YEMİNLER
BAHSİ
METİN
Bu bahsin önceki
bahis ile münasebeti hezl (ciddi olan sözün zıddı olup kendisiyle hakiki veya
mecazi bir mana kastedilmez) ve ikrah (zorlama) ın kendilerinde tesir
etmemesidir.
Azad, düşürmekte ve
sirayette talaka ortak olduğu için yemin üzerine takdim edilmiştir.
Yemin lügatta;
kuvvet manasınadır.
Şer'an "Bir işi
yapmak veya yapmamak hususunda yemin eden kimsenin azim ve kasdına yemin ile
kuvvet verdiği gibi akidden ibarettir.
Yeminin bu tarifine
talak ve azad gibi bir şeye ta'lik suretiyle yapılan bir akid de dahil olmuştur.
Çünkü bu ta'likler de şer'an yemindir, ancak Eşbah'da zikredilen beş meselede
ta'lik yemin değildir.
İZAH
"Bu bahsin önceki
bahis ile münasebeti ilh." Yemin, azad, talak ve nikah her birerlerinde
şakanın,zorlamanın tesiri olmamasında ortaktır. Yani bunlardan her biri gerek
şaka ile olsun, gerek zorla yaptırılmış olsun geçerlidir.
Ancak nikâhın
diğerleri üzerine takdim edilmesi kendisinde ibadete daha yakınlık bulunduğu
içindir. Nitekim geçmiştir.
Talâk da nikâh
gerçekleştikten sonra onu kaldırdığı için o da önce zikredilmiştir. Fetih.
«Düşürmekte ilh...»
Çünkü talâk nikâh bağını düşürür, âzâd ise kölelik bağını düşürür. T.
«Sirayette ilh...»
Kadının yarısını zevci boşasa talâk kadının tamamına sirayet eder, yani kadın
boş olur. Keza kölenin yarısını efendisi âzâd etse İmameyn'e göre kölenin tamamı
âzâd olur. Çünkü İmameyn'e göre âzâd bölünmeyi kabul etmez, fakat İmam-ı Azam'a
göre bölünmeyi kabul eder. T.
«Yemin lûgatta
ilh...» Nehir'de zikredildiğine göre, yemin lûgatta câriha (el), kuvvet ve kasem
arasında ortak olan bir lâfızdır.
Şârih yemin ile
metinde zikredilen ıstılahı mânâsı arasında ki münasebet açık olduğu için kuvvet
mânâsına kasr etmiştir. Fethü'l-Kadir'in tâlîk babında yemin asılda kuvvet
manasınadır. Sağ ele yemin adı verilmiştir.
Çünkü, sağ el sol
elden kuvvetlidir. Yapmak veya yapmamak hususunda üzerine yemin edilen iş
kuvvetlendiği için Allah'a yapılan half (yemin)'e yemin adı verilmiştir.
«Bu talîkler de
şer'an yemindir ilh...» Zira «ben şu hâneye girmezsem zevcem boş olsun» diye
yemin (talîk) eden kimsenin hâneye girmeye yahut «ben bu hâneye girersem zevcim
boş olsun» diye yemin (talîk) eden kimsenin de hâneye girmemeye azmi ve kasdı
kuvvetlenmiş olur. Talîk lûgatta, yemindir. İmam Muhammed talîka yemin demiştir.
Lûgatta İmam Muhammed'in kavli huccet (delil) dir.
«Ancak Eşbah'da
zikredilen ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: Bir kimse yemin etmemeye yemin
etse de talik yapsa yeminini bozmuş olur. Ancak beş meselede talik yemin
değildir. Birincisi kalp fiillerine talîk edip meselâ; zevcin zevcesine «ben
istersem veya seversem sen boşsun» demesi talik de olmaz, yemin de olmaz. Çünkü
bu kendi nefsinin mâlikiyetinden haber vermektir, sanki bu ifade dilemeye
taliktir. Dilemeye talik ise yemin olmaz.
ikincisi âdet
görmeyip aylar ile iddet bekleyen kadının talâkını ayın gelmesine taliktir.
Meselâ; zevcin zevcesine «aybaşı geldiğinde yahut ay göründüğünde sen boşsun»
demesi gibi. Bu da yemin değildir. Bu ifade sünnet vaktinin açıklanmasında
kullanılır. Çünkü iddeti ayla olan kadın hakkında aybaşı sünnet vechi üzere
boşama vaktidir, yoksa talîk vakti değildir.
Üçüncüsü boşamaya
taliktir. Meselâ; zevcin zevcesine «ben seni boşarsam sen boş ol» demesi gibi.
Bu ifade de sırf talîk için olmaz, Çünkü zevc bu ifadeyle kendisinin zevcesini
boşamaya mâlik olduğunu bildirme ihtimali vardır.
Dördüncüsü
efendinin kölesine «bana bin dirhem ödersen hürsün, aciz kalırsan kölesin»
demesi gibi. Bu ifade de talîk olmayıp kitabete kestiğini açıklamaktır.
Beşincisi zevcin
zevcesine «tam bir hayz görürsen veya yirmi tam hayz görürsen boş ol» demesi
gibi bu da talîk olmaz. Çünkü tam bir hayzda mutlaka temizlikten bir cüz
bulunacağından talâk temizlikte vâkî olmuş olur da bu ifadeyi sünnet vechi üzere
boşamanın izahı kılmak mümkün olur. O halde bu ifade sırf talîk için olmaz.
Akıllının sözünü talâka yeminden korumak için bu beş mesele talîk
sayılmamıştır.
METİN
Bir kimse «yemin
etmem» diye yemin etse de talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş
olur. Yeminin şartı: Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef olması ve
üzerine yemin ettiği şey aklen mümkün olup yemininde durabilmesidir.
Yeminin hükmü,
(yemin edilen şeye riayet edilip) yeminin bozulmaması, bozulduğu takdirde
keffaretin vâcib olmasıdır. Yeminin rüknü, yeminde kullanılan lâfızlardır.
Allahü Teâlâ'dan, başkasına yapılan yemin mekruh mudur? Bazıları «hakkında nehiy
bulunduğu için mekruhtur» demişlerdir. Âlimlerin çoğu «Allah'ü Teâlâ'dan
başkasına yapılan yemin mekruh değildir» demişlerdir. Bilhassa zamanımızda
bununla fetva verilir. Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yemin etme hakkındaki nehyi
âlimlerin çoğu itimad edilmeyen yemine hamletmişlerdir. Meselâ: Arapların âdeti
üzere konuşmada babalarını anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve
«hayatına yemin ederim» sözleri gibi. (Bunların maksadı bu sözlerle birbirine
itimad telkin etmek olmayıp bilakis âdetleri üzere cereyan eden bir konuşmadır.)
İZAH
«Bir kimse "yemin
etmem" diye yemin etse talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş
olur ilh...»
Tenbih: Kâfî'de
«mevcud olan bu kaide üzerinedir ki: Bir kimse zevcesine «ben senin talâkına
yemin edersem kölem hürdür» dedikten sonra kölesine hitaben «ben senin âzâdına
yemin edersem zevcem boştur» dese kölesi âzâd olur. Çünkü o kimse karısının
talâkına yemin etmiştir. Eğer karısına «ben senin talâkına yemin edersem sen boş
ol» deyip bu ifadeyi üç defa tekrar ederse gerdeğe girdiği takdirde birinci ve
ikinci yemin ile zevcesi iki talâk, gerdeğe girmemişse bir talâk boş olur.
«Yeminîn şartı:
Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef ol-ması ilh'...» Bilmiş ol ki
yemin edenin Müslüman olması, Allah'a yapılan yemin ile «ben bunu yaparsam bana
namaz kılmak lâzım olsun» gibi ibadete yapılan yeminlerde şarttır, «ben bunu
yaparsam zevcem boş olsun» gibi ibadet olmayan yeminlerde yemin edenin Müslüman
olması şart değildir. Nitekim bunun böyle olduğu gizli değildir. H. Velhâsılı
talîk ile olan, namaz, oruç ve keffaret gibi ibadetlerî gerektiren yeminlerde
yemin edenin Müslüman olması şarttır. Musannıf yakında zikredecek ki Müslüman
olarak yeminini bozsa bile kâfirin yemininden dolayı keffaret yoktur. Çünkü
küfür yemini iptal eder. Meselâ: Bir kimse Müslüman olarak yemin ettikten sonra
-Allah'a sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa
kendisine keffaret lâzım gelmez. Bu takdirde İslâmiyet yeminin yapılmasında ve
yeminin devam etmesinde şarttır. Kaadının yeminden çekineceğini ümit ederek
davalılara yemin ettirmesi görünüşte yemindir. Nitekim gelecektir. Yeminde
istisna (inşaallah) nın bulunmaması şarttır. Bazıları yemin edenin hür olmasını
da şart kılmışlardır, fakat bu hatadır. Çünkü kölenin yaptığı yemin yemin olur,
bozduğu takdirde keffaretini oruçla öder. Nitekîm fukaha böyle açıklamışlardır.
Bezzaziye'de «Vali
bir kimseyî yakalayıp ona «billahi de» deyip o kimse de «billahi» dese sonra
vali o kimseye «elbette cuma günü geleceksin» deyip o da valinin dediği gibi
«elbette cuma günü geleceğim» deyip de cuma günü gelmese yeminini bozmuş olmaz.
Çünkü o kimsenin hikaye ve sükût etmesi ile Allah'ü Teâlâ'nın ismi ile yemini
arasına fasıla girmiştir» denilmiştir.
Sayrafiyye'de bir
kimse «benim üzerime Allah'ın ahdi ve Resulün ahdi olsun ki şu işi yapmayacağım»
dese, bu ifade yemin olmaz. Çünkü «Resulün ahdi» lâfzı Allah'ın ismi ile yemin
edilen şeyin arasını ayırmıştır. Fakat Resulün ahdi zikredilmeksizin yalnız
«Allah'ın ahdi benim üzerime olsun» ifadesi yemindir.
«Yeminin hükmü,
yeminin bozulmaması bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır.» Yani yapılan
yemini muhafaza etmek asıldır, bozulduğu takdirde keffaret vermek halef(yemini
muhafaza etmenin yerine geçen) dir. Nitekim Dürrü'l-Münteka'da da böyledir.
Bilindiği gibi keffaret Allah'a yapılan yemine mahsustur. H.
«Allah'ü Teâlâ'dan
başkasına yapılan yemin mekruh mudur? ilh...» Zeylaî «Allah'tan başkasına
yapılan yemin meşru olup bu cezayı şarta talîk etmektir ki asılda yemin
değildir. Ancak fukaha, cezanın şarta tâlikine yemin ismini vermişlerdir. Çünkü
bir işi yapmağa teşvik veya bir işten men etmek için Allah'a yapılan yeminin
mânâsı bunda da mevcuttur. AIIahü Teâlâ'ya yemin etmek mekruh değildir. Fakat
Allah'a çok yemin etmekten az yemin etmek evlâdır. Bazılarına göre hakkında
nehyi vârid olduğu için Allah'dan başkasına yemin etmek mekruhtur. Âlimlerin
çoğuna göre; mekruh değildir. Çünkü bilhassa zamanımızda Allah'tan başkasına
yani: Âzâd ve talâka yapılan yeminlere îtimad edilmektedir. Allah'tan başkasına
yapılan yemin hakkında olan nehyi îtimad edilmeyen yemine hamledilmiştir.
Arapların âdeti
üzere konuşmada babalarını anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve
«hayatıma yemin ederim» ifadeleri gibi. Bunlarda yemini bozmakla bir şey lâzım
gelmez ve bunlarla îtimad hâsıl olmaz. Fakat âzâda ve talâka talîk suretiyle
yapılan yemin böyle değildir. Peygamberimizin: «Her kim yemin ederse Allah'a
yemin etsin» hadisi şerifi âlimlerin çoğuna göre tâlîk olmayan yemine
hamledilmiştir. Çünkü bu yeminde kendisine yemin edilen şeyi tâzîmde Allah'a
ortak koşmak olmakla bil ittifak mekruhtur. Allah'ü Teâlâ'nın «kuşluk»,
«yıldız», «gece» gibi başka şeylere yemin etmesine gelince; âlimler «bu şeylere
yemin etmek Allah'ü Teâlâ'ya mahsus olup Allah'ü Teâla dilediği şeye tâzîm ve
yemin buyurur. Fakat insanların bu şeylere yemin etmesi câiz değildir»
demişlerdir. Ama tâlîkde tâzîm olmayıp bilâkis îtimadla beraber bir işi yapmaya
teşvik veya yapmaktan men vardır. Buna göre ittifakla talik mekruh değildir.
Bâhusus zamanımızda insanların Allah'a yemin edip bozmalarına ve keffâretin
lâzım olmasına aldırmadıkları için âzâd ve talâk gibi şeylere yapılan yemine
daha fazla îtimad edilmektedir. Çünkü talâk ve âzâda yemin eden kimse talâkın ve
âzâdın vâki olacağından korktuğu için yeminini bozmaktan sakınır.
METİN
Allahü Teâlâ'ya
yapılan yeminler: Yemin-i Gamûs, Yemin-i Lağv, Yemin-i Mün'akide olmak üzere üç
nevidir. Yemin-i Gamûs ile Yemin-i Lağv'ın Allah'ü Teâlâ Hazretlerinden
başkasına yapılması tasavvur edilmediği için bunlar talâk ve âzâd gibi şeylere
yapılırsa talâk ve âzâd vâki olur. Bunu iyice belle! Aynî.
Bir kimsenin yalan
söylemeyi kasdederek veya doğru olduğunu zannederek «şu işi yaparsam Yahudi
olayım» sözü yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olmakla beraber Allah'a yemin
olmadığından bu yemin yeminin üç nevinden hariçtir diye yeminin üç kısımdan
ibaret olmadığına yapılan itiraza şârih «bu şekilde yapılan yemin- yemin eden
her ne kadar buyeminin kinaye yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de -Allah'ü
Teâlâ'ya yeminden kinayedir» diye cevap vermiştir. Bedâyi.
Birinci nevi
yemin-i gamûsdur ki -yemin edeni önce günaha, sonra ateşe daldırır. Yemin-i
gamûs mutlak surette pek büyük günahdır, fakat kebairin günahı farklıdır- yalan
yere amden yapılan yemindir. Bu yemin geçmiş zamanda olan bir şeye olmadı diye
yapılır. Meselâ; bir kimsenin bir işi yaptığını bildiği halde «vallahi ben bu
işi yapmadım» diye yalan yere yemin etmesi gibi. Yemin-i gamûs şimdiki zamanda
yalan olan bir şey üzerine de yapılır. Meselâ: Bir kimsenin kendi üzerinde bin
dirhem borç bulunduğunu bildiği halde «vallahi benim üzerimde falanca şahsın bin
dirhem alacağı yoktur» veya başka bir şahıs olduğunu bildiği halde «vallahi bu
şahıs Bekir'dir» diye yemin etmesi gibi.
Yemin-i gamûs
«vallahi bu işi yaptım» sözündeki gibi bir işin fiili veya «vallahi bu işi
yapmadım» sözündeki gibi terkîn başkası olup, meselâ; taş olmadığı malum iken
«vallahi bu, şimdi taştır» ifadesindeki yemin gibi olursa da fukahanın yemin-i
gamûsu işle ve geçmiş zamanla kayıtlamaları rast geledir veya çok vakî olana
hamledilmiştir. Yemin eden kimse yemin-i gamûs sebebiyle büyük günahkâr olup
kendisine tevbe ve istiğfar etmek lâzım gelir.
İZAH
«Bu yeminin kinaye
yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de ilh...» Yani:
«Ben bu işi
yaparsam yahudi olayım.» Bu ifade ile yemin edenin maksûdu Yahudi olmaktan
nefreti gerektiren şart (o işi yapmak) dan çekinmesidir. Bu ise Allah'ü Teâlâ'ya
küfürden nefreti bildirir ve Allah'ü Teâlâ'ya tazîmi ifade eder, sanki o kimse
"vallâhi'l-azim bu işi yapmam" demiş olur. H.
«Yemin-i gamûs
mutlak surette pek büyük günahtır ilh...» Yanı, gerek bu yemin-i gamûsla bir
Müslüman'ın hakkı alınsın gerek alınmasın bu «mutlaka büyük günahtır» ifadesinde
Bahır sahibinin «yemin sebebiyle bir Müslüman'ın malı alınır ve ya Müslüman'a
eza edilirse bu yemin büyük günahlardan olur. Eğer yeminde böyle bir fenalık
bulunmazsa küçük günahlardan olur» sözünü red vardır. Çünkü Bahır sahibinin sözü
Buharî'deki:
«Büyük günahlar,
Allah'a ortak koşmak, anaya, babaya karşı gelmek (Allah'ın öldürülmesini haram
kıldığı) bir nefsi öldürmek ve yemin-i gamûsdur» hadisi şerifinin mutlak olan
mânâsına muhâliftir. Kebairin günahları farklıdır. Makdisî «Allah'ın isminin
hürmetini yıkmaktan daha büyük günah var mıdır?» demiştir.
«Kendisine tevbe ve
istiğfar etmek lazım gelir.» Çünkü yemin-ı gamûs da keffaret yoktur, tevbe ve
istiğfar ile yemin-i gamûsun günahı kalkar, bu itibarla yemin-i gamûsun
günahından kurtulmak için tevbe ve istiğfar etmek ve bu yüzden bir kimsenin bir
hakkı zayi olmuş ise onu yerine getirip helâllik almak lâzım gelir.
METİN
İkinci nevi yemin-i
lağvdır ki, yemin eden geçmiş zamanda veya şimdiki zamanda kendisine yemin
ettiği şeyi doğru zannederek yalan yere yemin etmesidir. Yeminin bu nevinde
muahaze yoktur, ancak üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır.
Zann-ı galib üzere zıddı açıklanırsa talâk vaki olur.
İmam Şafiî'den
bunun hilâfı meşhurdur. Yemin-i gamûs ile yemin-i lağv geçmiş zaman ile şimdiki
zamanda müsavi olunca aralarındaki fark yalanın kasden yapılmasıdır. Gelecek
zamana ait yapılan yemin, yemin-i mün'akide olur. İmam Şafiî yemin-i lağvı
konuşmalarda geçen ve kendisiyle yemin kastedilmeksizin «Lâ vallâhi: hayır
vallâh», «belâ vallâhi: değil vallâh» denilmesi gibi, yeminlere tahsis etmiştir.
İsterse bu yemin gelecekte olacak bir şey için yapılmış olsun.
Yemin-i lağvın
mânâsında ihtilâf olduğu için musannıf yemin-i lağvın affı ümit olunur, dedi.
Yahut bu yemin-i lağv tevazu ve teeddüb için olur. Bir kimsenin doğru olarak
geçmiş zamandaki bir şeye yemin etmesi de yemin-i lağv gibidir. Meselâ; ayakta
olan bir kimsenin «vallahi ben şimdi ayaktayım» diye yemin etmesi gibi.
İZAH
«Ancak üç şeyde
yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır ilh...Çünkü söz Allah'a yapılan
yemindedir. Bunlar da ise Allah'dan başkasına yemin yapılmaktadır. Bundan dolayı
İhtiyar'da İbn-i Rüstem, İmam Muhammed'den «lağv ancak Allah'a yapılan yeminde
olur, bu ise yemin eden bir kimsenin bir işin doğru olduğunu zannederek yemin
edip, halbuki o iş gerçekte zannettiği gibi olmamasıdır. Bu takdirde kendisine
yemin edilen şey lağv olup sadece «vallahi» sözü kalır da yemin eden kimseye bir
şey lâzım gelmez. Allah'dan başkasına yapılan yeminde ise üzerine yemin edilen
şey lağv olur da «zevcem boştur» yahut «kölem hürdür» yahut «benim üzerime hac
lâzımdır» gibi ifadeler bakî kalır ve yemin eden kimseye bunlar lâzım olur» diye
rivayet etmiştir.
«Aralarındaki fark
yalanın kasden yapılmasıdır ilh...» Ben derim ki Burada başka bir fark vardır:
Yemin-i gamûs üç zamanda da yapılır, nitekim ilerde gelecektir. Yemin-i lağv ise
gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz. H.
«Gelecek zamana ait
yapılan yemin yemin-i mün'akide olur.» Bizim mevzumuz doğru zannedilerek yalan
yere yapılan yemin hakkındadır, gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan
yemin ise ancak yemin-i mün'akide olur. Yemin-i gamûsda gelecek zamanda olacak
bir şey üzerine yapılır diye itiraz edilemez. Çünkü yemin-i gamûsda amden ve
kasden yalan vardır. Halbuki bizim sözümüz amden ve kasden yalan yere yapılan
yemin hakkında değildir. iyi anla!
«İmam Şafii yemin-i
lağvı ilh...» İmam Muhammed'in, İmam-ı Azam'dan «yemîn-i lağv insanlar arasında
konuşmalarda geçen «vallâhi», «billâhi» gibi yemin kastedilmeksizin söylenen
yeminlerdir» diye naklettiği yemin biz Hanefilerce geçmiş zaman ve şimdiki
zamana ait olan yeminlerdir. Hanefilerce bunlar yemin-i lağvdır. Hanefilerle,
Şafiîler arasındaki ihtilâf: Gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin
kastedilmeksizin yapılan yemin hakkındadır. Bu yemin Hanefilerce yemin-i lağv
olmayıp bunda keffâret lâzımdır. Şafiîlerce yemin-i lağv olup keffâret yoktur.
«Yemin-i lağvın
mânâsında ihtilâf olduğu için musannıf yemin-i lağvın affı ümid olunur demiştir
ilh...» Yemin-i lağv nasıl açıklanırsa açıklansın bunda günah olmayıp affının
umulması Allahü Teâlâ'nın: El-Bakâra sûresi; âyet: 225 «Allah, sizi
yeminlerinizdeki «lağv» dan dolayı sorumlu tutmaz» kavli kerimi
içindir.
«Yemin-i lağv
gibidir ilh...» Hasılı: Bir kimsenin geçmiş zamandaki bir şeye doğru olarak
yemin etmesi yeminin üç nevine dahil olmayıp dördüncü bir nevi olur ki yeminin
üç nevinden ibaret olmasını bozar. Buna Sadru'ş-Şerî'a «fukaha şeriatta muteber
olan ve üzerine hüküm tereddüp eden yeminlerin üç kısım olduğunu murad
etmişlerdir» diye cevap vermiştir. Bahır sahibi «bunda da günahın olmaması bir
hükümdür» diye Sadru'ş-Şerî'anın cevabını reddetmiştir. Nehir sahibi «Bahır
sahibinin dediği söz götürür» demiştir.
Muhaşşi Halebi «hak
Bahır sahibinin dediğidir, itirazın bir mânâsı yoktur» demiştir.
Ben derim ki:
Fethü'l-Kadir'de «bozulması tasavvur edilen yeminler üç kısımdır, yoksa mutlak
suretteki yeminler değildir» diye cevap verilmiştir.
Şarih «Vallâhi ben
şimdi ayaktayım ilh...» İfadesiyle geçmiş zamanın şimdiki zaman gibi olduğuna
işaret etmiştir. Fakat güzel olan Feth'in kavlidir ki: Buna misâl; «vallahi Zeyd
dün ayakta idi» cümlesidir.
METİN
Üçüncü nevi yemin-i
mün'akidedir ki; yemin edenin kendisine yapmaması mümkün ve gelecek zamana ait
olan bir şey üzerine yaptığı yemindir. Binaenaleyh «vallahi ben ölmeyeceğim»
veya «güneş doğmayacaktır» ifadeleri yemin-i gamûs nevindendir. Yeminin ancak bu
mün'akide kısmında yemin eden yemini bozarsa keffâret lâzım olur. Çünkü Allah'ü
Tealâ: (El-Maide sûresi; âyet:89) «Yeminlerinizi muhafaza ediniz»
buyurmuştur.
Yemini hıfzetmek
ancak gelecek zamanda muhafaza edilmesi mümkün olan şeyde tasavvur edilir .İmam
Şafiî'ye göre yemin-i gamûsda da keffâret verilir. Her ne kadar yemin eden
keffâretle beraber tevbede bulunmazsa da keffâret günahı kaldırır. Sıraciyye.
İkrah (zor) la,
hata ile, zühûl (dalgınlık) ile, sehv (yanlışlık) ile ve, nisyan (unutmak) la
yapılan yemin, sahih olur, bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.
Bir kimse yemin
etmemeye yemin edip, sonra bu yeminini unutup yemin etse ve bu yeminini de bozsa
iki keffâret verir. Keffâretin biri birinci yeminini bozduğu içindir, diğer
keffâreti ise üzerine yemin ettiği şeyi işlediği (ikinci yeminini bozduğu)
içindir. Bu hususta Peygamberimizin (S.A.V.): «Üç şey vardır ki, şakası
ciddidir» Hadisi şerifi vardır. Bunlardan biri yemindir. Yemin eden kimse,
yeminini bozması için tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle
bozarsa yemini bozulur ve kendisine keffâret lâzım gelir. İmam Şafiî buna
muhaliftir. Keza yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik
halinde yapsa yine yemini bozulur. Yemin nasıl bozulursa bozulsun, bozulmakla
keffâret lâzım gelir.
İZAH
«Kendisine yapması
mümkün olan ilh...» İfadesiyle «vallahi ben ölmeyeceğim» gibi yeminler yemin-i
mün'akidenin tarifinden çıkmıştır. Çünkü ölmemek yemin edenin elînde, değildir.
Bu gibi yeminler yemin-ı gamûsdandır.
Bir kimse bardakta
su olmadığı halde «vallâhi ben bugün şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin
etse bunu yapmak yemin edenin işi olmakla beraber yeminini muhafaza etmek mümkün
olmadığı için yemini bozulmaz, eğer yemin ettiği vakit bardakta suyun
bulunmadığını bilirse bu yemin yemini gamûs nevinden olur. Eğer yemin ettiği
vakit bardakta su bulunmadığını bilmezse yemin-i gamûs da olmaz, yemini muhafaza
etmek mümkün olmadığı için yemin-i mün'akide de olmaz. Bu yemin, yemin-i lağv
nevinden sayılırsa, yemin-i Iağvın gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz
kaidesi bozulmuş olur. Bana öyle geliyor ki, bardakta su olmadığı bilinsin veya
bilinmesin bu asla yemin olmaz. Çünkü yukarıda geçti ki yeminin şartı yemin
edilen şeyin mümkün olup yeminin muhafaza edilebilmesidir. Teemmül oluna!
«Yemini hıfzetmek
ancak gelecek zamanda muhafaza edilmesi mümkün olan şey de tasavvur edilir
ilh...» Yani geçmiş zamana veya şimdiki zamana ait olan bir şey üzerine yapılan
yeminin muhafaza edilmesi tasavvur edilemez. Çünkü yemini muhafaza etmek,
üzerine yemin edilen şeyin yapılıp, yapılmama arasında bulunması ve onu
bozmaktan nefsin men edilmesidir. Bu ise ancak gelecekte olacak bir şey üzerine
yapılan yeminde düşünülebilir. Bu gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan her
yeminin muhafaza edilmesinin tasavvur edilmesini gerektirmez ki muhafaza
edilmesi mümkün olmayan gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin-i
gamûs itiraz olarak varid olsun.
«Yahut hata ile
ilh...» Meselâ; «bana su ver» demek murad eden kimsenin «vallâhi ben su içmem»
demesi gibi.
«Zühûl, sehv ve
nisyanla yapılan yemin sahih olur ilh...» İbn-i Emîr Hac Tahrir şerhinde
«fukahadan çoğu sehv ile nisyan birdir, her ne kadar sehv, bir şeyin sûretinin
kuvve-ihafızada bâki kalmakla, kuvve-i müdrikeden sûretinin gitmesidir. Nisyan
ise «her iki kuvvetten beraberce sûretin gidip, meydana gelmesinde yeni bir
sebebe muhtaç olmasıdır diye aralarında fark görmüşlerse de ehl-i lûgat
aralarında fark görmemiştir» demişlerdir» şeklinde mütalâa yürütmüştür.
«Hobisi şerifi
vardır ilh...» Allâme Molla Aliyyü'l-kaari Vikâye şerhinde hadisi şerifde yemin
lâfzı marûf değildir. Marûf olan Sünen-i erbe'a ashâbının Ebu Hüreyre'den:
Şakası da ciddi
olan üç şey; nikâh, talâk ve ric'at (bir veya iki talâkla boşanmış kadının
iddeti bitmeden kocasının ona dönmesi) 'dir» lâfzıyla rivayet ettikleri hadisi
şerifdir. Bu hadisi şerifi Tirmizî «hasen», Hâkim ise «sahîh» bulmuştur. İbn-i
Adiyy bu hadisi şerifi «şakası da ciddi olan üç şey; talâk, nikâh ve atak (köle
âzâdı)» lâfzıyla rivayet etmiştir.
Şaka ile yemin eden
kimse yemininin hükmüne razı olmasa bile kasden yemin etmiştir. Bu yüzden
yeminin sebebine kendi iradesiyle mübaşeret ettikten sonra yeminin hükmüne razı
olmamasını şeriat nazarı itibara almayarak yemin saymıştır.
«Yemin eden kimse
yeminini bozması için tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle
bozarsa yemini bozulur ilh...» Eğer yemin eden kimse tehdit edildiğinde üzerine
yemin ettiği şeyi kendisi yapmayıp tehdit edenler yapsalar meselâ; su içmem diye
yemin eden kimsenin boğazına su akıtsalar yemin edenin yemini bozulmaz. Nehir.
«Yemin eden kimse
üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik ha-linde yapsa ilh...» Fakat
bayılmış kimsede mecnunda ehliyet bulunmadığından yeminlerine itibar edilmez.
Nitekim geçmiştir.
METİN
Kasem (yemin) -her
ne kadar Türklerin kullandıkları gibi lafza-i Celâl'daki «ne» nin ötresi yahut
üstünü yahut sükûnu yahut hazfiyle de olsa- «billâhi teâlâ» lâfzıyla olur.
Hıristiyanların
yeminleri gibi «vesmillâhi» veya «bismillâhi şu işi yaparım» lâfızları da yine
İmam Muhammed'e göre «billâhi» gibi yemindir. Bahır sahibi, İmam Muhammed'in
kavlini tercih etmiştir. Fakat «lam» ın esresi ve şeddesi ile «billih» yemin
olmaz, ancak Lâfza-i Celâl'daki «he» esre kılınıp yemin kastedilirse yemin olur.
Yemin Allahü
Teâlâ'nın isimlerinden olan -muhtar olan mezheb üzere kendisiyle yemin edilme
bilinsin veya bilinmesin her ne kadar ortak isim de olsa- Rahman, Rahîm, Halim,
Alîm, Malik-i yevmiddin, Ettalibü'l-gaalibi lam-i tarîfli Elhak gibi bir ismi
şerifiyle de olur.
Hak kelimesi Lam-i
tarifsiz olursa yemin olmaz, ilerde gelecektir.
Mücteba'da Lâfza-i
Celâl'dan başka müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir
denilmiştir. Yemin örfde kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından
bir sıfatla da olur. o sıfat gerek zıddıyla Allahü Teâlâ'nın sıfatlanmadığı
«Allahın izzeti»,«Celâli», "Kibriyâsı" «Melekûtü», «Ceberûtü», «Azameti» ve
«Kudreti» gibi sıfat-ı zâtiyyeden olsun ve gerek kendisiyle ve zıddıyla
vasıflandığı «gazap» ve «rızâ» gibi sıfat-ı fiiliyyeden olsun. Yeminler örf ve
âdet üzere kurulduğundan örfte kendisine yemin olunan şeye yemin etmek yemindir.
Örfte kendisine yemin edilmeyen şeye yemin etmek yemin
değildir.
İZAH
«Kasem "billâhi
teâlâ" lâfzıyla olur ilh...» Yani bu mübarek isimle olur.
«"He"nîn ötresi
ilh...» Yanı Lâfza-i Celâl'daki «he» nasıl okunursa okunsun yemin olması «ba»
harfiyle zikredildiği takdirdedir. Fakat kasem (yemin) için olan «vav» ile
zikrolunursa ancak Lâfza-i Celâl'daki «he» esre okunmakla yemin olur. H.
«Yahut hazfiyle de
ilh...» Mücteba'da bir kimse şen, şaklabanların âdeti gibi Lâfza-i Celâl'daki
«he» yi söylemeksizin «valla» dese yemin olur, denilmiştir. Buna göre Türklerin
Lâfza-i Celâl'daki «he» yi okumaksızın «billa» diye yaptıkları yemin, yine yemin
olur. Yemin eden yahut hayvan boğazlayan yahut namaza başlayan kimse Lâfza-i
Celâl'da olan ikinci «lam»ı çeken elifi hazfetse bazıları zarar vermez. Çünkü
bazı Arapların lisanında hazfedildiği işitilmiştir, demişlerdir. Bazıları da
zarar verir demişlerdir.
«Hıristiyanların
yeminleri gibi "vesmillâhi" ilh...» Yani, Fetih'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki: Bir kimse «bismillâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese
muhtar olan kavle göre bu ifade ile yemin etmek örf olmadığı için yemin
sayılmaz. Buna göre, bir kimse «vesmiliâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese
yine yemin sayılmaz. Ancak memleketimizde yaşayan Hıristiyanlar «vesmillâhi»
diye yemin etmeyi örf ve âdet edinmişlerdir. Onlar gibi «vesmillâhi» ile yemin
etmeyi örf ve âdet edinen kimselerin yaptıkları yemin, yemin olur. Fakat
Hıristiyanların yaptıkları yemin, yemin olmaz. Çünkü yeminin sahih olması için
yemin edenin Müslüman olması şarttır.
«Bahır sahibi İmam
Muhammed'in kavlini tercih etmiştir flh...» Bahır sahibi zâhir olan «bismillâhi»
yemindir demiştir. Nitekim Bedayî sahibi delil göstermiştir ki; ehli sünnet
velcemaate göre isim ile müsemma bir olup isme yemin zata yemin olur ve
«mismillahi» diyen «billâhi» demiş olur. «Vesmillâhi» de «bismillâhi» gibi olup
Hıristiyanlara mahsus değildir.
«Her ne kadar ortak
isim de olsa ilh...» Allahü Teâlâ'dan başkasına isim olarak verilmeyen Allah,
Errahman gibi isimlere yapılan yemin niyet edilsin edilmesin yemin olur. Halim
ve Alim gibi Allah'dan başkasına da isim verilen ortak isimlerde yemine niyet
edilirse yemin olur, niyet edilmezse yemin olmaz.
«Ettalibü'l-gaalibi
ilh...» Bir kimse «Vettaalibi'l-gaalibi ben şu işi yapmam» dese yemin etmiş
olur. Bağdat halkı arasında böyle yemin etmek örf ve âdettir. Zahire ile
Velvâliciyye'de deböyledir.
«Mücteba'da Lâfza-i
Celâl'dan başka müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir
ilh...» Yani yemin olmaz, çünkü o kimse sözünün muhtemeline niyet etmiştir. Bu
itibarla kendisiyle Allah arasında olan şey hususunda tasdik edilir. Fakat
zahire muhalif olduğu için kazaen tasdik edilmez. Nitekim geçmiştir. Tenbih,
diyanet ile kaza arasındaki fark ancak talâka ve azada, yemin etme hususunda
meydana çıkar, yoksa Allah'a yemin etme hususunda ortaya çıkmaz. Çünkü keffâret
Allah Teâlâ'nın hakkı olup bunda kulun hakkı bulunmamakla yemin eden kaadının
huzuruna davâ için çıkmaz.
Ben derim ki: Bir
kimse talâkı veya âzâdı yemin etmeye talîk ettikten sonra yemin etse ve yemine
niyet etmediğini iddia etse, bu takdirde yemin hususunda da diyanet ile kaza
arasındaki fark ortaya çıkmış olur.
«Yemin örfde
kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da olur
ilh...» Sıfat bir mânânın ismidir ki zatı tazammun etmez, «hüve hüve: O odur»
ile zatın üzerine haml olunmaz. İzzet, Kibriyâ, azamet gibi. Azîm böyle
değildir. Allahü Teâlâ'nın gerek zâtî sıfatı olsun ve gerek fiili sıfatı olsun
örfde kendisiyle yemin edilmesinin şart olması Maveraünnehir alimlerinin
kavlidir. Irak alimlerine göre zâtî sıfatlara yapılan yemin yemindir, fiili
sıfatlara yapılan yemin yemin değildir. Bunlara göre örfde kendisiyle yemin
edilsin veya edilmesin itibar yoktur. Bu, Fethü'l-kadir'den hûlasa olarak
alınmıştır. Burhan'dan naklen Şürünbülâli'de «esah olan Maveraünnehir
alimlerinin kavlidir» diye açıklanmıştır.
Zeylaî
«Maveraünnehir alimlerinin kavli sahihdir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın sıfatlarının
hepsi zatının sıfatlarıdır ve hepsi kadimdir, yeminler ise örf üzerine
kurulduğundan, insanların kendisiyle yemin etmeyi örf edindikleri şeye yemin
etmek yemindir. İnsanların kendisiyle yemin etmeyi örf edinmedikleri şeye yemin
etmek yemin değildir» demiştir. Zeylaî'nin «Allah'ın sıfatlarının hepsi zatının
sıfatlarıdır» ifadesinin mânâsı «şüphe yok ki Allahü Teâlâ'nın kerim olan zatı,
sıfatlarıyla mevsuf olup gerek zâtî sıfatı gerek fiilî sıfatı olsun bu sıfatlar
ile zatı murad edilir, binaenaleyh bu sıfatlara yapılan yemin zatına yemin
yapılmış olur» demek olur, yoksa Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil
sıfatını nefyetmek değildir.
Sonra musannıfın
müşkül bulup «Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatları Eş'arîlere göre
hakikatde kudret sıfatına racidir. Kudret sıfatı ise Allahü Teâlâ'nın zâtî
sıfatıdır» diye cevap verdiğini gördüm. Bizim dediğimiz daha evlâdır.
«Allah'ın izzeti
ilh...» Kuhustani'de «izzet birinci babdan olursa galebe «üstünlük» ikinci
babdan olursa nazîri olmama, dördüncü babdan olursa menzil ve derecesinden
inmeme mânâlarına gelir. «Celâl» sıfatları kâmil olmak mânâsınadır. «Kibriyâ»
zâtı kâmil olmak mânâsınadır» denilmiştir.
«Melekûtü, Ceberûtü
ilh...» Bunlar faalût veznindedir. Şihâb'ın Şifa-i şerif şerhinde «rahamût»
rahmetten mübalağa sıygası olduğu gibi melekût de mülkden mübalağa sıygasıdır.
Bazan «bunu âlem-i şehadet'e mukâbil olan âleme hasdır» dediler, buna âlem-i
emir adını verirler, mukabiline âlem-i şehadet, âlem-i mülk adını verdikleri
gibi. Mevâhib şerhinde Râgıb-ı Isfahânî «cebirin aslı bir nevi kahır ile bir
şeyi düzeltmek mânâsınadır» demiştir. Bazıları «sâde düzeltmek mânâsına olduğu»
söylemişlerdir. Bazan sırf kahır mânâsına olur. T.
«Azameti ilh...»
Azamet esaleten zâtın kâmil olması tebean sıfatın kâmil olması mânâsınadır.
Kudret kendinden her bir fiil ve terkin hikmet ve maslahat üzere meydana
gelmesidir. Kuhustânî.
«Gazap ve rızâ gibi
ilh...» Yani: Bunlar intikam ve ihsan mânâlarına hadd-i zâtında fiil sıfatını
temsildir. O halde ileride gelecek gazap ile rızâya yemin edilmez kavillerine
münâfi olmaz. T.
«Yeminler örf ve
âdet üzere kurulduğundan ilh...» Yeminlerin örfe bağlı olması sıfatlara
mahsustur. İsimlere mahsus değildir, isimlerde örf muteber değildir. Nitekim
geçmiştir. T.
METİN
Allah'tan başka,
Peygamber, Kur'ân-ı Kerîm ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin edilmez. Kemal
«gizli değildir ki şimdi zamanımızda Kurân'a yemin etmek örf ve âdet olmuştur.
Buna göre yemin olur» demiştir. Fakat Kelamullâh'a yemin etmek örfle deveran
eder. Aynî demiştir ki: Bana göre bilhassa zamanımızda Mushaf'a yemin yemindir.
Üç mezheb imamına göre; Mushaf-ı şerife, Kelâmullâha. Kur'ana yapılan yemin
yemindir. Ahmed b. Hanbel bu üçün üzerine Peygamberi de ziyade etmiştir.
Bunların birinden beri olup meselâ; bir kimse «ben şu işi yaparsam Kur'an'dan
beriyim» dese icmâen yemin olur. Ancak «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz.
Eğer «mushafta olandan beriyim» derse yemin olur. Hatta «içinde besmele olan bir
defterden beriyim» dese yemin olur. Bir kimse «Mushaf-ı şerifde veya dört
kitabda olan her bir âyetten beriyim» dese bu bir tek yemin olur. Eğer bunlardan
beri olduğunu tekrar ederse yeminlerde sözün sayısınca olur. «Allah'tan beriyim,
Rasûlünden beriyim» iki yemindir. Eğer bu surette «Allahü Teâlâ ve Rasûlü de
benden beridirler» ifadesini ziyade ederse dört yemin olur. «Allah'tan bin kere
beriyim» demek bir tek yemindir. Bir kimsenin «şu işi yaparsam İslâm'dan» yahut
«Kıble'den» yahut «Ramazan orucundan» yahut «namazdan» yahut «mü'minlerden
beriyim» yahut «haça ibadet etmiş olayım» sözü yemindir. Çünkü haça kadar
zikredilenlerden beri olmak küfür olduğu gibi haça ibadet etmek de küfürdür.
Küfrü bir şarta talîk ise yemindir, yakında gelecektir ki bir kimse bu geçenler
ile küfrü îtikad ederse kâfir olur, yok küfrü îtikad etmezse yemini bozmakla
keffâret verir. Hülasa'dan ve Tecrid'den naklen Bahır'da zikre-dilmiştir ki:
Yemin müteaddit olursakeffâret de müteaddit olur, mütead-dit yemin gerek bir
meclisde olsun gerek ayrı ayrı meclislerde olsun hü-küm birdir, eğer yemin eden
ikinci yeminle birinci yemini murad ettim teaddüt yoktur dese, yemini Allahü
Teâlâ'ya ise sözü kabul edilmez. Eğer yemini hacca veya umreye ise sözü kabul
edilir ve yine Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki bir kimse «ben şu işi
yaparsam yahudi olayım. hıristiyan olayım» dese bu ifadesi iki yemindir. Keza
bir kimse «vallâhi vallâhi şu işi yaparım» yahut «vallâhi verrahmani şu işi
yaparım» dese esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur. Fukâha ittifak
etmişlerdir ki:
Yemin edenin atıf
harfiyle «vallâhi ve verahmani ifadesi iki yemindir ve atıfsız olursa sıfat
olacağı için bir yemindir ve yine Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki,
İmam Râzî «ben hayatıma ve senin hayatına ve senin başın hayatına yemin ederim»
diyen kimsenin kafir olmasından korkarım, böyle yemin eden kimse bu yemininde
durup yemini bozmamanın vâcib olduğuna itikâd ederse kâfir olur» demiştir.
Şârih «böyle yemini
halk tabakası bilmiyerek yapmasalardı bu yeminleri şirktir derdim» demiştir.
İbn-i Mes'ud (R.A.)
dan:
«Elbette benim
Allahü Teâlâ'ya yalan olarak yemin etmem Allahü Teâlâ'dan başkasına doğru olarak
yemin etmemden bana daha sevimlidir» diye rivayet edîlmiştir.
İZAH
«Allah'dan başka
Peygamber, Kurân-ı Kerîm ve Kabe-i Muazama gibi şeylere yemin edilmez ilh...»
Yani kinaye yoluyla da olsa Allahü Teâlâ'nın isimleri ve sıfatlarından başka
şeylere yemin edilmez.
Kuhustânî'de beyan
edildiği üzere haramdır. Hatta «hayatıma, senin hayatına yemin ederim» diyen
kimsenin kâfir olmasından korkulur, nitekim gelecektir.
«Kemal ilh...»
Kemal'in sözü, Kurân-ı Kerim'in kelâmullâh mânâsına olması üzerine mebnidir,
buna göre Kurân-ı Kerîm Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından olmuş olur. Nitekim
Hidaye sahibide bunu ifade ederek «her kim Allah'dan başka peygamber ve Kabe-i
Muazzama gibi şeylere yemin ederse, yemin etmemiş olur. Çünkü Peygamberimiz
(S.A.V.):
«Sizden her kim
yemin ederse Allaha yemin etsin, yahut yemini ter-ketsin» buyurmuştur. Keza her
kim Kurân-ı Kerîm'e yemin ederse yine yemin etmemiş olur. Çünkü Kurân-ı Kerîm'e
yemin etmek örf ve âdet değildir» demiştir.
Hidaye sahibinin
«keza...» demesi Kurân-ı Kerîm'e yapılan yeminin Allah'tan başkasına yapılmış
olmayıp bilâkis Allahü Teâlâ'nın sıfatına yemin yapılmış olduğunu ifade
etmektedir. Bundan dolayı Hidaye sahibi «Kuran-ı Kerim'e yemin etmek örf ve âdet
değildir» demiştir.
«Fakat Kelamullâha
yemin etmek örfle deveran eder ilh...» Çünkü kelâm müşterek sıfattır.
«Aynî demiştir ki
ilh...» Aynî'nin ibaresi şöyledir: Bana göre bir kimse Mushaf-ı şerife yemin
etse veya Mushaf-ı şerif üzerine elini koyup «bunun hakkına yemin ederim» dese
bu yemindir. Bilhassa yalan yeminin çoğaldığı ve halk tabakasının Mushaf-ı
şerife yemin etmeleri rağbet bulduğu şu zamanda Mushaf-ı şerife yapılan yemin
yemin sayılır. Nehir sahibi de bunu ikrâr etmiştir, burası düşündürücüdür. Çünkü
Mushaf-ı şerif Allahü Teâlâ'nın sıfatı değildir ki kendisinde örf muteber olsun.
Örf muteber olsa
Peygambere, Kabe-i Muazzamaya yapılan yemin yemin olurdu. Çünkü bunlara yemin
örf ve âdettir. Keza «başın hayatına yemin ederim» ve buna benziyen ifadelerin
yemin olması lâzım gelirdi. Halbuki hiçbir kimse bunlara yapılan yeminin yemin
olduğunu söylememiştir. Hatta «Allah hakkına yemin ederim» diyen kimsenin
ifadesi de yemin değildir. Nitekim ilerde gelecektir.
«Mushafın hakkına
yemin ederim» ifadesi de yemin değildir. Keza «Allah'ın kelâmının hakkına yemin
ederim» ifadesi de yemin değildir. Çünkü Allah kelâmının hakkı ona tazîm etmek
ve onunla amel etmektir. Bu ise kulun sıfatıdır. Evet bir kimse «şu mushafta
bulunan Allah'ın kelâmına yemin ederim» dese lâyık olan yemin olmasıdır.
«Bunların birinden
beri olup ilh...» Yani Peygamberden, Kurân-ı Ke-rîm'den, kıbleden. «Ancak
«Mushaftan beriyim» dese yemin olmaz ilh...» Çünkü mushafla murad yaprakları ve
cildidir. Bir kimse «ben Kuran-ı kerim'den» yahut «Mushaf-ı şerifte olandan
beriyim» dese yemin olur, eğer «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Mücteba.
Zahire'de de böyledir.
«Hatta "içinde
besmele olan bir defterden beriyim" ilh...» Mushaf hak-kında söylediğimizden
bildiğin gibi doğru olan defterde olandan beriyim tarzında olmalıdır. Haniyye'de
«bir kimse fıkıh kitabını veya içinde Bis-millâhirrahmanirrâhim yazılı olan
hesap defterini kaldırıp «ben şu işi yaparsam bunda olandan beriyim» deyip sonra
o işi işlese kendisine keffâret lâzım gelir. Nitekim «şu işi yaparsam
Bismillâhirâhmanirâhim'den beriyim» dedikten sonra o işi yaptığında kendisine
keffâret lâzım gelir» denilmiştir.
«Eğer bunlardan
beri olduğunu tekrar ederse yeminlerde adedince olur ilh...» Zahire'de «bir
kimse «dört kitaptan beriyim» dese bu bir tek yemindir. Keza Kur'an'dan
«Zebur'dan, Tevrat'tan, İncil'den beriyim» dese yine bir tek yemin olur. Bir
kimse «Kur'an-ı Kerîm'den beriyim, Tevrat'tan beriyim, İncil'den beriyim,
Zebur'dan beriyim» dese bu dört yemin olur» denilmiştir.
Zahiriyye'den ve
Asıl'dan naklen Bahır'da «bu cins meselelerde beri olma ifadesi ne zaman
müteaddit olursa keffâretde müteaddit olur, beri olma ifadesi bir olduğu
takdirde keffâret de bir olur» denilmiştir.
«"Allah'dan
beriyim, Resûlünden beriyim" iki yemindir ilh...» Çünkü beri olma iki
kerretekerrür etmiştir. Fakat bir kimse «Allah'dan ve Resûlünden beriyim» dese
bazıları bu «iki yemindir» demişlerdir. Zahire'de bu sahih görülmüştür.
Mücteba'da da bunun bir yemin olması sahih görülmüştür.
«"Allah'dan bin
kerre beriyim" demek bir yemindir ilh...» Çünkü «bin kerre ifadesi» mübalağa
için olup burada lâfız hakikatte tekerrür etmemiştir. Teemmül et!
«Yahut "Ramazan
orucundan" îlh...» Zahire'de «bir kimse "ben şu işi yaparsam bu otuzdan yani
Ramazan ayından beriyim" deyip eğer "Ramazanın farziyetinden beriyim" mânâsını
niyet ederse yemin olur, eğer "sevabından beriyim" mânâsını niyet ederse yemin
olmaz, keza hiçbirine niyet etmezse şek olduğu için yine yemin olmaz. Bir kimse
"şu işi yaparsam hac ettiğim hacdan" veya "kıldığım namazdan beriyim" dese bu da
yemin olmaz. Fakat öğrendiğim "Kurân'dan beriyim" dese bu yemindir» ifadeleri de
ziyade edilmiştir. Muhit'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki «birinci ifadede
hac eden kimse kendi fiilinden beri olmayı kastetmiş yoksa meşru olan hacdan
beri olmayı kastetmemiştir. İkinci ifade de ise her ne kadar Kurân-ı Kerîm
öğrenmek o kimsenin fiili ise de Kurân-ı Kerîm Kurân-ı Kerîm'dir, ondan beri
olmak küfürdür.
«Yahut "müminlerden
beriyim" ilh...» Çünkü müminlerden beri olmak imanı inkar etmektir. Hâniyye.
«Küfrü bir şarta
tâlik ise yemindir ilh...» Yani bir kimse helâl olduğuna inanarak «ben şu işi
yaparsam leş yemiş olayım» yahut «şarap içmiş olayım» yahut «domuz eti yemiş
olayım» dese bu yemin olmaz. Velhasılı: Küfür ve benzeri gibi hiçbir halde haram
olması düşmeyecek derecede ebedi haram olan herhangi bir şeyin helâl itikad
edilerek bir şarta talîk edilmesi yemin olur.
Leş, şarap ve
benzerleri gibi muztar halde haram olması düşen herhangi bir şeyin helâl itikad
edilerek bir şarta talîk edilmesi yemin olmaz. Zahire.
«Yemin müteaddit
olursa keffâretde müteaddit olur ilh...»
Buğye'de
«yeminlerin keffâretleri çok olduğunda, keffâretler tedahul edip bir keffâret
hepsine kifayet eder» denilmiştir.
Şihabü'l-eimme «bu
İmam Muhammed'in kavlidir» demiştir. Asıl Sahibi «bana göre muhtar olan kavilde
budur» demiştir.
Münye'den naklen
Kuhustânî'de de böyle zikredilmiştir.
«Yemini hacca veya
umreye ise sözü kabul edilir ilh...» Meselâ bir kimse «ben şu işi yaparsam
üzerime hac lâzım olsun» sonra aynı şekilde yemin etse de ikinci yemin ile
birinci yeminden haber vermek murad ettim dese kabul edilir. Fakat iki kerre
«ben vallahi şu işi yapmam» deyip ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek
istedim dese bu sözü kabuledilmez. Çünkü ikinci ifadenin birinci ifadeden haber
vermeye ihtimali bulunmadığı için birinci yemini niyet etmesi sahih olmaz, sonra
Zahire'de de böylece gördüm. Mebsut'dan ve Hindiye'den naklen Tahtâvi'de
zikredilmiştir ki, yeminin biri hacca diğeri Allahü Teâlâ'ya olsa yemin
bozulduğunda hem keffâret hem de hac lâzım olur.
«Asıl'dan naklen
Bahır'da zikredilmiştir ki ilh...» Bahır'ın ibaresinde düşme vardır. Asıl'dan
naklen Bahır'da zikredilen ifade şöyledir: Bir kimse «ben şu işi yaparsam
Yahudi, Hıristiyan olayım» dese bir tek yemin, eğer «şu işi işlersem Yahudi
olayım, şu işi işlersem Hıristiyan olayım» derse bu, iki yemin olur.
«Esah olan kavle
göre iki yemin etmiş olur ilh...» Yani iki isim arasında yemin için olan «vav»
zikredildiğinde gerek ikinci kelime birinci kelimenin sıfatı olmaya elverişli
olsun, gerek olmasın esah olan kavle göre bu iki isim iki yemin olur, bu
zahirirrivayedir, bir rivayette bir yemin olur. Nitekim Zahire'de de böyle
zikredilmiştir.
Ben derim ki: Fakat
Fetih'de olan istisna edilir. Orada şöyle denilmiştir: Bir kimse «üzerime
Allah'ın ahdi ve emaneti ve misâkı olsun» deyip niyeti olmasa biz Hanefilere,
İmam Mâlik'e ve Ahmed İbn-i Hanbel'e göre bu bir tek yemindir. İmam Mâlik'den
«bu lâfızlardan her biri için o kimse üzerine bir keffâret lâzımdır, çünkü her
lâfız müstakil bir yemindir» diye rivayette edilmiştir.
Bizim mezhebimizde
de «vallahi, verrahmâni, verrahîmi» lâfızlarında olduğu gibi «vav» tekrar
edildiğinde kıyas budur. Ancak Hasan'ın rivayeti başka.
«Fukâha ittifak
etmişlerdir ki ilh...» Yani ihtilâf «vav» bir olup ikinci ismin üzerine dahil
olduğundadır, eğer «vav» iki defa söylenirse meselâ; «vallâhi ve verrahmâni»
gibî. Bunlar ittifakla İki yemindir. Çünkü iki «vav» dan birisi atıf için diğeri
yemin içindir. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Fakat ikinci ismin
üzerine «vav» asla dahil olmazsa meselâ; «vallâhillâhi» ve «vallâhirrahmâni»
gibi, bu ifadeler ittifak'ta bir yemindir. Nitekim Zahire'de de böyle
zikredilmiştir. Fukâhanın atıfsız kavilleriyle muradları budur.
«İmam Râzi ilh...»
Bu zat Ali Hüsamüddin-i Râzi olup Dımışk'da yaşanmış birçok eseri vardır.
Bunlardan biri Hülasatü'd-delân fi şerhi'l-Kudurindir. (591) tarihinde Dımışk'da
vefât etmiştir.
«Şârih böyle yemini
halk tabakası bilmeyerek yapmasalardı ilh...» Yani:
Halk tabakası
yeminin gereğinin yemini muhafaza etmek veya bozulduğu takdirde Allah'ın isminin
hürmeti yıkıldığı için onu örtmek maksadıyla keffâretin lâzım olduğunu
bilmiyorlar. Allahü Teâlâ'dan başkasının adına yapılan yeminde de yaratıcı olan
Allah ile mahlûkun arasını bu hususta bir tutmak olduğunu bilmiyorlar.
«Bu yeminleri
şirktir derdim ilh...» Münye'den naklen Kuhustâni'de zikredilmiştir ki: Câhîl
bir kimse emirin ruhuna yahut hayatına yahut başına yemin etse o kimsenin henüz
İslâmıgerçekleşmemiştir. Allahü Teâlâ'nın kendi zâtı ve sıfatından başka meselâ:
«velleyli, vedduha» gibi kasem buyurduğu şeylere kul için yemin etmek yoktur.
«İbn-i Mesud (R.A)
dan ilh...» Zannederim ki İbn-i Mesud (R.A.) un kavlinin vechi şudur: Allahü
Teâlâ'ya yalan olarak yemin etmek her ne kadar haram ise de keffâretle hürmeti
kalkar. Fakat Allahü Teâlâ'dan başkasına yeminin hürmeti daha büyük olup hatta
küfre yakın olduğu için keffâreti yoktur. T.
METİN
Allahu Teâlâ'nın
rahmeti, ilmi, rızâsı, gazabı, sahatı, azâbı, lâneti, şeriatı, dini hududu
sıfatı ve subhânallah gibi sıfatlarından kendisiyle yemin edilmesi âdet olmayan
bir sıfatına yemin edilmez. Çünkü örfte bunlara yemin edilmemektedir. Allahü
Teâlâ'ya isimlerine ve bazı sıfatlarına yemin yapıldığı gibi yemin edenin
«leamrullâhi (bekaaullâhi mânâsına zâti sıfatlarındandır)», «eymullâhi (Allaha
yemin olsun)», «AIIaha ahd olsun», «vechullâhi», «sultânullâhi (bununla kudret
mânâsı kast olunursa)», «Allaha misakım olsun», «Allaha zimmet olsun» gibi
kavliyle de yemin olur. Yine böyle müzari siygasıyla yemin eden «kasem ederim»,
«yemin ederim», «azmederim», «şehadet ederim» ifadelerini bir şarta talîk edip
her ne kadar «billâhi» demese de yemin olur. Kezâ: «kasem ettim», «yemin ettim»,
«azmettim», «îlâ (yemin) ettim», «şehadet ettim» gibi mâzi sıygasıyla söylese
evleviyetle yemin olur. «Üzerime nezir olsun» diyen kimse «nezir» lâfzıyla
maksûd olan bir kurbet ve ibadete niyet ederse onu yapması kendisine lâzım olur.
Böyle bir kurbet ve ibadete niyet etmezse bozduğu takdirde kendisine keffâret
lâzım olur. Nezir bahsinde izah edilecektir. «Üzerime yemin olsun», «üzerime ahd
olsun» sözleri her ne kadar yemin eden bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese
bile üzerine yemin edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur.
Mücteba.
İZAH
«Şerîatı, dîni,
hududu ilh...» Burada bunları zikretmenin bir mânâsı yoktur. Çünkü bunlar
Allah'ın sıfatları olmayıp kendileriyle ibadet edilen hükümler olduğundan Allahü
Teâlâ'dan başka oldukları için örf olsa bile bunlara yemin edilmez.
«Srfatı ilh...»
Hâniyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki, bir kimse «Allah'ın sıfatına
yemin ederim ki ben şu işi yapmam» dese bu yemin olmaz. Çünkü Allah'ın
sıfatlarından bazısı başkası hakkında da zikredildiği için sıfatın zikri, ismin
zikri gibi değildir.
«Sübhânallâh
ilh...» Bahır'da «bir kimse lâ ilâhe illallâh şu işi yapmam» dese ancak yemine
niyet ederse yemin olur. Keza «sübhânallâhi vallâhuekber şu işi yapmam» dese
yine yemine niyet etmedikçe yemin olmaz. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek âdet
değildir» denilmiştir.
Ben derim ki: Bir
kimse «AIIah vekildir ki ben şu işi yapmam» dese zamanımızda bu ifadeyemin
olmalıdır. Çünkü bu ifade «Allahû ekber» gibidir, fakat bu ifade ile yemin
marûfdur.
«Örfde bunlara
yemin edilmemektedir ilh...» Bahır'da «örf, sıfatlara yemin etmekte muteberdir»
denilmiştir.
«Leamrullâhi
ilh...» Fakat «leamruke veleamrufülanın» denilmesi caiz değildir. Nitekim
Kuhustânî'de geçmiştir. «Leamrün» kelimesi bekaa mânâsına aynın üstünüyle ve
ötresi ile caiz ise de çok kullanıldığı için tahfif yeri olmakla kasemde ancak
üstün olarak kullanılmıştır.
«Allah'a ahd olsun
ilh...» Çünkü Allahü Teâlâ:
(En-Nahl sûresi;
ayet: 91)
«Karşılıklı muâhede
yaptığımız vakit Allah'ın ahdini yerine getiriniz. Sapasâğlam ettiğiniz
yeminleri bozmayınız» buyurmuşlardır.
Müfessirler
«yeminleri» geçmiş ahidlerle tefsir etmişlerdir. Yemin Allah'ın sıfatına olmasa
bile şeriat geçmişteki ahidleri yemin saymıştır. Nitekim «şehadet ederim» yemin
sayıldığı gibi. Bu ifadenin yeminde kullanılması galib olunca, yemin olmaması
ancak yemine niyet edilmediğindedir. Tamamı Fetih'dedir. Cevhere'de «bir kimse
«Allah'a ahd olsun» deyip «üzerime Allah'ın ahdi olsun» demese İmam Ebû Yusuf'a
göre; yemindir. İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre yemin değildir»
denilmiştir.
Ben derim ki:
«Haniyye'de, ihtilâf rivayet edilmeksizin bu ifade kesin olarak yemindir»
denilmiştir.
Tenbîh: Bir kimse
«üzerime Resûlün ahdi olsun» dese bu yemin olmaz. Bir kimse «üzerime AIIah'ın
ahdi ve Resûlün ahdi olsun» «Ben şu işi yapmam» dese bu da yemin olmaz. Çünkü
Allah'ın ismiyle üzerine yemin edilen şey arasına «Resûlün ahdi» ifadesi fasıla
olarak girmiştir. Sayrafiyye.
«Vechullâhi ilh...»
Zira Lâfza-i Celâl'a muzaf olan ile zât murad edilir. Bahır.
«Sultanullâhi
(bununla kudret mânâsı kast olunursa) ilh...» Yani «sultan» ile kudret mânâsı
kastedildiğinde yemin olur, eğer sultan ile bûrhan, huccet kastedilirse yemin
olmaz
«Allaha misâkım
olsun ilh...» Misâk yeminle kuvvetli söz vermektir.
«Allaha zimmet
olsun ilh...» Zimmet ahid mânâsına olmakla zimmîye muâhid ismi verilmiştir.
Fetih.
«"Azmederim"
ilh...» Yani; şimdi gerekli kılmaktan haber vermek mâ-nâsınadır ki yeminin
mânâsı da budur. Kezâ bir kimse «ben şu işi yapmamağa azmettim» dese yemin etmiş
olur. Bedâyi. Bahır.
«Muzâri sıygasıyla
ilh...» Yani bu sıygayla yapılan yeminler yemin olur. Çünkü muzâri hakikat
olarak şimdiki zamanda, karine ile gelecek zamanda kullanıldığı için niyetsiz,
muzârı sıygasıyla yemin edildiğinde şimdiki zaman için kullanılmış olur. Sahih
olan da budur. Tamamı Bahır'dadır,
«Bir şarta talîk
edip ilh...» Yani: «kasem ederim» veya «kasem ettim» yahut «yemin ederim» veya
«yemin ettim» gibi müzâri veya mâzi sıygalarıyla yemin yapıldığında yeminin
olmasında üzerine yemin edilen şeyin söylenmesi lâzımdır. Meselâ: Bir kimse
«yemin ederim ki ben elbette şu işi yaparım» deyip o işi yapmayıp yeminini
bozduğunda kendisine keffâret vâcib olur.
«Nezir lâfzıyla
maksud olan bir kurbet ve ibadete niyet ederse ilh...» kavlinin karşılığı
hazfedilmiştir. Yani: «üzerime nezir olsun» ifadesinin yemin olması maksûd olan
kurbet ve ibadete niyet edilmediği takdirdedir. Eğer nezir ile hac veya ömre
veyahut daha başka bir maksûd olan kurbet ve ibadete niyet edîlirse niyet edilen
şey lâzım olur. Eğer niyet edilmez bozulduğu surette keffâret lâzım olur.
«Bu ifadeleri
Allahü Teâlâ'ya izafe etmese bile ilh...» Yani: «Üzerime nezr olsun», «üzerime
yemin olsun», «üzerime ahd olsun» diyen kimse bu ifadeleri «Allah lâfzına muzaf
kılarak «üzerime Allah'ın nezri olsun», «üzerime Allah'ın yemini olsun»,
«üzerime Allah'ın ahdi olsun» dese evleviyetle yemin veya nezr olur.
«Üzerine yemin
edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur ilh...» Meselâ: Bir
kimse «üzerime Allah'ın nezri olsun, ben elbette şu işi yaparım» yahut «şu işi
yapmam» deyip de yemin ettiği şeyi yapmasa kendisine yemin keffâreti lâzım olur.
Fakat nezir lâfzında herhangi bir şeyin ismini zikretmeksizin «benim üzerime
Allah'ın nezri olsun» diyen kimsenin sözü her ne kadar yemin olmasa bile
kendisine keffâret lâzım gelir. Binaenaleyh bu ifade ile iptidaen keffâreti
kabul etmiş olur. Nitekim Fetih'de de böyle zikredilmiştir. Yine Fetih'de
zikredilmiştir ki hak olan «üzerime yemin olsun». İfadeside «üzerime Allah'ın
nezri olsun» ifadesi gibidir. Bu «üzerime yemin olsun» ifadesi haber verme
yoluyla değil, inşa yoluyla söylenip bu ifade üzerine bir şey ziyade
edilmediğinde keffâret vâcib olur . Çünkü bu ifade de nezir sıygalarındandır.
Böyle olmasaydı bu ifade lağvolurdu, fakat «yemin ederim», «şehadet ederim» gibi
ifadeler nezir sıygalarından olmadıkları için bunlar ile başlangıçta keffâret
sabit olmaz. Hasılı: «Üzerime nezir olsun» ifadesiyle keffâret nezri murad
edilir. Keza «üzerime yemin olsun» ifadesi başlangıçta keffâret için nezir olup
yemin keffâreti mânâsınadır. Bu ifadeler ancak üzerine yemin edilen şeye talîk
edildikten sonra yemin olur. Yemin olup bozulduğu surette keffâret lâzım olur,
bozulmadan önce keffâret lâzım olmaz.
Tenbih: Yemin
talîka da ıtlâk edilir. Talâk ve âzâd talik edildiğinde fukâhaya göre bu
yemindir. Buna göre; yemin lâfzı müşterektir.
Galiba fukâha
burada yemini Allah'a yapılan yemine sarf etmişlerdir. Çünkü asıl meşru olan
yemin budur. Yine yeminin lügat mânâsıda budur. Binaenaleyh yemin mutlak
olaraksöylendiğinde Allah'a yapılan yemine sarf edilir.
Yemin ile talâka
niyet edilse sözün ihtimali olana niyet edildiği için niyet sahih olur da talâk
yemin edilen şeye talîk edilmiş olur ve yemin bozulduğu surette ric'i talâk vakî
olur, bain talâk vakî olmaz. Çünkü bu talîk ile yapılan yeminler talâkın kinaye
lâfızlarından değildir.
Bu yeminlerin
kinaye lâfızlarından olduğunu iddia eden ile talîk suretiyle yapılan yeminlere
ancak yemin keffâreti lâzımdır diye iddia eden buna karşı çıkmıştır. Nitekim
bunu kinaye babında inceledik. Yalnız geriye şöyle bir mesele kalmıştır. Bir
kimse «ben şu işi yaparsam Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» deyip o işi
yapmak suretiyle yeminini bozarsa «bu kimsenin zevcesi varsa zevcesi boş olur,
zevcesi yoksa kendisine bir keffâret lâzım gelir» diye Allâme-i Tûrî fetva
vermiştir.
Seyyid Muhammed
Ebu's-suûd bunu reddedip «bu ifade yeminin sarih ve kinaye lâfızlarından
olmadığı için o kimseye bir şey lâzım gelmez» diye fetva vermiştir.
Muhaşşi de bunu
ikrar etmiştir. Fakat burada olan gizli değildir ki yeminler yeminin cem'idir.
Yemin ise mutlak olarak söylendiğinde Allah'a yapılan yemin murad edilir.
Bilindiği gibi niyet edildiğinde bununla talâkı murad etmek sahih olur.
Hâniyye'de bir kimse diğer bir şahsa talâk âzâd hediy (beytullahda kesilmek
üzere gönderilen kurban) sadaka ve beytullaha yürüyerek gitmek üzere yemin
ettirse yemin eden şahıs başka bir kişiye «bu yeminler senin üzerine lâzım
olsun» deyip o kişide «evet» dese o kişiye beytullâha yürüyerek gitmek ve sadaka
vermek lâzım olur, fakat talâk ve âzâd lâzım olmaz. Çünkü o kimse bunlar
hakkında «Allah için üzerime kölemi âzâd etmek» yahut «zevcemi boşamak lâzım
olsun» diyen kimse gibi olur. Bu takdirde bu kişi talâk ve âzâd üzerine cebr
olunmaz. Fakat kölesinin âzâd olması lâzım olur. Eğer yemin eden şahıs başka bir
kişiye «bu yeminler senin için lâzımdır» deyip o kişi de «evet» dese bu kişiye
talâk ve âzâd da lâzım olur. Çünkü bu kişinin «evet» ifadesi «bu yeminler benim
için lâzımdır» ifadesi gibidir. Binaenaleyh bu kişi bunlara bizzat yemin etmiş
gibi olup kendisine bunların hepsi hatta talâk ve âzâd da lâzım gelir. Bu
izahtan anlaşılan: «Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» diyen kimseye
hususiyle hediy ve yürüyerek beytullaha gitmek gibi şeylerin lâzım olmasıdır.
Çünkü bunlar Müslümanlara hastır, keza talâk, âzâd ve sadaka da lâzım olur. Buna
göre; «Bunlardan hiçbiri lâzım olmaz veya talâk lâzım olmaz» diyen kimsenin
kavli zâhir değildir.
METİN
Bir kimsenin «şu
işi yaparsam Yahudi olayım» yahut «Hıristiyan olayım» yahut «benim üzerime
Hıristiyanlıkla şahitlik ediniz» yahut «kâfirlere ortak olayım» yahut «kâfir
olayım» ifadeleri de yemin olur. Eğer gelecek zamanda olacak bir şey üzerine
yemin edip, yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım olur. Eğer geçmiş
zamandaki bir şey üzerine bile bilekasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs
olur. Bu ifadelerde yemin eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır.
Esah olan kavle göre yemin eden kimsenin inancında bu ifadeler yemin olursa
gerek geçmiş zamanda olan bir şey üzerine ve gerekse gelecek zamanda olacak bir
şey üzerine yapılsın yemin eden kimse kâfir olmaz. Eğer bu ifadelerin yemin
olduğunu bilmeyip bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde
yemin-i gamûsla yemin ederse veya gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin
edip yeminini bozarsa kâfir olur. Çünkü kâfir olmaya razı olmuştur. Kâfir böyle
değildir. Buna göre; kâfir talîkle Müslüman olmaz. Çünkü küfür terk etmektir,
nitekim musannıf fetevâsında bunu açıklamıştır.
İZAH
«Eğer gelecek
zamanda olacak bir şey üzerine "şu işi yaparsam Yahudi olayım" ilh...» diyen
kimse, o işi yapıp yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım gelir. Helâlı haram
kılmak, meselâ; «şu yemeği yemek benim için haram olsun» demek yemin olduğu gibi
bu ifadelerle yapılan yeminde yemin olup, bozulduğu takdirde keffâret lâzım
gelir.
«Eğer geçmiş
zamandaki bir şey üzerine bile bile kasden yalan yere yemin ederse, yemin-i
gamûs olur ilh...» Meselâ; bir kimse «şu işi yaptımsa kâfir olayım» yahut
«Yahudi olayım» diye bile bile kasden yalan yere yemin ederse bu yemin-i gamûs
olur, bunda keffâret yoktur. Ancak tevbe ile istiğfar vardır. Fetih. Eğer bu
ifadelerle yemin eden doğru olduğunu zannederek yemin ederse yemin-i lağv olur.
«Bu ifadelerle
yemin eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır ilh...» Yani, bu
ifadelerle yalan yere yemin ettiğinde ihtilâf vardır.
«Esah olan kavle
göre ilh...» Bazıları kâfir olmaz demişlerdir. Bazıları kâfir olur. Çünkü bu
yemin manen tenciz (bir şarta talîk veya bir zamana izafe edilmeksizin derhal
yapılan yemin) dir. Zira bu yemin olmuş bir şeye talîk edilmiş olup sanki
başlangıç da yemin eden «ben kâfirim» demiş gibidir, demişlerdir.
Bilmiş ol ki
Sahihayn (Buhari ile Müslim) da sabitdir ki Peygamberimiz (S.A.V.):
«Her kim İslâm'dan
başka bir dine yalan ve amden yemin ederse o kimse dediği gibidir»
buyurmuşlardır. Zâhir olan bu hadisi şerif ekseri hallere göre zikredilmiştir.
Yani bu ifadelerle yemin eden kimse ekseri cahil olup yemin bozulduğu takdirde
kafir olacağına inanan kimselerdir. Bu tarzda izah hadisi şerifin mânâsına
muvafık olursa ne alâ, aksi takdirde bu hadisi şerif, bu ifadelerle yemin eden
kimse mutlak surette kâfir olur diyen kimsenin kavline şahittir.
«Eğer bu ifadelerin
yemin olduğunu bilmeyip, bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı
halde yemin-i gamûsla yemin ederse ve-ya gelecek zamanda olacak bir şey
üzerineyemin edip yeminini bozarsa kâfir olur ilh.» Feth'in ibaresi şöyledir: Bu
ifadelerle yemin eden kimse, bunlarla kâfir olacağına inandığı halde yemin etmiş
ise, üzerine yemin ettiği şeyi işlemekle -meselâ: «şu işi yaparsam Yahudi
olayım» diyerek yemin ettikten sonra o işi yapmakla- kâfir olur. Çünkü bu
şekilde yemin eden kimse o işi yaptığı takdirde kâfir olacağına inandığı halde o
işi yapmakla küfre razı olmuştur.
Buna göre «şu işi
yaparsam kâfir olayım» diyen kimse yemin ederken o işi yapmaya niyet ederse
derhal kâfir olması lâzım gelir. Çünkü o kimse yemin ettiği zaman ileride kâfir
olacağına inandığı bir işi yapmayı kastetmiştir.
«Kâfir böyle
değildir ilh» Yani bir kâfir «ben şu işi yaparsam Müslüman olayım» dese sonra o
işi yapsa Müslüman olmaz. H.
«Çünkü küfür terk
etmektir ilh...» Yani küfür, kalben tasdiki ve lisanen ikrarı terk etmektir.
Binaenaleyh küfrün şarta taliki sahihtir. Fakat İslâm'ın şarta taliki sahih
değildir. Çünkü İslâmiyet Allahü Teâlâ'nın emirlerini yapmak ve nehiylerinden
sakınmaktan ibaret olup bunların şarta talîk edilmeleri sahih değildir.
METİN
Bir kimsenin yalan
yere «Allah bilir ki, şu işi yaptım» yahut «Allah bilir ki şu işi yapmadım»
ifadesiyle kâfir olur mu? İmam Zahidi «alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir»
dedi. Şumunnî «esah olan kâfir olmaz» demiştir. Çünkü bu ifadelerle yemin eden
küfrü değil, belki yalan bir şeyin tervicini kastetmiş olur. Keza: Bir kimse
«AIIah bilir ki şu işi yaptım» diyerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla çiğnese yine
kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır, yoksa
Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir. Mücteba. Yine Mücteba'da zikredilmiştir
ki: Bir kimse «ben Allahü Teâlâ'yı şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra o
işi yapsa Allahü Teâlâ'ya istiğfar eder ve kendisine keffâret lûzım gelmez.
Keza: «Allah'ım seni ve meleklerini şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra
yapsa yine keffâret değil, tevbe ve istiğfar lâzım gelir. Çünkü bu ifadeler
örfde yemin değildir. Zâhire'de zikredilmiştir ki; bir kimse «ben şu işi
yaparsam gökte tanrı yoktur» dese bu ifadeyle yemin etmiş olur, kâfir olmaz.
Bir kimse «şu işi
yaparsam şefaatten beri olayım» dese bu ifade yemin olmaz. Çünkü şefaati inkar
eden bid'atçı ve fasık olup, kâfir olmaz. Keza: «namazım ve orucum şu kâfirin
olsun» dese yine yemin olmaz. Fakat «orucum yahudinin olsun» deyip bu ifadesiyle
kurbet ve ibadet murad ederse yemin olur. Eğer «orucun sevabı yahudinin olsun»
demek murad ederse yemin olmaz.
İZAH
«Alimlerin çoğu
kâfir olur demişlerdir ilh...» Çünkü o kimse yalan yere «Allah bilir ki şu
işiyaptım» yahut «yapmadım» demekle olan bir şeyin zıddını Allahü Teâlâ'nın
ilmine nisbet ettiği için haşâ sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya cehil nisbet etmiştir.
«Şumunni "esah olan
kâfir olmaz" demiştir ilh...» Mücteba'da ve başka fıkıh kitablarında bu, İmam
Ebû Yusuf'dan rivayettir. Feteva'dan naklen Nuru'l-Ayn'da «alimlerin çoğunun
kavli sahihdir» diye zikredilmiştir. «Kâfir değildir» diyenin kavline göre, bu
yemin, yemin-i gamûs olur. Çünkü o kimse bile bile kasden geçmiş zamandaki bir
şey üzerine yemin etmiştir. Bu ifadelerin yemin olması örfde bunlarla yemin
edildiği takdirdedir, aksi takdirde bu ifadelerle yemin olmaz. Fakat yemin olsun
olmasın bu ifadeleri kullanmak günahtır, bundan dolayı tevbe etmek vâcib olur.
H.
«Keza: Bir kimse
"Allah bilir ki şu işi yaptım" veya "yapmadım" di-yerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla
çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır,
yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir ilh...» Fakat Kınye ile Hâvî'de
zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «sen şu işi yapmadınsa şu Kurân-ı Kerîm
cüzü üzerine ayağını koy» deyip zevceside onun üzerine ayağını koysa zevc kâfir
olmaz. Çünkü onun muradı zevcesini korkutmaktır. Zevcesi kâfir olur.
Buna göre zevcin
muradı zevcesini korkutmak olmasa kâfir olması lâzım gelir. Bir kimse yemin
etmek maksadıyla ayağını Mushaf üzerine koyarsa kendisine tövbe ve istiğfar
lâzımdır. Yemin etmediği halde Mushaf üzerine ayağını koyarsa Mushaf-ı şerifi
küçük gördüğü için kâfir olur.
Bu ifadelerden
anlaşılan Mushaf üzerine ayağı koymak Mushaf-ı şerifi hafif görmeyi gerektirmez.
Eşbah'da «bir kimse Mushaf-ı şerifi küçümseyerek onun üzerine ayağını koysa
kâfir olur. Eğer onun üzerine tazîm için korsa kâfir olmaz» denilmiştir. Muhaşşi
der ki; zaruret olmaksızın Mushaf üzerine ayağı koymak onu küçümsemek ve ona
ihanet etmek olur. Bundan dolayı zevcin muradı olması lâzım gelir. Yani zevc,
zevcesinin yaptığını ikrar etmesi için onu korkutmak maksadıyla ona «sen şu işi
yapmadınsa Mushaf-ı şerif üzerine ayağını koy» dese zevc Kurân-ı Kerîm'e tazîm
etmiş olur. Çünkü zevc Mushaf-ı şerif üzerine ayak koymanın zevcenin
yapamayacağı büyük bir iş olup inkâr ettiğini ikrar edeceğini bilmektedir. Eğer
zevc zevcesini bu şekilde korkutmak istemezse zevcesine küfür olan bir şeyi
yapmakla emrettiği için kendisi kâfir olur. Çünkü bunda Kurân-ı Kerîm'i
küçümseme ve hakir görme vardır. Taharetsiz veya kıbleden başka tarafa bile bile
namaz kılan şahsın kâfir olacağını söyleyen kimsenin kavli de buna delâlet eder.
Çünkü bu şekilde namaz kılan kimse namazı hakir ve ehven görmüştür. Teemmül et!
«Çünkü bu ifadeler
örfde yemin değildir ilh...» Muhaşşi der ki: Zama-nımızda bu ifadelerle yemin
örf ve âdettir. Keza; «Allah şahittir ki ben bu işi yapmam» yahut «Allah bilir
ki ben buişi yapmam» gibi ifadelerin hepsi yemin olur. Çünkü şimdi örfde bunlar
yemindir.
«Bu ifadeyle yemin
etmiş olur ilh...» Bahır'da «bu ifadeyle yemin eden kimse Allahü Teâlâ'nın
mekandan münezzeh olduğunu kastederse bu ifade yemin olmaz. Çünkü bu takdirde bu
ifade küfür olmayıp bilakis imanın ta kendisidir» denilmiştir.
«Kâfir olmaz
ilh...» Yani bir kimse «ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» dese yemin etmiş
olup kâfir olmaz. Bu yeminin muktezası tanrının gökte olması olunca bizzat bu
yeminle yemin edenin kâfir olması zannedilen yer olur. Çünkü bu yeminde haşâ
sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya mekan isbatı vardır. Bundan dolayı şârih «yemin eden
kafir olmaz» demiştir. Galiba kâfir olmamasının vechi bu ifade mutlak olarak
Kurân-ı Kerîm'de vârid olduğu içindir. Nitekim Allahü Teâlâ:
«O, gökte Tanrı
olan (bir Allah) dır.» (Ez-Zuhruf sûresi; âyet: 84)
«Gökdekin (Allah)
den emin mi oldunuz?» buyurmuşlardır. Buna göre zarfın hakikati (Allahü
Teâlâ'nın gökte olması) murad edilmiş olmayınca Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu
söyleyen kimse küfre nisbet edilmez. Bu itibarla «Allahü Teâlâ'nın gökte
olduğunu» ifade eden lâfız Kurân-ı Kerîm'de vârid olduğu için «gökte tanrı
yoktur» demek küfür olur. Bundan dolayı bu ifadeyle yemin yapılmış olur. Nitekim
buna benzer ifadelerle de yemin yapılır. «Ben şu işi yaparsam gökte tanrı
yoktur» yeminin muktezası: Tanrının gökte olması olduğu için bu ifadenin lûgatca
hakikatine inanmak küfür olması itibarîyle bu ifadeyle yemin edenin kâfir olması
ihtimali vardır. Burada benim anladığım budur. (El-Mülk sûresi; âyet:
16)
«Camiu'l-Fusûleyn»
de «Bir kimse «Allahü Teâlâ gökte her şeyi hakkıyla bilendir» dese eğer bu
ifadesiyle haşâ sümme haşâ Allah için mekan murad ederse kâfir olur, haberlerde
geleni hikaye etmek isterse kâfir olmaz. Hiç niyeti bulunmazsa âlimlerin çoğuna
göre küfre nisbet edilir» diye zikredilmiştir. Teemül et!
«Çünkü şefaati
inkâr eden bid'atçı ve fâsık olup, kâfir olmaz ilh...» Yani: Yemin ancak küfre
talîk edilirse yapılmış olur. T.
«Fakat orucum
ilh...» İmam Zâhidî'nin Hâvî'sinde «"namazlarım, oruçlarım şu kâfirin olsun»
ifadesi yemin olmaz. Bu ifadeyi söyleyen kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi
lâzımdır. Bazıları "bu ifadeler ile namaz ve oruçların sevaplarının kâfirin
olması kastedilirse yemin olmaz. Bu ifadelerle kurbet ve ibadet kastedilirse
yemin olur" demişlerdir» diye zikredilmiştir. Muhaşşi der ki: Bu izah ile malum
oldu ki burada başka bir kavil daha vardır. Namaz ile oruç arasında fark yoktur,
bu kavle göre tafsilat namaz ile orucun her ikisinde de câridir. Yani namaz ve
oruçtan kurbet ve ibadet kastedilirse küfür üzerine talîk olduğu için meselâ:
«Şu işi yaparsam namazım» yahut «orucum kâfirin olsun» denildiğinde yemin olur.
Fakat bu ifadelerde namazın veya orucun sevabı murad edilirse yemin olmaz. Çünkü
bunlar üzerinesevab gayb olan bir emir olup gerçekleşmiş değildir ve başkasına
sevabı hibe etmek biz ehli sünnet velcemaate göre câizdir. Her ne kadar kâfir
ibadetin sevabına ehil değilse de galiba sevabı ona hibe eden kimse onun
azabının tahfifini murad etmiş olabilir.
METİN
Bir kimse «Ve
Hakkaa ben şu işi yaparım» dese bu yemin olmaz, ancak «Hakkaa» kelimesi ile
Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad olunursa yemin olur.
«Hakkullâh için şu
işi yapmam» dese bu ifade de yemin değildir. İhtiyar sahibi bu ifade ile yemin
etmek örf olduğu için bunun yemin olmasını ihtiyar etmiştir. Eğer bunda «ba»
harfiyle «bi-hakkıllâhi» diye yemin ederse ittifakla yemin olur. «Allahü
Teâlâ'nın hürmetine» yahut «Şehidallâh: Allah şahittir» yahut «Lailaheillallâh
hürmetine»'yahut «Resûlün» yahut «imanın» yahut «namazın hakkına» yemin edilmez.
«Allahü Teâlâ'nın
azabına» yahut «sevabına» yahut «rızasına» yahut «lânetine» yahut «emânetine»
yemin olmaz. Fakat Hâniyye'de «Allah'ın emaneti» ne yapılan yemin yemindir" diye
zikredilmiştir. Nehir'de «Allah'ın emaneti» ile ibadete niyet edilirse yemin
değildir, diye yazılıdır.
Bir kimse «ben şu
işi yaparsam Allahü Teâlâ'nın gazabı» yahut «sahatı» yahut «lâneti benim üzerime
olsun» yahut «zâni olayım» yahut «hırsız olayım» yahut «şarap içmiş olayım»
yahut «fâiz yemiş olayım» dese bu ifadelerle yemin etmek örf olmamakla bunlardan
hiçbirisi yemin olmaz. Eğer bu ifadelerle yemin etmek faraza örf olsa yemin olur
mu? Fukâhanın çoğunun kavillerinin zâhiri yemin olmasıdır. Kemal'in kavlinin
zâhiri ise bu ifadelerle yeminin olmamasıdır. Kemal'in kavlinin tamamı
Nehir'dedir. Bahır'da zikredilmiştir ki: Zaruret zamanında meselâ: Açlık halinde
mübah olan kan, domuz ve şarap gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu
itibarla bu ifadeler yemin olmaz. Eğer yemin eden kimse «hakkaa» kavliyle Allahü
Teâlâ'nın ismi şerifini murad ederse mezhebden muhtar olana göre yemin olur.
Nitekim bu, Hâniyye'de sahih görülmüştür.
İZAH
«Ve Hakkaa ilh...»
Mücteba'da zikredilmiştir ki: «Ve hakkaa» yahut vavsız «hakkaa» kelimesinin
yemin olmasında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Gerek vavla, gerek vavsız olsun
âlimlerin çoğuna göre bu yemin değildir. Meselâ; bir kimse «hakkaa ben şu işi
yaparım» dese bundan muradı va'd etmiş olur. Sanki «elbette ben bu işi yaparım»
demiş olur. Ancak «hakkaa» kelimesi île Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad
edilirse yemin olur.
«Hakkullâh ilh...»
Hasılı: «Hak» kelimesi ma'rife yahut nekre yahut muzaf olarak zikredilir.
Ma'rife olan «el-hak» kelimesi gerek «vav» ile zikredilsin gerek «ba» ile
zikredilsin ittifakla yemin olur. Nitekim Hâniyye ile Zahîriyye'de de böyle
zikredilmiştir. Nekre olan «hakkan»kelimesi esah olan kavle göre yemine niyet
edilirse yemin olur. Muzaf olan «hakkullâh» kelimesi «ba» ile zikredilirse
ittifakla yemin olur. Çünkü insanlar bununla yemin ederler. «Vav» ile
zikredilirse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete
göre yemin olmaz. İmam Ebû Yusuf'dan diğer bir rivayete göre bununla yemin olur.
Çünkü «hak» kelimesi Allahü Te'âlâ'nın sıfatlarından olup örfde bununla yemin
edilmektedir.
İhtiyar'da «örf
itibar edilerek muhtar olan budur» denilmiştir.
Bundan malûm oldu
ki muhtar olan kavle göre, gerek marife, gerek nekre ve gerek muzaf olsun üç
surette de «hak» kelimesi ile mutlak olarak yemin olur. Bu Bahır'da
açıklanmıştır. Fakat yukarıda «vav» sız ve «ba» sız nekre olan «hakkan»
kelimesinin âlimlerden çoğuna göre yemin olmadığı» geçmişti. Fetih sahibi
«İhtiyar sahibinin «hak» kelimesi ile yemin etmek örfdür» sözüne «örf, Allahü
Teâlâ'nın sıfatı ile başkasının sıfatı arasında kullanılmada ortak olan sıfatta
muteberdir. «Hak» lâfzı söylendiğinde Allahü Teâlâ'nın sıfatı hatıra gelmeyip
bilakis Allahü Teâlâ'nın haklarından olan şey hatıra gelir» diye itiraz etmiş
sonra Belhi'nin «bihakkillâhi yemindir, çünkü insanlar bununla yemin ederler,
sözü de zayıf olan kavillerdendir» demiş. Fetih sahibinin Belhi'nin sözünü zayıf
sayması malûmun olduğu üzere «bi-hakkillâhi» dahi «ve hakkıllâhi» gibi olduğu
içindir.
«Allahü Teâla'nın
hürmetine ilh...» Hürmet ihtiram mânâsına isimdir. Allah'ın hürmeti ise
yıkılması helâl olmayan şeydir. Bu hakikatte Allah'dan başkasına yemindir.
Bercendi'den naklen Hamevi'de zikredilmiştir. T.
«Resûlün hakkına
ilh...» Yani Resul-i Ekrem (S.A.V.) in hakkı her ne kadar büyük ise de yine onun
hakkına yemin olmaz. Hindiyye'den naklen Tahtavi'de zikredilmiştir.
«Fakat Hâniyye'de
ilh...» Yani Hâniyye'de «Allah'ın emanetine yapılan yemin yemindir» diye
zikredilmiştir. Tahâvi'de «bu ifade yemin değildir» diye zikredilmiştir. Bu İmam
Ebû Yusuf'dan rivayettir. Bahır sahibi Asıl adlı kitabda bunun yemin olduğu
zikredilmiştir. Tahâvi buna muhaliftir. Çünkü Emanetullah'tan murat Allah'a
taattır. Asıl'da «zikredilenin vechi Allah'a muzaf kılınan «emanet» kelimesine
yemin edildiğinde bununla Allah'ın sıfatı murad edilir» demiştir. Fetih'de «bu
ifade biz Hanefilerle, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'e göre yemindir. İmam Şâfiî'ye
göre niyetle yemindir. Çünkü emanet ibadetle tefsir edilmiştir. İmam Şâfiî'ye
"emanet kelimesi yemin harfinden sonra zikredildiğinde yemin murad edilmesi
galibdir. Buna göre galip olan âdetten dolayı bu ifadenin yemin olması niyyete
tevakkuf etmez» diye cevap verilir» diye zikredilmiştir. Bu izahdan anlaşılır ki
mutemet olan Hâniyye'de zikredilendir.
«"Allahın emaneti"
ile ibadete niyet edilirse yemin değildir ilh...» Çünkü emanet bu takdirde
Allah'ın sıfatı olmaz. Fakat emanatullâh ile yemin eden kimse ibadete niyet
ettim desemutemet olan kavle göre kazaen tasdik edilmez.
«Bir kimse "ben şu
işi yaparsam Allahü Teâlâ'nın gazabı benim üzerime olsun" dese ilh...» Yani bu
ifade de yemin olmaz. Çünkü bu ifadeyi söyleyen kimse kendi nefsine beddua etmiş
olur. Dua edilen şeyi vakî olması gerekmez. Bu, duanın kabul edilmesine
bağlıdır. Bu ifadeyle yemin etmek örf değildir. Fetih.
«Yahut "zâni
olayım" ilh...» Bu ifadeler de yemin değildir. Çünkü bu şeylerin haram olmasının
nesh (hükmünün kaldırmasın) a ve değiştirilmesine ihtimal yoktur. Buna göre bu
ifadeler ismin haram olması mânâsında değildir. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek
örf ve âdet değildir. Yani zaruretten dolayı bu şeylerin haram olması düşmez.
«Kemal'in kavlinin
zahiri ise bu ifadelerle yeminin olmamasıdır ilh...»
Şöyle ki; yeminin
mânâsı; yemin eden kimse yemini olmasından çekineceği bir şeye tâlik etmesidir.
Meselâ; bir kimse «ben şu eve girersem gavur olayım» dese eve girdiğinde gavur
olmasından korkması gibi. Yukarıda geçtiği üzere bu ifadenin yemin olduğunu
bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise bu, bir yemin olur. Yeminini
bozunca üzerine keffâret lâzım gelir. Fakat bu ifadeyi, bununla kâfir olacağına
inanarak söylemiş ise bu yemin olmaz. Kendine tevbe ve istiğfar ile imanını ve
evli ise nikâhını tecdid etmek lâzım gelir. Burada bir kimse «ben şu eve
girersem zani olayım» yahut «hırsız olayım» dese sonra o eve girse sırf eve
girmekle zina etmiş yahut hırsızlık yapmış olmaz ki, eve girmekten çekinsin.
Fakat «eve girersem kâfir olayım» ifadesi böyle değildir. Çünkü eve girmekle
küfre razı olma tahakkuk ettiği için küfrü icap eder. Yukarıda izah edildiği
gibi bu ifadeyi kâfir olacağına inanarak söyleyip eve girerse küfre razı olduğu
için kâfir olur. Yemin olduğunu bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise
bu bir yemin olur.
«Bahır'da
zikredilmiştir ki İlh...» Muhaşşi «Bahır'da zikredilen batıl bir vehimden
ibarettir» diye itirazda bulunmuştur. Muhit'de olan bunu izah eder. Şöyle ki;
zaruret olmayan zamanda meselâ; tokluk halinde kan, domuz eti gibi şeyleri helâl
gören kimse kâfir olur. Zaruret halinde meselâ; açlık hâlinde mubah olan kan ve
domuz eti gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla zaruret
olmayan zamana göre bu ifadeler yemin olur, zaruret zamanına göre bu ifadeler
yemin olmaz. Bu ifadelerin yemin olup, olmamasında şübhe bulunduğu için bu
ifadeler yemin olmaz. Fakat «şu işi yaparsam Yahudi olayım» ifadesi yemindir.
Çünkü Yahudiler Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) in peygamberliğini
inkâr ederler. Bu ise daima küfürdür. Buna göre ebedi haram olan bir şeyi helâl
görerek şarta talîk etmek yemin olur. Aksi takdirde yemin olmaz. Muhit'de
zikredilenin hülasası budur.
METİN
Yemin harfleri:
«vâv», «bâ», «tâ», yemin «lâmı», «tenbîh harfi», «istifhâm hemzesi», kat'ı
yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki «vasıl hemzesi», esre ve ötre ile okunan "mims"ir.
Meselâ: Yemin eden kimsenin «lillâhi», «hallâhi», «millâhi» demesi
gibi.
Cer harfi
kaldırılıp onun sebebiyle üstün olarak yemin eden kimsenin «Allâh'a elbette ben
şu işi yaparım» ifadesindeki gibi icâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri
muzmer (gizli) kılınır. Buna göre, yemin harfi muzmer kılındığında üç harekeyle
okunmak Lâfza-i Celâl'e mahsustur. Lâfza-i Celâl'dan başka kendisiyle yemin
edilen kelimelerden yemin harfi muzmer kılındığında esre ile okunmayıp, üstün ve
ötre olarak okunur. «Eymün» kelimesi ile «Le'amrullâhi» terkibindeki «Le'amr»
kelimesinin ötre okunmaları lâzımdır.
Küfeliler yemin
harfi muzmer kılındığında Lâfza-i Celâl'i esre okurlar. Musannıf yemin harfleri
muzmer kılınır demekle üzerine yemin edilen Şeyde te'kid harfinin muzmer
kılınmasının caiz olmayacağını ifade etmiştir. Musannıf te'kid harfinin muzmer
kılınamayacağını şöyle açıklamıştır: Bir kimsenin «vallahi le-ef'alenne kezâ:
vallâhi elbette ben şu işi yapacağım», kavlindeki gibi gelecek zamanda olacak
müsbet bir şey üzerine Arapça ile yemini ancak te'kid için olan «tâm» ve «nun»
ile olur.
Vallahi le-kad
ef'altü kezâ: Vallâhi elbette ben şu işi yaptım, kavlindeki gibi te'kid
kelimesine yakın olarak yemin yapılır.
Nefyide yemin,
gelecek zamanda nefyi harfi olan «lâ», geçmiş zamanda nefyi harfi olan «mâ» ile
olur. Hatta yemin eden kimse «vallâhi ef'alü kezâ: el-yevme» dese yemini nefyi
üzere olur da «lâ» kelimesi muzmer olarak sanki «lâ-ef'alü kezâ: Vallahi ben
bugün şu işi yapmam» demiş olur. Te'kid harfinin müsbette hazfi mümkün değildir.
Çünkü Arapça'da kelimenin muzmer olması marûf olup, kelimenin bir parçası gibi
olan «lâm» ile «nun» un muzmer olması marûf değildir. Bu, Muhit'den naklen
Bahır'da zikredîlmiştir.
İZAH
«Yemin harfleri
ilh...» Bunlardan başka da yemin harfleri vardır. Meselâ; minüllâhi, münüllâhi
gibi. Bu, Razî'den naklen Kuhustânî'de açıklanmıştır. Yemin harfleriyle murad
edatlardır. Çünkü minüllâh, münüllâh ve mim «eymün» den kısaltılmış isimdirler.
«Vâv, bâ, tâ'dır
ilh...» Musannıf önce vâv harfini zikretmiştir. Çünkü yeminde en çok vâv
kullanılır. Bundan dolayı «bâ» harfi "la tüşrik" kelimesine taallukı ihtimaliyle
beraber Kurân-ı Kerîm'de ancak Allahü Teâlâ'nın :
«Hani Lokman oğluna
-öğüt verirken- (şöyle) demişti: «Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk
elbette büyük bir zulümdür.» kavli keri-minde vâki olmuştur. Musannıf vâvdan
sonra «bâ» harfini zikretmiştir. Çünkü «bâ» harfi yeminde asıl olmakla hem isme
hem zamire dahil olur. Meselâ: «Billâhi» yahut «bike le-ef'alenne: Allah'a yemin
ederim» yahut «sanayemin ederim ki elbette ben şu işi yaparım» denilmesi gibi.
«Yemin "lâmı"dır,
ilh...» Yemin için olan «lâm» büyük işlerde Lâfza-i Celâl'a mahsusdur. yani
Lâfza-i Celâl'dan başkasına dahil olmaz. Bu «lâm» esre okunur. Kuhustânî.
Ecrûmiyye şerhinin haşiyesinde yemin «Iâmı»nın üstün olması rivayet edilmiştir.
Fetih'de
zikredilmiştir ki: «lâm» yeminde ancak taaccüb mânâsını tazammun ettiği halde
kullanılır. Nitekim İbn-i Abbas (R.A.) «Hz. Âdem (A.S.) cennete girdi, lillâhi:
Allah'a yemin ederim ki güneş batmadan cennetten çıktı» demiştir. Nitekim
«IilIâhi: Allah'a yemin olsun ki ecel (geldiğinde) geri bırakılmaz» denilir.
Buna göre «lâm» ın taaccüb mânâsından soyulmuş olarak, yemin mânâsında
kullanılması lûgatta sahih olmaz. Meğer ki böyle kullanılması örf ve âdet olsun.
«"Tenbih harfi" dîr
ilh...» Bununla murad, Lâfza-i Celâle'deki hemzenin vaslı veya kat'ıyla beraber
elifi hazfedilmiş veya sabit olan «hâ» harfidir. Nitekim İbn-i Mâlik'in «Teshil»
adlı eserinde böyle zikredilmiştir.
«"İstifham
hemzesi"dir ilh...» Bu hemze kendisinden sonra elif bulunan hemzedir. Bu
hemzeden sonra Lâfza-i Celâle esre okunur, bu hemzeye istifham hemzesi denilmesi
mecazdır. H.
Yemin için olan
«lam» tenbih harfi, istifham hemzesi ile Lâfza-i Celâl'in esre olması bu harfler
yemin harflerinin yerine geçtiği içindir. T.
«Katı yapılırsa
Lâfza-i Celâl'daki "vasıl hemzesi" dir ilh...» Yani Lâfza-i Celâlenin
evvelindeki vasıl hemzesi kat'ı hemzesi kabul edilerek yemin harfi yerine
geçtiği için Lâfza-i Celâle ismi şerifi esre okunur. Yemin harfi gizli olmaz,
çünkü Lâfza-ı Celâlenin evvelinde yemin harfi gizli olursa hemzesi vasıl hemzesi
olarak kalır. Evet, Lâfza-i Celâle cümlenin evvelinde bulunursa hemzesi kat'ı
olup iki veche ihtimali olur. Lâfza-i celâle cümlenin evvelinde bulunmazsa
meselâ: «Yâ Zeydü Allahi le-ef'alenne: Ey Zeyd Allah'a yemin ederim ki elbette
şu işi yaparım» ifadesindeki Lâfza-i Celâlenin hemzesi kat'ı kılınırsa hemze
yemin için olur, vasıl kılınırsa yemin harfi gizli olur.
«Esre ve ötre ile
okunan «mim»dir ilh...» Kezâ: «Mim» üstün de okunur. Galiba fukâha mimin
suretine bakarak onu yemin harflerinden saymışlardır. Yoksa yukarıda geçtiği
üzere «eymenullâhi: Allah'a yemin olsun» dan «minullâhi: Allah'a yemin olsun»
gibi. «Mim» dahi lûgattır.
«Lillâhi ilh...»
Yemin lâmının ve Lâfza-i Celâlda ki hâ nın esresiyledir. Nitekim yukarıda
geçmiştir. Anla!
«Hallâhi ilh...» Bu
tenbih harfine misaldir ve Lâfza-i Celâledeki «ha» esredir. H.
«Millâhi ilh...»
«Mim» in üç harekeyle okunması caizdir. Üç halde de Lâfza-i Celâle'deki
«hâ»esredir.
«"Mallâhi",
"millâhi" ve "müllâhî" gibi, İcâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer
(gîzli) kılınır ilh...» Yalnız «bâ» harfi muzmer (gizli) kılınır. Çünkü yeminde
asıl olan «bâ» harfidir. Nitekim Keşif ve Razî'den naklen Kuhustânî'de
zikredilmiştir. Yemin harfinin muzmer olmasından murad zikredilmemesidir. Buna
göre, muzmer, hazfede şâmil olur. Muzmer ile hazf arasındaki fark yemin harfi
muzmer kılındıktan sonra eseri (esresi) baki kalır, hazf de ise eseri baki
kalmaz.
Fetih'de buna göre
«kendisine yemin edilen kelime üstün okunduğunda yemin harfi hazfedilmiş; esre
okunduğunda eseri baki kaldığı için muzmer kılınmış olmalıdır» diye
zikredilmiştir. Yemin «harfi muzmer kılınıp kendisiyle yemin edilen kelime gerek
üstün gerek esre ve gerekse ötre okunsun üç surette de yemin olur.
«Üç harekeyle
okunmak Lâfza-i Celâle'ye mahsustur ilh...» Yemin harfinin muzmer veya hazfinden
sonra eserini (esresini) sâz olarak baki bırakmakla esre; yemin fiiliyle üstün,
hazfedilmiş müptedaya haber olarak ötre, Lâfza-i Celâle'ye mahsusdur. Tenbih:
Yemin harfi muzmer kılınıp, Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ», «üstün», «esre»
ve «ötre» okunduğunda yemin olduğu gibi. Kezâ; yemin harfi olan «bâ» yı
zikretmekle Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ» nın sükûnüyle de yemin olur.
Zahiriyye'de «hâ» nın sükûnüyle «billâh» yahut «hâ» nın üstünüyle «billâhe»
yahut «hâ» nın ötresiyle «billâhü ben bu işi yapmam» denilse bu üç surette de
yemin olur. «Hâ» nın sükûnüyle «Allah ben şu işi yapmam» yahut «hâ» nın
üstünüyle «Allahe ben şu işi yapmam» denilse yemin olmaz. Ancak «Allahi ben şu
işi yapmam» denilirse yemin olur. Bazıları «bu üç surette de mutlaka yemin olur»
demişlerdir» diye zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bütün
metinlerde «yemin harfi muzmar kılınır» denilmesinde Lâfza-i Celâle'deki «hâ»
nın sükûnüyle «AIIah» veya üstünüyle «Allahe ben elbette şu işi yapmam»
ifadesinin yemin olmamasına, «Allahi ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin
olmasına işaret vardır. Çünkü bilindiği üzere yemin harfi muzmer kılındığında
eseri baki kalır. Bu takdirde Lâfza-i Celâl'in esre okunması lâzımdır. Fakat
Hidaye'de ve diğer fıkıh kitablarında «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu işi
yapmam» ifadesinin yemin olması caiz görülmüştür. Cevhere'de de «sahih olan
budur» denilmiştir.
Bahır'da «Lafza-ı
Celâle üstün okunduğunda yemin olmasında ihtilâf yoktur. Çünkü lügat ehli
Lâfza-i Celâle'nin üstün ve esre okunmasının caiz olmasında ihtilâf
etmemişlerdir. Hattâ üstün okunması daha çoktur. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da da
böyle zikredilmiştir» diye yazılıdır.
Ben derim ki:
Geriye Lâfza-i Celâle'deki «hâ» nın sükûnuyla yemin olmaması kalmıştır.
Fetihsahibi bunu reddederek şöyle demiştir: Kendisiyle yemin edilen kelimenin
yanlış yahut doğru yahut sükûn ile harekelenmesi arasında fark olmayıp nasıl
harekelenirse harekelensin yemin yapılmış olur. Çünkü yeminin manası: Bir işi
yapmamak veya yapmak murad edildiğinde, o işi yapmamak veya yapmak hususunda
kasde veya iddiaya kuvvet vermek için Allahü Teâlâ'nın ism-i şerifini zikretmek
suretiyle yapılan bir akidden ibarettir ki o da burada mevcuttur. Buna göre
yemin, lâfızdaki bir hususiyete (üstün, esre, ötre ve sükûne) bağlı değildir.
Fetih sahibinin sözü burada son bulmuştur.
«Vallâhi le-kad
fe'altü kezâ: Vallâhi elbette ben şu işi yaptım ilh...»
Yani: Geçmiş
zamanda olmuş bir şey üzerine yemin yapılırken fiil mutasarrıf (çekimli) olursa
te'kîd için olan «lâm» ile «kad» lâzımdır. Fiil çekimli olmazsa bu te'kid
harfleri lâzım değildir.
METİN
Keffâret-i Yemin:
Yemin keffâreti:
Keffâretin yemine
izâfeti bir şeyin şartına izâfeti kabilindendir. Çünkü biz Hanefilerce
keffâretin sebebi, yeminin bozulmasıdır. Yemin bozulduğunda -zıharda geçtiği
gibi- keffâreti, (gücü yeterse) bir köle âzâd etmekten yahut on fakiri (akşamlı
sabahlı) doyurmaktan yahut on fakire orta halli insanlara elverişli, üç aydan
ziyade dayanacak ve bedenin ekserisini örtecek birer kat elbise giydirmekten
ibarettir. Buna göre elbise yerine yalnız don caiz olmaz. Ancak donun kıymeti
akşamlı sabahlı bir fakiri doyuracak (fıtır sadakası) kadar olursa, kıymeti
itibariyle caiz olur.
Üzerine yemin
keffâreti lâzım olan kimse bir anda köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak ve on
fakire elbise almakla bunların hepsini birden yapsa, yahut bunları sıra ile
yapıp, fakat keffâretin sahih olması için niyet lâzım olmakla niyeti ancak üçün
tamamından sonra etse üzerindeki keffâretten dolayı kıymet cihetinden alâsı olan
biri vakî olup diğerleri nafile olur. Eğer bu üçten hiç birini yapmazsa farz en
azı ile düşeceğinden dolayı bunlardan kıymet itibariyle en az olan biri
karşılığında azap olunur.
İZAH
«Keffâretin yemine
izâfeti bir şeyin şartına izafeti kabilindendir ilh...» Hadd-i zina (zina
cezası), hadd-i şürb (içki cezası) ve hadd-i serika (hırsızlık cezasın) da
olduğu gibi hükümlerin izafetinde asıl olan hükmün sebebe izâfe edilmesi olunca
-halbuki biz Hanefilerce yemin, keffâretin sebebi değildir; İmam Şafiî'ye göre
sebebidir, biz Hanefilere göre keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. Nitekim
gelecektir.- şârih, keffâretin yemine izâfetinin asıl kaideden hariç olduğunu ve
bu izâfetin mecazen bir şeyin şartına izâfeti kabilinden olduğunu açıklamıştır.
Bu ise keffâret-i ihram, sadaka-i fıtırda olduğu gibi, şeriatta caiz ve
sabittir. Yeminin, keffâretin şartı olup sebebi olmadığı Fetih ve diğer fıkıh
kitablarındadelilleriyle açıklanmıştır.
«Köle âzâd etmekten
ilh...» Musannıf yemin keffâreti için köle âzad etmek deyip, kölenin âzâd olması
dememiştir. Çünkü aleyhine âzâd olacak bir köleye varis olan kimse keffâretten
dolayı niyet etse caiz olmaz. Nehir.
«Yahut on fakiri
(akşamlı sabahlı) doyurmaktan ilh...» Yani ya hakikaten on fakiri bir gün veya
takdiren, bir fakiri on gün doyurmaktır. Hatta bir fakire her gün buğdaydan
yarım sâ' (sadaka-i fıtır miktarı) olarak on gün verse caiz olur. Fakat bir
fakire bir günde on saatte on defa devir yoluyla verse bazıları «caiz olur»
demişlerdir, bazıları «caiz olmadığını» söylemişlerdir. Sahih olan kavle göre
caiz olmaz. Aynı fakire ikinci gün keffâretin verilmesinin caiz olması, ihtiyaç
yenilendiği için o fakir ikinci gün başka bir fakir gibi olduğundan dolayıdır.
Bir fakire bir günde her saatte bir elbise verilmek üzere on saatte on elbise
verilse yahut bir elbise bir fakire verilip sonra ondan alınıp tekrar ona veya
başkasına hibe veya başka bir yolla on defa verîlse -vasfın değişmesi aynın
değişmesinde tesir ettiği için- caiz olur. Fakat âlimlerin çoğuna göre: caiz
olmaz. Kuhustani.
Cevhered'e «on
fakire sabahlı akşamlı katıksız arpa veya darı ekmeyi yedirmek kifayet etmez.
Fakat katıksız buğday ekmeği kifayet eder. On gün sabahleyin bir fakire
akşamleyin başka bir fakire yedirilse kifayet etmez. Çünkü bu suretde on günlük
taam yirmiye taksim edilmiştir. Nitekim bir fakirin hissesi iki fakire taksim
edildiğinde caiz olmadığı gibi. Bir fakire on gün sabahları yemek yedirilip
akşam yemeklerinin de bedelleri verilse kifayet eder. Kezâ on fakire sabah
yemeği yedirilip akşam yemeğinin de bedelleri verilse yine kifayet eder. On
fakire Ramazan-ı Şerif'te yirmi gün akşam yemeği yedirilse kifayet eder»
denilmiştir. Fakat Bezzâziye'de «on fakire bir gün sabahleyin, diğer bir gün
ak-şamleyin yemek yedirilse bu hususta İmam Ebu Yusuf'tan iki rivayet vardır:
Bir rivayette bir günün sabah ve akşamında yedirilmesi şarttır. Mualla'nın
rivayetinde şart değildir» diye zikredilmiştir. Hâkim'in Kâfî'sinde «on fakirden
her birine iki yemin keffâreti yerine birer sâ' buğday yedirse İmam-ı Azam'la
İmam Ebû Yusuf'a göre ancak bir yemin keffâretine kifayet eder. İmam Muhammed'e
göre: ikisine de kafidir.
«Zıharda geçtiği
gibi ilh...» Yani üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse gücü yeterse keffâret
niyetiyle bir köle âzâd eder. Bu kölenin Müslüman baliğ olup olmaması müsavidir.
Ancak kendisinden istenilen menfaatin cinsi tamamıyla yok olacak derecede
şahsında bir kusur bulunmaması lâzımdır, bu itibarla kör, deli, iki ayağı veya
iki eli kesilmiş olan köleler keffâret için kifayet etmez. Müdebber, ümmi veled,
kitabet bedelini kısmen ödemiş mükâtebler de keffâret için kafi değildirler.
Çünkü bunlar bir bakıma hürriyete hak kazanmışlardır. Yemin keffâreti için on
fakiri doyurmaya gelince bu da ya on fakire birersadaka-i fıtır miktarı şey
temlik etmek yahut ibahe yani sabahlı akşamlı olarak yemek yedirmektir.
«Üç aydan ziyade
dayanan ilh...» Çünkü üç ay yeni elbisenin müddetinin yarısından çok olan
zamandır. Nitekim Hülâsa'da böyle zikredilmiştir. Elbiselerin yeni olması şart
değildir. Hatta elbiseler yeni ve ince olup bu müddet dayanmazsa keffârete
kifayet etmez.
«Bedenin ekserisini
örtecek ilh...» Yani keffâret için her fakire verilecek çarşaf (kadın için),
cübbe, kamis (yakası kapalı olan elbise) ve kaba «yakası açık olan elbise) gibi
elbise onun hiç olmazsa bedeninin tamamını veya ekserisini örtecek bir halde
bulunmalıdır. Kuhustânî.
Bu İmam-ı Azam ile
İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre kendisiyle namaz caiz alacak
elbise keffâret için kifayet eder, buna göre erkekler için don kafidir. Kadınlar
için kafi değildir.
«Buna göre elbise
yerine yalnız don caiz olmaz ilh...» Çünkü yalnız don giyinen kimse, örfen
çıplak sayılır. Bu takdirde keffâret için her fakire verilecek elbise ya kamis,
yahut cübbe, yahut ridâ' (palto, aba, kaftan gibi üst tarafa giyilen elbise),
yahut kaba (yakası açık olan elbise) yahut izâr (omuzdan ayağa kadar bürüyen
elbise) olmalıdır. İzâr, böyle omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise olmayıp,
yalnız belden aşağısını örten elbise olursa don gibi olacağından İmam-ı Azam ile
İmam Ebû Yusuf'a göre kifayet etmez.
İmâme (fes üzerine
sarılan sarığın adıdır) keffâret için kifayet etmez. Ancak kendisinden bedenin
ekserisini örtecek bir elbise yapılması mümkün olursa caiz olur.
Kalen süve (tepesi
sivri külâh ve takke gibi başa giyilen şey) ye gelince hiçbir surette kifayet
etmez.
Yemin keffareti
kadınlara verildiği takdirde elbise ile birlikte baş örtüsü de verilmesi
lâzımdır. Çünkü baş örtüsüz kadınların namazı caiz olmaz. Bu, hülâsa olarak
Fetih'den alınmıştır.
«Ancak donun
kıymeti akşamlı sabahlı bir fakiri doyuracak (fıtır sa-dakası) kadar olursa,
kıymeti itibariyle caiz olur ilh...» Meselâ: Keffâret için her fakire buğdaydan
yarım sâ' hurma veya arpadan bir sâ' kıymetinde olan kısa birer elbise verilse
akşamlı sabahlı yemek yedirme yerine bir bedel olarak kifayet eder. Kezâ: On
fakire bir top kumaş verilip, bundan her birine birer kat elbise çıkmasa fakat
kıymeti on sadaka-i fıtır kıymetinde olursa yemek yedirme yerine bir bedel
olarak kifayet eder. Mezhebden muhtar olana göre, yemek yedirme yerine bedel
olarak kifayet eden elbiselerde yemek yedirme yerine niyet edilmesi şart
değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre şarttır. Fetih.
«Niyeti ancak üçün
tamamından sonra etse ilh...» Yani: Üzerine yemin lâzım olan kimse bir anda köle
âzâd etmek, on fakire fıtır sadakası miktarı para vermek ve on fakire elbise
almakla hepsini birden yapsa yahut bunları sıra ile yapsa sonra niyet etse
vermiş olduğu para veyaelbise fakirlerin elinde mevcud ise bu niyeti sahih olur.
Fakat âzâd etmiş olduğu kölede sahih olmaz. Kendisine yemin keffâreti lâzım olan
kimse sabahlı akşamlı yemek yedirdikten sonra niyet etse keffâreti için sahih
olmaz.
METİN
Biz Hanefilere
göre; yemin edip yaptığı yemine riayet etmeyen kimse yemin keffâretini ödeyeceği
vakitte yukarıda zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa üç gün peşi
peşine oruç tutar. Kadınların âdet görmeksizin üç gün peşi peşine oruç tutmaları
mümkün olacağı için, yemin keffâreti için oruç tutan kadın âdet görürse peşi
peşine oruç tutmak bozulmuş olur. Bu kadın âdet görmeyeceği bir zamanda yeniden
peşi peşine üç gün oruç tutar. Oruç keffâreti müddetinde kadınların âdetten hâli
olmaları hemen hemen mümkün olmadığı için, bu orucun peşi peşine olmasına
kadınların âdet halleri mani değildir.
İmam Şâfıî; yemin
keffâreti için üç gün tutulacak orucun ayrı ayrı günlerde tutulmasını caiz
görmüştür ve üç şey (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise
almak) den birini yapmaktan aciz olmayı yeminin bozulduğu zamanda itibar
etmiştir.
Biz Hanefilere göre
ise keffâreti ödeme vakti itibar edildiği için üzerine yemin keffâreti lâzım
olan kimse malını bir şahsa hibe edip teslim ettikten sonra oruç tutsa, sonra
hibesinden dönse tutmuş olduğu oruç keffâret yerine kifayet eder. Mücteba.
Şârih der ki, bu
surette orucun keffâret yerine kifayet etmesi fukâhanın «hibeden dönmek asıldan
fesih (bozma) dir.» kavillerinden istisna edilmiş olur.
Oruçla keffâretin
ödenmesi için orucu bitirinceye kadar mal ile ödemekten acizliğin devam etmesi
şarttır. Buna göre fakir olan kimse iki gün oruç tutup sonra üçüncü günün
orucunu bitirmeden önce hatta iftar zamanına az bir zaman kala zengin olsa, bu
zenginliği kendisine miras bırakacak zatın zengin olarak ölüp miras yoluyla olsa
bile tutmuş olduğu oruç keffâret için caiz olmayıp yeni baştan mal ile keffâreti
vermesi lâzım olur.
Üzerine keffâret
lâzım gelen bir kimse oruçdan önce olan (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak
veya on fakire elbise almak) üç keffaretin birine kifayet edecek malı unutarak
oruç tutsa sahih olan kavle göre oruçla keffâreti caiz olmaz. Mücteba.
Bir kimse yemini
Allahü Teâlâ'ya yahut talâka yahut oruca ettiğini unutsa bunlardan birini tercih
edici bir sebep bulunmadığı için üzerine bir şey lâzım gelmez. Ancak, sonra
hatırlarsa o şey lâzım gelir.
Yemin bozulmadan
önce isterse mal ile olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz. İmam Şâfiî'ye göre
caizdir. Yemin eden kimse yeminini bozmadan bilmeyerek mal ile keffâretini ödese
verdiği mal sadaka olacağı için fakirden geri alamaz. Yemin keffâretinin
verileceği yer zekâtın verildiği yerdir. Buna göre zekâtın verilmesi caiz
olmayan kimseye keffâretin verilmesi decaiz değildir.
Bazılarına göre
keffâret zimmîye verilir. İmam Ebû Yusuf'a göre verilmez. Nitekim zekât babında
geçtiği üzere fetva îmam Ebû Yusuf'un kavliyle verilir.
Her ne kadar
Müslüman olduktan sonra yeminini bozsa bile kâfirin yemini için keffâret yoktur.
Çünkü onlar hakkında:
«Çünkü onlar
(kâfirler hakikatte) yeminleri olmayan kimselerdir.» (Et - Tevbe sûresi; âyet:
12) âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Fakat yeminlerinin subutüne delâlet eden :
«Eğer ahidlerinden
sonra yine yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa küfrün önderlerini
hemen öldürün» âyet-i kerimesindeki yeminlerden murad, hakiki ve içten olmayıp,
görünüşte olan yeminlerdir. Nitekim hâkimin kâfirlere ettirmiş olduğu yemin
gibi.
Küfür yeminden
sonra ariz olursa yemini bozar. Buna göre; bir Müslüman yemin edip sonra
-Allah'a sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa
kendisine asla keffâret lâzım gelmez. Çünkü usûlde takrir ve ifade edilmiştir
ki: Bir mahalle raci olan vasıfların kendilerinde iptida ve bekaa müsavidir.
Nikâhtaki mahremiyet gibi.
Kezâ : Bir kâfir
oruç ve sadaka gibi kurbet ve ibadet olan bir şeye nezretse kendisine bir şey
lâzım gelmez.
İZAH
«Yukarıda
zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa iIh...» Yani üzerine yemin
keffâreti lâzım olan kimse köle âzâd etmekten, on fakir doyurmaktan veya on
fakire orta halde birer kat elbise almaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç
tutar. Üzerine yemin keffâretı lâzım olan kimsenin yanında bu üçden biri bulunup
her ne kadar o şeye muhtaç da olsa oruç tutması caiz olmaz. Bahır.
Keffaret hakkındaki
âyeti kerimede bildirilen şeylere mâlik olan veya kifaf (oturacağı ev, giyeceği
elbise, bir günlük yiyeceği nafaka) dan ziyade keffâret hakkındaki âyeti
kerimede bildirilen şeylerin bedeline mâlik olan kimsenin keffâret-i yemin için
oruç tutması caiz olmaz. Hatta hizmetine muhtaç olduğu kölesi bulunsa oruç
tutması caiz olmaz.
Üzerine yemin
keffâreti lâzım olan kimsenin malı olup, malı kadarda borcu bulunsa, eğer önce
mal ile borcunu öderse, keffâretini oruçla öder. Borcunu ödemeden önce oruç
tutarsa bazıları «caiz olur», bazıları ise «caiz olmaz», demişlerdir. O kimsenin
malı gaip olsa veya ileride alacağı malı bulunsa, keffâreti için oruç tutması
caiz olur. Gaip olan malı köle olursa âzâd edebileceği için oruç tutması caiz
olmaz. Bu, Hâniyye'den hülâsa olarak alınmıştır.
Fakir olan bir
kadını kocası oruç tutmaktan men edebilir. Çünkü bu keffâret orucu kadın üzerine
kendisinin iradesiyle vâcib olduğu için kocasının onu orucdan men etme hakkı
vardır. Kölede böyledir. Ancak köle zevcesine zıhâr da bulunursa buna kadının
hakkı taallükettiği için efendi köleyi oruç dan men edemez. Çünkü köle karısına
ancak zıhâr keffâretini ödemekle yaklaşabilir. Cevhere.
«şârih der ki
ilh...» Bahır sahibi «hibeden dönme fesihdir. Malını hibe edip oruç tuttuktan
sonra hibesine dönen kimse sanki malını hiç hibe etmemiş gibi olur da malı
elinde mevcut iken oruç tutmuş olacağından oruç keffâret yerine kifayet etmezdi»
demiştir. Şârih Bahır sahibine «bu mesele fukâhanın «hibeden dönme, asıldan
fesihdir» kavillerinden istisna edilmiştir» diye cevap vermiştir.
«Yemin keffâretini
ödeyeceği vakitte ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen şahsın keffâret
vereceği zamanındaki haline itibar edilir, yemini bozduğu zamanındaki haline
itibar edilmez. Hatta zengin iken yeminini bozup sonra fakir düşse keffâretini
oruçla öder. Aksi olsa yani fakir iken yeminini bozup sonra zengin olsa keffâret
için oruç tutması caiz olmaz.
İmam Şâfiî'ye göre
aksi yani üzerine keffâret lâzım gelen kimsenin yeminini bozduğu zamanındaki
haline itibar edilir.
«Sahih olan kavle
göre oruçla keffâreti caiz olmaz ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen kimse
köle âzâd edecek, yahut on fakiri doyuracak, yahut on fakire orta halde birer
kat elbise alacak malını unutarak üç gün oruç tutsa sahih olan kavle göre oruç
kifayet etmez. Buna göre, bu üç şeyden birini yapmaktan aciz olduğu için üç gün
oruç tutsa sonra kendisine miras bırakacak kimsenin orucundan önce ölmüş olup
kendisine miras olarak mal kaldığı ortaya çıksa, tutmuş olduğu oruç keffâret
için kifayet etmez. Nehir.
«Yemin bozulmadan
önce isterse mal ile olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz ilh...» Çünkü
keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. o halde yemin bozulmadan keffâretin
verilmesi caiz değildir. Bilmiş ol ki üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse
keffâreti tehir etse günahkâr olur. Ölümle, öldürülmekle düşmez. Zıhar
keffâretinin düşmesinde ihtilâf vardır. Kuhustânî.
«Verdiği mal sadaka
olacağı için fakirden geri alamaz ilh...» Çünkü bu malı kurbet ve ibadet
maksadıyla Allah için fakire mülk olarak vermiştir. Kurbet ve ibadet hasıl olup
sevaba nail olduğu için bunu bozma hakkı yoktur. Fetih.
«Bazılarına göre
keffâret zimmîye verilir ilh...» Yani zekâtın zimmîye verilmesi caiz değildir,
zekâttan başkalarının verilmesi caizdir.
«Görünüşte olan
yeminlerdir ilh...» Çünkü kafirlere kadının yemin verdirmesinden muradı, onların
yeminlerden kaçınmalarıdır. Yoksa küfür ile Allahü Teâlâ'nın ismine tazîm etmiş
olmazlar. Yeminin yemin olması için yemin edenin Müslüman olması şarttır.
Keffâret hadd-i zatında ibadet olduğu için kâfir ona da ehil değildir.
«Usûlde takrir ve
ifade edilmiştir ki, ilh...» Mahal ki kâfirin kendisine ve mahremin kendisine
râci olan küfür ve mahremiyet gibi vasıfların başlangıçta ve sonradan ârız
olmalarımüsavidir. Sonradan ârız olan küfür asıl küfür gibi yemini bozar. Nikâh
da başlangıçta olan mahremiyet ile sonradan ârız olan mahremiyet müsavidir: Bir
kimseye zinâ ettiği kadının kızının nikâhı haram olur. Nitekim zevcesinin
anasıyla zinâ etmesiyle zevcesi kendisine horam olduğu gibi. İşte bunda
başlangıçta olan zinâ ile sonradan ârız olan zinâda mahremiyet müsavi oldu.
METİN
Bir kimse günah
olan bir şey üzerine yemin etse bu yemin gerek terk olsun, meselâ; «vallâhi anam
babam ile konuşmayacağım» gibi veya fiil üzere olsun meselâ; «vallâhi bugün
fülân kimseyi öldüreceğim» gibi. Böyle günah üzerine yemin eden kimsenin
yeminini bozması, sonra keffâret vermesi vâcib olur. Çünkü yemini bozmak her ne
kadar günah ise de ana baba ile konuşmamak veya adam öldürmek günahından
ehvendir. Musannıfın «bugün fülan kimseyi öldüreceğim» ifadesini «bugün» ile
kayıtlaması yemin eden kimsenin üzerine kendi ihtiyarıyla yeminini bozmanın
ancak muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan) yeminde vâcib olduğunu bildirmek
içindir. Fakat mutlak yani zaman tayin edilmeksizin yapılan yeminde hayatının
sonunda yemini bozulacağı için yemin eden kimse öleceği zaman yemininin
keffâretini vasiyet eder. Eğer üzerine yemin ettiği şey helâk olursa yeminini
muhafaza etmek imkânı kalmamış olduğu için yemininden dolayı keffâret verir.
Hâsılı: Üzerine yemin edilen şey ya fiil yahut terk olur. Bunlardan her
birerleri ya günah olur. Yukarda zikredilen yeminler gibi, yahut vâcib olur.
Meselâ: «Vallâhi bugün ben öğle namazını kılacağım» diye yemin edilmesi
böyledir. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri farzdır. Yemini muhafaza etmek
bozmaktan evlâ olur veya yemini bozmak muhafaza etmekten evlâ olur. Meselâ:
«Vallahi ben zevceme bir ay veya iki ay cinsi yakınlıkta bulunmayacağım» diye
yemin edildiğinde zevceye karşı yumuşaklık münasip olduğu için bunda yeminin
bozulması ve keffâret verilmesi evlâdır, yahut yeminin bozulması ile bozulmaması
müsavi olur. Meselâ: «Vallahi ben şu ekmeği yemeyeceğim» diye yemin edilmesi
gibi. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri evlâdır. Fakat Allahü Teâlâ'nın:
«Yeminlerinizi,
muhafaza ediniz.» (El- Mâide sûresi; âyet: 89) kavli kerimi yemini muhafaza
etmenin vâcib olduğunu ifade eder. Bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan
yeminin iki sûreti, üzerine yemin edilen şey, ya günah veya vâcib olmak, yemini
muhafaza etmek bozmaktan evlâ olmak veya bozmak muhafaza etmekten evlâ olmak ve
yahut iki tarafı müsavi olmak üzere beş sûretine çarpılırsa on suret hâsıl olur.
Fetih.
Bir kimse kendi
nefsine bir şeyi haram edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına
sarf etmekle işlese, helâlı haram kılmanın yemin olduğu Allahü Teâlâ'nın :
(Et-Tahrîm sûresi;
âyet: 1,2)
«Ey nebi, sen
zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin
(kendine) haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok yargılayıcı, çok
esirgeyicidir. Allah yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz
kılmıştır.» kavli kerimiyle takrir ve beyan edildiği için yemini bozulmuş
olduğundan dolayı kendisine keffâret lâzım gelir. Fakat bu surette olduğu gibi
helâlı haram kılma müneccez (bir şarta talîk veya bir zamana izâfe edilmeksizin
derhal yapılan yemin) olmayıp «ben şu yemeği yersem bana haram olsun» demek
gibi. Haram olmasını kendi fiili (işi) ne talîk kıl (bağla) sa o yemeği yediği
takdirde yemini bozulmuş olmadığı için kendisine keffâret lâzım olmaz. Hülâsa.
Musannıf, Hülâsa sahibine «şarta talîk edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde
müneccez gibi olur da aralarında fark olmaz» diye itirazda bulunmuştur.
Bir kimsenin kendi
nefsine haram ettiği şey gerek şarap gibi haddi zatında haram ve a'yândan olsun,
gerek eve girme gibi fiillerden olsun, gerek başkasının mülkü olsun, eğer bu
ifadeleriyle haber vermek murad etmeyip inşa murad ederse, yemin olacağı için
üzerine yemin ettiği şeyi yaptığı takdirde kendisine keffâret lâzım gelir. Bir
kimsenin kendi nefsine haram kıldığı bir şeyi yemesi, giymesi, içinde oturması
ve nafakasına sarf etmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad
edildiği için o şeyi tasadduk veya hibe etse örfte onunla bozulmuş olmaz.
Zeylaî.
Bir kadının
kocasına «sen bana haramsın» veya «seni kendime haram kıldım» sözü helâli haram
kılma kabilindendir. Buna göre zevci kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak
istediğinde buna rıza gösterse veya zevci ona zorla cinsi yakınlıkta bulunsa
kadın üzerine keffâret lâzım olur. Mücteba.
Yine Mücteba'da
zikredilmiştir ki: Bir kimse bir cemaate «sizin kelâmınız benim üzerime
haramdır» yahut «fakirlerin» veya «Bağdat halkının kelâmı benim üzerime
haramdır» yahut «şu ekmeği yemek benim üzerime haramdır» dese bu cemaat yahut bu
fakirler veya Bağdat halkının bazılarıyla konuşsa yahut ekmeğin bir kısmını yese
yemini bozulmuş olur. Fakat «Vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği
yemem» ifadesinde ancak bu kimselerin hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini
yerse yemini bozulmuş olur.
Eşbah'da «ekmeğin
hepsini bir mecliste yemek mümkün olmasa yahut «vallâhi fülan ile ve fülan ile
konuşmayacağım» diye yemin edip her birine niyet etse yahut «fülanın
kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa bu
sûretlerde de bazısını yapmakla yeminini bozmuş olur» diye zikredilmiştir. Bu
bahsin tamamı Eşbah'dadır.
Şarih der ki: Bir
kimse bir cemaate hitaben «vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem»
dese o kimselerin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin hepsini yemedikçe yemini
bozulmaz hükmünden bilinmiş oldu ki bir kimse zevcesinin çocuklarınınevine
gelmemeleri üzere talâka yemin etse bundan sonra onlardan biri evine gelse
yemini bozulmaz.
İZAH
«Hâsılı ilh...»
Yani: Bu makamda zikredilen kelâmın hâsılıdır, yoksa metinde zikredilenin hâsılı
değildir. Çünkü metinde fiil ve terk itibariyle yalnız günah üzere yapılan yemin
zikredilmiştir.
«Vallâhi bugün ben
öğle namazım kılacağım diye yemin edilmesi gibi ilh...» Bu fiile misaldir, terke
misal: «vallâhi bugün şarap içmeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. H. Bu nevi
yeminlerin muhafaza edilmeleri farzdır.
«Yemini muhafaza
etmek bozmaktan evlâ olur ilh...» Yani: Üzerine yemin edilen şeyi yapmak
yapmamaktan evlâdır. Fiile misal: «Vallâhi bugün ben elbette kuşluk namazını
kılacağım» diye yemin edilmesi. Terke misal: «vallâhi soğan yemeyeceğim» diye
yemin edilmesidir.
Bu kısmın hükmü
velev fiil üzerine yemin edilmiş olsun, yemini muhafaza etmek evlâ veya vâcib
olmaktır. H.
«Vallâhi ben
zevceme bir ay veya iki ay cinsi yakınlıkta bulunma-yacağım ilh...» Bu terke
misaldir. Fiile misal: «Vallahi bugün ben elbette soğan yiyeceğim» diye yemin
edilmesidir. Eğer ailesine îlâ (yemin) müddeti yaklaşmayacağına yemin ederse bu,
günah üzere yapılan yemin kısmından olur.
«Bir kimse kendi
nefsine bir şeyi haram edip ilh...» Şârih bu tâbirde Bahır sahibine tâbi
olmuştur. Bahır sahibi bir kimse kendi nefsi üzerine bir şeyi haram edip sonra
onu işlese üzerine keffâret lâzım gelir. Fakat bir şeyin haram olmasını kendi
fiili üzerine talîk edip sonra onu yaparsa kendisîne keffâret lâzım gelmez.
Çünkü Hülâsa'da «bir kimse "ben şu yemeği yersem o bana haram olsun" deyip onun
haram olmasını kendi fiiline talîk kılsa sonra o yemeği yese yemin bozulmayacağı
için kendisine keffaret lâzım gelmez» diye zikredilmiştir.
«Musannıf Hulâsa
sahibine "şarta talik edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur
da aralarında fark olmaz" diye itirazda bu-lunmuştur ilh...» Fakat Musannıf'a
«bu makamda müneccez ile muallak arasında fark vardır ki müneccezde mevcut olan
yemeyi kendi nefsine haram kılmıştır. Ama muallakda taamı ancak yedikten sonra
haram kılmış olur. Çünkü ceza şartın akibinde meydana gelir, bu takdirde taam
mevcut olmamış olur» diye cevap verilir. H.
Ben derim kî:
Fetih'de Hülâsa'da zikredilen mesele zikredildikten sonra ve Dürrü'l-Müntekâ'da
zikredilmiştir ki bir kimse bir şahsa hitaben «senin evinde yiyeceğim her taam
bana haram olsun» dese kıyasa göre o şahsın evinde taam yediğinde yemini
bozulmaz. İbn-i Semâ'a, İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'dan böyle rivayet etmiştir.
İstihsana göre; yemini bozulur. Çünkü insanlar bu ifadeyle «o taamı yemek bana
haramdır» mânâsını murad ederler. Buna göre talîk suretiyle helâl olan bir şey
haram kılındıktan sonra yenirse yemini bozulur. Keza: Hıyel'de zikredilmiştir
ki: bir kimse bir şahsa hitaben: "Ben şenin yanında ebedi yemek yersem bana
haram olsun" deyip sonra yese yemini bozulmaz. bu cevap kıyasa göre olmalıdır.
Nehir sahibi de buna tâbi olmuştur.
«Haber vermek murad
etmeyip ilh...» Yani bir kimse «şu şarab bana haramdır» dese bunda iki kavil
vardır, eğer bu ifade ile şarabın haram olduğunu haber vermeyi murad etmişse
kendisine keffâret lâzım gelmez. Eğer bu ifadeyle yemin etmek murad etmişse
kendisine keffâret lazım gelmez. Hanîyye.
«Bir kimse kendi
nefsine bir şeyi haram edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına
sarf etmekle işlese ilh...» Bilmiş ol ki, a'yân (cisimler gibi kendi kendine
ayakta duran ve yer kaplayan şeyler) haram kılınarak yemin edildiğinde bu yemin
a'yândan istifade edilecek şeylere sarf edilir.
Nitekim şeriatte
a'yânın haram kılınmasından maksad onlardan istifade edilecek şeylerin haram
kılınmasıdır. Meselâ: Allahü Teâlâ'nın:
«Analarınız,
kızlarınız, kız kardeşleriniz halalarınız, teyzeleriniz... size haram kılındı.»
(En - Nisâ sûresi; âyet: 23) kavli kerimindeki analar, kızlar ve diğer haram
olan kadınların haram olmasından maksad onların nikâhlarının haram olmasıdır.
Allahü
Teâlâ'nın:
«Ölü, kan, domuz
eti..... size haram kılındı.» (El- Maide sûresi; âyet: 3) Kavli kerimindeki ölü,
kan, domuz eti ve diğer haram olan şeylerin haram olmasından maksad onların
yenilmelerinin ve içilmelerinin haram olmasıdır. Bundan dolayı Hülasa'da
zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu elbise bana haram olsun» dedikten sonra onu
giyse yemini bozulmuş olup kendisine keffâret lâzım gelir. Ancak bu ifadesiyle
giymekten başka şeye niyet ederse elbiseyi giymekle yemini bozulmuş olmaz.
«Bir kimsenin kendi
nefsine tahsis ettiği bir şeyi yemesi giymesi, içinde oturması ve nafakasına
sarfetmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi
tasadduk veya hibe etse, yemini bozulmuş olmaz ilh...» Fetih'de zikredilmiştir
ki: Bir kimse elinde bulunan dirhemler için «bu dirhemler bana haram olsun»
deyip onlarla bir şey alırsa, yemini bozulmuş olur. Eğer onları tasadduk veya
hibe ederse örfün hükmüne göre yemini bozulmaz. Yani «bu dirhemler bana haram
olsun» ifadesiyle örfde, kendisi için bu dirhemler yiyecek veya giyecek satın
alıp bununla faydalanmanın haram kılınması murad edilir. Yoksa bu dirhemlerin
tasadduk edilmesi murad edilmez. Bundan zahir olan mânâya göre; dirhemleri
borcuna verse, yemini bozulmaz. Teemmül et!
Bahır'da
«dirhemlerin zikredilmesi için bir hususiyet yoktur, hatta bir kimse kendi
nefsine haram kıldığı her hangi bir şeyi hibe veya tasadduk etse yemini bozulmuş
olmaz. Çünkü o şeyin haram kılınmasından murad o şey ile faydalanmanın haram
olmasıdır» denilmiştir.
«Bir kimse bir
cemaate "sizin kelâmınız benim üzerime haramdır" dese bu cemaattan bazılarıyla
konuştuğunda yemini bozulmuş olur ilh...Hidaye'de «bir kimse kendi nefsine haram
kıldığı şeyin gerek azını ve gerekse çoğunu yaptığında yemini bozulmuş olup
kendisine keffâret vâcib olur, çünkü haram kılma sabit olunca, haram kılınan
şeyin her cüzüne haram şâmil olur» diye zikredilmiştir.
«Fakat "vallâhi ben
sizinle konuşmam" yahut "şu ekmeği yemem" ifadesinde ancak bu kimselerin
hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur ilh...»
Yani: «Konuşmam» diye yemin ettiği cemaatin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin
hepsini yemedikçe yemini bozulmaz. O cemaatten bazılarıyla konuşsa yahut o
ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Nehir'de, Hülâsa'da ve Muhit'te
zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra bir
lokma yese yemini bozulmuş olur. Galiba yukarda zikredilen ifade ile bu ifade
arasındaki fark ekmeği kendi nefsine haram kılmada ekmeğin bütün cüzlerini haram
kılma vardır. «Vallâhi şu ekmeği yemem» ifadesinde ekmeğin hepsini yemekten
kendi nefsini menetmek vardır. Buna göre ekmeğin bir kısmını yese yemini
bozulmuş olmaz. Bununla Hâniyye'de zikredilenin zayıf olduğu anlaşılır.
Meşayıhımız «bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra o ekmekten
bir lokma yese yemini bozulmaz. Çünkü bu ifade «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim»
ifadesi gibidir. Bu ikinci ifadeyi söyleseydi ekmeğin bir kısmını yemekle yemini
bozulmazdı, sahih olan budur» demişlerdir.
Ben derim ki:
Hidâye'den naklettiğimiz söz bu farka işaret etmektedir. Bunun izahı şöyledir:
Ekmek, büyüklüğü ne olursa olsun, bir bütün ekmeğin ismidir. Bir bütün ekmeğin
bir kısmının yenilmesiyle hepsi yenildi denilmez. Fakat bir kimse ekmeği kendi
nefsine haram kıldığında onu bizzat haram olan şey yerinde kılmıştır. Şöyle ki:
Haram kılınma ekmeğin kendisine nisbet edilmiş olup o şarap ve ölü yerinde
tutulmuş olur. Buna göre haram olan bir şeyin azının da çoğunun da yenilmesi
helâl olmaz. Bir şeyin haram kılınması yemin olduğu yerde yemin eden kimse ondan
hiçbir şey yememek üzere yemin etmiştir. İşte haram kılmanın asıl mânâsı budur.
Fakat bir kimsenin «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim» ifadesi böyle değildir. Çünkü
bunda nefsini o ekmeğin her parçasından men etmek yoktur, belki o ekmeğin
hepsinden nefsini menetmek vardır. Fakat Bahır'da Hâniyye'nin kelâmı te'yid
edilmiştir. Şöyle ki: Bir ayn (kendi kendine ayakta duran ve yer kaplayan şey)in
haram kılınmasından murad o ayndan istifade edilecek şeyin haram kılınmasıdır.
Meselâ; bir kimse«şu taam bana haram olsun» dese, bundan murad o taamın
yenilmesinin haram olmasıdır. «Şu elbise bana haram olsun» dese bundan
giyilmesinin haram olması murad edilir.
«Eşbah'da "ekmeğin
hepsini bir meclisde yemek mümkün olmasa ilh...» Yani bir kimse «şu ekmeği
yemem» diye yemin edip bu ekmeğin bir oturuşta yenilmesi mümkün olmasa ve bu
ekmeğin birazını yese esah ve muhtar olan kavle göre yemini bozulur.
Bir kimse, muayyen
bir şeyi yemeyeceğine dair yemin ettiğinde kaide şudur ki; üzerine yemin ettiği
şey bir oturuşta yenilecek veya bir içişte içilecek miktar olursa yemin o şeyin
hepsi üzerine yapılmış olup o şeyin bir kısmını yemekle veya içmekle yemini
bozulmaz. Çünkü yeminden maksad onu yemekten sakınmasıdır. Eğer yemin ettiği
şeyin bir oturuşta yenilmesi veya bir içişte içilmesi mümkün olmazsa, onun bir
kısmını yemesi ve içmesiyle yemini bozulur. Çünkü bu surette yeminden maksad
yemin edilen şeyden hiç yenilmemesi olup yoksa hepsinin yenilmemesi değildir.
Bir kimse «şu iki
koyunun sütünü içmeyeceğim» diye yemin etse, bu iki koyundan her birinin sütünü
içmedikçe yemini bozulmaz. İki koyunun sütünün hepsini içmesi şart değildir.
Çünkü iki koyunun sütünün hepsinin içilmesi kastedilmiş değildir.
Bir kimse «ben şu
küpteki sade yağdan yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra, o küpteki yağdan
biraz yese yemini bozulur. Fakat «şu küpteki sade yağı satmam» diye yemin
ettikten sonra o yağın bir kısmını satsa, yemini bozulmaz. Çünkü küpteki yağın
hepsini bir oturuşta yemek mümkün değildir. Halbuki küpteki yağın hepsini birden
satmak mümkündür. «Muhît» de de böyle zikredilmiştir.
Bir kimse «ben şu
narı yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra o narı yese ancak bir veya iki
tanesini yemese istihsanen yemini bozulur. Çünkü bir veya iki taneye itibar
edilmediği için örfde hepsi yenilmiş sayılır. Eğer o narın yarısını veya üçte
birini yahut üçte birinden daha fazlasını bırakırsa yemini bozulmaz. Çünkü bu
takdirde narın hepsi yenilmiş sayılmaz. Bu izahdan malûm oldu ki; ekmek veya
başka bir şeyden bir lokma gibi az bir şeyin kalmasına itibar edilmez. Yani
hepsi yenilmiş kabul edilir. Bu, Bahır'ın yeme ve içmeye dair yemin bahsinden
hülâsa olarak alınmıştır.
«"Vallâhi fülan ve
fülan ile konuşmayacağım" diye yemin edip her-birine niyet etse ilh...» Yani
bunlardan biriyle konuştuğunda yemini bozulur. Kezâ: Bir kimse «fülan ve fülan
ile konuşmak bana haram olsun» diye yemin etse bunlardan biriyle konuşursa
yemini bozulur. Kezâ: «Bağdat halkıyla konuşmak bana haram olsun» diye yemin
eden kimse Bağdat halkından biriyle konuşursa yemini bozulur. Nehir, Mecmûun
nevazil.
«Fülan ve fülan ile
konuşmak bana haram olsun» yahut «vallâhi fülan ve fülan ile konuşmayacağım»
diye yemin edildiğinde sahih olan kavle göre o iki kimseden yalnızbirisiyle
konuşulsa yemin bozulmuş olmaz. Ancak o iki kimseden her biriyle konuşulmamaya
niyet edilirse bu takdirde onlardan biriyle konuşulduğunda yemin bozulmuş olur.
Çünkü yemin eden şahıs o iki kimseden her biriyle konuşmamaya niyet etmekle
hükmü kendi aleyhine şiddetlendirmiştir. Muhit.
Ben derim ki: Bu
hüküm atıf edatından sonra, nefiy edatı zikredilmediği takdirdedir. Eğer atıf
edatından sonra nefiy edatı ilâvesiyle «vallahi ne fülan ve ne de fülan ile
konuşurum» yahut «vallâhi ne yemek ve ne de su tadarım» denilse iki yemin olmuş
olup herhangi biriyle konuşulsa veyahut herhangi biri tadılsa yemin bozulmuş ve
keffâret icap etmiş olur.
Eğer atıf edatından
sonra nefiy edatı zikredilmeksizin «vallâhi yemek ve su tatmayacağım» denilse
bir yemin olmuş olup yemek ile sudan yalnız birisi tadılsa yemin bozulmuş olmaz.
Bezzaziyye.
«"Fülanın
kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa ilh...»
Eğer yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bildiği halde
«kardeşleriyle» diye cemi sıygasıyla yemin etmiş ise o, bir kardeşiyle konuşursa
yemini bozulur. Çünkü yemin eden şahıs cemi (çokluğu) zikretmiş müfredi
(tekliği) murad etmiştir. Yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu
bilmediği halde cemi sıygasıyla yemin etmişse o, bir kardeşiyle konuştuğu
takdirde yemini bozulmaz. Çünkü cemi zikredip müfredi murad etmemiştir. Buna
göre yemin cemi sıygası üzere baki kalmış olur. Nitekim bir kimse «şu buğdaydan
üç ekmek yemeyeceğim» diye yemin edip buğday ancak bir ekmeklik miktarı olsa
yemin eden bu miktar yemekle yemini bozulmaz. Bu, Vâkıât'dan naklen Bahır'da
zikredilmiştir.
METİN
Bir kimse «her bir
helâl» yahut «Allahü Teâlâ'nın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan her
şey bana haramdır» -Kemal «bana haram lâzım olsun» gibi ifadeleri de ziyade
etmiştir- dese o kimsenin bu ifadeleri yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir.
Fakat zamanımızda bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva
zevcesinin niyetsiz bir bâin talâkla boş olması üzeredir. Eğer bu ifadelerle
yemin eden kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş
olurlar. Eğer bu yemin eden kimse bu ifadeleriyle üç talâka niyet ederse üç
talâk vaki olur. «Talâka niyet etmedim» derse bu ifadelerin talâkta
kullanılmaları gâlib olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bu ifadelerin talâkta
kullanılmaları gâlib olduğundan dolayı bunlarla ancak erkekler yemin ederler. Bu
yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa -sonra gerek evlensin
ve gerek evlenmesin- bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya yemin olur. Eğer bu yemini
gelecek zamanda olacak bir şey üzerine olursa yemekle veya içmekle keffâret
verir. Eğer AIIahü Teâlâ'ya yeminigeçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa
yemin-i gamûs, bu yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Bu kimsenin
yemin ettiği vakitte zevcesi olup iddetsiz bâin talâkla boş olsa meselâ: Onu
kendisine cinsi yakınlıkta bulunmadan önce boşadıktan sonra yemek yese yemini
talâka sarf edildiği için kendisine keffâret lâzım gelmez. Nitekim ÎIâ bahsinde
geçmiştir.
İZAH
«Bir kimse "her bir
helâl" ilh...» Hidaye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «her bir helâl bana
haramdır» dese bu sözü yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Ancak bunlardan
başkalarına niyet ederse kabul edilir. Halbuki kıyas «her bir helâl bana
haramdır» ifadesini söyleyince hemen yemininin bozulması idi. Çünkü o kimse
nefes alma gibi mübah olan bir işi yapmıştır. Bu İmam Züfer (Rh.A.)'nın
kavlidir. İstihsana göre; nefes almakla yemini bozulmaz. Çünkü yeminden maksat,
yeminin muhafaza edilmesidir. Bu ifade mübah olan her şeye şâmil olursa yemini
muhafaza etmek mümkün olmaz. Buna göre bu ifade yeme ve içmeye sarfedilir. Örfte
bu ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılıp, mübah olan her şeye
şâmil olmadığı için niyetsiz zevcesi boş olmaz, zevcesine de niyet ederse ilâ
(dört ay ailesine yaklaşmamak üzere yapılan yemin) olur. Bu ifadeyle yapılan
yemin ancak yenilecek ve içilecek şeylere sarf edilir. Bunun hepsi zâhir
rivayenin cevabıdır. Meşayıhımız «bu ifadenin talâkta kullanılması gâlib olduğu
için bu ifadeyle niyetsiz talâk vâki olur» demişlerdir. Fetva da bunun
üzerinedir.
Ben derim ki:
«Örfte bu ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılır» cümlesinin
muktezâsı eskiden örfte bu ifade yenilecek ve içilecek şeylerde kullanılırdı.
Fakat sonra bu ifadenin talâkta kullanılması örf oldu. Bundan sonra burada
zikredilenler ilâ bahsinde kadının haram olmasına yahut zıhâra yahut yalana
yahut talâka niyet edilmesi arasındaki zikredilen tafsilâta münâfi değildir.
Çünkü zıhârda kadına hitaben: «Sen bana haramsın» gibi yalnız kadının haram
olduğunu bîldiren ifade zikredilmiştir. Burada ise «her bir hetâl bana haramdır»
gibi umum bildiren ifade zikredilmiştir. «Her helâl bana haramdır» ifadesinin
talâkta kullanılması gâlib olduğu için yemin eden kimse evli olduğu takdirde
zevcesi niyetsiz bâin talâk ile boş olur. Fetva bunun üzerinedir.
«Kemal "bana haram
lâzım olsun" gibi ifadeleride ziyade etmiştir ilh...» Burada bunun
zikredilmesinin bir mânâsı yoktur. Çünkü Kemal bu ifadeyle örfe göre ancak talâk
murad edilir, demek istemiştir. Nitekim gelecektir.
«Fakat zamanımızda
bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin niyetsiz bir
bâin talâkla boş olması üzeredir ilh...» Zamanımızdan murad Müteahhirin
zamanıdır. Pezdevî Mebsût'unda, bu ifadeyle talâk murad edilmesi insanların örfü
olmasındatevakkuf etmiştir.
Fetih'de «bilmiş ol
ki; bu gibi ifadeler bizim memleketimizde meşhur değildir. Bizim memleketimizde
meşhur olan «bana seninle konuşmak haramdır», «bana şu şeyi yemek haramdır» veya
«bana şu elbiseyi giymek haramdır» gibi umum ifade etmeyen lâfızlardır. «Bana
haram lâzımdır», «talâk bana lâzımdır» gibi ifadeler de meşhurdur. Şüphe yok ki
bu ifadelerle talîk edilmiş talâk murad edilir. Çünkü bu ifadelerden sonra «şu
şeyi yapmam» veya «şu işi elbette yaparım» ifadeleri zikredilir. Meselâ; «bana
talâk lâzım olsun ki, ben şu işi yapmam» diyen kimse bu ifadesiyle «ben şu işi
yaparsam zevcem boş olsun» manasını murad etmiştir» diye zikredilmiştir.
«Eğer bu ifadelerle
yemin eden kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş
olurlar ilh...» Bu mesele hakkında çok söz vardır. Biz bunu kendisine cinsi
yakınlıkta bulunulmamış kadının talâkı babı ile îlâ babında zikrettik. Bir kimse
zevcesine «sen bana haramsın» dese bu ifade yalnız kendisine hitap ettiği
zevcesine has olur. Fakat «her bir helâl bana haramdır» ifadesi ise dört
zevcesine şâmil olur, yani her biri bâin talâkla boş olurlar. Çünkü «her bir»
lâfzı umum ifade eden edatlardandır.
Bir kimse «zevcem
haramdır» yahut «zevcem boştur» dese dört zev-cesinden biri üzerine vakî olur.
İhtilâf ancak «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan bana
haramdır» ifadesindedir. Bazıları «muayyen olmayarak dört zevcesinden biri bâin
talâkla boş olur» demişlerdir. fakat racih olan kavle göre bu ifade zevcelerinin
hepsine şâmil olur.
«Bu yemin eden
kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa ilh...» Zahiriyye'de «her bir
helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müs-lümanlara helâl olan bana
haramdır» deyip bu ifadelerle talâka niyet etmedim dese bu ifadelerin talâkda
kullanılmaları örf olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bir kimse bir işi yaptığı
halde «ben bu işi işledim ise her bir helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı»
yahut «Müslümanlara helâl olan bana haramdır» dese yemin edenin bir veya daha
ziyade zevceleri olursa hepsi bâin talâkla boş olurlar, Zevcesi olmazsa bu
ifadeler talâka yemin olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez, Eğer bu
ifadeler «Allahü Teâlâ'ya yemin kılınırsa» yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerle
gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip sonra üzerine yemin ettiği
şeyi işlerse bu yemin edenin zevcesi olmazsa helâlı haram kılmak yemin olduğu
için kendisine keffâret lâzım olur» diye zikredilmiştir. Hâsılı: Bu ifadelerle
yemin eden kimsenin zevcesi olmaz ve geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile
yalan yere yemin etmişse bu ifadeler talâka yemin sayıldığı için müftabih olan
kavle göre yemin-i lağv olup kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yemin eden
kimsenin zevcesi yoktur. Eğer bu şekilde yapılan yemin, Allahü Teâlâ'ya yemin
yapılırsa yemin-i gamûs olur. Çünkü yemin eden kimse her ne kadar kinaye yoluyla
bu ifadelerinyemin olduğunu bilmez ise de bu ifadeler AIIahü Teâlâ'ya yeminden
kinayedir. Nitekim «ben şu işi işlersem Yahudi olayım» ifadesinin kinaye yoluyla
yemin olduğu yukarda geçmiştir.
Buna göre bu
ifadelerle geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin eden
kimsenin zevcesi bulunmadığı takdirde gerek yemin-i lağv olsun, gerekse yemin-i
gamûs olsun her iki surette yemin eden kimseye tevbe ve istiğfar lâzım gelir.
«Eğer bu yemini
gelecek zamanda olacak bir şey üzerine olursa ye-mekle veya içmekle keffâret
verir ilh...» Bir kimse «ben şu eve girersem helâl olan herşey bana haram olsun»
deyip sonra o eve girse kendisine yemin keffareti lâzım gelir. Çünkü bu ifade,
gelecek zamanda eve girmemek üzere edilen yemin-i mün'âkidedir. Yoksa yememek,
içmemek üzere yapılan yemin-i mün'âkide değildir, hatta eve girmeden önce veya
sonra yese, içse kendisine bir şey lâzım gelmez.
«Eğer Allahü
Tealâ'ya yemini geçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu
yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur ilh...» Meselâ: Bir kimse bir işi
yaptığını bildiği halde «ben bu işi yaptım ise her helâl bana haram olsun» dese
bu ifade Allahü Teâlâ'ya yemin sayılırsa yemin-i gamus olur ve kendisine
keffaret lâzım gelmez. Çünkü yemin-i gamûs büyük günahlardan olup buna keffâret
kifayet etmez. Bundan dolayı tevbe ve istiğfar etmek lazımdır. Eğer bu ifade
talaka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olması
yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı takdirdedir.
«Eğer yemin eden
kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olup ilh...» Bu ifade musannıfın «yemin
eden kimsenin zevcesi olmazsa» kavlinin mukabilidir. Zahiriyye'de zikredilmiştir
ki: Bir kimse gelecek zamanda olacak bir şey üzerine bu ifadelerle meselâ; «ben
şu işi yaparsam helâl olan her şey bana haram olsun» diye yemin edip sonra o işi
yaparsa zevcesi yoksa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret
lâzım gelir. Yemin ettiği vakit zevcesi olup üzerine yemin ettiği şeyi yapmadan
önce zevcesi ölür veya iddetsiz bâin talâkla boş olduktan sonra üzerine yemin
ettiği şeyi işlerse kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü yemin ettiği vakit
zevcesi bulunduğu içen yemini talâka sarf edilmiştir. Yemin ettiği vakit zevcesi
olmayıp sonra evlense bundan sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlese zevcesinin
boş olmayıp olmamasında ihtilâf vardır. Fakîh Ebû Cafer «zevcesi talâkı bâinle
boş olur» demiştir. Başkası zevcesinîn boş olmadığını söylemiştir.
Fakîh Ebûl- Leys,
zevcesi boş olmaz diyenin kavlini almıştır, fetva da bunun üzerinedir. Çünkü bu
kimsenin yemini, yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı için Allahü Teâlâ'ya
yemin kılınmıştır. Binaenaleyh bundan sonra talâk vakî olmaz.
METİN
Nezr (adak) ın
mahiyeti ve nevileri :
Bir kimse mutlak
veya bir şarta mualak bir şeye nezredip, nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib
veya farz bulunursa, -Musannıf bunu Bahır ve Dürer sahibine tâbi olarak ilerde
açıklayacaktır- nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olup ve kendisine
talîk olunan şart da bulunursa nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi vâcib
olur. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:
«Her kim bir şeyi
nezredip ismini söylerse kendisine ismini söylediği şeyi yerine getirmesi vâcib
olur.» buyurmuşlardır. «Nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olursa»
kaydıyla abdest almaya ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan nezirler, nezrin
tarifinden çıkmıştır. (Yani bunları yapmak için yapılan nezirler muteber
değildir.)
Oruç, namaz,
sadaka, vakıf, i'tikaf, köle âzâd etme, yürüyerek de olsa hac gibi ibadetlerin
nezri sahihtir. Çünkü bunlar bizzat maksud olan ibadetler olup kendilerinin
cinslerinden vâcib ibadet bulunmaktadır. Namazda, oruçda, sadakada vacib
ibadetin bulunduğu açıktır. Keffâretde köle âzâd etmek, Mekke-i Mükerreme
halkından yürüyerek hacca muktedir olan kimselere yürüyerek hacca gitmek
vacibdir.
Namazda ka'de-i
ahire durmakdır, i'tikâf gibi (yani: i'tikâf, ka'de-i ahire gibi durmakdır ki
galiba i'tikâfda durmak namazda oturuş heyeti üzere olur da i'tikâf sanki
ka'de-i ahire cinsinden olur).
Her beldede
beytülmalden Müslümanlar için mescit vakfı hükümdar üzerine vâcibdir. Eğer
hükümdar bunu yapmazsa mescit yapmak Müslümanlar üzerine vâcibdir.
Hastayı ziyaret
etmek, cenazeyi uğurlamak, her ne kadar Peygamberimiz (S.A.V.) in mescidi veya
Mescid-i Aksa'ya olsa da mescide girme gibi kendilerinin cinsinden farz
bulunmayan şeylere nezreden kimseye nezrettiği şeyleri yerine getirmek lâzım
olmaz. Çünkü bunların cinsinden maksud olan bir farz yoktur. Nezrin lâzım
olmasında kaide kendi cinsinden maksud olan bir farzın bulunmasıdır. Nitekim
Dürer'de yazılıdır.
İZAH
«Bir kimse mutlak
nezretse ilh...» Yani bir kimse bir şarta bağlamayarak meselâ «nezrim olsun bir
sene oruç tutayım» dese mutlak yani şarttan hali nezretmiş olur. Bir kimse bir
söz söylemek murad edip ağzından nezir çıksa nezir kendisine lâzım gelir. Çünkü
nezrin şakası da talâk gibi ciddidir. Nitekim Feth'in oruç bahsinde beyan
edilmiştir.
Bir kimse «nezrim
olsun bir gün oruç tutayım» diyeceği yerde «nezrim olsun bir ay oruç tutacağım»
dese bir ay oruç tutması lâzım olur. Valvâlciye'den naklen Bahrın savm bahsinde
zikredilmiştir.
«Nezredilen şey
bizzat maksud olan bir ibadet olup ilh...» Nezrin şartları: Nezredilen
şeyincinsinden bir farz veya vâcib bulunmalıdır. Nezredilen şeyin cinsinden
bulunan farz veya vâcib bizzat maksud olan bir kurbet ve ibadet olmalıdır.
Binaenaleyh hastayı ziyaret etmek, cenazeyi uğurlamak, abdest almak, gusül
etmek, mescide girmek, Mushaf-ı şerifi almak, ezan okumak, kervansaray, mescit
yaptırmak gibi şeyler için yapılacak bir nezir sahih değildir. Çünkü bunlar her
ne kadar kurbet ise de bizzat maksud ibadet değildirler.
«Ölüyü techiz ve
tekfin etmeye yapılan nezirler ilh...» Yani ölüyü techiz ve tekfin etmek için
yapılan nezir sahih değildir. Çünkü ölüyü kefenlemek maksud olan bir ibadet
değildir. Belki üzerine namazın sahih olması içindir. Ölünün örtülü olması
namazın sahih olmasının şartıdır.
«Kendisine talik
olunan şart da bulunursa ilh...» Yani bir kimse şarta bağlı olarak meselâ "oğlum
askerden gelirse Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım" dese bir şarta
muallak nezir yapmış olup, oğlu askerden gelince üç gün oruç tutması vâcib
olur.
«Nezreden kimseye
nezrini yerine getirmesi vâcib olur ilh...» Yani: nezrettiği asıl ibadeti yerine
getirmesi vâcib olur. Yoksa nezrettiği şeyin vasfını yerine getirmek vâcib
olmaz. Çünkü mutlak bir nezir muayyen olsa bile mekan (yer) a, zamana, belirli
paraya, belirli fakire inhisar etmez. Buna göre bir kimse «perşembe günü oruç
tutayım» yahut «Beytullah'ta şu kadar rekât namaz kılayım» yahut «bu parayı
bayram günü fülan beldede fülan fakire vereyim» diye nezrettiği halde buna
muhalif olarak başka bir günde oruç tutsa veya başka bir mescitte o kadar rekât
namaz kılsa veya o miktarda başka bir parayı beldede başka bir fakire verse
nezrini yerine getirmiş olur. Bahır, Fetih.
«Bir hadis-i
şeriflerinde ilh...» Fetih'te «bu hadis-i şerif garibtir» de-nilmiştir. Nezir
meşru bir ibadettir. Meşruiyeti kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir.
Kitabtan delili;
«Nezirlerini de îfa
etsinler» (El - Hacc sûresi; âyet: 29)âyet-i kerimesidir. Hidaye sahibi «"oruç
bahsinde nezri îfa etmek vâcibdir. Çünkü nezir hakkında âyet-i kerime vardır. Bu
âyet-i kerime katiyyet ifade ettiği için nezrin farz olmasını icab eder" diye
yapılan itiraza bu âyet-i kerime te'vil edilmiştir. Çünkü ondan günaha dair
yapılan nezir ile cinsinden farz veya vâcib bulunmayan nezir tahsis edilmiştir.
Buna göre âyet-i kerimenin delaleti kat'i olmaz. Müteahhirin'den nezrin îfasının
farz olduğunu söyleyen âlimler nezrin îfasının vâcib olduğuna icma ile istidlâl
etmişlerdir.» demiştir. Bürhan'dan naklen Şürünbülali'de «nezrin îfası farzdır»
diye zikredilmiştir.
METİN
Bahır'da nezrin beş
şartı üzerine «nezredilen şey bizzat günah olma-malıdır» ifadesi de ziyade
edilmiştir. Buna göre bir kimse, Ramazan-ı şerif bayramının birinci gününde
yahut kurban bayramının dört gününde oruç tutmayı nezretse, bu sahih olur. Çünkü
bu günlerdeesasen oruç tutmak bizzat günah olmayıp günah olması ancak Allahü
Teâlâ'nın ziyafetinden yüz çevirme bulunduğu içindir.
Nezredilen şey,
nezirden önce nezreden kimse üzerine yapılması vâcib bulunmamalıdır. Buna göre
bir kimse «nezrim olsun farz olan haccı yapayım» dese kendinin üzerine farz olan
hacdan başka bir şey lâzım olmaz.
Nezredilen şey,
nezreden kimsenin mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır. Buna
göre, bir kimse yüz dirheme mâlik olduğu halde «derhal bin dirhem tasadduk
etmesini» nezir etse kendisine ancak bu yüz dirhemi tasadduk etmek lazım olur.
Hülâsa'dan naklen Bahır sahibinin sözü burada sona ermiştir.
Şârih (Rh.A.) der
ki, Zevâhirü'l-Cevahir'de nezredilen şey "haddi zatında muhal olmamalıdır. Buna
göre, bir kimse «dünkü günde oruç tutayım" yahut «dünkü günde i'tikâfa gireyim»
diye nezretse nezri sahih olmaz» denilmiştir.
Kınye'de
zikredilmiştir ki: Bir kimse zenginlere tasadduk etmeyi nezretse yolculara niyet
etmedikçe bu nezri sahih olmaz. Bir kimse her namazdan sonra şu kadar tesbih
çekmeyi nezretse bu nezir kendisine lâzım olmaz. Bir kimse Peygamberimiz
(S.A.V.) üzerine her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir
kendisine lâzım olur. Bazıları «lâzım olmaz» demişlerdir.
İZAH
«Nezredilen şey
bizzat günah olmamalıdır ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Nezredilen şey
haram liaynihi (haddi zatında haram) yahut kendisinde kurbet ve ibadet olmayan
bir ma'siyet olursa nezir sahih olmaz. Binaenaleyh Ramazan-ı Şerif bayramının
birinci gününde veya kurban bayramının dört gününde oruç tutmak nezredilse bu
nezir sahih olur. Şu kadar var ki o günlerde oruç tutulması yasaklanmış olmakla
o günlerde oruç tutulmayıp sonra kaza edilmelidir. Bununla beraber o günlerde
oruç tutulsa nezir yerine getirilmiş olur.
Bir kimse nezri
ma'siyete izâfe edip meselâ: «nezrim olsun falan kimseyi öldüreyim» dese bu
yemin olur, hâlis olmakla kendisine keffâret lâzım gelir.
Ben derim ki:
Hasılı; nezrin şartı nezredilen şey maksud olan ibadet olmalıdır. Eğer
nezredilen şey günah olursa, nezir sahih olmaz, Nezredilen bir şeyin kurbet ve
ibadet cihetinden yerine getirilmesi lâzımdır. Yoksa kabul edilen bütün
vasıflarıyla birlikte yerine getirilmesi lâzım değildir. Buna göre bayram
günlerinde oruç tutmak nezredilse orucun oruç olması cihetinden sahih olup
orucun bayram günlerinde olma vasfı lağv olur. Bundan dolayı Fetih'de
zikredilmiştir ki: İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; bir kimse abdestsiz iki rekât
namaz kılmayı nezretse bu nezri sahih olup, «abdestsiz» ifadesi hükümsüzdür.
İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre bu nezir sahih olmaz. Bir kimse kıraatsiz iki rekât
namaz kılmayı nezretse bunezir sahih olup kıraatla kılması lâzım gelir. Bir
kimse bir rekât namaz kılmayı nezretse kendisine iki rekât namaz kılması lâzım
gelir. Üç rekât namaz kılmaya nezretse kendisine dört rekât namaz kılması lâzım
gelir.
«Nezredilen şey,
nezirden önce nezreden kimse üzerine yapılması vâ-cib bulunmamalıdır ilh...»
Bedâyı'nın kurban bahsinde zikredilmiştir ki: Bir kimse kurban bayramı
günlerinde bir koyun kurban kesmeyi nezredip kendisi zengin ise biz Hanefilere
göre; biri nezir, diğeri şeriat tarafından vâcib kılınan kurban olmak üzere iki
koyun keser. Ancak «nezir» ifadesiyle üzerine vâcib olan kurbanı haber vermeyi
kastederse kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Eğer bayram günlerinden önce
bir koyun kurban etmeyi nezrederse ihtilâfsız kendisine iki koyun kurban kesmesi
lâzım olur. Çünkü bayram günlerinden önce bu ifadenin kendi üzerine vâcib olan
kurbandan haber vermeye ihtimali olmaz. Zira vakitten önce üzerine kurban kesmek
vâcib değildir.
Kezâ: Bir kimse
fakir olduğu halde kurban bayramı günlerinden önce bir koyun kurban kesmeyi
nezredip kurban bayramı günlerinde zengin olsa kendisine iki koyun kurban kesmek
lâzım olur.
Velhâsılı: Kurban
nezretmek sahihtir. Fakat bu nezredilen kurban şeriat tarafından üzerine vâcib
kılınan kurbandan başka kurbana sarf edilir. Yani kendisine iki kurban kesmek
lâzım olur. Ancak bu ifadeyle üzerine vâcib olan kurbandan haber vermeyi
kastederse ve bu kurban nezri de bayram günlerinde olursa kendisine bir kurban
kesmek lâzım olur. Bir kimse hacca gitmeyi nezretse yine bu kimseye iki hac
etmek lâzım olur. Çünkü kurban ile hac bazan vâcib olmazlar, fakat farz olan hac
böyle değildir. Çünkü farz olan hac zaten yapılması lâzım bir farz
bulunmaktadır. Ramazan orucu ve öğle namazı gibi. Buna göre farz olan haccın
nezredilmesi sahih değildir. Eğer hac, namaz ve oruç gibi nafile ve vâcib olursa
sahih olur. Nitekim bunun izahı inşaallah kurban bahsinde ge-lecektir.
«Nezredilen şey,
nezreden kimsenin mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır ilh...»
Meselâ: Bir kimse «Allah için nezrim olsun şu koyunu kurban edeyim» dese halbuki
koyun başkasının mülkü olsa bu nezir sahih olmaz. Bahır.
«Nezredilen şey
haddi zatında muhal olmamalıdır ilh...» Bu muhal, şer'i muhale de şamil olur.
Meselâ: Bir kadın «nezrim olsun âdet günlerimde oruç tutayım» dese bu nezri
sahih olmaz. Bir kadın «nezrim olsun yarın oruç tutayım» dese ertesi gün âdet
görse İmam Muhammed ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima)'e göre; bu nezir bâtıldır.
Çünkü o kadın orucu caiz olmayan bir vakte izâfe etmiştir. İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'a göre; bu nezir sahihtir. Çünkü orucun sahih olacağı bir vakitte
yapılmıştır, orucun caiz olmayacağı bir zamana izâfe edilmemiştir. Çünkü ertesi
günü kadının oruç tutması mümkündü, fakat âdet görmekle oruç tutmaktan
âcizolmuştur. Şiddetli hasta olmakla âciz olmak gibi. Buna göre nezir sahih olup
temizlendiği vakit onu kaza eder. Nitekim bir kadın «bir ay oruç tutmayı» nezir
etse bu nezri sahih olup âdet günlerini kaza etmesi kendisine lâzım olur. Çünkü
kadının bir ay âdet görmemesi caizdir. İhtiyar.
«Kınye'de
zikredilmiştir ki ilh...» Nitekim Bahır'da olduğu gibi Kınye' nin ibaresi
şöyledir: Bir kimse zenginlere bir altın tasaddukta bulunmayı nezretse bu nezri
sahih olmaz. Ancak yolculara niyet ederse sahih olur. Çünkü yolcular yolda
parasız kaldıklarında her ne kadar memleketlerinde zengin bile olsalar
kendilerine zekât verilmesi caizdir.
«Bir kimse her
namazdan sonra şu kadar tesbih çekmeyi nezretse ilh...» Galiba Kınye sahibinin
«tesbih» ile muradı namazlardan sonra söylenen 33'er defa «Sübhanallah»
«Elhamdülillah», «Allahüekber»'dir. Tağlîb için üçüne birden «tesbih»
denilmiştir. Burada bunların cinsinden vâcib veya farz bulunmadığına işaret
vardır. Halbuki müftabih olan kavle göre teşrik (kurban bayramı günlerinde
getirilen) tekbir vâcibdir.
Kezâ: İftitah
tekbiri bayram namazının tekbirleri vâciptir. Buna göre vâcib ile murad,
ıstılahı vâcib olduğu için tekbir nezredildiğinde bu nezrin sahih olması
lâzımdır. T.
Ben derim ki:
Şârih'in zikrettiği Kınye'nin ibaresi değildir. Nitekim Bahır'da da böyledir.
Kınye'nin ibaresi şöyledir: Bir kimse bunları her namazdan sonra on'ar defa dua
niyetiyle demeyi nezretse bu nezri sahih olmaz.
Kezâ: Bir kimse
Kur'an okumayı nezretse yine bu nezri de sahih olmaz. Kuhustânî bunun sebebini
i'tikâf bahsinde «kıraat namaz için farzdır» diye açıklamıştır. Hâniyye'de «bir
kimse «şu işi yaparsam Beytullah'ı tavaf edeyim, Safa île Merve arasında sa'y
edeyim» yahut «Kurân-ı Kerîm okuyayım» diye nezretse kendisine bir şey lâzım
gelmez» denilmiştir.
Ben derim ki: Bu
meseleler müşküldür, çünkü kıraat maksud olan bir ibadettir. Bunun cinsinden
vâcip vardır. Kezâ: Tavaf da maksud olan bir ibadettir. Sonra «tavafın nevileri
babında tavafın beşinci nevi nezir tavafıdır ki bu tavaf vâcib bir tavaf olup
hiç bir zamana mahsus değildir» diye gördüm. Buna göre tavaf etme
nezredildiğinde sahih olur.
«Bir kimse
Peygamberimiz (S.A.V) üzerine her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye
nezretse, bu nezir kendisine lâzım olur ilh...» Çünkü bunun cinsinden farz
vardır. Ömürde bir defa Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirmek
farzdır. Mübarek ismi şerifleri her zikredildiğinde salavât-ı şerife getirmek
vâcibdir. Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salâvat-ı şerife getirmek amelî
farzdır. Buna göre nezredilen şeyin cinsinden olan farzın kat'i farz olması şart
değildir. T. Nezredilen şeyin cinsinden olan farzın kat'i farz olmasını şart
koşanlara göre; Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirme
nezredildiğinde bu nezir lâzım olmaz. T.
METİN
Bir şarta muallak
olan nezirlerde tafsilat vardır; Olması istenilen bir şarta talîk edilen bir
nezir, meselâ: Bir kimse «gâip olan fülan kimse gelirse» yahut «şu hastalıktan
iyi olursam Allah için nezrim olsun beş gün oruç tutayım» yahut «şu kadar sadaka
vereyim» deyip o şart bulunduğu takdirde yani gâip olan kimse gelir yahut
hastalıktan iyi olursa beş gün oruç tutması yahut nezrettiği sadakayı vermesi
icap eder. Olması istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan bir nezre gelince,
meselâ; Bir kimse «falanca kadınla zina edersem bir ay oruç tutmak nezrim olsun»
deyip şart bulunduğu takdirde mezhepten muhtar olan kavle göre nezreden kimse
muhayyer olup dilerse nezrini yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti
verir. Çünkü bu ifade zahiri itibarî ile nezir, mânâsı itibari ile yemindir.
Mükellef olan bir kimse mülkünde bulunan kölesinin âzâdını nezretse kendisine
nezrini yerine getirmek lazım olur. Eğer nezrini yerine getirmezse vâcibi veya
farzı terk etmesiyle günahkâr olur. Kaadının hükmü altına girmediği için kaadı
onu nezrini yapması için cebredemez. Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse Hz.
İbrahim (A.S.)'ın kıssasından dolayı kendisine bir koyun boğazlamak lâzım olur.
İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî «çocuğun öldürülmesinin nezredilmesi ittifakla
sahih olmadığı gibi bu nezirde sahih olmaz» demişlerdir.
Bir kimse intihar
etmeyi yahut kölesini boğazlamayı nezretse bu nezri lağv (hükümsüz) olur. İmam
Muhammed (Rh.A.) «bu nezirde de bir koyun vâcib olur» demiştir. Bir kimse
babasını yahut dedesini yahut anasını boğazlamayı nezretse bu şahıslar kendinin
kesbi olmadığı için nezri icmaen lağv olur. Bir kimse «ben şu hastalığımdan iyi
olursam bir koyun boğazlayayım» yahut «üzerime bir koyun kesmek lâzım olsun»
deyip bundan sonra o kimse iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü
boğazlamanın cinsinden farz olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır. Binaenaleyh
bu nezir sahih olmaz, ancak nezreden kimse bu ifadesinin üzerine «onun etini
tasadduk edeyim» sözünü ziyade ederse kendisine o nezri yerine getirmek lâzım
olur. Çünkü sadaka cinsinden zekât gibi farz vardır. Fetih, Bahır. Buna göre
Dürer'in ibaresinde tenâkuz vardır. Minah,
Bir kimse «benim
üzerime Allah için ,bir deve boğazlayıp etini tasadduk etmek nezrolsun» deyip
bundan sonra onun yerine yedi koyun boğazlasa caiz olur. «Mecmuünnevazil» adlı
kitabda böylece zikredilmiştir. Bunun vechi gizli değildir. Kınye'de
zikredilmiştir ki; bir kimse «benden şu dert giderse benim üzerime şu kadar şey
nezr olsun» dedikten sonra o dert gidip sonra yine geri gelse kendisine lâzım
gelmez. Çünkü bu kimsenin muradı dert gittikten sonra bir daha geri
gelmemesidir.
İZAH
«Bir şarta muallak
olan nezirlerde tafsilat vardır ilh...» Bilmiş ol ki bir şarta bağlanmış
olannezir meselesinde iki kavil vardır. Birincisi Zahirü'r-Rivâye kitablarında
zikredilmiş olan kavildir ki: Nezir, gerek istenilen bir şarta bağlanmış olsun,
meselâ: «Allah benim şu hastalığıma şifa ihsan ederse on gün oruç tutmak nezrim
olsun» denilmesi gibi, gerek istenilmeyen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ:
«Ben Zeyd ile konuşursam veya şu eve girersem Allah için bir ay oruç tutmak
nezrim olsun» denilmesi gibi. Bu iki surette şart bulunduğu takdirde nezredilen
şeyin mutlaka yerine getirilmesi vâcib olur. İkinci kavilde tafsilât vardır.
Yani: Nezir olması istenilen bir şarta bağlanmış olursa o şartın gerçekleşmesi
takdirinde nezredilen şeyin yerine getirilmesi vâcib olur. Meselâ: Bir kimse
«oğlum askerden gelirse Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım» deyip oğlu
askerden gelirse üç gün oruç tutması vâcib olur. Çünkü şart olan oğlunun
askerden gelmesi, o kimsece istenilen şeydir. Eğer nezir istenilmeyen bir şarta
bağlanmış olursa bunda nezreden muhayyer olup şart gerçekleşince dilerse nezrini
yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti verir. Meselâ: «şu eve girersem
Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» diye nezreden kimse o eve girerse
muhayyer olur, dilerse bu nezrini yerine getirir. Yani bir ay oruç tutar,
dilerse yemin keffâreti verir. Çünkü eve girmek şartı kendisince
istenilmemiştir, bu nezir bir nevi yemin demektir. Bu ikinci kavil İmam-ı Azam
(Rh.A.)'dan rivayet edilmiş olup ölümünden yedi gün önce buna dönmüştür.
Hidaye'de «bu İmam Muhamrrred (Rh.A.)'in kavlidir. Sahih olan da budur»
denilmiştir. Muhtar, El - Mecma', Muhtasarü'n - Nikâye, Mültekâ ve diğer fıkıh
kitablarının metinlerinde bu ikinci kavil tercih edilmiştir. Nevâdir'de rivayet
edilen ye Muhakkıkının muhtarı da budur. İmam Şâfiî (Rh.A.)'nin mezhebi de
budur. Fetih.
Bahır sahibi bunun
rivayette aslının olmadığını zannedip «Nevadir'in rivayetinde; "nezreden kimse,
gerek olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun gerek olmasını
istemediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun her iki surette de mutlaka
muhayyerdir." Hulâsa'da da böyle zikredilmiştir. Fetva da bununladır.» demiştir.
Halbuki bilindiği gibi Nevâdir'de rivayet edilmiş olan, zikredilen tafsilâttır.
Nehir'de zikredilmiştir ki:
«Hulâsa'da olan
olması istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan nezirdir. Yoksa bir şarta bağlanmış
olan nezrin iki kısmı murad edilmiş değildir.» Velhâsılı; bir şarta bağlanmış
olan nezir meselesinde iki kavil vardır. Birincisi asla muhayyerlik olmayan
Zahirü'r-Rivâye kitablarında zikredilmiş olan kavildir. İkincisi zikredilen
tafsilâttır. Bahır sahibinin «Nevâdir'in rivayetinde mutlaka muhayyerliktir.
Fetva da bununladır.» diye vehmettiği şeyin aslı yoktur. Nitekim Allâme-i
Şürünbülâlî bunu, «Tuhfetün - Nıhrîr» adlı risalesinde izah etmiştir.
«Olması istenilen
bir şarta talîk edilen bir nezir ilh...» Eğer nezreden fasık olup mâsiyet
(günah) olan bir şartı murad edip nezri o şarta bağlasa, meselâ: «Bir kimse
gizlice sevgilimi ziyaret edersem, yalın ayak Beytullah'ı ziyaret etmek nezrim
olsun» deyip şart bulunduğutakdirde yani sevgilisini ziyaret edince nezri yerine
getirmek kendisine vâcib olur mu? yoksa olmaz mı? Bana öyle geliyor ki; vâcib
olur. Çünkü nezredilen şey taat olup onun vücubunu bir şarta bağlamıştır. Şart
her ne kadar işlenmesi haram olan bir günah olsa bile bulunduğu takdirde
nezredilen şeyi yerine getirmesi kendisine lâzım olur. Çünkü bu taat günahı
işlemeye sevk edici değildir, bilakis günah işlemekten men edicidir, nezrin
tarifi buna da şâmildir. Bundan dolayı bir kimse «falan kadınla zina edersem
Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» dese bu nezri sahih olur. Fakat şart
bulunduğu takdirde nezredilen şey ile yemin keffâreti arasında muhayyer olur.
Çünkü o kimse olmasını istemediği bir şarta nezri bağlamış olduğu için bu
nezirde bir nevi yemin mânâsı vardır. Nitekim izahı ileride gele-cektir. Fakat
olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir böyle değildir. Çünkü bunda
yemin mânâsı yoktur. Buna göre yalnız nezredilen şeyin yerine getirilmesi lâzım
olur.
«Çünkü bu ifade
zahiri itibari ile nezirdir ilh...» Çünkü o kimse bu ifa-deyle şartın
bulunmamasını kastetmiştir. İki cihetten hangisini dilerse onu yapar. Yani;
dilerse nezrettiği şeyi yerine getirir, dilerse yemin keffâreti verir. Olmasını
istediği bir şarta nezri bağlayan kimseye gelince bu ifadesiyle şartın
bulunmasını istediği için bu ifadede yemin mânâsı yoktur. Zira bu kimsenin
maksadı, şart kıldığı şeyin gerçekleşmesini arzu etmektir. Dürer.
«Bir kimse çocuğunu
boğazlamayı nezretse ilh...» Bu ifadeyle nezreden kimsenin harem-i şerifte veya
harem-i şerifin dışında bayram günlerinde bir koç boğazlaması vacib olur.
Rivayetlerin çoğunda bu ifadeyle nezrin sahih olması için nezreden kimsenin «Hz.
İbrahim Halîlullâh'ın makamında» veya «Mekke'de» sözünü söylemesi şarttır.
İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre şart değildir. Kâfî, Mecma şerhi,
Dürerü'l-Bihâr şerhi.
İhtiyar adlı
kitabda zikredilmiştir ki: Bir kimse çocuğunu boğazlamayı veya kesmeyi nezretse
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; kendisine bir koyun
boğazlaması lâzım gelir. Kezâ: Bir kimse intihar etmeyi veya kölesini
boğazlamayı nezretse İmam Muhamed (Rh. A.)'e göre; yine kendisine bir koyun
boğazlaması lazım gelir. Bir kimse babasını, anasını boğazlamayı nezretse bu
husustu İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan iki rivayet vardır. Esah olan rivayete göre bu
nezir sahih olmaz. İmam Ebû Yusuf ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima) «bu nezirler
günahla nezir olduklarından dolayı sahih olmaz» demişlerdir. İmam-ı Azam ile
İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in çocuğun nezredilmesinin sahih olmasında
delilleri Hz. Ali (R.A.), İbn-i Abbas (R.A.) ve diğer Sahabe-i Kiram'dan bir
cemaatin mezhebidir. Bu gibi meselelerin kıyas ile bilinmesi mümkün
olamayacağından Peygamberimîz (S.A.V.)'den işitmiş olacaklardır. Çünkü çocuğu
boğazlamayı vâcib kılmak bir koyun boğazlamayı vâcip kılmaktan ibarettir. Hatta
bir kimse Mekke-i Mükerreme'de çocuğunu boğazlamayı nezretse harem-i şerifte bir
koyun boğazlamak kendisine vâcib olur. Çünkü Allahü Teâlâ Hz. İbrahim Halîlullâh
üzerine çocuğunu boğazlamayı vâcip kılmış, sonra
(Saffât sûresi;
âyet: 105)
«Biz ona: "Ya
İbrahim, rüyâna sadâkat gösterdin."» ( En - Nahl sûresi; âyet: 123 ) buyurup bir
koç kesmesini emretmiştir. Binaenaleyh bizim şeriatımızda da böyle olur. Bunun
böyle olması ya Allahü Teâlâ'nın:
«Sonra (Habibim)
sana: «Muvahhid bir Müslüman olarak İbrahimin dinine uy. O, hiçbir zaman
müşriklerden olmadı» diye vahyetdik.» Kavl-i kerimi bulunduğu için veya bizden
öncekilerin şeriatının neshedilmiş olduğu sâbit olmadıkça bize de şeriat olarak
lâzım olduğu içindir.
Çocuğunu kurban
etmeyi nezretmenin bir çok benzerleri vardır: Beytullâh'a yürüyerek gitmeyi
nezretmek, hac veya umre yapmaktan ibarettir. (Beytullâh'da kesilmek üzere
gönderilen kurban) vâcip kılmak, bir koyun vâcib kılmaktan ibarettir. Çocuğun
boğazlanmasının nezri, koyun kesmekten ibaret olunca günah olmaz. Bilâkis kurbet
olur. Hatta meşayıhtan İsbicâbî ve diğerleri «çocuğunu boğazlamayı nezreden
kimse çocuğun bizzat kendisini boğazlamayı murad edip ve bunun günah olduğunu
bilirse bu nezri sahih olmaz» demişlerdir.
Şehy-i fâni (çok
yaşlı kimse) hakkında oruç günahtır. Çünkü oruç onu helâke götürür. Bununla
beraber oruç tutmayı nezretse bu nezri sahih olup kendisine orucun fidyesi vâcib
olur. Zira şeyh-i fâni oruç tutmayı nezretmekle fidyeyi kabul etmiş olur. İmam
Muhammed'e göre; bir kimsenin kendi nefsi ve kölesi üzerine olan velâyeti,
çocuğu üzerine olan velâyetinin üstündedir. Bu itibarla kendi nefsini veya
kölesini boğazlamayı nezretse bu nezri sahih olup çocuğun nezrinde olduğu gibi
kendi üzerine bir koyun boğazlamak lâzım gelir. İmam-ı Azam «çocuğun
boğazlanması nezredildiğinde bu nezrin sahih olup çocuğun yerine koyun kurban
edilmesinin vâcib olması kıyasın hilâfına olup Hz. İbrahim Halilullâh'ın
kıssasıyla bilinmektedir. Bu kıssa çocuğun boğazlanması hakkında varid olmuştur.
Buna göre yalnız çocuğun boğazlanması nezredildiğinde koyun boğazlamak vâcib
olur. Fakat bir kimse kendi nefsini, kölesini, anasını, babasını veya dedesini
boğazlamayı nezrettiği takdirde bu nezri sahih olmaz» demiştir. Hatta bir kimse
çocuğunu «katil» lâfzıyla nezretse ittifakta kendisine bir şey lâzım gelmez.
Çünkü âyet-i kerime "boğazlama" lâfzıyla varid olmuştur. Bir kimse «nahr» (deve
boğazlama) lâfzıyla çocuğunu nezretse, bu nezri de sahih olup kendisine bir
koyun kesmek lâzım olur. Fakat katil lâfzıyla nezirde bulunsa, bu nezri sahih
olmaz. Çünkü «zebh» (kesmek), «nahr» (deveyi göğsünden boğazlama) lâfızları
Kuran-ı Kerim'de kurbet ve ibadet olarak varid olmuşlardır. Fakat "katıl" lâfzı
ise Kuran-ıKerim'de ukubet, intikâm ve nehy olarak varid olmuştur. Bundan dolayı
bir kimse «katil» lâfzıyla koyun boğazlamayı nezretse, bu nezri sahih
olmaz.
«Boğazlamanın
cinsinden farz olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır ilh...» Bu, Bahır
sahibinin açıkladığı sebebtir. Fakat Hâniyye'de olan buna münâfidir. Şöyle ki:
Bir kimse "ben şu hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım" deyip sonra
iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Ancak «ben şu hastalığımdan iyi
olursam, Allah için bir koyun boğazlamak nezrim olsun» deyip sonra iyi olsa,
kendine bir koyun boğazlamak vacib olur. Bu, Dürer'in metninin ibaresidir.
Şerhinde bunun sebebini şu kavliyle açıklamıştır. Çünkü nezrin lazım olması
ancak nezreden kimse ifadesinde «nezir» lâfzını kullandığında lâzım olur. Bu
ifadelerin birincisinde nezir lâfzı bulunmayıp, ikincisinde bulunmaktadır. Buna
göre «ben şu hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım» ifadesindeki
«bir koyun boğazlayayım» lâfzı nezre delâlet eden sıyga olmadığı için bu ifade
nezir olmayıp bir vaattir. Bezzaziye'de zikredilen de bunu te'yid eder. Şöyle
ki: Bir kimse «oğlum şu felaketten kurtulursa yaşadığım müddetçe oruç tutayım»
deyip sonra çocuğu kurtulsa bu bir vaat olduğu için kendisine bir şey lâzım
gelmez. Fakat yine Bezzaziye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu hastalığımdan
sıhhat ve afiyete kavuşursam bir ay oruç tutayım» dese «Allah için bir ay oruç
tutmak nezrim olsun» demedikçe o hastalık dan iyi olunca bir ay oruç tutma
kendisine vâcib olmaz, Fakat istihsana göre; bir ay oruç tutmak kendisine vâcib
olur. Bir kimse «ben şu işi yaparsam hac edeyim» deyip sonra o işi yapsa
kendisine hac vâcib olur. Bundan anlaşıldı ki Dürer'in «vâcib olmaz» demesi
kıyasa göredir, istihsana göre değildir. Çünkü istihsana göre bu ifadelerle
nezir sahihtir.
Musannıfın «"şu
hastalığımdan iyi olursam bir koyun boğazlayayım" yahut "üzerime bir koyun
kesmek lâzım olsun" diyen kimseye bir şey lâzım gelmez» kavli de kıyasa göredir.
Bir kimse on kurban
kesmeyi nezretse kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Çünkü on kurban kesmeyi
nezreden kimseye iki kurban kesmesi lâzımdır diye emir bulunmaktadır. Vehbâniyye
şerhinde «esah olan kavle göre on kurban kesmesi vâcibdir. Çünkü cinsinden vâcib
bulunan şeyi Allah için kendi üzerine vâcib kılmıştır» denilmektedir. Şârih
burada Musannıf'dan nakletmiştir ki: Nezredilen şeyin cinsinden gerek i'tikâdi
vâcib ve gerekse ıstılahi vâcib bulunduğu takdirde nezir lâzımdır. Bununla mâlum
oldu ki esah olan kavle göre; «nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib
bulunmalıdır» ifadesindeki «vâcib» ile hem farz hem de ıstılahı vâcib murad
edilmiştir. Yoksa yalnız farz murad edilmiş değildir.
«Dürer'in
ibaresinde tenâkuz vardır ilh...» Yani: Dürer sahibi «önce nezredilen şeyin
cinsinden bir farzın bulunması şarttır» deyip bundan sonra «şu hastalığımdan iyi
olursam Allah için bir koyun kesmek nezrim olsun» diyen kimsenin nezri sahihtir
diye hükmetmiş. Halbuki koyun kesmenin cinsinden farz yoktur, belki vâcib
vardır. Tahtâvî sahibi «Dürer sahibi «farz» ile vâcibe şâmil olan farzı murad
etmiştir» diye cevap vermiştir.
«Bunun vechi gizli
değildir ilh...» Yani kurbanda ve hedy (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen
kurban) de yedi koyun bir deve yerine geçer.
METİN
Bir kimse Mekke-i
Mükerreme fakirlerine diye bir şey nezredip o nezrettiği şeyi başka yerin
fakirlerine verse caiz olur. Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki: Bir
şarta bağlanmış olmayan nezir (yani mutlak bir nezir) bir şeye mahsus olmaz. Bir
kimse on dirhem kıymetinde olan bir buğday ekmeğini tasadduk etmeyi nezredip
sonra ekmekten başka bir şey mesela; pirinç veya et tasadduk etse eğer bu
tasadduk etse bu tasadduk ettiği şey on dirhem kıymetinde olursa caiz olur.
Para fakirler
hakkında daha menfaatli olduğu için ekmeğin parasını tasadduk etse yine caiz
olur.
Bir kimse muayyen
bir ayın orucunu nezretse kendisine o ayı arka arkaya oruçlu geçirmesi lazım
olur. Fakat o aydan bir gün oruç tutmasa her ne kadar o ayın nezrederken arka
arkaya tutacağım demiş de olsa yalnız o günü kaza eder. Ay muayyen olduğu için o
ayın orucunu yeni baştan tutması lazım gelmez.
Bir kimse ebedi
ömrü oldukça oruç tutmayı nezredip sonra bir kimse malından hemen bin dirhem
tasadduk etmeyi nezretse halbuki malik olduğu mal binden az olsa kendisine ancak
malik olduğu şeyi tasadduk etmesi lazım gelir. Muhtar olan kavilde budur. Çünkü
malik olmadığı şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izafe edilmediği için
sahih değildir. Nitekim bir kimse «malım yoksullara sadaka olsun» dese halbuki
kendisinin hiç malı bulunmasa ittifakla bu nezri sahih olmaz.
Bir kimse «Perşembe
günü şu yüz dirhemi Zeyd'e tasadduk edeyim» diye nezredip perşembeden önce başka
bir yüz dirhemi başka bir fakire tasadduk etse caiz olur. Çünkü mutlak bir
nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya ve muayyen fakire muhtas
olamayacağı yukarda geçmiştir.
Bir kimse «benim
üzerime nezir lazım olsun» deyip bu ifadesinin üzerine hac, namaz, oruç gibi bir
şey ziyade etmediği halde, bir şeye niyet de etmese kendisine ancak yemin
keffareti lazım olur. Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin adedini
zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç tutması lazım olur. Eğer
bu ifadesiyle sadakaya niyet ederse, fıtra gibi on yoksula it'am eder.
Bir kimse otuz hac
nezretse ömrü miktarınca kendisine hac lazım olur. Bir kimse yeminine
«inşaallah: Allah dilerse» lafzını eklerse yemin etmiş olur. İstisna ihbar
sıygasıyla olursagerek ibadet ve gerekse muamele kabilinden olsun yapılması
lisana bağlı bulunan herhangi bir ifadenin peşinden susmadan hemen «inşaallah»
lafzı söylenirse, bu «inşaallah» lâfzı o ifadenin hükmünü iptal eder. Meselâ:
Bir kimse «Allah'a yemin ederim ki, cuma günü inşaallah şu işi yapacağım» diye
yemin etse yahut «şu hastalıktan iyi olursam inşaallah üç gün oruç tutayım» diye
nezretse de cuma günü o işi yapmasa yahut hastalıktan iyi olduğu halde oruç
tutmasa yemini bozulmaz ve günahkâr olmaz. Çünkü bu halde o işin yapılması veya
orucun tutulması Allah'ü Teâlâ'nın dilemesine bağlanmıştır. Allahü Teâlâ'nın her
hangi bir şeyi dileyip dilemediği ise o şey olmadan önce bizce bilinmemektedir.
Eğer istisna yani «inşaallah» lâfzı emir veya nehiy sıygalarıyla olursa meselâ;
Bir kimse vârislerine «benim ölümümden sonra inşaallah kölemi âzâd ediniz» yahut
vekiline «şu köle-mi inşaallah sat» yahut «şu köleyi fülan kimseye inşaallah
satma» dese bu nevi istisnalar sahih olmaz, yani köle âzâd edilmiş olur. Vekili
kölesini satmayabilir ve satma dediği kimseye satabilir.
Niyet gibi
yapılması kalbe bağlı bulunan şeylerde istisna sahih değildir. Nitekim oruç
bahsinde geçmiştir.
İZAH
«Oruç bahsinde
takrir ve izah edilmiştir ki ilh...» Yani oruç bahsinin sonunda i'tikâfdan önce
izah edilmiştir. Oradaki ibare metinle beraber şöyledir: İ'tikâf, hac, namaz ve
oruç gibi mutlak bir nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya,
muayyen fakire mahsus olmaz. Buna göre bir kimse «cuma günü şu parayı Mekke-i
Mükerreme'de fülan fakire tasadduk edeyim» diye nezrettiği halde buna muhalif
olarak başka bir günde o miktarda başka bir parayı başka bir şehirde başka bir
fakire tasadduk etse nezrini yerine getirmiş olur. Kezâ: Cuma gününden önce
nezrini yerine getirse caiz olur.
Bir kimse muayyen
bir ayda meselâ; Receb-i şerifde i'tikâfa girmeyi nezredip Recep ayından önce
rebiu'l-ahirde i'tikâfa girse veya recep ayından oruç tutmayı nezredip
rebiu'l-ahirde oruç tutsa sahih olur. Kezâ: Bir kimse «falan sene hac edeyim»
deyip o sene gelmeden hacca gitse caiz olur, kezâ; «fûlanca gün namaz kılayım»
diye nezreden kimse o gün gelmeden evvel namaz kılsa nezrini yerine getirmiş
olur. Çünkü bu ibadetler, sebebleri olan nezir bulunduktan sonra yapılmıştır.
Buna göre nezirde «muayen» lâfzı hükümsüz olup mutlak olarak «nezir» ifadesi
kalmış olur. Fakat bir şarta bağlanmış olan bir nezir o şart bulunmadan önce
yapılması caiz olmaz.
Ben derim ki:
Mutlak bir nezir ile bir şarta bağlanmış olan bir nezir arasındaki fark-usulde
izah edildiği üzere- bir şarta bağlanmış nezir derhal sebep olarak münakid
olmayıp belki şart bulunduğunda münakid olmuş olur. Eğer bir şarta bağlanmış
olan bir nezir, şart bulunmadan evvel eda edilse sebebi bulunmadan önce eda
edilmiş olur, bu ise sahihdeğildir. Bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmış olan
bir nezir şart bulunmadan önce eda edilmemesine bakılırsa bu nezirde zaman
taayün etmiş olur. Fakat şart bulunduktan sonra nezir eda edilmezse herhangi bir
günde eda edilebilir. Kezâ; yine bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmak
suretiyle yapılan bir nezirde de şart bulunduktan sonra zamanın, mekanın,
paranın ve fakirin tayin edilmesi hükümsüzdür. Çünkü nezrin bir şarta bağlanması
yalnız sebebin münakid olmasında tesir eder, bundan dolayı şart bulunmadan önce
nezrin yerine getirilmesi caiz değildir.
Fakirin tayin
edilmesi hükümsüz olduğu gibi sayısının da tayin edilmesi hükümsüzdür. Meselâ;
bir kimse «kızımı evlendirirsem malımdan her yoksula bir dirhem sadaka vermek
üzere bin dirhem nezrim olsun» deyip kızını evlendirdikten sonra bin dirhemi
birden bir fakire verse caiz olur.
Tenbih: Nezir,
belirli zamana, belirli mekana, belirli paraya, belirli fakire mahsus olmaz.
Çünkü nezir kurbet ve ibadet olması itibariyle kabul edilmiştir. Bundan dolayı
nezirde zamanın, mekanın, paranın, fakirin tayin edilmesinin tesiri yoktur.
Meselâ; bir kimse Kabe-i Muazzama'da iki rekât namaz kılmayı nezredip bu iki
rekât namazı şeref itibarîyle Kabe-i Muazzama'dan daha az bir mescidde eda etse,
nezrini yerine getirmiş olur. Çünkü bir mekanı ibadet ve taat için tayin etmek
şeriatın hakkıdır, kulun bir mekanı ibadet ve taat için tayin ve tahsis etme
hakkı yoktur. Yalnız hedyin nezrinde mekan ve kurbanın nezrinde zaman tayin ve
tahsis edilmiştir. Çünkü hedy ile kurbandan her biri mahsus ve muayyen şeyin
ismidir.
Hedy: Harem-i
şerifde kesilmek üzere gönderilen kurbanın ismidir. Kurban ise, bayram
günlerinde kesilen hayvanın ismidir. Eğer hedy Harem-i şerif'de kesilmezse
«hedy» ismi; kurban, bayram günlerinde kesilmezse «kurban» ismi bulunmamış olur.
«Her ne kadar o
ayın orucunu nezrederken arka arkaya tutacağım demiş de olsa ilh...» Çünkü
muayyen bir ayda peşi peşine oruç tutmayı şart kılmak hükümsüzdür. Zaten günler
peşi peşine geldiği için kendiliğinden günler arka arkaya gelmektedir. Fakat
nezredilen ay muayyen olmazsa nezreden kimse dilerse bir ayı arka arkaya oruçlu
geçirir, dilerse ayrı ayrı aylarda bir ay orucu tamamlar. Ancak muayyen olmayan
bir ayın peşi peşine oruç tutulması şart kılınıp da oruç tuttuğu aydan bir gün
yese isterse bu yemiş olduğu gün oruç tutulması yasak olan günler olsa bile yeni
baştan bir ay oruç tutması vâcib olur.
Fidyesini verir
ilh...» Yani buğdaydan yarım sâ', arpadan bir sâ' verir, eğer fidye vermeğe gücü
yetmezse Allahü Teâlâ'ya tevbe ve istiğfar da bulunur.
«Kendisine ancak
mâlik olduğu şeyi tasadduk etmesi lâzım gelir ilh...» Eğer bin dirhem nezreden
kimsenin yanında yüz dirhem kıymetinde ticaret eşyası veya hizmetçisi
bulunsabunları satıp tasadduk eder. Bunlar on dirhem kıymetinde olsa satıp on
dirhemi tasadduk eder. Hiçbir şeye mâlik olmasa kendisine bir şey lâzım gelmez.
Bir kimse bin defa hac etmeyi nezretse yaşadığı müddetçe her sene hac eder. Bu
Hâniyye'den naklen Şürünbülali'de zikredilmiştir. Böyle nezreden kimsenin
alacağı olsa bu alacağı nezrine dahil olur mu? Malının üçte birini vasiyet
ettiğinde alacak vasiyette dahil olduğu gibi. Açık olan sebebe göre dahil olmaz.
Çünkü alacak alınmadan önce onun mülkü değildir, alınınca nezirden sonra yeni
mülk olmuş olur. Malın üçte birini vasiyette ise ölürken mevcut olan mal itibar
edilir. Teemmül et! Fakat şirket bahsinin evvelinde gelecektir ki hak olan
olacağı mal, nezreden kimsenin mülkü olmasıdır.
«Çünkü mâlik
olmadığı şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izâfe edilmediği için sahih
değildir ilh...» Yani nezrin sahih olması için nezredilen şey, nezreden kimsenin
mülkü veya mülkün sebebine izâfe edilmiş olması şarttır. Meselâ: Bir kimse bir
köleye hitaben: «Ben seni satın alırsam Allah için seni âzâd etmek nezrim olsun»
deyip sonra o köleyi satın alsa âzâd olur. Çünkü âzâd etmeyi mülkün sebebine
izâfe etmiştir. T.
«Eğer bu ifadesiyle
tutacağı günlerin âdedini zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç
tutması lâzım olur. ilh...» Eğer bu ifadesiyle hac, umre gibi bir şeye niyet
ederse niyet ettiği şey kendisine lâzım gelir. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde de
böyle zikredilmiştir. Oruca niyet ederse kendisine üç gün oruç tutması lâzım
olur. Çünkü kulun kendi üzerine vâcib kılması Allahü Teâlâ'nın vâcib kılmasıyla
itibar edilmiştir. Allahü Teâlâ'nın en az vâcib kıldığı oruç, yemin keffâretinde
üç gündür. Bu, Valvâlciye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«Fıtra gibi ilh...»
Yani: Her yoksula yarım sâ' buğday verir. Kezâ: Bir kimse «Allah için bir fakire
it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi lâzım olur.
«Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ'
buğday vermesi lâzım olur. «Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese
İmam-ı Azam'a göre; on fıtır sadakası vermesi lâzım olur. Fetih.
«Bir kimse otuz hac
nezretse ömrü miktarınca kendisine hac lâzım olur ilh...» Haccın menâsiki
bahsinde o kimseye otuz haccın hepsi lâzım olur. Yaşadığı müddetçe hac eder,
geri kalanı da vasiyet eder. Hâniyye, Sırâciyye.
«Bir kimse yeminine
"inşaallah: Allah dilerse" lâfzını eklerse yemin etmemiş olur ilh...» Yeminin
olmaması için «inşaallâh» lâfzını yeminden sonra susmadan hemen söylenmesi
şarttır. Eğer yemin edilip biraz durulduktan sonra «inşaallâh» lâfzı söylenirse
yemin bozulmaz. İbn-i Abbas (R.A.)'den «munfasıl istisnanın altı aya kadar caiz
olacağı» rivayet edilmiştir. Munfasıl istisnanın cevazına kâil olmak bütün şer'i
akidleri lâzım olmaktan çıkarır. Hatta bir kimse zevcesini üç talâkla boşadığı
takdirde birinci kocaya helâl olsun diye ikincikocaya ihtiyaç olmaz. Çünkü üç
talâkla zevcesini boşayan, istisna (inşaallâh) ile boşamasını iptal eder.
«Nitekim oruç
bahsinde geçmiştir ilh...» Meselâ: Bir kimse «yarının orucuna inşaallâh niyet
ettim» dese niyeti bozulmaz. Çünkü burada «inşaallâh» lâfzı oruç da muvaffak
olmayı istemek içindir. Yoksa istisna için değildir. Hatta «niyet lisana bağlı
bulunan şeylerden olmadığı için istisna ile bozulmaz» denilmiştir. Bu
Ebussuûd'dan naklen Tahtavi'de zikredilmiştir. Vallâhu Sübhânehû ve teâlâ a'lem.