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o
gün, orada el-Cebelü’l-Mükebber (Tekbir Dagi) adini aliyor ve hâlâ bu adla
anilmakta. Binme sirasi kölede... Itiraz ediyor. “Efendim...” diyor, “ne sen in,
ne de ben bineyim. Bir sehre girmek üzereyiz. Orada besili, egerli atlar,
altinla süslenmis arabalar var. Sehre ben binekte, sense benim bindigim hayvanin
yularini tutmus vaziyette girecek olursak bizi alaya alir, küçümserler. Bu da
zaferimize gölge düsürür.” Efendi israrli. “Ama sira senin...” diyor; “sira
benim olsaydi inmezdim. Sira seninse senindir. Ben inmeliyim, sen binmelisin.”
Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanin yularindan tutuyor. Sehre
böyle giriyorlar.
ZULMÜN HAKIMIYETI
BIR ANDIR,
ADALETINKI KIYAMETE KADAR
Hiristiyan halk,
sehirlerini teslim almaya gelen devlet baskanini karsilamak üzere Sam Kapisi’nda
toplanmis. Baslarinda Patrik Sophronius... Halk, köleyi hayvanin üstünde görünce
saygilarini sunmak üzere önünde secdeye kapaniyor. Köle, elindeki asa ile onlara
dürtüyor “Yaziklar olsun size...” diye haykiriyor, “kaldirin basinizi. Allah’tan
baskasina secde edilmez.” Ve halka haber veriyor ki, kendisi köledir, devlet
baskani yulari tutan kimsedir... Patrik Sophronius bir köseye çekilip aglamaya
basliyor. Misafir devlet baskani üzülüyor. Gönlünü almak, teselli etmek için
patrigin yanina gidiyor. “Üzülme. Degmez. Dünya böyledir. Bir güldürür, bir
aglatir.” diyor. Sophronius “Saltanati kaybettigim için mi agladigimi
zannediyorsun? Tanri’ya and olsun ki bunun için aglamiyorum. Sirf sizin
hakimiyetinizin sonsuza dek kesintisiz devam edecegini anladigim için agliyorum.
Zira zulmün hakimiyeti bir andir. Adaletin hakimiyeti ise kiyamete kadardir. Ben
sizi fethedip geçen, sonra yillar içinde kaybolup giden bir yönetim
zannetmistim.” diye cevap veriyor. Burada kendisinden efendi olarak söz edilen
sahis, müminlerin emiri, müslümanlarin ikinci halifesi Hz. Ömer r.a.’dan baskasi
degildir.
Ebu Ubeyde b.
el-Cerrah r.a. komutasindaki Islâm ordulari Kudüs’ü kusatmis, sehrin düsecegini
anlayan patrik bir sartla teslim olabileceklerini belirtmisti. Islâm ordularinin
daha önce fethettikleri yerlerdeki halka verdigi eman üzere teslim olacaklardi.
Fakat bu islemi bizzat emirleriyle gerçeklestirmek istiyorlardi. Ebu Ubeyde
r.a., “Emir benim. Buyurun sartlari görüselim.” demisti. Sophronius “Hayir ordu
komutanina degil, sehri bizzat devlet baskaniniza teslim edebilirim.” diye israr
etmisti. Bunu haber alan Hz. Ömer r.a., Medine’de yerine Hz. Ali r.a.’i vekil
birakip yola çikmisti. Iste simdi Kudüs’teydi.
Hz. Ömer r.a.,
patrigi teselli ettikten sonra “Ey Ilyalilar, lehimize olan lehinize, aleyhimize
olan aleyhinizedir...” diye baslayan bir konusma yapti. Sonra Sophronius, Hz.
Ömer r.a.’i Kiyame Kilisesi’ne davet etti. Kiliseyi gezerlerken namaz vakti
girdi. Hz. Ömer r.a., patrige “nerede namaz kilayim?” diye sordu. Rahip,
“oldugun yerde.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer r.a.: “Ömer, Kiyame Kilisesi’nde
namaz kilmaz. Sonra pesimden gelecek müslümanlar, Ömer namaz kildi diyerek
burada mescit insa ederler.” diye karsi çikti. Bir tas atimi uzaklasti ve
abasini yere sererek namaz kildi. Hakikaten daha sonra müslümanlar onun namaz
kildigi yere bir mescid insa ettiler. Bu mescid o günden beri hâlâ ayaktadir ve
Mescid-i Ömer adiyla anilmaktadir.
Hz. Ömer r.a.
namazini kildiktan sonra Patrik Sophronius’tan kendisine Mescid-i Aksa’nin
yerini göstermesini istedi. Mescid’in çöplük haline getirildigini gören Hz. Ömer
r.a., abasini yere serip çöpleri doldurmaya ve götürüp uzaklara dökmeye basladi.
Bunu gören müslümanlar da onun gibi yaparak mescidin yerini temizleyip üzerine
bir mescit insa ettiler.
Bu olayi
tarihçilerimiz (Taberî, Yakubî, Belazurî, Ibnü’l-Esir) yaklasik böyle
anlatirlar. Ama biz 1948 Arap-Israil Savasi komutanlarindan, Askeri Komiser
Abdullah et-Tell’in Kudüs’te bir Hiristiyan mabedinde buldugu eski ve önemli bir
Yunanca tarihi yazmadan aktarmayi tercih ettik.
KIM MEDENI, KIM
VAHSI?
Iste Kudüs
müslümanlar tarafindan böyle teslim alinmisti. Hz. Ömer r.a. zamaninda henüz
konvansiyonel silahlar kesfedilmemisti, kitalararasi füzeler yoktu. Tanklar,
toplar gürlemiyor, büyük küçük bombalar patlatilamiyordu. Ama müslümanlar
isteselerdi
manciniklarini kurarak
sehri bombardimana tutabilirlerdi. Arradelerini isletebilirler, kapilari
bombalarla degilse bile kebs denilen koç basliklariyla paramparça edebilirlerdi.
Cinayet islemek veya katliam yapmak için 21. yüzyilin gelismis silahlarina
ihtiyaç yoktu. Pekala o günün silahlariyla ve imkanlariyla da toplu katliamlar,
cinayetler islenebilirdi. Nitekim dünyanin baska yerlerinde isleniyordu.
Fakat
müslümanlar, bugün evlerimize ve odalarimiza her biri bir hüzün bombasi gibi
düsüveren televizyon görüntülerini yasatmadilar o günün Kudüslülerine.
Çünkü
onlar ne haçli sürüsüydüler, ne de yahudi kasaplar...
Evet... Yahudilerden
önce de haçlilar gelmislerdi. Papanin tesvikiyle yola çikan 600 bin kisilik ilk
haçli ordusu 1099 yilinin Temmuz ayinda Kudüs’e girdiginde komutanlari Goldfrei
de Buillon, Kiyame Kilisesi’ne gitmek için sehri savunan 70 bin müslümanin
cesedini çigneyerek ve kan deryasina gömülerek geçmek zorundaydi.
Ikinci Haçli Seferi,
ordunun Kudüs’e varamadan Sam’dan geri dönmesiyle sonuçlandi. Bu arada Suriye ve
Misir topraklarinda meshur Eyyubî Devleti kurulmustu. Devletin azimli sultani
Selahaddin Eyyubî’nin odasindaki mum geceler boyunca sönmedi, hep yandi durdu.
Bir gün veziri bütün cesaretini toplayarak bunun sebebini sordu. Selahaddin
Eyyubî dedi ki “Allah Rasulü’nün s.a.v. miraca çiktigi, yillarca müslümanlara
kiblegâh olmus, üçüncü harem düsmanin elinde iken bana uyumak yarasir mi hiç?”
Selahaddin uyumadi.
Adim adim ilerleyerek sonunda Kudüs kapilarina dayandi. Fakat bu mukaddes sehre
kan dökerek girmek istemiyordu. Sehir halkina “Sizin gibi ben de kesin olarak
inaniyorum ki, Kudüs Allah’in mukaddes beytidir. Bu beytullaha saldirarak
hürmetini ihlal etmek istemiyorum.” diye haber saldi. Teslim sartlarini da
sunmustu. Fakat sehrin azililari direnme karari aldilar. Müslümanlar, bir
haftalik siki bir kusatmayla sehre girdiler. Fakat kan deryasinda yüzerek
degil... Selahaddin Eyyubî, hiristiyanlara sehri terk edebilmek için kirk günlük
bir süre tanimisti.
Tarihle biraz olsun
ilgilenen herkes, dünya tarihinde yahudilere ve hiristiyanlara insan onuruna
yakisir biçimde muamelede bulunanlarin sadece müslümanlar oldugunu bilir. Zaten,
Sevgili Peygamberimiz s.a.v., “zimmiye eziyet veren bana eziyet vermistir.”
buyurarak Islâm tebasina giren gayri müslime insanca muamele yapilmasini emir
buyurmusken, nasil baska türlü davranilabilirdi
ki?..
BITMEYEN SAVAS:
HAÇLI SEFERLERI
Bati dünyasi
Kudüs’ün yeniden müslümanlara yar olmasina çok sinirlenmisti. Hiristiyanlar,
Alman Imparatoru I. Frederick, Fransiz Krali Philiph August ve Ingiltere Krali
Richard komutasinda yeni bir haçli seferi düzenlediler. Bu sefer de basarisiz
oldu. Fakat yilmadilar. Dördüncü, besinci, altinci... derken dokuzuncu haçli
seferini düzenlediler. Dokuzuncu Haçli Seferi, resmi haçli seferlerinin
sonuncusu idi güya. Ama herkes biliyor ki, yeni bir haçli seferi her Batilinin
içinde bir ukdedir. Siyasi mahfilleri, “spor baris ve kardesliktir” sloganina
ragmen spor karsilasmalari dahil, her alanda firsat buldukça maskeli bir haçli
seferini yürütmeye her an hazirdir. Haçli savaslari, sömürge savaslari,
siyonizm, eski sömürgecilik, yeni sömürgecilik, askeri sömürgecilik, iktisadi ve
kültürel sömürgecilik, vs. vs... Hepsi aslinda ayni bütünün parçalaridir. O
bütünün adi ise, küfrün Islâm’a karsi
birlikteligidir.
13. yüzyilin sonunda
bu mukaddes diyar, güçlü bir koruyucuya, yani Osmanli’ya kavusmustur. 13.
yüzyildan 19. yüzyilin ortalarina kadar Kudüs huzur dolu bir hayat yasadi. Çünkü
Osmanli, savasi Kudüs önlerinden Avrupa içlerine tasimisti. Birakin Filistin’i,
Suriye’yi, Anadolu’yu, Trakya’yi; hiristiyanlarin Balkanlari bile geçmeye mecali
yoktu artik. Ancak Viyana önlerinde savunma savasi
veriyorlardi.
KOVULMUS BIR MILLETE
AÇILAN SEFKAT KOLLARI
Bu sirada yahudiler
Avrupa’da yüzyillarca var olma mücadelesi verdiler. 1290’da Ingiliz Krali I.
Edward, Ingiliz topraklarindaki yahudilere sürgün cezasi vermisti. 1306’da
Fransiz Krali Philip de Bell yahudilere ayni cezayi uygun görmüstü. 1498’de XII.
Louis, yahudileri Fransiz topraklarindan sürülmekle Hiristiyanliga girmek
arasinda serbest birakmisti. Almanya, Rusya ve öteki Avrupa ülkelerinde de
yahudiler, daima istismar edilmis, asagilanmis, insanca muameleye hasret bir
hayat sürmüslerdi. Yahudiler, siyasi ve dinî haklarini, olusumuna katkida
bulunduklari 1789 Fransiz Ihtilali’nden yillar sonra ancak 1874’de elde
edebilmislerdi.
Bu birkaç örnekten
de rahatça anlasilabilecegi gibi, Orta çagda ve Modern çagda yahudiler Avrupa’da
ezilirken, Islâm topraklarindan baska siginak bulamamislardi. Yahudileri,
Engizisyon mahkemelerinde cayir cayir yakilmaktan Kemal Reis komutasindaki
Osmanli donanmasi kurtarmis ve dönemin sultani II. Bayezid daha 1493’te
yahudilere insanca muamele edilmesini emreden bir ferman yayinlamisti. Bu ferman
sayesinde onlar, kisa vadede ülkenin bütün ticari ve iktisadi hayatina hakim
olmuslardi. Sultan Bayezid, yahudilere su ilâhi emir çerçevesinde Ehl-i Kitap
muamelesi yapiyordu: “Allah, sizinle din ugrunda savasmayan ve sizi
yurtlarinizdan çikarmayanlara iyilik yapmanizi ve onlara adil davranmanizi
yasaklamaz.” (Mümtahine, 8)
Fakat daha sonralari
Osmanli yöneticileri, yahudilerin Islâm topraklari üzerinde milli devlet
kurmaya tesebbüs ettiklerini anlayinca tavirlarini
degistirmislerdir. Mesela, yahudilerin 1876’da zirai alan olusturma bahanesi
altinda Filistin’den arazi satin alma girisimi ve 1882’de Filistin’e yapilmasi
plânlanan yahudi göçü, Osmanli yönetimi tarafindan engellenmistir. 1876-1888
yillari arasinda Kudüs mutasarrifligi yapan Rauf Pasa, Filistin topraklarina
gayri kanuni yollardan yerlesen yahudileri tespit edip attirmistir. Devlet iç ve
dis meselelerle bogusurken bile denetimi ihmal etmemistir. 1882’de Babiali,
Kudüs mutasarrifindan Rus, Romen ve Bulgar pasaportu tasiyan Yahudilerin sehre
girisini engellemesini istiyordu. Hatta 1888’de yahudilerin baska bir ülkenin
vatandasiymis gibi bölgeye sizmasini önlemek için Filistin’i ziyaret etmek
isteyen turistlerin üzerlerinde dini kimliklerini belirten bir sefer izni
bulundurmasini sart kosmustu. Ne zaman ki Osmanli bölgeden çekildi, sömürgeci
Ingiliz ve Fransiz yönetimi bölgeye hakim oldu...
Iste Filistin ve
Kudüs o gün kaybetti. Ve o günden beri
ariyor Kudüs. Kiliçtan keskin müslüman merhametini
ariyor..
KUDÜS
NOTLARI...
SULTAN ABDÜLHAMID VE
YAHUDI HERZL
Osmanli Devleti’nin
bütün dis borçlarini kapatmaya karsilik, kendisinden Yahudilere Filistin’de
azicik toprak vermesini isteyen Theodor Herzl baskanligindaki heyete, Sultan II.
Abdülhamid’in verdigi cevap altin suyu ile yazilip çerçeveletilecek türdendir:
“Bu konuda sakin bir
adim daha atmayin. Ülkemin bir çakil tasini bile satamam. Çünkü o benim degil,
halkimindir. Bu devlet onu kani pahasina aldi, kani pahasina yasatti.
Birilerinin gasbetmesine izin vermeksizin kanimiz pahasina da koruruz. Iki tabur
askerimiz Suriye ve Filistin’de savasti. Askerlerimiz Plevne’de bir bir sehit
edildi. Çünkü teslim olmaktansa savas meydaninda ölmeyi tercih ettiler. Osmanli
Devleti benim degil, milletindir. Hiçbir parçasini veremem. Yahudiler
milyonlarini saklasinlar. Devlet parçalanirsa, Filistin’i karsiliksiz da
alabilirler. Su kadar var ki, bu devlet cesetlerimiz çignenmeden parçalanamaz.
Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi birbirimizden
ayiramaz.”
HZ. ÖMER'IN KUDÜS
HAKKINDA VERDIGI EMANNAME
Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah’in kulu,
Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattab’in Ilya (Kudüs) halkina verdigi emandir. Bu
emani, canlarina, mallarina, kilise ve mabetlerine, hastalarina, sagliklilarina
ve sair halka vermistir. Kiliseleri müslümanlarca kullanilmayacak ve
yikilmayacaktir. Kiliseden ve arsasindan, hiristiyanlarin haçindan ve
mallarindan hiçbir sey eksiltilmeyecektir. Din degistirmeleri için baski
yapilmayacak, hiçbiri bu ugurda zorlanmayacaktir. Ilya’da onlarla birlikte
hiçbir yahudi oturmayacaktir. Ilya halki Medain halki gibi cizye verecektir.
Buradan ayrilarak Rum’a (Bizans) ve Lusut’a (Lusus) gitmekte serbesttirler.
Ayrilan kimsenin cani ve mali gidecegi yere varincaya kadar güvendedir. Sehirde
kalanlar da güvendedirler. Ilya halkindan mabetlerini ve haçlarini birakip
mallariyla birlikte Rum’a gitmek isteyenlerin canlari, mallari ve haçlari
gidecekleri yere varincaya kadar güvencededir. Falan savastan önce, orada oturan
herhangi bir kimse de, dilerse Ilya halki gibi cizye vermek sartiyla orada
kalabilir, dilerse Rum’a da gidebilir. Allah’in ahdi ve Rasulü’nün, halifelerin
ve müminlerin zimmeti, üzerlerine düsen cizyeyi verdikleri sürece burada
yazildigi sekildedir.
Halid b. Velid, Amr
b. el-As, Abdurrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebû Süfyan buna sahittir. Hicri 15.
yilda kaleme alinmistir.
(Taberî,
Tarihu’l-ümem ve’l-Mülûk)
Ahmet Miroglu
Kaynak: Semerkand
dergisi, 06/2002