ZEBAİH KİTABI
İKİNCİ BÖLÜM
İZAH
«Akıl hastasının ilh...» Hidâye'de de böyledir. Burada akıl hastasın-dan, aklı zayıf olan kimsedir.
Nitekim,
Nihaye'den naklen İnaye'de de böy-ledir. Zira akıl hastasının ne kastı, ne de niyeti olur. Zira
besmele
nasla şarttır. Besmele de kasıtla olur. Kastın sıhhati de bizim zikrettiğimizle yani
besmeleyi,
.kesmeyi bildiği gibi kesmenin
usullerini de
bilmektedir.
Bundan
dolayı Cevhere'de şöyle denilmiştir:
«Bilmeyen akıl hastası-nın, çocuğun ve aklı başında
olmayan
sarhoşun kestikleri yenilmez.» Şurunbulâliye.
Şu
kadar var ki Tebyîn'de, «Allanın
adı ile keserken niyeti kesmek olmasa da sahihtir.» denilmiştir.
Tebyin'deki bu ifade, tevile ihtiyaç ol-madığını ifade etmektedir. Bu şekilde denilmiştir.
Zeylaî'nin bundan sonraki sözünden dolayı bunda bir görüş vardır:/
«Zira niyetsib olarak kesen
kimsenin
halinin zahiri delâlet ediyor ki, ke-silen hayvan üzerine okumuş olduğu besmele ile kesimi
kasdetmiştir.»
Zira
daimi delinin kastı yoktur.
Düşün.
«Besmeleyi
biliyorlar ilh...» Hidâye'de; «Besmeleyi Ve kesimin usullerini bilse» ifadesi de ilave
edilmiştir.
O zaman besmeleyi ve .taksim usullerini bilmenin ikisi de geçen ve gereken matufların
hepsinin
kaydı-dır. Çünkü kayıtlarda
iştirak asıldır. Nitekim bu takarrür etmiştir.
Kuhistanî.
Burada
«Bilmek» fiilindeki zakir kesene gider. Zannedildiği gibi ço-cuğa gitmez. Bunun anlamında
âlimler
ihtilaf etmiştir. İnaye'de şöyle de-nilmiştir: «Bazı âlimler tarafından besmelenin lafzını
bilmesi
şeklinde an-laşılmıştır. Bazı âlimler tarafından da besmele ile kesimin helâl olduğunu
bilmesi
denilmiştir. Kesimin usullerini de bilmesi, yani şah damarlarının ve gırtlağın kesimin
şartlarından
olduğunu bilmesidir.»
Ebussuud,
Menahi-i Şurunbulâliye'den şunu nakletmiştir: «Amel et-meye layık olan birinci
görüştür.
Zira besmele şarttır. Öyleyse onun öğ-renilmesi değil meydana gelmesi şarttır. O zaman
kesilen
hayvanın helâl o!uşu çocuğun ancak kesilen hayvanın besmele ile helalliğini bilmesine
bağlı
olmaz. Yani bunu ister bilsin,
ister bilmesin zikretmesi yeterlidir.» Yazılı olarak görmezden
önce
de kanaatim bu şekilde idi. Bunu Hakâik ve Bezzâziye'de olan da destekler.
Hakâik
ve Bezzâziye'de olan şudur: «Eğer
besmeleyi hatırladığı hal-de şart
olduğunu bilmediği için
telaffuzunu
terkederse, o adam unutan
gibidir.»
«Sünnetsizin
ilh...» Bunu musannif İbni Abbas'tan
rivayet edilen «Sünnet olmayan kimsenin kestiği
mekruhtur.»
sözünden kaçınmak içirt zikretmiştir. İtkanî.
«Ve
dilsizin ilh...» Dilsiz, ister müslüman olsun, ister kitabî olsun, fark etmez. Çünkü onun
besmelenin
telaffuzundan aciz olması kesiminin sıhhatine engel değildir. Namazının sıhhatine
engel
olmadığı gibi.
«Kitabî
olmayan kimselerin kestikleri helâl değildir ilh...» Bunun gi-bi dürzilerin kestikleri de
yenilmez.
Nitekim Şâfiîlerden Hısmî bunu açık-ça söylemiştir. Hatta o: «Onların kestiklerinin
kursağından
yapılan yağsız peynir bile helâl
değildir.» demiştir. Bizim kaidelerimiz de buna
uygundur. Zira dürzîlerin indirilmiş bir kitabı olmadığı gibi gönderilen bir peygam-bere de
inanmazlar.
Kitabi ise peygambere inanan ve
indirilen bir kitabı ikrar edendir. Remlî.
Ben
derim ki: Dürzîlerin beldelerinde çokça hıristiyan vardır. O za-man onların memleketinden yağlı
peynir ve yağsız peynir gelmiş olsa, dürzinin kestiğinin kursağı ile yapıldığı bilinmedikçe, onun
helâl
olmadı-ğına hükmedilmez. Çünkü bu
peynir veya yağsız peynir kursağın gayrı ile de yapılmış
olabilir,
hayvanı bir hıristiyan da
kesmiş olabilir.
Düşün.
Av
kitabının sonunda musannif zikredecektir ki, kesenin kesmeye ehil olduğunu bilmek şart
değildir.
Bunun açıklaması orada gelecektir.
«Cinnî
ilh...» Zira Mültekit adlı eserde şöyle denilmiştir: «Rasulullah (s.a.v.) cinlerin kestiğinin
yenilmesini
nehyetmiştir.» Eşbah.
Açık
olan odur ki, eğer insan şekline girmeden kesmişse helâl ol-maz. Eğer insan şeklin girerek
kesmişse,dış görünüşü, dikkate alına-rak yenilebilir. T.
«Cebrî
ilh...» Açık olan odur ki, Eşbah sahibi bunu Kınye adlı eser-den nakletmiştir. Kınye'nin
ifadesi,
bazı meşayihin ismini yazdıktan son-ra, aynen şöyledir: «Ebû Ali'den şu rivayet edilmiştir:
Cebriye inancında olanın babası da cebriye inancında olursa, kestikleri helâl olur. Çünkü o zaman
onlar
zimmet ehli gibidirler. Eğer onun babası adalet ehlinden ise, kestiği helâl değildir. Çünkü o
zaman
o mürted menzilesindedir.»
Kınye sahibinin burada Ebû Ali'den maksadı, Mutezile'nin reisi Ebu Ali el-Cubbâî'dir. Cebriye'den
maksadı
da ehli sünnet ve cemaattir. Çün-kü Mutezile, ehli sünnete bu adı vermektedir. Nitekim
bunu
Mutezileden olan Beyhâki-i Çeşmî'nin tefsirinden sözleri de açıklamaktadır. Adalet ehlinden
maksatları da kendileridirler. Nitekim bu, kelam ilminden bilin-mektedir. Eşbah sahibi mücbre'yi
değiştirerek cebriye yapmıştır. Minah.
Ben
derim ki: Yine Eşbah sahibi adalet ehlini de değiştirerek sünnî yapmıştır. Zira mutezile
kendilerine ehli sünnet dememektedirler, «ehli adi» demektedirler. Zira onlar birşeyin en iyisini
yapmak
Allahu Tealâya vacibtir derler. Yine
onlara göre Allahu Teâlâ şerri yaratmaz. Çünkü on-lara
göre
bunun aksi, yani Cenab-ı Allah'ın
şerri yaratması zulümdür. Cenab-ı Allah kendisine layık
olmayan
herşeyden
münezzehtir.
Şu
kadar var ki Eşbah sahibinin
mücbire terimini cebriye ile değiş-tirmesinde bir zaruret yoktur.
Zira
Seyyid Şerifin Tarifat adlı eserinde cebr şöyle tarif edilir: «Cebr, kulun fiilini Allah'a isnad
etmektir.»
Cebriye iki kısımdır, biri cebrî mutavassıta ki kula yapmış olduğu fiilde kesbi isbat eder, Eş'ariler
gibi.
Bir de hâlis cebriye vardır ki, bu kulun fiilinde kula kesbi isbat etmez. Cehmiye gibi.
Cebriye kelimesi her iki sınıf için de kullanılır. Şu kadar var ki hâlis cebriler, «Kul cansızlar gibidir
ve
Allahu Teâlâ birşey olmazdan önce onu bilmez ve Allah'ın ilmi hadistir ama bir yerde değildir,
ilim
ve kudret gibi başkasının da vasfı
olan şeylerle Allah
vasıflandırılamaz, cennet ve
ce-hennem
de
fani olacaklardır.» derler. Onlar rüyeti inkârda ve Allah'ın ke-lâm sıfatının mahlûk sayılmasında
mutezileye
uyarlar. Mevâkıf adlı eser-de de böyledir.
Velhasıl, eğer cehriye'den ehli sünnet vel cemaat ve onun babasının ehli
adiden olması halinde
onun
kestiğinin yenilmemesi, kastedilirse, Kın-ye adlı eserde olduğu gibi, o zaman bu ayrıntı
mutezilenin
fasit akaidi ve ehli sünnet vel
cemaatin tekfiri üzerine tahriç edilmiş olmaktadır. Çünkü
mutezile,
ehli sünnetin Allahu Teâlâ'ya sıfat isnad etmekle kâfir olduğunu söylerler. Zira mutezile
der
ki: Hıristiyanlar iki kadimi kabul etmeleri yüzünden kâfir sayıldılar.
Birden fazla kadimi kabul
etmek
nasıl olur?
Bu
görüşün reddi Kelâm ilminde
açıklanmaktadır.
Eğer
cebriyeden maksat cehmiler ise, cehmilerin kestiği eğer babası sünnî ise helâl değildir. Çünkü
bu
takdirde mürted sayılır. O zaman bu furû meselesi ehli nevanın kâfir olması üzerine bina edilir.
Halbuki
fakihlerin çoğu ve kelâmcılara göre tercih edilen bunun aksinedir. Ehli heva fâsıktırlar,
asidirler, sapıktırlar, ama onların arkasında namaz kılı-nır, öldüklerinde namazları kılınır, onlar
müslümanlarla birlikte bizden miras alırlar.
İbnü'l-Hümâm
Hidâye şerhinde şöyle der: «Evet, mezheb ehlinin ifadelerinde heva ehlinin çoğunun
kâfir
olduğuna dair sözler vardır. Şu
ka-darı var ki, o sözler müctehid
olan fakihlerin sözlerinden
değildir.
Belki başkasının sözüdür. Fakih olmayanın sözüne de itibar edilmez. Müctehidlerden
nakledilen
de ehli nevanın kâfir olmamasıdır.»
Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşıldığı gibi bu füru meselesi mu-tezilenin akaidi üzerine bina
edilmiştir.
Şüphesiz o da bâtıldır. Eğer bizim akaidimiz üzerine bina edilmiş olsa, Eşbah sahibi de
bunu
mutezilenin sûru meselesi üzerine kıyas etmiş olsa, zira onlar zira onlar bize farzetmişlerdir,
Eşbah
sahibi de onlar gibi farzetmiş olsa, ki bu da onun «ba-bası sünnî olursa» sözünden
anlaşılmaktadır, o zaman bu füru meselesi tercih edilen görüşün aksi üzerine bina edilmektedir. Ki
bunun
zikri uy-gun olmadığı gibi buna
itimad da edilemez. Cebriye'nin kestiği helâl ol-maz dememiz
nasıl
uygun olur? Zira bununla beraber biz, teslise inanan hıristiyanların ve yahudilerin kestiklerine
de
helâl diyoruz. Zira onun sünnî babasının
mezhebinden cebrîye mezhebine intikal etmesi de onu
İslâm'dan
çıkarmaz. Zira o, gönderilen peygamberi ve indirilen kitabı tasdik etmektedir. O babasının
mezhebinden
cebriyyeye herne kadar ha-ta da olsa Kur'an'dan bir delille geçmiştir. Nasıl olurda
hiçbir
delili olma-dığı halde teslise kai! olan hıristiyandan daha aşağı olur? Belki o hıristiyan
teslisinde
kendi inandığı Rasule ve Kitaba muhaliftir. Zira Allahu Teâlâ:
«Ey Muhammedi Senden
önce
gönderdiğimiz her peygambere: «Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin.» diye
vahyetmişizdir.» (Enbiya : 25) ve «Oysa onlar
doğruya yönelerek dini yalnız Allah'a has kılarak O'na
kulluk
etmekle emrolunmuşlardı.» {Beyyine: 5)
buyurmuştur.
«Mürted
gibidir ilh...» Bu helâl olmamasının illetidir.
«Bunun
aksine bir yahudi ilh...» Bu sarihin «mürted gibidir» sözüne bağlıdır. Yani yahudinin kestiği
yenilir.
Sarihin «intikal ettiği din üzere karar kılmaktadır.» sözü de yahudi ile mürted arasındaki
fark!
ifade et-mektedir. Zira müslüman
hangi dine intikal ederse etsin, İslâm'dan başka hiçbir şey
üzerine
karar
kılmaz.
«Kesim
sırasında inandığı din muteberdir ilh...» Yani eskiden üzerin-de olduğu din değil, sonradan
intikal
ettiği din muteberdir. Bu da külli
bir kaidedir.
«Kitabîlik
Allah'a şirk koşmaktan daha hafiftir
ilh...» Zira nikâh bah-sinde geçti ki, çocuk anne ve
babasından
zarar bakımından hangisi da-ha hafif ise ona tabi olur. Şüphesiz bir kitaba inanan,
herne
kadar ki-tap neshedilmiş olsa da, putlara tapan bir müşrikten karar bakımından daha hafiftir.
Zira
şüphesiz putperestin mücadelede sığınacağı bir delil yoktur. Ama bu kitaba inanan bunun
aksinedir. Zira o kitap neshedilmeden önce o hak dine sahipti.
«Kasden
besmeleyi terkedenin kestiği de helâl değildir ilh...» Yani ister müslüman, ister kâfir olsun,
besmeleyi
kasten terkeden kimsenin kestiği helâl değildir. Çünkü besmelenin kesim sırasında
okunması
hu-susunda Kur'an'ın nassı olduğu
gibi, Şafiîlerden kabul edenlerle birlikte icma da
vardır.
İhtilaf ancak besmeleyi unutan
hakkındadır. Bundan do-layı da besmele çekme konusunda
ictihad
edilemez. Eğer hâkim, bes-melesiz kesilen hayvanın etinin satılmasına hükmetse, onun
hükmü
nafiz değildir. Rasulullah'ın
(s.a.v.) «Müslüman Allah'ın ismi ile keser. İster zik-retsin ister
zikretmesin.» sözü ise, unutkanlık hali üzerine hamledilir. Çünkü Peygamber'in bu hadisi ile Adiy
bin
Hâtem'in «Birisi avın başında kendi
köpeği ile başka bir köpek daha bulursa?» sorusuna
Rasulullah,
«Onu yeme. Zira sen ancak kendi köpeğine besmele çekmişsindir. Seninkinden
başkasına değil.» buyurmuştur, hadisi arasındaki çelişkiyi gi-dermek gerekir. Bu da yukarıdaki
açıklama yönünde mümkün olur. Görü-lüyor ki
Rasulullah burada haramlığı
besmelenin terki ile
açıklamıştır. Bu konunun tamamı Hidâye ve
şerhlerindedir.
Doğan
kuşunu gönderdiği, okunu attığı veya kurşunu attığı zaman besmeleyi terketmesi de bu hilaf
üzerinedir.
Hidâye.
«Şafiî
buna muhalefet etmiştir ilh...» Metnin bazı nüshalarında, «İmam Şafiî kabul ettiği icmaa da
muhaliftir.»
sözü de vardır. Nitekim bunu Zeylaî genişletmiştir.
«Besmeleyi
unutarak terkederse ilh...» Biz Hakâik ve Bezzâziye'den naklen zikrettik ki besmelenin
kesimin
şartlarından olduğunu bilmediği için terkeden de unutan gibidir. O zaman Bezzâziye ve
diğer
kitaplarda olan mesele, sununla, karışık hale gelir. Mesela bir kimse besmele çeke-rek bir
hayvanı kesse, sonra ikinci bir hayvan kesse ve bir besmelenin ikisi için yeterli olduğunu zannetse,
helâl
olmaz.
Ben
derim ki: Şart olduğunu bilmeyen
kimse ile az-çok bilen kimse arasında fark vardır. Birincisi
özürlüdür,
ikincisi değildir. Çünkü ikincisi şart olduğunun aslını biliyor. Burada şart
da fevrî
olmuştur.
Nitekim ile-ride gelecektir.
Yukarıdaki
meselede birinciyi kesmekle ikincideki fevrî oluş kesil-miştir. Halbuki şart olduğunu da
biliyordu. Şu kadar var ki Bedâyî'de zik-redilmiştir ki: «O kimsenin ikincisine'de yeterli olacağını
zannetmesi
unutkanlık gibi özür kabul edilmez. Çünkü o şer'i hükümlerin bilinmemesi babındandır.
Şer'i
hükmü de bilmemek özür değildir. Ama unutmak bunun aksinedir.
Şöyle ki, birisi yemek
yemenin
orucu bozmayacağını zanne-derek yese, bunun zannı özür sayılmaz.» Düşünülsün.
«imam
Mâlik de buna muhalefet etmiştir ilh...» Bizim kitaplarımızın çoğu böyledir. Ancak Mâliki
mezhebinin
meşhur kitaplarında zikredilen şudur: Av köpeğini veya doğan kuşunu avın peşine
gönderdiğinde
ve ke-sim sırasında besmele çekilmelidir. Eğer kasten terkederse. Mâliki
mez-hebinin
meşhur görüşü üzere onun eti
yenilmez. Eğer unutarak terkeder-se,
yenilir.
Gurerü'l-Efkâr.
«Filancadan ilh...» Ben derim ki, eğer burada atıf da yapmış olsa, 'yani
«Bismillah! ve Allahümme
takabbel
mln filanın» yani «Allah'ın adıy-la. Ey Allah'ım filancadan kabul et» dese, uygun olan
kesime
bir zarar vermemesidir. Zira Gayetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Kesen kim-se
«Bismillah!
sallallahü ala Muhammedin" yani «Allah'ın adıyla. Muhammed'e salât olsun» demiş
olsa,
helâl olur. Uygun olan böyle dememe-sidir. Eğer vav ile
demiş olsa, yenilmesi helâldir.»
Ama
dal'ın esresi ve üstünü ile
okursa, mesela «Bismillah! ve Muhammedin» veya «Muhammeden»
şeklinde
okursa haram olur ilh...» Bu hükmü Gayetü'l-Beyân ve fetâvâ ve Ravza'dan nakletmiştir.
Zira
üstün veya esre okunursa nahv kaidelerine göre Allah lafzının ya lafzından ve-ya mahallinden
bedel
olmuş olur. O zaman haram olur.
«Bazı
âlimler tarafından böyle söyleyen kimsenin kestiğinin haramlığı onun nahiv bilmesi ile
sınırlandırılmıştır ilh...» Yani bunu atıfsız olarak ve nahvi de bildiği halde esre veya üstün ile okursa
haram
olur. Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer atıf yapmadan okursa bakılır: Eğer ötre ile
okumuşsa,
helâldir. Eğer esre ile okumuşsa helâl değildir. Nevâzil'de de durum böyledir.»
Bazı
âlimler de, «Böyle söyleyen kimsenin kestiğinin haramlığı onun nahiv bilmesi ile kayıtlıdır.»
demişlerdir. Bazı âlimler de, «Atıfsız olarak okuması halinde İmam Muhammed'den rivayet edilene
kıyas
edilir ki, İmam Muhammed, namazda
nahiv kaidelerinde hata yapmayı namazı müfsid olarak
kabul
etmez. O zaman böyle bir hata ile
kesilen hayvan da haram değildir. Zahîre'de de böyledir.»
demişlerdir.
Timurtaşî
şöyle der: «Eğer vav'sız olarak okursa, bütün şekillerde he-lâl olur. Çünkü o vaslettiği
şekilde
atıf yoluyla zikredilmemiştir. O zaman o vaslettiğinde bidatçı olmuş olmaktadır. Şu kadar
var
ki bu mekruhtur. Zira şeklen de
olsa, bir vasıl mevcuttur. Eğer vav
ile vaslederse, yani
«Bismillah]
ve Muhammedi'n» derse, eğer dal'ın esresi ile okursa; kestiği hayvan helâl olmaz.
Çünkü
o adam o zaman hem Allah'ın, hem de Peygamber'in ismi ile kesmiş olmaktadır. Eğer
vaslettiğinde
ötre ile «Muhammedün» şeklinde okursa, kestiği helâl olur. Çünkü ötre ile
okuduğun-da
sözün başlangıcı olmaktadır. Eğer üstün ile okursa, bunda âlimler ih-tilaf etmiştir.»
Timurtaşî'nin
bu zikrettiği Miraç ve Kifâye'de de mevcuttur.
Bedâyî'de de Timurtaşî'nin dediği ile tesbit yapılmıştır.
«Burada
en uygun olanı iraba itibar edilmemesidir ilh...» Zeylaî'nin ifadesi şöyledir: «En
uygun
olanı
iraba itibar edilmemesidir. Atıfla okun-duğu takdirde mutlaka haramdır. Çünkü insanların
konuşması
bunun üze-rine cari değildir.»
Şeyh
Şilbî haşiyesinde şöyle
demektedir: «Benim vakıf olduğum
bü-tün nüshalarda böyledir. Bu da
açık
değildir. Zira bizim buradaki sözümüz/ atfın bulunmadığındadır. Öyleyse açık olan odur ki,
atıfsız
olarak okursa mutlaka haram değildir. Ebussuud.
T.
de ânifen Nihaye'den geçenle bunu teyid etmektedir. Biz de Bedâyî'nin bunu tesbit ettiğini
zikrettik.
«Musannif
bunu «Eğer atıf yaparsa haram olur» sözüyle ifade etmek-tedir ilh...» Zira bu sözün açık
anlam^
esre ve diğer hallerle birlikte atıf yaparsa, haramdır. Zira musannif bunu mutlak ifade
etmiştir.
Hidâye'nin sözü gibi de dal'ın esresiyle «Muhammedin Rasulullahi» dememiştir. Bu
görüşünde
Zeylaî'nin sözünün ifade ettiği olursa, o zaman musannifin sözü açık anlamı üzerine
hamledilmesi gerekir. Bunu şu teyid eder ki İbni Melek atıf şeklinde şöyle demiştir: «Bazı âlimler
tarafından,
«Atıf şeklinde ötre ile«Muhammedün» şeklinde okursa, helâl olur.» denilmiş-tir.»
Şu
kadar var ki, zikrettiğimiz
Zeylaî'nin sözünün tamamı -ki Zeylaî bunu hiçkimseye isnad
etmemiştir-
en kapsamlı olandır. Fakat Zeylaî'nin bu ifadesi açık olana binaen affedilmeme şeklinde
farzedilirse, o zaman Şilbî'den nakledilen iddia tercih edilir. Allah daha iyisini bilir.
«Eğer
atıf yaparsa haram olur ilh...»
Doğru olan da ancak budur. İbni Seleme diyor ki: «Hayvan
murdar
olmaz. Zira eğer hayvan murdar olmuş olsa, onu zikreden kâfir olur.» Haniye.
Ben
derim ki: Hayvanın murdar sayılmasından kişinin kâfir
olması lazım geldiğini reddederiz.
Çünkü
küfür bâtınî birşeydir. Küfürle hüküm vermek de çetin bir şeydir. 6 zaman ikisinin arası
ayırdedilir. Makdisî'nin şerhinde de böyledir. Şurunbulâliye.
«Veya
falanın ismiyle ilh...» Bazı nüshalarda da «veya ve falanın is-miyle» şeklinde
yazılıdır. Bu
daha
açıktır. O zaman bundan maksat, atıf halinde, yani ismin falan kelimesine izafe edilmesinde,
isim
kelimesinin tekrar edilip edilmemesi arasında fark yoktur.
«Çünkü
Allah'dan başkasının adına kesilmiştir ilh...» Hidâye'de de böyledir. Zira
Allah'ın ismini
zikretmek
ancak ortaksız olarak sırf Allah'ın ismini zikretmekle olur.
«iki
yer vardır ki ben orada zikredilmem ilh...» Burada şu anlaşılır ki, bu iki şeyde Peygamber'in
ismini
anmak haram kılınmaktadır. Çünkü kesilen hayvanın üzerine Peygamber'in ismini zikretmek
o
hayvanın eti-ni-haram kıldığı gibi.
hayvan da murdar ölmüş olur. Nitekim bununla il-gili ayrıntı
geçti.
Aksırma
sırasında Peygamber'in ismi zikredilse, hüküm yine böyle midir? Veya aksırma sırasında
Peygamber'in
isminin zikredilmesi birin-cinin
hilafına mıdır? Araştırılsın. T.
«Şekil
ve anlam bakımından besmeleden ayırsa ilh...» Yani besmele ile başkasının arasını ayırsa.
Musannifin
«Şekil ve anlam bakımından» sözleri ise, bana açık olduğuna göre, ya şeklen veya
manen
ayırsa şeklinde anlaşılmalıdır. Musannifin «yatırmazdan önce» sözü
de besmele ile dua
arasındaki şekil ve mana bakımından ayırmanın örneğidir. Yine
musannifin «kesimden sonra dua
etse»
sözü de bunun örneğidir. Musan-nifin
«Besmeleden önce dua etse» sözü de yalnız manen
ayırmanın ör-neğidir. Zira hayvanı yatırsa, sonra dua etse, duayı besmele ve kesim takip etse, o
zaman
şeklen fasıla yapılmış olmaz. Belki manen yapılmış olur. Zira gerekli olan, besmelenin
ayrılmasıdır. Bu da hasıl olmuştur. Ama besmeleden sonra, kesimden önce dua ederse, mesela,
«Bismillahi Allahümme takabbel minnî av ağfirli» yani «Allah'ın adıyla. Allah'ım ben-den duamı
kabul
et yahut beni bağışla» dese, o zaman
mecruh olur. Çün-kü besmeleyi ayırarak söylememiştir.
Nitekim
bunu Şurunbulali de Zahi-re ve diğer
kitaplardan
nakletmiştir.
«Sakınca yoktur ilh...» Yani mekruh değildir. Zira Peygamber (s.a. v.) dan rivayet edilmiştir ki.
Peygamber
hayvanı kestikten sonra «Ya rabbi Sen bunu Muhammed'in ümmetinden senin
vahdaniyetine ve benim de tebligatıma şehâdet edenler için kabul et.» diye dua etmiştir. Peygamber
(s.a.v.)
bir hayvanı kesmek istediğinde şöyle derdi: «Ya Rabbi bu
sen-dendir. Senin içindir.
Namazım,
ibadetlerim hayatım ve ölümüm Alemle-rin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı
yoktur,
böyle emrolundum ve ben
müslümanlardanım. Allah'ın adıyla. Allah en büyüktür.» Son-ra
da
keserdi. Hz. Ali'den de bu şekilde rivayet edilmiştir. Zeylaî ve diğer
kitaplar.
«Besmelede şart olan, hâlis zikirdir ilh...» Yani hâlis zikir, Allahu ekber Allahu ecel, Allahu azam
gibi
herhangi bir ismi bir sıfatla zikretmek veya Allah, Rahman gibi sıfatsız olarak yalnız ismi
zikretmektir.
Ayrıca tehlil (La ilahe illallah) ve teşbih (Sübhanallah) da hâlis zikirdir. Bunlar,!
zikrederse, ister besmeleyi zikretsin, ister zikretmesin, ister bunu Arapça söylesin, ister Arapça
söylemesin -velev ki Arapça söylemeye gücü yetse bile- kâfidir. Bu besmelenin bizzat kesen
kimseden
olması da şart-tır. Başkasından değil. Hindiye.
Besmele
çekmenin diğer şartları da aşağıda belirtilecektir. Uygun olan, 'şartlar çoğaltmamaktır.
Ayrıca
bu besmele ile başka bir yaratığı tazim kasdedilmemelidir. Zira ileride "geleceği gibi eğer
hayvan Emirin gelişi veya benzeri birşey için kesilirse, haram olur. Keserken üzerine besmele
çekilse bile. hüküm değişmez.
«Besmeleyi
irade ederse ilh...» Musannif bununla kaydetmiştir. Zi-ra
Gayetü'l-Beyân'da -şöyle
birşey
yardır: «Kesen kimse hayvanı keserken<ELHAMD?œLILAH?» veya «Sübhanallah» dese, ama
bununla
besmeleyi kas-etmese, onun eti
yenilmez.»
Şeyhülislam şerhinde şöyle demektedir: «Zira bu ifadeler, besmele çekme konusunda açık
değildirler.
Tesmiye babında açık olan ancak» «Bismillah» şeklindeki besmeledir. O zaman bunlar
kinaye
olurlar. Kinaye de açık olanın yerine ancak niyetle geçer.
Talâkın kinayelerinde olduğu
gibi.»
«Çünkü
besmeleyi kasdetmemiştir ilh...» Sarih bu sözüyle aksırdığı için «Elhamdülillah» demiş
olduğunu
anlatmak istiyor. Eğer bu söylediği «Elhamdülillah»la kesimi kasdetseydi, helâl olurdu.
Niyeti olmasa da hüküm yine böyledir.
Şurunbulaliye.
Ben
derim ki: Son sözde bir görüş vardır. Zira anifen bildin ki, el-hamdülillah denilmesi besmeleden
kinayedir.
Ama «Bismillah!» denilmesi«Elhamdülillah» denmesinin aksinedir. Zira bismillah dediği
zaman
hiçbir niyeti olmasa da sagittir ve
kestiği hayvan helaldir. Nitekim ileride ge-lecektir. Zira
bismillah
kinaye değil açık bir ifadedir. Açık ifadelerde deniyete gerek yoktur.
«Hutbe
niyetiyle demesine hamletmektir ilh...» Yani o elhamdülillah ile hutbeye elhamdülillah
demeye
niyet etmiştir. Bunda da bir görüş var-dır. Görüş şudur: O zaman kesimle hutbe arasında
bir
fark olmaz. Zira .sen bildin ki, kesimde eğer elhamdülillah dese, yine hutbede olduğu gibi
onunla
kesime niyet etmesi gerekir.
Hâniye'nin metni şöyledir: «Eğer aksırsa ve «Elhamdülillah» dese, bundan aksırma için hamde
niyet etmişse, kestiği helâl olmaz. Ama min-berin üzerinde aksırır ve «Elhamdülillah» derse bunun
aksinedir. Zira Ebû Hanife'den nakledilen iki rivayetten birisinde hutbesi caizdir. Çünkü Cuma
hutbesinde
emredilmiş olan mutlaka Allah'ın zikridir. Kesimde ise Alla-tıu Teâlânın isminin hayvan
üzerine
zikredilmesi şarttır.»
Bu
metnin benzeri Zahire ve Mirac'ta da
mevcuttur. Cuma konusunda geçen
ifade Hâniye'nin «İki
rivayetten birisinde» sözünde andığı diğer rivayet üzerine hamledilmesi halinde uzlaşma sağlanır.
Sağlam
olan da budur. Musannifin Cuma
bahsindeki ifadesi şöyledir: «Eğer aksırdığı için Allaha
hamdederse, bunun hamdi mezhebin görüşü üzerine hutbedeki hamdin yerine geçmez.»
«Bismillah!
Allahu ekber demesi müstahabtır ilh...» Yani bismillah kelimesindeki ha'yı telaffuz
etmesidir.
Eğer telaffuz etmez «Bismillah» derse, eğer bununla kasdı Allah'ı zikri ise, kestiği helâl
olur.
Eğer kasdı,; .Allah'ın zikri değil,
kasdı ha harfinin telaffuzunu terk ise, kestiği helâl : olmaz.
İtkanî,
Hülasa'dan.
«Çünkü
vav'la söylemesi besmelenin fevri oluşunu keser ilh...» İt-kanî, «Bunda bir görüş vardır.»
demektedir.
Görüşün şekli, yakında fevrî oluşun
kesilmesi bahsinde gelecektir. Bu sözden açık
olan
şudur ki, fev-rî oluşu keser sözünden
maksat, fevrî oluşun tam olmasını
keser demek-tir.
Yoksa,
kesilenin murdar olması ve faslın da mekruh değildir. Haram olması lazım gelir. Şu kadar
var
ki bunda da bir görüş vardır. Şöyle ki, eğer besmeleyi kastederek yalnız Allahu ekber dese
yeterli
olur. Düşü-nülsün.
«Zeylaî
bundan önce de ilh...» Zeylaî'nin ifadesi aynen şöyledir: «Ke-sim sırasında dillerde dolaşan
ancak
«Bismillah! vallahu ekberdir.» Bu
da Peygamber (s.a.v.) dan
nakledilmiştir. Ali ve İbn
Abbas'tan
da bunun benzeri rivayet edilmiştir. İbn Abbas bunu «Bağlı halde keserken üzerine
Allah'ın
adını anın.» (Hac: 36) âyetinin tefsirinde söylemiştir.»
Zahîre'de
Bakkal'dan naklen; «Bismillah! vallahu ekber» demek müstahabtır.» denilmiştir.
Cevhere'de
de; «Eğer bismillahirrahmanirrahim derse, güzel olur.» denilmiştir.
«Keserken besmele çekse ilh...» Yani bismillah dese. Nitekim Hâniye'de de böyle tabir edilmiştir.
Zira
yukarıda geçtiği gibi niyet kinayede
gereklidir.
«Sahihtir
ilh...» Yani umum fakihlere göre doğru olan do ancak bu-dur. Haniye.
«Allahu ekber dese ilh...» Bu görüş musannifin yukarıdaki «bunun
aksine» sözü ile bağlantılıdır.
«Kesen
kimsenin ilh...» Musannif burada «kesen kimse» ile hayvanı helâl yapan adamı kastetmiştir
ki,
bu söz ağ atana, köpeği veya doğanı
ava göndereni de kapsamına alır. H.
Musannif
bu sözüyle kesen kimse yerine bir başkasının besmele çekmesinden kaçınmıştır. O
zaman
kesen değil, yanındaki bir başkası besmele çekse, onun kestiği helâl olmaz. Nitekim biz
bunu
yukarıda zik-rettik.
Musannif
burada kesen adamla hayvanı helâl kılanı kasdetmiştir ki, bu birlikte kesen iki adamı da
içine
alır. O zaman kesen iki kişiden birisi bismillah dese diğeri kasdi olarak terketse, o hayvanın
etini
yemek helâl olur. Nitekim Tatarhaniyede de böyledir. Musannif bunu kurban bahsinin
sonunda
bilmece olarak soracak ve cevabını da şiir şeklinde söy-leyecektir.
«Kesim
sırasında ilh...» Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Sonra besmele ihtiyari kesimde kesim
sırasında
şarttır. O besmele de kesilen hayvanın üzerine zikredilmelidir. Avda ise, gönderdiği veya
attığı
zaman av âleti üzerine
zikredilmelidir. Hatta bir koyunu
yatırsa, üzerine bismillah dese, aynı
besmele
ile başka bir koyunu kesse, caiz olmaz. Eğer bir ava ok atsa atarken besmele çekse, o ok
hedef
aldığına değil başka birisine isabet etse, helâl olur. Köpeği veya av kuşunu salmak da
böyledir. Bir koyunu yatırsa, üzerine besmele çekse, sonra bıçağı atsa, başka bir bıçakla kesse,
yine
helâl olur. Fakat okun üzerine besmele çekse, sonra başka bir ok atsa, isabet ettiği hayvan
yenilmez.»
«Talebinden
vazgeçmemişse ilh...» Bu görüş, üç meselenin de kaydı-dır.
H.
Eğer
denilse ki, fakihler demişlerdir ki, yaban eşeğini avlamak için bir tuzak kursa, sonra eşeği
orada
ölü olarak bulsa, helâl olmaz. Buna cevaben derim ki, Bezzazî, «İki söz arasında uygunluk
şöyle sağlanır: Fakihlerin helâl olmaz sözü, tuzağı kuranın avdan vazgeçmesine hamledilir. Eğer
ona
hamledilmezse, o zaman tuzağı kurma sırasındaki besmeledeki besmelenin ne faydası kalır.»
Minah.
Ben
derim ki: Ferâiz konusundan hemen önce, müteferrik meseleler bahsinde Zeylaî'nin
zikrettiğine
aykırı olur. Zeylaî'nin zikrettiği şudur: «Aynı saatta gittiğinde o yaban eşeğini ölü
olarak
bulsa,
yine onun eti yenilmez. Çünkü şart onu bir insanın ya yaralaması, ya da kesmesidir Yaralayıp
kesmeden
o boynuzlanarak veya yüksek bir yerden düşerce ölene benzer. Sarih bunun üzerinde
orada
kesin olarak durmuştur. Ancak şöyle
denilebilinir: Zeylaî'nin sözü Kenz'in ve diğerlerinin
sözlerine
aykırıdır. Zira Kenz sahibi şöyle
demektedir: Eğer ikinci günü
gitse, onu yaralanmış ve
ölmüş
olarak bulsa, yine eti yenilmez.» İşte Kenz'in b sözü Bezzâziye'nin uygun bulunmasını
destekler, herne kadar Zeylaî, Kenz sahibinin ikinci gün ile takyid etmesini ihtirazi bir kayıt değil
ittifakı
bir kayıt olarak vaki olduğunu söylese de sonuç değişmez. Umulur ki Zeylaî'nin «hela!
değildir»
sözünden maksadı, eğer ihtiyarî kesime gücü varken kesmemişse, helâl olmamasıdır.
Yoksa,
bir insanın zaruri kesim-de bilfiil yaralaması şart değildir. Düşünülsün.
«İlende
gelecektir ilh...» Yani kitabın sonunda müteferrik meseleler bahsinde gelecektir. Sen orada
gelecek olanın bu bahse olan aykı-rılığını anladın.
«Meclis
değişmeden ilh...» Yani hakikaten veya hükmen, uzun bir fasıla gibi, meclis değişmeden.
Nitekim
bu ileride gelecektir.
Zeylaî şöyle demektedir: «Bir kimse hayvanın üzerine besmele çek-se, sonra az bir konuşmak, su
içmek,
ekmek yemek, bıçağı bilemek gibi şeylerle meşgul olsa ve sonra kesse, helâl olur. Ama eğer
meşgul
oldu-ğu iş çok olursa, helâl olmaz. Çünkü kesmeyi besmeleye bitişik olarak yapmak
mümkün
değildir. Ancak çok büyük zorlukla
mümkün olur. Bu-rada meclis bitişmenin yerine
geçmektedir. Az bir iş bitişmeyi kesmez. Çok iş ise, onu keser.»
«Fiil
çoğaltmaktadır ilh...» Hükmen de olsa, meclis değişmiş olur.
«Bıçağını
bilese, fevri oluş kesilir ilh...» Bu görüş bizim ânifen Zeylaî'den
naklen zikrettiğimize
aykırıdır. Bıçak bilemeyi .uzun bir süre ile kaydetmek mümkündür. Zeylaî'nin yukarıdaki
sözlerinin
akışı
da bunu gösterir. Yine Zeylaî'nin
Cevhere'deki «Bıçağını az bir süre
bilemiş olsa, yeterlidir.»
sözü
de bunu gösterir.
Şu
kadar var ki, Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Zaferanî'nin kur-ban bahsinde şöyle
denilmektedir: «Eğer bıçağını bilerse ister bileme süresi az, ister çok olsun, besmele ile kesim
arası
kesilmiş olur.»
«Devenin
göğsün bitim yerinden kesilmesi mahbubtur ilh...» Musan-nif devenin göğsün
bitim
yerinden
kesilmesini mahbub olarak vasıflan-dırması Hidaye'nin «müstahab» demesine
uymasından dolayıdır. Kenz'de de «sünnettir» denilmiştir. Umulurki Hidâye sahibinin burada
«müstahab»
tan maksadı bir terim olan müstahab değildir. Hidâye sahibinin burada-ki
maksadının
terim
anlamında müstahab olmadığını, «Müstahab sayıl-masına gelince, tevarüs eden sünnet(c)
uygunluğundandır, sözü de ifade etmektedir. O -zaman Kenz sahibi ile Hidâye sahibi arasında bir
muha-lefet
yoktur. Şurunbulaliye.
Ben
derim ki: Yine Hidâye sahibinin müstahabtan maksadının ıstılahi müstahab olmadığını onun
«deveyi göğsün bitim yerinden kesmeyi
ter-ketmek mekruhtur.» sözü de
desteklemektedir.
«Göğsün
bitim yerinden (nahr) kesmek ilh...»
Yani nahr, damarları boyunun alt
tarafından göğsün
bitim
yerinden kesmektir. Zebh ise, Da-marları boynun üst tarafından, çenenin altından kesmektir.
Zeylaî.
Biliniz
ki, deve kuşu ve ördek de deve gibi
kesilir. Burada külli kaide şudur: Eti helâl olan
hayvanlardan boynu uzun olanların hepsi, boğazın alt tarafından kesilir. Ebussuud İbyarî'nin Kenz
şerhinden.
Muzmarat'ta
şöyle denilmektedir: «Sünnet, devenin
ayakta kesilme-sidir. Koyun ve sığır ise
yatırılarak kesilir.» Kuhistanî.
«Mekruhtur
ilh...» Uygun olan buradaki kerahetin tenzihi kerâhat olmasıdır. Ebussuud,
Deyrî'den.
«İmam
Malik bunu men etmiştir...» İmam Malik'in mebebinde meş-hur olan zaruretten boyun alt
tarafından
kesilirse onun yenilmesinde bir
sakınca yoktur. Eğer zaruretten
dolayı böyle kesilmiş
değilse
hayvanın deve gibi kesilmesi mekruhtur. Ebussuud, Deyri'den.
«Sığır
ve koyun gibi hayvanlardan vahşileşenlerin yaralanmaları yeterlidir ilh...»
Hidaye'de şöyle
denilmektedir: «Koyun ve sığır gibi ehli hayvanlardan vahşîleşenlerin yaralanmalarının yeterli
olduğu
mutlak zikredilmiştir.» İmam Muhammed'den şu rivayet edilmiştir: «Koyun eğer sahrada
vahşileşirse,
o zaman onu kesimi yaralamakladır. Ama eğer şehirde vahşileşirse, onu yaralamakla
helâl
olmaz. Çünkü koyun kendi nefsini savunamaz, onu şehirde yakalamak mümkündür. O zaman
onu
yakala-makta bir acizlik olmadığı için yaralamak yeterli değildir. Ama sığır ile deveye gelince,
onlar
ister şehirde, ister sahrada vahşileşsinler, aynıdır. Çünkü onlar
kendilerini savunurlar.
Onların
yakalanması mümkün değil-dir. Herne
kadar şehirde de vahşîleşseler.»
Bu
ayrıntı da Cevhere ve Dürer'de de
açıklanmıştır. Bu ayrıntı zaruri
kesimin açıklamasının
gereğidir.
«Vahşileşen ilh...» Yani vahşi olsa, insanlardan kaçsa ve kesimi mümkün olmasa. Vahşileşen
hayvanı yaralamak için atılan ok eğer boy-nuzuna veya tırnağına isabet ederse, bakılır: Eğer oradan
kan
çıkarırsa, helâl olur. Yok eğer kan çıkarmazsa helâl olmaz. İtkanî.
«Kesimi
güç olan ilh...» Bu cümle bir öncekinden daha kapsamlıdır. Şurunbulâliye'de
Münyetü'l-Müftî'den naklen şöyle denilmiştir:
«Bir deve veya sığır şehirde kaçarsa, eğer sahibi
onun
ancak çok bir cemaatla tutulabileceğini, aksi halde tutulamayacağını bilirse, onu
vurabilir.»
O
zaman, teazzur değil, belki taassur şarttır.
«Kuyuya düşen ilh....» Düşse ve yaralamakla da öleceği bilinse veya öleceğini bilmek güç olsa, zira
halin
zahiri ölümün yaralanmadan oldu-ğunu gösterir, helâl olur. Eğer yaralama ile ölmeyeceğini
bilse,
onun eti yenilmez. Tavuk da bunun gibi, bir ağaca asılı kalsa, onun orada ölme-sinden
korkutsa,
onun kesimi de yaralamaktır.
Zeylaî.
«Kesmek
kastıyla öldürürse ilh...» Yani,
yaraladığı zaman besmele çekerse. Ama ona saldıran
hayvanı yaraladığı zaman onun kesimini kasdetmezse, besmele de çekmese belki nefsini
savunmak
için yaralasa, onun haramlığında
şüphe yoktur.
«Hayvan helâl olur ilh...» Yani onu yakalamaya kadir olmazsa.
Kıy-metine de zamin olur. İtkanî.
«Nihâye'de
ilh...» Bu ifade ediyor ki, fakihlerin
«Yavrunun çoğunlu-ğu çıkarsa, onun diri olduğuna
itibar
edilir.» sözleri insanlara aittir. Zira eğer yavrunun anne karnında hayatta olduğuna itibar
edilmezse onun kesiminede itibar edilmez. Yazılsın. Rahmet.
«Yavruyu kesmiş olsa ilh...» Yani onun hayatta olduğunu anladık-tan sonra elini uzatıp kesse.
«Bir
rivayete göre helâl olur ilh...» Uygun olan, sarihin «bir
görüşte» demesiydi. Zira musannif
bunu
Kınye'den bazı meşayihe isnadla nakletmlştir. Diğer bazı âlimler de «O helâl olmaz. Ancak, izerde
damarları
keserse helâl olur.» T. Bunu ifade
etmiştir.
«Nefesi'nin
manzumesinde şöyle birşey vardır ilh...» Beytin manası şudur: «Anne karnındaki cenin
kendi
başına kesilirse helâldir, kesilmezse, helâl olmaz. Kesildikten sonra anne karnından ölü
olarak
çıkarsa, an-nesine tabî olmaz.» O zaman beytin ikinci bölümü birinci bölümü tefsir
etmektedir.
«Zekâte
şeklinde okunması ilh...» O zaman bu hami üzerinde kar-şılık yoktur. Çünkü bu teşbihtir.
Eğer
ötre ile okunmuş olsa, yine
teş-bihtir. Zira teşbihte ötre ile
okunması birincisinden daha
kuvvetlidir. Ni-tekim İlm-i Beyân'da bu bilinmiştir. Bazı âlimler tarafından, «Hadiste ev-vela ceninin
kesilmesinin zikredilmesi teşbihe delâlet eder.» denilmiştir.
«Annenin kesimi cenini yok etmek demek değildir ilh...» Sarihin bu sözü sorulacak, şu sorunun
cevabıdır:
Eğer cenin annesinin kesimi ile helâl olmazsa, hayvan hâmile iken kesimi hela! olmaz.
Çünkü
hayvanı telef etmiş
olunmaktadır.
Bu
sorunun cevabı şudur: Annenin
kesiminde yavruyu yok etmek yoktur. Çünkü onun ölümü kesin
olarak
bilinmemektedir.
Şu
kadar var ki Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Eğer hayvanın do-ğumu yakınsa kesilmesi
mekruhtur.»
Bu
füru meselesi, Ebû Hanîfe'nin
görüşüne göredir. Cenin annesi-nin kesiminden sonra, canlı
çıkar,
fakat onu kesmeye vakit bulamadan
ölürse onun eti yenir. Bu mesele de
İmameyn'in görüşü
üzerine
ayrıntı yapılır.