05 Ekim 2012

YEMİNLER BAHSİ


YEMİNLER BAHSİ


METİN
Bu bahsin önceki bahis ile münasebeti hezl (ciddi olan sözün zıddı olup kendisiyle hakiki veya mecazi bir mana kastedilmez) ve ikrah (zorlama) ın kendilerinde tesir etmemesidir.
Azad, düşürmekte ve sirayette talaka ortak olduğu için yemin üzerine takdim edilmiştir.
Yemin lügatta; kuvvet manasınadır.
Şer'an "Bir işi yapmak veya yapmamak hususunda yemin eden kimsenin azim ve kasdına yemin ile kuvvet verdiği gibi akidden ibarettir.
Yeminin bu tarifine talak ve azad gibi bir şeye ta'lik suretiyle yapılan bir akid de dahil olmuştur. Çünkü bu ta'likler de şer'an yemindir, ancak Eşbah'da zikredilen beş meselede ta'lik yemin değildir.
İZAH
"Bu bahsin önceki bahis ile münasebeti ilh." Yemin, azad, talak ve nikah her birerlerinde şakanın,zorlamanın tesiri olmamasında ortaktır. Yani bunlardan her biri gerek şaka ile olsun, gerek zorla yaptırılmış olsun geçerlidir.
Ancak nikâhın diğerleri üzerine takdim edilmesi kendisinde ibadete daha yakınlık bulunduğu içindir. Nitekim geçmiştir.
Talâk da nikâh gerçekleştikten sonra onu kaldırdığı için o da önce zikredilmiştir. Fetih.
«Düşürmekte ilh...» Çünkü talâk nikâh bağını düşürür, âzâd ise kölelik bağını düşürür. T.
«Sirayette ilh...» Kadının yarısını zevci boşasa talâk kadının tamamına sirayet eder, yani kadın boş olur. Keza kölenin yarısını efendisi âzâd etse İmameyn'e göre kölenin tamamı âzâd olur. Çünkü İmameyn'e göre âzâd bölünmeyi kabul etmez, fakat İmam-ı Azam'a göre bölünmeyi kabul eder. T.
«Yemin lûgatta ilh...» Nehir'de zikredildiğine göre, yemin lûgatta câriha (el), kuvvet ve kasem arasında ortak olan bir lâfızdır.
Şârih yemin ile metinde zikredilen ıstılahı mânâsı arasında ki münasebet açık olduğu için kuvvet mânâsına kasr etmiştir. Fethü'l-Kadir'in tâlîk babında yemin asılda kuvvet manasınadır. Sağ ele yemin adı verilmiştir.
Çünkü, sağ el sol elden kuvvetlidir. Yapmak veya yapmamak hususunda üzerine yemin edilen iş kuvvetlendiği için Allah'a yapılan half (yemin)'e yemin adı verilmiştir.
«Bu talîkler de şer'an yemindir ilh...» Zira «ben şu hâneye girmezsem zevcem boş olsun» diye yemin (talîk) eden kimsenin hâneye girmeye yahut «ben bu hâneye girersem zevcim boş olsun» diye yemin (talîk) eden kimsenin de hâneye girmemeye azmi ve kasdı kuvvetlenmiş olur. Talîk lûgatta, yemindir. İmam Muhammed talîka yemin demiştir. Lûgatta İmam Muhammed'in kavli huccet (delil) dir.
«Ancak Eşbah'da zikredilen ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: Bir kimse yemin etmemeye yemin etse de talik yapsa yeminini bozmuş olur. Ancak beş meselede talik yemin değildir. Birincisi kalp fiillerine talîk edip meselâ; zevcin zevcesine «ben istersem veya seversem sen boşsun» demesi talik de olmaz, yemin de olmaz. Çünkü bu kendi nefsinin mâlikiyetinden haber vermektir, sanki bu ifade dilemeye taliktir. Dilemeye talik ise yemin olmaz.
ikincisi âdet görmeyip aylar ile iddet bekleyen kadının talâkını ayın gelmesine taliktir. Meselâ; zevcin zevcesine «aybaşı geldiğinde yahut ay göründüğünde sen boşsun» demesi gibi. Bu da yemin değildir. Bu ifade sünnet vaktinin açıklanmasında kullanılır. Çünkü iddeti ayla olan kadın hakkında aybaşı sünnet vechi üzere boşama vaktidir, yoksa talîk vakti değildir.
Üçüncüsü boşamaya taliktir. Meselâ; zevcin zevcesine «ben seni boşarsam sen boş ol» demesi gibi. Bu ifade de sırf talîk için olmaz, Çünkü zevc bu ifadeyle kendisinin zevcesini boşamaya mâlik olduğunu bildirme ihtimali vardır.
Dördüncüsü efendinin kölesine «bana bin dirhem ödersen hürsün, aciz kalırsan kölesin» demesi gibi. Bu ifade de talîk olmayıp kitabete kestiğini açıklamaktır.
Beşincisi zevcin zevcesine «tam bir hayz görürsen veya yirmi tam hayz görürsen boş ol» demesi gibi bu da talîk olmaz. Çünkü tam bir hayzda mutlaka temizlikten bir cüz bulunacağından talâk temizlikte vâkî olmuş olur da bu ifadeyi sünnet vechi üzere boşamanın izahı kılmak mümkün olur. O halde bu ifade sırf talîk için olmaz. Akıllının sözünü talâka yeminden korumak için bu beş mesele talîk sayılmamıştır.
METİN
Bir kimse «yemin etmem» diye yemin etse de talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş olur. Yeminin şartı: Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef olması ve üzerine yemin ettiği şey aklen mümkün olup yemininde durabilmesidir.
Yeminin hükmü, (yemin edilen şeye riayet edilip) yeminin bozulmaması, bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır. Yeminin rüknü, yeminde kullanılan lâfızlardır. Allahü Teâlâ'dan, başkasına yapılan yemin mekruh mudur? Bazıları «hakkında nehiy bulunduğu için mekruhtur» demişlerdir. Âlimlerin çoğu «Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yapılan yemin mekruh değildir» demişlerdir. Bilhassa zamanımızda bununla fetva verilir. Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yemin etme hakkındaki nehyi âlimlerin çoğu itimad edilmeyen yemine hamletmişlerdir. Meselâ: Arapların âdeti üzere konuşmada babalarını anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve «hayatına yemin ederim» sözleri gibi. (Bunların maksadı bu sözlerle birbirine itimad telkin etmek olmayıp bilakis âdetleri üzere cereyan eden bir konuşmadır.)
İZAH
«Bir kimse "yemin etmem" diye yemin etse talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş olur ilh...»
Tenbih: Kâfî'de «mevcud olan bu kaide üzerinedir ki: Bir kimse zevcesine «ben senin talâkına yemin edersem kölem hürdür» dedikten sonra kölesine hitaben «ben senin âzâdına yemin edersem zevcem boştur» dese kölesi âzâd olur. Çünkü o kimse karısının talâkına yemin etmiştir. Eğer karısına «ben senin talâkına yemin edersem sen boş ol» deyip bu ifadeyi üç defa tekrar ederse gerdeğe girdiği takdirde birinci ve ikinci yemin ile zevcesi iki talâk, gerdeğe girmemişse bir talâk boş olur.
«Yeminîn şartı: Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef ol-ması ilh'...» Bilmiş ol ki yemin edenin Müslüman olması, Allah'a yapılan yemin ile «ben bunu yaparsam bana namaz kılmak lâzım olsun» gibi ibadete yapılan yeminlerde şarttır, «ben bunu yaparsam zevcem boş olsun» gibi ibadet olmayan yeminlerde yemin edenin Müslüman olması şart değildir. Nitekim bunun böyle olduğu gizli değildir. H. Velhâsılı talîk ile olan, namaz, oruç ve keffaret gibi ibadetlerî gerektiren yeminlerde yemin edenin Müslüman olması şarttır. Musannıf yakında zikredecek ki Müslüman olarak yeminini bozsa bile kâfirin yemininden dolayı keffaret yoktur. Çünkü küfür yemini iptal eder. Meselâ: Bir kimse Müslüman olarak yemin ettikten sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa kendisine keffaret lâzım gelmez. Bu takdirde İslâmiyet yeminin yapılmasında ve yeminin devam etmesinde şarttır. Kaadının yeminden çekineceğini ümit ederek davalılara yemin ettirmesi görünüşte yemindir. Nitekim gelecektir. Yeminde istisna (inşaallah) nın bulunmaması şarttır. Bazıları yemin edenin hür olmasını da şart kılmışlardır, fakat bu hatadır. Çünkü kölenin yaptığı yemin yemin olur, bozduğu takdirde keffaretini oruçla öder. Nitekîm fukaha böyle açıklamışlardır.
Bezzaziye'de «Vali bir kimseyî yakalayıp ona «billahi de» deyip o kimse de «billahi» dese sonra vali o kimseye «elbette cuma günü geleceksin» deyip o da valinin dediği gibi «elbette cuma günü geleceğim» deyip de cuma günü gelmese yeminini bozmuş olmaz. Çünkü o kimsenin hikaye ve sükût etmesi ile Allah'ü Teâlâ'nın ismi ile yemini arasına fasıla girmiştir» denilmiştir.
Sayrafiyye'de bir kimse «benim üzerime Allah'ın ahdi ve Resulün ahdi olsun ki şu işi yapmayacağım» dese, bu ifade yemin olmaz. Çünkü «Resulün ahdi» lâfzı Allah'ın ismi ile yemin edilen şeyin arasını ayırmıştır. Fakat Resulün ahdi zikredilmeksizin yalnız «Allah'ın ahdi benim üzerime olsun» ifadesi yemindir.
«Yeminin hükmü, yeminin bozulmaması bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır.» Yani yapılan yemini muhafaza etmek asıldır, bozulduğu takdirde keffaret vermek halef(yemini muhafaza etmenin yerine geçen) dir. Nitekim Dürrü'l-Münteka'da da böyledir. Bilindiği gibi keffaret Allah'a yapılan yemine mahsustur. H.
«Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yapılan yemin mekruh mudur? ilh...» Zeylaî «Allah'tan başkasına yapılan yemin meşru olup bu cezayı şarta talîk etmektir ki asılda yemin değildir. Ancak fukaha, cezanın şarta tâlikine yemin ismini vermişlerdir. Çünkü bir işi yapmağa teşvik veya bir işten men etmek için Allah'a yapılan yeminin mânâsı bunda da mevcuttur. AIIahü Teâlâ'ya yemin etmek mekruh değildir. Fakat Allah'a çok yemin etmekten az yemin etmek evlâdır. Bazılarına göre hakkında nehyi vârid olduğu için Allah'dan başkasına yemin etmek mekruhtur. Âlimlerin çoğuna göre; mekruh değildir. Çünkü bilhassa zamanımızda Allah'tan başkasına yani: Âzâd ve talâka yapılan yeminlere îtimad edilmektedir. Allah'tan başkasına yapılan yemin hakkında olan nehyi îtimad edilmeyen yemine hamledilmiştir.
Arapların âdeti üzere konuşmada babalarını anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve «hayatıma yemin ederim» ifadeleri gibi. Bunlarda yemini bozmakla bir şey lâzım gelmez ve bunlarla îtimad hâsıl olmaz. Fakat âzâda ve talâka talîk suretiyle yapılan yemin böyle değildir. Peygamberimizin: «Her kim yemin ederse Allah'a yemin etsin» hadisi şerifi âlimlerin çoğuna göre tâlîk olmayan yemine hamledilmiştir. Çünkü bu yeminde kendisine yemin edilen şeyi tâzîmde Allah'a ortak koşmak olmakla bil ittifak mekruhtur. Allah'ü Teâlâ'nın «kuşluk», «yıldız», «gece» gibi başka şeylere yemin etmesine gelince; âlimler «bu şeylere yemin etmek Allah'ü Teâlâ'ya mahsus olup Allah'ü Teâla dilediği şeye tâzîm ve yemin buyurur. Fakat insanların bu şeylere yemin etmesi câiz değildir» demişlerdir. Ama tâlîkde tâzîm olmayıp bilâkis îtimadla beraber bir işi yapmaya teşvik veya yapmaktan men vardır. Buna göre ittifakla talik mekruh değildir. Bâhusus zamanımızda insanların Allah'a yemin edip bozmalarına ve keffâretin lâzım olmasına aldırmadıkları için âzâd ve talâk gibi şeylere yapılan yemine daha fazla îtimad edilmektedir. Çünkü talâk ve âzâda yemin eden kimse talâkın ve âzâdın vâki olacağından korktuğu için yeminini bozmaktan sakınır.
METİN
Allahü Teâlâ'ya yapılan yeminler: Yemin-i Gamûs, Yemin-i Lağv, Yemin-i Mün'akide olmak üzere üç nevidir. Yemin-i Gamûs ile Yemin-i Lağv'ın Allah'ü Teâlâ Hazretlerinden başkasına yapılması tasavvur edilmediği için bunlar talâk ve âzâd gibi şeylere yapılırsa talâk ve âzâd vâki olur. Bunu iyice belle! Aynî.
Bir kimsenin yalan söylemeyi kasdederek veya doğru olduğunu zannederek «şu işi yaparsam Yahudi olayım» sözü yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olmakla beraber Allah'a yemin olmadığından bu yemin yeminin üç nevinden hariçtir diye yeminin üç kısımdan ibaret olmadığına yapılan itiraza şârih «bu şekilde yapılan yemin- yemin eden her ne kadar buyeminin kinaye yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de -Allah'ü Teâlâ'ya yeminden kinayedir» diye cevap vermiştir. Bedâyi.
Birinci nevi yemin-i gamûsdur ki -yemin edeni önce günaha, sonra ateşe daldırır. Yemin-i gamûs mutlak surette pek büyük günahdır, fakat kebairin günahı farklıdır- yalan yere amden yapılan yemindir. Bu yemin geçmiş zamanda olan bir şeye olmadı diye yapılır. Meselâ; bir kimsenin bir işi yaptığını bildiği halde «vallahi ben bu işi yapmadım» diye yalan yere yemin etmesi gibi. Yemin-i gamûs şimdiki zamanda yalan olan bir şey üzerine de yapılır. Meselâ: Bir kimsenin kendi üzerinde bin dirhem borç bulunduğunu bildiği halde «vallahi benim üzerimde falanca şahsın bin dirhem alacağı yoktur» veya başka bir şahıs olduğunu bildiği halde «vallahi bu şahıs Bekir'dir» diye yemin etmesi gibi.
Yemin-i gamûs «vallahi bu işi yaptım» sözündeki gibi bir işin fiili veya «vallahi bu işi yapmadım» sözündeki gibi terkîn başkası olup, meselâ; taş olmadığı malum iken «vallahi bu, şimdi taştır» ifadesindeki yemin gibi olursa da fukahanın yemin-i gamûsu işle ve geçmiş zamanla kayıtlamaları rast geledir veya çok vakî olana hamledilmiştir. Yemin eden kimse yemin-i gamûs sebebiyle büyük günahkâr olup kendisine tevbe ve istiğfar etmek lâzım gelir.
İZAH
«Bu yeminin kinaye yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de ilh...» Yani:
«Ben bu işi yaparsam yahudi olayım.» Bu ifade ile yemin edenin maksûdu Yahudi olmaktan nefreti gerektiren şart (o işi yapmak) dan çekinmesidir. Bu ise Allah'ü Teâlâ'ya küfürden nefreti bildirir ve Allah'ü Teâlâ'ya tazîmi ifade eder, sanki o kimse "vallâhi'l-azim bu işi yapmam" demiş olur. H.
«Yemin-i gamûs mutlak surette pek büyük günahtır ilh...» Yanı, gerek bu yemin-i gamûsla bir Müslüman'ın hakkı alınsın gerek alınmasın bu «mutlaka büyük günahtır» ifadesinde Bahır sahibinin «yemin sebebiyle bir Müslüman'ın malı alınır ve ya Müslüman'a eza edilirse bu yemin büyük günahlardan olur. Eğer yeminde böyle bir fenalık bulunmazsa küçük günahlardan olur» sözünü red vardır. Çünkü Bahır sahibinin sözü Buharî'deki:
«Büyük günahlar, Allah'a ortak koşmak, anaya, babaya karşı gelmek (Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı) bir nefsi öldürmek ve yemin-i gamûsdur» hadisi şerifinin mutlak olan mânâsına muhâliftir. Kebairin günahları farklıdır. Makdisî «Allah'ın isminin hürmetini yıkmaktan daha büyük günah var mıdır?» demiştir.
«Kendisine tevbe ve istiğfar etmek lazım gelir.» Çünkü yemin-ı gamûs da keffaret yoktur, tevbe ve istiğfar ile yemin-i gamûsun günahı kalkar, bu itibarla yemin-i gamûsun günahından kurtulmak için tevbe ve istiğfar etmek ve bu yüzden bir kimsenin bir hakkı zayi olmuş ise onu yerine getirip helâllik almak lâzım gelir.
METİN
İkinci nevi yemin-i lağvdır ki, yemin eden geçmiş zamanda veya şimdiki zamanda kendisine yemin ettiği şeyi doğru zannederek yalan yere yemin etmesidir. Yeminin bu nevinde muahaze yoktur, ancak üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır. Zann-ı galib üzere zıddı açıklanırsa talâk vaki olur.
İmam Şafiî'den bunun hilâfı meşhurdur. Yemin-i gamûs ile yemin-i lağv geçmiş zaman ile şimdiki zamanda müsavi olunca aralarındaki fark yalanın kasden yapılmasıdır. Gelecek zamana ait yapılan yemin, yemin-i mün'akide olur. İmam Şafiî yemin-i lağvı konuşmalarda geçen ve kendisiyle yemin kastedilmeksizin «Lâ vallâhi: hayır vallâh», «belâ vallâhi: değil vallâh» denilmesi gibi, yeminlere tahsis etmiştir. İsterse bu yemin gelecekte olacak bir şey için yapılmış olsun.
Yemin-i lağvın mânâsında ihtilâf olduğu için musannıf yemin-i lağvın affı ümit olunur, dedi. Yahut bu yemin-i lağv tevazu ve teeddüb için olur. Bir kimsenin doğru olarak geçmiş zamandaki bir şeye yemin etmesi de yemin-i lağv gibidir. Meselâ; ayakta olan bir kimsenin «vallahi ben şimdi ayaktayım» diye yemin etmesi gibi.
İZAH
«Ancak üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır ilh...Çünkü söz Allah'a yapılan yemindedir. Bunlar da ise Allah'dan başkasına yemin yapılmaktadır. Bundan dolayı İhtiyar'da İbn-i Rüstem, İmam Muhammed'den «lağv ancak Allah'a yapılan yeminde olur, bu ise yemin eden bir kimsenin bir işin doğru olduğunu zannederek yemin edip, halbuki o iş gerçekte zannettiği gibi olmamasıdır. Bu takdirde kendisine yemin edilen şey lağv olup sadece «vallahi» sözü kalır da yemin eden kimseye bir şey lâzım gelmez. Allah'dan başkasına yapılan yeminde ise üzerine yemin edilen şey lağv olur da «zevcem boştur» yahut «kölem hürdür» yahut «benim üzerime hac lâzımdır» gibi ifadeler bakî kalır ve yemin eden kimseye bunlar lâzım olur» diye rivayet etmiştir.
«Aralarındaki fark yalanın kasden yapılmasıdır ilh...» Ben derim ki Burada başka bir fark vardır: Yemin-i gamûs üç zamanda da yapılır, nitekim ilerde gelecektir. Yemin-i lağv ise gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz. H.
«Gelecek zamana ait yapılan yemin yemin-i mün'akide olur.» Bizim mevzumuz doğru zannedilerek yalan yere yapılan yemin hakkındadır, gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin ise ancak yemin-i mün'akide olur. Yemin-i gamûsda gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılır diye itiraz edilemez. Çünkü yemin-i gamûsda amden ve kasden yalan vardır. Halbuki bizim sözümüz amden ve kasden yalan yere yapılan yemin hakkında değildir. iyi anla!
«İmam Şafii yemin-i lağvı ilh...» İmam Muhammed'in, İmam-ı Azam'dan «yemîn-i lağv insanlar arasında konuşmalarda geçen «vallâhi», «billâhi» gibi yemin kastedilmeksizin söylenen yeminlerdir» diye naklettiği yemin biz Hanefilerce geçmiş zaman ve şimdiki zamana ait olan yeminlerdir. Hanefilerce bunlar yemin-i lağvdır. Hanefilerle, Şafiîler arasındaki ihtilâf: Gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin kastedilmeksizin yapılan yemin hakkındadır. Bu yemin Hanefilerce yemin-i lağv olmayıp bunda keffâret lâzımdır. Şafiîlerce yemin-i lağv olup keffâret yoktur.
«Yemin-i lağvın mânâsında ihtilâf olduğu için musannıf yemin-i lağvın affı ümid olunur demiştir ilh...» Yemin-i lağv nasıl açıklanırsa açıklansın bunda günah olmayıp affının umulması Allahü Teâlâ'nın: El-Bakâra sûresi; âyet: 225 «Allah, sizi yeminlerinizdeki «lağv» dan dolayı sorumlu tutmaz» kavli kerimi içindir.
«Yemin-i lağv gibidir ilh...» Hasılı: Bir kimsenin geçmiş zamandaki bir şeye doğru olarak yemin etmesi yeminin üç nevine dahil olmayıp dördüncü bir nevi olur ki yeminin üç nevinden ibaret olmasını bozar. Buna Sadru'ş-Şerî'a «fukaha şeriatta muteber olan ve üzerine hüküm tereddüp eden yeminlerin üç kısım olduğunu murad etmişlerdir» diye cevap vermiştir. Bahır sahibi «bunda da günahın olmaması bir hükümdür» diye Sadru'ş-Şerî'anın cevabını reddetmiştir. Nehir sahibi «Bahır sahibinin dediği söz götürür» demiştir.
Muhaşşi Halebi «hak Bahır sahibinin dediğidir, itirazın bir mânâsı yoktur» demiştir.
Ben derim ki: Fethü'l-Kadir'de «bozulması tasavvur edilen yeminler üç kısımdır, yoksa mutlak suretteki yeminler değildir» diye cevap verilmiştir.
Şarih «Vallâhi ben şimdi ayaktayım ilh...» İfadesiyle geçmiş zamanın şimdiki zaman gibi olduğuna işaret etmiştir. Fakat güzel olan Feth'in kavlidir ki: Buna misâl; «vallahi Zeyd dün ayakta idi» cümlesidir.
METİN
Üçüncü nevi yemin-i mün'akidedir ki; yemin edenin kendisine yapmaması mümkün ve gelecek zamana ait olan bir şey üzerine yaptığı yemindir. Binaenaleyh «vallahi ben ölmeyeceğim» veya «güneş doğmayacaktır» ifadeleri yemin-i gamûs nevindendir. Yeminin ancak bu mün'akide kısmında yemin eden yemini bozarsa keffâret lâzım olur. Çünkü Allah'ü Tealâ: (El-Maide sûresi; âyet:89) «Yeminlerinizi muhafaza ediniz» buyurmuştur.
Yemini hıfzetmek ancak gelecek zamanda muhafaza edilmesi mümkün olan şeyde tasavvur edilir .İmam Şafiî'ye göre yemin-i gamûsda da keffâret verilir. Her ne kadar yemin eden keffâretle beraber tevbede bulunmazsa da keffâret günahı kaldırır. Sıraciyye.
İkrah (zor) la, hata ile, zühûl (dalgınlık) ile, sehv (yanlışlık) ile ve, nisyan (unutmak) la yapılan yemin, sahih olur, bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.
Bir kimse yemin etmemeye yemin edip, sonra bu yeminini unutup yemin etse ve bu yeminini de bozsa iki keffâret verir. Keffâretin biri birinci yeminini bozduğu içindir, diğer keffâreti ise üzerine yemin ettiği şeyi işlediği (ikinci yeminini bozduğu) içindir. Bu hususta Peygamberimizin (S.A.V.): «Üç şey vardır ki, şakası ciddidir» Hadisi şerifi vardır. Bunlardan biri yemindir. Yemin eden kimse, yeminini bozması için tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle bozarsa yemini bozulur ve kendisine keffâret lâzım gelir. İmam Şafiî buna muhaliftir. Keza yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik halinde yapsa yine yemini bozulur. Yemin nasıl bozulursa bozulsun, bozulmakla keffâret lâzım gelir.
İZAH
«Kendisine yapması mümkün olan ilh...» İfadesiyle «vallahi ben ölmeyeceğim» gibi yeminler yemin-i mün'akidenin tarifinden çıkmıştır. Çünkü ölmemek yemin edenin elînde, değildir. Bu gibi yeminler yemin-ı gamûsdandır.
Bir kimse bardakta su olmadığı halde «vallâhi ben bugün şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin etse bunu yapmak yemin edenin işi olmakla beraber yeminini muhafaza etmek mümkün olmadığı için yemini bozulmaz, eğer yemin ettiği vakit bardakta suyun bulunmadığını bilirse bu yemin yemini gamûs nevinden olur. Eğer yemin ettiği vakit bardakta su bulunmadığını bilmezse yemin-i gamûs da olmaz, yemini muhafaza etmek mümkün olmadığı için yemin-i mün'akide de olmaz. Bu yemin, yemin-i lağv nevinden sayılırsa, yemin-i Iağvın gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz kaidesi bozulmuş olur. Bana öyle geliyor ki, bardakta su olmadığı bilinsin veya bilinmesin bu asla yemin olmaz. Çünkü yukarıda geçti ki yeminin şartı yemin edilen şeyin mümkün olup yeminin muhafaza edilebilmesidir. Teemmül oluna!
«Yemini hıfzetmek ancak gelecek zamanda muhafaza edilmesi mümkün olan şey de tasavvur edilir ilh...» Yani geçmiş zamana veya şimdiki zamana ait olan bir şey üzerine yapılan yeminin muhafaza edilmesi tasavvur edilemez. Çünkü yemini muhafaza etmek, üzerine yemin edilen şeyin yapılıp, yapılmama arasında bulunması ve onu bozmaktan nefsin men edilmesidir. Bu ise ancak gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan yeminde düşünülebilir. Bu gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan her yeminin muhafaza edilmesinin tasavvur edilmesini gerektirmez ki muhafaza edilmesi mümkün olmayan gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin-i gamûs itiraz olarak varid olsun.
«Yahut hata ile ilh...» Meselâ; «bana su ver» demek murad eden kimsenin «vallâhi ben su içmem» demesi gibi.
«Zühûl, sehv ve nisyanla yapılan yemin sahih olur ilh...» İbn-i Emîr Hac Tahrir şerhinde «fukahadan çoğu sehv ile nisyan birdir, her ne kadar sehv, bir şeyin sûretinin kuvve-ihafızada bâki kalmakla, kuvve-i müdrikeden sûretinin gitmesidir. Nisyan ise «her iki kuvvetten beraberce sûretin gidip, meydana gelmesinde yeni bir sebebe muhtaç olmasıdır diye aralarında fark görmüşlerse de ehl-i lûgat aralarında fark görmemiştir» demişlerdir» şeklinde mütalâa yürütmüştür.
«Hobisi şerifi vardır ilh...» Allâme Molla Aliyyü'l-kaari Vikâye şerhinde hadisi şerifde yemin lâfzı marûf değildir. Marûf olan Sünen-i erbe'a ashâbının Ebu Hüreyre'den:
Şakası da ciddi olan üç şey; nikâh, talâk ve ric'at (bir veya iki talâkla boşanmış kadının iddeti bitmeden kocasının ona dönmesi) 'dir» lâfzıyla rivayet ettikleri hadisi şerifdir. Bu hadisi şerifi Tirmizî «hasen», Hâkim ise «sahîh» bulmuştur. İbn-i Adiyy bu hadisi şerifi «şakası da ciddi olan üç şey; talâk, nikâh ve atak (köle âzâdı)» lâfzıyla rivayet etmiştir.
Şaka ile yemin eden kimse yemininin hükmüne razı olmasa bile kasden yemin etmiştir. Bu yüzden yeminin sebebine kendi iradesiyle mübaşeret ettikten sonra yeminin hükmüne razı olmamasını şeriat nazarı itibara almayarak yemin saymıştır.
«Yemin eden kimse yeminini bozması için tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle bozarsa yemini bozulur ilh...» Eğer yemin eden kimse tehdit edildiğinde üzerine yemin ettiği şeyi kendisi yapmayıp tehdit edenler yapsalar meselâ; su içmem diye yemin eden kimsenin boğazına su akıtsalar yemin edenin yemini bozulmaz. Nehir.
«Yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik ha-linde yapsa ilh...» Fakat bayılmış kimsede mecnunda ehliyet bulunmadığından yeminlerine itibar edilmez. Nitekim geçmiştir.
METİN
Kasem (yemin) -her ne kadar Türklerin kullandıkları gibi lafza-i Celâl'daki «ne» nin ötresi yahut üstünü yahut sükûnu yahut hazfiyle de olsa- «billâhi teâlâ» lâfzıyla olur.
Hıristiyanların yeminleri gibi «vesmillâhi» veya «bismillâhi şu işi yaparım» lâfızları da yine İmam Muhammed'e göre «billâhi» gibi yemindir. Bahır sahibi, İmam Muhammed'in kavlini tercih etmiştir. Fakat «lam» ın esresi ve şeddesi ile «billih» yemin olmaz, ancak Lâfza-i Celâl'daki «he» esre kılınıp yemin kastedilirse yemin olur.
Yemin Allahü Teâlâ'nın isimlerinden olan -muhtar olan mezheb üzere kendisiyle yemin edilme bilinsin veya bilinmesin her ne kadar ortak isim de olsa- Rahman, Rahîm, Halim, Alîm, Malik-i yevmiddin, Ettalibü'l-gaalibi lam-i tarîfli Elhak gibi bir ismi şerifiyle de olur.
Hak kelimesi Lam-i tarifsiz olursa yemin olmaz, ilerde gelecektir.
Mücteba'da Lâfza-i Celâl'dan başka müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir denilmiştir. Yemin örfde kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da olur. o sıfat gerek zıddıyla Allahü Teâlâ'nın sıfatlanmadığı «Allahın izzeti»,«Celâli», "Kibriyâsı" «Melekûtü», «Ceberûtü», «Azameti» ve «Kudreti» gibi sıfat-ı zâtiyyeden olsun ve gerek kendisiyle ve zıddıyla vasıflandığı «gazap» ve «rızâ» gibi sıfat-ı fiiliyyeden olsun. Yeminler örf ve âdet üzere kurulduğundan örfte kendisine yemin olunan şeye yemin etmek yemindir. Örfte kendisine yemin edilmeyen şeye yemin etmek yemin değildir.
İZAH
«Kasem "billâhi teâlâ" lâfzıyla olur ilh...» Yani bu mübarek isimle olur.
«"He"nîn ötresi ilh...» Yanı Lâfza-i Celâl'daki «he» nasıl okunursa okunsun yemin olması «ba» harfiyle zikredildiği takdirdedir. Fakat kasem (yemin) için olan «vav» ile zikrolunursa ancak Lâfza-i Celâl'daki «he» esre okunmakla yemin olur. H.
«Yahut hazfiyle de ilh...» Mücteba'da bir kimse şen, şaklabanların âdeti gibi Lâfza-i Celâl'daki «he» yi söylemeksizin «valla» dese yemin olur, denilmiştir. Buna göre Türklerin Lâfza-i Celâl'daki «he» yi okumaksızın «billa» diye yaptıkları yemin, yine yemin olur. Yemin eden yahut hayvan boğazlayan yahut namaza başlayan kimse Lâfza-i Celâl'da olan ikinci «lam»ı çeken elifi hazfetse bazıları zarar vermez. Çünkü bazı Arapların lisanında hazfedildiği işitilmiştir, demişlerdir. Bazıları da zarar verir demişlerdir.
«Hıristiyanların yeminleri gibi "vesmillâhi" ilh...» Yani, Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «bismillâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese muhtar olan kavle göre bu ifade ile yemin etmek örf olmadığı için yemin sayılmaz. Buna göre, bir kimse «vesmiliâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese yine yemin sayılmaz. Ancak memleketimizde yaşayan Hıristiyanlar «vesmillâhi» diye yemin etmeyi örf ve âdet edinmişlerdir. Onlar gibi «vesmillâhi» ile yemin etmeyi örf ve âdet edinen kimselerin yaptıkları yemin, yemin olur. Fakat Hıristiyanların yaptıkları yemin, yemin olmaz. Çünkü yeminin sahih olması için yemin edenin Müslüman olması şarttır.
«Bahır sahibi İmam Muhammed'in kavlini tercih etmiştir flh...» Bahır sahibi zâhir olan «bismillâhi» yemindir demiştir. Nitekim Bedayî sahibi delil göstermiştir ki; ehli sünnet velcemaate göre isim ile müsemma bir olup isme yemin zata yemin olur ve «mismillahi» diyen «billâhi» demiş olur. «Vesmillâhi» de «bismillâhi» gibi olup Hıristiyanlara mahsus değildir.
«Her ne kadar ortak isim de olsa ilh...» Allahü Teâlâ'dan başkasına isim olarak verilmeyen Allah, Errahman gibi isimlere yapılan yemin niyet edilsin edilmesin yemin olur. Halim ve Alim gibi Allah'dan başkasına da isim verilen ortak isimlerde yemine niyet edilirse yemin olur, niyet edilmezse yemin olmaz.
«Ettalibü'l-gaalibi ilh...» Bir kimse «Vettaalibi'l-gaalibi ben şu işi yapmam» dese yemin etmiş olur. Bağdat halkı arasında böyle yemin etmek örf ve âdettir. Zahire ile Velvâliciyye'de deböyledir.
«Mücteba'da Lâfza-i Celâl'dan başka müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir ilh...» Yani yemin olmaz, çünkü o kimse sözünün muhtemeline niyet etmiştir. Bu itibarla kendisiyle Allah arasında olan şey hususunda tasdik edilir. Fakat zahire muhalif olduğu için kazaen tasdik edilmez. Nitekim geçmiştir. Tenbih, diyanet ile kaza arasındaki fark ancak talâka ve azada, yemin etme hususunda meydana çıkar, yoksa Allah'a yemin etme hususunda ortaya çıkmaz. Çünkü keffâret Allah Teâlâ'nın hakkı olup bunda kulun hakkı bulunmamakla yemin eden kaadının huzuruna davâ için çıkmaz.
Ben derim ki: Bir kimse talâkı veya âzâdı yemin etmeye talîk ettikten sonra yemin etse ve yemine niyet etmediğini iddia etse, bu takdirde yemin hususunda da diyanet ile kaza arasındaki fark ortaya çıkmış olur.
«Yemin örfde kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da olur ilh...» Sıfat bir mânânın ismidir ki zatı tazammun etmez, «hüve hüve: O odur» ile zatın üzerine haml olunmaz. İzzet, Kibriyâ, azamet gibi. Azîm böyle değildir. Allahü Teâlâ'nın gerek zâtî sıfatı olsun ve gerek fiili sıfatı olsun örfde kendisiyle yemin edilmesinin şart olması Maveraünnehir alimlerinin kavlidir. Irak alimlerine göre zâtî sıfatlara yapılan yemin yemindir, fiili sıfatlara yapılan yemin yemin değildir. Bunlara göre örfde kendisiyle yemin edilsin veya edilmesin itibar yoktur. Bu, Fethü'l-kadir'den hûlasa olarak alınmıştır. Burhan'dan naklen Şürünbülâli'de «esah olan Maveraünnehir alimlerinin kavlidir» diye açıklanmıştır.
Zeylaî «Maveraünnehir alimlerinin kavli sahihdir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın sıfatlarının hepsi zatının sıfatlarıdır ve hepsi kadimdir, yeminler ise örf üzerine kurulduğundan, insanların kendisiyle yemin etmeyi örf edindikleri şeye yemin etmek yemindir. İnsanların kendisiyle yemin etmeyi örf edinmedikleri şeye yemin etmek yemin değildir» demiştir. Zeylaî'nin «Allah'ın sıfatlarının hepsi zatının sıfatlarıdır» ifadesinin mânâsı «şüphe yok ki Allahü Teâlâ'nın kerim olan zatı, sıfatlarıyla mevsuf olup gerek zâtî sıfatı gerek fiilî sıfatı olsun bu sıfatlar ile zatı murad edilir, binaenaleyh bu sıfatlara yapılan yemin zatına yemin yapılmış olur» demek olur, yoksa Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatını nefyetmek değildir.
Sonra musannıfın müşkül bulup «Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatları Eş'arîlere göre hakikatde kudret sıfatına racidir. Kudret sıfatı ise Allahü Teâlâ'nın zâtî sıfatıdır» diye cevap verdiğini gördüm. Bizim dediğimiz daha evlâdır.
«Allah'ın izzeti ilh...» Kuhustani'de «izzet birinci babdan olursa galebe «üstünlük» ikinci babdan olursa nazîri olmama, dördüncü babdan olursa menzil ve derecesinden inmeme mânâlarına gelir. «Celâl» sıfatları kâmil olmak mânâsınadır. «Kibriyâ» zâtı kâmil olmak mânâsınadır» denilmiştir.
«Melekûtü, Ceberûtü ilh...» Bunlar faalût veznindedir. Şihâb'ın Şifa-i şerif şerhinde «rahamût» rahmetten mübalağa sıygası olduğu gibi melekût de mülkden mübalağa sıygasıdır. Bazan «bunu âlem-i şehadet'e mukâbil olan âleme hasdır» dediler, buna âlem-i emir adını verirler, mukabiline âlem-i şehadet, âlem-i mülk adını verdikleri gibi. Mevâhib şerhinde Râgıb-ı Isfahânî «cebirin aslı bir nevi kahır ile bir şeyi düzeltmek mânâsınadır» demiştir. Bazıları «sâde düzeltmek mânâsına olduğu» söylemişlerdir. Bazan sırf kahır mânâsına olur. T.
«Azameti ilh...» Azamet esaleten zâtın kâmil olması tebean sıfatın kâmil olması mânâsınadır. Kudret kendinden her bir fiil ve terkin hikmet ve maslahat üzere meydana gelmesidir. Kuhustânî.
«Gazap ve rızâ gibi ilh...» Yani: Bunlar intikam ve ihsan mânâlarına hadd-i zâtında fiil sıfatını temsildir. O halde ileride gelecek gazap ile rızâya yemin edilmez kavillerine münâfi olmaz. T.
«Yeminler örf ve âdet üzere kurulduğundan ilh...» Yeminlerin örfe bağlı olması sıfatlara mahsustur. İsimlere mahsus değildir, isimlerde örf muteber değildir. Nitekim geçmiştir. T.
METİN
Allah'tan başka, Peygamber, Kur'ân-ı Kerîm ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin edilmez. Kemal «gizli değildir ki şimdi zamanımızda Kurân'a yemin etmek örf ve âdet olmuştur. Buna göre yemin olur» demiştir. Fakat Kelamullâh'a yemin etmek örfle deveran eder. Aynî demiştir ki: Bana göre bilhassa zamanımızda Mushaf'a yemin yemindir. Üç mezheb imamına göre; Mushaf-ı şerife, Kelâmullâha. Kur'ana yapılan yemin yemindir. Ahmed b. Hanbel bu üçün üzerine Peygamberi de ziyade etmiştir. Bunların birinden beri olup meselâ; bir kimse «ben şu işi yaparsam Kur'an'dan beriyim» dese icmâen yemin olur. Ancak «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Eğer «mushafta olandan beriyim» derse yemin olur. Hatta «içinde besmele olan bir defterden beriyim» dese yemin olur. Bir kimse «Mushaf-ı şerifde veya dört kitabda olan her bir âyetten beriyim» dese bu bir tek yemin olur. Eğer bunlardan beri olduğunu tekrar ederse yeminlerde sözün sayısınca olur. «Allah'tan beriyim, Rasûlünden beriyim» iki yemindir. Eğer bu surette «Allahü Teâlâ ve Rasûlü de benden beridirler» ifadesini ziyade ederse dört yemin olur. «Allah'tan bin kere beriyim» demek bir tek yemindir. Bir kimsenin «şu işi yaparsam İslâm'dan» yahut «Kıble'den» yahut «Ramazan orucundan» yahut «namazdan» yahut «mü'minlerden beriyim» yahut «haça ibadet etmiş olayım» sözü yemindir. Çünkü haça kadar zikredilenlerden beri olmak küfür olduğu gibi haça ibadet etmek de küfürdür. Küfrü bir şarta talîk ise yemindir, yakında gelecektir ki bir kimse bu geçenler ile küfrü îtikad ederse kâfir olur, yok küfrü îtikad etmezse yemini bozmakla keffâret verir. Hülasa'dan ve Tecrid'den naklen Bahır'da zikre-dilmiştir ki: Yemin müteaddit olursakeffâret de müteaddit olur, mütead-dit yemin gerek bir meclisde olsun gerek ayrı ayrı meclislerde olsun hü-küm birdir, eğer yemin eden ikinci yeminle birinci yemini murad ettim teaddüt yoktur dese, yemini Allahü Teâlâ'ya ise sözü kabul edilmez. Eğer yemini hacca veya umreye ise sözü kabul edilir ve yine Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki bir kimse «ben şu işi yaparsam yahudi olayım. hıristiyan olayım» dese bu ifadesi iki yemindir. Keza bir kimse «vallâhi vallâhi şu işi yaparım» yahut «vallâhi verrahmani şu işi yaparım» dese esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur. Fukâha ittifak etmişlerdir ki:
Yemin edenin atıf harfiyle «vallâhi ve verahmani ifadesi iki yemindir ve atıfsız olursa sıfat olacağı için bir yemindir ve yine Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki, İmam Râzî «ben hayatıma ve senin hayatına ve senin başın hayatına yemin ederim» diyen kimsenin kafir olmasından korkarım, böyle yemin eden kimse bu yemininde durup yemini bozmamanın vâcib olduğuna itikâd ederse kâfir olur» demiştir.
Şârih «böyle yemini halk tabakası bilmiyerek yapmasalardı bu yeminleri şirktir derdim» demiştir.
İbn-i Mes'ud (R.A.) dan:
«Elbette benim Allahü Teâlâ'ya yalan olarak yemin etmem Allahü Teâlâ'dan başkasına doğru olarak yemin etmemden bana daha sevimlidir» diye rivayet edîlmiştir.
İZAH
«Allah'dan başka Peygamber, Kurân-ı Kerîm ve Kabe-i Muazama gibi şeylere yemin edilmez ilh...» Yani kinaye yoluyla da olsa Allahü Teâlâ'nın isimleri ve sıfatlarından başka şeylere yemin edilmez.
Kuhustânî'de beyan edildiği üzere haramdır. Hatta «hayatıma, senin hayatına yemin ederim» diyen kimsenin kâfir olmasından korkulur, nitekim gelecektir.
«Kemal ilh...» Kemal'in sözü, Kurân-ı Kerim'in kelâmullâh mânâsına olması üzerine mebnidir, buna göre Kurân-ı Kerîm Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından olmuş olur. Nitekim Hidaye sahibide bunu ifade ederek «her kim Allah'dan başka peygamber ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin ederse, yemin etmemiş olur. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.):
«Sizden her kim yemin ederse Allaha yemin etsin, yahut yemini ter-ketsin» buyurmuştur. Keza her kim Kurân-ı Kerîm'e yemin ederse yine yemin etmemiş olur. Çünkü Kurân-ı Kerîm'e yemin etmek örf ve âdet değildir» demiştir.
Hidaye sahibinin «keza...» demesi Kurân-ı Kerîm'e yapılan yeminin Allah'tan başkasına yapılmış olmayıp bilâkis Allahü Teâlâ'nın sıfatına yemin yapılmış olduğunu ifade etmektedir. Bundan dolayı Hidaye sahibi «Kuran-ı Kerim'e yemin etmek örf ve âdet değildir» demiştir.
«Fakat Kelamullâha yemin etmek örfle deveran eder ilh...» Çünkü kelâm müşterek sıfattır.
«Aynî demiştir ki ilh...» Aynî'nin ibaresi şöyledir: Bana göre bir kimse Mushaf-ı şerife yemin etse veya Mushaf-ı şerif üzerine elini koyup «bunun hakkına yemin ederim» dese bu yemindir. Bilhassa yalan yeminin çoğaldığı ve halk tabakasının Mushaf-ı şerife yemin etmeleri rağbet bulduğu şu zamanda Mushaf-ı şerife yapılan yemin yemin sayılır. Nehir sahibi de bunu ikrâr etmiştir, burası düşündürücüdür. Çünkü Mushaf-ı şerif Allahü Teâlâ'nın sıfatı değildir ki kendisinde örf muteber olsun.
Örf muteber olsa Peygambere, Kabe-i Muazzamaya yapılan yemin yemin olurdu. Çünkü bunlara yemin örf ve âdettir. Keza «başın hayatına yemin ederim» ve buna benziyen ifadelerin yemin olması lâzım gelirdi. Halbuki hiçbir kimse bunlara yapılan yeminin yemin olduğunu söylememiştir. Hatta «Allah hakkına yemin ederim» diyen kimsenin ifadesi de yemin değildir. Nitekim ilerde gelecektir.
«Mushafın hakkına yemin ederim» ifadesi de yemin değildir. Keza «Allah'ın kelâmının hakkına yemin ederim» ifadesi de yemin değildir. Çünkü Allah kelâmının hakkı ona tazîm etmek ve onunla amel etmektir. Bu ise kulun sıfatıdır. Evet bir kimse «şu mushafta bulunan Allah'ın kelâmına yemin ederim» dese lâyık olan yemin olmasıdır.
«Bunların birinden beri olup ilh...» Yani Peygamberden, Kurân-ı Ke-rîm'den, kıbleden. «Ancak «Mushaftan beriyim» dese yemin olmaz ilh...» Çünkü mushafla murad yaprakları ve cildidir. Bir kimse «ben Kuran-ı kerim'den» yahut «Mushaf-ı şerifte olandan beriyim» dese yemin olur, eğer «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Mücteba. Zahire'de de böyledir.
«Hatta "içinde besmele olan bir defterden beriyim" ilh...» Mushaf hak-kında söylediğimizden bildiğin gibi doğru olan defterde olandan beriyim tarzında olmalıdır. Haniyye'de «bir kimse fıkıh kitabını veya içinde Bis-millâhirrahmanirrâhim yazılı olan hesap defterini kaldırıp «ben şu işi yaparsam bunda olandan beriyim» deyip sonra o işi işlese kendisine keffâret lâzım gelir. Nitekim «şu işi yaparsam Bismillâhirâhmanirâhim'den beriyim» dedikten sonra o işi yaptığında kendisine keffâret lâzım gelir» denilmiştir.
«Eğer bunlardan beri olduğunu tekrar ederse yeminlerde adedince olur ilh...» Zahire'de «bir kimse «dört kitaptan beriyim» dese bu bir tek yemindir. Keza Kur'an'dan «Zebur'dan, Tevrat'tan, İncil'den beriyim» dese yine bir tek yemin olur. Bir kimse «Kur'an-ı Kerîm'den beriyim, Tevrat'tan beriyim, İncil'den beriyim, Zebur'dan beriyim» dese bu dört yemin olur» denilmiştir.
Zahiriyye'den ve Asıl'dan naklen Bahır'da «bu cins meselelerde beri olma ifadesi ne zaman müteaddit olursa keffâretde müteaddit olur, beri olma ifadesi bir olduğu takdirde keffâret de bir olur» denilmiştir.
«"Allah'dan beriyim, Resûlünden beriyim" iki yemindir ilh...» Çünkü beri olma iki kerretekerrür etmiştir. Fakat bir kimse «Allah'dan ve Resûlünden beriyim» dese bazıları bu «iki yemindir» demişlerdir. Zahire'de bu sahih görülmüştür. Mücteba'da da bunun bir yemin olması sahih görülmüştür.
«"Allah'dan bin kerre beriyim" demek bir yemindir ilh...» Çünkü «bin kerre ifadesi» mübalağa için olup burada lâfız hakikatte tekerrür etmemiştir. Teemmül et!
«Yahut "Ramazan orucundan" îlh...» Zahire'de «bir kimse "ben şu işi yaparsam bu otuzdan yani Ramazan ayından beriyim" deyip eğer "Ramazanın farziyetinden beriyim" mânâsını niyet ederse yemin olur, eğer "sevabından beriyim" mânâsını niyet ederse yemin olmaz, keza hiçbirine niyet etmezse şek olduğu için yine yemin olmaz. Bir kimse "şu işi yaparsam hac ettiğim hacdan" veya "kıldığım namazdan beriyim" dese bu da yemin olmaz. Fakat öğrendiğim "Kurân'dan beriyim" dese bu yemindir» ifadeleri de ziyade edilmiştir. Muhit'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki «birinci ifadede hac eden kimse kendi fiilinden beri olmayı kastetmiş yoksa meşru olan hacdan beri olmayı kastetmemiştir. İkinci ifade de ise her ne kadar Kurân-ı Kerîm öğrenmek o kimsenin fiili ise de Kurân-ı Kerîm Kurân-ı Kerîm'dir, ondan beri olmak küfürdür.
«Yahut "müminlerden beriyim" ilh...» Çünkü müminlerden beri olmak imanı inkar etmektir. Hâniyye.
«Küfrü bir şarta tâlik ise yemindir ilh...» Yani bir kimse helâl olduğuna inanarak «ben şu işi yaparsam leş yemiş olayım» yahut «şarap içmiş olayım» yahut «domuz eti yemiş olayım» dese bu yemin olmaz. Velhasılı: Küfür ve benzeri gibi hiçbir halde haram olması düşmeyecek derecede ebedi haram olan herhangi bir şeyin helâl itikad edilerek bir şarta talîk edilmesi yemin olur.
Leş, şarap ve benzerleri gibi muztar halde haram olması düşen herhangi bir şeyin helâl itikad edilerek bir şarta talîk edilmesi yemin olmaz. Zahire.
«Yemin müteaddit olursa keffâretde müteaddit olur ilh...»
Buğye'de «yeminlerin keffâretleri çok olduğunda, keffâretler tedahul edip bir keffâret hepsine kifayet eder» denilmiştir.
Şihabü'l-eimme «bu İmam Muhammed'in kavlidir» demiştir. Asıl Sahibi «bana göre muhtar olan kavilde budur» demiştir.
Münye'den naklen Kuhustânî'de de böyle zikredilmiştir.
«Yemini hacca veya umreye ise sözü kabul edilir ilh...» Meselâ bir kimse «ben şu işi yaparsam üzerime hac lâzım olsun» sonra aynı şekilde yemin etse de ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek murad ettim dese kabul edilir. Fakat iki kerre «ben vallahi şu işi yapmam» deyip ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek istedim dese bu sözü kabuledilmez. Çünkü ikinci ifadenin birinci ifadeden haber vermeye ihtimali bulunmadığı için birinci yemini niyet etmesi sahih olmaz, sonra Zahire'de de böylece gördüm. Mebsut'dan ve Hindiye'den naklen Tahtâvi'de zikredilmiştir ki, yeminin biri hacca diğeri Allahü Teâlâ'ya olsa yemin bozulduğunda hem keffâret hem de hac lâzım olur.
«Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki ilh...» Bahır'ın ibaresinde düşme vardır. Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilen ifade şöyledir: Bir kimse «ben şu işi yaparsam Yahudi, Hıristiyan olayım» dese bir tek yemin, eğer «şu işi işlersem Yahudi olayım, şu işi işlersem Hıristiyan olayım» derse bu, iki yemin olur.
«Esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur ilh...» Yani iki isim arasında yemin için olan «vav» zikredildiğinde gerek ikinci kelime birinci kelimenin sıfatı olmaya elverişli olsun, gerek olmasın esah olan kavle göre bu iki isim iki yemin olur, bu zahirirrivayedir, bir rivayette bir yemin olur. Nitekim Zahire'de de böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Fakat Fetih'de olan istisna edilir. Orada şöyle denilmiştir: Bir kimse «üzerime Allah'ın ahdi ve emaneti ve misâkı olsun» deyip niyeti olmasa biz Hanefilere, İmam Mâlik'e ve Ahmed İbn-i Hanbel'e göre bu bir tek yemindir. İmam Mâlik'den «bu lâfızlardan her biri için o kimse üzerine bir keffâret lâzımdır, çünkü her lâfız müstakil bir yemindir» diye rivayette edilmiştir.
Bizim mezhebimizde de «vallahi, verrahmâni, verrahîmi» lâfızlarında olduğu gibi «vav» tekrar edildiğinde kıyas budur. Ancak Hasan'ın rivayeti başka.
«Fukâha ittifak etmişlerdir ki ilh...» Yani ihtilâf «vav» bir olup ikinci ismin üzerine dahil olduğundadır, eğer «vav» iki defa söylenirse meselâ; «vallâhi ve verrahmâni» gibî. Bunlar ittifakla İki yemindir. Çünkü iki «vav» dan birisi atıf için diğeri yemin içindir. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Fakat ikinci ismin üzerine «vav» asla dahil olmazsa meselâ; «vallâhillâhi» ve «vallâhirrahmâni» gibi, bu ifadeler ittifak'ta bir yemindir. Nitekim Zahire'de de böyle zikredilmiştir. Fukâhanın atıfsız kavilleriyle muradları budur.
«İmam Râzi ilh...» Bu zat Ali Hüsamüddin-i Râzi olup Dımışk'da yaşanmış birçok eseri vardır. Bunlardan biri Hülasatü'd-delân fi şerhi'l-Kudurindir. (591) tarihinde Dımışk'da vefât etmiştir.
«Şârih böyle yemini halk tabakası bilmeyerek yapmasalardı ilh...» Yani:
Halk tabakası yeminin gereğinin yemini muhafaza etmek veya bozulduğu takdirde Allah'ın isminin hürmeti yıkıldığı için onu örtmek maksadıyla keffâretin lâzım olduğunu bilmiyorlar. Allahü Teâlâ'dan başkasının adına yapılan yeminde de yaratıcı olan Allah ile mahlûkun arasını bu hususta bir tutmak olduğunu bilmiyorlar.
«Bu yeminleri şirktir derdim ilh...» Münye'den naklen Kuhustâni'de zikredilmiştir ki: Câhîl bir kimse emirin ruhuna yahut hayatına yahut başına yemin etse o kimsenin henüz İslâmıgerçekleşmemiştir. Allahü Teâlâ'nın kendi zâtı ve sıfatından başka meselâ: «velleyli, vedduha» gibi kasem buyurduğu şeylere kul için yemin etmek yoktur.
«İbn-i Mesud (R.A) dan ilh...» Zannederim ki İbn-i Mesud (R.A.) un kavlinin vechi şudur: Allahü Teâlâ'ya yalan olarak yemin etmek her ne kadar haram ise de keffâretle hürmeti kalkar. Fakat Allahü Teâlâ'dan başkasına yeminin hürmeti daha büyük olup hatta küfre yakın olduğu için keffâreti yoktur. T.
METİN
Allahu Teâlâ'nın rahmeti, ilmi, rızâsı, gazabı, sahatı, azâbı, lâneti, şeriatı, dini hududu sıfatı ve subhânallah gibi sıfatlarından kendisiyle yemin edilmesi âdet olmayan bir sıfatına yemin edilmez. Çünkü örfte bunlara yemin edilmemektedir. Allahü Teâlâ'ya isimlerine ve bazı sıfatlarına yemin yapıldığı gibi yemin edenin «leamrullâhi (bekaaullâhi mânâsına zâti sıfatlarındandır)», «eymullâhi (Allaha yemin olsun)», «AIIaha ahd olsun», «vechullâhi», «sultânullâhi (bununla kudret mânâsı kast olunursa)», «Allaha misakım olsun», «Allaha zimmet olsun» gibi kavliyle de yemin olur. Yine böyle müzari siygasıyla yemin eden «kasem ederim», «yemin ederim», «azmederim», «şehadet ederim» ifadelerini bir şarta talîk edip her ne kadar «billâhi» demese de yemin olur. Kezâ: «kasem ettim», «yemin ettim», «azmettim», «îlâ (yemin) ettim», «şehadet ettim» gibi mâzi sıygasıyla söylese evleviyetle yemin olur. «Üzerime nezir olsun» diyen kimse «nezir» lâfzıyla maksûd olan bir kurbet ve ibadete niyet ederse onu yapması kendisine lâzım olur. Böyle bir kurbet ve ibadete niyet etmezse bozduğu takdirde kendisine keffâret lâzım olur. Nezir bahsinde izah edilecektir. «Üzerime yemin olsun», «üzerime ahd olsun» sözleri her ne kadar yemin eden bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese bile üzerine yemin edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur. Mücteba.
İZAH
«Şerîatı, dîni, hududu ilh...» Burada bunları zikretmenin bir mânâsı yoktur. Çünkü bunlar Allah'ın sıfatları olmayıp kendileriyle ibadet edilen hükümler olduğundan Allahü Teâlâ'dan başka oldukları için örf olsa bile bunlara yemin edilmez.
«Srfatı ilh...» Hâniyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki, bir kimse «Allah'ın sıfatına yemin ederim ki ben şu işi yapmam» dese bu yemin olmaz. Çünkü Allah'ın sıfatlarından bazısı başkası hakkında da zikredildiği için sıfatın zikri, ismin zikri gibi değildir.
«Sübhânallâh ilh...» Bahır'da «bir kimse lâ ilâhe illallâh şu işi yapmam» dese ancak yemine niyet ederse yemin olur. Keza «sübhânallâhi vallâhuekber şu işi yapmam» dese yine yemine niyet etmedikçe yemin olmaz. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek âdet değildir» denilmiştir.
Ben derim ki: Bir kimse «AIIah vekildir ki ben şu işi yapmam» dese zamanımızda bu ifadeyemin olmalıdır. Çünkü bu ifade «Allahû ekber» gibidir, fakat bu ifade ile yemin marûfdur.
«Örfde bunlara yemin edilmemektedir ilh...» Bahır'da «örf, sıfatlara yemin etmekte muteberdir» denilmiştir.
«Leamrullâhi ilh...» Fakat «leamruke veleamrufülanın» denilmesi caiz değildir. Nitekim Kuhustânî'de geçmiştir. «Leamrün» kelimesi bekaa mânâsına aynın üstünüyle ve ötresi ile caiz ise de çok kullanıldığı için tahfif yeri olmakla kasemde ancak üstün olarak kullanılmıştır.
«Allah'a ahd olsun ilh...» Çünkü Allahü Teâlâ:
(En-Nahl sûresi; ayet: 91)
«Karşılıklı muâhede yaptığımız vakit Allah'ın ahdini yerine getiriniz. Sapasâğlam ettiğiniz yeminleri bozmayınız» buyurmuşlardır.
Müfessirler «yeminleri» geçmiş ahidlerle tefsir etmişlerdir. Yemin Allah'ın sıfatına olmasa bile şeriat geçmişteki ahidleri yemin saymıştır. Nitekim «şehadet ederim» yemin sayıldığı gibi. Bu ifadenin yeminde kullanılması galib olunca, yemin olmaması ancak yemine niyet edilmediğindedir. Tamamı Fetih'dedir. Cevhere'de «bir kimse «Allah'a ahd olsun» deyip «üzerime Allah'ın ahdi olsun» demese İmam Ebû Yusuf'a göre; yemindir. İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre yemin değildir» denilmiştir.
Ben derim ki: «Haniyye'de, ihtilâf rivayet edilmeksizin bu ifade kesin olarak yemindir» denilmiştir.
Tenbîh: Bir kimse «üzerime Resûlün ahdi olsun» dese bu yemin olmaz. Bir kimse «üzerime AIIah'ın ahdi ve Resûlün ahdi olsun» «Ben şu işi yapmam» dese bu da yemin olmaz. Çünkü Allah'ın ismiyle üzerine yemin edilen şey arasına «Resûlün ahdi» ifadesi fasıla olarak girmiştir. Sayrafiyye.
«Vechullâhi ilh...» Zira Lâfza-i Celâl'a muzaf olan ile zât murad edilir. Bahır.
«Sultanullâhi (bununla kudret mânâsı kast olunursa) ilh...» Yani «sultan» ile kudret mânâsı kastedildiğinde yemin olur, eğer sultan ile bûrhan, huccet kastedilirse yemin olmaz
«Allaha misâkım olsun ilh...» Misâk yeminle kuvvetli söz vermektir.
«Allaha zimmet olsun ilh...» Zimmet ahid mânâsına olmakla zimmîye muâhid ismi verilmiştir. Fetih.
«"Azmederim" ilh...» Yani; şimdi gerekli kılmaktan haber vermek mâ-nâsınadır ki yeminin mânâsı da budur. Kezâ bir kimse «ben şu işi yapmamağa azmettim» dese yemin etmiş olur. Bedâyi. Bahır.
«Muzâri sıygasıyla ilh...» Yani bu sıygayla yapılan yeminler yemin olur. Çünkü muzâri hakikat olarak şimdiki zamanda, karine ile gelecek zamanda kullanıldığı için niyetsiz, muzârı sıygasıyla yemin edildiğinde şimdiki zaman için kullanılmış olur. Sahih olan da budur. Tamamı Bahır'dadır,
«Bir şarta talîk edip ilh...» Yani: «kasem ederim» veya «kasem ettim» yahut «yemin ederim» veya «yemin ettim» gibi müzâri veya mâzi sıygalarıyla yemin yapıldığında yeminin olmasında üzerine yemin edilen şeyin söylenmesi lâzımdır. Meselâ: Bir kimse «yemin ederim ki ben elbette şu işi yaparım» deyip o işi yapmayıp yeminini bozduğunda kendisine keffâret vâcib olur.
«Nezir lâfzıyla maksud olan bir kurbet ve ibadete niyet ederse ilh...» kavlinin karşılığı hazfedilmiştir. Yani: «üzerime nezir olsun» ifadesinin yemin olması maksûd olan kurbet ve ibadete niyet edilmediği takdirdedir. Eğer nezir ile hac veya ömre veyahut daha başka bir maksûd olan kurbet ve ibadete niyet edîlirse niyet edilen şey lâzım olur. Eğer niyet edilmez bozulduğu surette keffâret lâzım olur.
«Bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese bile ilh...» Yani: «Üzerime nezr olsun», «üzerime yemin olsun», «üzerime ahd olsun» diyen kimse bu ifadeleri «Allah lâfzına muzaf kılarak «üzerime Allah'ın nezri olsun», «üzerime Allah'ın yemini olsun», «üzerime Allah'ın ahdi olsun» dese evleviyetle yemin veya nezr olur.
«Üzerine yemin edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur ilh...» Meselâ: Bir kimse «üzerime Allah'ın nezri olsun, ben elbette şu işi yaparım» yahut «şu işi yapmam» deyip de yemin ettiği şeyi yapmasa kendisine yemin keffâreti lâzım olur. Fakat nezir lâfzında herhangi bir şeyin ismini zikretmeksizin «benim üzerime Allah'ın nezri olsun» diyen kimsenin sözü her ne kadar yemin olmasa bile kendisine keffâret lâzım gelir. Binaenaleyh bu ifade ile iptidaen keffâreti kabul etmiş olur. Nitekim Fetih'de de böyle zikredilmiştir. Yine Fetih'de zikredilmiştir ki hak olan «üzerime yemin olsun». İfadeside «üzerime Allah'ın nezri olsun» ifadesi gibidir. Bu «üzerime yemin olsun» ifadesi haber verme yoluyla değil, inşa yoluyla söylenip bu ifade üzerine bir şey ziyade edilmediğinde keffâret vâcib olur . Çünkü bu ifade de nezir sıygalarındandır. Böyle olmasaydı bu ifade lağvolurdu, fakat «yemin ederim», «şehadet ederim» gibi ifadeler nezir sıygalarından olmadıkları için bunlar ile başlangıçta keffâret sabit olmaz. Hasılı: «Üzerime nezir olsun» ifadesiyle keffâret nezri murad edilir. Keza «üzerime yemin olsun» ifadesi başlangıçta keffâret için nezir olup yemin keffâreti mânâsınadır. Bu ifadeler ancak üzerine yemin edilen şeye talîk edildikten sonra yemin olur. Yemin olup bozulduğu surette keffâret lâzım olur, bozulmadan önce keffâret lâzım olmaz.
Tenbih: Yemin talîka da ıtlâk edilir. Talâk ve âzâd talik edildiğinde fukâhaya göre bu yemindir. Buna göre; yemin lâfzı müşterektir.
Galiba fukâha burada yemini Allah'a yapılan yemine sarf etmişlerdir. Çünkü asıl meşru olan yemin budur. Yine yeminin lügat mânâsıda budur. Binaenaleyh yemin mutlak olaraksöylendiğinde Allah'a yapılan yemine sarf edilir.
Yemin ile talâka niyet edilse sözün ihtimali olana niyet edildiği için niyet sahih olur da talâk yemin edilen şeye talîk edilmiş olur ve yemin bozulduğu surette ric'i talâk vakî olur, bain talâk vakî olmaz. Çünkü bu talîk ile yapılan yeminler talâkın kinaye lâfızlarından değildir.
Bu yeminlerin kinaye lâfızlarından olduğunu iddia eden ile talîk suretiyle yapılan yeminlere ancak yemin keffâreti lâzımdır diye iddia eden buna karşı çıkmıştır. Nitekim bunu kinaye babında inceledik. Yalnız geriye şöyle bir mesele kalmıştır. Bir kimse «ben şu işi yaparsam Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» deyip o işi yapmak suretiyle yeminini bozarsa «bu kimsenin zevcesi varsa zevcesi boş olur, zevcesi yoksa kendisine bir keffâret lâzım gelir» diye Allâme-i Tûrî fetva vermiştir.
Seyyid Muhammed Ebu's-suûd bunu reddedip «bu ifade yeminin sarih ve kinaye lâfızlarından olmadığı için o kimseye bir şey lâzım gelmez» diye fetva vermiştir.
Muhaşşi de bunu ikrar etmiştir. Fakat burada olan gizli değildir ki yeminler yeminin cem'idir. Yemin ise mutlak olarak söylendiğinde Allah'a yapılan yemin murad edilir. Bilindiği gibi niyet edildiğinde bununla talâkı murad etmek sahih olur. Hâniyye'de bir kimse diğer bir şahsa talâk âzâd hediy (beytullahda kesilmek üzere gönderilen kurban) sadaka ve beytullaha yürüyerek gitmek üzere yemin ettirse yemin eden şahıs başka bir kişiye «bu yeminler senin üzerine lâzım olsun» deyip o kişide «evet» dese o kişiye beytullâha yürüyerek gitmek ve sadaka vermek lâzım olur, fakat talâk ve âzâd lâzım olmaz. Çünkü o kimse bunlar hakkında «Allah için üzerime kölemi âzâd etmek» yahut «zevcemi boşamak lâzım olsun» diyen kimse gibi olur. Bu takdirde bu kişi talâk ve âzâd üzerine cebr olunmaz. Fakat kölesinin âzâd olması lâzım olur. Eğer yemin eden şahıs başka bir kişiye «bu yeminler senin için lâzımdır» deyip o kişi de «evet» dese bu kişiye talâk ve âzâd da lâzım olur. Çünkü bu kişinin «evet» ifadesi «bu yeminler benim için lâzımdır» ifadesi gibidir. Binaenaleyh bu kişi bunlara bizzat yemin etmiş gibi olup kendisine bunların hepsi hatta talâk ve âzâd da lâzım gelir. Bu izahtan anlaşılan: «Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» diyen kimseye hususiyle hediy ve yürüyerek beytullaha gitmek gibi şeylerin lâzım olmasıdır. Çünkü bunlar Müslümanlara hastır, keza talâk, âzâd ve sadaka da lâzım olur. Buna göre; «Bunlardan hiçbiri lâzım olmaz veya talâk lâzım olmaz» diyen kimsenin kavli zâhir değildir.
METİN
Bir kimsenin «şu işi yaparsam Yahudi olayım» yahut «Hıristiyan olayım» yahut «benim üzerime Hıristiyanlıkla şahitlik ediniz» yahut «kâfirlere ortak olayım» yahut «kâfir olayım» ifadeleri de yemin olur. Eğer gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip, yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım olur. Eğer geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bilekasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerde yemin eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır. Esah olan kavle göre yemin eden kimsenin inancında bu ifadeler yemin olursa gerek geçmiş zamanda olan bir şey üzerine ve gerekse gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılsın yemin eden kimse kâfir olmaz. Eğer bu ifadelerin yemin olduğunu bilmeyip bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde yemin-i gamûsla yemin ederse veya gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip yeminini bozarsa kâfir olur. Çünkü kâfir olmaya razı olmuştur. Kâfir böyle değildir. Buna göre; kâfir talîkle Müslüman olmaz. Çünkü küfür terk etmektir, nitekim musannıf fetevâsında bunu açıklamıştır.
İZAH
«Eğer gelecek zamanda olacak bir şey üzerine "şu işi yaparsam Yahudi olayım" ilh...» diyen kimse, o işi yapıp yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım gelir. Helâlı haram kılmak, meselâ; «şu yemeği yemek benim için haram olsun» demek yemin olduğu gibi bu ifadelerle yapılan yeminde yemin olup, bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.
«Eğer geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile kasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs olur ilh...» Meselâ; bir kimse «şu işi yaptımsa kâfir olayım» yahut «Yahudi olayım» diye bile bile kasden yalan yere yemin ederse bu yemin-i gamûs olur, bunda keffâret yoktur. Ancak tevbe ile istiğfar vardır. Fetih. Eğer bu ifadelerle yemin eden doğru olduğunu zannederek yemin ederse yemin-i lağv olur.
«Bu ifadelerle yemin eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır ilh...» Yani, bu ifadelerle yalan yere yemin ettiğinde ihtilâf vardır.
«Esah olan kavle göre ilh...» Bazıları kâfir olmaz demişlerdir. Bazıları kâfir olur. Çünkü bu yemin manen tenciz (bir şarta talîk veya bir zamana izafe edilmeksizin derhal yapılan yemin) dir. Zira bu yemin olmuş bir şeye talîk edilmiş olup sanki başlangıç da yemin eden «ben kâfirim» demiş gibidir, demişlerdir.
Bilmiş ol ki Sahihayn (Buhari ile Müslim) da sabitdir ki Peygamberimiz (S.A.V.):
«Her kim İslâm'dan başka bir dine yalan ve amden yemin ederse o kimse dediği gibidir» buyurmuşlardır. Zâhir olan bu hadisi şerif ekseri hallere göre zikredilmiştir. Yani bu ifadelerle yemin eden kimse ekseri cahil olup yemin bozulduğu takdirde kafir olacağına inanan kimselerdir. Bu tarzda izah hadisi şerifin mânâsına muvafık olursa ne alâ, aksi takdirde bu hadisi şerif, bu ifadelerle yemin eden kimse mutlak surette kâfir olur diyen kimsenin kavline şahittir.
«Eğer bu ifadelerin yemin olduğunu bilmeyip, bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde yemin-i gamûsla yemin ederse ve-ya gelecek zamanda olacak bir şey üzerineyemin edip yeminini bozarsa kâfir olur ilh.» Feth'in ibaresi şöyledir: Bu ifadelerle yemin eden kimse, bunlarla kâfir olacağına inandığı halde yemin etmiş ise, üzerine yemin ettiği şeyi işlemekle -meselâ: «şu işi yaparsam Yahudi olayım» diyerek yemin ettikten sonra o işi yapmakla- kâfir olur. Çünkü bu şekilde yemin eden kimse o işi yaptığı takdirde kâfir olacağına inandığı halde o işi yapmakla küfre razı olmuştur.
Buna göre «şu işi yaparsam kâfir olayım» diyen kimse yemin ederken o işi yapmaya niyet ederse derhal kâfir olması lâzım gelir. Çünkü o kimse yemin ettiği zaman ileride kâfir olacağına inandığı bir işi yapmayı kastetmiştir.
«Kâfir böyle değildir ilh» Yani bir kâfir «ben şu işi yaparsam Müslüman olayım» dese sonra o işi yapsa Müslüman olmaz. H.
«Çünkü küfür terk etmektir ilh...» Yani küfür, kalben tasdiki ve lisanen ikrarı terk etmektir. Binaenaleyh küfrün şarta taliki sahihtir. Fakat İslâm'ın şarta taliki sahih değildir. Çünkü İslâmiyet Allahü Teâlâ'nın emirlerini yapmak ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olup bunların şarta talîk edilmeleri sahih değildir.
METİN
Bir kimsenin yalan yere «Allah bilir ki, şu işi yaptım» yahut «Allah bilir ki şu işi yapmadım» ifadesiyle kâfir olur mu? İmam Zahidi «alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir» dedi. Şumunnî «esah olan kâfir olmaz» demiştir. Çünkü bu ifadelerle yemin eden küfrü değil, belki yalan bir şeyin tervicini kastetmiş olur. Keza: Bir kimse «AIIah bilir ki şu işi yaptım» diyerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır, yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir. Mücteba. Yine Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben Allahü Teâlâ'yı şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra o işi yapsa Allahü Teâlâ'ya istiğfar eder ve kendisine keffâret lûzım gelmez. Keza: «Allah'ım seni ve meleklerini şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra yapsa yine keffâret değil, tevbe ve istiğfar lâzım gelir. Çünkü bu ifadeler örfde yemin değildir. Zâhire'de zikredilmiştir ki; bir kimse «ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» dese bu ifadeyle yemin etmiş olur, kâfir olmaz.
Bir kimse «şu işi yaparsam şefaatten beri olayım» dese bu ifade yemin olmaz. Çünkü şefaati inkar eden bid'atçı ve fasık olup, kâfir olmaz. Keza: «namazım ve orucum şu kâfirin olsun» dese yine yemin olmaz. Fakat «orucum yahudinin olsun» deyip bu ifadesiyle kurbet ve ibadet murad ederse yemin olur. Eğer «orucun sevabı yahudinin olsun» demek murad ederse yemin olmaz.
İZAH
«Alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir ilh...» Çünkü o kimse yalan yere «Allah bilir ki şu işiyaptım» yahut «yapmadım» demekle olan bir şeyin zıddını Allahü Teâlâ'nın ilmine nisbet ettiği için haşâ sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya cehil nisbet etmiştir.
«Şumunni "esah olan kâfir olmaz" demiştir ilh...» Mücteba'da ve başka fıkıh kitablarında bu, İmam Ebû Yusuf'dan rivayettir. Feteva'dan naklen Nuru'l-Ayn'da «alimlerin çoğunun kavli sahihdir» diye zikredilmiştir. «Kâfir değildir» diyenin kavline göre, bu yemin, yemin-i gamûs olur. Çünkü o kimse bile bile kasden geçmiş zamandaki bir şey üzerine yemin etmiştir. Bu ifadelerin yemin olması örfde bunlarla yemin edildiği takdirdedir, aksi takdirde bu ifadelerle yemin olmaz. Fakat yemin olsun olmasın bu ifadeleri kullanmak günahtır, bundan dolayı tevbe etmek vâcib olur. H.
«Keza: Bir kimse "Allah bilir ki şu işi yaptım" veya "yapmadım" di-yerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır, yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir ilh...» Fakat Kınye ile Hâvî'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «sen şu işi yapmadınsa şu Kurân-ı Kerîm cüzü üzerine ayağını koy» deyip zevceside onun üzerine ayağını koysa zevc kâfir olmaz. Çünkü onun muradı zevcesini korkutmaktır. Zevcesi kâfir olur.
Buna göre zevcin muradı zevcesini korkutmak olmasa kâfir olması lâzım gelir. Bir kimse yemin etmek maksadıyla ayağını Mushaf üzerine koyarsa kendisine tövbe ve istiğfar lâzımdır. Yemin etmediği halde Mushaf üzerine ayağını koyarsa Mushaf-ı şerifi küçük gördüğü için kâfir olur.
Bu ifadelerden anlaşılan Mushaf üzerine ayağı koymak Mushaf-ı şerifi hafif görmeyi gerektirmez. Eşbah'da «bir kimse Mushaf-ı şerifi küçümseyerek onun üzerine ayağını koysa kâfir olur. Eğer onun üzerine tazîm için korsa kâfir olmaz» denilmiştir. Muhaşşi der ki; zaruret olmaksızın Mushaf üzerine ayağı koymak onu küçümsemek ve ona ihanet etmek olur. Bundan dolayı zevcin muradı olması lâzım gelir. Yani zevc, zevcesinin yaptığını ikrar etmesi için onu korkutmak maksadıyla ona «sen şu işi yapmadınsa Mushaf-ı şerif üzerine ayağını koy» dese zevc Kurân-ı Kerîm'e tazîm etmiş olur. Çünkü zevc Mushaf-ı şerif üzerine ayak koymanın zevcenin yapamayacağı büyük bir iş olup inkâr ettiğini ikrar edeceğini bilmektedir. Eğer zevc zevcesini bu şekilde korkutmak istemezse zevcesine küfür olan bir şeyi yapmakla emrettiği için kendisi kâfir olur. Çünkü bunda Kurân-ı Kerîm'i küçümseme ve hakir görme vardır. Taharetsiz veya kıbleden başka tarafa bile bile namaz kılan şahsın kâfir olacağını söyleyen kimsenin kavli de buna delâlet eder. Çünkü bu şekilde namaz kılan kimse namazı hakir ve ehven görmüştür. Teemmül et!
«Çünkü bu ifadeler örfde yemin değildir ilh...» Muhaşşi der ki: Zama-nımızda bu ifadelerle yemin örf ve âdettir. Keza; «Allah şahittir ki ben bu işi yapmam» yahut «Allah bilir ki ben buişi yapmam» gibi ifadelerin hepsi yemin olur. Çünkü şimdi örfde bunlar yemindir.
«Bu ifadeyle yemin etmiş olur ilh...» Bahır'da «bu ifadeyle yemin eden kimse Allahü Teâlâ'nın mekandan münezzeh olduğunu kastederse bu ifade yemin olmaz. Çünkü bu takdirde bu ifade küfür olmayıp bilakis imanın ta kendisidir» denilmiştir.
«Kâfir olmaz ilh...» Yani bir kimse «ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» dese yemin etmiş olup kâfir olmaz. Bu yeminin muktezası tanrının gökte olması olunca bizzat bu yeminle yemin edenin kâfir olması zannedilen yer olur. Çünkü bu yeminde haşâ sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya mekan isbatı vardır. Bundan dolayı şârih «yemin eden kafir olmaz» demiştir. Galiba kâfir olmamasının vechi bu ifade mutlak olarak Kurân-ı Kerîm'de vârid olduğu içindir. Nitekim Allahü Teâlâ:
«O, gökte Tanrı olan (bir Allah) dır.» (Ez-Zuhruf sûresi; âyet: 84)
«Gökdekin (Allah) den emin mi oldunuz?» buyurmuşlardır. Buna göre zarfın hakikati (Allahü Teâlâ'nın gökte olması) murad edilmiş olmayınca Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu söyleyen kimse küfre nisbet edilmez. Bu itibarla «Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu» ifade eden lâfız Kurân-ı Kerîm'de vârid olduğu için «gökte tanrı yoktur» demek küfür olur. Bundan dolayı bu ifadeyle yemin yapılmış olur. Nitekim buna benzer ifadelerle de yemin yapılır. «Ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» yeminin muktezası: Tanrının gökte olması olduğu için bu ifadenin lûgatca hakikatine inanmak küfür olması itibarîyle bu ifadeyle yemin edenin kâfir olması ihtimali vardır. Burada benim anladığım budur. (El-Mülk sûresi; âyet: 16)
«Camiu'l-Fusûleyn» de «Bir kimse «Allahü Teâlâ gökte her şeyi hakkıyla bilendir» dese eğer bu ifadesiyle haşâ sümme haşâ Allah için mekan murad ederse kâfir olur, haberlerde geleni hikaye etmek isterse kâfir olmaz. Hiç niyeti bulunmazsa âlimlerin çoğuna göre küfre nisbet edilir» diye zikredilmiştir. Teemül et!
«Çünkü şefaati inkâr eden bid'atçı ve fâsık olup, kâfir olmaz ilh...» Yani: Yemin ancak küfre talîk edilirse yapılmış olur. T.
«Fakat orucum ilh...» İmam Zâhidî'nin Hâvî'sinde «"namazlarım, oruçlarım şu kâfirin olsun» ifadesi yemin olmaz. Bu ifadeyi söyleyen kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi lâzımdır. Bazıları "bu ifadeler ile namaz ve oruçların sevaplarının kâfirin olması kastedilirse yemin olmaz. Bu ifadelerle kurbet ve ibadet kastedilirse yemin olur" demişlerdir» diye zikredilmiştir. Muhaşşi der ki: Bu izah ile malum oldu ki burada başka bir kavil daha vardır. Namaz ile oruç arasında fark yoktur, bu kavle göre tafsilat namaz ile orucun her ikisinde de câridir. Yani namaz ve oruçtan kurbet ve ibadet kastedilirse küfür üzerine talîk olduğu için meselâ: «Şu işi yaparsam namazım» yahut «orucum kâfirin olsun» denildiğinde yemin olur. Fakat bu ifadelerde namazın veya orucun sevabı murad edilirse yemin olmaz. Çünkü bunlar üzerinesevab gayb olan bir emir olup gerçekleşmiş değildir ve başkasına sevabı hibe etmek biz ehli sünnet velcemaate göre câizdir. Her ne kadar kâfir ibadetin sevabına ehil değilse de galiba sevabı ona hibe eden kimse onun azabının tahfifini murad etmiş olabilir.
METİN
Bir kimse «Ve Hakkaa ben şu işi yaparım» dese bu yemin olmaz, ancak «Hakkaa» kelimesi ile Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad olunursa yemin olur.
«Hakkullâh için şu işi yapmam» dese bu ifade de yemin değildir. İhtiyar sahibi bu ifade ile yemin etmek örf olduğu için bunun yemin olmasını ihtiyar etmiştir. Eğer bunda «ba» harfiyle «bi-hakkıllâhi» diye yemin ederse ittifakla yemin olur. «Allahü Teâlâ'nın hürmetine» yahut «Şehidallâh: Allah şahittir» yahut «Lailaheillallâh hürmetine»'yahut «Resûlün» yahut «imanın» yahut «namazın hakkına» yemin edilmez.
«Allahü Teâlâ'nın azabına» yahut «sevabına» yahut «rızasına» yahut «lânetine» yahut «emânetine» yemin olmaz. Fakat Hâniyye'de «Allah'ın emaneti» ne yapılan yemin yemindir" diye zikredilmiştir. Nehir'de «Allah'ın emaneti» ile ibadete niyet edilirse yemin değildir, diye yazılıdır.
Bir kimse «ben şu işi yaparsam Allahü Teâlâ'nın gazabı» yahut «sahatı» yahut «lâneti benim üzerime olsun» yahut «zâni olayım» yahut «hırsız olayım» yahut «şarap içmiş olayım» yahut «fâiz yemiş olayım» dese bu ifadelerle yemin etmek örf olmamakla bunlardan hiçbirisi yemin olmaz. Eğer bu ifadelerle yemin etmek faraza örf olsa yemin olur mu? Fukâhanın çoğunun kavillerinin zâhiri yemin olmasıdır. Kemal'in kavlinin zâhiri ise bu ifadelerle yeminin olmamasıdır. Kemal'in kavlinin tamamı Nehir'dedir. Bahır'da zikredilmiştir ki: Zaruret zamanında meselâ: Açlık halinde mübah olan kan, domuz ve şarap gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla bu ifadeler yemin olmaz. Eğer yemin eden kimse «hakkaa» kavliyle Allahü Teâlâ'nın ismi şerifini murad ederse mezhebden muhtar olana göre yemin olur. Nitekim bu, Hâniyye'de sahih görülmüştür.
İZAH
«Ve Hakkaa ilh...» Mücteba'da zikredilmiştir ki: «Ve hakkaa» yahut vavsız «hakkaa» kelimesinin yemin olmasında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Gerek vavla, gerek vavsız olsun âlimlerin çoğuna göre bu yemin değildir. Meselâ; bir kimse «hakkaa ben şu işi yaparım» dese bundan muradı va'd etmiş olur. Sanki «elbette ben bu işi yaparım» demiş olur. Ancak «hakkaa» kelimesi île Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad edilirse yemin olur.
«Hakkullâh ilh...» Hasılı: «Hak» kelimesi ma'rife yahut nekre yahut muzaf olarak zikredilir. Ma'rife olan «el-hak» kelimesi gerek «vav» ile zikredilsin gerek «ba» ile zikredilsin ittifakla yemin olur. Nitekim Hâniyye ile Zahîriyye'de de böyle zikredilmiştir. Nekre olan «hakkan»kelimesi esah olan kavle göre yemine niyet edilirse yemin olur. Muzaf olan «hakkullâh» kelimesi «ba» ile zikredilirse ittifakla yemin olur. Çünkü insanlar bununla yemin ederler. «Vav» ile zikredilirse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre yemin olmaz. İmam Ebû Yusuf'dan diğer bir rivayete göre bununla yemin olur. Çünkü «hak» kelimesi Allahü Te'âlâ'nın sıfatlarından olup örfde bununla yemin edilmektedir.
İhtiyar'da «örf itibar edilerek muhtar olan budur» denilmiştir.
Bundan malûm oldu ki muhtar olan kavle göre, gerek marife, gerek nekre ve gerek muzaf olsun üç surette de «hak» kelimesi ile mutlak olarak yemin olur. Bu Bahır'da açıklanmıştır. Fakat yukarıda «vav» sız ve «ba» sız nekre olan «hakkan» kelimesinin âlimlerden çoğuna göre yemin olmadığı» geçmişti. Fetih sahibi «İhtiyar sahibinin «hak» kelimesi ile yemin etmek örfdür» sözüne «örf, Allahü Teâlâ'nın sıfatı ile başkasının sıfatı arasında kullanılmada ortak olan sıfatta muteberdir. «Hak» lâfzı söylendiğinde Allahü Teâlâ'nın sıfatı hatıra gelmeyip bilakis Allahü Teâlâ'nın haklarından olan şey hatıra gelir» diye itiraz etmiş sonra Belhi'nin «bihakkillâhi yemindir, çünkü insanlar bununla yemin ederler, sözü de zayıf olan kavillerdendir» demiş. Fetih sahibinin Belhi'nin sözünü zayıf sayması malûmun olduğu üzere «bi-hakkillâhi» dahi «ve hakkıllâhi» gibi olduğu içindir.
«Allahü Teâla'nın hürmetine ilh...» Hürmet ihtiram mânâsına isimdir. Allah'ın hürmeti ise yıkılması helâl olmayan şeydir. Bu hakikatte Allah'dan başkasına yemindir. Bercendi'den naklen Hamevi'de zikredilmiştir. T.
«Resûlün hakkına ilh...» Yani Resul-i Ekrem (S.A.V.) in hakkı her ne kadar büyük ise de yine onun hakkına yemin olmaz. Hindiyye'den naklen Tahtavi'de zikredilmiştir.
«Fakat Hâniyye'de ilh...» Yani Hâniyye'de «Allah'ın emanetine yapılan yemin yemindir» diye zikredilmiştir. Tahâvi'de «bu ifade yemin değildir» diye zikredilmiştir. Bu İmam Ebû Yusuf'dan rivayettir. Bahır sahibi Asıl adlı kitabda bunun yemin olduğu zikredilmiştir. Tahâvi buna muhaliftir. Çünkü Emanetullah'tan murat Allah'a taattır. Asıl'da «zikredilenin vechi Allah'a muzaf kılınan «emanet» kelimesine yemin edildiğinde bununla Allah'ın sıfatı murad edilir» demiştir. Fetih'de «bu ifade biz Hanefilerle, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'e göre yemindir. İmam Şâfiî'ye göre niyetle yemindir. Çünkü emanet ibadetle tefsir edilmiştir. İmam Şâfiî'ye "emanet kelimesi yemin harfinden sonra zikredildiğinde yemin murad edilmesi galibdir. Buna göre galip olan âdetten dolayı bu ifadenin yemin olması niyyete tevakkuf etmez» diye cevap verilir» diye zikredilmiştir. Bu izahdan anlaşılır ki mutemet olan Hâniyye'de zikredilendir.
«"Allahın emaneti" ile ibadete niyet edilirse yemin değildir ilh...» Çünkü emanet bu takdirde Allah'ın sıfatı olmaz. Fakat emanatullâh ile yemin eden kimse ibadete niyet ettim desemutemet olan kavle göre kazaen tasdik edilmez.
«Bir kimse "ben şu işi yaparsam Allahü Teâlâ'nın gazabı benim üzerime olsun" dese ilh...» Yani bu ifade de yemin olmaz. Çünkü bu ifadeyi söyleyen kimse kendi nefsine beddua etmiş olur. Dua edilen şeyi vakî olması gerekmez. Bu, duanın kabul edilmesine bağlıdır. Bu ifadeyle yemin etmek örf değildir. Fetih.
«Yahut "zâni olayım" ilh...» Bu ifadeler de yemin değildir. Çünkü bu şeylerin haram olmasının nesh (hükmünün kaldırmasın) a ve değiştirilmesine ihtimal yoktur. Buna göre bu ifadeler ismin haram olması mânâsında değildir. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek örf ve âdet değildir. Yani zaruretten dolayı bu şeylerin haram olması düşmez.
«Kemal'in kavlinin zahiri ise bu ifadelerle yeminin olmamasıdır ilh...»
Şöyle ki; yeminin mânâsı; yemin eden kimse yemini olmasından çekineceği bir şeye tâlik etmesidir. Meselâ; bir kimse «ben şu eve girersem gavur olayım» dese eve girdiğinde gavur olmasından korkması gibi. Yukarıda geçtiği üzere bu ifadenin yemin olduğunu bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise bu, bir yemin olur. Yeminini bozunca üzerine keffâret lâzım gelir. Fakat bu ifadeyi, bununla kâfir olacağına inanarak söylemiş ise bu yemin olmaz. Kendine tevbe ve istiğfar ile imanını ve evli ise nikâhını tecdid etmek lâzım gelir. Burada bir kimse «ben şu eve girersem zani olayım» yahut «hırsız olayım» dese sonra o eve girse sırf eve girmekle zina etmiş yahut hırsızlık yapmış olmaz ki, eve girmekten çekinsin. Fakat «eve girersem kâfir olayım» ifadesi böyle değildir. Çünkü eve girmekle küfre razı olma tahakkuk ettiği için küfrü icap eder. Yukarıda izah edildiği gibi bu ifadeyi kâfir olacağına inanarak söyleyip eve girerse küfre razı olduğu için kâfir olur. Yemin olduğunu bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise bu bir yemin olur.
«Bahır'da zikredilmiştir ki İlh...» Muhaşşi «Bahır'da zikredilen batıl bir vehimden ibarettir» diye itirazda bulunmuştur. Muhit'de olan bunu izah eder. Şöyle ki; zaruret olmayan zamanda meselâ; tokluk halinde kan, domuz eti gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olur. Zaruret halinde meselâ; açlık hâlinde mubah olan kan ve domuz eti gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla zaruret olmayan zamana göre bu ifadeler yemin olur, zaruret zamanına göre bu ifadeler yemin olmaz. Bu ifadelerin yemin olup, olmamasında şübhe bulunduğu için bu ifadeler yemin olmaz. Fakat «şu işi yaparsam Yahudi olayım» ifadesi yemindir. Çünkü Yahudiler Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) in peygamberliğini inkâr ederler. Bu ise daima küfürdür. Buna göre ebedi haram olan bir şeyi helâl görerek şarta talîk etmek yemin olur. Aksi takdirde yemin olmaz. Muhit'de zikredilenin hülasası budur.
METİN
Yemin harfleri: «vâv», «bâ», «tâ», yemin «lâmı», «tenbîh harfi», «istifhâm hemzesi», kat'ı yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki «vasıl hemzesi», esre ve ötre ile okunan "mims"ir. Meselâ: Yemin eden kimsenin «lillâhi», «hallâhi», «millâhi» demesi gibi.
Cer harfi kaldırılıp onun sebebiyle üstün olarak yemin eden kimsenin «Allâh'a elbette ben şu işi yaparım» ifadesindeki gibi icâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer (gizli) kılınır. Buna göre, yemin harfi muzmer kılındığında üç harekeyle okunmak Lâfza-i Celâl'e mahsustur. Lâfza-i Celâl'dan başka kendisiyle yemin edilen kelimelerden yemin harfi muzmer kılındığında esre ile okunmayıp, üstün ve ötre olarak okunur. «Eymün» kelimesi ile «Le'amrullâhi» terkibindeki «Le'amr» kelimesinin ötre okunmaları lâzımdır.
Küfeliler yemin harfi muzmer kılındığında Lâfza-i Celâl'i esre okurlar. Musannıf yemin harfleri muzmer kılınır demekle üzerine yemin edilen Şeyde te'kid harfinin muzmer kılınmasının caiz olmayacağını ifade etmiştir. Musannıf te'kid harfinin muzmer kılınamayacağını şöyle açıklamıştır: Bir kimsenin «vallahi le-ef'alenne kezâ: vallâhi elbette ben şu işi yapacağım», kavlindeki gibi gelecek zamanda olacak müsbet bir şey üzerine Arapça ile yemini ancak te'kid için olan «tâm» ve «nun» ile olur.
Vallahi le-kad ef'altü kezâ: Vallâhi elbette ben şu işi yaptım, kavlindeki gibi te'kid kelimesine yakın olarak yemin yapılır.
Nefyide yemin, gelecek zamanda nefyi harfi olan «lâ», geçmiş zamanda nefyi harfi olan «mâ» ile olur. Hatta yemin eden kimse «vallâhi ef'alü kezâ: el-yevme» dese yemini nefyi üzere olur da «lâ» kelimesi muzmer olarak sanki «lâ-ef'alü kezâ: Vallahi ben bugün şu işi yapmam» demiş olur. Te'kid harfinin müsbette hazfi mümkün değildir. Çünkü Arapça'da kelimenin muzmer olması marûf olup, kelimenin bir parçası gibi olan «lâm» ile «nun» un muzmer olması marûf değildir. Bu, Muhit'den naklen Bahır'da zikredîlmiştir.
İZAH
«Yemin harfleri ilh...» Bunlardan başka da yemin harfleri vardır. Meselâ; minüllâhi, münüllâhi gibi. Bu, Razî'den naklen Kuhustânî'de açıklanmıştır. Yemin harfleriyle murad edatlardır. Çünkü minüllâh, münüllâh ve mim «eymün» den kısaltılmış isimdirler.
«Vâv, bâ, tâ'dır ilh...» Musannıf önce vâv harfini zikretmiştir. Çünkü yeminde en çok vâv kullanılır. Bundan dolayı «bâ» harfi "la tüşrik" kelimesine taallukı ihtimaliyle beraber Kurân-ı Kerîm'de ancak Allahü Teâlâ'nın :
«Hani Lokman oğluna -öğüt verirken- (şöyle) demişti: «Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.» kavli keri-minde vâki olmuştur. Musannıf vâvdan sonra «bâ» harfini zikretmiştir. Çünkü «bâ» harfi yeminde asıl olmakla hem isme hem zamire dahil olur. Meselâ: «Billâhi» yahut «bike le-ef'alenne: Allah'a yemin ederim» yahut «sanayemin ederim ki elbette ben şu işi yaparım» denilmesi gibi.
«Yemin "lâmı"dır, ilh...» Yemin için olan «lâm» büyük işlerde Lâfza-i Celâl'a mahsusdur. yani Lâfza-i Celâl'dan başkasına dahil olmaz. Bu «lâm» esre okunur. Kuhustânî. Ecrûmiyye şerhinin haşiyesinde yemin «Iâmı»nın üstün olması rivayet edilmiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki: «lâm» yeminde ancak taaccüb mânâsını tazammun ettiği halde kullanılır. Nitekim İbn-i Abbas (R.A.) «Hz. Âdem (A.S.) cennete girdi, lillâhi: Allah'a yemin ederim ki güneş batmadan cennetten çıktı» demiştir. Nitekim «IilIâhi: Allah'a yemin olsun ki ecel (geldiğinde) geri bırakılmaz» denilir. Buna göre «lâm» ın taaccüb mânâsından soyulmuş olarak, yemin mânâsında kullanılması lûgatta sahih olmaz. Meğer ki böyle kullanılması örf ve âdet olsun.
«"Tenbih harfi" dîr ilh...» Bununla murad, Lâfza-i Celâle'deki hemzenin vaslı veya kat'ıyla beraber elifi hazfedilmiş veya sabit olan «hâ» harfidir. Nitekim İbn-i Mâlik'in «Teshil» adlı eserinde böyle zikredilmiştir.
«"İstifham hemzesi"dir ilh...» Bu hemze kendisinden sonra elif bulunan hemzedir. Bu hemzeden sonra Lâfza-i Celâle esre okunur, bu hemzeye istifham hemzesi denilmesi mecazdır. H.
Yemin için olan «lam» tenbih harfi, istifham hemzesi ile Lâfza-i Celâl'in esre olması bu harfler yemin harflerinin yerine geçtiği içindir. T.
«Katı yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki "vasıl hemzesi" dir ilh...» Yani Lâfza-i Celâlenin evvelindeki vasıl hemzesi kat'ı hemzesi kabul edilerek yemin harfi yerine geçtiği için Lâfza-i Celâle ismi şerifi esre okunur. Yemin harfi gizli olmaz, çünkü Lâfza-ı Celâlenin evvelinde yemin harfi gizli olursa hemzesi vasıl hemzesi olarak kalır. Evet, Lâfza-i Celâle cümlenin evvelinde bulunursa hemzesi kat'ı olup iki veche ihtimali olur. Lâfza-i celâle cümlenin evvelinde bulunmazsa meselâ: «Yâ Zeydü Allahi le-ef'alenne: Ey Zeyd Allah'a yemin ederim ki elbette şu işi yaparım» ifadesindeki Lâfza-i Celâlenin hemzesi kat'ı kılınırsa hemze yemin için olur, vasıl kılınırsa yemin harfi gizli olur.
«Esre ve ötre ile okunan «mim»dir ilh...» Kezâ: «Mim» üstün de okunur. Galiba fukâha mimin suretine bakarak onu yemin harflerinden saymışlardır. Yoksa yukarıda geçtiği üzere «eymenullâhi: Allah'a yemin olsun» dan «minullâhi: Allah'a yemin olsun» gibi. «Mim» dahi lûgattır.
«Lillâhi ilh...» Yemin lâmının ve Lâfza-i Celâlda ki hâ nın esresiyledir. Nitekim yukarıda geçmiştir. Anla!
«Hallâhi ilh...» Bu tenbih harfine misaldir ve Lâfza-i Celâledeki «ha» esredir. H.
«Millâhi ilh...» «Mim» in üç harekeyle okunması caizdir. Üç halde de Lâfza-i Celâle'deki «hâ»esredir.
«"Mallâhi", "millâhi" ve "müllâhî" gibi, İcâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer (gîzli) kılınır ilh...» Yalnız «bâ» harfi muzmer (gizli) kılınır. Çünkü yeminde asıl olan «bâ» harfidir. Nitekim Keşif ve Razî'den naklen Kuhustânî'de zikredilmiştir. Yemin harfinin muzmer olmasından murad zikredilmemesidir. Buna göre, muzmer, hazfede şâmil olur. Muzmer ile hazf arasındaki fark yemin harfi muzmer kılındıktan sonra eseri (esresi) baki kalır, hazf de ise eseri baki kalmaz.
Fetih'de buna göre «kendisine yemin edilen kelime üstün okunduğunda yemin harfi hazfedilmiş; esre okunduğunda eseri baki kaldığı için muzmer kılınmış olmalıdır» diye zikredilmiştir. Yemin «harfi muzmer kılınıp kendisiyle yemin edilen kelime gerek üstün gerek esre ve gerekse ötre okunsun üç surette de yemin olur.
«Üç harekeyle okunmak Lâfza-i Celâle'ye mahsustur ilh...» Yemin harfinin muzmer veya hazfinden sonra eserini (esresini) sâz olarak baki bırakmakla esre; yemin fiiliyle üstün, hazfedilmiş müptedaya haber olarak ötre, Lâfza-i Celâle'ye mahsusdur. Tenbih: Yemin harfi muzmer kılınıp, Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ», «üstün», «esre» ve «ötre» okunduğunda yemin olduğu gibi. Kezâ; yemin harfi olan «bâ» yı zikretmekle Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ» nın sükûnüyle de yemin olur. Zahiriyye'de «hâ» nın sükûnüyle «billâh» yahut «hâ» nın üstünüyle «billâhe» yahut «hâ» nın ötresiyle «billâhü ben bu işi yapmam» denilse bu üç surette de yemin olur. «Hâ» nın sükûnüyle «Allah ben şu işi yapmam» yahut «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu işi yapmam» denilse yemin olmaz. Ancak «Allahi ben şu işi yapmam» denilirse yemin olur. Bazıları «bu üç surette de mutlaka yemin olur» demişlerdir» diye zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bütün metinlerde «yemin harfi muzmar kılınır» denilmesinde Lâfza-i Celâle'deki «hâ» nın sükûnüyle «AIIah» veya üstünüyle «Allahe ben elbette şu işi yapmam» ifadesinin yemin olmamasına, «Allahi ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin olmasına işaret vardır. Çünkü bilindiği üzere yemin harfi muzmer kılındığında eseri baki kalır. Bu takdirde Lâfza-i Celâl'in esre okunması lâzımdır. Fakat Hidaye'de ve diğer fıkıh kitablarında «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin olması caiz görülmüştür. Cevhere'de de «sahih olan budur» denilmiştir.
Bahır'da «Lafza-ı Celâle üstün okunduğunda yemin olmasında ihtilâf yoktur. Çünkü lügat ehli Lâfza-i Celâle'nin üstün ve esre okunmasının caiz olmasında ihtilâf etmemişlerdir. Hattâ üstün okunması daha çoktur. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da da böyle zikredilmiştir» diye yazılıdır.
Ben derim ki: Geriye Lâfza-i Celâle'deki «hâ» nın sükûnuyla yemin olmaması kalmıştır. Fetihsahibi bunu reddederek şöyle demiştir: Kendisiyle yemin edilen kelimenin yanlış yahut doğru yahut sükûn ile harekelenmesi arasında fark olmayıp nasıl harekelenirse harekelensin yemin yapılmış olur. Çünkü yeminin manası: Bir işi yapmamak veya yapmak murad edildiğinde, o işi yapmamak veya yapmak hususunda kasde veya iddiaya kuvvet vermek için Allahü Teâlâ'nın ism-i şerifini zikretmek suretiyle yapılan bir akidden ibarettir ki o da burada mevcuttur. Buna göre yemin, lâfızdaki bir hususiyete (üstün, esre, ötre ve sükûne) bağlı değildir. Fetih sahibinin sözü burada son bulmuştur.
«Vallâhi le-kad fe'altü kezâ: Vallâhi elbette ben şu işi yaptım ilh...»
Yani: Geçmiş zamanda olmuş bir şey üzerine yemin yapılırken fiil mutasarrıf (çekimli) olursa te'kîd için olan «lâm» ile «kad» lâzımdır. Fiil çekimli olmazsa bu te'kid harfleri lâzım değildir.
METİN
Keffâret-i Yemin: Yemin keffâreti:
Keffâretin yemine izâfeti bir şeyin şartına izâfeti kabilindendir. Çünkü biz Hanefilerce keffâretin sebebi, yeminin bozulmasıdır. Yemin bozulduğunda -zıharda geçtiği gibi- keffâreti, (gücü yeterse) bir köle âzâd etmekten yahut on fakiri (akşamlı sabahlı) doyurmaktan yahut on fakire orta halli insanlara elverişli, üç aydan ziyade dayanacak ve bedenin ekserisini örtecek birer kat elbise giydirmekten ibarettir. Buna göre elbise yerine yalnız don caiz olmaz. Ancak donun kıymeti akşamlı sabahlı bir fakiri doyuracak (fıtır sadakası) kadar olursa, kıymeti itibariyle caiz olur.
Üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse bir anda köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak ve on fakire elbise almakla bunların hepsini birden yapsa, yahut bunları sıra ile yapıp, fakat keffâretin sahih olması için niyet lâzım olmakla niyeti ancak üçün tamamından sonra etse üzerindeki keffâretten dolayı kıymet cihetinden alâsı olan biri vakî olup diğerleri nafile olur. Eğer bu üçten hiç birini yapmazsa farz en azı ile düşeceğinden dolayı bunlardan kıymet itibariyle en az olan biri karşılığında azap olunur.
İZAH
«Keffâretin yemine izâfeti bir şeyin şartına izafeti kabilindendir ilh...» Hadd-i zina (zina cezası), hadd-i şürb (içki cezası) ve hadd-i serika (hırsızlık cezasın) da olduğu gibi hükümlerin izafetinde asıl olan hükmün sebebe izâfe edilmesi olunca -halbuki biz Hanefilerce yemin, keffâretin sebebi değildir; İmam Şafiî'ye göre sebebidir, biz Hanefilere göre keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. Nitekim gelecektir.- şârih, keffâretin yemine izâfetinin asıl kaideden hariç olduğunu ve bu izâfetin mecazen bir şeyin şartına izâfeti kabilinden olduğunu açıklamıştır. Bu ise keffâret-i ihram, sadaka-i fıtırda olduğu gibi, şeriatta caiz ve sabittir. Yeminin, keffâretin şartı olup sebebi olmadığı Fetih ve diğer fıkıh kitablarındadelilleriyle açıklanmıştır.
«Köle âzâd etmekten ilh...» Musannıf yemin keffâreti için köle âzad etmek deyip, kölenin âzâd olması dememiştir. Çünkü aleyhine âzâd olacak bir köleye varis olan kimse keffâretten dolayı niyet etse caiz olmaz. Nehir.
«Yahut on fakiri (akşamlı sabahlı) doyurmaktan ilh...» Yani ya hakikaten on fakiri bir gün veya takdiren, bir fakiri on gün doyurmaktır. Hatta bir fakire her gün buğdaydan yarım sâ' (sadaka-i fıtır miktarı) olarak on gün verse caiz olur. Fakat bir fakire bir günde on saatte on defa devir yoluyla verse bazıları «caiz olur» demişlerdir, bazıları «caiz olmadığını» söylemişlerdir. Sahih olan kavle göre caiz olmaz. Aynı fakire ikinci gün keffâretin verilmesinin caiz olması, ihtiyaç yenilendiği için o fakir ikinci gün başka bir fakir gibi olduğundan dolayıdır. Bir fakire bir günde her saatte bir elbise verilmek üzere on saatte on elbise verilse yahut bir elbise bir fakire verilip sonra ondan alınıp tekrar ona veya başkasına hibe veya başka bir yolla on defa verîlse -vasfın değişmesi aynın değişmesinde tesir ettiği için- caiz olur. Fakat âlimlerin çoğuna göre: caiz olmaz. Kuhustani.
Cevhered'e «on fakire sabahlı akşamlı katıksız arpa veya darı ekmeyi yedirmek kifayet etmez. Fakat katıksız buğday ekmeği kifayet eder. On gün sabahleyin bir fakire akşamleyin başka bir fakire yedirilse kifayet etmez. Çünkü bu suretde on günlük taam yirmiye taksim edilmiştir. Nitekim bir fakirin hissesi iki fakire taksim edildiğinde caiz olmadığı gibi. Bir fakire on gün sabahları yemek yedirilip akşam yemeklerinin de bedelleri verilse kifayet eder. Kezâ on fakire sabah yemeği yedirilip akşam yemeğinin de bedelleri verilse yine kifayet eder. On fakire Ramazan-ı Şerif'te yirmi gün akşam yemeği yedirilse kifayet eder» denilmiştir. Fakat Bezzâziye'de «on fakire bir gün sabahleyin, diğer bir gün ak-şamleyin yemek yedirilse bu hususta İmam Ebu Yusuf'tan iki rivayet vardır: Bir rivayette bir günün sabah ve akşamında yedirilmesi şarttır. Mualla'nın rivayetinde şart değildir» diye zikredilmiştir. Hâkim'in Kâfî'sinde «on fakirden her birine iki yemin keffâreti yerine birer sâ' buğday yedirse İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf'a göre ancak bir yemin keffâretine kifayet eder. İmam Muhammed'e göre: ikisine de kafidir.
«Zıharda geçtiği gibi ilh...» Yani üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse gücü yeterse keffâret niyetiyle bir köle âzâd eder. Bu kölenin Müslüman baliğ olup olmaması müsavidir. Ancak kendisinden istenilen menfaatin cinsi tamamıyla yok olacak derecede şahsında bir kusur bulunmaması lâzımdır, bu itibarla kör, deli, iki ayağı veya iki eli kesilmiş olan köleler keffâret için kifayet etmez. Müdebber, ümmi veled, kitabet bedelini kısmen ödemiş mükâtebler de keffâret için kafi değildirler. Çünkü bunlar bir bakıma hürriyete hak kazanmışlardır. Yemin keffâreti için on fakiri doyurmaya gelince bu da ya on fakire birersadaka-i fıtır miktarı şey temlik etmek yahut ibahe yani sabahlı akşamlı olarak yemek yedirmektir.
«Üç aydan ziyade dayanan ilh...» Çünkü üç ay yeni elbisenin müddetinin yarısından çok olan zamandır. Nitekim Hülâsa'da böyle zikredilmiştir. Elbiselerin yeni olması şart değildir. Hatta elbiseler yeni ve ince olup bu müddet dayanmazsa keffârete kifayet etmez.
«Bedenin ekserisini örtecek ilh...» Yani keffâret için her fakire verilecek çarşaf (kadın için), cübbe, kamis (yakası kapalı olan elbise) ve kaba «yakası açık olan elbise) gibi elbise onun hiç olmazsa bedeninin tamamını veya ekserisini örtecek bir halde bulunmalıdır. Kuhustânî.
Bu İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre kendisiyle namaz caiz alacak elbise keffâret için kifayet eder, buna göre erkekler için don kafidir. Kadınlar için kafi değildir.
«Buna göre elbise yerine yalnız don caiz olmaz ilh...» Çünkü yalnız don giyinen kimse, örfen çıplak sayılır. Bu takdirde keffâret için her fakire verilecek elbise ya kamis, yahut cübbe, yahut ridâ' (palto, aba, kaftan gibi üst tarafa giyilen elbise), yahut kaba (yakası açık olan elbise) yahut izâr (omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise) olmalıdır. İzâr, böyle omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise olmayıp, yalnız belden aşağısını örten elbise olursa don gibi olacağından İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre kifayet etmez.
İmâme (fes üzerine sarılan sarığın adıdır) keffâret için kifayet etmez. Ancak kendisinden bedenin ekserisini örtecek bir elbise yapılması mümkün olursa caiz olur.
Kalen süve (tepesi sivri külâh ve takke gibi başa giyilen şey) ye gelince hiçbir surette kifayet etmez.
Yemin keffareti kadınlara verildiği takdirde elbise ile birlikte baş örtüsü de verilmesi lâzımdır. Çünkü baş örtüsüz kadınların namazı caiz olmaz. Bu, hülâsa olarak Fetih'den alınmıştır.
«Ancak donun kıymeti akşamlı sabahlı bir fakiri doyuracak (fıtır sa-dakası) kadar olursa, kıymeti itibariyle caiz olur ilh...» Meselâ: Keffâret için her fakire buğdaydan yarım sâ' hurma veya arpadan bir sâ' kıymetinde olan kısa birer elbise verilse akşamlı sabahlı yemek yedirme yerine bir bedel olarak kifayet eder. Kezâ: On fakire bir top kumaş verilip, bundan her birine birer kat elbise çıkmasa fakat kıymeti on sadaka-i fıtır kıymetinde olursa yemek yedirme yerine bir bedel olarak kifayet eder. Mezhebden muhtar olana göre, yemek yedirme yerine bedel olarak kifayet eden elbiselerde yemek yedirme yerine niyet edilmesi şart değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre şarttır. Fetih.
«Niyeti ancak üçün tamamından sonra etse ilh...» Yani: Üzerine yemin lâzım olan kimse bir anda köle âzâd etmek, on fakire fıtır sadakası miktarı para vermek ve on fakire elbise almakla hepsini birden yapsa yahut bunları sıra ile yapsa sonra niyet etse vermiş olduğu para veyaelbise fakirlerin elinde mevcud ise bu niyeti sahih olur. Fakat âzâd etmiş olduğu kölede sahih olmaz. Kendisine yemin keffâreti lâzım olan kimse sabahlı akşamlı yemek yedirdikten sonra niyet etse keffâreti için sahih olmaz.
METİN
Biz Hanefilere göre; yemin edip yaptığı yemine riayet etmeyen kimse yemin keffâretini ödeyeceği vakitte yukarıda zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç tutar. Kadınların âdet görmeksizin üç gün peşi peşine oruç tutmaları mümkün olacağı için, yemin keffâreti için oruç tutan kadın âdet görürse peşi peşine oruç tutmak bozulmuş olur. Bu kadın âdet görmeyeceği bir zamanda yeniden peşi peşine üç gün oruç tutar. Oruç keffâreti müddetinde kadınların âdetten hâli olmaları hemen hemen mümkün olmadığı için, bu orucun peşi peşine olmasına kadınların âdet halleri mani değildir.
İmam Şâfıî; yemin keffâreti için üç gün tutulacak orucun ayrı ayrı günlerde tutulmasını caiz görmüştür ve üç şey (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise almak) den birini yapmaktan aciz olmayı yeminin bozulduğu zamanda itibar etmiştir.
Biz Hanefilere göre ise keffâreti ödeme vakti itibar edildiği için üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse malını bir şahsa hibe edip teslim ettikten sonra oruç tutsa, sonra hibesinden dönse tutmuş olduğu oruç keffâret yerine kifayet eder. Mücteba.
Şârih der ki, bu surette orucun keffâret yerine kifayet etmesi fukâhanın «hibeden dönmek asıldan fesih (bozma) dir.» kavillerinden istisna edilmiş olur.
Oruçla keffâretin ödenmesi için orucu bitirinceye kadar mal ile ödemekten acizliğin devam etmesi şarttır. Buna göre fakir olan kimse iki gün oruç tutup sonra üçüncü günün orucunu bitirmeden önce hatta iftar zamanına az bir zaman kala zengin olsa, bu zenginliği kendisine miras bırakacak zatın zengin olarak ölüp miras yoluyla olsa bile tutmuş olduğu oruç keffâret için caiz olmayıp yeni baştan mal ile keffâreti vermesi lâzım olur.
Üzerine keffâret lâzım gelen bir kimse oruçdan önce olan (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise almak) üç keffaretin birine kifayet edecek malı unutarak oruç tutsa sahih olan kavle göre oruçla keffâreti caiz olmaz. Mücteba.
Bir kimse yemini Allahü Teâlâ'ya yahut talâka yahut oruca ettiğini unutsa bunlardan birini tercih edici bir sebep bulunmadığı için üzerine bir şey lâzım gelmez. Ancak, sonra hatırlarsa o şey lâzım gelir.
Yemin bozulmadan önce isterse mal ile olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz. İmam Şâfiî'ye göre caizdir. Yemin eden kimse yeminini bozmadan bilmeyerek mal ile keffâretini ödese verdiği mal sadaka olacağı için fakirden geri alamaz. Yemin keffâretinin verileceği yer zekâtın verildiği yerdir. Buna göre zekâtın verilmesi caiz olmayan kimseye keffâretin verilmesi decaiz değildir.
Bazılarına göre keffâret zimmîye verilir. İmam Ebû Yusuf'a göre verilmez. Nitekim zekât babında geçtiği üzere fetva îmam Ebû Yusuf'un kavliyle verilir.
Her ne kadar Müslüman olduktan sonra yeminini bozsa bile kâfirin yemini için keffâret yoktur. Çünkü onlar hakkında:
«Çünkü onlar (kâfirler hakikatte) yeminleri olmayan kimselerdir.» (Et - Tevbe sûresi; âyet: 12) âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Fakat yeminlerinin subutüne delâlet eden :
«Eğer ahidlerinden sonra yine yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa küfrün önderlerini hemen öldürün» âyet-i kerimesindeki yeminlerden murad, hakiki ve içten olmayıp, görünüşte olan yeminlerdir. Nitekim hâkimin kâfirlere ettirmiş olduğu yemin gibi.
Küfür yeminden sonra ariz olursa yemini bozar. Buna göre; bir Müslüman yemin edip sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa kendisine asla keffâret lâzım gelmez. Çünkü usûlde takrir ve ifade edilmiştir ki: Bir mahalle raci olan vasıfların kendilerinde iptida ve bekaa müsavidir. Nikâhtaki mahremiyet gibi.
Kezâ : Bir kâfir oruç ve sadaka gibi kurbet ve ibadet olan bir şeye nezretse kendisine bir şey lâzım gelmez.
İZAH
«Yukarıda zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa iIh...» Yani üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse köle âzâd etmekten, on fakir doyurmaktan veya on fakire orta halde birer kat elbise almaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç tutar. Üzerine yemin keffâretı lâzım olan kimsenin yanında bu üçden biri bulunup her ne kadar o şeye muhtaç da olsa oruç tutması caiz olmaz. Bahır.
Keffaret hakkındaki âyeti kerimede bildirilen şeylere mâlik olan veya kifaf (oturacağı ev, giyeceği elbise, bir günlük yiyeceği nafaka) dan ziyade keffâret hakkındaki âyeti kerimede bildirilen şeylerin bedeline mâlik olan kimsenin keffâret-i yemin için oruç tutması caiz olmaz. Hatta hizmetine muhtaç olduğu kölesi bulunsa oruç tutması caiz olmaz.
Üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimsenin malı olup, malı kadarda borcu bulunsa, eğer önce mal ile borcunu öderse, keffâretini oruçla öder. Borcunu ödemeden önce oruç tutarsa bazıları «caiz olur», bazıları ise «caiz olmaz», demişlerdir. O kimsenin malı gaip olsa veya ileride alacağı malı bulunsa, keffâreti için oruç tutması caiz olur. Gaip olan malı köle olursa âzâd edebileceği için oruç tutması caiz olmaz. Bu, Hâniyye'den hülâsa olarak alınmıştır.
Fakir olan bir kadını kocası oruç tutmaktan men edebilir. Çünkü bu keffâret orucu kadın üzerine kendisinin iradesiyle vâcib olduğu için kocasının onu orucdan men etme hakkı vardır. Kölede böyledir. Ancak köle zevcesine zıhâr da bulunursa buna kadının hakkı taallükettiği için efendi köleyi oruç dan men edemez. Çünkü köle karısına ancak zıhâr keffâretini ödemekle yaklaşabilir. Cevhere.
«şârih der ki ilh...» Bahır sahibi «hibeden dönme fesihdir. Malını hibe edip oruç tuttuktan sonra hibesine dönen kimse sanki malını hiç hibe etmemiş gibi olur da malı elinde mevcut iken oruç tutmuş olacağından oruç keffâret yerine kifayet etmezdi» demiştir. Şârih Bahır sahibine «bu mesele fukâhanın «hibeden dönme, asıldan fesihdir» kavillerinden istisna edilmiştir» diye cevap vermiştir.
«Yemin keffâretini ödeyeceği vakitte ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen şahsın keffâret vereceği zamanındaki haline itibar edilir, yemini bozduğu zamanındaki haline itibar edilmez. Hatta zengin iken yeminini bozup sonra fakir düşse keffâretini oruçla öder. Aksi olsa yani fakir iken yeminini bozup sonra zengin olsa keffâret için oruç tutması caiz olmaz.
İmam Şâfiî'ye göre aksi yani üzerine keffâret lâzım gelen kimsenin yeminini bozduğu zamanındaki haline itibar edilir.
«Sahih olan kavle göre oruçla keffâreti caiz olmaz ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen kimse köle âzâd edecek, yahut on fakiri doyuracak, yahut on fakire orta halde birer kat elbise alacak malını unutarak üç gün oruç tutsa sahih olan kavle göre oruç kifayet etmez. Buna göre, bu üç şeyden birini yapmaktan aciz olduğu için üç gün oruç tutsa sonra kendisine miras bırakacak kimsenin orucundan önce ölmüş olup kendisine miras olarak mal kaldığı ortaya çıksa, tutmuş olduğu oruç keffâret için kifayet etmez. Nehir.
«Yemin bozulmadan önce isterse mal ile olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz ilh...» Çünkü keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. o halde yemin bozulmadan keffâretin verilmesi caiz değildir. Bilmiş ol ki üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse keffâreti tehir etse günahkâr olur. Ölümle, öldürülmekle düşmez. Zıhar keffâretinin düşmesinde ihtilâf vardır. Kuhustânî.
«Verdiği mal sadaka olacağı için fakirden geri alamaz ilh...» Çünkü bu malı kurbet ve ibadet maksadıyla Allah için fakire mülk olarak vermiştir. Kurbet ve ibadet hasıl olup sevaba nail olduğu için bunu bozma hakkı yoktur. Fetih.
«Bazılarına göre keffâret zimmîye verilir ilh...» Yani zekâtın zimmîye verilmesi caiz değildir, zekâttan başkalarının verilmesi caizdir.
«Görünüşte olan yeminlerdir ilh...» Çünkü kafirlere kadının yemin verdirmesinden muradı, onların yeminlerden kaçınmalarıdır. Yoksa küfür ile Allahü Teâlâ'nın ismine tazîm etmiş olmazlar. Yeminin yemin olması için yemin edenin Müslüman olması şarttır. Keffâret hadd-i zatında ibadet olduğu için kâfir ona da ehil değildir.
«Usûlde takrir ve ifade edilmiştir ki, ilh...» Mahal ki kâfirin kendisine ve mahremin kendisine râci olan küfür ve mahremiyet gibi vasıfların başlangıçta ve sonradan ârız olmalarımüsavidir. Sonradan ârız olan küfür asıl küfür gibi yemini bozar. Nikâh da başlangıçta olan mahremiyet ile sonradan ârız olan mahremiyet müsavidir: Bir kimseye zinâ ettiği kadının kızının nikâhı haram olur. Nitekim zevcesinin anasıyla zinâ etmesiyle zevcesi kendisine horam olduğu gibi. İşte bunda başlangıçta olan zinâ ile sonradan ârız olan zinâda mahremiyet müsavi oldu.
METİN
Bir kimse günah olan bir şey üzerine yemin etse bu yemin gerek terk olsun, meselâ; «vallâhi anam babam ile konuşmayacağım» gibi veya fiil üzere olsun meselâ; «vallâhi bugün fülân kimseyi öldüreceğim» gibi. Böyle günah üzerine yemin eden kimsenin yeminini bozması, sonra keffâret vermesi vâcib olur. Çünkü yemini bozmak her ne kadar günah ise de ana baba ile konuşmamak veya adam öldürmek günahından ehvendir. Musannıfın «bugün fülan kimseyi öldüreceğim» ifadesini «bugün» ile kayıtlaması yemin eden kimsenin üzerine kendi ihtiyarıyla yeminini bozmanın ancak muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan) yeminde vâcib olduğunu bildirmek içindir. Fakat mutlak yani zaman tayin edilmeksizin yapılan yeminde hayatının sonunda yemini bozulacağı için yemin eden kimse öleceği zaman yemininin keffâretini vasiyet eder. Eğer üzerine yemin ettiği şey helâk olursa yeminini muhafaza etmek imkânı kalmamış olduğu için yemininden dolayı keffâret verir. Hâsılı: Üzerine yemin edilen şey ya fiil yahut terk olur. Bunlardan her birerleri ya günah olur. Yukarda zikredilen yeminler gibi, yahut vâcib olur. Meselâ: «Vallâhi bugün ben öğle namazını kılacağım» diye yemin edilmesi böyledir. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri farzdır. Yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olur veya yemini bozmak muhafaza etmekten evlâ olur. Meselâ: «Vallahi ben zevceme bir ay veya iki ay cinsi yakınlıkta bulunmayacağım» diye yemin edildiğinde zevceye karşı yumuşaklık münasip olduğu için bunda yeminin bozulması ve keffâret verilmesi evlâdır, yahut yeminin bozulması ile bozulmaması müsavi olur. Meselâ: «Vallahi ben şu ekmeği yemeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri evlâdır. Fakat Allahü Teâlâ'nın:
«Yeminlerinizi, muhafaza ediniz.» (El- Mâide sûresi; âyet: 89) kavli kerimi yemini muhafaza etmenin vâcib olduğunu ifade eder. Bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan yeminin iki sûreti, üzerine yemin edilen şey, ya günah veya vâcib olmak, yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olmak veya bozmak muhafaza etmekten evlâ olmak ve yahut iki tarafı müsavi olmak üzere beş sûretine çarpılırsa on suret hâsıl olur. Fetih.
Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına sarf etmekle işlese, helâlı haram kılmanın yemin olduğu Allahü Teâlâ'nın :
(Et-Tahrîm sûresi; âyet: 1,2)
«Ey nebi, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir. Allah yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır.» kavli kerimiyle takrir ve beyan edildiği için yemini bozulmuş olduğundan dolayı kendisine keffâret lâzım gelir. Fakat bu surette olduğu gibi helâlı haram kılma müneccez (bir şarta talîk veya bir zamana izâfe edilmeksizin derhal yapılan yemin) olmayıp «ben şu yemeği yersem bana haram olsun» demek gibi. Haram olmasını kendi fiili (işi) ne talîk kıl (bağla) sa o yemeği yediği takdirde yemini bozulmuş olmadığı için kendisine keffâret lâzım olmaz. Hülâsa. Musannıf, Hülâsa sahibine «şarta talîk edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur da aralarında fark olmaz» diye itirazda bulunmuştur.
Bir kimsenin kendi nefsine haram ettiği şey gerek şarap gibi haddi zatında haram ve a'yândan olsun, gerek eve girme gibi fiillerden olsun, gerek başkasının mülkü olsun, eğer bu ifadeleriyle haber vermek murad etmeyip inşa murad ederse, yemin olacağı için üzerine yemin ettiği şeyi yaptığı takdirde kendisine keffâret lâzım gelir. Bir kimsenin kendi nefsine haram kıldığı bir şeyi yemesi, giymesi, içinde oturması ve nafakasına sarf etmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi tasadduk veya hibe etse örfte onunla bozulmuş olmaz. Zeylaî.
Bir kadının kocasına «sen bana haramsın» veya «seni kendime haram kıldım» sözü helâli haram kılma kabilindendir. Buna göre zevci kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde buna rıza gösterse veya zevci ona zorla cinsi yakınlıkta bulunsa kadın üzerine keffâret lâzım olur. Mücteba.
Yine Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse bir cemaate «sizin kelâmınız benim üzerime haramdır» yahut «fakirlerin» veya «Bağdat halkının kelâmı benim üzerime haramdır» yahut «şu ekmeği yemek benim üzerime haramdır» dese bu cemaat yahut bu fakirler veya Bağdat halkının bazılarıyla konuşsa yahut ekmeğin bir kısmını yese yemini bozulmuş olur. Fakat «Vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem» ifadesinde ancak bu kimselerin hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur.
Eşbah'da «ekmeğin hepsini bir mecliste yemek mümkün olmasa yahut «vallâhi fülan ile ve fülan ile konuşmayacağım» diye yemin edip her birine niyet etse yahut «fülanın kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa bu sûretlerde de bazısını yapmakla yeminini bozmuş olur» diye zikredilmiştir. Bu bahsin tamamı Eşbah'dadır.
Şarih der ki: Bir kimse bir cemaate hitaben «vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem» dese o kimselerin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin hepsini yemedikçe yemini bozulmaz hükmünden bilinmiş oldu ki bir kimse zevcesinin çocuklarınınevine gelmemeleri üzere talâka yemin etse bundan sonra onlardan biri evine gelse yemini bozulmaz.
İZAH
«Hâsılı ilh...» Yani: Bu makamda zikredilen kelâmın hâsılıdır, yoksa metinde zikredilenin hâsılı değildir. Çünkü metinde fiil ve terk itibariyle yalnız günah üzere yapılan yemin zikredilmiştir.
«Vallâhi bugün ben öğle namazım kılacağım diye yemin edilmesi gibi ilh...» Bu fiile misaldir, terke misal: «vallâhi bugün şarap içmeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. H. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri farzdır.
«Yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olur ilh...» Yani: Üzerine yemin edilen şeyi yapmak yapmamaktan evlâdır. Fiile misal: «Vallâhi bugün ben elbette kuşluk namazını kılacağım» diye yemin edilmesi. Terke misal: «vallâhi soğan yemeyeceğim» diye yemin edilmesidir.
Bu kısmın hükmü velev fiil üzerine yemin edilmiş olsun, yemini muhafaza etmek evlâ veya vâcib olmaktır. H.
«Vallâhi ben zevceme bir ay veya iki ay cinsi yakınlıkta bulunma-yacağım ilh...» Bu terke misaldir. Fiile misal: «Vallahi bugün ben elbette soğan yiyeceğim» diye yemin edilmesidir. Eğer ailesine îlâ (yemin) müddeti yaklaşmayacağına yemin ederse bu, günah üzere yapılan yemin kısmından olur.
«Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip ilh...» Şârih bu tâbirde Bahır sahibine tâbi olmuştur. Bahır sahibi bir kimse kendi nefsi üzerine bir şeyi haram edip sonra onu işlese üzerine keffâret lâzım gelir. Fakat bir şeyin haram olmasını kendi fiili üzerine talîk edip sonra onu yaparsa kendisîne keffâret lâzım gelmez. Çünkü Hülâsa'da «bir kimse "ben şu yemeği yersem o bana haram olsun" deyip onun haram olmasını kendi fiiline talîk kılsa sonra o yemeği yese yemin bozulmayacağı için kendisine keffaret lâzım gelmez» diye zikredilmiştir.
«Musannıf Hulâsa sahibine "şarta talik edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur da aralarında fark olmaz" diye itirazda bu-lunmuştur ilh...» Fakat Musannıf'a «bu makamda müneccez ile muallak arasında fark vardır ki müneccezde mevcut olan yemeyi kendi nefsine haram kılmıştır. Ama muallakda taamı ancak yedikten sonra haram kılmış olur. Çünkü ceza şartın akibinde meydana gelir, bu takdirde taam mevcut olmamış olur» diye cevap verilir. H.
Ben derim kî: Fetih'de Hülâsa'da zikredilen mesele zikredildikten sonra ve Dürrü'l-Müntekâ'da zikredilmiştir ki bir kimse bir şahsa hitaben «senin evinde yiyeceğim her taam bana haram olsun» dese kıyasa göre o şahsın evinde taam yediğinde yemini bozulmaz. İbn-i Semâ'a, İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'dan böyle rivayet etmiştir. İstihsana göre; yemini bozulur. Çünkü insanlar bu ifadeyle «o taamı yemek bana haramdır» mânâsını murad ederler. Buna göre talîk suretiyle helâl olan bir şey haram kılındıktan sonra yenirse yemini bozulur. Keza: Hıyel'de zikredilmiştir ki: bir kimse bir şahsa hitaben: "Ben şenin yanında ebedi yemek yersem bana haram olsun" deyip sonra yese yemini bozulmaz. bu cevap kıyasa göre olmalıdır. Nehir sahibi de buna tâbi olmuştur.
«Haber vermek murad etmeyip ilh...» Yani bir kimse «şu şarab bana haramdır» dese bunda iki kavil vardır, eğer bu ifade ile şarabın haram olduğunu haber vermeyi murad etmişse kendisine keffâret lâzım gelmez. Eğer bu ifadeyle yemin etmek murad etmişse kendisine keffâret lazım gelmez. Hanîyye.
«Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına sarf etmekle işlese ilh...» Bilmiş ol ki, a'yân (cisimler gibi kendi kendine ayakta duran ve yer kaplayan şeyler) haram kılınarak yemin edildiğinde bu yemin a'yândan istifade edilecek şeylere sarf edilir.
Nitekim şeriatte a'yânın haram kılınmasından maksad onlardan istifade edilecek şeylerin haram kılınmasıdır. Meselâ: Allahü Teâlâ'nın:
«Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz halalarınız, teyzeleriniz... size haram kılındı.» (En - Nisâ sûresi; âyet: 23) kavli kerimindeki analar, kızlar ve diğer haram olan kadınların haram olmasından maksad onların nikâhlarının haram olmasıdır.
Allahü Teâlâ'nın:
«Ölü, kan, domuz eti..... size haram kılındı.» (El- Maide sûresi; âyet: 3) Kavli kerimindeki ölü, kan, domuz eti ve diğer haram olan şeylerin haram olmasından maksad onların yenilmelerinin ve içilmelerinin haram olmasıdır. Bundan dolayı Hülasa'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu elbise bana haram olsun» dedikten sonra onu giyse yemini bozulmuş olup kendisine keffâret lâzım gelir. Ancak bu ifadesiyle giymekten başka şeye niyet ederse elbiseyi giymekle yemini bozulmuş olmaz.
«Bir kimsenin kendi nefsine tahsis ettiği bir şeyi yemesi giymesi, içinde oturması ve nafakasına sarfetmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi tasadduk veya hibe etse, yemini bozulmuş olmaz ilh...» Fetih'de zikredilmiştir ki: Bir kimse elinde bulunan dirhemler için «bu dirhemler bana haram olsun» deyip onlarla bir şey alırsa, yemini bozulmuş olur. Eğer onları tasadduk veya hibe ederse örfün hükmüne göre yemini bozulmaz. Yani «bu dirhemler bana haram olsun» ifadesiyle örfde, kendisi için bu dirhemler yiyecek veya giyecek satın alıp bununla faydalanmanın haram kılınması murad edilir. Yoksa bu dirhemlerin tasadduk edilmesi murad edilmez. Bundan zahir olan mânâya göre; dirhemleri borcuna verse, yemini bozulmaz. Teemmül et!
Bahır'da «dirhemlerin zikredilmesi için bir hususiyet yoktur, hatta bir kimse kendi nefsine haram kıldığı her hangi bir şeyi hibe veya tasadduk etse yemini bozulmuş olmaz. Çünkü o şeyin haram kılınmasından murad o şey ile faydalanmanın haram olmasıdır» denilmiştir.
«Bir kimse bir cemaate "sizin kelâmınız benim üzerime haramdır" dese bu cemaattan bazılarıyla konuştuğunda yemini bozulmuş olur ilh...Hidaye'de «bir kimse kendi nefsine haram kıldığı şeyin gerek azını ve gerekse çoğunu yaptığında yemini bozulmuş olup kendisine keffâret vâcib olur, çünkü haram kılma sabit olunca, haram kılınan şeyin her cüzüne haram şâmil olur» diye zikredilmiştir.
«Fakat "vallâhi ben sizinle konuşmam" yahut "şu ekmeği yemem" ifadesinde ancak bu kimselerin hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur ilh...» Yani: «Konuşmam» diye yemin ettiği cemaatin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin hepsini yemedikçe yemini bozulmaz. O cemaatten bazılarıyla konuşsa yahut o ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Nehir'de, Hülâsa'da ve Muhit'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra bir lokma yese yemini bozulmuş olur. Galiba yukarda zikredilen ifade ile bu ifade arasındaki fark ekmeği kendi nefsine haram kılmada ekmeğin bütün cüzlerini haram kılma vardır. «Vallâhi şu ekmeği yemem» ifadesinde ekmeğin hepsini yemekten kendi nefsini menetmek vardır. Buna göre ekmeğin bir kısmını yese yemini bozulmuş olmaz. Bununla Hâniyye'de zikredilenin zayıf olduğu anlaşılır. Meşayıhımız «bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra o ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Çünkü bu ifade «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim» ifadesi gibidir. Bu ikinci ifadeyi söyleseydi ekmeğin bir kısmını yemekle yemini bozulmazdı, sahih olan budur» demişlerdir.
Ben derim ki: Hidâye'den naklettiğimiz söz bu farka işaret etmektedir. Bunun izahı şöyledir: Ekmek, büyüklüğü ne olursa olsun, bir bütün ekmeğin ismidir. Bir bütün ekmeğin bir kısmının yenilmesiyle hepsi yenildi denilmez. Fakat bir kimse ekmeği kendi nefsine haram kıldığında onu bizzat haram olan şey yerinde kılmıştır. Şöyle ki: Haram kılınma ekmeğin kendisine nisbet edilmiş olup o şarap ve ölü yerinde tutulmuş olur. Buna göre haram olan bir şeyin azının da çoğunun da yenilmesi helâl olmaz. Bir şeyin haram kılınması yemin olduğu yerde yemin eden kimse ondan hiçbir şey yememek üzere yemin etmiştir. İşte haram kılmanın asıl mânâsı budur. Fakat bir kimsenin «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim» ifadesi böyle değildir. Çünkü bunda nefsini o ekmeğin her parçasından men etmek yoktur, belki o ekmeğin hepsinden nefsini menetmek vardır. Fakat Bahır'da Hâniyye'nin kelâmı te'yid edilmiştir. Şöyle ki: Bir ayn (kendi kendine ayakta duran ve yer kaplayan şey)in haram kılınmasından murad o ayndan istifade edilecek şeyin haram kılınmasıdır. Meselâ; bir kimse«şu taam bana haram olsun» dese, bundan murad o taamın yenilmesinin haram olmasıdır. «Şu elbise bana haram olsun» dese bundan giyilmesinin haram olması murad edilir.
«Eşbah'da "ekmeğin hepsini bir meclisde yemek mümkün olmasa ilh...» Yani bir kimse «şu ekmeği yemem» diye yemin edip bu ekmeğin bir oturuşta yenilmesi mümkün olmasa ve bu ekmeğin birazını yese esah ve muhtar olan kavle göre yemini bozulur.
Bir kimse, muayyen bir şeyi yemeyeceğine dair yemin ettiğinde kaide şudur ki; üzerine yemin ettiği şey bir oturuşta yenilecek veya bir içişte içilecek miktar olursa yemin o şeyin hepsi üzerine yapılmış olup o şeyin bir kısmını yemekle veya içmekle yemini bozulmaz. Çünkü yeminden maksad onu yemekten sakınmasıdır. Eğer yemin ettiği şeyin bir oturuşta yenilmesi veya bir içişte içilmesi mümkün olmazsa, onun bir kısmını yemesi ve içmesiyle yemini bozulur. Çünkü bu surette yeminden maksad yemin edilen şeyden hiç yenilmemesi olup yoksa hepsinin yenilmemesi değildir.
Bir kimse «şu iki koyunun sütünü içmeyeceğim» diye yemin etse, bu iki koyundan her birinin sütünü içmedikçe yemini bozulmaz. İki koyunun sütünün hepsini içmesi şart değildir. Çünkü iki koyunun sütünün hepsinin içilmesi kastedilmiş değildir.
Bir kimse «ben şu küpteki sade yağdan yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra, o küpteki yağdan biraz yese yemini bozulur. Fakat «şu küpteki sade yağı satmam» diye yemin ettikten sonra o yağın bir kısmını satsa, yemini bozulmaz. Çünkü küpteki yağın hepsini bir oturuşta yemek mümkün değildir. Halbuki küpteki yağın hepsini birden satmak mümkündür. «Muhît» de de böyle zikredilmiştir.
Bir kimse «ben şu narı yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra o narı yese ancak bir veya iki tanesini yemese istihsanen yemini bozulur. Çünkü bir veya iki taneye itibar edilmediği için örfde hepsi yenilmiş sayılır. Eğer o narın yarısını veya üçte birini yahut üçte birinden daha fazlasını bırakırsa yemini bozulmaz. Çünkü bu takdirde narın hepsi yenilmiş sayılmaz. Bu izahdan malûm oldu ki; ekmek veya başka bir şeyden bir lokma gibi az bir şeyin kalmasına itibar edilmez. Yani hepsi yenilmiş kabul edilir. Bu, Bahır'ın yeme ve içmeye dair yemin bahsinden hülâsa olarak alınmıştır.
«"Vallâhi fülan ve fülan ile konuşmayacağım" diye yemin edip her-birine niyet etse ilh...» Yani bunlardan biriyle konuştuğunda yemini bozulur. Kezâ: Bir kimse «fülan ve fülan ile konuşmak bana haram olsun» diye yemin etse bunlardan biriyle konuşursa yemini bozulur. Kezâ: «Bağdat halkıyla konuşmak bana haram olsun» diye yemin eden kimse Bağdat halkından biriyle konuşursa yemini bozulur. Nehir, Mecmûun nevazil.
«Fülan ve fülan ile konuşmak bana haram olsun» yahut «vallâhi fülan ve fülan ile konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde sahih olan kavle göre o iki kimseden yalnızbirisiyle konuşulsa yemin bozulmuş olmaz. Ancak o iki kimseden her biriyle konuşulmamaya niyet edilirse bu takdirde onlardan biriyle konuşulduğunda yemin bozulmuş olur. Çünkü yemin eden şahıs o iki kimseden her biriyle konuşmamaya niyet etmekle hükmü kendi aleyhine şiddetlendirmiştir. Muhit.
Ben derim ki: Bu hüküm atıf edatından sonra, nefiy edatı zikredilmediği takdirdedir. Eğer atıf edatından sonra nefiy edatı ilâvesiyle «vallahi ne fülan ve ne de fülan ile konuşurum» yahut «vallâhi ne yemek ve ne de su tadarım» denilse iki yemin olmuş olup herhangi biriyle konuşulsa veyahut herhangi biri tadılsa yemin bozulmuş ve keffâret icap etmiş olur.
Eğer atıf edatından sonra nefiy edatı zikredilmeksizin «vallâhi yemek ve su tatmayacağım» denilse bir yemin olmuş olup yemek ile sudan yalnız birisi tadılsa yemin bozulmuş olmaz. Bezzaziyye.
«"Fülanın kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa ilh...» Eğer yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bildiği halde «kardeşleriyle» diye cemi sıygasıyla yemin etmiş ise o, bir kardeşiyle konuşursa yemini bozulur. Çünkü yemin eden şahıs cemi (çokluğu) zikretmiş müfredi (tekliği) murad etmiştir. Yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bilmediği halde cemi sıygasıyla yemin etmişse o, bir kardeşiyle konuştuğu takdirde yemini bozulmaz. Çünkü cemi zikredip müfredi murad etmemiştir. Buna göre yemin cemi sıygası üzere baki kalmış olur. Nitekim bir kimse «şu buğdaydan üç ekmek yemeyeceğim» diye yemin edip buğday ancak bir ekmeklik miktarı olsa yemin eden bu miktar yemekle yemini bozulmaz. Bu, Vâkıât'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir.
METİN
Bir kimse «her bir helâl» yahut «Allahü Teâlâ'nın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan her şey bana haramdır» -Kemal «bana haram lâzım olsun» gibi ifadeleri de ziyade etmiştir- dese o kimsenin bu ifadeleri yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Fakat zamanımızda bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin niyetsiz bir bâin talâkla boş olması üzeredir. Eğer bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş olurlar. Eğer bu yemin eden kimse bu ifadeleriyle üç talâka niyet ederse üç talâk vaki olur. «Talâka niyet etmedim» derse bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olduğundan dolayı bunlarla ancak erkekler yemin ederler. Bu yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa -sonra gerek evlensin ve gerek evlenmesin- bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya yemin olur. Eğer bu yemini gelecek zamanda olacak bir şey üzerine olursa yemekle veya içmekle keffâret verir. Eğer AIIahü Teâlâ'ya yeminigeçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Bu kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olup iddetsiz bâin talâkla boş olsa meselâ: Onu kendisine cinsi yakınlıkta bulunmadan önce boşadıktan sonra yemek yese yemini talâka sarf edildiği için kendisine keffâret lâzım gelmez. Nitekim ÎIâ bahsinde geçmiştir.
İZAH
«Bir kimse "her bir helâl" ilh...» Hidaye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «her bir helâl bana haramdır» dese bu sözü yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Ancak bunlardan başkalarına niyet ederse kabul edilir. Halbuki kıyas «her bir helâl bana haramdır» ifadesini söyleyince hemen yemininin bozulması idi. Çünkü o kimse nefes alma gibi mübah olan bir işi yapmıştır. Bu İmam Züfer (Rh.A.)'nın kavlidir. İstihsana göre; nefes almakla yemini bozulmaz. Çünkü yeminden maksat, yeminin muhafaza edilmesidir. Bu ifade mübah olan her şeye şâmil olursa yemini muhafaza etmek mümkün olmaz. Buna göre bu ifade yeme ve içmeye sarfedilir. Örfte bu ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılıp, mübah olan her şeye şâmil olmadığı için niyetsiz zevcesi boş olmaz, zevcesine de niyet ederse ilâ (dört ay ailesine yaklaşmamak üzere yapılan yemin) olur. Bu ifadeyle yapılan yemin ancak yenilecek ve içilecek şeylere sarf edilir. Bunun hepsi zâhir rivayenin cevabıdır. Meşayıhımız «bu ifadenin talâkta kullanılması gâlib olduğu için bu ifadeyle niyetsiz talâk vâki olur» demişlerdir. Fetva da bunun üzerinedir.
Ben derim ki: «Örfte bu ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılır» cümlesinin muktezâsı eskiden örfte bu ifade yenilecek ve içilecek şeylerde kullanılırdı. Fakat sonra bu ifadenin talâkta kullanılması örf oldu. Bundan sonra burada zikredilenler ilâ bahsinde kadının haram olmasına yahut zıhâra yahut yalana yahut talâka niyet edilmesi arasındaki zikredilen tafsilâta münâfi değildir. Çünkü zıhârda kadına hitaben: «Sen bana haramsın» gibi yalnız kadının haram olduğunu bîldiren ifade zikredilmiştir. Burada ise «her bir hetâl bana haramdır» gibi umum bildiren ifade zikredilmiştir. «Her helâl bana haramdır» ifadesinin talâkta kullanılması gâlib olduğu için yemin eden kimse evli olduğu takdirde zevcesi niyetsiz bâin talâk ile boş olur. Fetva bunun üzerinedir.
«Kemal "bana haram lâzım olsun" gibi ifadeleride ziyade etmiştir ilh...» Burada bunun zikredilmesinin bir mânâsı yoktur. Çünkü Kemal bu ifadeyle örfe göre ancak talâk murad edilir, demek istemiştir. Nitekim gelecektir.
«Fakat zamanımızda bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin niyetsiz bir bâin talâkla boş olması üzeredir ilh...» Zamanımızdan murad Müteahhirin zamanıdır. Pezdevî Mebsût'unda, bu ifadeyle talâk murad edilmesi insanların örfü olmasındatevakkuf etmiştir.
Fetih'de «bilmiş ol ki; bu gibi ifadeler bizim memleketimizde meşhur değildir. Bizim memleketimizde meşhur olan «bana seninle konuşmak haramdır», «bana şu şeyi yemek haramdır» veya «bana şu elbiseyi giymek haramdır» gibi umum ifade etmeyen lâfızlardır. «Bana haram lâzımdır», «talâk bana lâzımdır» gibi ifadeler de meşhurdur. Şüphe yok ki bu ifadelerle talîk edilmiş talâk murad edilir. Çünkü bu ifadelerden sonra «şu şeyi yapmam» veya «şu işi elbette yaparım» ifadeleri zikredilir. Meselâ; «bana talâk lâzım olsun ki, ben şu işi yapmam» diyen kimse bu ifadesiyle «ben şu işi yaparsam zevcem boş olsun» manasını murad etmiştir» diye zikredilmiştir.
«Eğer bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş olurlar ilh...» Bu mesele hakkında çok söz vardır. Biz bunu kendisine cinsi yakınlıkta bulunulmamış kadının talâkı babı ile îlâ babında zikrettik. Bir kimse zevcesine «sen bana haramsın» dese bu ifade yalnız kendisine hitap ettiği zevcesine has olur. Fakat «her bir helâl bana haramdır» ifadesi ise dört zevcesine şâmil olur, yani her biri bâin talâkla boş olurlar. Çünkü «her bir» lâfzı umum ifade eden edatlardandır.
Bir kimse «zevcem haramdır» yahut «zevcem boştur» dese dört zev-cesinden biri üzerine vakî olur. İhtilâf ancak «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan bana haramdır» ifadesindedir. Bazıları «muayyen olmayarak dört zevcesinden biri bâin talâkla boş olur» demişlerdir. fakat racih olan kavle göre bu ifade zevcelerinin hepsine şâmil olur.
«Bu yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa ilh...» Zahiriyye'de «her bir helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müs-lümanlara helâl olan bana haramdır» deyip bu ifadelerle talâka niyet etmedim dese bu ifadelerin talâkda kullanılmaları örf olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bir kimse bir işi yaptığı halde «ben bu işi işledim ise her bir helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan bana haramdır» dese yemin edenin bir veya daha ziyade zevceleri olursa hepsi bâin talâkla boş olurlar, Zevcesi olmazsa bu ifadeler talâka yemin olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez, Eğer bu ifadeler «Allahü Teâlâ'ya yemin kılınırsa» yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerle gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlerse bu yemin edenin zevcesi olmazsa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret lâzım olur» diye zikredilmiştir. Hâsılı: Bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi olmaz ve geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin etmişse bu ifadeler talâka yemin sayıldığı için müftabih olan kavle göre yemin-i lağv olup kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yemin eden kimsenin zevcesi yoktur. Eğer bu şekilde yapılan yemin, Allahü Teâlâ'ya yemin yapılırsa yemin-i gamûs olur. Çünkü yemin eden kimse her ne kadar kinaye yoluyla bu ifadelerinyemin olduğunu bilmez ise de bu ifadeler AIIahü Teâlâ'ya yeminden kinayedir. Nitekim «ben şu işi işlersem Yahudi olayım» ifadesinin kinaye yoluyla yemin olduğu yukarda geçmiştir.
Buna göre bu ifadelerle geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin eden kimsenin zevcesi bulunmadığı takdirde gerek yemin-i lağv olsun, gerekse yemin-i gamûs olsun her iki surette yemin eden kimseye tevbe ve istiğfar lâzım gelir.
«Eğer bu yemini gelecek zamanda olacak bir şey üzerine olursa ye-mekle veya içmekle keffâret verir ilh...» Bir kimse «ben şu eve girersem helâl olan herşey bana haram olsun» deyip sonra o eve girse kendisine yemin keffareti lâzım gelir. Çünkü bu ifade, gelecek zamanda eve girmemek üzere edilen yemin-i mün'âkidedir. Yoksa yememek, içmemek üzere yapılan yemin-i mün'âkide değildir, hatta eve girmeden önce veya sonra yese, içse kendisine bir şey lâzım gelmez.
«Eğer Allahü Tealâ'ya yemini geçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur ilh...» Meselâ: Bir kimse bir işi yaptığını bildiği halde «ben bu işi yaptım ise her helâl bana haram olsun» dese bu ifade Allahü Teâlâ'ya yemin sayılırsa yemin-i gamus olur ve kendisine keffaret lâzım gelmez. Çünkü yemin-i gamûs büyük günahlardan olup buna keffâret kifayet etmez. Bundan dolayı tevbe ve istiğfar etmek lazımdır. Eğer bu ifade talaka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olması yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı takdirdedir.
«Eğer yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olup ilh...» Bu ifade musannıfın «yemin eden kimsenin zevcesi olmazsa» kavlinin mukabilidir. Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse gelecek zamanda olacak bir şey üzerine bu ifadelerle meselâ; «ben şu işi yaparsam helâl olan her şey bana haram olsun» diye yemin edip sonra o işi yaparsa zevcesi yoksa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret lâzım gelir. Yemin ettiği vakit zevcesi olup üzerine yemin ettiği şeyi yapmadan önce zevcesi ölür veya iddetsiz bâin talâkla boş olduktan sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlerse kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü yemin ettiği vakit zevcesi bulunduğu içen yemini talâka sarf edilmiştir. Yemin ettiği vakit zevcesi olmayıp sonra evlense bundan sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlese zevcesinin boş olmayıp olmamasında ihtilâf vardır. Fakîh Ebû Cafer «zevcesi talâkı bâinle boş olur» demiştir. Başkası zevcesinîn boş olmadığını söylemiştir.
Fakîh Ebûl- Leys, zevcesi boş olmaz diyenin kavlini almıştır, fetva da bunun üzerinedir. Çünkü bu kimsenin yemini, yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı için Allahü Teâlâ'ya yemin kılınmıştır. Binaenaleyh bundan sonra talâk vakî olmaz.
METİN
Nezr (adak) ın mahiyeti ve nevileri :
Bir kimse mutlak veya bir şarta mualak bir şeye nezredip, nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib veya farz bulunursa, -Musannıf bunu Bahır ve Dürer sahibine tâbi olarak ilerde açıklayacaktır- nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olup ve kendisine talîk olunan şart da bulunursa nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi vâcib olur. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:
«Her kim bir şeyi nezredip ismini söylerse kendisine ismini söylediği şeyi yerine getirmesi vâcib olur.» buyurmuşlardır. «Nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olursa» kaydıyla abdest almaya ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan nezirler, nezrin tarifinden çıkmıştır. (Yani bunları yapmak için yapılan nezirler muteber değildir.)
Oruç, namaz, sadaka, vakıf, i'tikaf, köle âzâd etme, yürüyerek de olsa hac gibi ibadetlerin nezri sahihtir. Çünkü bunlar bizzat maksud olan ibadetler olup kendilerinin cinslerinden vâcib ibadet bulunmaktadır. Namazda, oruçda, sadakada vacib ibadetin bulunduğu açıktır. Keffâretde köle âzâd etmek, Mekke-i Mükerreme halkından yürüyerek hacca muktedir olan kimselere yürüyerek hacca gitmek vacibdir.
Namazda ka'de-i ahire durmakdır, i'tikâf gibi (yani: i'tikâf, ka'de-i ahire gibi durmakdır ki galiba i'tikâfda durmak namazda oturuş heyeti üzere olur da i'tikâf sanki ka'de-i ahire cinsinden olur).
Her beldede beytülmalden Müslümanlar için mescit vakfı hükümdar üzerine vâcibdir. Eğer hükümdar bunu yapmazsa mescit yapmak Müslümanlar üzerine vâcibdir.
Hastayı ziyaret etmek, cenazeyi uğurlamak, her ne kadar Peygamberimiz (S.A.V.) in mescidi veya Mescid-i Aksa'ya olsa da mescide girme gibi kendilerinin cinsinden farz bulunmayan şeylere nezreden kimseye nezrettiği şeyleri yerine getirmek lâzım olmaz. Çünkü bunların cinsinden maksud olan bir farz yoktur. Nezrin lâzım olmasında kaide kendi cinsinden maksud olan bir farzın bulunmasıdır. Nitekim Dürer'de yazılıdır.
İZAH
«Bir kimse mutlak nezretse ilh...» Yani bir kimse bir şarta bağlamayarak meselâ «nezrim olsun bir sene oruç tutayım» dese mutlak yani şarttan hali nezretmiş olur. Bir kimse bir söz söylemek murad edip ağzından nezir çıksa nezir kendisine lâzım gelir. Çünkü nezrin şakası da talâk gibi ciddidir. Nitekim Feth'in oruç bahsinde beyan edilmiştir.
Bir kimse «nezrim olsun bir gün oruç tutayım» diyeceği yerde «nezrim olsun bir ay oruç tutacağım» dese bir ay oruç tutması lâzım olur. Valvâlciye'den naklen Bahrın savm bahsinde zikredilmiştir.
«Nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olup ilh...» Nezrin şartları: Nezredilen şeyincinsinden bir farz veya vâcib bulunmalıdır. Nezredilen şeyin cinsinden bulunan farz veya vâcib bizzat maksud olan bir kurbet ve ibadet olmalıdır. Binaenaleyh hastayı ziyaret etmek, cenazeyi uğurlamak, abdest almak, gusül etmek, mescide girmek, Mushaf-ı şerifi almak, ezan okumak, kervansaray, mescit yaptırmak gibi şeyler için yapılacak bir nezir sahih değildir. Çünkü bunlar her ne kadar kurbet ise de bizzat maksud ibadet değildirler.
«Ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan nezirler ilh...» Yani ölüyü techiz ve tekfin etmek için yapılan nezir sahih değildir. Çünkü ölüyü kefenlemek maksud olan bir ibadet değildir. Belki üzerine namazın sahih olması içindir. Ölünün örtülü olması namazın sahih olmasının şartıdır.
«Kendisine talik olunan şart da bulunursa ilh...» Yani bir kimse şarta bağlı olarak meselâ "oğlum askerden gelirse Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım" dese bir şarta muallak nezir yapmış olup, oğlu askerden gelince üç gün oruç tutması vâcib olur.
«Nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi vâcib olur ilh...» Yani: nezrettiği asıl ibadeti yerine getirmesi vâcib olur. Yoksa nezrettiği şeyin vasfını yerine getirmek vâcib olmaz. Çünkü mutlak bir nezir muayyen olsa bile mekan (yer) a, zamana, belirli paraya, belirli fakire inhisar etmez. Buna göre bir kimse «perşembe günü oruç tutayım» yahut «Beytullah'ta şu kadar rekât namaz kılayım» yahut «bu parayı bayram günü fülan beldede fülan fakire vereyim» diye nezrettiği halde buna muhalif olarak başka bir günde oruç tutsa veya başka bir mescitte o kadar rekât namaz kılsa veya o miktarda başka bir parayı beldede başka bir fakire verse nezrini yerine getirmiş olur. Bahır, Fetih.
«Bir hadis-i şeriflerinde ilh...» Fetih'te «bu hadis-i şerif garibtir» de-nilmiştir. Nezir meşru bir ibadettir. Meşruiyeti kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir. Kitabtan delili;
«Nezirlerini de îfa etsinler» (El - Hacc sûresi; âyet: 29)âyet-i kerimesidir. Hidaye sahibi «"oruç bahsinde nezri îfa etmek vâcibdir. Çünkü nezir hakkında âyet-i kerime vardır. Bu âyet-i kerime katiyyet ifade ettiği için nezrin farz olmasını icab eder" diye yapılan itiraza bu âyet-i kerime te'vil edilmiştir. Çünkü ondan günaha dair yapılan nezir ile cinsinden farz veya vâcib bulunmayan nezir tahsis edilmiştir. Buna göre âyet-i kerimenin delaleti kat'i olmaz. Müteahhirin'den nezrin îfasının farz olduğunu söyleyen âlimler nezrin îfasının vâcib olduğuna icma ile istidlâl etmişlerdir.» demiştir. Bürhan'dan naklen Şürünbülali'de «nezrin îfası farzdır» diye zikredilmiştir.
METİN
Bahır'da nezrin beş şartı üzerine «nezredilen şey bizzat günah olma-malıdır» ifadesi de ziyade edilmiştir. Buna göre bir kimse, Ramazan-ı şerif bayramının birinci gününde yahut kurban bayramının dört gününde oruç tutmayı nezretse, bu sahih olur. Çünkü bu günlerdeesasen oruç tutmak bizzat günah olmayıp günah olması ancak Allahü Teâlâ'nın ziyafetinden yüz çevirme bulunduğu içindir.
Nezredilen şey, nezirden önce nezreden kimse üzerine yapılması vâcib bulunmamalıdır. Buna göre bir kimse «nezrim olsun farz olan haccı yapayım» dese kendinin üzerine farz olan hacdan başka bir şey lâzım olmaz.
Nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır. Buna göre, bir kimse yüz dirheme mâlik olduğu halde «derhal bin dirhem tasadduk etmesini» nezir etse kendisine ancak bu yüz dirhemi tasadduk etmek lazım olur. Hülâsa'dan naklen Bahır sahibinin sözü burada sona ermiştir.
Şârih (Rh.A.) der ki, Zevâhirü'l-Cevahir'de nezredilen şey "haddi zatında muhal olmamalıdır. Buna göre, bir kimse «dünkü günde oruç tutayım" yahut «dünkü günde i'tikâfa gireyim» diye nezretse nezri sahih olmaz» denilmiştir.
Kınye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zenginlere tasadduk etmeyi nezretse yolculara niyet etmedikçe bu nezri sahih olmaz. Bir kimse her namazdan sonra şu kadar tesbih çekmeyi nezretse bu nezir kendisine lâzım olmaz. Bir kimse Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir kendisine lâzım olur. Bazıları «lâzım olmaz» demişlerdir.
İZAH
«Nezredilen şey bizzat günah olmamalıdır ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Nezredilen şey haram liaynihi (haddi zatında haram) yahut kendisinde kurbet ve ibadet olmayan bir ma'siyet olursa nezir sahih olmaz. Binaenaleyh Ramazan-ı Şerif bayramının birinci gününde veya kurban bayramının dört gününde oruç tutmak nezredilse bu nezir sahih olur. Şu kadar var ki o günlerde oruç tutulması yasaklanmış olmakla o günlerde oruç tutulmayıp sonra kaza edilmelidir. Bununla beraber o günlerde oruç tutulsa nezir yerine getirilmiş olur.
Bir kimse nezri ma'siyete izâfe edip meselâ: «nezrim olsun falan kimseyi öldüreyim» dese bu yemin olur, hâlis olmakla kendisine keffâret lâzım gelir.
Ben derim ki: Hasılı; nezrin şartı nezredilen şey maksud olan ibadet olmalıdır. Eğer nezredilen şey günah olursa, nezir sahih olmaz, Nezredilen bir şeyin kurbet ve ibadet cihetinden yerine getirilmesi lâzımdır. Yoksa kabul edilen bütün vasıflarıyla birlikte yerine getirilmesi lâzım değildir. Buna göre bayram günlerinde oruç tutmak nezredilse orucun oruç olması cihetinden sahih olup orucun bayram günlerinde olma vasfı lağv olur. Bundan dolayı Fetih'de zikredilmiştir ki: İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; bir kimse abdestsiz iki rekât namaz kılmayı nezretse bu nezri sahih olup, «abdestsiz» ifadesi hükümsüzdür. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre bu nezir sahih olmaz. Bir kimse kıraatsiz iki rekât namaz kılmayı nezretse bunezir sahih olup kıraatla kılması lâzım gelir. Bir kimse bir rekât namaz kılmayı nezretse kendisine iki rekât namaz kılması lâzım gelir. Üç rekât namaz kılmaya nezretse kendisine dört rekât namaz kılması lâzım gelir.
«Nezredilen şey, nezirden önce nezreden kimse üzerine yapılması vâ-cib bulunmamalıdır ilh...» Bedâyı'nın kurban bahsinde zikredilmiştir ki: Bir kimse kurban bayramı günlerinde bir koyun kurban kesmeyi nezredip kendisi zengin ise biz Hanefilere göre; biri nezir, diğeri şeriat tarafından vâcib kılınan kurban olmak üzere iki koyun keser. Ancak «nezir» ifadesiyle üzerine vâcib olan kurbanı haber vermeyi kastederse kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Eğer bayram günlerinden önce bir koyun kurban etmeyi nezrederse ihtilâfsız kendisine iki koyun kurban kesmesi lâzım olur. Çünkü bayram günlerinden önce bu ifadenin kendi üzerine vâcib olan kurbandan haber vermeye ihtimali olmaz. Zira vakitten önce üzerine kurban kesmek vâcib değildir.
Kezâ: Bir kimse fakir olduğu halde kurban bayramı günlerinden önce bir koyun kurban kesmeyi nezredip kurban bayramı günlerinde zengin olsa kendisine iki koyun kurban kesmek lâzım olur.
Velhâsılı: Kurban nezretmek sahihtir. Fakat bu nezredilen kurban şeriat tarafından üzerine vâcib kılınan kurbandan başka kurbana sarf edilir. Yani kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Ancak bu ifadeyle üzerine vâcib olan kurbandan haber vermeyi kastederse ve bu kurban nezri de bayram günlerinde olursa kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Bir kimse hacca gitmeyi nezretse yine bu kimseye iki hac etmek lâzım olur. Çünkü kurban ile hac bazan vâcib olmazlar, fakat farz olan hac böyle değildir. Çünkü farz olan hac zaten yapılması lâzım bir farz bulunmaktadır. Ramazan orucu ve öğle namazı gibi. Buna göre farz olan haccın nezredilmesi sahih değildir. Eğer hac, namaz ve oruç gibi nafile ve vâcib olursa sahih olur. Nitekim bunun izahı inşaallah kurban bahsinde ge-lecektir.
«Nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır ilh...» Meselâ: Bir kimse «Allah için nezrim olsun şu koyunu kurban edeyim» dese halbuki koyun başkasının mülkü olsa bu nezir sahih olmaz. Bahır.
«Nezredilen şey haddi zatında muhal olmamalıdır ilh...» Bu muhal, şer'i muhale de şamil olur. Meselâ: Bir kadın «nezrim olsun âdet günlerimde oruç tutayım» dese bu nezri sahih olmaz. Bir kadın «nezrim olsun yarın oruç tutayım» dese ertesi gün âdet görse İmam Muhammed ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima)'e göre; bu nezir bâtıldır. Çünkü o kadın orucu caiz olmayan bir vakte izâfe etmiştir. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; bu nezir sahihtir. Çünkü orucun sahih olacağı bir vakitte yapılmıştır, orucun caiz olmayacağı bir zamana izâfe edilmemiştir. Çünkü ertesi günü kadının oruç tutması mümkündü, fakat âdet görmekle oruç tutmaktan âcizolmuştur. Şiddetli hasta olmakla âciz olmak gibi. Buna göre nezir sahih olup temizlendiği vakit onu kaza eder. Nitekim bir kadın «bir ay oruç tutmayı» nezir etse bu nezri sahih olup âdet günlerini kaza etmesi kendisine lâzım olur. Çünkü kadının bir ay âdet görmemesi caizdir. İhtiyar.
«Kınye'de zikredilmiştir ki ilh...» Nitekim Bahır'da olduğu gibi Kınye' nin ibaresi şöyledir: Bir kimse zenginlere bir altın tasaddukta bulunmayı nezretse bu nezri sahih olmaz. Ancak yolculara niyet ederse sahih olur. Çünkü yolcular yolda parasız kaldıklarında her ne kadar memleketlerinde zengin bile olsalar kendilerine zekât verilmesi caizdir.
«Bir kimse her namazdan sonra şu kadar tesbih çekmeyi nezretse ilh...» Galiba Kınye sahibinin «tesbih» ile muradı namazlardan sonra söylenen 33'er defa «Sübhanallah» «Elhamdülillah», «Allahüekber»'dir. Tağlîb için üçüne birden «tesbih» denilmiştir. Burada bunların cinsinden vâcib veya farz bulunmadığına işaret vardır. Halbuki müftabih olan kavle göre teşrik (kurban bayramı günlerinde getirilen) tekbir vâcibdir.
Kezâ: İftitah tekbiri bayram namazının tekbirleri vâciptir. Buna göre vâcib ile murad, ıstılahı vâcib olduğu için tekbir nezredildiğinde bu nezrin sahih olması lâzımdır. T.
Ben derim ki: Şârih'in zikrettiği Kınye'nin ibaresi değildir. Nitekim Bahır'da da böyledir. Kınye'nin ibaresi şöyledir: Bir kimse bunları her namazdan sonra on'ar defa dua niyetiyle demeyi nezretse bu nezri sahih olmaz.
Kezâ: Bir kimse Kur'an okumayı nezretse yine bu nezri de sahih olmaz. Kuhustânî bunun sebebini i'tikâf bahsinde «kıraat namaz için farzdır» diye açıklamıştır. Hâniyye'de «bir kimse «şu işi yaparsam Beytullah'ı tavaf edeyim, Safa île Merve arasında sa'y edeyim» yahut «Kurân-ı Kerîm okuyayım» diye nezretse kendisine bir şey lâzım gelmez» denilmiştir.
Ben derim ki: Bu meseleler müşküldür, çünkü kıraat maksud olan bir ibadettir. Bunun cinsinden vâcip vardır. Kezâ: Tavaf da maksud olan bir ibadettir. Sonra «tavafın nevileri babında tavafın beşinci nevi nezir tavafıdır ki bu tavaf vâcib bir tavaf olup hiç bir zamana mahsus değildir» diye gördüm. Buna göre tavaf etme nezredildiğinde sahih olur.
«Bir kimse Peygamberimiz (S.A.V) üzerine her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir kendisine lâzım olur ilh...» Çünkü bunun cinsinden farz vardır. Ömürde bir defa Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirmek farzdır. Mübarek ismi şerifleri her zikredildiğinde salavât-ı şerife getirmek vâcibdir. Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salâvat-ı şerife getirmek amelî farzdır. Buna göre nezredilen şeyin cinsinden olan farzın kat'i farz olması şart değildir. T. Nezredilen şeyin cinsinden olan farzın kat'i farz olmasını şart koşanlara göre; Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirme nezredildiğinde bu nezir lâzım olmaz. T.
METİN
Bir şarta muallak olan nezirlerde tafsilat vardır; Olması istenilen bir şarta talîk edilen bir nezir, meselâ: Bir kimse «gâip olan fülan kimse gelirse» yahut «şu hastalıktan iyi olursam Allah için nezrim olsun beş gün oruç tutayım» yahut «şu kadar sadaka vereyim» deyip o şart bulunduğu takdirde yani gâip olan kimse gelir yahut hastalıktan iyi olursa beş gün oruç tutması yahut nezrettiği sadakayı vermesi icap eder. Olması istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan bir nezre gelince, meselâ; Bir kimse «falanca kadınla zina edersem bir ay oruç tutmak nezrim olsun» deyip şart bulunduğu takdirde mezhepten muhtar olan kavle göre nezreden kimse muhayyer olup dilerse nezrini yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti verir. Çünkü bu ifade zahiri itibarî ile nezir, mânâsı itibari ile yemindir. Mükellef olan bir kimse mülkünde bulunan kölesinin âzâdını nezretse kendisine nezrini yerine getirmek lazım olur. Eğer nezrini yerine getirmezse vâcibi veya farzı terk etmesiyle günahkâr olur. Kaadının hükmü altına girmediği için kaadı onu nezrini yapması için cebredemez. Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse Hz. İbrahim (A.S.)'ın kıssasından dolayı kendisine bir koyun boğazlamak lâzım olur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî «çocuğun öldürülmesinin nezredilmesi ittifakla sahih olmadığı gibi bu nezirde sahih olmaz» demişlerdir.
Bir kimse intihar etmeyi yahut kölesini boğazlamayı nezretse bu nezri lağv (hükümsüz) olur. İmam Muhammed (Rh.A.) «bu nezirde de bir koyun vâcib olur» demiştir. Bir kimse babasını yahut dedesini yahut anasını boğazlamayı nezretse bu şahıslar kendinin kesbi olmadığı için nezri icmaen lağv olur. Bir kimse «ben şu hastalığımdan iyi olursam bir koyun boğazlayayım» yahut «üzerime bir koyun kesmek lâzım olsun» deyip bundan sonra o kimse iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü boğazlamanın cinsinden farz olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır. Binaenaleyh bu nezir sahih olmaz, ancak nezreden kimse bu ifadesinin üzerine «onun etini tasadduk edeyim» sözünü ziyade ederse kendisine o nezri yerine getirmek lâzım olur. Çünkü sadaka cinsinden zekât gibi farz vardır. Fetih, Bahır. Buna göre Dürer'in ibaresinde tenâkuz vardır. Minah,
Bir kimse «benim üzerime Allah için ,bir deve boğazlayıp etini tasadduk etmek nezrolsun» deyip bundan sonra onun yerine yedi koyun boğazlasa caiz olur. «Mecmuünnevazil» adlı kitabda böylece zikredilmiştir. Bunun vechi gizli değildir. Kınye'de zikredilmiştir ki; bir kimse «benden şu dert giderse benim üzerime şu kadar şey nezr olsun» dedikten sonra o dert gidip sonra yine geri gelse kendisine lâzım gelmez. Çünkü bu kimsenin muradı dert gittikten sonra bir daha geri gelmemesidir.
İZAH
«Bir şarta muallak olan nezirlerde tafsilat vardır ilh...» Bilmiş ol ki bir şarta bağlanmış olannezir meselesinde iki kavil vardır. Birincisi Zahirü'r-Rivâye kitablarında zikredilmiş olan kavildir ki: Nezir, gerek istenilen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ: «Allah benim şu hastalığıma şifa ihsan ederse on gün oruç tutmak nezrim olsun» denilmesi gibi, gerek istenilmeyen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ: «Ben Zeyd ile konuşursam veya şu eve girersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» denilmesi gibi. Bu iki surette şart bulunduğu takdirde nezredilen şeyin mutlaka yerine getirilmesi vâcib olur. İkinci kavilde tafsilât vardır. Yani: Nezir olması istenilen bir şarta bağlanmış olursa o şartın gerçekleşmesi takdirinde nezredilen şeyin yerine getirilmesi vâcib olur. Meselâ: Bir kimse «oğlum askerden gelirse Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım» deyip oğlu askerden gelirse üç gün oruç tutması vâcib olur. Çünkü şart olan oğlunun askerden gelmesi, o kimsece istenilen şeydir. Eğer nezir istenilmeyen bir şarta bağlanmış olursa bunda nezreden muhayyer olup şart gerçekleşince dilerse nezrini yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti verir. Meselâ: «şu eve girersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» diye nezreden kimse o eve girerse muhayyer olur, dilerse bu nezrini yerine getirir. Yani bir ay oruç tutar, dilerse yemin keffâreti verir. Çünkü eve girmek şartı kendisince istenilmemiştir, bu nezir bir nevi yemin demektir. Bu ikinci kavil İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan rivayet edilmiş olup ölümünden yedi gün önce buna dönmüştür. Hidaye'de «bu İmam Muhamrrred (Rh.A.)'in kavlidir. Sahih olan da budur» denilmiştir. Muhtar, El - Mecma', Muhtasarü'n - Nikâye, Mültekâ ve diğer fıkıh kitablarının metinlerinde bu ikinci kavil tercih edilmiştir. Nevâdir'de rivayet edilen ye Muhakkıkının muhtarı da budur. İmam Şâfiî (Rh.A.)'nin mezhebi de budur. Fetih.
Bahır sahibi bunun rivayette aslının olmadığını zannedip «Nevadir'in rivayetinde; "nezreden kimse, gerek olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun gerek olmasını istemediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun her iki surette de mutlaka muhayyerdir." Hulâsa'da da böyle zikredilmiştir. Fetva da bununladır.» demiştir. Halbuki bilindiği gibi Nevâdir'de rivayet edilmiş olan, zikredilen tafsilâttır. Nehir'de zikredilmiştir ki:
«Hulâsa'da olan olması istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan nezirdir. Yoksa bir şarta bağlanmış olan nezrin iki kısmı murad edilmiş değildir.» Velhâsılı; bir şarta bağlanmış olan nezir meselesinde iki kavil vardır. Birincisi asla muhayyerlik olmayan Zahirü'r-Rivâye kitablarında zikredilmiş olan kavildir. İkincisi zikredilen tafsilâttır. Bahır sahibinin «Nevâdir'in rivayetinde mutlaka muhayyerliktir. Fetva da bununladır.» diye vehmettiği şeyin aslı yoktur. Nitekim Allâme-i Şürünbülâlî bunu, «Tuhfetün - Nıhrîr» adlı risalesinde izah etmiştir.
«Olması istenilen bir şarta talîk edilen bir nezir ilh...» Eğer nezreden fasık olup mâsiyet (günah) olan bir şartı murad edip nezri o şarta bağlasa, meselâ: «Bir kimse gizlice sevgilimi ziyaret edersem, yalın ayak Beytullah'ı ziyaret etmek nezrim olsun» deyip şart bulunduğutakdirde yani sevgilisini ziyaret edince nezri yerine getirmek kendisine vâcib olur mu? yoksa olmaz mı? Bana öyle geliyor ki; vâcib olur. Çünkü nezredilen şey taat olup onun vücubunu bir şarta bağlamıştır. Şart her ne kadar işlenmesi haram olan bir günah olsa bile bulunduğu takdirde nezredilen şeyi yerine getirmesi kendisine lâzım olur. Çünkü bu taat günahı işlemeye sevk edici değildir, bilakis günah işlemekten men edicidir, nezrin tarifi buna da şâmildir. Bundan dolayı bir kimse «falan kadınla zina edersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» dese bu nezri sahih olur. Fakat şart bulunduğu takdirde nezredilen şey ile yemin keffâreti arasında muhayyer olur. Çünkü o kimse olmasını istemediği bir şarta nezri bağlamış olduğu için bu nezirde bir nevi yemin mânâsı vardır. Nitekim izahı ileride gele-cektir. Fakat olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir böyle değildir. Çünkü bunda yemin mânâsı yoktur. Buna göre yalnız nezredilen şeyin yerine getirilmesi lâzım olur.
«Çünkü bu ifade zahiri itibari ile nezirdir ilh...» Çünkü o kimse bu ifa-deyle şartın bulunmamasını kastetmiştir. İki cihetten hangisini dilerse onu yapar. Yani; dilerse nezrettiği şeyi yerine getirir, dilerse yemin keffâreti verir. Olmasını istediği bir şarta nezri bağlayan kimseye gelince bu ifadesiyle şartın bulunmasını istediği için bu ifadede yemin mânâsı yoktur. Zira bu kimsenin maksadı, şart kıldığı şeyin gerçekleşmesini arzu etmektir. Dürer.
«Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse ilh...» Bu ifadeyle nezreden kimsenin harem-i şerifte veya harem-i şerifin dışında bayram günlerinde bir koç boğazlaması vacib olur. Rivayetlerin çoğunda bu ifadeyle nezrin sahih olması için nezreden kimsenin «Hz. İbrahim Halîlullâh'ın makamında» veya «Mekke'de» sözünü söylemesi şarttır. İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre şart değildir. Kâfî, Mecma şerhi, Dürerü'l-Bihâr şerhi.
İhtiyar adlı kitabda zikredilmiştir ki: Bir kimse çocuğunu boğazlamayı veya kesmeyi nezretse İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; kendisine bir koyun boğazlaması lâzım gelir. Kezâ: Bir kimse intihar etmeyi veya kölesini boğazlamayı nezretse İmam Muhamed (Rh. A.)'e göre; yine kendisine bir koyun boğazlaması lazım gelir. Bir kimse babasını, anasını boğazlamayı nezretse bu husustu İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan iki rivayet vardır. Esah olan rivayete göre bu nezir sahih olmaz. İmam Ebû Yusuf ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima) «bu nezirler günahla nezir olduklarından dolayı sahih olmaz» demişlerdir. İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in çocuğun nezredilmesinin sahih olmasında delilleri Hz. Ali (R.A.), İbn-i Abbas (R.A.) ve diğer Sahabe-i Kiram'dan bir cemaatin mezhebidir. Bu gibi meselelerin kıyas ile bilinmesi mümkün olamayacağından Peygamberimîz (S.A.V.)'den işitmiş olacaklardır. Çünkü çocuğu boğazlamayı vâcib kılmak bir koyun boğazlamayı vâcip kılmaktan ibarettir. Hatta bir kimse Mekke-i Mükerreme'de çocuğunu boğazlamayı nezretse harem-i şerifte bir koyun boğazlamak kendisine vâcib olur. Çünkü Allahü Teâlâ Hz. İbrahim Halîlullâh üzerine çocuğunu boğazlamayı vâcip kılmış, sonra
(Saffât sûresi; âyet: 105)
«Biz ona: "Ya İbrahim, rüyâna sadâkat gösterdin."» ( En - Nahl sûresi; âyet: 123 ) buyurup bir koç kesmesini emretmiştir. Binaenaleyh bizim şeriatımızda da böyle olur. Bunun böyle olması ya Allahü Teâlâ'nın:
«Sonra (Habibim) sana: «Muvahhid bir Müslüman olarak İbrahimin dinine uy. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı» diye vahyetdik.» Kavl-i kerimi bulunduğu için veya bizden öncekilerin şeriatının neshedilmiş olduğu sâbit olmadıkça bize de şeriat olarak lâzım olduğu içindir.
Çocuğunu kurban etmeyi nezretmenin bir çok benzerleri vardır: Beytullâh'a yürüyerek gitmeyi nezretmek, hac veya umre yapmaktan ibarettir. (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen kurban) vâcip kılmak, bir koyun vâcib kılmaktan ibarettir. Çocuğun boğazlanmasının nezri, koyun kesmekten ibaret olunca günah olmaz. Bilâkis kurbet olur. Hatta meşayıhtan İsbicâbî ve diğerleri «çocuğunu boğazlamayı nezreden kimse çocuğun bizzat kendisini boğazlamayı murad edip ve bunun günah olduğunu bilirse bu nezri sahih olmaz» demişlerdir.
Şehy-i fâni (çok yaşlı kimse) hakkında oruç günahtır. Çünkü oruç onu helâke götürür. Bununla beraber oruç tutmayı nezretse bu nezri sahih olup kendisine orucun fidyesi vâcib olur. Zira şeyh-i fâni oruç tutmayı nezretmekle fidyeyi kabul etmiş olur. İmam Muhammed'e göre; bir kimsenin kendi nefsi ve kölesi üzerine olan velâyeti, çocuğu üzerine olan velâyetinin üstündedir. Bu itibarla kendi nefsini veya kölesini boğazlamayı nezretse bu nezri sahih olup çocuğun nezrinde olduğu gibi kendi üzerine bir koyun boğazlamak lâzım gelir. İmam-ı Azam «çocuğun boğazlanması nezredildiğinde bu nezrin sahih olup çocuğun yerine koyun kurban edilmesinin vâcib olması kıyasın hilâfına olup Hz. İbrahim Halilullâh'ın kıssasıyla bilinmektedir. Bu kıssa çocuğun boğazlanması hakkında varid olmuştur. Buna göre yalnız çocuğun boğazlanması nezredildiğinde koyun boğazlamak vâcib olur. Fakat bir kimse kendi nefsini, kölesini, anasını, babasını veya dedesini boğazlamayı nezrettiği takdirde bu nezri sahih olmaz» demiştir. Hatta bir kimse çocuğunu «katil» lâfzıyla nezretse ittifakta kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü âyet-i kerime "boğazlama" lâfzıyla varid olmuştur. Bir kimse «nahr» (deve boğazlama) lâfzıyla çocuğunu nezretse, bu nezri de sahih olup kendisine bir koyun kesmek lâzım olur. Fakat katil lâfzıyla nezirde bulunsa, bu nezri sahih olmaz. Çünkü «zebh» (kesmek), «nahr» (deveyi göğsünden boğazlama) lâfızları Kuran-ı Kerim'de kurbet ve ibadet olarak varid olmuşlardır. Fakat "katıl" lâfzı ise Kuran-ıKerim'de ukubet, intikâm ve nehy olarak varid olmuştur. Bundan dolayı bir kimse «katil» lâfzıyla koyun boğazlamayı nezretse, bu nezri sahih olmaz.
«Boğazlamanın cinsinden farz olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır ilh...» Bu, Bahır sahibinin açıkladığı sebebtir. Fakat Hâniyye'de olan buna münâfidir. Şöyle ki: Bir kimse "ben şu hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım" deyip sonra iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Ancak «ben şu hastalığımdan iyi olursam, Allah için bir koyun boğazlamak nezrim olsun» deyip sonra iyi olsa, kendine bir koyun boğazlamak vacib olur. Bu, Dürer'in metninin ibaresidir. Şerhinde bunun sebebini şu kavliyle açıklamıştır. Çünkü nezrin lazım olması ancak nezreden kimse ifadesinde «nezir» lâfzını kullandığında lâzım olur. Bu ifadelerin birincisinde nezir lâfzı bulunmayıp, ikincisinde bulunmaktadır. Buna göre «ben şu hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım» ifadesindeki «bir koyun boğazlayayım» lâfzı nezre delâlet eden sıyga olmadığı için bu ifade nezir olmayıp bir vaattir. Bezzaziye'de zikredilen de bunu te'yid eder. Şöyle ki: Bir kimse «oğlum şu felaketten kurtulursa yaşadığım müddetçe oruç tutayım» deyip sonra çocuğu kurtulsa bu bir vaat olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez. Fakat yine Bezzaziye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu hastalığımdan sıhhat ve afiyete kavuşursam bir ay oruç tutayım» dese «Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» demedikçe o hastalık dan iyi olunca bir ay oruç tutma kendisine vâcib olmaz, Fakat istihsana göre; bir ay oruç tutmak kendisine vâcib olur. Bir kimse «ben şu işi yaparsam hac edeyim» deyip sonra o işi yapsa kendisine hac vâcib olur. Bundan anlaşıldı ki Dürer'in «vâcib olmaz» demesi kıyasa göredir, istihsana göre değildir. Çünkü istihsana göre bu ifadelerle nezir sahihtir.
Musannıfın «"şu hastalığımdan iyi olursam bir koyun boğazlayayım" yahut "üzerime bir koyun kesmek lâzım olsun" diyen kimseye bir şey lâzım gelmez» kavli de kıyasa göredir.
Bir kimse on kurban kesmeyi nezretse kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Çünkü on kurban kesmeyi nezreden kimseye iki kurban kesmesi lâzımdır diye emir bulunmaktadır. Vehbâniyye şerhinde «esah olan kavle göre on kurban kesmesi vâcibdir. Çünkü cinsinden vâcib bulunan şeyi Allah için kendi üzerine vâcib kılmıştır» denilmektedir. Şârih burada Musannıf'dan nakletmiştir ki: Nezredilen şeyin cinsinden gerek i'tikâdi vâcib ve gerekse ıstılahi vâcib bulunduğu takdirde nezir lâzımdır. Bununla mâlum oldu ki esah olan kavle göre; «nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib bulunmalıdır» ifadesindeki «vâcib» ile hem farz hem de ıstılahı vâcib murad edilmiştir. Yoksa yalnız farz murad edilmiş değildir.
«Dürer'in ibaresinde tenâkuz vardır ilh...» Yani: Dürer sahibi «önce nezredilen şeyin cinsinden bir farzın bulunması şarttır» deyip bundan sonra «şu hastalığımdan iyi olursam Allah için bir koyun kesmek nezrim olsun» diyen kimsenin nezri sahihtir diye hükmetmiş. Halbuki koyun kesmenin cinsinden farz yoktur, belki vâcib vardır. Tahtâvî sahibi «Dürer sahibi «farz» ile vâcibe şâmil olan farzı murad etmiştir» diye cevap vermiştir.
«Bunun vechi gizli değildir ilh...» Yani kurbanda ve hedy (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen kurban) de yedi koyun bir deve yerine geçer.
METİN
Bir kimse Mekke-i Mükerreme fakirlerine diye bir şey nezredip o nezrettiği şeyi başka yerin fakirlerine verse caiz olur. Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki: Bir şarta bağlanmış olmayan nezir (yani mutlak bir nezir) bir şeye mahsus olmaz. Bir kimse on dirhem kıymetinde olan bir buğday ekmeğini tasadduk etmeyi nezredip sonra ekmekten başka bir şey mesela; pirinç veya et tasadduk etse eğer bu tasadduk etse bu tasadduk ettiği şey on dirhem kıymetinde olursa caiz olur.
Para fakirler hakkında daha menfaatli olduğu için ekmeğin parasını tasadduk etse yine caiz olur.
Bir kimse muayyen bir ayın orucunu nezretse kendisine o ayı arka arkaya oruçlu geçirmesi lazım olur. Fakat o aydan bir gün oruç tutmasa her ne kadar o ayın nezrederken arka arkaya tutacağım demiş de olsa yalnız o günü kaza eder. Ay muayyen olduğu için o ayın orucunu yeni baştan tutması lazım gelmez.
Bir kimse ebedi ömrü oldukça oruç tutmayı nezredip sonra bir kimse malından hemen bin dirhem tasadduk etmeyi nezretse halbuki malik olduğu mal binden az olsa kendisine ancak malik olduğu şeyi tasadduk etmesi lazım gelir. Muhtar olan kavilde budur. Çünkü malik olmadığı şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izafe edilmediği için sahih değildir. Nitekim bir kimse «malım yoksullara sadaka olsun» dese halbuki kendisinin hiç malı bulunmasa ittifakla bu nezri sahih olmaz.
Bir kimse «Perşembe günü şu yüz dirhemi Zeyd'e tasadduk edeyim» diye nezredip perşembeden önce başka bir yüz dirhemi başka bir fakire tasadduk etse caiz olur. Çünkü mutlak bir nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya ve muayyen fakire muhtas olamayacağı yukarda geçmiştir.
Bir kimse «benim üzerime nezir lazım olsun» deyip bu ifadesinin üzerine hac, namaz, oruç gibi bir şey ziyade etmediği halde, bir şeye niyet de etmese kendisine ancak yemin keffareti lazım olur. Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin adedini zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç tutması lazım olur. Eğer bu ifadesiyle sadakaya niyet ederse, fıtra gibi on yoksula it'am eder.
Bir kimse otuz hac nezretse ömrü miktarınca kendisine hac lazım olur. Bir kimse yeminine «inşaallah: Allah dilerse» lafzını eklerse yemin etmiş olur. İstisna ihbar sıygasıyla olursagerek ibadet ve gerekse muamele kabilinden olsun yapılması lisana bağlı bulunan herhangi bir ifadenin peşinden susmadan hemen «inşaallah» lafzı söylenirse, bu «inşaallah» lâfzı o ifadenin hükmünü iptal eder. Meselâ: Bir kimse «Allah'a yemin ederim ki, cuma günü inşaallah şu işi yapacağım» diye yemin etse yahut «şu hastalıktan iyi olursam inşaallah üç gün oruç tutayım» diye nezretse de cuma günü o işi yapmasa yahut hastalıktan iyi olduğu halde oruç tutmasa yemini bozulmaz ve günahkâr olmaz. Çünkü bu halde o işin yapılması veya orucun tutulması Allah'ü Teâlâ'nın dilemesine bağlanmıştır. Allahü Teâlâ'nın her hangi bir şeyi dileyip dilemediği ise o şey olmadan önce bizce bilinmemektedir. Eğer istisna yani «inşaallah» lâfzı emir veya nehiy sıygalarıyla olursa meselâ; Bir kimse vârislerine «benim ölümümden sonra inşaallah kölemi âzâd ediniz» yahut vekiline «şu köle-mi inşaallah sat» yahut «şu köleyi fülan kimseye inşaallah satma» dese bu nevi istisnalar sahih olmaz, yani köle âzâd edilmiş olur. Vekili kölesini satmayabilir ve satma dediği kimseye satabilir.
Niyet gibi yapılması kalbe bağlı bulunan şeylerde istisna sahih değildir. Nitekim oruç bahsinde geçmiştir.
İZAH
«Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki ilh...» Yani oruç bahsinin sonunda i'tikâfdan önce izah edilmiştir. Oradaki ibare metinle beraber şöyledir: İ'tikâf, hac, namaz ve oruç gibi mutlak bir nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya, muayyen fakire mahsus olmaz. Buna göre bir kimse «cuma günü şu parayı Mekke-i Mükerreme'de fülan fakire tasadduk edeyim» diye nezrettiği halde buna muhalif olarak başka bir günde o miktarda başka bir parayı başka bir şehirde başka bir fakire tasadduk etse nezrini yerine getirmiş olur. Kezâ: Cuma gününden önce nezrini yerine getirse caiz olur.
Bir kimse muayyen bir ayda meselâ; Receb-i şerifde i'tikâfa girmeyi nezredip Recep ayından önce rebiu'l-ahirde i'tikâfa girse veya recep ayından oruç tutmayı nezredip rebiu'l-ahirde oruç tutsa sahih olur. Kezâ: Bir kimse «falan sene hac edeyim» deyip o sene gelmeden hacca gitse caiz olur, kezâ; «fûlanca gün namaz kılayım» diye nezreden kimse o gün gelmeden evvel namaz kılsa nezrini yerine getirmiş olur. Çünkü bu ibadetler, sebebleri olan nezir bulunduktan sonra yapılmıştır. Buna göre nezirde «muayen» lâfzı hükümsüz olup mutlak olarak «nezir» ifadesi kalmış olur. Fakat bir şarta bağlanmış olan bir nezir o şart bulunmadan önce yapılması caiz olmaz.
Ben derim ki: Mutlak bir nezir ile bir şarta bağlanmış olan bir nezir arasındaki fark-usulde izah edildiği üzere- bir şarta bağlanmış nezir derhal sebep olarak münakid olmayıp belki şart bulunduğunda münakid olmuş olur. Eğer bir şarta bağlanmış olan bir nezir, şart bulunmadan evvel eda edilse sebebi bulunmadan önce eda edilmiş olur, bu ise sahihdeğildir. Bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmış olan bir nezir şart bulunmadan önce eda edilmemesine bakılırsa bu nezirde zaman taayün etmiş olur. Fakat şart bulunduktan sonra nezir eda edilmezse herhangi bir günde eda edilebilir. Kezâ; yine bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmak suretiyle yapılan bir nezirde de şart bulunduktan sonra zamanın, mekanın, paranın ve fakirin tayin edilmesi hükümsüzdür. Çünkü nezrin bir şarta bağlanması yalnız sebebin münakid olmasında tesir eder, bundan dolayı şart bulunmadan önce nezrin yerine getirilmesi caiz değildir.
Fakirin tayin edilmesi hükümsüz olduğu gibi sayısının da tayin edilmesi hükümsüzdür. Meselâ; bir kimse «kızımı evlendirirsem malımdan her yoksula bir dirhem sadaka vermek üzere bin dirhem nezrim olsun» deyip kızını evlendirdikten sonra bin dirhemi birden bir fakire verse caiz olur.
Tenbih: Nezir, belirli zamana, belirli mekana, belirli paraya, belirli fakire mahsus olmaz. Çünkü nezir kurbet ve ibadet olması itibariyle kabul edilmiştir. Bundan dolayı nezirde zamanın, mekanın, paranın, fakirin tayin edilmesinin tesiri yoktur. Meselâ; bir kimse Kabe-i Muazzama'da iki rekât namaz kılmayı nezredip bu iki rekât namazı şeref itibarîyle Kabe-i Muazzama'dan daha az bir mescidde eda etse, nezrini yerine getirmiş olur. Çünkü bir mekanı ibadet ve taat için tayin etmek şeriatın hakkıdır, kulun bir mekanı ibadet ve taat için tayin ve tahsis etme hakkı yoktur. Yalnız hedyin nezrinde mekan ve kurbanın nezrinde zaman tayin ve tahsis edilmiştir. Çünkü hedy ile kurbandan her biri mahsus ve muayyen şeyin ismidir.
Hedy: Harem-i şerifde kesilmek üzere gönderilen kurbanın ismidir. Kurban ise, bayram günlerinde kesilen hayvanın ismidir. Eğer hedy Harem-i şerif'de kesilmezse «hedy» ismi; kurban, bayram günlerinde kesilmezse «kurban» ismi bulunmamış olur.
«Her ne kadar o ayın orucunu nezrederken arka arkaya tutacağım demiş de olsa ilh...» Çünkü muayyen bir ayda peşi peşine oruç tutmayı şart kılmak hükümsüzdür. Zaten günler peşi peşine geldiği için kendiliğinden günler arka arkaya gelmektedir. Fakat nezredilen ay muayyen olmazsa nezreden kimse dilerse bir ayı arka arkaya oruçlu geçirir, dilerse ayrı ayrı aylarda bir ay orucu tamamlar. Ancak muayyen olmayan bir ayın peşi peşine oruç tutulması şart kılınıp da oruç tuttuğu aydan bir gün yese isterse bu yemiş olduğu gün oruç tutulması yasak olan günler olsa bile yeni baştan bir ay oruç tutması vâcib olur.
Fidyesini verir ilh...» Yani buğdaydan yarım sâ', arpadan bir sâ' verir, eğer fidye vermeğe gücü yetmezse Allahü Teâlâ'ya tevbe ve istiğfar da bulunur.
«Kendisine ancak mâlik olduğu şeyi tasadduk etmesi lâzım gelir ilh...» Eğer bin dirhem nezreden kimsenin yanında yüz dirhem kıymetinde ticaret eşyası veya hizmetçisi bulunsabunları satıp tasadduk eder. Bunlar on dirhem kıymetinde olsa satıp on dirhemi tasadduk eder. Hiçbir şeye mâlik olmasa kendisine bir şey lâzım gelmez. Bir kimse bin defa hac etmeyi nezretse yaşadığı müddetçe her sene hac eder. Bu Hâniyye'den naklen Şürünbülali'de zikredilmiştir. Böyle nezreden kimsenin alacağı olsa bu alacağı nezrine dahil olur mu? Malının üçte birini vasiyet ettiğinde alacak vasiyette dahil olduğu gibi. Açık olan sebebe göre dahil olmaz. Çünkü alacak alınmadan önce onun mülkü değildir, alınınca nezirden sonra yeni mülk olmuş olur. Malın üçte birini vasiyette ise ölürken mevcut olan mal itibar edilir. Teemmül et! Fakat şirket bahsinin evvelinde gelecektir ki hak olan olacağı mal, nezreden kimsenin mülkü olmasıdır.
«Çünkü mâlik olmadığı şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izâfe edilmediği için sahih değildir ilh...» Yani nezrin sahih olması için nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkü veya mülkün sebebine izâfe edilmiş olması şarttır. Meselâ: Bir kimse bir köleye hitaben: «Ben seni satın alırsam Allah için seni âzâd etmek nezrim olsun» deyip sonra o köleyi satın alsa âzâd olur. Çünkü âzâd etmeyi mülkün sebebine izâfe etmiştir. T.
«Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin âdedini zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç tutması lâzım olur. ilh...» Eğer bu ifadesiyle hac, umre gibi bir şeye niyet ederse niyet ettiği şey kendisine lâzım gelir. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde de böyle zikredilmiştir. Oruca niyet ederse kendisine üç gün oruç tutması lâzım olur. Çünkü kulun kendi üzerine vâcib kılması Allahü Teâlâ'nın vâcib kılmasıyla itibar edilmiştir. Allahü Teâlâ'nın en az vâcib kıldığı oruç, yemin keffâretinde üç gündür. Bu, Valvâlciye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«Fıtra gibi ilh...» Yani: Her yoksula yarım sâ' buğday verir. Kezâ: Bir kimse «Allah için bir fakire it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi lâzım olur. «Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi lâzım olur. «Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese İmam-ı Azam'a göre; on fıtır sadakası vermesi lâzım olur. Fetih.
«Bir kimse otuz hac nezretse ömrü miktarınca kendisine hac lâzım olur ilh...» Haccın menâsiki bahsinde o kimseye otuz haccın hepsi lâzım olur. Yaşadığı müddetçe hac eder, geri kalanı da vasiyet eder. Hâniyye, Sırâciyye.
«Bir kimse yeminine "inşaallah: Allah dilerse" lâfzını eklerse yemin etmemiş olur ilh...» Yeminin olmaması için «inşaallâh» lâfzını yeminden sonra susmadan hemen söylenmesi şarttır. Eğer yemin edilip biraz durulduktan sonra «inşaallâh» lâfzı söylenirse yemin bozulmaz. İbn-i Abbas (R.A.)'den «munfasıl istisnanın altı aya kadar caiz olacağı» rivayet edilmiştir. Munfasıl istisnanın cevazına kâil olmak bütün şer'i akidleri lâzım olmaktan çıkarır. Hatta bir kimse zevcesini üç talâkla boşadığı takdirde birinci kocaya helâl olsun diye ikincikocaya ihtiyaç olmaz. Çünkü üç talâkla zevcesini boşayan, istisna (inşaallâh) ile boşamasını iptal eder.
«Nitekim oruç bahsinde geçmiştir ilh...» Meselâ: Bir kimse «yarının orucuna inşaallâh niyet ettim» dese niyeti bozulmaz. Çünkü burada «inşaallâh» lâfzı oruç da muvaffak olmayı istemek içindir. Yoksa istisna için değildir. Hatta «niyet lisana bağlı bulunan şeylerden olmadığı için istisna ile bozulmaz» denilmiştir. Bu Ebussuûd'dan naklen Tahtavi'de zikredilmiştir. Vallâhu Sübhânehû ve teâlâ a'lem.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...