43-ZUHRUF SURESİ
1-3- O apaçık kitap hakkı için. "Hâ-mîm"de yemin mânâsı bulunduğuna göre
(vav) atıf vavı olmadığına göre yemin içindir, o açık kitap, Allah yolunu apaçık
gösterir bir nur olan o parlak kitap, yani Kur'an. Kur'ân'ın şanını beyan
ederken yine Kur'ân'a "beyan" vasfı ile yemin edilmesi onun kendini
tanıttırmak için başka delile muhtaç olmayıp bizzat "beyyin" (açıklayıcı)
olan bir nur olduğunu ifade içindir. Aynı zamanda ona yemin edilmesi hakkına
tazim emrini gerektirdiğinden meâlde bu lazım mânâyı gösterdik.
4- Kitabın aslı, ana kitap, yani Levh-i mahfuz yahut onun da aslı olan
Allah'ın ilmi, herhalde çok yüksek, indirilmiş olan kitapların hepsinden yüksek,
çok hikmetli veya çok hakim veya çok muhkem (sağlam).
5- ya şimdi sizden o zikri yana mı atacağız? Müsrif bir kavim olduğunuz için?
Yani inkârda, haksızlıkta ısrarlı, cinayette iler gitmeyi âdet etmiş müşrikler
olduğunuz için Peygamber'e bir zararınız dokunur diye çekinip de size nasihat ve
ihtarda bulunmaktan, bir hatırlatma o l an o kitabı indirmekten vaz geçeceğiz,
halinize bırakıvereceğiz mi zannediyorsunuz?
6- Oysa öncekilerde yani sizden daha müsrif, daha sert olan önceki kavimler
içinde biz ne kadar Peygamberler gönderdik.
7-8- "Kendilerine (peygamber) geldiğinde..." ifadesi, öncekilerin de israfını
beyandır. Nihayet gönderdik de öyle eğlenerek inkar ettikleri için netice olarak
yumruğu onlardan, yani o müsrif kavimden daha güçlü olanları helak ettik. Burada
"onlardan" zamiri, önceki geçenler yerine değil, mu h atab olan kavim yerine
kullanılmıştır. Onun için buna göre "sizden" denilmesi gerekirdi. Fakat bunda
Peygamber'e de bir işaret ihtimalinden dolayı "hitab"dan (ikinci şahıstan)
"gıyab"a, (üçüncü şahısa) geçilerek ifade, iltifat biçiminde yalnız Peygamber '
e yöneltilmiştir ve bu şekilde ona özel bir değer vermekle teselli yapılmıştır.
Nasıl helak edildi denilirse ve öncekilerin "mesel"i geçti. Nasıl helak
edildiklerine dair "mesel" haline gelmiş, akıllara hayret verecek kıssaları
Kur'ân'da geçti.
9-Yuk arılarda zikrolundu, ey Muhammed! "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı?
diye soracak olsan, elbette onları çok güçlü ve her şeyi bilen Allah yarattı
derler." Yani Allah'ın yarattığını itiraf ederler, bu ise O'nun gücünü, ilmini
ve daha zikrolunan diğer niteliklerini gerektirir.
10- "O, sizin için yaptı..." Bu nitelemeler Yüce Allah tarafından
açıklamadır.
11-Böyle olduğuna karine olmak üzere "gıyab"dan (üçüncü tekil şahıs)
"tekellüm"e (birinci çoğul şahsa) geçilerek şöyle buyuruluyor: Onunla ölü bir
beldeye yeniden hayat verdik ve işte siz de böyle çıkarılacaksınız. Bir ruh olan
bu Kur'an ile siz de yepyeni bir hayata çıkarılacaksınız. Veya kabirlerden
çıkarılacaksınız. Bunu yapan güç ve kudret bunu da yapar.
12- "Ve O, bütün çiftleri ya rattı." Burada "ezvac" eşyanın çeşitleri ve
sınıfları veya genel olarak birbirine karşılık olanlarla tefsir edilmiştir.
Râzî'nin naklettiği üzere
bazı tahkikçi bilginler demişlerdir ki, Allah'tan başka ne varsa hep çifttir.
Yalnız Hak Teâlâ zıt ve misilden menezzeh olarak tektir. Şu da hatıra gelir ki,
herşey, bir zihnî sureti, bir de dış dünya sureti olmak itibariyle çifttir.
Yalnız yüce Allah zihnî suret ile sınırlanamaz. Onun kendisini bilmesi de özel
biçimle değil, huzurîdir. O herşey değil "leyse kemi s lihi şey" (benzeri yok)
olarak birdir.
13- "Bunları bizim hizmetimize veren Allah'ı tesbih ederiz, yoksa bizim
bunlara gücümüz yetmezdi" diyesiniz." Rivayet olunur ki, Resul-i Ekrem (s.a.v)
ayağını üzengiye koyduğu zaman "Bismillah" der, hayvanın üzerine doğrulduğunda
"Her halükârda Allah'a hamd olsun. Tenzih ederim o Allah'ı ki, bunu bize
müsahhar kılmış, yoksa biz bunu yanaştıramazdık ve her halde biz dönüp dolaşıp
Rabbımıza varacağız." (Zuhruf 43-14) der ve üç tekbir alır, üç de tehlil (La
ilahe illallah). Yine rivayet olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v) yolculuğa
çıkacağı zaman binitine bindiğinde üç tekbir alır, sonra "Bunu bize musahhar
kılanı tesbih ederim." der sonra da şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Ben bu
yolculuğumda senden iyilik, takv a ve hoşnut olacağın bir amel istiyorum.
Allah'ım! Bu yolculuğu bize kolay kıl, yerin uzaklığını bize yakın kıl.
Allah'ım! Yolculukta sahip, ailem hakkında vekil sensin. Allah'ım!
Yolculuğumuzda bizimle beraber ol. Ailemiz içinde bizim vekilimiz ol."Sonra d a
ailesine döndüğü zaman "Biz, Rabbimize tevbe ve hamd ederek dönüyoruz." derdi.
14- Ve herhalde biz Rabbımıza döneceğiz. Bütün dönüşlerimiz, dönüp dolaşmamız
O'na doğrudur, nihayet O'na varacağız. Bu âyet de mânâsı üzere İslâm'ın en büyük
gayesini, en büyük ruhunu, en büyük tesellisini ifade eder. Bu, burada şu ince
mânâya işaret ediyor ki bir binite binen bir kimse yolculuğun bir değişim
olduğunu düşünmeli, ondan da asıl büyük yolculuğu Allah'a olan yürümeyi ve
gidişi düşünmeli de o düşünceye gör e hareket etmeli. Bundan çıkan sonuç ise
binmenin sırf meşru bir iş için olmasıdır.
15- Öyle iken tuttular da O'na kullarından bir parça isnad ettiler. Bu âyet,
yukarıdaki "Celalim hakkı için sorsan
onlara o gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette diyecekler: Onları o güçlü ve
herşeyi bilen yarattı." (Zuhruf, 43/9) âyeti ile ilgilidir. Allah'ın bütün
göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olduğunu ikrar ve itiraf ederlerken çelişkiye
bak ki bir de tutarlar Allah'a kullarından bir parça yaparlar. Burada birk a ç
mânâ vardır. Önce bu, "Hulûl"ü (Allah'ın kulların cesetlerine girdiğini)
ibtaldir. Çünkü Hulûliyye Allah'ı kullarından bir cüz yapmış olur. İkincisi
"veled" (çocuk) isnad edenleri kınamadır. Çünkü çocuk, babasının parçasından
hasıl olduğu için onun parç a sıdır. Üçüncüsü müşrikler her mabuda bir hisse
vermekle Allah'a kullarının bütünü değil, yalnız bir parçasını tanımış, yalnız
bir hisse vermiş oluyorlar. Diğer hisseler diğer taptıklarının sayılmış olur.
Çünkü insan apaçık çok nankördür, çünkü inkar ve şirk nankörlüğün en açığıdır.
Allah'ın hepsini yaratmış olduğu malum iken sonra dönüp yaratıcıyı yaratılmıştan
veya yaratığı yaratıcıdan parça yapmak veya yaratıcının yaratığını tamamen
kendinin saymayıp şirk koşmak apaçık küfür ve nankörlüktür.
Meâl- i Şerifi
16- Yoksa O, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de erkek çocukları size
mi seçti?
17- Onlardan biri Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız çocuğu ile
müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur.
18- Yok sa onlar, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede erkek
gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları mı O'na isnad ediyorlar?
19- Onlar Rahman olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar
meleklerin yaratılışını gördüler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar
sorguya çekileceklerdir.
20- Onlar: "Eğer Rahman olan, Allah dileseydi, biz o meleklere tapmazdık."
dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan
söylüyorlar.
21- Yoksa biz kendi lerine bundan önce bir kitap verdik de onlar, ona mı
sarılıyorlar?
22- Hayır, onlar sadece: "Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de
onların izinde gidiyoruz." dediler.
23- Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de hangi memlekete bir uy arıcı
göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Biz babalarımızı bir
din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız." dediler.
24- Gönderilen uyarıcı; "Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden
daha doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?" deyince, onlar: "Gerçekten
biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz." dediler.
25- Biz de onlardan intikam aldık. Bak peygamberleri yalanlayanların sonu
nasıl oldu!
16- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.
Meâl-i Şerifi
26- Hani İbrahim babasına ve kavmine: "Gerçekten ben sizin taptığınız
şeylerden uzağım.
27- Ben ancak beni yaratana taparım. Şüphesiz ki O, beni doğru yola
iletecektir." dedi.
28- İbrahim, bu sözü, ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir miras
olarak bıraktı ki, onlar doğru yola dönsünler.
29- Doğrusu ben bunları da babalarını da kendilerine hak olan kitap ve
gerçeği açıklayan bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp geçindirdim.
30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu
tanımıyoruz." dediler.
31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil
miydi?" dediler.
32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onla r mı taksim ediyorlar? Dünya
hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine
işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle
üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayı r
lıdır.
33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O
Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine
çıkacakları merdivenler yapardık.
34- Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar
yapardık.
35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti
yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir.
Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir.
1 7-25- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet
demektir.
Meâl-i Şerifi
26- Hani İbrahim babasına ve kavmine: "Gerçekten ben sizin taptığınız
şeylerden uzağım.
27- Ben ancak beni yaratana taparım. Şüphesiz ki O, beni doğru yola
iletecektir." dedi.
28- İbrahim, bu sözü, ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir miras
olarak bıraktı ki, onlar doğru yola dönsünler.
29- Doğrusu ben bunları da babalarını da kendilerine hak olan kitap ve
gerçeği açıklayan bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp geçindirdim.
30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu
tanımıyoruz." dediler.
31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil
miydi?" dediler.
32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya
hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine
işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle
üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onları n biriktirdikleri şeylerden daha
hayırlıdır.
33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O
Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine
çıkacakları merdivenler yapardık.
34- Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar
yapardık.
35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti
yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir.
Ahiret ise Rabbin katı nda takva sahipleri içindir.
26-32- Ve Tevhid kelimesini İbrahim'in arkasında yani neslinde sürekli kalıcı
bir kelime kıldı. "İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti, Yakub da." (Bakara,
2/132) Veya Allah o kelimeyi onun neslinde kararlı kıldı. Onun için onun
çocukları arasında Allah'ı tevhid eden hiç eksik olmadı ki dönsünler, yani
sapıklığa, şirke düşenler tevhide bağlı olanların uyarısı ile o kelimeye
dönsünler. Fakat dönmediler. Şunlar, Resulullah (s.a.v)'a çağdaş olanlar,
bunların a r asında olan Kureyş ne olurdu bu Kur'an iki şehirden büyük bir adama
indirilseydi dediler.
KARYETEYN, Mekke ile Taif. Demek ki Kur'ân'ın güzelliğini hissediyorlar da
onu Peygamber'e yakıştıramıyorlar, zavallılar büyüklüğü dünya malı, dünya makamı
ile sanıyorlar. Mekke'de Velid b. Muğire, Taifte Urve b. Mes'ud es-Sakafî gibi,
dünyaca zengin gördükleri kimseleri Peygamber'den büyük sayıyorlar da Kur'ân'ı
da onlara layık görüyorlar. Yüce Allah da red ve azarlama ile buyuruyor ki
"Rabbinin rahmetini o nlar mı taksim ediyorlar?"
33- Bütün insanlar bir ümmet oluverecek olmasaydı, yani insanları hep kâfir
edecek derecede inkâra teşvik eylemek gerekmeseydi, Rahman'ı inkâr eden kimseler
için herhalde yapardık,
34- evlerine gümüşten tavanlar ve üzerlerinde çıkacakları miraçlar:
asansörler ve odalarına kapılar, hep gümüşten veya altından ve serirler, kanepe,
koltuk, sandalye, ki üzerlerine kurulurlar.
35- Hem de zuhruf, yani altın yaldızlı, nakışlar, ziynetler yapardık. Bunlar
ise gerçekte hiçbir şey değil, ancak dünya hayatının aldatıcı metalarıdır,
mallarıdır. Oysa Rabbının katında ahiret hayat ve mutluluğu müttakilere
mahsustur. Bir gün gelip Allah'a gidileceğini sayarak, inkâr ve günah işlemekten
korunup fazilet l erle donanmış, bezenmiş olanlarındır. Büyük, işte korunup da o
ahireti kazanandır.
Meâl-i Şerifi
36- Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan
musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.
37- Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin
doğru yolda olduklarını sanırlar.
38- Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim
aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü
arkadaşmışsı n!" der.
39- Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız." denir.
40- Ey Muhammed! O halde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve
apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi doğru yolu göstereceksin?
41- Eğer biz seni onlara azap gelmeden önce alıp götürsek bile onlardan
intikam alırız.
42- Yahut da onlara vaad ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü bizim onlara
azap etmeye gücümüz yeter.
43- Öyleyse sen, sana vahyedilen Kur'an'a sarıl. Şüphesiz ki sen doğru bir
yol üzerindesin.
44- Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan
sorguya çekileceksiniz.
45- Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de sor, biz
Rahman olan Allah'tan başka kendisine ibadet edilecek ilâhlar yapmış mıyız?
36-44- "Kim körlük ederse" AŞÂ, gözde bir çeşit zayıflık ve tavukkarası
denilen görmemezlik, bir çeşit körlüktür. Fakat burada maksat öyle körlük edip
de görmemezlikten gelmektir. Rahmân'ın zikri, Kur'ân, yani her kim Kur'ân'dan
göz yumup görmemezlik eder, onun irşadını dinlemezse ki Kureyş böyle yapmıştı.
"Ne olur da şu Kur'ân (iki memleketten bir büyük adama) indirilseydi." (Zuhruf,
43/31) demişlerdi.
45- "Resullerimizden, senden önce gönderdiklerimize sor..." Bundan maksat
peygamberlerin icmaı ile Tevhide delil getirmedir. Ki bununla hem o icma haber
verilmiş, hem desteklenmesi için araştırılması emredilmiştir. Yani haberin olsun
ki peygamberlerin hepsi Allah'tan başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği
içindedirler. Hiçbirisi müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir. İsterse
ümmetlerinin mümin bilginlerinden, eserlerinden ve ruhlarından sor, veya ictihat
ile inceleyip delil getir. İbnü Abbas'tan Ata şöyle rivayet etmiştir ki:
Resulullah Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü zaman yüce Allah bütün peygamberleri
diriltti, Cebrail ezan okudu, kamet getirdi. Ya Muhammed, geç öne bunlara namaz
kıldır dedi. Resulullah (s.a.v) namazı bitirdikten s onra Cebrail Ya Muhammed
dedi, "Senden önce gönderdiklerimize sor, resullerimizden. Biz Rahmân'dan başka
ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?" (Zuhruf, 43/45) dedi. Resulullah (s.a.v.)
da sormam, çünkü şüphe etmiyorum, buyurdu.
Meâl-i Şerifi
46- Andolsun ki, biz Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve ileri gelen
adamlarına gönderdik. Musa: "Ben gerçekten âlemlerin Rabbi olan Allah'ın
peygamberiyim." dedi.
47- Musa onlara mucizelerimizi getirince onlar hemen bu mucizelere
gülüverdiler.
48- Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize diğerinden daha büyüktü. Belki
doğru yola dönerler diye biz onları azapla yakaladık.
49- Onlar azâbı görünce: "Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine bizim için
Rabbine dua et. Biz gerçekten doğru yola gireceğiz." dediler.
50- Fakat azabı kendilerinden kaldırdığımız zaman hemen sözlerinden
dönüverdiler.
51- Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve
altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?
5 2- Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı
değil miyim?
53- Eğer O'nun dediği doğru ise üzerine altın bilezikler atılmalı veya
kendisiyle beraber onu tasdik eden melekler gelmeli değil miydi?"
54- Firavun kavmini küç ümsedi. Onlar da O'na itaat ettiler. Çünkü onlar
fâsık bir kavimdi.
55- Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini
suda boğduk.
56- Onları sonradan gelecekler için ibret ve örnek kıldık.
46-56- "Biz Musa'yı âyetlerimizle... göndermiştik." Bu hikâyenin
getirilmesinde konu ile iki yönden ilişki vardır. Kureyş, Peygamber'in dünya
serveti olmadığından dolayı büyüklüğünü takdir etmedikleri gibi Firavun da Hz.
Musa'ya karşı "Mısır mülkü benim (ve hep şu nehirler be n im altımdan akıyor)
değil mi?" (Zuhruf, 43/51) diye öyle gururlanmıştı, bu şekilde bu hikâye
Peygamber'i teselli ve destekleme; düşmanlarını ise uyarı makamındadır. Bir de
"Senden önce gönderdiklerimize sor..." (Zuhruf, 43/45) isteği üzerine, bir ceva
b ı da kapsar. Buna göre asıl gaye, hikâyenin tekrarı değil, bu cevapların
verilmesidir. Bununla birlikte hikâyenin bizzat kendisinde de diğer yerlerde
bulunmayan ince mânâlar eksik değildir.
Meâl-i Şerifi
57- Meryem oğlu İsâ bir misal olarak anlatılınca, senin kavmin hemen ondan
bir delil bulduklarını sanarak bağrışmaya başladılar.
58- Onlar dediler ki: "Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?"
Bu misâli sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı
bir topl uluktur.
59- İsâ, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek
kıldığımız bir kuldur.
60- Eğer biz dileseydik, sizden yeryüzünde yerinize geçecek melekler
yaratırdık.
61- Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir
bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru
yoldur.
62- Sakın şeytan sizi doğru yoldan alıkoymasın. Gerçekten o sizin için apaçık
bir düşmandır.
63- İsâ mucizelerle indiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti getirdim ve
hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. O
halde Allah'tan korkun, ve bana itaat edin.
64- Gerçekten benim de Rabbim sizin de Rabbiniz Allah'tır. Öyle ise O'na
kulluk edin. Bu doğru bir yoldur.
65- Fakat aralarından çıkan gruplar, İsâ hakkında ihtilâfa düştüler. Acı bir
günün azâbından dolayı vay zulmedenlerin hâline!
66- Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi
bekliyorlar?
67- O gün Allah'tan korkanlar ha riç dost olanlar birbirlerine
düşmandırlar.
57- Meryemin oğlu bir mesel olarak ortaya atılınca, yani "Senden önce
gönderdiklerimize sor Resullerimizden! Biz Rahmân'dan başka ibadet olunacak
ilahlar yapmış mıyız?" (Zuhruf 43/45) buyurulmasına karşı, hristiyanların İsa'ya
"ilah" ve "Allah'ın oğlu" dedikleri bir itiraz örneği olarak ileri sürüldüğü
zaman birdenbire kavmin, yani Kureyş ondan keyiflenerek hah hah diye
haykırışıyorlardı.
58- Ya, bizim ilahlarımız mı daha hayırlı yoksa o mu? dediler. Bunlar sûrenin
başında geçtiği üzere, meleklere "Allah'ın kızları" diyorlar ve onları ilah
kabul edip adlarına putlar dikerek ibadet ediyorlardı. Şimdi hristiyanların
İsa'ya ilâh dedikleri söz konusu olunca keyiflenerek bir yaygara ile diyorlar
ki: B izim ilah deyip ibadet ettiğimiz melekler Meryem'in oğlundan daha hayırlı
değil mi? O ilâh oluyor da bizimkiler niye olmasın. Onu sana sırf bir tartışma
olarak söylüyorlar, o itirazın hak olduğuna kani olup da bir hakkı ortaya
çıkarmak için tartışma ya p ıyorlar değil, güya seni susturacaklarmış gibi sırf
münakaşa için onu ileri sürüyorlardı. Doğrusu onlar, çok husumetçi adamlardır.
Düşmanlıkta şiddetli, çekişmeye düşkün, tartışmada yetenekli kimseler.
59-Onların itirazlarını ve hallerini böyle anlattıktan sonra gerçeğin beyanı
ile meselenin çözümü ve cevabın verilmesi için buyuruluyor ki o Meryem oğlu İsa
gerçekte başka bir şey değildir, ne ilahtır, ne de Allah'ın oğludur. Ancak bir
kul, katıksız bir kuldur. Ki biz ona nimet vermişiz, peyg a mberlik ve risalet
vermişiz. Ve onu İsrailoğulları için bir mesel kılmışızdır. İsrailoğulları için
alınacak bir örnek olmak üzere hayret verici bir delil, bir kudret delili ki
dillerinde destan olmuştur.
60-Yoksa dedikleri gibi ilah ve Allah'ın oğlu değil, dilersek elbet sizlerden
de melekler yapardık. İsa'yı İsrailoğulları için mesel olarak yaratıp Meryem'den
doğurttuğumuz gibi, sizlerden de melekler doğurtarak o sizin "Allah'ın kızları"
dediğiniz melekler, evlatlarınız olur. Yeryüzünde size h a lef olurlar, sizin
yerinize geçerler veya halifelik yaparlardı.
61- Muhakkak
ki o saat için bir ilimdir de saatin (kıyametin) geleceğini, ölülerin dirilip
ayağa kalkacağını bildiren bir delil bir alâmettir. Çünkü İsâ gerek ortaya
çıkışı, gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını
haber vermesi itibarıyla kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi,
hadiste haber verildiğine göre, inmesi de Kıyametin alametlerindendir. Onun için
sakın onda, yani Kıyamet'te şüphe etmey i n de bana uyun. Yani benim göstermiş
olduğum doğru yola, şeriatime göre sade bana ibadet ve kulluk edin başka ilahlar
peşinde gitmeyin. İşte bu biricik doğru yoldur. Ki onu tutan sapıklığa düşmez.
62- Ve sakın sizi şeytan çelmesin. Bu doğru yoldan, o hakkın peşinde
gitmekten saptırmasın. Çünkü o size açık bir düşmandır. Kendi gizli olsa da
düşmanlığı açıktır. Çünkü sizi cennetten çıkardı, belalara soktu. Şimdi asıl söz
konusu olan, İsa'nın ilâhlığı meselesinin açık olarak halline gelelim.
63- İsa'nın hiçbir zaman öyle bir iddiada bulunmamış olduğunu göstermek için
buyuruluyor ki: İsa o delillerle ve açık mucizelerle geldiği zaman şöyle dedi:
Ben size hikmet ile, yani peygamberlik ve kitap ile geldim. Hem de hakkında
ihtilaf edip du r duğunuz şeylerin bazısını beyan edeyim diye geldim. Onun için
Allah'tan korkun ve bana itaat edin, tebliğatımı dinleyin, tutun.
64-Şöyle ki Haberiniz olsun Allah benim Rabbim, sizin de Rabbiniz ancak
O'dur. Onun için hep O'na ibadet edin, ancak O'nu ilah tanıyın. İşte bu biricik
doğru yoldur. İşte İsa böyle dedi. Onun bütün tebliğatının, açıklamalarının özü
budur. (Bakara ve Meryem Sûrelerine bkz.)
65- Sonra hizibler, her biri bir gaye ile toplanan fırkalar, kendi aralarında
ihtilaf çıkardılar. Yahudiler başka söylediler, hristiyanlar da çeşitli
fırkalara ayrıldılar. "İlâh, Allah'ın oğlu" laflarını da onlar çıkardılar. Artık
vay o zulmedenlere, gerek aşırı gitmek, gerek tamamen geri durmak suretiyle
haksızlık eden gruplara!
66-67- Ele mli bir günün azabından ki kıyamet günüdür. Hepsi başka değil,
yalnız saate bakıyorlar. Gerek o gruplardan, gerek Kureyş'ten bütün o zalimler
hep o azab saatinin gelmesine bakıyorlar. Ki farkında değillerken ansızın
kendilerini bastırıverecek. " D ostlar o gün bir birine düşmandır."
Meâl-i Şerifi
68, 69- Allah, takva sahiplerine şöyle nida eder: "Ey âyetlerimize imân edip
müslüman olan kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur ve siz
üzülmeyeceksiniz.
70- Siz ve eşleriniz cennete girin. Orada ağırlanıp sevindirileceksiniz."
71- Onların etrafında yiyecek ve içecekler altın tepsiler ve kadehlerle
dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır. Siz
orada ebedi olarak kalacaksınız.
72- İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur.
73- Orada sizin için bol bol meyveler vardır. Onlardan yersiniz.
74- Şüphesiz ki suçlular, cehennem azâbında ebedi olarak kalacaklardır.
75- Onların azâbı hafifletilmez ve onlar azab içersinde ümit sizdirler.
76- Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlimler oldular.
77- Onlar cehennem bekçisine: "Ey Mâlik! Rabbin artık bizi öldürsün." diye
seslenirler. Mâlik de: "Siz böylece kalacaksınız." der.
78- Andolsun ki biz size hakkı getirdik. Fakat sizin çoğunuz haktan
hoşlanmıyorsunuz.
79- Yoksa onlar hakka karşı gelmek için bir iş mi kararlaştırdılar? Biz de
onları cezalandırmak için kararlıyız.
80- Yoksa onlar bizim sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi
sanıyorlar? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçi meleklerimiz de her
yaptıklarını yazıyorlar.
81- Ey Muhammed! de ki: "Eğer Rahman olan Allah'ın bir çocuğu olsaydı, ona
ibâdet edenlerin birincisi ben olurdum."
82- Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi onların nitelendirdikleri şeyden
münezzehtir, yücedir.
83- Şimdi sen bırak onları, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar
batıla dalsınlar oynasınlar.
84- Gökteki ilâh da yerdeki ilâh da O'dur. O hüküm ve hikmet sahibidir
herşeyi bi lir.
85- Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin hükümranlığı kendisine ait
olan Allah'ın şanı yücedir. Kıyâmet saatinin bilgisi de yalnız onun yanındadır.
Siz sadece O'na döndürüleceksiniz.
86- Onların Allah'ı bırakıp da tapdıkları putlar şefaat hakkına sahip
değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir.
87- Eğer sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: "Allah"
derler. O halde nasıl haktan çevriliyorlar?
88- Peygamberin sözü şu olmuştur: "Ey Rab bim! Bunlar gerçekten imân etmeyen
bir kavimdir."
89- Ey Muhammed! Şimdilik sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun." de.
Onlar yakında bilecekler!
68-73- "Ey kullarım! Bugün size korku yoktur..." Allah için sevişen, o
müstesna müttakilere o günkü ilahi seslenişi anlatmaktır ki bu seslenişin
latifliğine doyulmaz. Yüce Allah bizleri de bu kullarından eyleye. Bu âyet
hakkında üç mânâ gösterirler!
1- Eseri yüzlerinizde ortaya çıkacak biçimde sevindirilip
neşelendirileceksiniz.
2- Güz el biçim mânâsına "Hıbr"dan: süslenip ziynetleneceksiniz.
3- Güzel vasıflarla vasıflamakta abartma mânâsına "habr"den, son derece ikram
olunacaksınız. "Onların etrafında dolaşılır." Cennete girdikten sonraki
neşelerinden bir nebzeyi anlatmaktır. Onun için girdiklerinde kendileri müşahede
halinde bulunacaklarından burası "üzerinize" diye kendilerine hitab edilmeyip,
onların üzerlerine diye gıyab (üçüncü şahıs) ile dünyadakilere anlatılmaktadır.
Yani o emir üzerine girecekler, girdiklerinde etra f larında dolaşılacak, cennet
hizmetçileri tarafından üzerlerine dönüp dolaşılacak. Altın safhalar, tepsiler,
tabaklar. Ebu Hayyan nakleder ki Kisaî şöyle demiştir: Kas'aların (kabların) en
büyüğü "cefne"dir sonra
"Kas'a" gelir on kişiye yetişir. Sonra "sahfe" beş kişilik, sonra "Mekile"
iki, üç kişilik. Ve küplerle. Küp dilimiz de ki mânâsından farklıdır. Kulpu ve
emziği olmayan ibrik diye tarif edildiğine göre sürahi ve desti demek olur. Hem
onda, o cennette nefislerin hoşlanacağı ve gözle r in lezzetleneceği herşey var.
Ve siz orada ebedi kalacaksınız. Görülüyor ki arada gıyaba (üçüncü şahıs) bir
iltifat (yönelme) yapıldıktan sonra yine hitaba (ikinci şahıs) geçilmiştir. Ve
işte bu o cennettir ki siz buna yaptığınız ameller sebebiyle v aris
kılındınız.
İşte Allah için sevişip korunan müttakilere böyle denecek. Nitekim A'raf
Sûresi'nde de "Onlara işte yapmakta devam ettiğiniz sayesinde mirasçı
edildiğiniz cennet budur diye nida edilecektir." (A'raf, 7/43) buyurulmuştu.
("Miras" deyimi için oraya bkz.) Sizin için orada çok meyveler, yemişler var,
amellerin semeresi olarak Allah Teâlâ'nın ihsanı ile kat kat fazlalaştırılmış
olan lezzetli meyveler var, onlardan yiyeceksiniz. Meyve, açlık için değil, zevk
ve lezzet için yendiğ i için Cennet'te yalnız meyve yeneceği anlatılmıştır.
74-79- "Mücrimler şüphesiz cehennem azabındadır." Bununla da mücrimlerin
hali anlatılıyor ki âyette geçen "mücrim"lerden maksat, iman ve İslamı
olmayanlardır. Ey Mâlik; mâlik, cehennem muhafızının ismidir. Rabbin aleyhimizde
hüküm buyuruversin, yani işimiz, bitiriversin diye bağırışmaktadırlar ki
öldürüversin de bizi bu azabdan kurtarıversin demektir. Buna karşı buyurmuştur
ki her halde siz duracaksınız, kalacaksınız, size ölümle vesai r e ile kurtuluş
yok. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki, bu cevap da bin sene sonra verilir,
bazılarından yüz, İbnü Ömer Hazretlerinden de kırk diye rivayet olunmuştur, ki
üçü de kinaye yoluyla çokluk ifade etse gerektir. Andolsun ki biz size Hakk'ı g
önderdik. Fakat sizin çoğunuz hakkı sevmeyenlersiniz. Önceki ahd için, yani
Peygamberle gönderilen Hak dini, Tevhid ve Kur'ân, ikincisi "cins" içindir.
Çoğunluğun hoşlanmadığı mutlak olarak hak'tır. Gönderilen malum hakka göre hepsi
de hoşlanmayan k i mselerdir. "Yoksa işi sıkı mı büktüler?" Bu âyet mücrimlerin
ahiretteki hallerini anlatmaktan, Kureyş mücrimlerinin, dünyadaki hallerine
intikaldir. Mukatil'den nakledildiğine göre bu âyet, Mekke müşriklerinin
Daru'n-nedve'de Resulullah'a bir suikast t e rtibi kararlaştırmaları sebebiyle
nazil olmuştur.
İBRAM, bir ipi katlayıp sağlam bükmektir. Bu mânâdan her ne şekilde
olursa olsun, bir şeyi sağlamlaştırmak mânâsına da kullanılır. Mübrem muhkem,
sağlam demektir. Yani o tartışmacı hasım kavim yalnız Hakk'tan hoşlanmamakla
kalmayıp sağlam bir iş yaptılar, işi mübremleştirdiler, sağlamlaştırdılar mı?
Peygamber'e karşı bir tuzak kurmağa karar mı verdiler? Fakat işin sağlamını,
mübremini biz yaparız.
89-- "Şimdilik sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun" de. Onlar yakında
bilecekler." Şimdi bu Zuhruf Sûresi'nin sonu olan bu "Bilecekler!" uyarısını bir
çeşit beyan için Duhan Sûresi başlıyor: