05 Ekim 2012

CUUL: MAL KARŞILIĞINDA YAPILAN ÂZÂD BEYANINDA (BÂB)..ÜÇ


CUUL: MAL KARŞILIĞINDA YAPILAN ÂZÂD BEYANINDA (BÂB)


METİN
Cuul lâfzı ca'l şeklinde de okunabilir, «mal» mânâsınadır.
Bir kimse cinsi ve miktarı bilinen sahih mal üzerine kölesini âzâd edip köle de meclisde -meclis köle kayıp olduğu takdirde bildiği meclise de şamildir- malın hepsini kabul edip her ne kadar ödemezse de âzâd olur. Çünkü âzâd akdin kabul edilmesi üzerine ta'lik edilmiştir. Malın ödenmesi üzerine ta'lik edilmemiştir. Hatta köle akdi reddetse yahut akidden yüz çevirse azâd batıl olur. Fakat efendi kölenin âzâdını malın ödenmesine ta'lik edip, meselâ; «sen malı ödersen hürsün» dese köleye ticaret için delâleten izin verilmiş olur ve köleyi bu izinden menetmek sahih olur mu? Bahır'da olup olmamasında tereddüt edilmiştir, Böyle ta'lik suretinde efendi kölesini kitabete kesmiş olmaz. Çünkü bu âzâdın malın ödenmesine ta'lik edilmiş olduğu açıktır. Böyle ödenmeye ta'likle mal üzerine âzâd yirmi meselede kitabete kesmeğe muhaliftir. Musannıf burada yirmiden dokuzunu zikretmiştir. Âzâdı, malın ödenmesine ta'lik olunan kölenin azâdı kendisinin kabul etmesine tevakkuf etmez ve reddiyle de batıl olmaz, malı ödeyince âzâd olur.
Bunda âzâdın şartı olan ödeme bulunmadan önce efendinin onu satması caizdir. Eğer köle bu parayı ödemeden önce efendisi kendisini sattıktan sonra onu tekrar satın alırsa yine kölenin getirdiği parayı kabul etmek efendiye vâcib olur mu? Bunda ihtilâf vardır. Âzâdın bedeli olan mal ile efendinin arasını tahliye yani şer'i bir mani olmaksızın efendi elini uzattığında alabileceği bir yere malı koymakla âzâd olur. Bu kölenin namına başka bir kimse teberru olarak âzâdın bedelini ödese veya başkasına köle eda etmesi için emredipte o da ödese âzâd olmaz. Çünkü kendisinin ödemesi şartı bulunmamıştır. Nitekim efendi âzâd bedelinin dirhem olarak verilmesini şart kılsa da kölede altın ödese yahut beyaz kese ile şart kılsa da siyah kesede verse yahut falanca ayda ödenmesini şart kılsa da başka ayda ödese yahut efendi kölenin talebiyle bedelin bir kısmını indirip köle de diğer kısmını ödese yahut bedelin hepsinden köleyi beri kılsa yahut efendi ölüp köle bedeli veresiye ödese köle âzâd olmaz. Çünkü şart bulunmamıştır. Köle kazancıyla birlikte veresenin olur. Nitekim âzâd bedelini ödemeden köle ölse, terikesi efendisinin olup, âzâd olmaz.
Köle âzâd bedelini ödemeden önce efendi kölenin elindeki malını veya âzâd bedelini ödedikten sonra kölenin yanında kazandığı maldan artanı da alabilir. Ta'likden önce köle kazandığı maldan âzâd bedelini ödese âzâd olur. Fakat efendi o kadar meblağı köleden alır. Geçen surette ta'lik «in» kelimesiyle olursa âzâd bedelinin meclisde ödenmesi şart kılınmış olur. Ta'lik «izâ» kelimesi ile olursa meclisde ödenmesi şart kılınmış olmaz. Âzâdı, bedeli ödemeye ta'lik olunan cariye olup, çocuk doğurduktan sonra âzâd bedelini ödese çocuğu kendisine tâbi olarak âzâd olmaz. Zikredilen bu suretlerin hepsinde mükateb bunlaramuhaliftir. Bu ta'likde mal sahih borç olduğu için kendisine kefil olmak da sahihdir.
Kitabet bedeli buna muhalif olup, onda kefalet sahih olmaz. Böyle ödenmeye ta'likle mal üzerine âzâd, yirmi meselede kitabete kesmeğe muhaliftir. Zahire'de «Bir kimse kölesinin âzâdını bine ta'lik edip köle bini ödünç alır, efendisine verirse âzâd olur, alacaklı bini efendiden alır. Çünkü ticaret için izin verilmiş kölenin alacaklıları kendi borçlarını tamamen alıncaya kadar kölenin elinde bulunan mala daha çok hak sahibidirler. Eğer bu köle iki bin ödünç alıp binini efendisine verir, diğer bini kendisi yerse efendinin köleyi âzâdla alacaklının borcu için satılmaktan men ettiğinden dolayı yine alacaklı iki bini efendiden alır» ibaresi bu meselede yirmi üzerine ziyade olarak zikredilmiştir.
Bir kimse kölesine «ben öldükten sonra bin karşılığında sen hürsün» deyip ölümünden sonra köle kabul edip kabulle beraber ölen efendinin varisi yahut vasisi yahut varisin çekinmesi halinde kaadı köleyi âzâd etse bin karşılığında âzad olur ve vela ölü için olur, varislerin olmaz, esah olan kavle göre âzâdın kölenin kabul etmesi varis yahut vasi yahut varisin âzâd etmemesi halinde kaadının âzâd etmesiyle olur. Çünkü ölü âzâd etmeye ehil değildir. Kölenin kabulü ile âzâd etmenin ikisi birden bulunmazsa efendinin ölmeden önceki sözüyle âzâd olmaz.
Bir kimse kölesini kendisine bir sene hizmet etmek üzere hür kılıp meselâ; «bana bir sene hizmet etmek üzere seni âzâd ettim» deyip kölede kabul etse derhal âzâd olur, eğer kölesine «sen bana bir sene hizmet edersen hürsün» dese ancak şart olan hizmetle âzâd olur. Eğer bir seneden az hizmet etse yahut hizmetine karşılık bedel verse yahut efendi ta'likte «bana ve evlâdıma bir sene hizmet edersen hürsün» deyip evlâdının bazısı ölse şart bulunmadığı için âzâd olmaz. Çünkü «in» kelimesi ta'lik için, «alâ» kelimesi ise ıvaz (karşılık) içindir. Geçen surette köle hizmeti kabul edince, hizmetin müddeti her ne ise talikın akibinde köle insanlar arasında maruf olan hizmetle efendisine hizmet eder. Hizmet müddeti meçhul olup yahut köle hakikaten veya amâ gibi hükmen ölse yahut hizmetten önce efendisi ölürse kölenin kıymeti kendisi üzerine vâcib olup köleden verese için alınır. Köle müddetin bir kısmını hizmet etmiş olursa hesap edilerek kıymetinden çıkarılır. Kölenin kendisi ölüp terikesi bulunursa ondan kölenin kıymeti efendisi için alınır. İmamı Muhammed'e göre kölenin kendi kıymeti vâcib olmayıp hizmetinin kıymeti vâcib olur. Bununla amel ederiz. Hâvl.
Bu köle fakir olursa ehl-ü ıyalinin nafakası hizmet müddetinde efendisi üzerine lâzım olur mu? Hizmetle kendisine vasiyet edilen kimseye lâzım olduğu gibi yoksa ehl-ü ıyalinin nafakası için bir müddet çalışıp onların nafakasını kazandıktan sonra bir müddette efendisine hizmet mi eder? Hür ve fakir olan borçlu bir müddet çoluk çocuğunun nafakasınıtemin etmek için çalıştıktan sonra borcu için çalıştığı gibi.
Bahır'da bahis ve tafsil ile ikinci şıkkı tercih edilmiştir. Musannıf birinci şıkkı tercih etmiştir.
Geçen meselede ki ihtilâf şu meselede de vardır: Bir kölenin kendisine kendi nefsinin bir ayn karşılığında satılması, meselâ; bir kimse kölesine «senin nefsini sana şu ayn karşılığında sattım» deyip sonra o ayn helâk olsa veya o aynın başkasının hakkı olduğu ortaya çıksa İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre kölenin kıymeti, İmam Muhammed'e göre aynın kıymeti vâcib olur.
Bir kimse bir cariyenin efendisine «sen cariyeni benim üzerime bin dirheme benimle evlendirmek üzere âzâd et» deyip o da âzâd eder, cariyede evlenmeyi kabul etmezse meccanen âzâd olup, efendi emredenden bir şey alamaz. Çünkü talâkda başkası üzerine bedel şart kılmak sahihdir. Fakat âzâdda sahih değildir, emreden «alâ» kellesine bedel olarak «anni» lâfzını getirirse bin dirhem cariyenin kıymeti ile mehri misli üzerine taksim edilir. Çünkü "anni" lâfzı iktizaen satın almayı tazammün eder. Bundan dolayı efendinin teslim ettiği kıymetin hissesi vâcib olur ve mehrin hissesi düşer. Eğer cariye emredenle evlenirse binden cariyenin mehri misline aid olan hisse «anni» lâfzı söylensin veya söylenmesin iki vecihde de cariyenin mehri olur. Birinci vecihde» («anni» lâfzı söylenmediğinde) kıymetine isabet eden hisse heder, ikinci vecihde («anni» lâfzı söylendiğinde) efendisinin olur. Yani «anni» lâfzı söylenip satın almayı tazammun ettiğine göre cariyenin kıymetine isabet eden hisse efendinin olur. «Anni» lâfzı söylenmeyip satın almayı tazammum etmediğine göre cariyenin kıymetine isabet eden hisse hederdir.
Efendi, cariyesini nefsini efendiye tezvic etmek üzere âzâd edip, cariye de nefsini efendiye tezvic etse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre âzâd mal olmamakla mehre elverişli olmadığı için bu cariyeye mehr-i misil lâzımdır. İmam Ebû Yusuf «Peygamberimiz (S.A.V.) in Ümmü'l-Müminin (müminlerin anası) Safiye' (R.A.) yi âzâd edip nikâh etmeleri ve âzâdını mehri kılmaları fiil-i şeriflerine uyarak âzâdın mehir olması caizdir» demiştir.
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed tarafından «Resûlu Ekrem (S.A.V.) in Safiye (R.A.) hakkında mehirsiz nikâh-ı şerifleri kendilerine mahsustur, yoksa âzâd karşılığında değildir» diye cevap verilmiştir.
Geçen meselede cariye efendisine varmayı kabul etmezse ittifakla kıymetini efendisine ödemesi lâzımdır. Kezâ bir kadın kölesini kendisine nikâh etmek şartıyla âzâd etse köle hanımefendisiyle evlenirse hanımefendisinin mehrini verir. Köle hanımefendisiyle evlenmeyi kabul etmezse kendi kıymetini hanımefendisine ödemesi vâcib olur.
Efendinin kendisiyle evlenmesi şartıyla âzâd ettiği cariye efendinin ümmi veledi olup şartı kabul ederse âzad olur. Evlenmeyi kabul etmezse üzerine bir şey lâzım gelmez. Çünküümmi veledin kıymeti yoktur. Haniyye.
FER'İ MESELE; Bir kimse kendi kölesine «sen benden dolayı bir köle âzâd eyle, sen hürsün» deyip o da yeni bir köle âzâd etse, hiçbirisi âzâd olmaz. Fakat efendi kölesine «bana bir köle öde, sen hürsün» deyip o da bir köle ödese kendisi âzâd olur, Çünkü kölesi efendisinin mülküne yeni bir köle katmıştır, ziyade mülke her kim olsa razı olur, ama birinci meselede yeni köleyi âzâd etmek onu efendinin mülkünden çıkarmaktır. Çünkü kölenin kazancı efendisînindir.
İZAH
«Cuul ilh...» Çalışan kimseye iş karşılığında tayin edilen ücrettir. Bahır.
«Mal mânâsınadır ilh...» Yani burada âzâd için şart kılınan mal murad edilmiştir.
«Cinsi ve miktarı bilinen sahih mal ilh...» Yani malın cins ve miktarının bilinmesinin şart olması isimleriyle tayin etmenin sahih olması içindir, yoksa bu meselede âzâdın geçerli olması için şart değildir. Çünkü âzâdın geçerli olması kölenin kabul etmesine bağlıdır. Eğer malı ismiyle tayin etmek sahih olmazsa veya fasid olursa kölenin kıymeti vâcib olur. Sahih mal kaydıyla Müslüman hakkında mal olmayan şarabdan ihtiraz edilmiştir.
«Kölede meclisde malın hepsini kabul edip ilh...» Köle tarafından ıvaz olduğu için kabul edilmesi şart kılınmıştır. Eğer köle malın yarısını kabul etse efendisine zararı olduğu için İmam-ı Azam'a göre caiz olmaz. Imameyn'e göre caiz olup ve malın hepsi karşılığında âzâd olur. Bu meseledeki ihtilâfın menşei âzâd etmenin bölünmeyi kabul edip etmemesine mebnidir. Nehir.
«Meclis, köle kayıp olduğu takdirde bildiği meclise de şamildir ilh...»
Meselâ efendinin azâd ettiği meclisde köle bulunmayıp efendisinin kendisini mal karşılığında âzâd ettiğini öğrendiği meclisde akdi kabul ederse, âzâd olur, kabul etmezse âzâd olmaz, ama efendisinin kendisini âzâd ettiği meclisde bulunursa o meclisde kabul etmesi şarttır.
«Bunda ihtilâf vardır ilh...» İmam Ebû Yusuf'a göre efendinin kölesinin getirdiğini kabul etmesi vâcibdir. İmam Muhammed'e göre vâcib değildir. Fakat kabul ettiği takdirde köle âzâd olur. Kitabete kesme böyle değildir. Kitabette efendinin mükatebin getirdiğini kabul etmesi vâcibdir. Bohır.
Tenbih; tahliye (şer'i bir mani olmaksızın efendi elini uzattığında alabileceği bir yere malı koymakla âzâd olur.) ile âzâd, ödenmeye ta'lik edilmiş âzâda mahsus değildir. Mükatebde de tahliye ile âzâd olur. O halde tahliyeyi kitabete muhalif meselelerden saymanın bir manası yoktur. Nitekim muhaşşi Halebi de böyle ifade etmiştir. Bundan dolayı Bahır'da tahliye kitabete muhalif olan meselelerden sayılmamıştır.
«Çocuğu kendisine tâbi olarak âzâd olmaz ilh...» Çünkü bu cariye için doğurduğu vakitkitabet hükmü yoktur. Kitabete kesme böyle değildir. Fetih.
«Bu takdirde mal sahih borç olduğu için kendisine kefil olmak da sa-hihtir ilh...» Yani: Burada bedeli ödemeden önce borç yoktur. Çünkü efendi kölesi üzerine borç kılmamıştır, edâdan sonra yine borç yoktur. Bu itibarla bu kelâmın burada getirilmesinin bir mânâsı yoktur. Belki burada bu meseleyi zikretmek hatadır, bu meselenin mahalli «efendi kölesini mal üzerine âzad etse...» dediği yerdir. Bahır sahibinin dediğe gibi o yerde köle efendisinin dediği akdi kabul ettiğinde hür olur, şart kılınan, köle üzerine borç olur. Hatta bu borca kefil olmak sahihtir. Fakat kitabet bedeli buna muhalif olup onda kefalet sahih olmaz. Zira onda borç kendisine zıt olan kölelikle sabittir. Kefalet ödemek veya borçtan beri kılınmakta borçlarda sahih olur. Kitabet bedeli ise ödemek ile beri kılınmaktan başka yol ile de düşer. Meselâ: Kitabet bedelini ödemekten aciz olma gibi.
«Ancak şart olan hizmetle âzâd olur ilh...» Yani kölenin kabul etmesine tevakkuf etmez, hizmet olan şartın bulunması lâzımdır. Çünkü bu bir ta'likdir, ıvaz değildir.

TEDBÎR BÂBI


METİN
Tedbîr, lügatta «dübür» den alınmış olup ölümden sonraki âzâddır.
Şeriatta tedbîr: Efendi kendisinin mutlak ölüm ile veya «ben yüz seneye kadar ölürsem hürsün» sözü gibi manen mutlak ölümüne kölesinin âzâdını 'ta'lik etmesinden ibarettir.» Musannıfın mutlak ölüm kaydıyla mukayyed tedbîr tariften çıkar. Nitekim ileride gelecektir. Efendinin kendi ölümüne kölesinin âzâdını ta'lik etmesi kaydıyla başkasının ölümüne kölesinin âzâdının ta'lik edilmesi de tariften çıkar. Çünkü bu, asla yani ne mutlak ne mukayyed tedbîr olmayıp şarta ta'likdir. Mutlak tedbîr, meselâ: Efendinin kölesine «ben öldüğüm vakit» yahut «ben ne zaman ölürsem» yahut «ben ölürsem» yahut «ben helâk olursam» yahut «başıma bir iş (ölüm) gelirse sen hürsün» yahut «âzâdsın» yahut «âzâd edilmişsin» yahut «benim tarafımdan müdebber olarak hürsün» yahut «müdebbersin» yahut «seni tedbire kestim» benim ölümümden sonra lâfzını ziyade edip, meselâ: «Sen benim ölümümden sonra müdebbersin» desin veya demesin yahut «ben öldüğüm günde sen hürsün» yevm lâfzıyla mutlak vakit murad edilmiştir. Çünkü yevm lâfzı uzamayan fiile yakın olmuştur. Bu itibarla efendi gerek gündüz ölsün, gerek gece ölsün köle âzâd olur. Eğer efendi «öldüğüm günde sen hürsün» ifadesindeki yevm kelimesiyle gündüze niyet ederse kelâmının hakikatına niyet ettiğinden niyeti sahih olup tedbiri mukayyed olur. Efendi meselâ «yüz seneye kadar ölürsem sen hürsün» deyip yaşlı olmakla yüz seneden önce öleceği zann-ı galiple bilinirse muhtar olan kavil yine budur. Çünkü bu da şüphesiz olan şey gibidir. Musannıfın metinde mutlak tedbirin misallerini kâf harfiyle izaha başlaması mutlak tedbîrin bu lâfızlardan ibaret olmadığını ifade etmesi içindir. Hatta bir kimse kölesine malından bir sehmi vasiyet etse kendisinin ölmesiyle köle âzâd olur. Eğer malından bîr cüz'ü vasiyet ederse kendisinin ölümüyle köle âzâd olmaz, aralarındaki fark gizli değildir. Şarih "farkı Mülteka üzerine olan şerhimizde zikrettik." demîştir.
Bir kimse kendi kölesini tedbire kesip sonra delirse tedbir devam eder. Çünkü yukarıda geçti ki tedbîr ta'likdir. Ta'lik ise delilikle ve ondan dönmekle batıl olmaz. Fakat bir kimse kölesini bir şahsa vasiyet ettikten sonra delirip ölse vasiyet batıl olur. Tedbîr kendisinden dönülmeyi kabul etmez. Tedbir ikrahla sahih olur, vasiyet ise olmaz. Şu halde tedbîr vasiyet gibidir, ancak tedbîre kesenin delirmesi halinde tedbîrin bozulmaması, tedbîrden dönülmemesi ve ikrah ile sahih olmasında yani bu üç meselede vasiyet gibi değildir. Bu üç meselenin üzerine sefihin müdebberi ile efendisini öldüren müdebber de ziyade edilir. Yani sefihin ve efendisini öldüren müdebberlerin tedbirleri olur. Fakat vasiyetleri olmaz. Eşbah.
Mutlak müdebberin satılması caiz değildir. İmam Şafiî için ihtilâf vardır. Ona göre satılması caizdir. Bu itibarla satışını caiz gören kaadı müdebberin satışının sıhhati ile hükmetsehükmü geçerli olur ve tedbîr batıl olur mu? Bazılarına göre batıl olup tedbîr fesih olmuş olur. Evet, efendi müdebber kölesini sattığında köle Hanefi kaadısına dava edip kaadı da satışın geçersiz ve tedbîrin lâzım olduğuna hükmetse o köle hür gibi olur ki satışı caiz olmaz. Müdebber köle hibe edilmez, rehin verilmez. Kitap vakfeden hayır sahiblerinin kitablarının rehinle verilmesini şart kılmaları batıldır. Çünkü vakıf iâre alanın elinde emanet olmakla rehinle kendisini alıp vermek caiz olmaz. Müdebber efendisinin mülkünden hürriyetini acele etmek için, ancak âzâd etmek ve kitabete kesmekle çıkartılması caizdir. Bâbında izahı gelecektir. Kölesini satmaya mâlik olacak vech üzere tedbîre kesmek isteyen kimse için çare kölesini mukayyed, meselâ: «sen mülkümde iken ben ölürsem» veya «benim ölümümden sonra sen baki kalırsan hürsün» demek gibi ifade ile onu tedbîre kesmektir.
Müdebber köleye hizmet ettirilir, kiraya verilir, evlendirilir, müdebber olan cariye ise cebren kendisine cinsi yakınlıkta bulunulur ve nikâhlanır. Efendi müdebberinin kazancına ve onun erş (diyet) ine ve müdebbere olan cariyesinin mehrine daha çok hak sahibidir. Çünkü kısmen mülkü bakidir. Efendinin ölmesiyle hayatının son cüzünde öldüğü günde mevcut malının üçte birinden müdebberi âzâd olur. Efendinin -Allah'a sığınırız- mürted olarak dar-ı harbe kaçmasıyla da hükmen ölmüş sayılacağından yine malının üçte birinden müdebberi âzâd olur. Ancak efendi sıhhati halinde kölesine «sen hürsün» veya «sen müdebbersin» deyip âzâd ettiğini veya müdebber kıldığını beyan etmeden ölse «sen hürsün» ifadesine göre yarısı malının hepsinden ve «sen müdebbersin» ifadesine nazaran üçte birinden âzâd olur. Hâvi. Eğer efendi müdebberden başka mal bırakmayıp ve onun tedbîre icazet vermeyen varisi olursa müdebber köle kıymetinîn üçte ikisini ödemek için çalışır. Çünkü kendisinden başka terike bulunmamakla, kendisinin üçte biri âzâd olur, üçte birinden çıkmazsa hesabınca çalışıp kıymetinin bedelini öder.
Ölen efendinin varisi olmaz veya varisi olup icazet verirse mudebber kölenin hepsi âzâd olur. Çünkü bu, vasiyettir, bundan dolayı sefihin tedbîre kestiği köle gibi efendisini öldüren müdebberde tedbîre kesilmiş olarak kıymetinin bedelini ödemek için çalışır, eğer efendisini ümmi veled öldürürse üzerine bir şey lâzım gelmez. Nitekim Cevhere'de açıklanmıştır. Ölen efendinin müdebber kölesinden başka malı olmayıp borcu da müdebber kölenin kıymetini kaplarsa müdebber olarak kıymetinin hepsini ödemek için çalışır. Bu takdirde bu müdebber köle İmam-ı Azam'a göre, mükateb gibi olur. İmameyn'e göre, borçlu hür gibi olur.
İki ortakdan biri ortak köleyi tedbîre kesse tedbîre kesen zengin ise diğer ortağı için yedi muhayyerlik, fakir ise altı muhayyerlik vardır. Tedbîre kesmeyen ortak diğer ortağına hissesini ödettirse ödeyen ortak ölürse, müdebber köle diğer yarıda vereseye tamamen çalışır.
Mutlak tedbire kesilen cariye tedbîre kesildikten sonra doğursa çocuğuda müdebber olup efendisinin ölümüyle âzâd olur.
Fakat mukayyed tedbîre kesilen cariyenin çocuğu kendisine tabi olmaz. Musannıf fasid alış-verişde zikretti ki müdebberin çocuğu babası gibidir, bunu iyice düşün!
Cariyenin karnındaki yavrunun tedbîre kesilmesi âzâd edilmesi gibidir. Tedbîre kesilmiş cariyenin efendisinden çocuğu olsa bu cariye efendisinin ümmi veledi olup tedbîr batıl olur. Çünkü tedbîr terekenin üçte birinden, ümmi veled ise hepsinden olmakla daha kuvvetli olduğu için zayıf olan tedbîrin hükmünü iptal eder.
Bir kimsenin kendi kölesine «ben bu yolculuğumda ölürsem» yahut «ben bu hastalığımda ölürsem» yahut «yirmi seneye kadar -ki ekseriyetle bundan sonra yaşaması muhtemeldir- ölürsem» yahut «ben ölüp» yahut «yıkanıp» yahut «kefenlenirsem» yahut «ölüp» yahut «öldürülürsem» demesi gibi mukayyed tedbîr ile müdebber kılınan kölenin satılması hibe edilmesi ve rehin verilmesi caizdir. «Ben ölüp» yahut «öldürülürsem» ifadesine İmam Züfer muhaliftir. İmam Züfer bunu mutlak tedbîr saymıştır. Kemal, İmam Züfer'in kavlini tercih etmiştir. Efendinin kölesine «benim ve falanın ölümünden sonra sen hürsün» ifadesi falan kendinden önce ölmedikçe mutlak tedbir olmaz.
Efendinin kölesine «sen falan kîmsenin ölümünden sonra hürsün» ifadesi yine mukayyed tedbîrdir. Nitekim Dürer'de ve Kenz'de böyle zikredilmiştir. Fakat Bahır'da «Mebsut'da ve diğer fıkıh kitablarında açıklandığı üzere bu ifade tedbîr değil, ta'likdir. Hatta efendi hayatta iken falan kimse ölüp, bundan sonra efendi ölse malın hepsinden âzâd olur. Önce mevlâ ölse ta'lik batıl olup verese köleye mâlik olur» diye açıklanarak bu ifadenin mukayyed tedbîr ifadelerinden olması reddedilmiştir. Efendi o seferinde veya o hastalığında ölmesiyle şart bulunursa âzâd ölümüne izâfe edildiği için mutlak müdebber terekenin üçte birinden âzâd olduğu gibi, mukayyed müdebber de terekenin üçte birinden âzâd olur. Efendi kölesine «ben şu hastalığımdan ölürsem hürsün» dedikten sonra öldürülse âzâd olmaz. Eğer «ben şu hastalığımda ölürsem hürsün» dedikten sonra öldürülse âzâd olur, buna göre «min» ile «fi» harfleri arasında fark olup, «min» ölümüm bu hastalık sebebiyle olursa hürsün mânâsını ifade eder, öldürülme ise başka sebebdir. «Fi» îse, «hangi sebeple olursa olsun bu hastalığımda ölürsem hürsün» mânâsını ifade eder. Hastalığı sıtma olup, baş ağrısına çevirse veya önce baş ağrısı olup, sıtmaya çevirse İmam Muhammed'e göre ikisi bir hastalıktır, hangisinden ölürse şart bulunmuş olup âzâd olur. Mücteba.
Mutlak müdebberin kıymeti köle hâlindeki kıymetinin üçte ikisidir. Bu kavil ile fetva verilir. Mukayyed müdebberîn kıymeti ise, köle olarak kıymetlendirilir. Bu, Haniyye'den naklen Dürer'de zikredilmiştir. Yine Haniyye'den naklen zikredilmiştir ki, hasta olmayan bir kimse«benim ölümümden bir ay önce hürsün» deyip bir ay sonra ölse malının hepsinden âzâd olur. Mûcteba'da «bu ifadeden sonra efendisi bir aydan ziyade yaşarsa o köleyi satması esah olan kavle göre caizdir» denilmiştir.
FER'İ MESELE: Hasta olan bir kimse vereselerine «benim ölümümden sonra inşaallah benim kölemi âzâd ediniz» dese bu vasiyeti sahihdir. «Benim ölümümden sonra kölem hürdür inşaallah» dese vasiyeti sahih olmaz. Çünkü birinci ifade emir olup, onda istisna (inşaallah) batıldır, ikinci ifade ise icap olup, onda istisna sahihtir.
İZAH
«Tedbir ilh...» Hayatta iken yapılan âzâdın beyanını bitirince ölümden sonra olan âzâdın beyanına başlanılmıştır. Erkek köleye de şâmil olduğu için istilâddan önce zikredilmîştir. Tedbirin rüknü tedbir mânâsına delâlet eden ifadelerden ibarettir.
Tedbirin şartları âm ve has olmak üzere ika nevidir. Am âzâd şartlarında geçtiği üzere âzâd etmeye ehil olan kimse tarafından âzâda mahal olon kölede mûneceez yahut vakta yahut mülke yahut mülkün sebebine ta'lik veya izafe edilmiş olmasıdır. Has ise başkasının ölümüne değil efendinin mutlak ölümüne ta'lik edilmesidir. Tedbîrin sıfatı İmam-ı Azam'a göre bölünmeyi kabul eder, bu itibarla bir kimse, başkasıyla ortak olduğu bir köleyi müdebber kılsa yalnız kendisinin hissesi nispetinde o köle müdebber olur. Diğer ortak için müdebber kılan zengin olduğu takdirde yukarıda geçtiği gibi altı muhayyerlik vardır, dilerse köleyi tedbîre kesen ortağının vefatına kadar hâl üzerine bırakır. İmameyn'e göre tedbîr bölünmeyi kabul etmez. Bir kimse ortak olduğu bir köleyi müdebber kılsa köle tamamen müdebber olur. Buna göre tedbîre kesen zengin olsun veya fakir olsun ortağına ait olan hissenin kıymetini öder.
«Tedbîr lügatta ilh...» Efendinin veya başkasının ölümüne mukayyed olarak ta'lik edilmiş tedbîre şâmil olur, buna göre şer'i mânâsından umum olmuş olur. Tedbîr «dübürden» alınmıştır. «Dübür» her şeyden önün hilâfı yani arkasıdır, bir işin sonuna da dübür denir. Esasen tedbîr işlerin sonlarını düşünerek icabına göre harekette bulunmaktır. Sanki efendi işinin sonunu düşünerek kendisinden sonra kölesini hürriyete kavuşturmuştur.
«Sen benim ölümümden sonra müdebbersin, desin veya demesin IIh...» derhal âzâd olur. Çünkü ölümden sonra tedbîre kesmek düşünülemez. Bu itibarla ölümümden sonra» ifadesi lağvolur, veya «sen müdebbersin», ifadesi "sen hürsün" mânâsına olur.
«Kâf harfiyle ilh...» Yani tedbîr lâfızları üç kısımdır. Birincisi izâfet lâfzıyla olur. Meselâ «ölümümden sonra seni müdebber kıldım» yahut «seni âzâd ettim» denilmesi gibi. İkincisi ta'lik lâfzıyla olur. Meselâ; «ben ölürsem hürsün» yahut «benim ölümümle beraber hürsün» denilmesi gibi. Üçüncüsü vasiyet lafzıyla olur. Meselâ efendinin kölesine "tşahsını yahutnefsini yahut âzâdını vasiyet ettim" kezâ malımın üçte birinî sana vasiyet ettim demesi gibi. Bu son ifade de kölenin şahsıda vasiyette dahil olmuş olur. Çünkü kölenin şahsıda efendinin malındandır. Binaenaleyh köleninde üçte biri âzad edilmiş olur. Bu, Fethü'l-Kadir'den hulâsa olarak alınmıştır.
«Efendisini öldüren müdebberde ilh...» Yani müdebber efendisini öldürse âzâd olup kıymetinin bedelini ödemek cin çalışır. Kendisine mal vasiyet edilen kemse vasîyet eden şahsı öldürürse vasîyetten bîr şey alamaz. Çünkü katil için vasiyet yoktur.
«Rehin verilme ilh...» Çünkü rehin verme ve rehin alma biz HanefiIere göre borç verip alma babından olup bir aynı mülk olarak verme ve alma kabilindendir. Bu, Bedayî'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«Efendisini ümmi veled öldürürse üzerine bir şey lâzım gelmez ilh...»
Yani ümmi veled âzâd olur. Çünkü öldürme de ölümdür, eğer öldürme amden olursa cariye kısas edilir, hataen olursa ümmi veled üzerine çalışma veya bir şey lâzım gelmez. Çünkü ümmi veledin âzâdı vasiyet değildir. Cariye kendisine vasiyet edeni öldürse vasiyeti reddetmiş olur. Cevhere.
«İmam-ı Azam'a göre, mükateb gibi olur ilh...» Yani şahitliği kabul edilmez, evlenemez.
«Cariyenin karnındaki yavrunun tedbire kesilmesi âzâd edilmesi gibidir ilh...» Yani efendi tedbire kesilen yavrunun anasını satamaz, hibe edemez, mehir olarak veremez, yavru altı aydan önce doğarsa müdebber olur, altı aydan ziyade müddette doğarsa köle olur. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...