CUUL:
MAL KARŞILIĞINDA YAPILAN ÂZÂD BEYANINDA (BÂB)
METİN
Cuul lâfzı ca'l
şeklinde de okunabilir, «mal» mânâsınadır.
Bir kimse cinsi ve
miktarı bilinen sahih mal üzerine kölesini âzâd edip köle de meclisde -meclis
köle kayıp olduğu takdirde bildiği meclise de şamildir- malın hepsini kabul edip
her ne kadar ödemezse de âzâd olur. Çünkü âzâd akdin kabul edilmesi üzerine
ta'lik edilmiştir. Malın ödenmesi üzerine ta'lik edilmemiştir. Hatta köle akdi
reddetse yahut akidden yüz çevirse azâd batıl olur. Fakat efendi kölenin âzâdını
malın ödenmesine ta'lik edip, meselâ; «sen malı ödersen hürsün» dese köleye
ticaret için delâleten izin verilmiş olur ve köleyi bu izinden menetmek sahih
olur mu? Bahır'da olup olmamasında tereddüt edilmiştir, Böyle ta'lik suretinde
efendi kölesini kitabete kesmiş olmaz. Çünkü bu âzâdın malın ödenmesine ta'lik
edilmiş olduğu açıktır. Böyle ödenmeye ta'likle mal üzerine âzâd yirmi meselede
kitabete kesmeğe muhaliftir. Musannıf burada yirmiden dokuzunu zikretmiştir.
Âzâdı, malın ödenmesine ta'lik olunan kölenin azâdı kendisinin kabul etmesine
tevakkuf etmez ve reddiyle de batıl olmaz, malı ödeyince âzâd olur.
Bunda âzâdın şartı
olan ödeme bulunmadan önce efendinin onu satması caizdir. Eğer köle bu parayı
ödemeden önce efendisi kendisini sattıktan sonra onu tekrar satın alırsa yine
kölenin getirdiği parayı kabul etmek efendiye vâcib olur mu? Bunda ihtilâf
vardır. Âzâdın bedeli olan mal ile efendinin arasını tahliye yani şer'i bir mani
olmaksızın efendi elini uzattığında alabileceği bir yere malı koymakla âzâd
olur. Bu kölenin namına başka bir kimse teberru olarak âzâdın bedelini ödese
veya başkasına köle eda etmesi için emredipte o da ödese âzâd olmaz. Çünkü
kendisinin ödemesi şartı bulunmamıştır. Nitekim efendi âzâd bedelinin dirhem
olarak verilmesini şart kılsa da kölede altın ödese yahut beyaz kese ile şart
kılsa da siyah kesede verse yahut falanca ayda ödenmesini şart kılsa da başka
ayda ödese yahut efendi kölenin talebiyle bedelin bir kısmını indirip köle de
diğer kısmını ödese yahut bedelin hepsinden köleyi beri kılsa yahut efendi ölüp
köle bedeli veresiye ödese köle âzâd olmaz. Çünkü şart bulunmamıştır. Köle
kazancıyla birlikte veresenin olur. Nitekim âzâd bedelini ödemeden köle ölse,
terikesi efendisinin olup, âzâd olmaz.
Köle âzâd bedelini
ödemeden önce efendi kölenin elindeki malını veya âzâd bedelini ödedikten sonra
kölenin yanında kazandığı maldan artanı da alabilir. Ta'likden önce köle
kazandığı maldan âzâd bedelini ödese âzâd olur. Fakat efendi o kadar meblağı
köleden alır. Geçen surette ta'lik «in» kelimesiyle olursa âzâd bedelinin
meclisde ödenmesi şart kılınmış olur. Ta'lik «izâ» kelimesi ile olursa meclisde
ödenmesi şart kılınmış olmaz. Âzâdı, bedeli ödemeye ta'lik olunan cariye olup,
çocuk doğurduktan sonra âzâd bedelini ödese çocuğu kendisine tâbi olarak âzâd
olmaz. Zikredilen bu suretlerin hepsinde mükateb bunlaramuhaliftir. Bu ta'likde
mal sahih borç olduğu için kendisine kefil olmak da sahihdir.
Kitabet bedeli buna
muhalif olup, onda kefalet sahih olmaz. Böyle ödenmeye ta'likle mal üzerine
âzâd, yirmi meselede kitabete kesmeğe muhaliftir. Zahire'de «Bir kimse kölesinin
âzâdını bine ta'lik edip köle bini ödünç alır, efendisine verirse âzâd olur,
alacaklı bini efendiden alır. Çünkü ticaret için izin verilmiş kölenin
alacaklıları kendi borçlarını tamamen alıncaya kadar kölenin elinde bulunan mala
daha çok hak sahibidirler. Eğer bu köle iki bin ödünç alıp binini efendisine
verir, diğer bini kendisi yerse efendinin köleyi âzâdla alacaklının borcu için
satılmaktan men ettiğinden dolayı yine alacaklı iki bini efendiden alır» ibaresi
bu meselede yirmi üzerine ziyade olarak zikredilmiştir.
Bir kimse kölesine
«ben öldükten sonra bin karşılığında sen hürsün» deyip ölümünden sonra köle
kabul edip kabulle beraber ölen efendinin varisi yahut vasisi yahut varisin
çekinmesi halinde kaadı köleyi âzâd etse bin karşılığında âzad olur ve vela ölü
için olur, varislerin olmaz, esah olan kavle göre âzâdın kölenin kabul etmesi
varis yahut vasi yahut varisin âzâd etmemesi halinde kaadının âzâd etmesiyle
olur. Çünkü ölü âzâd etmeye ehil değildir. Kölenin kabulü ile âzâd etmenin ikisi
birden bulunmazsa efendinin ölmeden önceki sözüyle âzâd olmaz.
Bir kimse kölesini
kendisine bir sene hizmet etmek üzere hür kılıp meselâ; «bana bir sene hizmet
etmek üzere seni âzâd ettim» deyip kölede kabul etse derhal âzâd olur, eğer
kölesine «sen bana bir sene hizmet edersen hürsün» dese ancak şart olan hizmetle
âzâd olur. Eğer bir seneden az hizmet etse yahut hizmetine karşılık bedel verse
yahut efendi ta'likte «bana ve evlâdıma bir sene hizmet edersen hürsün» deyip
evlâdının bazısı ölse şart bulunmadığı için âzâd olmaz. Çünkü «in» kelimesi
ta'lik için, «alâ» kelimesi ise ıvaz (karşılık) içindir. Geçen surette köle
hizmeti kabul edince, hizmetin müddeti her ne ise talikın akibinde köle insanlar
arasında maruf olan hizmetle efendisine hizmet eder. Hizmet müddeti meçhul olup
yahut köle hakikaten veya amâ gibi hükmen ölse yahut hizmetten önce efendisi
ölürse kölenin kıymeti kendisi üzerine vâcib olup köleden verese için alınır.
Köle müddetin bir kısmını hizmet etmiş olursa hesap edilerek kıymetinden
çıkarılır. Kölenin kendisi ölüp terikesi bulunursa ondan kölenin kıymeti
efendisi için alınır. İmamı Muhammed'e göre kölenin kendi kıymeti vâcib olmayıp
hizmetinin kıymeti vâcib olur. Bununla amel ederiz. Hâvl.
Bu köle fakir
olursa ehl-ü ıyalinin nafakası hizmet müddetinde efendisi üzerine lâzım olur mu?
Hizmetle kendisine vasiyet edilen kimseye lâzım olduğu gibi yoksa ehl-ü ıyalinin
nafakası için bir müddet çalışıp onların nafakasını kazandıktan sonra bir
müddette efendisine hizmet mi eder? Hür ve fakir olan borçlu bir müddet çoluk
çocuğunun nafakasınıtemin etmek için çalıştıktan sonra borcu için çalıştığı
gibi.
Bahır'da bahis ve
tafsil ile ikinci şıkkı tercih edilmiştir. Musannıf birinci şıkkı tercih
etmiştir.
Geçen meselede ki
ihtilâf şu meselede de vardır: Bir kölenin kendisine kendi nefsinin bir ayn
karşılığında satılması, meselâ; bir kimse kölesine «senin nefsini sana şu ayn
karşılığında sattım» deyip sonra o ayn helâk olsa veya o aynın başkasının hakkı
olduğu ortaya çıksa İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre kölenin kıymeti, İmam
Muhammed'e göre aynın kıymeti vâcib olur.
Bir kimse bir
cariyenin efendisine «sen cariyeni benim üzerime bin dirheme benimle evlendirmek
üzere âzâd et» deyip o da âzâd eder, cariyede evlenmeyi kabul etmezse meccanen
âzâd olup, efendi emredenden bir şey alamaz. Çünkü talâkda başkası üzerine bedel
şart kılmak sahihdir. Fakat âzâdda sahih değildir, emreden «alâ» kellesine bedel
olarak «anni» lâfzını getirirse bin dirhem cariyenin kıymeti ile mehri misli
üzerine taksim edilir. Çünkü "anni" lâfzı iktizaen satın almayı tazammün eder.
Bundan dolayı efendinin teslim ettiği kıymetin hissesi vâcib olur ve mehrin
hissesi düşer. Eğer cariye emredenle evlenirse binden cariyenin mehri misline
aid olan hisse «anni» lâfzı söylensin veya söylenmesin iki vecihde de cariyenin
mehri olur. Birinci vecihde» («anni» lâfzı söylenmediğinde) kıymetine isabet
eden hisse heder, ikinci vecihde («anni» lâfzı söylendiğinde) efendisinin olur.
Yani «anni» lâfzı söylenip satın almayı tazammun ettiğine göre cariyenin
kıymetine isabet eden hisse efendinin olur. «Anni» lâfzı söylenmeyip satın
almayı tazammum etmediğine göre cariyenin kıymetine isabet eden hisse
hederdir.
Efendi, cariyesini
nefsini efendiye tezvic etmek üzere âzâd edip, cariye de nefsini efendiye tezvic
etse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre âzâd mal olmamakla mehre elverişli
olmadığı için bu cariyeye mehr-i misil lâzımdır. İmam Ebû Yusuf «Peygamberimiz
(S.A.V.) in Ümmü'l-Müminin (müminlerin anası) Safiye' (R.A.) yi âzâd edip nikâh
etmeleri ve âzâdını mehri kılmaları fiil-i şeriflerine uyarak âzâdın mehir
olması caizdir» demiştir.
İmam-ı Azam'la İmam
Muhammed tarafından «Resûlu Ekrem (S.A.V.) in Safiye (R.A.) hakkında mehirsiz
nikâh-ı şerifleri kendilerine mahsustur, yoksa âzâd karşılığında değildir» diye
cevap verilmiştir.
Geçen meselede
cariye efendisine varmayı kabul etmezse ittifakla kıymetini efendisine ödemesi
lâzımdır. Kezâ bir kadın kölesini kendisine nikâh etmek şartıyla âzâd etse köle
hanımefendisiyle evlenirse hanımefendisinin mehrini verir. Köle hanımefendisiyle
evlenmeyi kabul etmezse kendi kıymetini hanımefendisine ödemesi vâcib olur.
Efendinin
kendisiyle evlenmesi şartıyla âzâd ettiği cariye efendinin ümmi veledi olup
şartı kabul ederse âzad olur. Evlenmeyi kabul etmezse üzerine bir şey lâzım
gelmez. Çünküümmi veledin kıymeti yoktur. Haniyye.
FER'İ MESELE; Bir
kimse kendi kölesine «sen benden dolayı bir köle âzâd eyle, sen hürsün» deyip o
da yeni bir köle âzâd etse, hiçbirisi âzâd olmaz. Fakat efendi kölesine «bana
bir köle öde, sen hürsün» deyip o da bir köle ödese kendisi âzâd olur, Çünkü
kölesi efendisinin mülküne yeni bir köle katmıştır, ziyade mülke her kim olsa
razı olur, ama birinci meselede yeni köleyi âzâd etmek onu efendinin mülkünden
çıkarmaktır. Çünkü kölenin kazancı efendisînindir.
İZAH
«Cuul ilh...»
Çalışan kimseye iş karşılığında tayin edilen ücrettir. Bahır.
«Mal mânâsınadır
ilh...» Yani burada âzâd için şart kılınan mal murad edilmiştir.
«Cinsi ve miktarı
bilinen sahih mal ilh...» Yani malın cins ve miktarının bilinmesinin şart olması
isimleriyle tayin etmenin sahih olması içindir, yoksa bu meselede âzâdın geçerli
olması için şart değildir. Çünkü âzâdın geçerli olması kölenin kabul etmesine
bağlıdır. Eğer malı ismiyle tayin etmek sahih olmazsa veya fasid olursa kölenin
kıymeti vâcib olur. Sahih mal kaydıyla Müslüman hakkında mal olmayan şarabdan
ihtiraz edilmiştir.
«Kölede meclisde
malın hepsini kabul edip ilh...» Köle tarafından ıvaz olduğu için kabul edilmesi
şart kılınmıştır. Eğer köle malın yarısını kabul etse efendisine zararı olduğu
için İmam-ı Azam'a göre caiz olmaz. Imameyn'e göre caiz olup ve malın hepsi
karşılığında âzâd olur. Bu meseledeki ihtilâfın menşei âzâd etmenin bölünmeyi
kabul edip etmemesine mebnidir. Nehir.
«Meclis, köle kayıp
olduğu takdirde bildiği meclise de şamildir ilh...»
Meselâ efendinin
azâd ettiği meclisde köle bulunmayıp efendisinin kendisini mal karşılığında âzâd
ettiğini öğrendiği meclisde akdi kabul ederse, âzâd olur, kabul etmezse âzâd
olmaz, ama efendisinin kendisini âzâd ettiği meclisde bulunursa o meclisde kabul
etmesi şarttır.
«Bunda ihtilâf
vardır ilh...» İmam Ebû Yusuf'a göre efendinin kölesinin getirdiğini kabul
etmesi vâcibdir. İmam Muhammed'e göre vâcib değildir. Fakat kabul ettiği
takdirde köle âzâd olur. Kitabete kesme böyle değildir. Kitabette efendinin
mükatebin getirdiğini kabul etmesi vâcibdir. Bohır.
Tenbih; tahliye
(şer'i bir mani olmaksızın efendi elini uzattığında alabileceği bir yere malı
koymakla âzâd olur.) ile âzâd, ödenmeye ta'lik edilmiş âzâda mahsus değildir.
Mükatebde de tahliye ile âzâd olur. O halde tahliyeyi kitabete muhalif
meselelerden saymanın bir manası yoktur. Nitekim muhaşşi Halebi de böyle ifade
etmiştir. Bundan dolayı Bahır'da tahliye kitabete muhalif olan meselelerden
sayılmamıştır.
«Çocuğu kendisine
tâbi olarak âzâd olmaz ilh...» Çünkü bu cariye için doğurduğu vakitkitabet hükmü
yoktur. Kitabete kesme böyle değildir. Fetih.
«Bu takdirde mal
sahih borç olduğu için kendisine kefil olmak da sa-hihtir ilh...» Yani: Burada
bedeli ödemeden önce borç yoktur. Çünkü efendi kölesi üzerine borç kılmamıştır,
edâdan sonra yine borç yoktur. Bu itibarla bu kelâmın burada getirilmesinin bir
mânâsı yoktur. Belki burada bu meseleyi zikretmek hatadır, bu meselenin mahalli
«efendi kölesini mal üzerine âzad etse...» dediği yerdir. Bahır sahibinin dediğe
gibi o yerde köle efendisinin dediği akdi kabul ettiğinde hür olur, şart
kılınan, köle üzerine borç olur. Hatta bu borca kefil olmak sahihtir. Fakat
kitabet bedeli buna muhalif olup onda kefalet sahih olmaz. Zira onda borç
kendisine zıt olan kölelikle sabittir. Kefalet ödemek veya borçtan beri
kılınmakta borçlarda sahih olur. Kitabet bedeli ise ödemek ile beri kılınmaktan
başka yol ile de düşer. Meselâ: Kitabet bedelini ödemekten aciz olma gibi.
«Ancak şart olan
hizmetle âzâd olur ilh...» Yani kölenin kabul etmesine tevakkuf etmez, hizmet
olan şartın bulunması lâzımdır. Çünkü bu bir ta'likdir, ıvaz
değildir.
TEDBÎR
BÂBI
METİN
Tedbîr, lügatta
«dübür» den alınmış olup ölümden sonraki âzâddır.
Şeriatta tedbîr:
Efendi kendisinin mutlak ölüm ile veya «ben yüz seneye kadar ölürsem hürsün»
sözü gibi manen mutlak ölümüne kölesinin âzâdını 'ta'lik etmesinden ibarettir.»
Musannıfın mutlak ölüm kaydıyla mukayyed tedbîr tariften çıkar. Nitekim ileride
gelecektir. Efendinin kendi ölümüne kölesinin âzâdını ta'lik etmesi kaydıyla
başkasının ölümüne kölesinin âzâdının ta'lik edilmesi de tariften çıkar. Çünkü
bu, asla yani ne mutlak ne mukayyed tedbîr olmayıp şarta ta'likdir. Mutlak
tedbîr, meselâ: Efendinin kölesine «ben öldüğüm vakit» yahut «ben ne zaman
ölürsem» yahut «ben ölürsem» yahut «ben helâk olursam» yahut «başıma bir iş
(ölüm) gelirse sen hürsün» yahut «âzâdsın» yahut «âzâd edilmişsin» yahut «benim
tarafımdan müdebber olarak hürsün» yahut «müdebbersin» yahut «seni tedbire
kestim» benim ölümümden sonra lâfzını ziyade edip, meselâ: «Sen benim ölümümden
sonra müdebbersin» desin veya demesin yahut «ben öldüğüm günde sen hürsün» yevm
lâfzıyla mutlak vakit murad edilmiştir. Çünkü yevm lâfzı uzamayan fiile yakın
olmuştur. Bu itibarla efendi gerek gündüz ölsün, gerek gece ölsün köle âzâd
olur. Eğer efendi «öldüğüm günde sen hürsün» ifadesindeki yevm kelimesiyle
gündüze niyet ederse kelâmının hakikatına niyet ettiğinden niyeti sahih olup
tedbiri mukayyed olur. Efendi meselâ «yüz seneye kadar ölürsem sen hürsün» deyip
yaşlı olmakla yüz seneden önce öleceği zann-ı galiple bilinirse muhtar olan
kavil yine budur. Çünkü bu da şüphesiz olan şey gibidir. Musannıfın metinde
mutlak tedbirin misallerini kâf harfiyle izaha başlaması mutlak tedbîrin bu
lâfızlardan ibaret olmadığını ifade etmesi içindir. Hatta bir kimse kölesine
malından bir sehmi vasiyet etse kendisinin ölmesiyle köle âzâd olur. Eğer
malından bîr cüz'ü vasiyet ederse kendisinin ölümüyle köle âzâd olmaz,
aralarındaki fark gizli değildir. Şarih "farkı Mülteka üzerine olan şerhimizde
zikrettik." demîştir.
Bir kimse kendi
kölesini tedbire kesip sonra delirse tedbir devam eder. Çünkü yukarıda geçti ki
tedbîr ta'likdir. Ta'lik ise delilikle ve ondan dönmekle batıl olmaz. Fakat bir
kimse kölesini bir şahsa vasiyet ettikten sonra delirip ölse vasiyet batıl olur.
Tedbîr kendisinden dönülmeyi kabul etmez. Tedbir ikrahla sahih olur, vasiyet ise
olmaz. Şu halde tedbîr vasiyet gibidir, ancak tedbîre kesenin delirmesi halinde
tedbîrin bozulmaması, tedbîrden dönülmemesi ve ikrah ile sahih olmasında yani bu
üç meselede vasiyet gibi değildir. Bu üç meselenin üzerine sefihin müdebberi ile
efendisini öldüren müdebber de ziyade edilir. Yani sefihin ve efendisini öldüren
müdebberlerin tedbirleri olur. Fakat vasiyetleri olmaz. Eşbah.
Mutlak müdebberin
satılması caiz değildir. İmam Şafiî için ihtilâf vardır. Ona göre satılması
caizdir. Bu itibarla satışını caiz gören kaadı müdebberin satışının sıhhati ile
hükmetsehükmü geçerli olur ve tedbîr batıl olur mu? Bazılarına göre batıl olup
tedbîr fesih olmuş olur. Evet, efendi müdebber kölesini sattığında köle Hanefi
kaadısına dava edip kaadı da satışın geçersiz ve tedbîrin lâzım olduğuna
hükmetse o köle hür gibi olur ki satışı caiz olmaz. Müdebber köle hibe edilmez,
rehin verilmez. Kitap vakfeden hayır sahiblerinin kitablarının rehinle
verilmesini şart kılmaları batıldır. Çünkü vakıf iâre alanın elinde emanet
olmakla rehinle kendisini alıp vermek caiz olmaz. Müdebber efendisinin mülkünden
hürriyetini acele etmek için, ancak âzâd etmek ve kitabete kesmekle çıkartılması
caizdir. Bâbında izahı gelecektir. Kölesini satmaya mâlik olacak vech üzere
tedbîre kesmek isteyen kimse için çare kölesini mukayyed, meselâ: «sen mülkümde
iken ben ölürsem» veya «benim ölümümden sonra sen baki kalırsan hürsün» demek
gibi ifade ile onu tedbîre kesmektir.
Müdebber köleye
hizmet ettirilir, kiraya verilir, evlendirilir, müdebber olan cariye ise cebren
kendisine cinsi yakınlıkta bulunulur ve nikâhlanır. Efendi müdebberinin
kazancına ve onun erş (diyet) ine ve müdebbere olan cariyesinin mehrine daha çok
hak sahibidir. Çünkü kısmen mülkü bakidir. Efendinin ölmesiyle hayatının son
cüzünde öldüğü günde mevcut malının üçte birinden müdebberi âzâd olur. Efendinin
-Allah'a sığınırız- mürted olarak dar-ı harbe kaçmasıyla da hükmen ölmüş
sayılacağından yine malının üçte birinden müdebberi âzâd olur. Ancak efendi
sıhhati halinde kölesine «sen hürsün» veya «sen müdebbersin» deyip âzâd ettiğini
veya müdebber kıldığını beyan etmeden ölse «sen hürsün» ifadesine göre yarısı
malının hepsinden ve «sen müdebbersin» ifadesine nazaran üçte birinden âzâd
olur. Hâvi. Eğer efendi müdebberden başka mal bırakmayıp ve onun tedbîre icazet
vermeyen varisi olursa müdebber köle kıymetinîn üçte ikisini ödemek için
çalışır. Çünkü kendisinden başka terike bulunmamakla, kendisinin üçte biri âzâd
olur, üçte birinden çıkmazsa hesabınca çalışıp kıymetinin bedelini öder.
Ölen efendinin
varisi olmaz veya varisi olup icazet verirse mudebber kölenin hepsi âzâd olur.
Çünkü bu, vasiyettir, bundan dolayı sefihin tedbîre kestiği köle gibi efendisini
öldüren müdebberde tedbîre kesilmiş olarak kıymetinin bedelini ödemek için
çalışır, eğer efendisini ümmi veled öldürürse üzerine bir şey lâzım gelmez.
Nitekim Cevhere'de açıklanmıştır. Ölen efendinin müdebber kölesinden başka malı
olmayıp borcu da müdebber kölenin kıymetini kaplarsa müdebber olarak kıymetinin
hepsini ödemek için çalışır. Bu takdirde bu müdebber köle İmam-ı Azam'a göre,
mükateb gibi olur. İmameyn'e göre, borçlu hür gibi olur.
İki ortakdan biri
ortak köleyi tedbîre kesse tedbîre kesen zengin ise diğer ortağı için yedi
muhayyerlik, fakir ise altı muhayyerlik vardır. Tedbîre kesmeyen ortak diğer
ortağına hissesini ödettirse ödeyen ortak ölürse, müdebber köle diğer yarıda
vereseye tamamen çalışır.
Mutlak tedbire
kesilen cariye tedbîre kesildikten sonra doğursa çocuğuda müdebber olup
efendisinin ölümüyle âzâd olur.
Fakat mukayyed
tedbîre kesilen cariyenin çocuğu kendisine tabi olmaz. Musannıf fasid
alış-verişde zikretti ki müdebberin çocuğu babası gibidir, bunu iyice düşün!
Cariyenin
karnındaki yavrunun tedbîre kesilmesi âzâd edilmesi gibidir. Tedbîre kesilmiş
cariyenin efendisinden çocuğu olsa bu cariye efendisinin ümmi veledi olup tedbîr
batıl olur. Çünkü tedbîr terekenin üçte birinden, ümmi veled ise hepsinden
olmakla daha kuvvetli olduğu için zayıf olan tedbîrin hükmünü iptal eder.
Bir kimsenin kendi
kölesine «ben bu yolculuğumda ölürsem» yahut «ben bu hastalığımda ölürsem» yahut
«yirmi seneye kadar -ki ekseriyetle bundan sonra yaşaması muhtemeldir- ölürsem»
yahut «ben ölüp» yahut «yıkanıp» yahut «kefenlenirsem» yahut «ölüp» yahut
«öldürülürsem» demesi gibi mukayyed tedbîr ile müdebber kılınan kölenin
satılması hibe edilmesi ve rehin verilmesi caizdir. «Ben ölüp» yahut
«öldürülürsem» ifadesine İmam Züfer muhaliftir. İmam Züfer bunu mutlak tedbîr
saymıştır. Kemal, İmam Züfer'in kavlini tercih etmiştir. Efendinin kölesine
«benim ve falanın ölümünden sonra sen hürsün» ifadesi falan kendinden önce
ölmedikçe mutlak tedbir olmaz.
Efendinin kölesine
«sen falan kîmsenin ölümünden sonra hürsün» ifadesi yine mukayyed tedbîrdir.
Nitekim Dürer'de ve Kenz'de böyle zikredilmiştir. Fakat Bahır'da «Mebsut'da ve
diğer fıkıh kitablarında açıklandığı üzere bu ifade tedbîr değil, ta'likdir.
Hatta efendi hayatta iken falan kimse ölüp, bundan sonra efendi ölse malın
hepsinden âzâd olur. Önce mevlâ ölse ta'lik batıl olup verese köleye mâlik olur»
diye açıklanarak bu ifadenin mukayyed tedbîr ifadelerinden olması
reddedilmiştir. Efendi o seferinde veya o hastalığında ölmesiyle şart bulunursa
âzâd ölümüne izâfe edildiği için mutlak müdebber terekenin üçte birinden âzâd
olduğu gibi, mukayyed müdebber de terekenin üçte birinden âzâd olur. Efendi
kölesine «ben şu hastalığımdan ölürsem hürsün» dedikten sonra öldürülse âzâd
olmaz. Eğer «ben şu hastalığımda ölürsem hürsün» dedikten sonra öldürülse âzâd
olur, buna göre «min» ile «fi» harfleri arasında fark olup, «min» ölümüm bu
hastalık sebebiyle olursa hürsün mânâsını ifade eder, öldürülme ise başka
sebebdir. «Fi» îse, «hangi sebeple olursa olsun bu hastalığımda ölürsem hürsün»
mânâsını ifade eder. Hastalığı sıtma olup, baş ağrısına çevirse veya önce baş
ağrısı olup, sıtmaya çevirse İmam Muhammed'e göre ikisi bir hastalıktır,
hangisinden ölürse şart bulunmuş olup âzâd olur. Mücteba.
Mutlak müdebberin
kıymeti köle hâlindeki kıymetinin üçte ikisidir. Bu kavil ile fetva verilir.
Mukayyed müdebberîn kıymeti ise, köle olarak kıymetlendirilir. Bu, Haniyye'den
naklen Dürer'de zikredilmiştir. Yine Haniyye'den naklen zikredilmiştir ki, hasta
olmayan bir kimse«benim ölümümden bir ay önce hürsün» deyip bir ay sonra ölse
malının hepsinden âzâd olur. Mûcteba'da «bu ifadeden sonra efendisi bir aydan
ziyade yaşarsa o köleyi satması esah olan kavle göre caizdir» denilmiştir.
FER'İ MESELE: Hasta
olan bir kimse vereselerine «benim ölümümden sonra inşaallah benim kölemi âzâd
ediniz» dese bu vasiyeti sahihdir. «Benim ölümümden sonra kölem hürdür
inşaallah» dese vasiyeti sahih olmaz. Çünkü birinci ifade emir olup, onda
istisna (inşaallah) batıldır, ikinci ifade ise icap olup, onda istisna sahihtir.
İZAH
«Tedbir ilh...»
Hayatta iken yapılan âzâdın beyanını bitirince ölümden sonra olan âzâdın
beyanına başlanılmıştır. Erkek köleye de şâmil olduğu için istilâddan önce
zikredilmîştir. Tedbirin rüknü tedbir mânâsına delâlet eden ifadelerden
ibarettir.
Tedbirin şartları
âm ve has olmak üzere ika nevidir. Am âzâd şartlarında geçtiği üzere âzâd etmeye
ehil olan kimse tarafından âzâda mahal olon kölede mûneceez yahut vakta yahut
mülke yahut mülkün sebebine ta'lik veya izafe edilmiş olmasıdır. Has ise
başkasının ölümüne değil efendinin mutlak ölümüne ta'lik edilmesidir. Tedbîrin
sıfatı İmam-ı Azam'a göre bölünmeyi kabul eder, bu itibarla bir kimse,
başkasıyla ortak olduğu bir köleyi müdebber kılsa yalnız kendisinin hissesi
nispetinde o köle müdebber olur. Diğer ortak için müdebber kılan zengin olduğu
takdirde yukarıda geçtiği gibi altı muhayyerlik vardır, dilerse köleyi tedbîre
kesen ortağının vefatına kadar hâl üzerine bırakır. İmameyn'e göre tedbîr
bölünmeyi kabul etmez. Bir kimse ortak olduğu bir köleyi müdebber kılsa köle
tamamen müdebber olur. Buna göre tedbîre kesen zengin olsun veya fakir olsun
ortağına ait olan hissenin kıymetini öder.
«Tedbîr lügatta
ilh...» Efendinin veya başkasının ölümüne mukayyed olarak ta'lik edilmiş tedbîre
şâmil olur, buna göre şer'i mânâsından umum olmuş olur. Tedbîr «dübürden»
alınmıştır. «Dübür» her şeyden önün hilâfı yani arkasıdır, bir işin sonuna da
dübür denir. Esasen tedbîr işlerin sonlarını düşünerek icabına göre harekette
bulunmaktır. Sanki efendi işinin sonunu düşünerek kendisinden sonra kölesini
hürriyete kavuşturmuştur.
«Sen benim
ölümümden sonra müdebbersin, desin veya demesin IIh...» derhal âzâd olur. Çünkü
ölümden sonra tedbîre kesmek düşünülemez. Bu itibarla ölümümden sonra» ifadesi
lağvolur, veya «sen müdebbersin», ifadesi "sen hürsün" mânâsına
olur.
«Kâf harfiyle
ilh...» Yani tedbîr lâfızları üç kısımdır. Birincisi izâfet lâfzıyla olur.
Meselâ «ölümümden sonra seni müdebber kıldım» yahut «seni âzâd ettim» denilmesi
gibi. İkincisi ta'lik lâfzıyla olur. Meselâ; «ben ölürsem hürsün» yahut «benim
ölümümle beraber hürsün» denilmesi gibi. Üçüncüsü vasiyet lafzıyla olur. Meselâ
efendinin kölesine "tşahsını yahutnefsini yahut âzâdını vasiyet ettim" kezâ
malımın üçte birinî sana vasiyet ettim demesi gibi. Bu son ifade de kölenin
şahsıda vasiyette dahil olmuş olur. Çünkü kölenin şahsıda efendinin malındandır.
Binaenaleyh köleninde üçte biri âzad edilmiş olur. Bu, Fethü'l-Kadir'den hulâsa
olarak alınmıştır.
«Efendisini öldüren
müdebberde ilh...» Yani müdebber efendisini öldürse âzâd olup kıymetinin
bedelini ödemek cin çalışır. Kendisine mal vasiyet edilen kemse vasîyet eden
şahsı öldürürse vasîyetten bîr şey alamaz. Çünkü katil için vasiyet yoktur.
«Rehin verilme
ilh...» Çünkü rehin verme ve rehin alma biz HanefiIere göre borç verip alma
babından olup bir aynı mülk olarak verme ve alma kabilindendir. Bu, Bedayî'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«Efendisini ümmi
veled öldürürse üzerine bir şey lâzım gelmez ilh...»
Yani ümmi veled
âzâd olur. Çünkü öldürme de ölümdür, eğer öldürme amden olursa cariye kısas
edilir, hataen olursa ümmi veled üzerine çalışma veya bir şey lâzım gelmez.
Çünkü ümmi veledin âzâdı vasiyet değildir. Cariye kendisine vasiyet edeni
öldürse vasiyeti reddetmiş olur. Cevhere.
«İmam-ı Azam'a
göre, mükateb gibi olur ilh...» Yani şahitliği kabul edilmez, evlenemez.
«Cariyenin
karnındaki yavrunun tedbire kesilmesi âzâd edilmesi gibidir ilh...» Yani efendi
tedbire kesilen yavrunun anasını satamaz, hibe edemez, mehir olarak veremez,
yavru altı aydan önce doğarsa müdebber olur, altı aydan ziyade müddette doğarsa
köle olur.