15 Ekim 2012

ZEBAİH KİTABI İKİNCİ BÖLÜM

ZEBAİH KİTABI 
İKİNCİ BÖLÜM
İZAH
«Akıl hastasının ilh...» Hidâye'de de böyledir. Burada akıl hastasın-dan, aklı zayıf olan kimsedir.
Nitekim, Nihaye'den naklen İnaye'de de böy-ledir. Zira akıl hastasının ne kastı, ne de niyeti olur. Zira
besmele nasla şarttır. Besmele de kasıtla olur. Kastın sıhhati de bizim zikrettiğimizle yani
besmeleyi, .kesmeyi bildiği gibi kesmenin usullerini de bilmektedir.
Bundan dolayı Cevhere'de şöyle denilmiştir: «Bilmeyen akıl hastası-nın, çocuğun ve aklı başında
olmayan sarhoşun kestikleri yenilmez.» Şurunbulâliye.
Şu kadar var ki Tebyîn'de, «Allanın adı ile keserken niyeti kesmek olmasa da sahihtir.» denilmiştir.
Tebyin'deki bu ifade, tevile ihtiyaç ol-madığını ifade etmektedir. Bu şekilde denilmiştir.
Zeylaî'nin bundan sonraki sözünden dolayı bunda bir görüş vardır:/ «Zira niyetsib olarak kesen
kimsenin halinin zahiri delâlet ediyor ki, ke-silen hayvan üzerine okumuş olduğu besmele ile kesimi
kasdetmiştir.»
Zira daimi delinin kastı yoktur. Düşün.
«Besmeleyi biliyorlar ilh...» Hidâye'de; «Besmeleyi Ve kesimin usul­lerini bilse» ifadesi de ilave
edilmiştir. O zaman besmeleyi ve .taksim usullerini bilmenin ikisi de geçen ve gereken matufların
hepsinin kaydı-dır. Çünkü kayıtlarda iştirak asıldır. Nitekim bu takarrür etmiştir. Kuhistanî.
Burada «Bilmek» fiilindeki zakir kesene gider. Zannedildiği gibi ço-cuğa gitmez. Bunun anlamında
âlimler ihtilaf etmiştir. İnaye'de şöyle de-nilmiştir: «Bazı âlimler tarafından besmelenin lafzını
bilmesi şeklinde an-laşılmıştır. Bazı âlimler tarafından da besmele ile kesimin helâl olduğunu
bilmesi denilmiştir. Kesimin usullerini de bilmesi, yani şah damarlarının ve gırtlağın kesimin
şartlarından olduğunu bilmesidir.»
Ebussuud, Menahi-i Şurunbulâliye'den şunu nakletmiştir: «Amel et-meye layık olan birinci
görüştür. Zira besmele şarttır. Öyleyse onun öğ-renilmesi değil meydana gelmesi şarttır. O zaman
kesilen hayvanın helâl o!uşu çocuğun ancak kesilen hayvanın besmele ile helalliğini bilmesine
bağlı olmaz. Yani bunu ister bilsin, ister bilmesin zikretmesi yeterlidir.» Yazılı olarak görmezden
önce de kanaatim bu şekilde idi. Bunu Hakâik ve Bezzâziye'de olan da destekler.
Hakâik ve Bezzâziye'de olan şudur: «Eğer besmeleyi hatırladığı hal-de şart olduğunu bilmediği için
telaffuzunu terkederse, o adam unutan gibidir.»
«Sünnetsizin ilh...» Bunu musannif İbni Abbas'tan rivayet edilen «Sünnet olmayan kimsenin kestiği
mekruhtur.» sözünden kaçınmak içirt zikretmiştir. İtkanî.
«Ve dilsizin ilh...» Dilsiz, ister müslüman olsun, ister kitabî olsun, fark etmez. Çünkü onun
besmelenin telaffuzundan aciz olması kesiminin sıhhatine engel değildir. Namazının sıhhatine
engel olmadığı gibi.
«Kitabî olmayan kimselerin kestikleri helâl değildir ilh...» Bunun gi-bi dürzilerin kestikleri de
yenilmez. Nitekim Şâfiîlerden Hısmî bunu açık-ça söylemiştir. Hatta o: «Onların kestiklerinin
kursağından yapılan yağsız peynir bile helâl değildir.» demiştir. Bizim kaidelerimiz de buna
uygundur. Zira dürzîlerin indirilmiş bir kitabı olmadığı gibi gönderilen bir peygam-bere de
inanmazlar. Kitabi ise peygambere inanan ve indirilen bir kitabı ikrar edendir. Remlî.
Ben derim ki: Dürzîlerin beldelerinde çokça hıristiyan vardır. O za-man onların memleketinden yağlı
peynir ve yağsız peynir gelmiş olsa, dürzinin kestiğinin kursağı ile yapıldığı bilinmedikçe, onun
helâl olmadı-ğına hükmedilmez. Çünkü bu peynir veya yağsız peynir kursağın gayrı ile de yapılmış
olabilir, hayvanı bir hıristiyan da kesmiş olabilir. Düşün.
Av kitabının sonunda musannif zikredecektir ki, kesenin kesmeye ehil olduğunu bilmek şart
değildir. Bunun açıklaması orada gelecektir.
«Cinnî ilh...» Zira Mültekit adlı eserde şöyle denilmiştir: «Rasulullah (s.a.v.) cinlerin kestiğinin
yenilmesini nehyetmiştir.» Eşbah.
Açık olan odur ki, eğer insan şekline girmeden kesmişse helâl ol-maz. Eğer insan şeklin girerek
kesmişse,dış görünüşü, dikkate alına-rak yenilebilir. T.
«Cebrî ilh...» Açık olan odur ki, Eşbah sahibi bunu Kınye adlı eser-den nakletmiştir. Kınye'nin
ifadesi, bazı meşayihin ismini yazdıktan son-ra, aynen şöyledir: «Ebû Ali'den şu rivayet edilmiştir:
Cebriye inancında olanın babası da cebriye inancında olursa, kestikleri helâl olur. Çünkü o zaman
onlar zimmet ehli gibidirler. Eğer onun babası adalet ehlinden ise, kestiği helâl değildir. Çünkü o
zaman o mürted menzilesindedir.»
Kınye sahibinin burada Ebû Ali'den maksadı, Mutezile'nin reisi Ebu Ali el-Cubbâî'dir. Cebriye'den


maksadı da ehli sünnet ve cemaattir. Çün-kü Mutezile, ehli sünnete bu adı vermektedir. Nitekim
bunu Mutezileden olan Beyhâki-i Çeşmî'nin tefsirinden sözleri de açıklamaktadır. Adalet ehlinden
maksatları da kendileridirler. Nitekim bu, kelam ilminden bilin-mektedir. Eşbah sahibi mücbre'yi
değiştirerek cebriye yapmıştır. Minah.
Ben derim ki: Yine Eşbah sahibi adalet ehlini de değiştirerek sünnî yapmıştır. Zira mutezile
kendilerine ehli sünnet dememektedirler, «ehli adi» demektedirler. Zira onlar birşeyin en iyisini
yapmak Allahu Tealâya vacibtir derler. Yine onlara göre Allahu Teâlâ şerri yaratmaz. Çünkü on-lara
göre bunun aksi, yani Cenab-ı Allah'ın şerri yaratması zulümdür. Cenab-ı Allah kendisine layık
olmayan herşeyden münezzehtir.
Şu kadar var ki Eşbah sahibinin mücbire terimini cebriye ile değiş-tirmesinde bir zaruret yoktur.
Zira Seyyid Şerifin Tarifat adlı eserinde cebr şöyle tarif edilir: «Cebr, kulun fiilini Allah'a isnad
etmektir.»
Cebriye iki kısımdır, biri cebrî mutavassıta ki kula yapmış olduğu fiilde kesbi isbat eder, Eş'ariler
gibi. Bir de hâlis cebriye vardır ki, bu kulun fiilinde kula kesbi isbat etmez. Cehmiye gibi.
Cebriye kelimesi her iki sınıf için de kullanılır. Şu kadar var ki hâlis cebriler, «Kul cansızlar gibidir
ve Allahu Teâlâ birşey olmazdan önce onu bilmez ve Allah'ın ilmi hadistir ama bir yerde değildir,
ilim ve kudret gibi başkasının da vasfı olan şeylerle Allah vasıflandırılamaz, cennet ve ce-hennem
de fani olacaklardır.» derler. Onlar rüyeti inkârda ve Allah'ın ke-lâm sıfatının mahlûk sayılmasında
mutezileye uyarlar. Mevâkıf adlı eser-de de böyledir.
Velhasıl, eğer cehriye'den ehli sünnet vel cemaat ve onun babasının ehli adiden olması halinde
onun kestiğinin yenilmemesi, kastedilirse, Kın-ye adlı eserde olduğu gibi, o zaman bu ayrıntı
mutezilenin fasit akaidi ve ehli sünnet vel cemaatin tekfiri üzerine tahriç edilmiş olmaktadır. Çünkü
mutezile, ehli sünnetin Allahu Teâlâ'ya sıfat isnad etmekle kâfir olduğunu söylerler. Zira mutezile
der ki: Hıristiyanlar iki kadimi kabul etmeleri yüzünden kâfir sayıldılar. Birden fazla kadimi kabul
etmek nasıl olur?
Bu görüşün reddi Kelâm ilminde açıklanmaktadır.
Eğer cebriyeden maksat cehmiler ise, cehmilerin kestiği eğer babası sünnî ise helâl değildir. Çünkü
bu takdirde mürted sayılır. O zaman bu furû meselesi ehli nevanın kâfir olması üzerine bina edilir.
Halbuki fakihlerin çoğu ve kelâmcılara göre tercih edilen bunun aksinedir. Ehli heva fâsıktırlar,
asidirler, sapıktırlar, ama onların arkasında namaz kılı-nır, öldüklerinde namazları kılınır, onlar
müslümanlarla birlikte bizden miras alırlar.
İbnü'l-Hümâm Hidâye şerhinde şöyle der: «Evet, mezheb ehlinin ifadelerinde heva ehlinin çoğunun
kâfir olduğuna dair sözler vardır. Şu ka-darı var ki, o sözler müctehid olan fakihlerin sözlerinden
değildir. Belki başkasının sözüdür. Fakih olmayanın sözüne de itibar edilmez. Müctehidlerden
nakledilen de ehli nevanın kâfir olmamasıdır.»
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bu füru meselesi mu-tezilenin akaidi üzerine bina
edilmiştir. Şüphesiz o da bâtıldır. Eğer bizim akaidimiz üzerine bina edilmiş olsa, Eşbah sahibi de
bunu mutezilenin sûru meselesi üzerine kıyas etmiş olsa, zira onlar zira onlar bize farzetmişlerdir,
Eşbah sahibi de onlar gibi farzetmiş olsa, ki bu da onun «ba-bası sünnî olursa» sözünden
anlaşılmaktadır, o zaman bu füru meselesi tercih edilen görüşün aksi üzerine bina edilmektedir. Ki
bunun zikri uy-gun olmadığı gibi buna itimad da edilemez. Cebriye'nin kestiği helâl ol-maz dememiz
nasıl uygun olur? Zira bununla beraber biz, teslise inanan hıristiyanların ve yahudilerin kestiklerine
de helâl diyoruz. Zira onun sünnî babasının mezhebinden cebrîye mezhebine intikal etmesi de onu
İslâm'dan çıkarmaz. Zira o, gönderilen peygamberi ve indirilen kitabı tasdik etmektedir. O babasının
mezhebinden cebriyyeye herne kadar ha-ta da olsa Kur'an'dan bir delille geçmiştir. Nasıl olurda
hiçbir delili olma-dığı halde teslise kai! olan hıristiyandan daha aşağı olur? Belki o hıristiyan
teslisinde kendi inandığı Rasule ve Kitaba muhaliftir. Zira Allahu Teâlâ: «Ey Muhammedi Senden
önce gönderdiğimiz her peygambere: «Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin.» diye
vahyetmişizdir.» (Enbiya : 25) ve «Oysa onlar doğruya yönelerek dini yalnız Allah'a has kılarak O'na
kulluk etmekle emrolunmuşlardı.» {Beyyine: 5) buyurmuştur.
«Mürted gibidir ilh...» Bu helâl olmamasının illetidir.
«Bunun aksine bir yahudi ilh...» Bu sarihin «mürted gibidir» sözüne bağlıdır. Yani yahudinin kestiği
yenilir. Sarihin «intikal ettiği din üzere karar kılmaktadır.» sözü de yahudi ile mürted arasındaki
fark! ifade et-mektedir. Zira müslüman hangi dine intikal ederse etsin, İslâm'dan başka hiçbir şey
üzerine karar kılmaz.


«Kesim sırasında inandığı din muteberdir ilh...» Yani eskiden üzerin-de olduğu din değil, sonradan
intikal ettiği din muteberdir. Bu da külli bir kaidedir.
«Kitabîlik Allah'a şirk koşmaktan daha hafiftir ilh...» Zira nikâh bah-sinde geçti ki, çocuk anne ve
babasından zarar bakımından hangisi da-ha hafif ise ona tabi olur. Şüphesiz bir kitaba inanan,
herne kadar ki-tap neshedilmiş olsa da, putlara tapan bir müşrikten karar bakımından daha hafiftir.
Zira şüphesiz putperestin mücadelede sığınacağı bir delil yoktur. Ama bu kitaba inanan bunun
aksinedir. Zira o kitap neshedilmeden önce o hak dine sahipti.
«Kasden besmeleyi terkedenin kestiği de helâl değildir ilh...» Yani ister müslüman, ister kâfir olsun,
besmeleyi kasten terkeden kimsenin kestiği helâl değildir. Çünkü besmelenin kesim sırasında
okunması hu-susunda Kur'an'ın nassı olduğu gibi, Şafiîlerden kabul edenlerle birlikte icma da
vardır. İhtilaf ancak besmeleyi unutan hakkındadır. Bundan do-layı da besmele çekme konusunda
ictihad edilemez. Eğer hâkim, bes-melesiz kesilen hayvanın etinin satılmasına hükmetse, onun
hükmü nafiz değildir. Rasulullah'ın (s.a.v.) «Müslüman Allah'ın ismi ile keser. İster zik-retsin ister
zikretmesin.» sözü ise, unutkanlık hali üzerine hamledilir. Çünkü Peygamber'in bu hadisi ile Adiy
bin Hâtem'in «Birisi avın başında kendi köpeği ile başka bir köpek daha bulursa?» sorusuna
Rasulullah, «Onu yeme. Zira sen ancak kendi köpeğine besmele çekmişsindir. Seninkinden
başkasına değil.» buyurmuştur, hadisi arasındaki çelişkiyi gi-dermek gerekir. Bu da yukarıdaki
açıklama yönünde mümkün olur. Görü-lüyor ki Rasulullah burada haramlığı besmelenin terki ile
açıklamıştır. Bu konunun tamamı Hidâye ve şerhlerindedir.
Doğan kuşunu gönderdiği, okunu attığı veya kurşunu attığı zaman besmeleyi terketmesi de bu hilaf
üzerinedir. Hidâye.
«Şafiî buna muhalefet etmiştir ilh...» Metnin bazı nüshalarında, «İmam Şafiî kabul ettiği icmaa da
muhaliftir.» sözü de vardır. Nitekim bunu Zeylaî genişletmiştir.
«Besmeleyi unutarak terkederse ilh...» Biz Hakâik ve Bezzâziye'den naklen zikrettik ki besmelenin
kesimin şartlarından olduğunu bilmediği için terkeden de unutan gibidir. O zaman Bezzâziye ve
diğer kitaplarda olan mesele, sununla, karışık hale gelir. Mesela bir kimse besmele çeke-rek bir
hayvanı kesse, sonra ikinci bir hayvan kesse ve bir besmelenin ikisi için yeterli olduğunu zannetse,
helâl olmaz.
Ben derim ki: Şart olduğunu bilmeyen kimse ile az-çok bilen kimse arasında fark vardır. Birincisi
özürlüdür, ikincisi değildir. Çünkü ikincisi şart olduğunun aslını biliyor. Burada şart da fevrî
olmuştur. Nitekim ile-ride gelecektir.
Yukarıdaki meselede birinciyi kesmekle ikincideki fevrî oluş kesil-miştir. Halbuki şart olduğunu da
biliyordu. Şu kadar var ki Bedâyî'de zik-redilmiştir ki: «O kimsenin ikincisine'de yeterli olacağını
zannetmesi unutkanlık gibi özür kabul edilmez. Çünkü o şer'i hükümlerin bilinmemesi babındandır.
Şer'i hükmü de bilmemek özür değildir. Ama unutmak bunun aksinedir. Şöyle ki, birisi yemek
yemenin orucu bozmayacağını zanne-derek yese, bunun zannı özür sayılmaz.» Düşünülsün.
«imam Mâlik de buna muhalefet etmiştir ilh...» Bizim kitaplarımızın çoğu böyledir. Ancak Mâliki
mezhebinin meşhur kitaplarında zikredilen şudur: Av köpeğini veya doğan kuşunu avın peşine
gönderdiğinde ve ke-sim sırasında besmele çekilmelidir. Eğer kasten terkederse. Mâliki
mez-hebinin meşhur görüşü üzere onun eti yenilmez. Eğer unutarak terkeder-se, yenilir.
Gurerü'l-Efkâr.
«Filancadan ilh...» Ben derim ki, eğer burada atıf da yapmış olsa, 'yani «Bismillah! ve Allahümme
takabbel mln filanın» yani «Allah'ın adıy-la. Ey Allah'ım filancadan kabul et» dese, uygun olan
kesime bir zarar vermemesidir. Zira Gayetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Kesen kim-se
«Bismillah! sallallahü ala Muhammedin" yani «Allah'ın adıyla. Muhammed'e salât olsun» demiş
olsa, helâl olur. Uygun olan böyle dememe-sidir. Eğer vav ile demiş olsa, yenilmesi helâldir.»
Ama dal'ın esresi ve üstünü ile okursa, mesela «Bismillah! ve Muhammedin» veya «Muhammeden»
şeklinde okursa haram olur ilh...» Bu hükmü Gayetü'l-Beyân ve fetâvâ ve Ravza'dan nakletmiştir.
Zira üstün veya esre okunursa nahv kaidelerine göre Allah lafzının ya lafzından ve-ya mahallinden
bedel olmuş olur. O zaman haram olur.
«Bazı âlimler tarafından böyle söyleyen kimsenin kestiğinin haramlığı onun nahiv bilmesi ile
sınırlandırılmıştır ilh...» Yani bunu atıfsız olarak ve nahvi de bildiği halde esre veya üstün ile okursa
haram olur. Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer atıf yapmadan okursa bakılır: Eğer ötre ile
okumuşsa, helâldir. Eğer esre ile okumuşsa helâl değildir. Nevâzil'de de durum böyledir.»


Bazı âlimler de, «Böyle söyleyen kimsenin kestiğinin haramlığı onun nahiv bilmesi ile kayıtlıdır.»
demişlerdir. Bazı âlimler de, «Atıfsız olarak okuması halinde İmam Muhammed'den rivayet edilene
kıyas edilir ki, İmam Muhammed, namazda nahiv kaidelerinde hata yapmayı namazı müfsid olarak
kabul etmez. O zaman böyle bir hata ile kesilen hayvan da haram değildir. Zahîre'de de böyledir.»
demişlerdir.
Timurtaşî şöyle der: «Eğer vav'sız olarak okursa, bütün şekillerde he-lâl olur. Çünkü o vaslettiği
şekilde atıf yoluyla zikredilmemiştir. O zaman o vaslettiğinde bidatçı olmuş olmaktadır. Şu kadar
var ki bu mekruhtur. Zira şeklen de olsa, bir vasıl mevcuttur. Eğer vav ile vaslederse, yani
«Bismillah] ve Muhammedi'n» derse, eğer dal'ın esresi ile okursa; kestiği hayvan helâl olmaz.
Çünkü o adam o zaman hem Allah'ın, hem de Peygamber'in ismi ile kesmiş olmaktadır. Eğer
vaslettiğinde ötre ile «Muhammedün» şeklinde okursa, kestiği helâl olur. Çünkü ötre ile
okuduğun-da sözün başlangıcı olmaktadır. Eğer üstün ile okursa, bunda âlimler ih-tilaf etmiştir.»
Timurtaşî'nin bu zikrettiği Miraç ve Kifâye'de de mevcuttur.
Bedâyî'de de Timurtaşî'nin dediği ile tesbit yapılmıştır.
«Burada en uygun olanı iraba itibar edilmemesidir ilh...» Zeylaî'nin ifadesi şöyledir: «En uygun
olanı iraba itibar edilmemesidir. Atıfla okun-duğu takdirde mutlaka haramdır. Çünkü insanların
konuşması bunun üze-rine cari değildir.»
Şeyh Şilbî haşiyesinde şöyle demektedir: «Benim vakıf olduğum bü-tün nüshalarda böyledir. Bu da
açık değildir. Zira bizim buradaki sözümüz/ atfın bulunmadığındadır. Öyleyse açık olan odur ki,
atıfsız olarak okursa mutlaka haram değildir. Ebussuud.
T. de ânifen Nihaye'den geçenle bunu teyid etmektedir. Biz de Beyî'nin bunu tesbit ettiğini
zikrettik.
«Musannif bunu «Eğer atıf yaparsa haram olur» sözüyle ifade etmek-tedir ilh...» Zira bu sözün açık
anlam^ esre ve diğer hallerle birlikte atıf yaparsa, haramdır. Zira musannif bunu mutlak ifade
etmiştir. Hidâye'nin sözü gibi de dal'ın esresiyle «Muhammedin Rasulullahi» dememiştir. Bu
görüşünde Zeylaî'nin sözünün ifade ettiği olursa, o zaman musannifin sözü açık anlamı üzerine
hamledilmesi gerekir. Bunu şu teyid eder ki İbni Melek atıf şeklinde şöyle demiştir: «Bazı âlimler
tarafından, «Atıf şeklinde ötre ile«Muhammedün» şeklinde okursa, helâl olur.» denilmiş-tir.»
Şu kadar var ki, zikrettiğimiz Zeylaî'nin sözünün tamamı -ki Zeylaî bunu hiçkimseye isnad
etmemiştir- en kapsamlı olandır. Fakat Zeylaî'nin bu ifadesi açık olana binaen affedilmeme şeklinde
farzedilirse, o zaman Şilbî'den nakledilen iddia tercih edilir. Allah daha iyisini bilir.
«Eğer atıf yaparsa haram olur ilh...» Doğru olan da ancak budur. İbni Seleme diyor ki: «Hayvan
murdar olmaz. Zira eğer hayvan murdar olmuş olsa, onu zikreden kâfir olur.» Haniye.
Ben derim ki: Hayvanın murdar sayılmasından kişinin kâfir olması lazım geldiğini reddederiz.
Çünkü küfür bâtınî birşeydir. Küfürle hüküm vermek de çetin bir şeydir. 6 zaman ikisinin ara
ayırdedilir. Makdisî'nin şerhinde de böyledir. Şurunbulâliye.
«Veya falanın ismiyle ilh...» Bazı nüshalarda da «veya ve falanın is-miyle» şeklinde yazılıdır. Bu
daha açıktır. O zaman bundan maksat, atıf halinde, yani ismin falan kelimesine izafe edilmesinde,
isim kelimesinin tekrar edilip edilmemesi arasında fark yoktur.
«Çünkü Allah'dan başkasının adına kesilmiştir ilh...» Hidâye'de de böyledir. Zira Allah'ın ismini
zikretmek ancak ortaksız olarak sırf Allah'ın ismini zikretmekle olur.
«iki yer vardır ki ben orada zikredilmem ilh...» Burada şu anlaşılır ki, bu iki şeyde Peygamber'in
ismini anmak haram kılınmaktadır. Çünkü kesilen hayvanın üzerine Peygamber'in ismini zikretmek
o hayvanın eti-ni-haram kıldığı gibi. hayvan da murdar ölmüş olur. Nitekim bununla il-gili ayrıntı
geçti.
Aksırma sırasında Peygamber'in ismi zikredilse, hüküm yine böyle midir? Veya aksırma sırasında
Peygamber'in isminin zikredilmesi birin-cinin hilafına mıdır? Araştırılsın. T.
«Şekil ve anlam bakımından besmeleden ayırsa ilh...» Yani besmele ile başkasının arasını ayırsa.
Musannifin «Şekil ve anlam bakımından» sözleri ise, bana açık olduğuna göre, ya şeklen veya
manen ayırsa şeklinde anlaşılmalıdır. Musannifin «yatırmazdan önce» sözü de besmele ile dua
arasındaki şekil ve mana bakımından ayırmanın örneğidir. Yine musannifin «kesimden sonra dua
etse» sözü de bunun örneğidir. Musan-nifin «Besmeleden önce dua etse» sözü de yalnız manen
ayırmanın ör-neğidir. Zira hayvanı yatırsa, sonra dua etse, duayı besmele ve kesim takip etse, o
zaman şeklen fasıla yapılmış olmaz. Belki manen yapılmış olur. Zira gerekli olan, besmelenin


ayrılmasıdır. Bu da hasıl olmuştur. Ama besmeleden sonra, kesimden önce dua ederse, mesela,
«Bismillahi Allahümme takabbel minnî av ağfirli» yani «Allah'ın adıyla. Allah'ım ben-den duamı
kabul et yahut beni bağışla» dese, o zaman mecruh olur. Çün-kü besmeleyi ayırarak söylememiştir.
Nitekim bunu Şurunbulali de Zahi-re ve diğer kitaplardan nakletmiştir.
«Sakınca yoktur ilh...» Yani mekruh değildir. Zira Peygamber (s.a. v.) dan rivayet edilmiştir ki.
Peygamber hayvanı kestikten sonra «Ya rabbi Sen bunu Muhammed'in ümmetinden senin
vahdaniyetine ve benim de tebligatıma şehâdet edenler için kabul et.» diye dua etmiştir. Peygamber
(s.a.v.) bir hayvanı kesmek istediğinde şöyle derdi: «Ya Rabbi bu sen-dendir. Senin içindir.
Namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm Alemle-rin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı
yoktur, böyle emrolundum ve ben müslümanlardanım. Allah'ın adıyla. Allah en büyüktür.» Son-ra
da keserdi. Hz. Ali'den de bu şekilde rivayet edilmiştir. Zeylaî ve diğer kitaplar.
«Besmelede şart olan, hâlis zikirdir ilh...» Yani hâlis zikir, Allahu ekber Allahu ecel, Allahu azam
gibi herhangi bir ismi bir sıfatla zikretmek veya Allah, Rahman gibi sıfatsız olarak yalnız ismi
zikretmektir. Ayrıca tehlil (La ilahe illallah) ve teşbih (Sübhanallah) da hâlis zikirdir. Bunlar,!
zikrederse, ister besmeleyi zikretsin, ister zikretmesin, ister bunu Arap­ça söylesin, ister Arapça
ylemesin -velev ki Arapça söylemeye gücü yetse bile- kâfidir. Bu besmelenin bizzat kesen
kimseden olması da şart-tır. Başkasından değil. Hindiye.
Besmele çekmenin diğer şartları da aşağıda belirtilecektir. Uygun olan, 'şartlar çoğaltmamaktır.
Ayrıca bu besmele ile başka bir yaratığı tazim kasdedilmemelidir. Zira ileride "geleceği gibi eğer
hayvan Emirin gelişi veya benzeri birşey için kesilirse, haram olur. Keserken üzerine besmele
çekilse bile. hüküm değişmez.
«Besmeleyi irade ederse ilh...» Musannif bununla kaydetmiştir. Zi-ra Gayetü'l-Beyân'da -şöyle
birşey yardır: «Kesen kimse hayvanı keserken<ELHAMD?œLILAH?» veya «Sübhanallah» dese, ama
bununla besmeleyi kas-etmese, onun eti yenilmez.»
Şeyhülislam şerhinde şöyle demektedir: «Zira bu ifadeler, besmele çekme konusunda açık
değildirler. Tesmiye babında açık olan ancak» «Bismillah» şeklindeki besmeledir. O zaman bunlar
kinaye olurlar. Kinaye de açık olanın yerine ancak niyetle geçer. Talâkın kinayelerinde olduğu gibi.»
«Çünkü besmeleyi kasdetmemiştir ilh...» Sarih bu sözüyle aksırdığı için «Elhamdülillah» demiş
olduğunu anlatmak istiyor. Eğer bu söylediği «Elhamdülillah»la kesimi kasdetseydi, helâl olurdu.
Niyeti olmasa da hüküm yine böyledir. Şurunbulaliye.
Ben derim ki: Son sözde bir görüş vardır. Zira anifen bildin ki, el-hamdülillah denilmesi besmeleden
kinayedir. Ama «Bismillah!» denilmesi«Elhamdülillah» denmesinin aksinedir. Zira bismillah dediği
zaman hiçbir niyeti olmasa da sagittir ve kestiği hayvan helaldir. Nitekim ileride ge-lecektir. Zira
bismillah kinaye değil açık bir ifadedir. Açık ifadelerde deniyete gerek yoktur.
«Hutbe niyetiyle demesine hamletmektir ilh...» Yani o elhamdülillah ile hutbeye elhamdülillah
demeye niyet etmiştir. Bunda da bir görüş var-dır. Görüş şudur: O zaman kesimle hutbe arasında
bir fark olmaz. Zira .sen bildin ki, kesimde eğer elhamdülillah dese, yine hutbede olduğu gibi
onunla kesime niyet etmesi gerekir.
Hâniye'nin metni şöyledir: «Eğer aksırsa ve «Elhamdülillah» dese, bundan aksırma için hamde
niyet etmişse, kestiği helâl olmaz. Ama min-berin üzerinde aksırır ve «Elhamdülillah» derse bunun
aksinedir. Zira Ebû Hanife'den nakledilen iki rivayetten birisinde hutbesi caizdir. Çünkü Cuma
hutbesinde emredilmiş olan mutlaka Allah'ın zikridir. Kesimde ise Alla-tıu Teâlânın isminin hayvan
üzerine zikredilmesi şarttır.»
Bu metnin benzeri Zahire ve Mirac'ta da mevcuttur. Cuma konusunda geçen ifade Hâniye'nin «İki
rivayetten birisinde» sözünde andığı diğer rivayet üzerine hamledilmesi halinde uzlaşma sağlanır.
Sağlam olan da budur. Musannifin Cuma bahsindeki ifadesi şöyledir: «Eğer aksırdığı için Allaha
hamdederse, bunun hamdi mezhebin görüşü üzerine hutbedeki hamdin yerine geçmez.»
«Bismillah! Allahu ekber demesi müstahabtır ilh...» Yani bismillah kelimesindeki ha'yı telaffuz
etmesidir. Eğer telaffuz etmez «Bismillah» derse, eğer bununla kasdı Allah'ı zikri ise, kestiği helâl
olur. Eğer kasdı,; .Allah'ın zikri değil, kasdı ha harfinin telaffuzunu terk ise, kestiği helâl : olmaz.
İtkanî, Hülasa'dan.
«Çünkü vav'la söylemesi besmelenin fevri oluşunu keser ilh...» İt-kanî, «Bunda bir görüş vardır.»
demektedir. Görüşün şekli, yakında fevrî oluşun kesilmesi bahsinde gelecektir. Bu sözden açık
olan şudur ki, fev-rî oluşu keser sözünden maksat, fevrî oluşun tam olmasını keser demek-tir.


Yoksa, kesilenin murdar olması ve faslın da mekruh değildir. Haram olması lazım gelir. Şu kadar
var ki bunda da bir görüş vardır. Şöyle ki, eğer besmeleyi kastederek yalnız Allahu ekber dese
yeterli olur. Düşü-nülsün.
«Zeylaî bundan önce de ilh...» Zeylaî'nin ifadesi aynen şöyledir: «Ke-sim sırasında dillerde dolaşan
ancak «Bismillah! vallahu ekberdir.» Bu da Peygamber (s.a.v.) dan nakledilmiştir. Ali ve İbn
Abbas'tan da bunun benzeri rivayet edilmiştir. İbn Abbas bunu «Bağlı halde keserken üzerine
Allah'ın adını anın.» (Hac: 36) âyetinin tefsirinde söylemiştir.»
Zahîre'de Bakkal'dan naklen; «Bismillah! vallahu ekber» demek müstahabtır.» denilmiştir.
Cevhere'de de; «Eğer bismillahirrahmanirrahim derse, güzel olur.» denilmiştir.
«Keserken besmele çekse ilh...» Yani bismillah dese. Nitekim Hâniye'de de böyle tabir edilmiştir.
Zira yukarıda geçtiği gibi niyet kinayede gereklidir.
«Sahihtir ilh...» Yani umum fakihlere göre doğru olan do ancak bu-dur. Haniye.
«Allahu ekber dese ilh...» Bu görüş musannifin yukarıdaki «bunun aksine» sözü ile bağlantılıdır.
«Kesen kimsenin ilh...» Musannif burada «kesen kimse» ile hayvanı helâl yapan adamı kastetmiştir
ki, bu söz ağ atana, köpeği veya doğanı ava göndereni de kapsamına alır. H.
Musannif bu sözüyle kesen kimse yerine bir başkasının besmele çekmesinden kaçınmıştır. O
zaman kesen değil, yanındaki bir başkası besmele çekse, onun kestiği helâl olmaz. Nitekim biz
bunu yukarıda zik-rettik.
Musannif burada kesen adamla hayvanı helâl kılanı kasdetmiştir ki, bu birlikte kesen iki adamı da
içine alır. O zaman kesen iki kişiden birisi bismillah dese diğeri kasdi olarak terketse, o hayvanın
etini yemek he­lâl olur. Nitekim Tatarhaniyede de böyledir. Musannif bunu kurban bah­sinin
sonunda bilmece olarak soracak ve cevabını da şiir şeklinde söy-leyecektir.
«Kesim sırasında ilh...» Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Sonra besmele ihtiyari kesimde kesim
sırasında şarttır. O besmele de kesilen hayvanın üzerine zikredilmelidir. Avda ise, gönderdiği veya
attığı zaman av âleti üzerine zikredilmelidir. Hatta bir koyunu yatırsa, üzerine bismillah dese, aynı
besmele ile başka bir koyunu kesse, caiz olmaz. Eğer bir ava ok atsa atarken besmele çekse, o ok
hedef aldığına değil başka birisine isabet etse, helâl olur. Köpeği veya av kuşunu salmak da
yledir. Bir koyunu yatırsa, üzerine besmele çekse, sonra bıçağı atsa, başka bir bıçakla kesse,
yine helâl olur. Fakat okun üzerine besmele çekse, sonra başka bir ok atsa, isabet ettiği hayvan
yenilmez.»
«Talebinden vazgeçmemişse ilh...» Bu görüş, üç meselenin de kaydı-dır. H.
Eğer denilse ki, fakihler demişlerdir ki, yaban eşeğini avlamak için bir tuzak kursa, sonra eşeği
orada ölü olarak bulsa, helâl olmaz. Buna cevaben derim ki, Bezzazî, «İki söz arasında uygunluk
şöyle sağlanır: Fakihlerin helâl olmaz sözü, tuzağı kuranın avdan vazgeçmesine hamledilir. Eğer
ona hamledilmezse, o zaman tuzağı kurma sırasındaki besmeledeki besmelenin ne faydası kalır.»
Minah.
Ben derim ki: Ferâiz konusundan hemen önce, müteferrik meseleler bahsinde Zeylaî'nin
zikrettiğine aykırı olur. Zeylaî'nin zikrettiği şudur: «Aynı saatta gittiğinde o yaban eşeğini ölü olarak
bulsa, yine onun eti yenilmez. Çünkü şart onu bir insanın ya yaralaması, ya da kesmesidir Yaralayıp
kesmeden o boynuzlanarak veya yüksek bir yerden düşerce ölene benzer. Sarih bunun üzerinde
orada kesin olarak durmuştur. Ancak şöyle denilebilinir: Zeylaî'nin sözü Kenz'in ve diğerlerinin
sözlerine aykırıdır. Zira Kenz sahibi şöyle demektedir: Eğer ikinci günü gitse, onu yaralanmış ve
ölmüş olarak bulsa, yine eti yenilmez.» İşte Kenz'in b sözü Bezzâziye'nin uygun bulunmasını
destekler, herne kadar Zeylaî, Kenz sahibinin ikinci gün ile takyid etmesini ihtirazi bir kayıt değil
ittifakı bir kayıt olarak vaki olduğunu söylese de sonuç değişmez. Umulur ki Zeylaî'nin «hela!
değildir» sözünden maksadı, eğer ihtiyarî kesime gücü varken kesmemişse, helâl olmamasıdır.
Yoksa, bir insanın zaruri kesim-de bilfiil yaralaması şart değildir. Düşünülsün.
«İlende gelecektir ilh...» Yani kitabın sonunda müteferrik meseleler bahsinde gelecektir. Sen orada
gelecek olanın bu bahse olan aykı-rılığını anladın.
«Meclis değişmeden ilh...» Yani hakikaten veya hükmen, uzun bir fasıla gibi, meclis değişmeden.
Nitekim bu ileride gelecektir.
Zeylaî şöyle demektedir: «Bir kimse hayvanın üzerine besmele çek-se, sonra az bir konuşmak, su
içmek, ekmek yemek, bıçağı bilemek gibi şeylerle meşgul olsa ve sonra kesse, helâl olur. Ama eğer


meşgul oldu-ğu iş çok olursa, helâl olmaz. Çünkü kesmeyi besmeleye bitişik olarak yapmak
mümkün değildir. Ancak çok büyük zorlukla mümkün olur. Bu-rada meclis bitişmenin yerine
geçmektedir. Az bir iş bitişmeyi kesmez. Çok iş ise, onu keser.»
«Fiil çoğaltmaktadır ilh...» Hükmen de olsa, meclis değişmiş olur.
«Bıçağını bilese, fevri oluş kesilir ilh...» Bu görüş bizim ânifen Zeylaî'den naklen zikrettiğimize
aykırıdır. Bıçak bilemeyi .uzun bir süre ile kaydetmek mümkündür. Zeylaî'nin yukarıdaki sözlerinin
akışı da bunu gösterir. Yine Zeylaî'nin Cevhere'deki «Bıçağını az bir süre bilemiş olsa, yeterlidir.»
sözü de bunu gösterir.
Şu kadar var ki, Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Zaferanî'nin kur-ban bahsinde şöyle
denilmektedir: «Eğer bıçağını bilerse ister bileme süresi az, ister çok olsun, besmele ile kesim
arası kesilmiş olur.»
«Devenin göğsün bitim yerinden kesilmesi mahbubtur ilh...» Musan-nif devenin göğsün bitim
yerinden kesilmesini mahbub olarak vasıflan-dırması Hidaye'nin «müstahab» demesine
uymasından dolayıdır. Kenz'de de «sünnettir» denilmiştir. Umulurki Hidâye sahibinin burada
«müstahab» tan maksadı bir terim olan müstahab değildir. Hidâye sahibinin burada-ki maksadının
terim anlamında müstahab olmadığını, «Müstahab sayıl-masına gelince, tevarüs eden sünnet(c)
uygunluğundandır, sözü de ifade etmektedir. O -zaman Kenz sahibi ile Hidâye sahibi arasında bir
muha-lefet yoktur. Şurunbulaliye.
Ben derim ki: Yine Hidâye sahibinin müstahabtan maksadının ıstılahi müstahab olmadığını onun
«deveyi göğsün bitim yerinden kesmeyi ter-ketmek mekruhtur.» sözü de desteklemektedir.
«Göğsün bitim yerinden (nahr) kesmek ilh...» Yani nahr, damarları boyunun alt tarafından göğsün
bitim yerinden kesmektir. Zebh ise, Da-marları boynun üst tarafından, çenenin altından kesmektir.
Zeylaî.
Biliniz ki, deve kuşu ve ördek de deve gibi kesilir. Burada külli kaide şudur: Eti helâl olan
hayvanlardan boynu uzun olanların hepsi, boğazın alt tarafından kesilir. Ebussuud İbyarî'nin Kenz
şerhinden.
Muzmarat'ta şöyle denilmektedir: «Sünnet, devenin ayakta kesilme-sidir. Koyun ve sığır ise
yatırılarak kesilir.» Kuhistanî.
«Mekruhtur ilh...» Uygun olan buradaki kerahetin tenzihi kerâhat olmasıdır. Ebussuud, Deyrî'den.
«İmam Malik bunu men etmiştir...» İmam Malik'in mebebinde meş-hur olan zaruretten boyun alt
tarafından kesilirse onun yenilmesinde bir sakınca yoktur. Eğer zaruretten dolayı böyle kesilmiş
değilse hayvanın deve gibi kesilmesi mekruhtur. Ebussuud, Deyri'den.
«Sığır ve koyun gibi hayvanlardan vahşileşenlerin yaralanmaları yeterlidir ilh...» Hidaye'de şöyle
denilmektedir: «Koyun ve sığır gibi ehli hayvanlardan vahşîleşenlerin yaralanmalarının yeterli
olduğu mutlak zikredilmiştir.» İmam Muhammed'den şu rivayet edilmiştir: «Koyun eğer sahrada
vahşileşirse, o zaman onu kesimi yaralamakladır. Ama eğer şehirde vahşileşirse, onu yaralamakla
helâl olmaz. Çünkü koyun kendi nefsini savunamaz, onu şehirde yakalamak mümkündür. O zaman
onu yakala-makta bir acizlik olmadığı için yaralamak yeterli değildir. Ama sığır ile deveye gelince,
onlar ister şehirde, ister sahrada vahşileşsinler, aynıdır. Çünkü onlar kendilerini savunurlar.
Onların yakalanması mümkün değil-dir. Herne kadar şehirde de vahşîleşseler.»
Bu ayrıntı da Cevhere ve Dürer'de de açıklanmıştır. Bu ayrıntı zaruri kesimin açıklamasının
gereğidir.
«Vahşileşen ilh...» Yani vahşi olsa, insanlardan kaçsa ve kesimi mümkün olmasa. Vahşileşen
hayvanı yaralamak için atılan ok eğer boy-nuzuna veya tırnağına isabet ederse, bakılır: Eğer oradan
kan çıkarırsa, helâl olur. Yok eğer kan çıkarmazsa helâl olmaz. İtkanî.
«Kesimi güç olan ilh...» Bu cümle bir öncekinden daha kapsamlıdır. Şurunbulâliye'de
Münyetü'l-Müftî'den naklen şöyle denilmiştir: «Bir deve veya sığır şehirde kaçarsa, eğer sahibi
onun ancak çok bir cemaatla tutulabileceğini, aksi halde tutulamayacağını bilirse, onu vurabilir.»
O zaman, teazzur değil, belki taassur şarttır.
«Kuyuya düşen ilh....» Düşse ve yaralamakla da öleceği bilinse veya öleceğini bilmek güç olsa, zira
halin zahiri ölümün yaralanmadan oldu-ğunu gösterir, helâl olur. Eğer yaralama ile ölmeyeceğini
bilse, onun eti yenilmez. Tavuk da bunun gibi, bir ağaca asılı kalsa, onun orada ölme-sinden
korkutsa, onun kesimi de yaralamaktır. Zeylaî.


«Kesmek kastıyla öldürürse ilh...» Yani, yaraladığı zaman besmele çekerse. Ama ona saldıran
hayvanı yaraladığı zaman onun kesimini kasdetmezse, besmele de çekmese belki nefsini
savunmak için yaralasa, onun haramlığında şüphe yoktur.
«Hayvan helâl olur ilh...» Yani onu yakalamaya kadir olmazsa. Kıy-metine de zamin olur. İtkanî.
«Nihâye'de ilh...» Bu ifade ediyor ki, fakihlerin «Yavrunun çoğunlu-ğu çıkarsa, onun diri olduğuna
itibar edilir.» sözleri insanlara aittir. Zira eğer yavrunun anne karnında hayatta olduğuna itibar
edilmezse onun kesiminede itibar edilmez. Yazılsın. Rahmet.
«Yavruyu kesmiş olsa ilh...» Yani onun hayatta olduğunu anladık-tan sonra elini uzatıp kesse.
«Bir rivayete göre helâl olur ilh...» Uygun olan, sarihin «bir görüşte» demesiydi. Zira musannif bunu
Kınye'den bazı meşayihe isnadla nakletmlştir. Diğer bazı âlimler de «O helâl olmaz. Ancak, izerde
damarları keserse helâl olur.» T. Bunu ifade etmiştir.
«Nefesi'nin manzumesinde şöyle birşey vardır ilh...» Beytin manası şudur: «Anne karnındaki cenin
kendi başına kesilirse helâldir, kesilmezse, helâl olmaz. Kesildikten sonra anne karnından ölü
olarak çıkarsa, an-nesine tabî olmaz.» O zaman beytin ikinci bölümü birinci bölümü tefsir
etmektedir.
«Zekâte şeklinde okunması ilh...» O zaman bu hami üzerinde kar-şılık yoktur. Çünkü bu teşbihtir.
Eğer ötre ile okunmuş olsa, yine teş-bihtir. Zira teşbihte ötre ile okunması birincisinden daha
kuvvetlidir. Ni-tekim İlm-i Beyân'da bu bilinmiştir. Bazı âlimler tarafından, «Hadiste ev-vela ceninin
kesilmesinin zikredilmesi teşbihe delâlet eder.» denilmiştir.
«Annenin kesimi cenini yok etmek demek değildir ilh...» Sarihin bu sözü sorulacak, şu sorunun
cevabıdır: Eğer cenin annesinin kesimi ile helâl olmazsa, hayvan hâmile iken kesimi hela! olmaz.
Çünkü hayvanı telef etmiş olunmaktadır.
Bu sorunun cevabı şudur: Annenin kesiminde yavruyu yok etmek yoktur. Çünkü onun ölümü kesin
olarak bilinmemektedir.
Şu kadar var ki Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer hayvanın do-ğumu yakınsa kesilmesi
mekruhtur.»
Bu füru meselesi, Ebû Hanîfe'nin görüşüne göredir. Cenin annesi-nin kesiminden sonra, canlı
çıkar, fakat onu kesmeye vakit bulamadan ölürse onun eti yenir. Bu mesele de İmameyn'in görüşü
üzerine ayrıntı yapılır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...