VİTİR VE NAFİLELER BABI
METİN
Her
sünnet nâfiledir. Fakat aksi yoktur (yani her nafile sünnet değildir). Vitir
namazı, amelen farz, itikaden vacip, sübûten sünnettir. Ulema bu husustaki
rivayetlerin arasını bu şekilde bulmuşlardır. Bu izaha göre vitiri inkâr eden
ikfar olunmaz. Yani küfre nisbet edilmez. Sabah namazı kılarken vitiri
(kılmadığını) hatırlamak onu bozar. Şartı mevcut ise aksi de öyledir. İmameyn
buna muhaliftir.
İZAH
Vitir
veya vetr: Çiftin zıddı (yâni tek mânâsına) dır. Nâfile lûgatta ziyade demektir.
Şeriatta ise aleyhinize değil, lehimize meşru olan ziyade ibâdettir.T.
«Her
sünnet nafiledir.» Bu bâptan önce mekruhlar bahsinin sonunda sünneti. müekkede
ve gayri müekkede kısımlarına ayırmış; bunu abdestin sünnetleri bâbında dahi
anlatmıştık. Bunların hepsine nâfile adı verilir. Çünkü farzı tekmil için ziyade
edilmişlerdir. Şârihin muradı başlıkta açık olarak sünnet tabirini kullanmadığı
için özür dilemektir. Çünkü bu bap ayni zamanda sünnetleri de beyan için tahsis
edilmiştir.
«Aksi
yoktur.» ifâdesinden murad; lügat itibariyle aksi yoktur demektir. Çünkü fıkıh
mantıkî kâideler üzerinde durmaktan uzaktır. Maksat her nâfile sünnet değildir
demektir. Zira aynen kılınması istenmiş olmayan namaz nâfiledir: fakat sünnet
değildir. Ayni istenilen namaz böyle değildir. Meselâ: Gece namazı, kuşluk
namazı aynen istenilen namazlardır (ve sünnettirler).
Amelen
farz demek, yapılması farz yani fiil hususunda kendisine farz muamelesi yapılır;
terk eden günahkâr olur. Yapılmazsa ondan sonraki de câiz olmaz; tertibi ve
kazâsı vaciptir demektir.
Bilmelisin
ki farz, biri amelî ve ilmî diğeri, yalnız amelî olmak üzere iki nevidir.
Hem
amelî hem ilmi olan farz beş vaktin farzları gibidir, Bunlar amel cihetinden
farzdırlar. Terk edilmeleri helâl değildir. Bunların fevti ile cevaz da fevt
olur. Yani bunlardan biri terk edilirse o kaza edilmedikçe sonraki kılınamaz.
İlim ve itikad cihetinden de farzdırlar. Yani farz olduklarına inanmak lazımdır.
İnanmayan kâfir olur.
Yalnız
amelen farz vitir namazı gibidir. Vitir namazı söylediğimiz gibi yalnız amel
cihetinden farzdır. İlmen farz değildir. Yani itikad edilmesi farz değildir.
Hatta onu inkâr eden kâfir sayılmaz. Çünkü delili zannîdir. Vitirde birde
ihtilaf şübhesi vardır. Onun için vitir namazına vacip adı verilmiştir. Bunun
bir örneği de başın dörtte birine mesh etmektir. Zira kati olan delil meshin
aslını ifâde etmiştir. Dörtte bir miktarı ise zannidir. Lâkin müçtehide göre
onun zanni delilini tercih ettirecek bir sebep bulunmuştur. Bu sebeple o kat'iye
yaklaşmıştır. Ve müçtehid ona ameli farz adını vermiştir. Şu mânâya ki:
Yapılması lazımdır. Hatta terk ederde meselâ: Bir kıla mesh yaparsa bununla
cevaz fevt olur. (o abdestle namaz kılmak caiz olmaz.) Ama dörtte bir miktarı
ilmen farz değildir. Hatta bunu inkâr eden kâfir olmaz. Meshin aslını inkâr
etmek böyle değildir. Bununla anlaşılır ki vacip dahi iki kısımdır. Çünkü kat'î
olmayan bu farza vacip denildiği gibi amelde bundan aşağı, sünnetten yukarı
olana da vacip denilir ki, o da yapılmadığı takdirde cevaz fevt olmayandır.
Meselâ: Namazda fatihayı okumak, vitirin kunutu ve bayram tekbirleri, ve secde-i
sehiv ile tamamlanan vaciplerin ekserisi bu kabildendir. Bazen vâcip tabiri kati
farz mânâsında da kullanılır. Nitekim bunu Telvihten naklen abdestin farzları
bâbında arz etmiştik. Oraya müracâat edebilirsin.
«İtikaden
vacip» ten murad: inanılması vaciptir demektir. Ulemanın sözlerinden
anlaşıldığına göre vitirin vacip bir namaz olduğuna inanmak vaciptir. Çünkü
inanmak vacip olmasa, fiilinin vacip olması mümkün değildir. Vacip olduğuna
inanmadığı bir şeyi yapmak kimseye vacip olamaz. Onun içindir ki, İmameynin:
«Vitir namazı sünnettir. Fakat kazası vaciptir.» Sözleri müşkil sayılmıştır.
Nitekim gelecektir. Usul fıkıh ulemasının vacip hakkında: «Vacibin hükmü yakînen
bilerek değil, amelen lazım gelmektir.» Demeleri de buna delâlet eder. «Yakînen»
tabiri vacibin hükmünün amelen ve zannî şekilde bilerek lazım gelmesini ifade
eder. Binaenaleyh o kimsenin bunun zannî yani vacip olduğunu bilmesi lazım
gelir. Aksi takdirde usul fıkıh ulemasının «yakînen» demeleri hükümsüz kalır. O
zaman Zeyleî'nin: «Hanefî bir kimsenin vacip olduğunu itikâd etmesi icap etmez.»
sözü müşkil kalır. Meğer ki: «Murad farz olmadığını anlatmaktır. Hatta vacip
olduğuna inanmayan kâfir olmaz.» şeklinde cevap verile. Çünkü yukarıda geçtiği
vecihle vacip kelimesi farz mânâsında da kullanılır.
«Sübûten
sünnet»dir ifâdesinin mânâsı: Vitirin sübûtu Kur'an ile değil, sünnet yoluyladır
demektir. Bu sünnet, Rasûlüllah (s.a.v.)'in şu hadisi şerifidir: «Vitir haktır.
Vitir namazını kılmayan benden değildir. Bunu üç defa tekrarladı» hadisi Ebû
Davud ile Hâkim rivâyet etmiş; Hâk'im onu sahihlemiştir. Vitirin bir delil'i de:
«Sabahlamadan vitiri kılın!» hadisidir. Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Emir vücûp
ifâde eder. Meselenin tamâmı Münye şerhindedir.
«Bu
husustaki rivâyetler»den murad: İmam A'zam'dan rivâyet edilen üç kavildir. Çünkü
İmam A'zam'dan vitirin hem farz hem vacip hem de sünnet olduğu rivâyet
edilmiştir. Rivâyetlerin arasını bulmak ayırmaktan evlâdır. Bu suretle bütün
rivâyetler vâcibte karar kılınmışlardır ki, Kenz ve diğer kitablarda tercih
edilen budur.
Bahır
sahibi: «İmam-ı A'zam'ın en son sözü vitirin vacip olmasıdır.» demiştir.
Muhit'te «sahih olan budur.» denilmiş; Hâniye'de sahih yerine esah tabiri
kullanılmıştır.
Mebsût'ta
da: «İmam-ı A'zam'ın mezhebinden zâhir olan budur.» denilmiştir Mebsut sahibi
bundan sonra şunu söylemiştir: «İmameyne göre ise vitir namazı amel, itikad ve
delil yönünden sünnettir. Lâkin sair vakit sünnetlerinden daha kuvvetlidir»
«Bu
izaha göre» yani rivâyetlerin arası bu şekilde bulunduğuna göre vitiri inkar
eden kâfir sayılmaz. Çünkü farz rivâyeti hakiki farz mânâsına alınırsa vitiri
inkâr edenin kâfir olması lâzım gelir. Vacip rivâyeti hakiki vacip (yani
yapılmazsa başkası da câiz olmaz. Ama farz muamelesi görür.) mânâsına alınırsa
sabah namazı kılarken vitiri kılmadığını hatırlamakla namazın bozulmaması lazım
gelir. Sünnet rivâyeti hakiki sünnet mânâsına alınırsa vitirin kaza edilmemesi
ve kezâ oturarak ve hayvan üzerinde kılınabilmesi lazım gelir.
Musannıf
buna tefrî' ettiği sözünde letfü neşir-i mürettep yapmıştır. Anlayıver!
Vitrin
aslını inkâr eden bil-ittifak tekfir edilmez. Çünkü tekfir edilmek sünnet ve
vâcip olan bir şeye lazımdır. Nitekim feth-ul-kadir'de açıklanmıştır.
Ben
derim ki: Maksat mükemmel bir terbiye ile inkardır. Meselâ: delil şübhesinden
veya bir nevi te'vilden dolayı olmalı; Bu takdirde ileride gelecek: «Sünnetleri
terk eden kimse onların hak olduğuna inanırsa günahkâr, inanmazsa kâfir olur.»
Sözü buna aykırı değildir. Çünkü ulema küfrü. tahkir ederek bırakmakla
illetlendirmişlerdir. Nitekim bu sözü Bahır sahibi Tecnis, Nevâzil ve Muhîte
isnâd etmiştir. Birde Münye şerhinde: «Vitiri inkâr eden kâfir olmaz. Meğer ki
onu tahkir edip, sünnetler bahsinde geçen mânâya göre hak olduğuna inanmaya!»
denilmiştir. Sünnetler bahsinde geçen mânâdan murad: «Bu peygamber (s.a.v.)'in
işlediği bir fiildir, ama ben onu yapmıyorum.» demektir. Sonra bilmelisin ki,
Eşbah'ta: «Vitirin aslını ve kurbanı inkâr eden kâfir olur.» denilmiştir. Bu
sözün bir misli de Kınye'dedir. Bundan anlaşılan burada murad vitirin vacip
olduğunu inkardır. Bunu Zeyleî'nin ta'lilide te'yid etmektedir. Zeyleî: «Çünkü
haber-i vâhidle sabit olmuştur». diye ta'lilde bulunmuştur. Haber-i vâhidle
sâbit olan vitirin aslı değil, vücûbidir. Aslı icmâ-i ümmetle sâbit ve dinden
olduğu bizzarura malumdur.
Şâfiilerden
bazı muhakkıkların beyânına göre beş vaktin sünnetlerinin veya bayram
namazlarının meşru olduğunu inkar eden kimse kâfir olur. Çünkü bunların dinden
olduğu bizzarura malumdur. İleride görüleceği vecihle sabah namazının sünnetini
inkar edenin küfründen korkulur.
Ben
derim ki: Her halde maksad bir nevi tevil ile inkar olacaktır. Yoksa onun meşru
olduğunda hilâf yoktur. Tahrir'in icmâ bâbında açıklanmıştır ki, kat'i icmaın
hükmünü inkar eden hanefilerle bir taifeye göre tekfir edilir. Bir tâife ise
tekfir edilmeyeceğini söylemişlerdir. Yine orada izah edildiğine göre zarurat-ı
diniyeden olan bir şeyi inkar eden tekfir edilir. Zarurâtı diniyeden değilse
tekfir edilmez. Zaruratı diniye havâs ve avâm herkesin dinden olduğunu bildiği
şeylerdir.
ALLAH'ın
birliğine, peygambere,.beş vakit namazın farz olduğuna inanmanın farz olması bu
kabildendir. Zarurâtı diniyeden olmayanlar Arafatta vakfeden evvel cinsi
münasebetle haccın bozulması, caddeye mirastan altıda bir hisse verilmesi gibi
şeylerdir ki, bunları yalnız havas bilir; (avam bilmezler.) Şüphesiz
bahsettiğimiz vitrin meşru olması ve benzerleri havâs ve avâmın bizzarura dinden
olduğunu bildiği şeylerdendir. Binaenaleyh te'vil edilmedikçe inkar edenin kâfir
olduğuna kesin hüküm vermek gerekir. Bunları terk etmek başkadır. Yukarıda
geçtiği gibi tahkir ve alay için terk eden kâfir olur. Tahkir için değil de
tenbellik veya fâsıklık gibi bir sebebten terk eden kâfir olmaz. Benim anladığım
budur. ALLAHu Âlem.
«Şartı
mevcut ise aksi de öyledir » İfâdesinden murad: Vakit dar olmamak, kazaya
kalanlar aftı vakti bulmamâk gibi şartı mevcut ise aksi yani sabah namazı
kılarken farz namâzını hatırlaması da namazı bozar. demektir. H.
Unutmamak
burada sahih değildir. Çünkü meselemiz sabah namazı kılarken vitiri kılmadığını
yahud vitiri kılarken sabah namazını kılmadığını hatırladığına göre kurulmuştur.
Bunu Rahmetî söylemiştir. Anla! «İmameyn buna muhaliftir.» Onlar namazın
bozulduğuna hüküm etmezler. Zira onlara göre vitir namazı sünnettir. T.
METİN
Lâkin
vitir kaza edilir. Oturarak veya hayvan üzerinde kılınması bilittifak sahih
değildir. Vitir namazı akşam gibi bir selâmla üç rekat kılınır. Hatta oturmayı
unutsa geri dönüp oturmaz. Oturursa namazın bozulması gerekir. Nitekim
gelecektir. Fakat vitirin her rekatında fâtihayı ve ihtiyatan bir sureyi okur.
Sünnet vecihle kıraat üç sureyi okumaktır. Muavazateyni ziyâde etmeyi cumhur
tercih etmemişlerdir. Evvelce geçtiği vecihle üçüncü rekatının rükûundan önce
ellerini kaldırarak tekbir alır. Sonra ellerini bağlar. Bazıları dua eder gibi
tutacağını söylemişlerdir. Ve orada kunut okur.
İZAH
«Lâkin
vitir kaza edilir.» İmam-ı A'zam'ın kavline göre bu istidrâke lüzum yoktur.
Ancak Şarih yukarıda hilâfı zikir ettikten sonra «bilittifak sahih değildir.»
dediğine bakarak buna lüzum görmüştür. Yani vitir namazını kaza etmek bilittifak
vaciptir. İmam A'zam'a göre vacip olması meydandadır. İmameynden nakledilen
zâhir rivâyete göre de vaciptir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Her kim vitir
namazını kılmadan uyur veya unutursa hatırladığı zaman onu kılsın!» buyurmuştur.
Nitekim Muhit'ten naklen Bahır'da da böyle denilmiştir. Fetih ve Nehir sâhipleri
bunu müşkil saymış ve: «Kazanın vacip olması edânın vacip olmasından ileri
gelir.» demişlerdir. Bahır sahibi buna muhitten nakl ettiği hadisle cevap
vermiştir.
Ben
derim ki: Bu cevabın söz götürdüğü âşikardır. Zira hadisin kazanın vâcip
olmasına delâleti eşkâli kuvvetlendirir. Ancak şöyle cevap verilebilir: İmameyne
göre vitirin sünnet olduğuna delil sabit olunca onunla amel etmişler; kazası
lazım geldiğine delil sabit olunca nassa tâbi olarak onunla da amel etmişlerdir;
velev ki kıyase muhâlif olsun.
Vitirin
hayvan üzerinde kılınması sahih değildir. Çünkü özür yokken vacipler hayvan
üzerinde kılınamaz. İmameyne göre vitir namazı sünnettir; lâkin sahih rivâyete
göre peygamber (s.a.v.) geceleyin özürsüz olarak hayvan üzerinde nâfile namaz
kılar; vitir namazına sıra gelince inerek onu yerde kılarmış. Bunu Bahır sâhibi
Muhit'ten nakl etmiştir. Oturarak kılmakta hayvan üzerinde kılmak gibidir.
Bu
üç mesele ittifakîdir. H.
Hilaf
beş meselededir ki, onlar da:
1
- Farz kılarken vitiri hatırlamak,
2
- Vitiri kılarken farzı hatırlamak,
3
- Fecir doğduktan sonra vitirin kazası,
4
- İkindi namazından sonra vitirin kazası,
5
- ve yatsı bozuldukta vitirin kazasıdır. Hazâin.
Yani
vitir sünnettir diyenlere göre hatırlamakla vitirin ve farzın bozulması lazım
gelmediği gibi zikir edilen iki vakitte kaza da edilmez. ve yatsı namazı
bozulursa vitirsiz kaza edilir.
«Akşam
namazı gibi» ifâdesi vitirin ilk oturuşunun vacip olduğunu gösterir ve
tahiyyattan sonrasalavât okunmayacağına delalet eder. T. Vitir akşam namazı gibi
olduğu içindir ki. bir kimse ilk oturuşu unutsa dönüp oturmaz. Nâfile namaz gibi
olsa idi kalktığı rekatın secdesine varmadıkça dönerdi. Çünkü nâfilenin her iki
rekatı ayrı bir namazdır. T.
«Oturursa
namazın bozulması gerekir.» Meselesi secde-i sehiv babında gelecektir. Lâkin
şârih orada namazın bozulmadığını tercih etmiş ve bahır'dan bunun hak olduğunu
nakl eylemiştir. Vitirin her rekatında sure okumak ihtiyat içindir. Çünkü vacip
sünnetle farz arasında tereddüt etmektedir. Sünnet olmasına bakılırsa her
rekatında kırâat vacibtir. Farz olmasına bakılırsa her rekatında kıraat vacip
değildir. İhtiyatan her rekatında okunur. Münye şerhi.
Üç
sureden murad: E'lâ, Kâfirun ve ihlâs sureleridir. Lâkin Nihâye'de
bildirildiğine göre devam üzere bu üç sureyi tayin, bazı kimselerin bunları
okumak vacip itikad etmesine sebep olur ki. bu câiz değildir. Ama hadislerle
bildirilen sureleri devam etmemek şartiyle bazen okursa eyi olur. Bahır.
Bu
yalnız imam hakkında mıdır. Yoksa değil midir? bu hususta imamlık bâbından az
önce söz etmiştik.
Muavazateyni
ziyâde meselesine gelince: Bu üçüncü rekatta ihlas suresinden sonradır. Bahır'da
Hılye'den naklen şöyle denilmiştir: «Sünende ve diğer kitablarda muavazateynin
ziyade edildiği bildirilmişse de bunu imam Ahmed'le ibn Maîn red etmiş; ekser
ulema dahi kabul etmemişlerdir. Nitekim Tirmizî beyân etmiştîr.» İftîtah
tekbirinde olduğu gibi kunut tekbirinde de ellerini kulaklarına kadar kaldırmak
sünnettir. İmdat'da Mecma-ar-Rivâyat'tan naklen bildirildiği gibi el kaldırmak
vakit içinde kılınırsa sünnettir. Vitir namazı halk arasında kaza edilirse
yaptığı kusuru başkaları bilmesin diye ellerini kaldırmaz.
Tekbirden
sonra kırâat halinde olduğu gibi ellerini bağlar. H. Bazıları dua eder gibi
tutacağını söylemişlerdir. Yani İmam Ebu Yusuf'tan bir rivâyete göre ellerini
göğsü hizasına kaldırır; içlerini gök yüzüne çevirir. İmdâd. Anlaşılan bu
rivâyete göre dua bitinceye kadar ellerini o vaziyette tutar.
«Ve
orada kunut okur.» İfâdesinden murad: Rükûdan önce okur demektir. İmam A'zam'a
göre vacip olan kunutun hakikatı hususunda ulema ihtilaf etmişlerdir. Müçtebâ'da
nakl edildiğine göre bu dua değil, uzun zaman ayakta durmaktır. Fetevâ-i
Süğra'da bunun aksi ifâde edilmiştir ki. Bohır sahibi «bunun sahih kabul
edilmesi gerekir.» demiştir. El müğrip nâm eserde: «Meşhur olan kavl budur.
Kunut
duası denilmesi beyân izâfetidir.» denilmiştir. İmdâd'da dahi bunun gibi bir
ibâre vârdır. Sonra vitirdeki hilâf gibi kunut da İmam A'zam'a göre vacip,
imameyne göre sünnettir, Nitekim Bahır ve Bedâyi'de de böyle denilmiştir. Lâkin
Gurer-ül-efkâr nâm eserden bize göre kunutun hilâfsız vacip olduğu anlaşılıyor.
Orada şöyle denilmektedir: «Kunut bize göre vacip, İmam Malîk'e göre müstehap,
Şâfii'ye göre caiziyetten, İmam Ahmed'e göre ise sünmettir.»
METİN
Kunutta
meşhur duayı okumak ve peygamberimize salavat getirmek sünnettir. Bununla fetva
verilir. Duada ki cid kelimesi sahihtir.
ve
hak mânâsınadır. Mülhık kelimesi katılır mânâsına, Nahfidü de koşarız manasına
gelir. Bu kelimeyi nahfizü şeklinde okursa namaz bozulur. Hâniye. Her halde
namazın bozulması bu şekilde kelime mühmel (terk edilmiş) olduğu içindir. Kunut
duasını esah kavle göre mutlak surette gizli okur. Velev ki imam olsun. Çünkü
hadisi şerifte:
«Duanın
en hayırlısı gizli okunandır.» Buyurulmuştur.
İZAH
Kunutta
meşhur Allahümme inna nastaînüke duasını okumanın sünnet olduğunu namazın
vacipleri babında Nehir'den naklen beyan etmiştik. Bahır'da Kerhî'den naklen
kunutta muayyen dua olmadığı bildirilmiştir. Çünkü eshabı kiramdan muhtelif
dualar rivâyet olunmuştur. Birde muayyen olan dua kalbin mesasiyetini giderir.
Üsbicabi
bu kavlin zahir rivâye olduğunu söylemiştir. Bazıları: «maksad, Allahümme innâ
nastaînüke'den başka kunutta muayyen dua yoktur.» şeklinde yorumda bulunmuş; bir
takımları da muayyen duanın efdal olduğunu söylemişlerdir.
Münye
şârihi mes'sür dua ile teberrük için bunu tercih etmiştir. Öyle görünüyor ki,
ikinci ve üçüncü kaviller birdir. Bunların hulâsası zâhir rivâyeti me'sür
olmayan dualarla kayıtlamaktır. Nitekim Zeyleî'nin sözü bunu ifâde ediyor.
Münye
şerhinde: «Sahih kavil me'sür dualardan başkası tâyin edilmemektir. Çünkü eshâbı
Kiram buna ittifak etmişlerdir. Bir de tâyin edilmezse çok defa insanın diline
insan sözüne benzer sözler geliverir.» denilmiştir. Bundan sonra Allahümme innâ
nestaînüke'nin muhtelif lafızlarla rivâyet edildiği gösterilmiş; sonra şöyle
denilmiştir:
«Evlâ
olan buna: Allahümmehdinî... duasını eklemektir. Bunların ikisinden başka
kunutta muayyen dua yoktur.»'Kunut dualarından biri İbn Ömer'den rivâyet
edilendir. Hazreti Abdullah bin Ömer: «İnne azâbeke bilküffâri mülhik» cümlesini
«inne azâbeke-I cidde bilküffâri mülhik» şeklinde okur ve şöyle devam edermiş
«Allahümmeğfir
lil mü'minine vel mü'minât vel müslimine vel müslimât, ve ellîf beyne kulûbihim.
Ve eslih zâte beynihîm Vensurhüm alâ adüvvike ve adüvvihim. Allahümmel'an
keferat-el-kitâp ellezîine yükezzibûne rasüluke ve yükâtilûne evliyâeke.
Allahümme hâlif beyne kalimetihim ve zelzil ekdâmehüm ve enzil cleyhim
be'sekellezi lâ yüredde an kavm-il-mücrimin.
Ey
Allahım! Erkek ve kadın mü'minleri, erkek ve kadın müslimleri, afv et! Aralarını
yatıştır. Kalblerini birleştir. Senin ve onların düşmanına karşı kendilerine
yardım et! Ey Allahım! Rasûlünü yalanlayan, velilerinle harp eden kitap
kâfirlerine lânet et! Ey Allahım! Onların aralarını boz! Ayaklarım tutundurma!
mücrimlerden kimsenin red edemediği azâbını tepelerine indir!.
Kunut
dualarından biride dört hadis imamının tahric ettiği ve Tirmizî'nin «hasen»
dediği şu duadır: Peygamber (s.a.v.) vitirinin sonunda: «Allahümme inni eûzii
biridâke min sahtike ve bimaa feinneke min akûbetike ve eûzübike minke. Lâ uhzî
senûü aleyke. Ente kemâ âteyte alâ nefsike».
«Ey
Allahım! Ben senin hışmından senin rızânı, azâbından affını ve senden sana
sığınırım. Seniövmekle bitiremem. Sen kendini nasıl övdü isen öylesin!»
Duasını
ve bundan maadâ insan sözüne benzemeyen duaları okurdu Kunut duasını bilmeyen
«Rabbenâ âtinâ fiddünya haseneten...» âyetini okur. Ebu-l-Leys üç defa
«Allahümmeğfirli» (yârabbi beni affet) denileceğini, bazıları yalnız «yârabbi»
sözünün üç defa tekrarlanacağını söylemişlerdir. Bunu Zahîre sahibi
bildirmiştir.
Ben
derim ki: Bu şunu ifâde eder: Bahır'da «Kerhî'nin beyânına göre kunutta ayakta
durmanın miktarı İzessemâi suresini okuyacak kadardır. Asıl nâm kitabta da böyle
denilmiştir.» Sözü efdali beyam dır; yahud «kunutta vacip olan dua değil. uzun
zaman ayakta durmaktır.» diyenlerin kavline göre söylenmiştir.
Şunu
da söyleyelim ki: Hılye'de bildirildiğine göre yukarıda geçen: «Peygamber
(s.a.v.) vitrinin sonunda: Allahümme innî eûzü biridâke min sahtike ilh...
derdi.» İfâdesi Nesâî'nin bazı rivâyetlerinde: «Bunu namazını bitirip yatmağa
hazırlandığı vakit söylerdi.» şeklindedir.
Kunut
duasındaki «Cid» kelimesi sahihtir. Bu hususta Hılye'de şöyle denilmiştir: «İnne
azâbeke el cidde bil küffâri mülhik» cümlesinde ki «cidd» kelimesi Tahavî'nin
rivâyetinde vardır. Bahır'da dahi bu kelimenin ebû Davud'un mürsellerinde mevcud
olduğu bildirilmiştir. Bu suretle Şumunnî'nin Nikâye şerhinde «bu kelimeyi
söylememelidir.» demesi red edilmiş olur. «Mulhik» kelimesi katılır mânâsınadır.
Meşhur olan budur. Bir çokları esah kavil bu olduğunu söylemişlerdir. Bazıları
«Mülhak» okunacağını iddia etmişlerdir. Bunu ibn Kuteybe ve başkaları zikir
etmişlerdir. Hatta cevheri doğrusunun bu olduğunu söylemiştir. Hılye'de de böyle
denilmiştir.
Ben
derim ki: Kâmusta: «Mülhak» okumak daha güzeldir yahud doğrusu budur.»
denilmiştir.
Şurunbulâliye'de
bildirildiğine göre «mutarizzi» (şübhesiz senin âzabın kâfirlere lâh'ik
olacaktır. mânâsına gelen) İnne âzâbeke bilküffâri mülhik cümlesine: «Senin
âzabın fâsıkları kâfirlere katar.» Mânâsı verilmesini sahih bulmuştur. Mutarazzî
Zemahşerî'nin tilmizi olup el-mü'rep adlı lügatın sahibidir. Kendisi mütezile
fırkasındandır. Mütezilenin fâsid mezhebine göre âsi mü'minler kâfirler gibi
cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu kavli sahih bulması ihtimal ki bundandır.
«Esah
kavle göre kunut duasını mutlak surette gizli okur.» Muhitte de böyle denilmiş;
Hidâye'de: «Muhtar olan kavil budur.» denilmiştir. Bu kavlin mukabili «Âşikâr
okunur.» diyenlerin sözüdür. Zahire'de şöyle denilmiştir: «Ulema Acem
memleketlerinde imamın kunut duasını âşikara okumasını münasip görmüşlerdir. Tâ
ki cemaat duayı öğrensinler. Bazıları tafsilata gitmiş; Cemaat duayı bilirse
imamın gizli okuması, bilmezse âşikara okuması evlâ olduğunu söylemişlerdir.»
Ben
derim ki: Bu tafsilat öncekinden hâric bir şey değildir. Münye'de: «Âşikara
okunmasını tercih eden, onun namazdaki kıraattan daha aşağı sesle okunacağını
söylemiştir.» denilmektedir.
«Velev
ki imam olsun.» Bu hususta Hazâin'de şöyle deniliyor: «İmam olsun, cemâat veya
yalnız olsun, edâ kılsın kaza kılsın, ramazanda olsun başka aylarda olsun kunut
duasını gizli okur.»
«Duanın
en hayırlısı gizli okunanıdır.» Hadisi gizli okumanın vacip olmadığını
göstermektedir. T.
METİN
Vitir
namazında: Namazı selâmla ayırmamışsa meselâ: Şâfii bir imama uymak sahihtir.
Esah kavle göre uyan kimsenin itikadınca imamdan namazı bozacak bir şey tahakkuk
etmemek partiyle başka namazlarda muhalif mezhebin imamına uymak evleviyette
kalır. Nitekim Bahır'da izah olunmuştur. Namazı selamla ayırırsa câiz değildir.
Her ikisinde esah kavil budur. Çünkü itikad ayrı olsa da niyette birlik vardır.
Onun için bayram namazlarında olduğu yalnız vitire niyet eder. «Vacip olan
vitire demez.» Zira bayramlarda ihtilaf vardır.
İZAH
Başka
namazlarda muhalif mezhebin imamına uymanın evleviyette kılması şöyle izah
olunur. Farz ve nâfile namazda niyet birdir. Fakat vitirde böyle değildir. Onda
niyet ayrıdır. T. Çünkü imamı ona sünnet diye niyet eder. Muhalif mezhebin
imamına uymak için uyan kimsenin itikadınca imamdan namazı bozacak bir hal
tahakkuk etmemek şarttır. İmamın kan aldırıp ortadan kayıp olduğunu görse esah
kavle göre ona uyması sahih olur. Çünkü ihtiyatan abdest almış olması câizdir.
İmama hüsn zanda bulunmak evlâdır. Bunu Zâhidî'den naklen Bahır sâhibi
söylemiştir. Bahır sahibinin bu hususta izahatı şöyledir: Hâsılı, imama uyan
kimse imamın mezhebimiz hakkında ihtiyat gösterdiğini bilirse ona uymakta
kerahet yoktur. İhtiyat göstermediğini bitirse uymak sahih değildir. Hiç bir şey
bilmezse uyması mekruhtur. Hidâye'nin zâhirinden anlaşıldığına göre itibar
uyanın itikadınadır. İmamın itikadına itibar yoktur. Hatta Şâfii bir imamın
kadına dokunduğunu ve abdest almadığını gördüğü halde ona uysa ekser ulemaya
göre caizdir. Esah olan kavil de budur. Nitekim Feth-ull-Kadir'de ve başka
kitablarda böyle denilmiştir. Hindvânî'de şunları söylemiştir: «Bir cemâat bunu
câiz görmemiştir. Nihâye sahibi bunu kıyasa daha uygun görerek tercih etmiştir.
Çünkü o kimsenin itikadınca imam namaz kılmamıştır. asıl olan imamdır.
Binaenaleyh ona uymak sahih değildir. Ama bu kavil red edilmiş: «İmama uyan
hakkında muteber olan kendi reyidir. Başkasının reyi değildir. Birde imamın
halini taklide yormak gerekir, Tâki bunu kasten yaptı ise itikadınca abdestsiz
namaz kılmakla ona uymanın haram olması lazım gelmesin.» denilmiştir.
Nehir
sahibi: «Hindvânî'nin kavline göre ihtiyat göstermese bile uymak câizdir.»
demiştir. Bu sözün zâhirine bakılırsa imam bazı şartları bıraksa bile bize göre
ona uymak câizdir. Lâkin Allâme Nuh efendinin beyanına göre câiz olup olmamak
hususunda uyan kimsenin reyine itibar edileceği bilittifak sabittir. Yukarıda
geçen hilâf imamın reyi de itibara alınıp alınmayacağı hususundadır. Binaenaleyh
Hanefî bir kimse. Şâfiî olan imamın elbisesinde meni görse ona uyması bilittifak
câiz olmaz. Az necâset görürse cumhura göre uyması caizdir. Bazıları câiz
olmadığını söylemişlerdir. Zira bu necaset imamın reyine göre namaza mânidir.
Muteber olan her ikisinin reyleridir. Bu izah söz götürür. Az ileride
görülecektir. Muhalif mezhebin imamına uyma meselelerinin kalanını imamlık
bahsinde izah ettik.
«Meselâ:
Şâfiî bir imama» ifâdesinde imameynin kavlini tercih edenler dahildir. Kezâ
vitir namazı sünnettir diyen herkes dahildir. «Her ikisinde esah kavil budur.»
İfâdesinden murad: Gerek aslen vitir namazında şâfiiye uymak gerekse namazı
selamla bölmemenin şart kılınması hususundaesah kavil budur demektir.
İrşad
sahibi buna muhalefet ederek: «Ulemamızın ittifakiyle vitirde Şâfiiye uymak asla
câiz değildir. Çünkü bu farz kılanın nâfile kılana uymasıdır.» demiştir.
Razî'nin sözü de muhaliftir. O: «İmam vitiri selâmla ayırsa bile ona uymak
câizdir. Vitirin kalanını da onunla kılar. Çünkü onun itikadına göre selam
vermekle namazdan çıkmamıştır. Mesela içtihadi meselelerdendir. Nitekim burnu
kanayan imama uymakda böyledir.» demektedir.
Ben
derim ki : Selam vermekle namazdan çıkmaz.» Sözü, selam vermesi vitirini bozmaz;
çünkü sonra kıldığı da vitirden hesap edilir ve sanki namazdan çıkmamış gibidir.
Mânâsınadır. Bu söz Hindvânî'nin sözüne ibtina eder. Hindvânî'nin sözünün
muktezası yalnız imamın reyi itibara alınmaktır. Bu az yukarıda Nuh efendiden
nakl ettiklerimize aykırıdır.
«Çünkü
itikad ayrı olsa da niyette birlik vardır.» İfâdesi imama uymanın sahih
olduğunun illeti ve irşaddan nakl edilen sözü reddir. Zira feteva sahibleri İbn
Fazıldan uymanın sahih olduğunu nakl etmişlerdir. Çünkü imamla cemâatın ikiside
vitire niyet etmeğe muhtaçtırlar. Binaenaleyh namazın sıfatı hakkındaki itikadın
değişikliği hükümsüz bırakılmış; sâdece niyette birlik itibara alınmıştır.
Feth-ul-kadîr sahibi bunu müşkil bulmuştur. Zira farz kılanın nâfile kılana
uyması demektir. Velev ki niyet ederken sünnet veya vacip sıfatı hatırına
gelmeyip sırf vitire niyet etsin. Nitekim Tecnisin mutlak ifâdesinden
anlaşılanda budur. Zira onun itikadında nafile olduğu kararlaşmıştır. Bahır
sahibi feth-ul-Kadir'in sözünü yine Tecniste açıklanan: «İmam Vitire sünnettir
diye niyetlenirse ona uymak caizdir. Nasıl ki bir kimse rükû sünnettir diyenin
arkasında onunla namazını kılsa câiz olur. Tetavvu' niyetle kılmış olsa câiz
olmazdı. Çünkü farz kılanın nâfile kılana uymasıdır.» ifâdesiyle red etmiştir.
Şârih vitirin selamla ayrılmaması şartını ta'lilden bahis etmemiş; evvelce zikir
ettiği «esah olan imama uyanın itikadına itibar etmektir.» Sözünün işâreti ile
yetinmiştir. İmama uyanın itikadınca selâm vermek namazı bozar. Şu halde uyması
da fâsiddir. Velev ki beraberce namaza başlaması sahih olsun. Çünkü başlangıçta
buna mâni yoktur. Nitekim Halebî'de böyle demiştir. «Vacip olan vitire demez.»
İfâdesinden «vâcip diye tâyin lazım değildir.» Mânası anlaşılmalıdır. Yoksa
«bundan men edilmiştir.» Mânâsı çıkarılmamalıdır. Çünkü namaz kılan kimse Hanefî
ise itikadına uysun diye vücûbe niyet etmelidir. Değilse bu şekilde niyet ona
zarar etmez. Bahır.
«Zira
bayramlarda ihtilaf vardır.» Bu ihtilâf bayram namazlarının vacip veya sünnet
olması hususundadır.
METİN
İmama
uyan kimse vitirin kunutunu okur. Şâfiî imama uymuşsa rükû'dan sonra okur. Çünkü
bu içtihad yeridir. Sabah namazının kunutunu okumaz. Zira nesh edilmiştir. Sabah
namazında en mâkul kavle göre ellerini salarak ayakta durur ve susar. Kunutu
unuturda rükûda hatırlarsa rükûda okumaz. Çünkü yeri geçmiştir. Esah kavle göre
kıyâme de dönmez. Çünkü bunda vacip için farzı terk etmek vardır.
İZAH
İmama
uyan kimse vitirin kunutunu okur. Bu mesele aşağıda gelecek beş meseleden
biridir ki, bunları imam yaparsa cemaat olan da yapar. Musannıfın Kenze tâbi
olarak tâkip ettiği yol muhtar olan yoldur. Nitekim Muhit'ten naklen Bahır'da da
böyle denilmiştir. Muhit'in ibâresi gibi: «İmam Ebû Yusuf İmama uyan kimsenin
okuması da sünnettir. Demiştir ki, muhtar olan kavil budur. Çünkü kunutta sair
dualar gibi bir duadır.
İmam
Muhammed, okumaz. belki ihtiyatan sâdece âmin der. Çünkü kunutun Kur'an olmak
şübhesi vardır. demiştir» şeklindedir. Bu sözün kunutun cemâat hakkında vacip
değil, sünnet olduğunu beyan hususunda acıktır. Meğer ki evvelce Bahır'dan
naklen geçtiği vecihle kunut imameyne göre sünnettir. Sözü üzerine binâ edilmiş
olâ.
Şâfiî
imama uyan hanefî bir kimse istiâne duasını okur. Kendi mezhebinin duâsı olan
hidâyet duasını okumaz. Çünkü imama tâbi olmak mutlak surette kunuttadır.
Okunacak dua hususunda değildir. Nitekim bunu Şeyh Ebus-s-Suûd Abdulhay'dan
naklen beyân etmiştir. Velev ki Şurunbulâliye'de tevekkuf edilmiş olsun.
İçtihad
yerinden maksad ne olduğunu namazın vacipleri bahsinin sonunda beyân etmiştik.
Orada içtihad yerlerine misal olarak selâmdan önce secde-i sehiv yapmayı, bayram
tekbirlerim üçden ziyâde almayı ve rükûdan sonra vitirin kunutunu okumayı
göstermiştik. Anlaşılıyor ki kunud duası imama uyan için vacip değil sünnettir.
Dediğimize göre «rükûdan sonra vitirin kunutunda imama tâbi olmak vaciptir»
Sözünden murad: Dua hususunda değil, ayakta durmak hususundadır.
Sabah
namazının kunutu nesh edilmiştir. Binaenaleyh cenâze namazında imamın beş tekbir
alması gibi olur. İmam beş tekbir alsa cemaat beşincide ona tâbi olmazlar.
Bahır.
Sabah
namazında Şâfiî imam kunut yapınca Hanefî olan cemâat ellerini solarak susor.
Bazıları «oturur» demiş; bir takımları rûkûu uzatır; diğerleri de secde eder; ve
imamın kendisine yetişmesini orada bekler. demişlerdir. Şurunbulâliye. Ayakta
ellerini salarak durması en münasibidir. Ellerini salması, el bağlamak, içinde
mesnûn zikir bulunan uzun kıyamın sünneti olduğu için buradaki zikir bize göre
mesnûn değildir.
T
E N B İ H : Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Bu mesele Şâfiîlere uymanın câiz
olduğuna delâlet eder. Şâfiîye uyan kimse onun kan aldırmak gibi namazı
bozduğunu itikad ettiği bir halini bilirse uyması câiz olmaz.» Meselenin
delâleti şöyledir: Şâfiîye uymak sahih olmasa ulemamızın ihtilâfı da sahih
olmaz. Kimisi susar; kimisi imama tâbi olur demezlerdi. Bahır. Rükûda kunut
okunmaz; Çünkü yeri geçmiştir. Kunut sırf kıyâm halinde meşru olmuştur. Bir
vecihle kıyâm olup bir vecihle olmayan rükûa geçmez.
Bayram
tekbirlerine gelince: Bu tekbiri rükûda hatırlayınca getirir. Çünkü bayram
tekbiri sırf kıyâm haline mahsus değildir. Bayramda rükû tekbiri eğilirken
getirilir. Bu tekbir sahabenin icmaiyle bayram tekbirlerinden sayılır. Bu
tekbirlerden biri özürsüz hâlis kıyâm sayılmayan bir halde câiz olunca özürle
birlikte bakîsinin caiz olması evleviyette kalır. Bahır.
Ben
derim ki: Bu söz Hılye'den alınmıştır. Aslı Bedâyi'dedir, lâkin zikir ettiği
«bayram tekbirlerini rükûda getirir.» İfâdesi Bedâyi'de Zâhire'de ve diğer
kitablarda açıklanmasına rağmen bizzat Bedâyi sahibinin bayram babında zikir
ettiği şu beyâna aykırıdır: «İmam ilk rekatın rükûunda tekbiri unuttuğunu
hatırlasa dönüp tekbir alır. Ve rükûu bozulur. Kırâatı tekrarlamaz. İmama uyan
kimse ona rükûda yetişirse rekatı kaçıracağından korktuğu takdirde iş değişir.
Böylesi rükû eder ve rükûda tekbir alır. Fark şudur: Esas itibariyle tekbirlerin
yeri hâlis kıyâm halidir. Lâkin biz imama uyan hakkında ona tabi olmanın vacip
olması zaruretinden dolayı rükûu kıyâme katmışızdır.» Bu iki sözün arasında ki
çelişmeye bir bak! Münye şerhinde Bedâyi'de ikinci olarak beyan edilen söze göre
hareket edilmiş; sonra tekbirle kunut arasında fark yapılmıştır, Şöyle ki:
Kendisi için rükû terk edilen bayram tekbiri ittifâkidir. Kunut öyle değildir.
Ben
derim ki: Hılye'de bayram namazı bâbında açıklandığına göre Bedâyi'de ikinci
defa zikir edilen kavl Nevâdirin rivâyetidir. Zâhir rivâyet tekbir getirmeyip
namazına devam edeceğini bildirmektedir. Orada bunu Bahır sahibi de
açıklamıştır. Bu izâha göre aslâ eşkâl yoktur. Çünkü bununla kunut arasında bir
fark yoktur. ALLAH-u âlem.
«Esah
kavle göre kıyâme de dönmez.» Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: O kimse
kunutu yapmasa bile başını rükudan kaldırmakla kıyâm hasıl olmuştur? cevaben
deriz ki: Bu kıyâm değil, kavmedir. Binaenaleyh kıyâme dönmemek rükûdan sonra
kunut yapmamaktan kinâye olur. Zira kıyâm lazım, .kunut melzumdur. Ve lâzım
zikir edilmiş ondan melzûme intikâl edilmek istenmiştir. H.
«Çünkü
bunda vacip için farzı terk vardır.» Yani bir kavle göre bu namazı bozar. İkinci
bir kavle göre ise isâeti icap eder. Hak olan. isâet icap etmesidir. Nitekim
secde-i sehiv bâbında gelecektir. H.
METİN
Şâyed
kıyâme dönerde kunutu okur ve rükûu tekrarlamazsa namazı bozulmaz. Çünkü rükûu
tam kıtaattan sonradır. Ama yerinden giderildiği için kunutu okusun okumasın
secde-i sehiv yapar. İmama uyan kimse kunutunu bitirmeden imam rükûa giderse
kunutu kesip ona tâbi olur. Kunuttan hiç bir şey okumamış bile olsa imamla
birlikte rükûu kaçıracağından korkarsa kunutu terk eder. Teşehhüd böyle
değildir. Zira rükünlerden veya şartlardan olan bir şeye imama muhâlefet etmek
namazı bozar; başkalarında muhâlefet bozmaz. Dürer.
İZAH
«Çünkü
rükûu tam kıraattan sonradır.» yani rükûu bozulmaz. Fâtihayı veya sureyi
hatırlaması bunun hilâfınadır. Onlarda geri döner ve rükûu bozulur. Çünkü
dönmesiyle hepsini okumak farz olur. Kırâatla rükûu orasında tertip farzdır.
Böylece rükûu terk edilmiş olur. Hiç rükûu etmezse namazı bâtıl olur. Rükûu
ederde kendisine ikinci rükuda bir adam yetişirse o rekata yetişmiş olur. Burası
kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır yani muteber olan bu ikinci rükudur.
Birinci
rükû kıraata dönmekle ortadan kalkmıştır. Kunuta dönmek bunun hilâfınadır. Hatta
dönerde kunutu okur, sonra kendisine bir adam uyarsa o rekata yetişmiş olmaz.
Zira o rükû hükümsüzdür.
Halebî'nin
Bahır'dan nakl ettiği ve bu hususta Tahtavî'nin de kendisine uyduğu ibârede
manâyıbozacak derecede kısaltma vardır. Anlayıver! Biz kıraat bâbında geri
dönmekle kırâatın farz olduğunu beyan etmiştik. Oraya müracaat et!
FER'İBİRMESELE:
Bir kimse sureyi terk eder; fâtihayı okur sonra kunutu okuduktan sonra sureyi
terk ettiğini hatırlarsa dönerek sureyi okur. Kunut ile rükûuda tekrarlar. Bunu
Mi'rac, Hâniye ve diğer kitablar zikir etmişlerdir.
«Ama
yerinden giderildiği için kunutu okusun okumasın secde-i sehiv yapar.» Bu ibâre
bundan önce anlaşılan dört suretin ta'lillidir. Bu dört suret:
1
- Rükûda kunut okuması,
2
- Rükûdan doğrulduktan sonra kunut okuması,
3
- Rükûu tekrarlayıp tekrarlamaması ve
4
- Hiç kunut okumamasıdır.Nitekim Halebî tahkik etmiştir.
Cemâat
olan kimse kunutunu bitirmeden imam rükûa giderse kunutu kesip ona tabi olur.
Çünkü buradaki kunuttan murad: Aza ve çoğa şâmil olan duadır. O kimsenin okuduğu
vâcibin sükûtu için kâfidir. Bitirmesi mendubtur. İmama tabi olmak ise vacibtir;
Binaenaleyh vacip için mendûp terk edilir. Rahmeti.
Cemâat
olan kimse kunuttan henüz bir şey okumadan rükû ederse rükûu kaçıracağından
korktuğu takdirde onunla beraber rükû eder. Korkmazsa evvela kunutu okur; sonra
rükua gider. Hâniye ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Acaba murad kunut
denilebilecek bir dua okumak mıdır yoksa meşhur duamıdır? Zâhir olan
birincisidir. Teşehhüd böyle değildir. Zira imam selam verir veya üçüncü rekata
kalkarda cemaat olan henüz teşehhüdü bitirmemiş bulunursa imama tabi olmaz; onu
tamamlar. Çünkü teşehhüd vacibtir. Nitekim şârih bunu namaza başlama faslında
beyan etmiştir.
«Zira
rükünlerden veya şartlardan olan bir şeyde imama muhalefet namazı bozar.» Bu
ta'Iil sakattır. Zira mezkûr tâbi oluşun farz olduğunu iktiza ediyor. Münye
şerhinden naklen evvelce arz etmiştik ki, farz ve vacip namazlarda gecikmeden
imama tabi olmak, başka bir vacip karşı gelmemek şartiyle vacibtir. Başka bir
vacip karşı gelirse evvelâ onu yapar; sonra imama tabi olur. Ama sünnetin karşı
gelmesi böyle değildir. Zirâ vacibi tehir etmektense sünneti terk etmek evlâdır.
Az yukarıda arzettiğimiz sebepten dolayı bu daha muvâfıktır. O zaman kunut ile
teşehhüd arasında fark evvelce Muhit'ten naklen söylediğimiz gibi imama uyan
kimsenin kunutu okumasının sünnet olmasıdır.
Rükûda
imama tabi olmak vacibtir. Bunu kaçıracağından korkarsa sünneti terk eder.
Teşehhüdün ise tamamlanması vacibtir. Zira onun bir kısmını okumak teşehhüd
yerine geçmez. Binaenaleyh imama kıyâm veya selamda tâbi olamasa bile onu
tamamlar. Zira buradaki tâbi olmaya fiilen içinde bulunmakla kuvvetlenen bir
vacip ârız olmuştur. şu halde imama tâbi olmak için bu vacibi terk.edemez. Velev
ki imama tâbi olmakta vacip olsun. Zahiriye'de açıklandığına göre imam
üçüncürekata kalkarsa cemâat olan teşehhüdü tamamlar. Velev ki üçüncü rekatı
imamla bitiştiremeyeceğinden korksun. İmama uyanın kunutu okuması vacibtir
dersek onun bir kısmını okuduğu takdirde maksad hasıl olur. Çünkü kunutun bir
kısmını okumak kunut sayılır. Okumamışsa te'kid etmemiştir. Ve rükûda imama tabi
olmosı tercih olunur. Zira imama uyanın kunutu okuyup okumaması ihtilaflıdır.
METİN
Bu
kimse yanlışlıkla vitirin birinci veya ikinci rekatında kunut okursa üçüncüsünde
okumaz. Fakat ikincide mi yoksa üçüncüde mi okuduğunda şübhe ederse esah kavle
göre oturmakla birlikte kunutu tekrarlar. Fark şudur: Yanılan kimse burası
kunutun yeridir zanniyle okumuştur. Onun için tekrar etmez. Şübhe eden böyle
değildir. Halebî her iki halde de tekrarlamasını tercih etmiştir. Mesbûk ise
yalnız imamı ile birlikte kunut okur. Ve üçüncü rekatın rükûuna yetişmekle
namaza müdrik (yetişmiş) olur.
Vitirden
başka namazda kunut okumaz, Yalnız bir büyük musîbetten dolayı imam âşikâra
okunan namazlarda kunutu okur. Bazıları bütün namazlarda okuyacağını
söylemişlerdir.
İZAH
Vitirin
birinci rekatında mı yoksa ikinci veya üçüncüde mi kunutu okuduğunda şübhe eden
dahi kunutu tekrarlar. Bahır.
«Oturmakla
birlikte kunutu tekrarlar.» cümlesinden murad: Kunutu okur ve şübhe ettiği
rekatta oturur. demektir. Çünkü o rekatın üçüncü rekat olması ihtimali vardır.
Ondan sonra ki rekatta da öyle yapar. Zira o rekatın do üçüncü olmak ihtimali
vardır. Esah kavil budur. Bazıları hiç bir rekatta kunut okumayacağını
söylemişlerdir. Çünkü birinci veya ikinci rekatlarda kunut okumak bid'attır.
Esah
görülen kavlin vechi şudur: Kunut vacibtir. Vacible bid'at arasında tereddütlü
bulunan şey ihtiyaten yapılır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten naklen söylemiştir.
Halebî
her iki halde de tekrarlamasını tercih etmiştir. Halebî'nin ibâresi şöyledir:
«Şu kadar var ki bu farkın bir faydası yoktur. Zira hata olduğu anlaşılan zanna
itibar yoktur.
Şübhe
eden kimse vacibin yerinde yapılmamış olması ihtimalinden dolayı kunutu
tekrarlarsa yanıldığını yüzde yüz bilen neden tekrarlamasın! Gerçekten Hulasa'da
Sadr-ış-şehid'den naklen yanılan kimsenin ikinci defa kunut okuyacağı
açıklanmıştır. Yukarıda geçen söz rivâyet bile olsa dirâyete (mantıka) uygun
değildir.»
Ben
derim ki: Kezâ bu kavli Hılye ve Bahır sahipleri yukarıda geçtiği şekilde tercih
etmişlerdir.
«Mesbuk
yalnız imamiyle birlikte kunut okur.» Çünkü burası namazının sonudur. Kaza
ettiği cüzü ise kırâat ve benzerleri - ki kunuttur - hakkında hükmen namazının
başıdır. Kunutunu yüzde yüz yerinde yaptığını bilirse tekrarlamaz. Zira kunutun
tekrarı meşru olmamıştır. Bunu Münye şerhi kayıt etmiştir.
«Vitirden
başka namazda kunut okunmaz.» Bu söz Şâfiî'nin: «Sabah namazında kunut okunur.»
sözünü red etmektedir.
Eşbah'da
bildirdiğine göre vebâ hastalığı en büyük musibetlerden biridir. Böyle bir
musibetzamanında imam âşikâra okunan namazlarda kunutu okur. Bahır ve
Şurunbulâlıye'de Nikâye şerhinden o da gâye'den naklen şöyle denilmiştir:
«Müslümanların başına büyük bir bela gelirse cerhi namazda imam kunut okur.
Sevrî ile imam Ahmed'in kavilleri de budur.» Bu ibâre kitabımızın ifadesine
uygundur. Keza Şeyh İsmail'in şerhinde Nihaye'den naklen: «Büyük bir musibet
geldiği zaman imam cehri namazda kunut okur.» denilmektedir.
Lâkin
Eşbah'da gâye'den naklen: «Sabah namazında kunut okur.» denilmiştir. Münye
şerhinde de bu kavil teyid olunmuştur. Orada uzun sözden sonra şöyle deniliyor:
«Binaenaleyh kunutun musibet zamanlarında meşru oluşu devam etmektedir.
Peygamber (s.a.v.) vefatından sonra eşhab'dan «kunut okuyanların kunutu buna
haml edilir. Bizim mezhebimiz budur. Cumhur da bunu tercih etmişlerdir. Hafız
ebu Cafer Tahavî diyor ki: «Bize göre sabah namazında kunut okunmaması musibet
olmadığı zamanlardadır. Bir fitne veya musibet gelirse bunu okumakta beis
yoktur. Bunu Rasûlüllah (s.a.v.) yapmıştır.
Musibet
zamanlarında bütün namazlarda kunut okunmasına gelince: Buna ancak Şâfiî kail
olmuştur. Her halde ulema Rasûlüllah (s.a.v.) min Müslim'de rivâyet edildiği
vecihle öğle ve yatsı namazlarında kunut okumasını. ve Buhari'de rivâyet
edildiği vecihle akşam namazında da kunut okumasını sabah namazında olduğu gibi
devam buyurduğu ve tekrar ettiği rivâyet olunmadığı için neshe
'hamletmişlerdir.»
Bu-ifâde
acık olarak gösteriyor ki, bize göre musibet dolayısıyle kunut okumak yalnız
sabah namazına mahsustur. Gizli veya âşikâre okunan diğer namazlarda kunut
yoktur. Yine bu ifâdeden anlaşıldığına göre ulemanın: «Sabah namazında kunut
okumak nesh edilmiştir.» Sözleri hüküm umumi nesh edilmiştir mânâsınadır. Aslı
nesh edilmiş mânâsına değildir. Nitekim Nuh efendi buna tenbihte bulunmuştur.
Ulemanın «imam okur.» diye kayıtlamaları yalnız kılanın bu kunutu okumayacağını
gösterir. Acaba imama uyan da böyle midir değil midir? buradaki kunut rükûdan
öncemidir sonramıdır? bunu bir yerde görmedim. Bana öyle geliyor ki, imama uyan
kimse imamına tabi olacaktır. Ancak âşikâra okursa o zaman âmin diyecektir. Ve
buradaki kunut rükûdan önce değil, sonra Olacaktır. Buna delil imam Şâfiî'nin
sabah namazının kunutu için gösterdiği delildir. O delilde kunutun rükûdan sonra
yapılacağı açıklanmaktadır. Bizim ulemamız bunu musîbet zamanındaki kunuta
yormuşlardır. Sonraları gördüm ki Şurunbulâli Merak-ıl-FeIah'da bu kunutun
rükûdan sonra yapılacağını açıklamış. Hamavî ise rükûdan evvel yapılmasını daha
uygun görmüştür. En münâsibi bizim söylediğimizdir. ALLAH-u ÂLEM.
«Bazıları
bu kunutun bütün namazlarda okunacağını söylemişlerdir.» Az yukarıda gördük ki
imam Şâfiî'den başka buna kâil olan yoktur. Bahır nâm eserde bu söz hadis
ulemasının cumhuruna nisbet edilmiştir. Şu halde şârihin de onlara nisbet etmesi
icap ederdi. Tâki mezhebin bir kavli olduğu sanılmasın.
METİN
FAİDE:
Beş yer vardır ki, o yerlerde imama tabi olunur. Bunlar: Kunut, ilk oturuş,
bayram tekbiri, secde-i tilâvet ve secde-i sehivdir. Dört yerde ise imama tabi
olunmaz. Bunlar da: bayram ve cenâze tekbirlerini fazla aldığı, fazla rükün
kattığı ve beşinci rekata kalktığı hallerdir.
Sekiz
fiil de mutlak surette yapılır. Bunlar: Namaza niyetlenirken el kaldırmak,
subhâneke okumak, intikal tekbiri almak, tesmî, tesbih, teşehhüd, selâm ve
tekbir teşrikdir.
İZAH
«Beş
yer vardır ki, o yerlerde imama tâbi olunur.» Yani bunları imam yaparsa cemaat
da yapar. İmam yapmazsa cemaat ta yapmaz. H. Münye şerhinde şöyle denilmiştir:
«Bu nevide asıl olan vaciblerde fiil yönünden imama tabi olmanın vücubudur. Keza
vacip fiilî veya kavlî işlendiği zaman fiilî vâcibe muhalefet lâzım gelirse terk
yönünden tabi olmak ta vacibtir.»
Şârih
imama tabi olunan yerlerin birincisi kunut olduğunu söylemişse de feth-ul-kadir,
Zahiriye, Feyz ve Nur-ul-izah'ın ifâdelen buna mûhaliftir. O kitablarda: «İmam
kunutu terk ederse cemaat olan kimse imama rükûda yetişmek mümkün olduğu
takdirde kunutu okur. Mümkün değilse imama tabi olur.» denilmektedir.
Feth-ul-kadir sahibi bu meseleyi geçmiş namazların kazası bâbından az önce
tekrarlamış; sonra şarihin burada söylediğini zikir ederek onu Zendustî'nın
manzumesine nisbet etmiştir. Anlaşılıyor ki tafsilâta gidilecektir. Zira bunda
iki fazîleti kazanmak vardır.
İmama
tabi olunacak yerlerin ikincisi ilk oturuştur. Zâhire göre cemaat olan kimse
kıyama daha yakın olacak şekilde kalkıncaya kadar bekler. Çünkü imamın geri
dönmek ihtimali vardır. Ondan sonra tâbi olur, zira imam o zaman geri dönerse
iki kavilden birine göre namazı bozulur.
İkinci
kavle göre (namazı bozulmaz) Takat günahkar olur. Oturup sonra imama tabi olmağa
hakkı yoktur. Çünkü haram olan bir fiili işlemiş ve fiilî bir amelde ona
muhalefet etmiş olur. Ama cemaat olan kimse teşehhüdü bitirmeden imamın kalkması
böyle değildir. Bu takdirde cemaat teşehhüdü tamamlar. İmama ondan sonra tabi
olur. Zira teşehhüdü tamamlamakta imamın yaptığını yaparak ona tabi olmak
vardır.
Bayram
tekbirinde de imama uyar. Yanı imam ayakta veya rükûda tekbiri almazsa cemâat da
almaz.
Münye
şerhinde «cemâatın rüku halinde tekbiri alması gerekir. Çünkü rükûda tekbir
almak meşrudur. Bir de bununla cemâat olan kimse imamına fiilî bir vacibte
muhalefet etmiş olmamaktadır?» şeklinde bir sual tertib edilmiş; sonra bu suale
şöyle cevap verilmiştir. Rükûda tekbir almak ancak imama uymayı yapmış olmak
için mesbûka meşru olmuştur. Burada ise tekbiri almakla imama muhalefeti elde
etmiş olur. Hem bu ikinci rekatın tekbirlerindedir. Birinci rekâtın
tekbirlerinde ise onları almakla imamı dinlemeyi ve su&mayı terk etmiş olur.
«Dört
yerde ise İmama tabi olunmaz.» Yani imam bunları yaparsa cemaat yapmaz, Bu
nevide asıl olan şudur: Bid'at, mensuh ve namazla alakası olmayan bir fiilde
cemâat imama tabi olamaz. Münye şerhi, Meselâ: İmam cenâze tekbirlerini dörtten
fazla yapar veya iki secdeye bir daha ilâve eder yahud beşinci rekata kalkarsa
cemâat kendisine tabi olmaz. Beşinci rekat meselesinde Münye şerhinde şöyle
denilmiştir: «Sonra beşinci rekata kalktığında imam dördüncü rekatta oturdu ise
cemâat onu oturduğu yerde bekler. Şâyed teşehhüdü tekrarlamadan selam verirse
cemâat daonunla birlikte selam verir. Beşinci rekatı secde ile kayıtlarsa
hepsinin namazları bozulur. Cemâatın yalnız başına teşehhüd yapması ve selam
vermesi fayda etmez.»
«Sekiz
fiil de mutlak surette yapılır.» Yani bunları imam yapsın yapmasın cemaat yapar.
Bu nevide asıl olan şudur: Sünnetlerde fiil ve kezâ terk hususunda imama tabi
olmak vacip değildir. Teşehhüt ve teşrik tekbiri gibi kavlen vacip olup
işlendiği takdirde fiili bir vâcibe muhalefet lazım gelmeyen vacipler de
böyledir. Ama kunut tekbiri ile bayram tekbirleri bunun hilâfınadır. Çünkü
bunlar yapılırsa fiilî bir vacipte imama muhalefet lazım gelir. Bu da imam rükû
ederken ayakta durmaktır. Münye şerhi İmam Fatihayı bitirmedikçe cemâat olan
kimse sübhânekeyi okur. İmam ebû Yusuf'a göre sureyi okurken dahi hüküm
böyledir.
İmam
Muhammed buna muhaliftir. Görmüştük ki, imama âşikara okuduğu namazda yetişen
kimse Subhânekeyi okumaz.
Feth-ul-kadir'de
de böyle denilmiştir. Yani gizli okunan namazlarda hal böyle değildir. Nitekim
namaza başlama faslında musannıf da ayni yoldan yürümüştü. Biz de orada bu
kavlin sahih kabul edildiğini, fetvanın buna göre olduğunu bildirmiştik.
Rükû
ve secdelere giderken getirilen intikal tekbirlerini,
Semiallahülimen
hamide demeyi, rükû ve secdelerde tesbihleri imam terk etse bile cemaat
bırakmaz. İmam rükuda veya secdede bulunduğu müddetçe tesbihleri yapar.
İmam
oturduğu zaman teşehhüdü okumazsa cemâat okur. Fakat ilk oturuşu terk ederse
cemâat da ona tabi olarak terk ederler. Nitekim evvelce geçmişti. İmam konuşur
veya mescidden çıkarsa cemâat selam verir. Ama kasten abdestini bozar veya
kahkaha ile gülerse cemâat selam vermez. Çünkü her ikisinin namazlarının son
cüzü bozulmuştur. T.
METİN
Öğleden
ve cuma namazından evvel ve cumadan sonra bir selamla dört rekat namaz kılmak
sünneti müekkededir. İki selamla olursa sünnetin yerini tutmaz. Onun için dört
rekat namaz kılacağını nezir eden kimse iki selamla kılarsa nezrini ödemiş
olmaz. Aksini yaparsa (yani iki selamla kılmayı nezir eder de bir selamla
namazdan çıkarsa) nezrini ödemiş olur. Sabah namazından önce öğle. akşam ve
yatsı namazlardan sonra ikişer rekat namaz kılmak da sünneti müekkededir.
Namazlardan önce kılınanlar şeytanın tama'nı kesmek, sonra kılınanlar noksanı
tamamlamak için meşru kılınmışlardır. İkindiden önce, yatsıdan önce ve sonra bir
selamla dört rekat namaz kılmak müstehabtır. Dileyen bunları ikişer rekat da
kılabilir. Öğleden sonra dört rekat namaz kılmak da müstehabtır. Çünkü
Tirmizî'nin rivâyet ettiği bir hadiste: «Her kim öğleden evvel ve sonra dört
rekat namaz kılmağa devam ederse ALLAH ona cehennemi haram kılar.»
buyurulmuştur.
İZAH
Sünneti
müekkede: Sair nâfilelerden daha fazla bir tekidle yapılması istenen sünnettir.
Onun için de terki ile günaha girme hususunda vacibe yakındır. Nitekim Bahır'da
beyân edilmiştir. Bu sünnetiterk eden zem ve tedlile müstehak olur. Tahrir'de
böyle denilmiştir. Yani özrü yokken ısrarla terk eden zem ve dalaletle
vasıflanmayı hak eder. Nitekim tahrir'in şerhinde izah edilmiştir. Biz bu
husustaki sözün geri kalanını abdestin sünnetleri bahsinde arz etmiştik.
Sünneti
müekkedeler bir selâmla kılınırlar. Çünkü hazreti Aişe (r.a.) dan rivâyet
olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) öğleden evvel dört, öğleden sonra iki, akşam
namazından sonra iki yatsıdan sonra iki ve sabah namazından önceki rekat namaz
kılarmış. Bu hadisi Müslim, ebu Dâvud ve Ahmed bin Hanbel rivâyet etmişlerdir.
Ebu Eyüp Ensâri'den rivâyet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) zevalden sonra
dört rekat namaz kılarmış. Ebu Eyüp (r.a.) diyor ki: «Devam üzere kıldığın bu
namazlar nedir? dedim. Rasûlüllah (s.a.v.): «Bu, gök kapılarının açıldığı
saattir. Dilerim ki semaya o saatte benimde yararlı bir amelim çıksın.» buyurdu.
Bu namazların her rekatında kıraat var mıdır? diye sordum. Evet cevabını verdi.
Bunlar bir selamla mı yoksa iki selamla mı kılınacak? Bir selamla. buyurdular.»
Bu hadisi Tahavî, ebu Dâvud, Tirmizî ve ibni Mâce cuma ile öğle arasında fark
yapmaksızın rivâyet etmişlerdir. Binaenaleyh her ikisinin sünneti dört rekattır.
İbn Mâce Hz. İbn Abbas (r.a.)'a isnad ile şu hadise isnad etmiştir: «Peygamber
(s.a.v.) cumadan önce dört rekat namaz kılar aralarını hiçbir şeyle ayırmazdı,»
Ebu
Hüreyre'den rivâyet olunan bir hadiste, Peygamber (s.a.v.): Sizden kim cumadan
sonra namaz kılarsa dört rekat kılsın!» buyurmuştur. Bu hadisi Müslim rivâyet
etmiştir. Zeyleî İmdat nâm kitapta şu ziyade de vardır: «Çünkü Peygamber
(s.a.v.): Cumadan sonra namaz kılarsanız dört rekat kılın bir acelen olursa iki
rekat mescidde kıl; iki rekat da döndükten sonra kıl! buyurmuşlardır.» Bu hadisi
Buharî'den maada bütün hadis imamları rivâyet etmişlerdir.
«İki
selamla olursa sünnetin yerini tutmaz. (bundan maksat ikişer rekatta selam
vermektir.) Zâhire bakılırsa cuma namazının sünneti de öyledir. Ama bu sözü
«özür yoksa» kaydiyle almak gerekir. Az yukarıda zikir ettiğimiz hadis buna
delalet eder. Şurunbulâliye'de de böyle tahkik edilmiştir. Biraz ileride bunu
te'yid eden şeyler söyleyeceğiz.
«Farz
namazlardan önce kılınan sünnetler şeytanın tamamını kesmek için meşru
olmuşlardır.» Şeytan: Bu adam farz olmayan namazı bile bırakmadı; hiç farz
namazı bırakır mı! diyerek hevesi kırılır. Farzlardan sonra kılınan sünnetler
ise noksanı tamamlamak içindir. Yani âhirette unutmak gibi bir özür sebebiyle
bırakılanların yerine geçeceklerdir. Bu babta ki sahih hadis buna haml edilir.
Mezkür hadisde: «Farz olan namaz, zekat ve başkaları tamam olmazsa nafile ile
tamamlanır.» buyurulmuştur.
Beyhakî
bu hadisi «nafile ile tamamlanan ibâdet arzu edilen sünneti noksan olandır.»
Şeklinde te'vil etmiştir. Yani kılınan sünnet farz yerine geçmez. Çünkü sahih
bir hadiste: «Tamamlanmamış bir namaza tamamlanıncaya kadar sünnetinden ilave
edilecektir.» buyurulmuştur. Görülüyor ki bu hadiste nâfile namazla tamamlanacak
namazın aslından bırakılmış değil, noksan kılınmış farz namaz olduğu
bildirilmiştir. Ama Gazalî'nin sözünden anlaşıldığına göre nâfileler mutlak
surette hesaba katılacaklardır. İbn-ül-Arabî ve diğer bazı ulema da bunu tercih
etmişlerdir. Zira bu mânâdabir hadisi imam Ahmed rivâyet etmiştir.» Bu satırlar
kısaltılarak ibn Hacer'in Tühfe'sinden alınmıştır.
Benzerini
Ziya Sirac'tan nakl etmiştir. Bundan sonra gelen babta görüleceği vechile nâfile
namazlar Peygamber (s.a.v.) hakkında derecelerini yükseltmek için meşru
olmuşlardır. İkindi namazının müekked sünneti yoktur. Zira yukarıda hazreti
Aişe'den rivâyet edilen hadiste zikir edilmemiştir. Bahır.
İmdâd
sâhibi diyor ki: «Muhammed bin Hasan ile Kudurî namaz kılan kimseyi ikindiden
evvel dört ile iki rekat nafile kılmak hususunda muhayyer bırakmışlardır. Çünkü
hadisler muhteliftir. «Dileyen bunları ikişer rekat ta kılabilir.»
Münyet-ül-Musalli'nin ibaresi de bu şekildedir. İmdad'da ise İhtiyar'dan naklen
şöyle denilmiştir: «Yatsıdan önce dört rekat namaz kılmak müstehabtır. Bazıları
bunun iki rekat olduğunu söylemişlerdir. Yatsıdan sonra da dört rekat namaz
kılmak müstehabtır. Bazıları iki rekat olduğunu söylemişlerdir.» Anlaşılıyor ki
mezkür iki rekat sünnet müekkede olan iki rekattan ayrıdır.
«A
L L A H onu cehenneme haram kılar» hadisinin mânâsı: cehenneme hiç girmez
demektir. Kıldığı nâfileler günahlarına kefaret olur. üzerinde hakkı olan
hasımlarını da Allah teâla ondan râzı eder. Cehenneme girmemesi cezayı
gerektirmeyen şeylere muvaffak kılınması sebebiyle de olabilir. T. Yahud bu
cümle ruhunu saadetle teslim edeceğine dair bir müjdedir. Bu sebeble cehenneme
girmeyecektir.
METİN
Evvâbinden
yazılmak için akşam namazından sonra bir selâmla yahud iki veya üç selamla altı
rekat nafile kılmak ta müstehabtır. Bir selâmla kılmak daha kararlı ve daha
güçtür. Acaba sünnet-i müekkedesi de müstehabtan sayılarak hepsini bir selamla
edâ etmek caiz olurmu? Kemâl evet olur demeyi tercih etmiştir. O akşam
namazından önce hafifçe iki rekat namaz kılmanın mubah olduğunu da bildirmiştir.
Bahır sâhibi ile musannıf da kendisini tasdik etmişlerdir.
Sünnetlerin
en kuvvetlisi bil ittifak sabah namazının sünnetidir. ondan sonra esah kavle
göre öğle namazının dört rekat ilk sünneti gelir. Çünkü hadisi şerifte: «Bu
sünneti terk eden benim şefâatime nail olamaz.» buyurulmuştur. Ondan sonra bütün
sünnetler müsavidir.
İZAH
Evvâbin
kelimesi, evvâbın cemidir. Tevbe ve istiğfarla Allah'a dönenler mânâsınadır.
Dürer'de akşam namazından sonra kılınacak altı rekatın bir selâmla olduğuna cezm
edildiği gibi, Gazneviye'de iki selamla, Tecnis'te üç selâmla olduğuna cezm
edilmiştir. Nitekim İmdâd'da dahi öyledir. Lâkin Gazneviye'nin ibâresi
Tecnis'deki gibidir. Kezâ Dürer-ül-Buhar şerhinde de Tecnis'de ki gibidir.
Hayreddin Remlî bunun vechini şöyle izah etmiştir: Rekat sayısı dörtten fazla
olunca bunları bir selamla bir araya toplamak efdalin hilâfına olur. Zira
takarrür etmiştir ki ebu Hanîfe'ye göre efdal olan dörder rekat kılmaktır. O
kimse dört rekatta selâm verse geri kalan iki rekatta da selam vermesi lazım
gelecektir ki, bu cihetten yine onun kavline muhâlefet etmiş olacaktır. Onuniçin
hepsi bir örnek olsun diye altı rekatı üç selâmla kılmak müstehap görülmüştür.
Hayreddin
Remlî: «Benim anladığım budur. Bunu benden başka kimsenin bahis mevzu ettiğini
görmedim.» demiştir.
«Bir
selâmla kılmak daha kararlı ve daha güçtür.» çünkü bunda bir tahrime ile devam
etmek suretiyle nefsi daha ziyade habs etmek vardır. Şarihin bu sözünde bir
selâmla kılmayı tercih ettiğine işaret vardır. Ama bu hususta söylenenleri
gördün!
«Acaba
sünneti müekkedesi de müstehabtan sayılarak ilh...» ayni öğleden ve yatsıdan
sonra kılınacak dört, akşam namazından sonra, kılınacak altı rekatta o namazın
sünneti müekkedesi de sayılarak bir selamla edâ etmek caiz olurmu? Bahır.
Kemâl
ibni Hümâm feth-ül-Kadir'de buna evet cevabını vermiş ravinin beyânına göre
asrının uleması arasında dört rekatlık müstehap namazın o vaktin sünneti
müekkedesinden başka bir namaz mı yoksa sünneti müekkedesiyle birlikte mi olduğu
hususunda ihtilaf vaki olmuştur. Birlîkte sayılırsa ikisi bir selamla edâ edilir
mi meselesi de ihtilaflıdır. Bir cemâat bunu câiz görmemiştir.
Kemal
bin Hümâm ise dört rekatı bir veya iki selamla kıldığı takdirde hem sünnet hem
de mendup yerine geçeceğini tercih etmiş; ve bunu söz götürmez bir şekilde
tahkik etmiştir. Münye şârihi ile Bahır ve Nehir sâhipleri kendisini tasdik
etmişlerdir.
Kemal
bin Hümâm'ın beyânına göre ulemadan bir tâife akşam namazından önce kılınacak
iki rekatın mendûb olduğunu söylemişse de selef ile bizim ulemamız ve imam Malik
bunu kabul etmemişlerdir. Kemâl bunun için öyle istidlâlde bulunmuştur ki
altunla yazılmağa değer. Sonra şunları söylemiştir: «Bundan sonra sâbit olan
mendub olmadığıdır. Kerahet ise sabit değildir.
Meğer
ki başka bir delil buluna! Bunun, akşam namazını geciktireceği hususundaki
söylentilere gelince: Kınye'den naklen az bir zamanın istisna edildiğini evvelce
bildirmiştik. İki rekata cevaz verilirse bu azı çoğaltmaz. «Biz de namazın
vakitleri bahsinde bundan bir parça söz etmiştik.
Sünnetlerin
en kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir. Çünkü Sahihaynda hazreti Âişe (r.a.)
dan şu hadis rivâyet olunmuştur: «Peygamber (s.a.v.) nâfilelerden sabah
namazının iki rekat sünnetine gösterdiği titizliği başka hiç birinde
göstermezdi.»
Müslim'de:
«Sabah namazının iki rekat sünneti dünya ve mâfihadan daha hayırlıdır.» hadisi,
Ebu Davud'da dahi: «Sizi atlar kovalasa sabah namazının iki rekat sünnetini
bırakmayın!» hadisi vardır. Bahır.
«Sabah
namazının sünnetinden sonra esah kavle göre öğlenin dört rekat ilk sünneti
gelir.»
Feth-ül-kadir
sahibi bu ibâreyi beğenmiş sonra şöyle demiştir: «Sabah namazının iki rekat
sünnetinden sonra hangi sünnetin efdal olduğu hususunda ihtilâf edilmiş; Hulvanî
akşam namazının iki rekat sünnetinin efdal olduğunu söylemiştir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) bunu seferde ve hazerde terk etmemiştir. Sonra öğlenin son sünneti
gelir. Zira bu namaz bilittifak sünnettir. İlk sünneti bunun gibi değildir.
Çünkü bazıları onun ezanla ikamet arasını ayırmak için meşruolduğunu
söylemişlerdir. Ondan sonra yatsının son sünneti, daha sonra öğlenin ilk sünneti
sonra ikindinin sünneti, sonra yatsını ilk sünneti gelir.
Bazılarına
göre yatsının son sünneti. öğlenin ilk ve son sünnetleri ve akşamın sünneti
fazilette müsavidirler. Öğlenin ilk sünnetinin daha kuvvetli olduğunu
söyleyenler de vardır. Muhsin bunu sahih bulmuştur. iyi de etmiştir. Çünkü bu
sünnete açık açık devam buyurduğunu nakl. sabah namazının sünnetinden maada
sünnetlere devam ettiğini nakilden daha kuvvetlidir.
Bahır
sahibi diyor ki: «Bunun gibi hadisi şerifi İnâye ve Nihâye sahipleri de
sahihlemişlerdir. Çünkü onda malum tehdid vardır. Peygamber (s.a.v.): Her kim
öğleden önce dört rekat sünneti terk ederse benim şefâatıma nail olamaz.
buyurmuştur.» Tahtavî: «İhtimal bu bırakmaktan nefret ettirmek içindir. Yahud
şefâattan murad: Derecelerin ziyadeleşmesi hususundaki şefaatıdır. Şefâatı
uzmaya gelince: O bütün mahlükata umumidir.» demiştir.
METİN
Bazıları
sabah namazının sünnetinin vacip olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh özür
yokken onu oturarak veya hayvan üzerinde kılmak bilittifak câiz değildir. Esah
kavil budur. Fetvada merci olan bir âlimin onu terk etmesi câiz değildir. Diğer
sünnetler ona benzemezler. Halkın fetvasına ihtiyacından dolayı onları terk
edebilir. Sabah namazının sünnetini inkâr edenin küfründen korkulur. Vakti
geçerse farziyle birlikte kaza edilir. Diğer sünnetler öyle değildir. Bir kimse
fecir doğmamıştır zanniyle iki rekat nâfile namaz kılar da sonra doğmuş olduğu
anlaşılırsa; yahut dört rekat kılar da ikisi fecir doğduktan sonraya tesadüf
ederse esah kavle göre sabah namazının iki rekat sünneti yerine geçmez. Tecnis.
Çünkü sünnet,. Peygamber (s.a.v.) in yeni tahrime ile kılmağa devam ettiği
namazdır.
İZAH
Sabah
namazının sünnetinin vacip olduğunu söyleyenler vardır. Nihâye ve diğer
kitablardan anlaşılan budur. Hazâin.
Ben
derim ki: Bahır sahibinin sözü de buna meyletmektedir. Çünkü şöyle demiştir:
«Ulema bu namazın vacip olduğuna delâlet eden sözler söylemişlerdir.» Bahır
sahibi bundan sonra musannıfın zikir ettiği fer'î meseleleri sıralamış; vacibtir
sözü ile ekseri kitablardaki sünneti müekkededir sözünün arasını bularak:
«sünneti müekkede vacib mânâsınadır.» denmiştir. Buna uymayan hususata da cevap
vermiştir.
Sabah
namazının sünnetini özür yokken oturarak veya hayvan üzerinde kılmak bilittifak
câiz değildir. Bu namaz vacibtir diyenlere göre söz yoktur. Sünnettir diyenlere
göre de kılınmaz. Çünkü onlar da vacip diyenlerin kavline ve bu namazın kuvvetli
olmasına bakmışlardır. T.
Şu
da var ki: Bahır sahibi ittifaki Hulasa'dan naklen bildirmiş ve onu tasdik
etmiştir. Lâkin İmdâd sahibi bu hususta münâzaa ederek sünnettir diyenlere göre
câiz olduğunu vacibtir diyenlere göre caiz olmadığını kesin olarak söylemiştir.
O bu babtaki sözünü Zeyleî ile Burhan'da açıklanan ihtilâf iddiasına binâ etmiş;
sonra şöyle demiştir: «Câiz olmadığına icmâ hikâyesinin söz
götürdüğümeydandadır. İcma ancak onun müekked sünnet olması hususundadır.» Lâkin
yakında Hâniye'den naklen bildireceğimiz hüküm bunun hilâfınadır. Orada sabahın
sünneti ile teravih arasında fark yapılmış ve «Sabah namazının sünneti oturarak
kılınamaz; çünkü hilâfsız sünneti müekkededir.» denilmiştir.
«Esah
kavil budur.» Sözünü musannıf Minâh nâm eserinde Hâniye'nin teravih babına
nisbet etmiştir.
Ben
derim ki: Hâniye'nin teravih babında söylediği şudur: «Bir kimse teravihi
oturarak kılsa bazılarına göre özürsüz câiz değildir. Çünkü imam Hasan'ın ebû
Hanîfe'den rivâyetine göre sabah namazının sünnetini özürsüz olarak oturduğu
yerden kılmak câiz değildir. Teravih de öyledir. Her ikisi sünneti müekkededir.
Bazıları câiz olduğunu söylemişlerdir ki sahih olan da budur. Aralarındaki fark
sabah namazının sünneti bilittifak sünneti müekkede olması teravihin ise müekked
olmakta onun derecesine varamamasıdır. Binaenaleyh aralarını müsâvi tutmak câiz
otamaz.» Görüyorsun ki Hâniye sâhibi yalnız teravihin oturarak câiz olduğunu
sahihlemiştir. Sabah namazının sünnetinin câiz olmadığını söylememiştir. Evet,
sözünün muktezası sabah namazının sünnetini oturarak kılmanın câiz olmadığını da
teslimdir.
Fetvâ
sahibinin sâir sünnetleri terk etmesinden zâhire göre murad: Halkın ihtiyacı
dolayısiyle fetva için kapısında toplandıkları vakit fetva vermekle meşgul
olduğu zamandır. Vakit çıkmadan imkan bulursa onları yine kılması gerekir. Sabah
namazının sünneti ile diğer sünnetler arasındaki fark şudur: O kimse cemâatla
namazı terk edemez. Çünkü şeâiri islâmiyedendir. Binaenaleyh sabah namazının
sünnetinden daha kuvvetlidir. Onun İçin cemâatı kaçıracağından korkarsa sabah
namazının sünnetini terk eder. Tahtavî'nin ifâdesine göre kadı ile talebenin de
öyle olması icap eder. Bâhusus müderris olursa müftüye daha çok
benzer.
Ben
derim ki: Müderris söz götürür. Ama talebe öyle değildir. Derslerim yahud
derslerinin bir kısmını hatırlayamayacağından korkarsa müftü gibidir.
Sabah
namazının sünnetini inkar edenin küfründen korkulması, onun meşru olduğunu bir
şübheden veya delili te'vilden dolayı inkar ettiğine göredir. Aksi takdirde
küfrüne kesin olarak hüküm vermek gerekir. Çünkü icma'la sâbit olup dinden
olduğu bizzarura bilinen bir şeyi inkar etmiştir. Nitekim, bâbın başında arz
etmiştik. Sabah namazının sünneti zevâlden önceye kadar farzı ile birlikte kaza
olunur. Yalnız başına kazaya kalırsa kaza edilmez. Güneş doğmadan ve zevalden
sonra sahih kavle göre farza tabî olarak bile kaza edilmez. Bunu Halebî
söylemiştir. Musannıf da gelecek babta buna tenbih edecektir.
Musannıfın
Tecnis'den nakl ettiği iki mesele hakkında şöyle denilebilir: Tecnis'de birinci
meselenin sahih olması (yani kıldığı iki rekatın sabahın sünneti yerine geçmesi)
kabul edilmiş; buna illet olarak sünnetin tetavvu (nafile) olduğu binaenaleyh
tetavvu niyetiyle edâ edilebileceği belirtilmiştir.
İkinci
meselede sahih olmamak kabul edilmiştir. Buna ta'lil olarak ta: «Sünnet,
Peygamber (s.a.v.) devam buyurduğu şeydir. Onun devamı ise yeni tahrime ile
olurdu.» denilmiştir.
Evet,
Hulâsa sâhibi bunun aksini söyleyerek birincide sahih olmadığını. ikincide sahih
olduğunu bildirmiştir. Bunun söz götürdüğü meydandadır. Zira ikinci kâfi gelirse
birincinin sahih olması evleviyette kalır. Onun için Nehir'de: «Her iki meselede
Tecnis'in tercihi daha güzeldir.» denilmiştir.
METİN
Gündüz
nafilelerinde bir selamla dörtten, gece nafilelerinde sekiz rekattan fazla
kılmak mekruhtur. Zira rivâyet edilmemiştir. Her ikisinde efdal olan, dört
rekatta bir selâm vermektir. İmameyn gece nafilelerinde iki rekatta selâm
vermenin efdal olduğunu söylemişlerdir. Fetvânın buna göre olduğu söylenir.
Öğleden evvel, cumadan evvel ve sonra kılınan dört rekatlı sünnetlerin ilk
oturuşlarında salavât okunmaz. Unutarak okuyana secde-i sehiv lazım gelir.
Bazıları lâzım gelmeyeceğini söylemişlerdir. Şumunnî. Bu namazların üçüncü
rekatına kalktıkta subhâneke okunmaz. Çünkü bunlar kuvvetli sünnet olduklarından
farza benzerler. Sâir dört rekatlı sünnetlerde salavât okunur. Subhâneke ve eûzû
besmele çekilir. Velev ki kılınan namaz nezir olsun. Zira her çift rekat bir
namazdır. Bâzıları sünnetlerin hiç birinde bunların okunmayacağını
söylemişlerdir. Kınye'de bu kavil sahih kabul edilmiştir.
İZAH
«Zira
rivayet edilmemiştir.» İfâdesinden murad: Bu babta peygamber (s.a.v.)'den ziyade
ettiğini bildiren hadis rivâyet edilmemiştir. demektir. Burada asıl olan
çekimser kalmaktır. Nitekim Feth-ul-kadir'den beyân edilmiştir. Yani meşru
olduğuna dair delil bulunmadıkça o fiili yapmak helâl olmaz. Bilakis ittifaken
mekruh olur. Nasıl ki Müneytül-musallî, nam eserde üç imamımızdan naklen izah
edilmiştir. Evet, gece namazlarında sekiz rekattan fazla da selâm vermenin câiz
olup olmadığı hususunda müteehhirin ulema arasında ihtilaf vaki olmuş; bazıları
bunun mekruh olmadığını söylemişlerdir.
Şems-ül-eimme
Serahsî bu kavli tercih etmiş; Hulâsa sâhibi, bunu sahih bulmuştur. Bedâyi
sâhibi ise mekruh olduğunu sahih kabul etmiş;
umumiyetle
ulemanın bunu tercih ettiklerini söylemiştir. Tamâmı Hılye ile Bahır'dadır.
«Fetvanın
buna göre olduğu söylenir.» Bu sözü mirâc sahibi uyûna nisbet etmiştir.
Nehir'de
şöyle denilmiştir: «Bu sözü şeyh Kasım, ulemanın İmam A'zam nâmına istidlal
ettikleri sahihayn hadisiyle red etmiştir. Sahihayn hadisinde hazreti Âişe
(r.a.): Rasûlüllah (s.a.v.) ramazanda ve sâir zamanlarında on bir rekattan fazla
namaz kılmazdı. Dört rekat namaz kılardı ki, güzelliklerini ve uzunluklarını
sorma! Sonra dört daha kılardı. Onların da güzelliğini uzunluğunu sorma! Sonra
üç rekat kılardı. Teravihi hafif olsun diye ikişer kılardı.» demiştir.
«Gece
namazı ikişer ikişerdir.» hadisi ile ihtimal çift rekatlar kast edilmiş vitir
kast edilmemiştir. Dört rekat olarak kılmak tercih olunmuştur. Çünkü bunda nefse
daha çok zahmet ve meşekkat vardır.
Peygamber
(s.a.v.): «Senin ecrin ancak meşekkatine göredir.» buyurmuştur. Nehir'in sözü
ziyâdeedilerek alınmıştır. Bu hususta sözün tamamı Münye şerhi ile diğer
kitablardadır.
Dört
rekatlı sünneti müekkedelerin ilk oturuşlarında salavât okunmaz.
Ben
derim ki: Bahır'da namazın sıfatı babında şöyle denilmiştir: «Bu söyledikleri
öğleden önce kılınan sünnet hakkında doğrudur. Çünkü ulemanın açıkladıklarına
göre bu namazın ikinci çift rekatına intikal etmekle şefîin şefiası bâtıl olmaz.
Bu namazı bozan onu dört rekat olarak kaza eder. Cumadan önceki dört rekat ta
öyledir. Cumadan sonraki dört rekatın böyle olduğunu teslim etmiyoruz. Çünkü o
sair sünnetler gibidir. Zira ulema onun için bu hükümleri isbat etmemişlerdir.
«Bu ifadenin bir misli de Hılye'dedir. Bu. Şurunbulâlî'nin bahis ettiği «özürden
dolayı iki selamla kılınması câizdir.» Sözünü teyid eder.
«Velev
ki kılınan namaz nezir olsun.» ifâdesi Kınye'de de mevcuttur. İzah şöyledir: Bu
namaz bir nâfile olup üzerine farz veya vacip sıfatı ârız olmuştur. Bunu Tahtavî
söylemiştir.
«Zira
her çift rekat bir namazdır.» Biz bunu vacipler bahsinin başında anlatmıştık.
Maksat bazı cihetlerden bir namaz sayılmasıdır. Nitekim az ileride gelecektir.
«Bazıları
sünnetlerin hiç birinde bunların okunmayacağını söylemişlerdir.» Bahır sâhibi
diyor ki. «Bu sözün sakatlığı meydandadır. Zâhir olan birincisidir. Mineh'de şu
ifade ziyâde edilmiştir. Bundan dolayı biz buna itimad ettik. Ve Kınye'nin
sözünü «denilmiştir.» diyerek (zaiflik bildiren siga ile) hikâye ettik.»
T
E N B İ H : Bu meselede üçüncü bir kavl daha vardır ki, Münye sâhibi namazın
sıfatı babında onu kesin olarak kabul etmiş ve şöyle demiştir: «Ama kılınan
namaz sünnet veya nafile olursa ilk rekatta başladığı gibi başlar. Yani
subhânekeyi okur. Eûzü besmeleyi çeker. Zira her çift rekat başlı başına bir
namazdır.» Lâkin Münye şarihi şöyle demiştir: «Esah kavle göre öğlenin ve
cumanın sünnetlerinde ilk oturuşta salavât okunmaz. Kalktıkta subhaneke de
okunmaz. Her çift rekatın bir namaz sayılması bütün hükümlerde muttarid (şaşmaz)
bir kaide değildir. Onun içindir ki, birinci oturuşu terk etse namazı bozulmaz.
İmam Muhammed buna muhaliftir.
Çift
rekatın sonunda secde-i sehiv yapsa onun üzerine ikinci çift rekatı ekleyemez.
Tâ ki secde-i sehiv namazın ortasında yapıldığı için bâtıl olmasın. Bu suretle
hepsinin bir namaz olduğunu açıklamışlardır. Zira secdenin namaz ortasında
olduğuna hüküm etmişlerdir. Binaenaleyh burada da: Salavât getirilmez. Subhaneke
okunmaz. Eûzü besmele çekilmez; çünkü namazın ortasındadır. denilir.
«Zira
kaideye göre hepsinin bir namaz sayılması birbirine bitiştiği ve tahrime bir
olduğu içindir. Subhâneke okumak ve benzerleri mütekaddimîn ulemadan rivâyet
olunmamıştır. Bu ancak bazı mütehhirinin tercihidir. Evet, ulema her çift
rekatın bir namaz sayılacağını ihtiyaten kıraat hakkında itibara almışlardır.
İkinci çift rekata kalkmazdan evvel o çiftin lazım gelmemesi hususunda dahi
birinci çift bir namaz hükmündedir. Çünkü ikinci çift lazım gelmekle gelmemek
arasında tereddütlüdür. Binaenaleyh şek ile lazım gelmez. Onun içindir ki,
namaza kâmet getirildiğinde veya hatip minbere çıktığında iki rekatta selâm
verilir. İkinci çifte başlamakla şuf'anın ve muhayyereninmühayyerliğinin bâtıl
olması hususunda da öyledir. Zira şufa ile muhayyerlikten her biri sabit olmakla
olmamak arasında tereddütlüdür. Binaenaleyh şek ile sâbit olmaz. Fesadın bir
çift rekattan öteki çifte geçmemesi hususunda dahi öyledir. Çünkü şek ile fesâda
hüküm olunamaz.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Lâkin mezkür şârihin:
«Şuf'anın ve muhayyerinin muhayyerliğinin bâtıl olması hususunda da öyledir.»
Sözü doğru değildir. Çünkü namazın ikinci çift rekata intikal etmekle bunların
batıl olmadığını az yukarıda Bahır ile Hılye'den nakl ettiklerimizden
anlamışsındır. Şârihin kendisi dahi bunu namazın vakitleri bâbında açıklamıştır.
Keza biliyorsun ki, ulema bunu ancak öğlenin sünneti hakkında söylemişlerdir.
Cumadan sonra kılınan dört rekat sünnet hakkında isbat etmemişlerdir.
METİN
Çok
rukû ve sücûd yapmak kıyâmı uzatmaktan daha makbuldür. Nitekim Müctebâ'da beyan
olunmuştur. Bahır sahibi bu kavli tercih etmiştir. Lâkın Nehir sâhibi buna üç
vecihten itiraz etmiş; ve Mirac'tan naklen bunun imam Muhammed'in kavli
olduğunu, İmam A'zam'a göre kıyâmı uzatmanın efdal olduğunu söylemiştir. Bedâyi
sâhibi de bunu sahih kabul etmiştir.
Ben
derim ki: Müctebâ'nın iki nüshasında bunu böyle yalnız imam Muhammed'e nisbet
edilmiş olarak gördüm.
Acaba
okuyan gibi dilsizin de kıyâmı uzatması efdal midir? Bunu bir yerde görmedim.
İZAH
Bahır
sahibi kesinlikle delillerin çeliştiğine hüküm etmiştir. Meselâ: «Çok secde
etmeğe bak!» hadisi ve keza «Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir.»
hadisi: «namazın en faziletlisi kıyâmı uzun olandır.» hadisiyle çelişki
halindedir.
İmam
Ahmed'le ebû Davud'un rivâyetleri de böyledir. Bahır sahibi bundan sonra şunları
söylemiştir: «Bu âcizin anladığıma göre rükû ve sücûdun çokluğu daha
fazîletlidir. Çünkü kıyâm ancak bunlara vesile olmak için meşru olmuştur. Bundan
dolayıdır ki rükû ve sücûddan âciz olandan kıyâm sâkıttır. Vesile maksuttan
efdal olamaz. Bir de kıyam hâlinde Kur'an'ı çok okumak lazım gelse de bu bir
zâid rükündür. Hatta esas itibariyle rükün olup olmadığında ihtilaf edilmiştir.
Ama rükû ile sücûdün rükün ve asıl olduklarına ulema ittifak etmişlerdir. Hem
farzın iki rekatından sonra kıyâm kırâattan ayrılır.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Lâkin
Müctebâ'nın sözüne Nehir sâhibi üç vecihle itiraz etmiştir.
Birincisi:
Kıyam vesile de olsa uzunluğunun efdal olması kıyam halinde çok kur'an
okunduğundandır. Kırâat bütün Kur'an'ı hatim etmek suretiyle bile olsa yine farz
yerine geçer. Nafileler böyle değildir.
İkincisi:
Kırâatın zaid rükun olması, fazilet hakkında te'siri olmayan şeylerdendir.
Üçüncüsü:
Meselenin mevzuu nâfiledir. Nâfilenin ise bütün rekatlarında kırâat lazımdır. Bu
satırlar dahi kısaltılarak alınmıştır.
Delillerin
çelişmesine gelince: Buna şöyle cevap verilir: Sücûddan murad: Namazdır.
Kıyâmıuzatmanın efdal olduğuna en kuvvetli bir delilde Peygamber (s.a.v.)'in pek
azı müstesnâ olmak üzere bütün gece namaz kılmasıdır. Hazreti Âişe hadisinde
geçtiği vecihle gece namazını on bir rekattan fazla kılmazdı.
«Ve
Mirac'dan bunun imam Muhammed'in kavli olduğunu nakl etmiştir.» Bu ifâde
Bahır'ın sözüne de itirazdır.
Bahır'da:
«Bu meselede İmam Muhammed'den nakiller muhteliftir. Tahâvînin Âşar şerhindeki
nakline göre kıyamın uzunluğu daha makbuldür. Müçteba'da imam Muhammed'den bunun
aksi nakl edilmiştir. İmam ebû Yusuf'tan ise tafsilata giderek: «Geceleyin
okuduğu kur'an virdi varsa efdal olan r&kat sayısını çoğaltmaktır. Yoksa
kıyâmın uzunluğu efdaldir.» Dediği rivâyet olunmuştur. Çünkü birincide kıyâm
muhtelif değildir. Ona rükû ve sücûd ziyâdesi ilâve edilir.» denilmiştir.
İtiraz
şöyledir: Bahır sâhibinin sözünün müktezâsı bu meselede mezhebin imamından
rivâyet yoktur. Belki her iki kavl imam Muhammed'e aittir.
Ben
derim ki: Benim anladığıma göre ebû Yusuf'un rivâyeti bu iki kavlin haml
edildiği kavildir.
«Bedâyi
sahibi bunu sahih kabul etmiştir.» Onun ibâresi şöyledir: «Ulemamız kıyâmı uzun
tutmanın efdal oldûğunu söylemişlerdir. İmam Şafiîye göre çok namaz kılmak
efdaldir. Sahih olan bizim kavlimizdîr.» Bundan sonra Bedâyi sahibi. «İmam ebû
Yusuf'tan rivâyet olduğuna g.öre ilh...» demiştir ki, onun bu sözünden
anlaşıldığına göre bu kavl üç imamımıza aittir. Çünkü Şafii'nin hilâfından başka
bir hilâf zikir etmemiştir. Yukarıda Tahavî'den nakl ettiklerimiz de bunu te'yid
etmektedir.
Şarihin:
«Ben derim ki» diyerek bunu Mücteba'da gördüğünü nakl etmesi Mirac'ın sözünü
te'yid eder. «Agah ol!» diye tenbihte bulunması musannıfa yapılan itiraza
işârettir. Musannıf merhum üstadı olan Bahır sahibine tabi olarak metinlerde
zikir edilen İmam A'zam kavlini terk etmiş tır. Halbuki sahih kabul edilen hatta
yukarıda geçtiği vecihle bütün ulemânın tercih ettiği kavl odur. Onun için
Hayreddin Remlî: «Ben derim ki: Kâmil bir zat üstadına tabi olarak büyüklere
nasıl muhâlefet edebiliyor ve bunu metin yapıyor? Halbuki metinler mezhebi nakl
için yazılırlar!» demiştir.
Hâsılı,
mutemed olan mezhep, kıyâmı uzun tutmanın daha makbul olmasıdır. Münye şerhinde
de bildirildiğine göre bunun mânâsı şudur: Bir kimse muayyen bir zaman parçasını
namazla meşgul etmek isterse rekat sayısını az tutarak kıyâmı uzatması aksini
yapmaktan efdaldir. Meselâ: Bu parçada iki rekat namaz kılmak dört rekat
kılmaktan efdaldir. Kıyas böyle yapılacaktır.
«Acaba
okuyan gibi dilsizin de ilh...» ifâdesi Nehir sahibine ait incelemedir. Öyle
anlaşılıyor ki dilsizin çok rükû ve secde etmesi efdaldir. Çünkü kıyâmın efdal
olması kıraat itibariyle idi. Dilsizde ise kırâat yoktur. Bunu Halebî bazı
derkenarlardan nakl etmiştir. Fakat Rahmetî kendisine muhâlefet etmiş; Dilsizin
hükmen okur sayıldığını ve kendisine okuyanların sevâbı verildiğini söylemiştir.
Nitekim bir ibâdete niyet edip de âciz kalan kimse hakkında verilecek hüküm
budur. Halbuki kâide şudur: İllet bazı suretlerde bulunursa geri kalanlarında da
eksiksiz bulunur.
METİN
Mescidin
Rabbine, iki rekat tahiyye namazı kılmak sünnettir. Ama farz veya başka bir
namazı edâ etmek kezâ, mescide farz kılmak niyetiyle girmek veya farz kılmağa
niyet etmeksizin imama uymak da onun yerini tutar. Her gün için bir tahiyye
namazı kâfidir. Bize göre oturmakla tahiyye namazı sâkıt olmaz. Bahır.
Ben
derim ki: Ziyâ'da Kût'tan naklen bildirildiğine göre bir kimse hades veya başka
sebeble tahiyye namazını kılamazsa dört tesbih lafzını dört defa söylemesi
mendup olur.
İZAH
Tahiyye
namazı sünnettir. Şarih Hazâin adlı eserinin derkenarında bu sözün Hulâsa
sahibine reddiye olduğunu kayt etmiştir. Çünkü Hulâsa sahibi: «Tahiyye namazı
müstehabtır.» demiştir. Kitabımızın metninde tahiyye-i mescid denildiği halde
şarihin buna bir de «Rabbi» kelimesini ilâve ederek «mescidin Rabbine tahiyye»
şekline sokması. ibâreden muzafın atıldığını gösterir. Çünkü tahiyye-i mescidden
maksat A L L A H'a yaklaşmaktır. Mescidi selâmlamak değildir. İnsan kralın evine
girerse kralı selamlar; evini selamlamaz. Bunu Hılye'den naklen Bahır sahibi
söylemiş sonra şunu ilâve etmiştir: «Bu namazın sünnet olduğuna icma nakl
edilmiştir. Yalnız ulemamız bir şeyi umumi surette men eden delili umumi surette
mubah delile tercih için onun mekruh vakitlerde kılınmasını mekruh
saymışlardır.»
Tahiyye-i
mescid iki rekattır. Kuhistanide: «İki veya dört rekattır. Tahiyye-i mescid için
bu daha efdaldir. Meğer ki mescide fecirden yahud ikindiden sonra girmiş ola. Bu
takdirde tehlil ve peygamberimize salavât getirir, Böylelikle mescidi.n hakkını
ödemiş olur. Nitekim farz kılmak için girdiğinde de öyledir. Zira o zaman
Tahiyye-i mescidle me'mur değildir. Bu Timurtâşî'de beyân edilmiştir.»
denilmektedir.
Farz
veya başka bir namazı kılmak tahiyye-i mescidin yerini tutar. Bu hususta
Nehir'de şöyle denilmektedir: «Mescide girdiği vakit kıldığı farz veya sünnet
her namaz tahiyye-i mescidin yerini tutar. Binâyâ'da Muhit'in muhtasarına atfen:
«Farz kılmak veya imama uymak niyetiyle mescide girmek tahiyye-i mescidin yerini
tutar. Ancak başka bir maksatla girerse bu namazı kılması emir edilir.
Deniliyor.» Nehir'in sözü burada biter. Hâsı!ı mescide girenden istenilen şey
orada namaz kılmaktır. Tâ ki bununla Rabbini tahiyye ve tazim etmiş olsun. Öyle
anlaşılıyor ki farz namaz kılmak niyetiyle mescide girmesi imam olmak, yalnız
kılmak veya imama uymak niyetiyle de olsa girer girmez hemen kılarsa tahiyye-i
mescid yerini tutar. Hemen kılmaz da oturursa tahiyye-i mescidi kılması tâzım
gelir. Ama bu evlânın hilafıdır. Nitekim gelecektir. Bir kimse Meselâ: Farz
namaz kılmak niyetiyle mescide girer de.bir müddet sonra kılarsa oturmadan
tahiyye-i mescidi kılması emir olunur. Nitekim namaz için değil de ders veya
zikir gibi bir sebeble girse evvela tahiyye-i mescidi kılar. Bu izahatımızda
anlaşılır ki, Nehir sahibinin binâye'dan nakl ettikleri öncekilere muhalif
değildir. Şu kadar var ki o namaz yerine namaz niyeti ifadesini kullanmıştır.
Zirâ ekseriyetlenamaz için mescide giren kimse namaz kılar. Yoksa namaz kılmasa
da niyet tahiyyenin yerini tutar demek istememiştir. Ama ibâresinin zâhiri bunu
îham etmektedir. Nitekim Halebî söylemiştir. Allah'u âlem.
Farz
kılmak niyetiyle girmeyip imama uymak da tahiyye-i mescid yerini tutar. Hılye'de
şöyle denilmiştir: «Bir kimse mescidde tahiyyeyi niyet etmeksizin farz kılmakla
meşgul olsa bu farz tahiyye-i mescid yerim tutar. Çünkü mescide tâzim hâsıl
olmuştur. Nitekim Bedâyi ve diğer kitablarda beyân olunmuştur. Farzla birlikte
tahiyyeyi niyet ederse Muhit ve diğer kitabların zahirlerinden anlaşılan
şeyhayna göre sahih olmasıdır. İmam Muhammed'e göre namaza girmiş olmaz. Zira
ulemanın sözleri şudur: Bir kimse hem öğlenin farzına hem de nâfileye diye
niyetlenirse ebû Yusuf'a göre kıldığı namaz farz yerine geçer. Bu kavli imam
Hasan ebû Hanîfe'den de rivâyet etmiştir. İmam Muhammed'e göre namaza girmiş
olmaz. Çünkü bir namazda farzla nâfile iki ayrı cins olup bir tahrimede birini
diğerine tercih câiz değildir. İkisine birden niyet ederse iki niyet bir bîrine
zıd gelerek hükümsüz kalırlar.
Ebû
Yusuf'un delili şudur: «Farz daha kuvvetlidir. Binaenaleyh ondan aşağısına niyet
ortadan kalkar. Ve farz olan hacla tetavvua niyet eden gibi olur.»
Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bu ibârenin bir misli de Bahır'dadır.
Ben
derim ki: Benim anladığıma göre bu hilaf bizim meselemizde yürümez. Zirâ farz
tahiyyenin yerini tutunca tahiyyeden maksat hasıl olur ve artık tahiyye matlup
değildir. Çünkü maksad hangi namazla olursa olsun mescidi ta'zimdir. Ayrıca
tahiyye emir olunmaz. Meğer ki evvelce görüldüğü vecihle namazdan başka bir
maksatla girmiş olsun. Şu halde farzIa birlikte tahiyyeyi de niyet ederse farzın
tazammun ettiği bir şeyi niyet olur ve o şey farzla sukût eder. İmam Muhammed'in
kavline göre başka bir cinse niyet etmiş değildir. Öğlenin farziyle sünnetine
niyet etmek bunun hilâfınadır.
Hatta
biri şöyle diyebilir. Evlâ olan bu farzla tahiyye-i mescidi niyet etmektir. Tâ
ki onun sevâbına da nâil olsun. Yani kıldığı farzla AIIah teâlaya tahiyye veya
beytine tazimi de niyet eder. Çünkü farzla tahiyyenin sükût etmesi ve
kendisinden istenmemesi kast edilmeksizin sevap verilmeyi istilzam etmez. Sonra
gördüm ki Şafiîlerden ibn Hacer Minhac'da «tahiyye farzla veya başka bir nâfile
ile de hâsıl olur...» dedikten sonra şunları söylemiş: «Velev ki farzla birlikte
tahiyye-i mescide niyet etmesin. Çünkü mescidin maksud olan hürmetini ayak
altına almış değildir. Yani bununla tahiyye sâkıt olur. Sevap hâsıl olmasına
gelince: bunun husuli niyete bağlı olduğu belirtilmiştir. Zira hadisi şerifde:
"Ameller ancak niyetlere göredir", buyurulmuştur. Şarih hazretlerinin tahiyyeden
başka bir fiili onun yerini tutacağını, yani niyet etmese bile sevab hâsıl
olacağını zan etmek ihtimalden uzaktır. Velevki Mecmuun sözü bunu iktiza eder
denilsin. Sevab olmamasını niyet etse bilittifak bir şey hâsıl olmaz. Nitekim bu
bazılarının tavâfın sünnetinde söylediklerinden alarak, açıktır. Öğle namazı ile
meselâ: Bir sünnete niyet etmenin zarar vermesi sünnet bizzat maksud
olduğundandır. Tahiyye böyle değildir.»
İbn
Hacerin: «Bir sünnete niyet etmenin zarar vermesi ilh...» ifâdesi sözün başında
benim bahis ettiğimin aynidir. Allah'a hamd olsun. Zirâ onun söyledikleri bizim
mezhebimizin kaidelerine aykırı değildir.
«Her
gün için bir tahiyye namazı kafidir.» Yani bir özürden dolayı mescide tekrar
tekrar girerse bir tahiyye kâfi gelir. Mutlak söylemesine bakıIırsa mescide
giren kimse tahiyyeyi ilk girişte kılmakla son girişte kılmak arasında
muhayyerdir. T.
«Bize
göre oturmakla tahiyye namazı sâkıt olmaz.» Çünkü ulema hâkim hakkında şunları
söylemişlerdir: «Hâkim hüküm vermek için mescide girdiğinde dilerse o anda,
dilerse çıkacağı vakit tahiyye namazını kılar. Zira maksad hâsıl olur. Nitekim
gâyede beyan olunmuştur. Sahihaynda rivayet edilen: «Biriniz mescide girerse iki
rekat namaz kılmadan oturmasın!» hadisine gelince: Bu hadis evlâ olanı beyân
etmektedir. Çünkü ibn Hibban'ın sahibide rivâyet ettiği bir hadiste Rasûlüllah
(s.a.v.): Ya ebâ Zer, şübhesiz mescidin bir tahiyyesi vardır. Onun tahiyyesi iki
rekat namazdır. kalk ta onları kılıver! buyurmuştur. Meselenin tamamı
Hılye'dedir. Şârihin bahis ettiği Ziyânın ibâresi şöyledir: «Bazıları
demişlerdir ki: Bir kimse mescide girer de hades, meşguliyet veya benzeri bir
sebeble tahiyyeı mescid namazını kılamazsa,
«Subhanellah
velhamdülillah velâ ilâhe illâllahü vallâhü ekber» Demesi müstehap olur. Bunu
ebû Talip Mekkî Kûtü'l-Kulûp adlı eserinde söylemiştir.» Biz bunun benzerini
kuhistani'den naklen arz etmiştik.
HATİME:
Âfakî (yani uzaklardan gelen) hacının ilk girişine nisbetle mescidi haram (Kâbe)
sâir mescidlerden müstesnadır. Çünkü onun tahiyyesi (namaz değil) tavaftır. Ama
bu söz götürür. Hılye'de böyle denilmiştir. Her halde söz götürmesi yukarıda
geçen hadiste mescid kelimesinin mutlak zikir edilmiş olmasındandır. Nehir'de
bildirildiğine göre imam farzı kıldırır veya müezzin ikâmete başlarsa cemâat
olanın tahiyyei mescidi terk edeceğine ve tavâfın tahiyyeye tercih edileceğine
ulema ittifak etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.)'e selâm vermek bunun hilâfınadır.
Ben
derim ki: Lâkin molla Âliyy-ül-Kâri'nin Lübab-ül-Menâsik adlı eseri ile onun
şerhinde şöyle denilmektedir: «Mescidi harâma giren tahiyyei mescidle meşgul
olmaz. Zira mescid-i şerifin tahiyyesi, tavaf etmek isteyen için tavaftır. Tavaf
etmek istemeyip oturmak isterse iş değişir. Böylesi iki rekat tahiyyei mescid
kılmadan oturamaz. Meğer ki vakit kerahet vakti ola!» Bu sözün Zâhirinden
anlaşılıyor ki, tavaf etmek niyetiyle giren kimse ondan önce veya sonra tahiyyei
mescid namazı kılmaz. Bunun vechi her halde tahiyye namazının iki rekat tavaf
namazına karışmış olmasıdır.
METİN
Sünnet
ile farz arasında konuşursa sünneti iskat etmiş olmaz. Ama sevabını azaltır.
Sünnet sâkıt olur diyenler de vardır. Esah kavle göre tahrimeye aykırı her amel
böyledir. Kınye. Hulasa'da bildirildiğine göre bir kimse alış verişle meşgul
olur veya yemek yerse sünneti tekrar kılar. Bir lokma yemek veya bir yudum su
ile sünnet namazı bâtıl olmaz. Yemek getirilirse tadınınkaçacağından veya
azalacağından korktuğu takdirde evvela onu yer sonra sünneti kılar. Ancak vaktin
çıkacağından korkarsa yemeği terk eder. Sünneti özürsüz olarak vaktin sonuna
geciktirirse sünneti ifâ etmiş olmaz. olur diyenler de vardır.
İZAH
Sünnetle
farz arasında konuşursa sünneti iskât etmiş olmaz. Bunların arasını evrâd
okumakla ayırmak dahi oyni hükümdedir. Zira sünnet Allahümme entes selam ilh...
diyecek kadar ayırmaktır. Bundan fazlasını yaparsa sünnet mesnun olan yerinde
yapılmamış sayılır. Nitekim kırâatın âşikar okunması babından az önce geçmişti.
Sünnet sâkıt olur diyenlere göre farzdan önce kılınan sünnet ise onu yeniden
kılar. Farzdan sonra kılınanlardan ise zâhire göre nâfile olur. Ve bu kavle göre
o kimseye sünneti kılması emir edilmez.
Öyle
görünüyor ki Şârihin: «Hulasa'da bildirildiğine göre ilh...» sözü musannıfın
kınye sahibine tâbi olarak metinde sahihlediği ifâdeye istidraktır.
(düzeltmedir) Çünkü Hulâsa sahibinin «sünneti tekrar kılar.» diye kesin
konuşması sünnetin sâkıt olduğunu gösterir. Az sonra «sünnet namazı bâtıl
olmaz.» İfadesini kullanması bunun karinesidir. Yani namazın sünnet olması bâtı!
olmaz demektir. Bundan anlaşılır ki tekrar kılması sünnet olması bâtıl
olduğundandır. Aksi takdirde mukabele sahih olmaz.
«Yemek
getirilirse ilh...» sözü, aykırı amelin sünnetin sevâbını azaltması veya
tamamiyle gidermesi özürsüz olduğu zamandır manasını ifâde etmektedir. Ama yemek
gelir de son sünneti kıldığı takdirde tadının kaçacağından korkarsa evvelâ onu
yer; sonra sünneti kılar. Çünkü bu cemâatı terk için bile özürdür. Sünneti
geciktirmek için özür olacağı evleviyette kalır.. Ancak vaktin çıkmasiyle
sünneti tamamen kaçıracağından korkarsa evvela onu kılar; sonra yemeğini yer.
Benim anladığım budur.
Sünneti
özürsüz olarak vaktin sonuna geciktiren onu ifa etmiş olmaz diyenler olduğu gibi
olur diyenler de vardır. Kınye sahibi bu sözlerin ikisini de nakl etmiş; fakat
bu ikinci kavli zaif çıkaracak bir işârette bulunmamıştır. Sadece onu sonra
zikir etmiştir. Bundan onun zaif olması lazım gelmez. Bana öyle geliyor ki, esah
olan kavil budur. Birinci kavil «sünnet aykırı amel ile sâkıt olur.» Sözüne binâ
edilmiştir. Bu kavil şarihin zaifliğine işâret ederek söylediği kavildir.
METİN
FER'Î
MESELELER: Sabah namazının sünnetini aydınlık zamanına bırakmak efdaldir.
Bazıları efdal olmadığını söylemişlerdir. Bir kimse sünnet namazları nezir eder
de nezrini yaparsa sünnetleri kılmış olur. Bazıları olmaz demişlerdir. Nâfile
namaz kılmak isteyen evvela onu nezir eder; sonra kılar. Nezir etmemeli diyenler
de vardır.
İZAH
Bazıları
sabah namazının sünnetinin aydınlık zamanına bırakılmasını efdal görmemişlerdir.
Bahır sahibinin Hulâsa'dan naklen söyledikleri bunu teyid eder. O: «Sabah
namazının iki rekat sünnetinde sünnet olarak yapılacak iş, Kâfirun ve ihlas
surelerim okumak, bu namazı vaktin evvelinde ve evdekılmaktır. Evinde kılamazsa
mescidin kapısı yanında kılar ilh...» demiştir.
Münye
şerhinde dahi: «Hazreti Âişe'den rivâyet edilen hadisler de buna delâlet eder.
Âişe (r.a.) şöyle demiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) müezzin sabah ezanını okuyup
sustuğu ve fecrin doğduğunu anladığı zaman kalkar iki rekat hafif bir namaz
kılardı. Sonra müezzin ikâmet için yanına gelinceye kadar sağ tarafına yatardı.
O geldi mi namaza çıkardı. Bu hadis muttefekun aleyhdir.» denilmektedir.
Meselenin tamamı Münye şerhindedir.
T
E N B İ H : Şafiîler bu hadisten ve emsalinden alarak sabah namazının sünnetiyle
farzının arasını bu şekilde yatmakla ayırmanın sünnet olduğunu söylemişlerdir.
Bizim ulemamızın sözlerinden bunun hilâfı anlaşılmaktadır. Zira bunu zikir
etmemişlerdir. Hatta ben imam Muhammed'in Muvattâında şunu gördüm: «Bize Malik
Nafi'den O da Abdullah bin Ömer'den naklen haber verdi ki Abdullah bin Ömer
sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra yatan bir adam görmüş de, buna ne
oluyor. demiş. Nafî: Ben ona iki namazın arasını ayırmasını söyledim; demiş.
Bunun üzerine ibn Ömer selamdan daha güzel ayırmana ne olabilir! mukabelesinde
bulunmuş; İmam Muhammed: Biz ibn Ömer'in kavliyle amel ederiz. Ebû Hanîfe
rahimellahın kavli de budur. demiştir.»
Muvattâın
şârihi muhakkik molla Aliyy-ül-Kâri'de şunları söylemiştir: «Bunun sebebi: Çünkü
selâm ancak ayırmak için varid olmuştur. Selâm vermek vacip olduğu için fiil ve
söz gibi namazdan çıkaran sair şeylerden efdaldir. Bu söz evvelce geçen
«Rasûlüllah (s.a.v.) teheccüdün sonunda yatardı. Bazan da sabah namazının iki
rekat sünnetinden sonra evinde istirahat için yatardı.» hadisine aykırı
değildir.
Molla
Aliyy-üI-Kari bundan sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «İbn Hacer Mekki şemâil
şerhinde şöyle demiştir: Şeyhaynin rivayet ettikleri bir hadiste: Peygamber
(s.a.v.) sabah namazının iki rekat sünnetini kılınca sağ tarafına yatardı. Onun
için sabah namazının sünneti ile farzı arasında bu şekilde yatmak sünnettir. Bir
de Rasûlüllah (s.a.v.) bunu emir buyurmuştur. Nitekim bu babtaki hadisi ebû
Davud ile başkaları zararsız bir senedle rivayet etmişlerdir. Buna muhalefet
edenler de vardır. Bu hadis mescidde veya başka yerde olsun yatmânın mendup
olduğunu açıkca göstermektedir. Bazıları yatmanın yalnız evinde mendup olduğunu
söylemişlerdir. İbn Ömer'in «bu bid'attır.» İbrahim Nahaî'nin «bu şeytanın
yatışıdır.» demeleri ve ibn Mes'udu'un bunu inkar etmesi hadis kendilerine
ulaşmadığı içindir. İbn Hazm ifrata giderek: Yatmak vacibtir. Sabah namazı için
bu şarttır. demiştir.» Hadisin en yüksek derecelerde bulunan bu büyüklere
ulaşmamasının ihtimalden uzak olduğu meydandadır. Bâhusus ibn Mes'ud
hazretlerine ki Peygamber (s.a.v.) den hazarda seferde ayrılmamıştır. İbn Ömer
hazretleri de öyledir. Rasûlüllah (s.a.v.) bütün halterini tamamen incelemiş ve
tâbi olmuşlardır. Doğru hareket bu zevatın inkarlarını yukarıda geçen ayırma
illetine haml etmektir. Yahud bunu mescidde fazîlet erbabı arasında yapmıştır
demelidir.
Hadisin
sahih olduğu kabul edildiği taktirde Peygamber (s.a.v.) emri bu işin mescidde
yapılabilmesi hususunda açık olmadığı gibi işâret de değildir. Zira hadisi şerif
ebu Davud, Tirmizî ve İbn Hibban'ın hazreti ebû Hureyre'den rivâyetleri vecihle
şöyledir: «Biriniz sabahın iki rekat sünnetini kıldı mı sağtarafına yatsın!»
Mutlak mukayyede haml edilmiştir. Şu da var ki, mescidde bu yatış, peygamber
(s.a.v.) zamanında şâyi olsa idi bu mümtaz ve büyük zevata gizli kalmazdı.
Mukayyetten murad: Yukarıda geçen «sabah namazının iki rekat sünnetinden sonra
evinde» sözüdür. bunun hulâsası şudur: Rasûlüllah (s.a.v.)'in yatması ancak
istirahat için evinde olmuştur. Meşru olduğunu göstermek için değildir. Esah
olan hareket, yatmayı emir eden ve bunun meşru olduğunu göstermek için
yapıldığını gösteren hadisi yalnız evde yapılması istenildiğine haml etmektir.
Delillerin arası böylece bulunmuş olur. ALLAH-u âlem.
«Bir
kimse sünnet namazları nezir eder de nezrini yaparsa sünneti kılmış olur.» Çünkü
nezir etmek (adamak) o namazı sünnet olmaktan çıkarmaz. Nitekim sünnete
niyetlenir de bozar ve sonra edâ ederse kıldığı sünnet olur. Ve bozduğu için
vacip vasfı ziyâde edilir. Bunu Nehir sahibi İkdül-feraid'den naklen
söylemiştir. «Nâfile namaz kılmak isteyen evvela onu nezir eder.» Kınye'de:
«Nâfıleyi nezir ettikten sonra eda etmek nezirsiz edâ etmekten efdaldir.»
denilmiştir.
Bahır
sahibi diyor ki: «Buna göre Müslim'in sahihinde rivâyet ettiği nezirin
yasaklanması meselesi müşkil kalır. Bu hadis nezir etmemeli diyenlerin kavlini
tercih ettirir. Lâkin bazıları hadisdeki nehyi, şarta bağlı olan nezire haml
etmişlerdir. Çünkü şartın meydana gelmesi ibâdete karşılık gibi olur ve o kimse
samimi muhlis sayılmaz. Nezir eder diyenlerin kavli şöyle izah olunur: O ibâdet
niyetiyle vacip olursa da nezirde ibâdete giriş vacibtir. Binaenaleyh o kimse
vacip sevabı kazanır. Nafile böyle değildir. Rey'i âcizaneme göre en iyisi
yasaktan yüzde yüz çıkmış olmak için nezir etmemelidir.
Ben
derîm ki: Yasak hadisinin lafzı Buharî'nin de sahihinde ibn Ömer'den rivâyet
ettiği gibi şöyledir: «Peygamber (s.a.v.) nezri yasak etti ve: Bu hakikatta hiç
bir şeyi geri getirmez. Sâdece bununla bahilin cebinden mal çıkarılır. buyurdu.»
Bundan ilk hatıra gelen mânâ muğlak nezir kast edilmiş olmasıdır. Mesela:
Hastama şifâ verirse Allah için filan işi yapmak boynuma borç olsun! demek
muğlak bir nezirdir. Nezrin yasaklanmasının vechi: Karşılık şâibesinden
kurtulmamasıdır. Çünkü ibâdeti şifa karşılığı yapacağını adamıştır. Şart kıldığı
şey olmazsa o ibâdeti yapmağa nefsi razı olmayacaktır. Hem bunda şifa hususunda
nezrin bir tesiri varmış gibi inanmayı îham vardır. Bundan dolayıdır ki, hadis-i
şerifte «bu hakikatta hiç bir şeyi geri getirmez.» buyurulmuştur. Zira bu cümle
nehyin illeti yerinde söylenmiştir. Peşin yani ta'liksiz nezir bunun
hilâfınadır. Çünkü o ibâdeti Allah için hâlis teberrudur. Ve nefsi ihtimal
adamaksızın yapamayacağı bir şeye mecbur etmektir. Binaenaleyh ibâdettir. Bu
nezrin bize göre ibadet olduğuna delil, Feth-ul-Kadir'in hac bahsinden az önceki
şu açıklamasıdır:
«Bir
kimse itikafı nezir edip dinden döner de sonra tekrar müslüman olursa o kimseye
nezirin icâbı lazım gelmez. Çünkü ibâdeti nezir etmenin kendisi ibâdettir. Bu
ise sair ibadetler gibi dinden dönmekle bâtıl olur.»
Bu
nezirden murad: Şarta bağlı olmayan münecez nezirdir. Zira söylediğimiz gibi
Buharî'nin bazı şarihleri hadisdeki yasağı, dileğinin hasıl olması hususunda
nezrin tesiri olduğunu itikad edenlere haml etmişlerdir. Öyle görünüyor ki,
yasak umumidir. Çünkü mezkûr hadisde: «Sâdece bununlabahîlin cebinden mal
çıkarılır.» buyurulmuştur. Allah'u âlem.
T
E N B İ H : Şârih neziri nafile namazlarla kayıtlamıştır. Bunun manası
sünnetlerde nezir etmenin efdal olmasıdır. Bunun vechi herhalde şudur: Sünnetler
Peygamber (s.a.v.) in farzlardan önce ve sonra kıldığı namazlardır. Bizden
istenilen, onun yaptığı şekilde kendisine tabi olmamızdır. Rasûlüllah
(s.a.v.)'in bu sünnetleri evvela nezir eder dediği bize nakl edilmemiştir. Onun
için bazıları: «Sünnetleri kılmış olmaz.» demişlerdir. Binaenaleyh efdal olan,
nezir etmemektir. Allah'u âlem.
METİN
Bir
kimse sünnetleri terk ederse, bunları hak gördüğü takdirde günahkar olur. Aksi
takdirde kâfir olur. Teravihten maada nâfilelerde efdal olan evde kılmaktır.
Meğer ki tamamen bırakacağından korkusu ola! Esah kavle göre daha ziyade huşû ve
hulusla kılınan namaz daha fâziletlidir. Abdestten sonra iki rekat namaz kılması
mendubtur. Maksat aza kurumadan kılmaktır. Nitekim Şurunbulâliye'de Mevâhib'ten
naklen izah edilmiştir.
İZAH
«Teravihten
maada nafileleri evde kılmak efdaldir.» Sözü farzdan önce ve sonra kılınan bütün
nâfilelere şâmildir. Çünkü sahihaynda rivâyet olunan bir hadiste: «Size
evlerinizde namaz kılmayı tavsiye ederim. Zira kişinin en hayırlı namazı evinde
kıldığıdır. Yalnız farz namaz müstesnâ!» buyurulmuştur.
Ebû
Davud'un rivâyet ettiği bir hadiste dahi: «Kişinin evinde kıldığı namaz benim şu
mescidimde kıldığımdan daha fazîletlidir. Yalnız farz namaz müstesnâ!»
buyurulmaktadır. Tamamı Münye şerhindedir. Bu daha fazîletli olunca evine
gittiği takdirde kendisini meşgul etmek korkusu lazım gelmeyecek şeylere riâyet
gerekir. Yahud evinde zihnini meşgul edecek ve huşûu bozacak bir şey varsa o
zaman mescidde kılar. Çünkü huşû tarafına itibar daha çoktur.
Teravih
namazı ise mescidde kılınır. Zira cemâatla eda edilir. Cemaatın yeri mesciddir.
Münye şerhinde tahiyye-i mescid namazı da istisnâ edilmiştir. Bu açıktır.
Ben
derim ki: İkişer rekat ihram ve tavaf namazları da müstesnadır. Çünkü birincisi
mîkâtta mescidde kılınır. Nitekim lübabta beyân edilmiştir. İkincisi de makam-ı
İbrahim'de kılınır. Yoldan gelince kılınan iki rekat da müstesnadır. Yola
çıkarken kılınan bunun hilâfınadır. Çünkü evde kılınır. Nitekim gelecektir.
İtikâfa girenin kıldığı nafile ve kezâ geciktirdiği takdirde kaçıracağından
korktuğu nâfile dahi müstesnadır.
Güneş
tutulduğu zaman kılınan namaz da müstesnadır. Zira cemaatla kılınır.
«Abdestten
sonra iki rekat namaz kılmak mendubtur.» Çünkü Müslim'in rivâyet ettiği bir
hadiste: «Güzelce abdest alıp iki rekat namaz kılan ve kalbi ile yüzü ile o
namaza yönelen hiç bir kimse yoktur ki kendisine cennet vacip olmasın.»
buyurulmuştur. Hazâin. Gusül de abdest gibidir. Bunu Tahavî Şurunbulâliye'den
nakl etmiştir. Bu iki rekatta kâfirun ve ihlas sureleri okunur. Nitekim Ziyâda
beyan edilmiştir. Acaba Tahiyye-î mescid gibi başka bir namaz bu iki rekatın
yerini tutarmı, tutmaz mı? düşün.
Sonra
lübab'ül Menâsik şerhinde gördüm ki iki rekat ihram namazı istihare namazı ve
benzerleri gibi müstakil bir sünnettir. Farz namaz bunların yerini tutmaz.
Tahiyye-i
mescid ve abdestten sonraki şükür namazı böyle değildir. Zira bunlar için ayrıca
namaz yoktur. Nitekim Hüccet nâm kitabın sahibi bunu tahkik etmiştir.
METİN
Sahih
kavle göre güneş doğduktan zevâle erinceye kadar dört rekat veya daha fazla
kuşluk namazı kılmak mendubtur. Kuşluk namazının muhtar olan vakti gündüzün
dörtte birinden sonradır. Münye'de bu namazın, en az iki, en çok oniki, orta
sekiz rekat kılınacağı bildirilmiştir ki, efdali ortası (yanı sekiz rekât)dır.
Nitekim zehâr-i eşrefiye'de beyân edilmiştir. Çünkü bu Peygamber (s.a.v.)'in
fiili ve kavli ile sâbit olmuştur. En çok miktarı yalnız kavli ile sabittir. Bu
izah en çok miktarı bir selamla kılındığına göredir. Ayrı ayrı kılındığı
takdirde ne kadar ziyâde ederse o kadar daha fazîletli olur. Nitekim bunu ibn
Hacer Buharî şerhinde anlatmıştır.
Zehâir-i
eşrefiye ibn şıhne'nın fıkhî bilmeceler hakkında bir eseridir.
İZAH
Kuşluk
namazının mendup olduğu tercih edilmiştir. Nitekim Gazneviye, Hâvî, Şır'a,
Miftah ve Tebyin sahipleri ve diğer ulema kesinlikle buna kaildirler. Bazıları
bu namazın müstehap olmadığını söylemişlerdir. Çünkü Buhari'de İbn Ömer
(r.a.)'nın bunu inkar ettiği bildirilmektedir. Münye şerhinde bu namazın
müstehap olduğunu gösteren deliller sayılmıştır. Bu namazda şer'a'da beyan
edildiği vecihle Veş-Şems ile Ved-duhâ sureleri okunur. Zahirine bakılırsa iki
rekattan fazla da kılsa aynı sureleri okur.
Münye
şerhinde «güneş doğduktan sonra» yerine güneş «yükseldikten sonra» denilmiştir.
«Kuşluk
namazının muhtar olan vakti»nden murad: Kılmak için tercih edilen vakittir. Bu
sözü Münye şarihi, Hâvîye nisbet etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü Zeyd bin Erkam
hadisinde: Rasûlüllah (s.a.v.); Evvâbin namazı Deve yavruları yere çöktüğü vakit
kılınır. buyurdu. denilmiştir. Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Deve
yavrularının çökmesi ayakları sıcağın şiddetine dayanamadığı içindir.
Kuşluk
namazının en az iki rekat kılınacağını Şeyh İsmail (Hâik) de Gazneviye, Hâvi,
Şır'a ve Semerkandiye'den nakl etmiştir. Musannıfın söylediğini tebyin, Miftah
ve Dürer sahipleri de benimsemişlerdir. En az iki rekattır diyenlerin delili:
Peygamber (s.a.v.)'in hazreti ebû Hüreyre'ye iki rekat namaz kılmasını tavsiye
buyurmasıdır. Nitekim Sahibi Buhâri'de rivâyet edilmiştir.
Dörttür
diyenlerin delili: «Peygamber (s.a,v.) kuşluk namazını dört rekat kılar;
Allah'ın dilediği kadar da ziyâde ederdi.» hadisidir. Bunu Müslim ve diğer hadis
imamları rivâyet etmişlerdir. İki hadisin araları bazı muhakkakların işaret
ettikleri vecihle «iki rekat en az mertebesi dört rekat da kemâl derecesinin en
aşağısıdır.» demek suretiyle bulunur.
Kuşluk
namazının en çoğu on iki rekattır. Çünkü Tirmizî ile Nesâînin îçinde zaif
bulunan bir senedle rivâyet ettikleri bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.): «Her kim
kuşluk namazını oniki rekat kılarsa Allahona cennette altından bir köşk binâ
eder.» buyurmuştur. Takarrur etmiş bir kaidedir ki, zaif hadisle fazîletler
hususunda amel câizdir. Münye Şerhi. Bazıları bu namazın en çok sekiz rekat
kılınacağını söylemişlerdir.
Hılye
sahibi bu kavli İmam Ahmed'e Şafiîlerden bazıları ise ekser ulemaya nisbet
etmişlerdir. İbn Hacer Buharî şerhinde şöyle demiştir: «Efdal ile ekser arasında
fark tasavvur edilemez. Ancak kuşluk namazını bir selamla oniki rekat kılan
hakkında tasavvur edilebilir. Çünkü bu namaz, kuşluk namazı sekiz rekattır
diyenlere göre mutlak surette nâfile olur. Ama ikişer rekat olarak ayrı kılarsa
kuşluk namazını kılmış olur. Sekizden fazla kıldığı mutlak surette nâfile olur.
Böylece oniki rekat onun hakkında sekizden efdal olur. Zira hem efdali hem
ziyadesini kılmıştır.»
Ben
derim ki: Bunun hâsılı şudur: Kendisince ziyadesi sabit olmadığı için, kuşluk
namazının en fazlası sekiz rekattır diyen kimse bu namazı bir selamla on iki
rekat olarak kılsa kuşluk namazının sünnet miktarı yerine geçmez. Çünkü meşruun
hilâfına niyet etmiştir. Ona göre efdal olan, sekiz rekat kılmaktır. Fakat
kuşluk namazının en fazlası oniki rekattır diyenlerin kavline göre - amellerin
fazîleti hakkında zaif hadisle amel câiz olduğundan - oniki rekat kılmak efdal
olur. Nitekim ikişer veya dörder rekatta selam vererek ayırsa bütün ulemâya göre
efdal olur.
Hulâsa
: Sekiz rekatın efdal olması - fazlası sâbit olmadığı için - kuşluk namazının en
fazlası sekiz rekattır. Sözüne binaendir. O zaman şârihin sözündeki sakatlık
sana gizli kalmaz. Zira o bu namazı en fazla oniki rekat kabul etmiş orta olan
sekiz rekatın efdal olduğunu söylemiştir. Şu da var ki, biz bu namazın en fazla
sekiz rekat olduğunu kabul etsek - mutlak surette nafile olsun diye bir selâmla
oniki rekat kıldığı vakit - sekiz rekat onikiden daha faziletlidir diye
kayıtlamak mezhebimizin kaidelerine uymaz. Belki bizim kâidelerimize göre neye
niyet etti ise o olur. Meselâ: Öğle namazını altı rekat kılar da dört rekatta
oturursa, kalan iki rekat önceki rekatların farziyet sıfatını değiştirmez. Çünkü
bize göre gerek farz gerekse nafile tahrimesinin üzerine binâ sahihtir. Sayıyı
niyet etmenin faydası zararı yoktur. Binaenaleyh kuşluk namazını sekiz rekattan
fazla kılarsa, fazlası mutlak surette nafile olur. Selamla ayırdığını
ayırmadığını fark etmeksizin hepsi mutlak nâfile olmaz. Evet, selamla ayırmadan
kılarsa dört rekattan fazlası gündüz nafilelerinde mekruhtur. Velev ki kuşluk
namazının en çok miktarını geçmesin. Bu takdirde sekiz rekatın efdal olması
zâhir değildir.
Şafiîlerden
biri buna cevap vermiş ve: «Sekiz rekatın efdal olması tabi olmak sebebiyledir.»
demiştir. Yani sekiz rekatın efdal olduğu sahih hadislerle sâbittir. Binaenaleyh
bu aded hususunda şârih hazretlerine tabi olmak tercih edilir. Ziyade böyle
değildir, Onun hadisi zaiftir. demek istemiştir. Lâkin ona da şöyle itiraz
edilebilir: En fazla miktarı kılarsa onun içinde şârih hazretlerine tabi olunan
sekiz rekat ta vardır. Meğer ki yine sekiz rekat en fazla miktarıdır sözü
üzerine binâ edile; ve bu namazı bir selamla sekizden fazla kılarsa niyet ettiği
değil, mutlak nâfile olur denile. yahud: Sekiz rekatın her çifti mecmuuna
bakmayarak fazlasının her çiftinden efdaldir denile! Burada benim anladığım
budur. Allah'u âlem.
METİN
Menduplardan
bazıları da yola çıkılacağı zaman kılınan iki rekat ve yoldan dönüldüğü zaman
kılınan iki rekat namazla gece namazıdır. Cevhere'de beyân edildiğine göre bu
namazın en azı sekiz rekattır. Mezkûr namazı üç kısma bölerse ortadaki en
fazîletlisidir. Yarıya bölerse sona kalan kısım efdaldir.
İZAH
Mukattam
bin Miktam'dan rivâyet edilmiştir ki, Rasûlüllah (s.a.v.): «Hiç bir kimse
âilesine sefere çıkacağı zaman onların yanında kıldığı iki rekat namazdan daha
fazîletli bir şey bırakmaz.» buyurmuştur. Bu hadisi Taberanî rivayet etmiştir.
Ka'b bin Malik'ten de şu hadis rivâyet olunmuştur: Rasûlüllah (s.a.v.) ancak
gündüzleyin kuşluk zamanında dönerdi. Dönüşte mescidden başlar; orada iki rekat
namaz kılardı. Sonra orada otururdu.» Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Münye
şerhi. Bundan anlaşılan. Sefer namazının eve, dönüş namazının mescide mahsus
olmasıdır. Şafiiler bunu açıkca söylemişlerdir.
Gece
namazına gelince: Ben derim ki, gece namazı gündüz namazından efdaldir. Nitekim
Cevhere ile Nur-ul-İzah'da böyle denilmiştir. Gerçekten bir çok âyet ve hadisler
gece namazının fazîletini bildirerek ona teşvikte bulunmuşlardır.
Bahır
sahibi diyor ki: Bunlardan biri de Sahih'i Müslim'de merfu olarak rivâyet edilen
şu hadistir: Farzdan sonra en fazîletli namaz gece namazıdır. Taberanî dahi
merfu olarak şu hadisi rivâyet etmiştir: Geceleyin mutlaka namaz kılmak
lazımdır. Velev ki bir koyun sağacak kadar olsun. Yatsıdan sonra kılınan namaz
gece namazından sayılır. Bu gösterir ki mezkûr sünnet yatsıdan sonra uyumadan
evvel kılınan nâfile namazla yerine getirilmiş olur.»
Ben
derim ki: Hılye sahibi bunu açıklamış; biraz söz ettikten sonra şunları
söylemiştir: «Sonra aşikardır ki teşvik edilen gece namazı teheccüttür.
Şafiîlerden Kadı Hüseyn'in bildirdiğine göre ıstılahta teheccüd namazına uykudan
kalktıktan sonra kılınan nâfile namazıdırlar. Kadı sözünü Taberanî'nin
Mu'cemindeki Hâccac bin Amr (r.a.) hadisiyle teyid etmiştir.
Haccâc
şöyle demiştir: Sizden biriniz geceleyin kalkıp sabaha karşı namaz kılarsa
teheccüd yaptım sanır. Teheccüd ancak uyuduktan sonra kalkıp kılınan namazdır.»
Şu kadar varki bu hadisin senedinde ibn Lehia vardır. Bu zat hakkında söz
edilmiştir. Lâkin zâhire bakılırsa Taberânî'nin ilk hadisi tercih edilir. Çünkü
şârih (s.a.v.) hazretleri tarafından kavlen teşri'dir. Bu öyle değildir. Bununla
İmam Ahmed'den rivâyet edilen: «Gece namazı güneşin kavuşmasından fecir
doğuncaya kadardır.» sözü hükümsüz kalır.» Bu satırlar Bahır'dan kısaltılarak
alınmıştır.
Ben
derim ki: Anlaşıldığına göre Taberanî'nin ilk hadisi gece namazının vaktinin
yatsı namazından sonra olduğunu bildirmektedir. Hatta bir kimse yatsıdan önce
uyur da sonra yatsıyı kılmadan nafile namaz kılarsa sünnet yerine geçmez.
Taberânî'nin ikinci hadisi de birinciyi tefsir etmiş olur. Böyle demek,
aralarında çelişme ve tercih isbatından daha iyidir. Çünkü onda iki hadisten
biri ile ameli terk etmek vardır. Bir de böyle olursa ıstılaha göre hareket
edilmiş olur. Hem âyât ve hadislerinmutlak ifadelerinden anlaşılan da budur.
Sonra teheccüd zorla uykuyu gidermektir ve teessüm yani günahtan korunmaya
benzer. evet, gece namazı ve kıyâm-ül-leyl tabirleri teheccüde âm ve şâmil
sözlerdir. İmam Ahmed'e yapılan itiraza bununla cevap verilir. Benim anladığım
budur. Allah'u âlem.
T
E N B İ H : Buraya kadar geçenlerden anlaşılıyor ki, teheccüd ancak nafile
namazla hâsıl olur. Bir kimse yatsı namazından sonra uyur da sonra kalkıp kaza
namazları kılarsa teheccüd yapmış sayılmaz. Şafiîlerden bazıları bu hususta
tereddüt etmişlerdir.
Ben
derim ki: Zâhire göre nafile kaydı ekseriyetle vukuuna binaendir. Teheccüd hangi
namazla olsa hâsıldır. Zira geçen hadiste: «Yatsı namazından sonra kılınan namaz
gece namazındandır.» buyurulmuştur. Sonra bilmiş ol ki, şarihin gece namazını
menduplardan saymasını el-Havi-I-Kudsî sahibi de benimsemiştir.
Muhakkık
Kemâl b. Hümâm feth-ul-Kadir'de onun sünnet mi, mendup mu olduğunda tereddüt
etmiştir. Çünkü kavlî deliller mendup olduğunu, fiilen devam ise sünnet olduğunu
gösterir. Rasûlüllah (s.a.v.) bir nâfileye devâm buyurursa o nafile sünnet olur.
Lâkin bu izâhat teheccüdün onun hakkında nafile namaz olmasına göredir. Nitekim
bir tâife buna kâildir. Başka bir taife ise teheccüdün ona farz olduğunu
söylemişlerdir. Binaenaleyh onun devam buyurması bizim hakkımızda sünnet
olduğuna delalet etmez. Lakin sahih'i Müslim ile diğer hadis kitablarında
hazreti Âişe'den naklen açıkça beyân edildiğine göre teheccüd namazı vaktiyle
farz olup sonradan nesh edilmiştir. Feth-ul-kadir sahibinin söylediklerinin
hulâsası budur. Bunun ifade ettiği mânâ bizim hakkımızda sünnet olduğuna itimad
etmekdir.
Zira
Peygamber (s.a.v.) teheccüde farziyeti nesh edildikten sonra devam etmiştir.
Onun için de Hılye sâhibi: «En münasibi sünnet olmasıdır.» demiştir.
«Cevhere'de
beyân edildiğine göre bu namazın en azı sekiz rekattır.» Şârihin «Cevhere'de»
diye kayıtlaması el'hâvi-l-Kudsî'de: «Kolayına geldiği kadar namaz kılar. Velev
ki iki rekat olsun. Bu hususta sünnet dört selamla sekiz rekat kılmaktır.»
denildiği içindir. Dört selamla kaydı imameynin kavline göredir.. İmam-ı
A'zam'ın kavline göre bu kayıt yoktur. Nitekim Hılye'de zikir edilmiştir. Yine
Hılye'de şöyle denilmektedir: «Bu söz Peygamber (s.a.v.) teheccüdü en az ikî, en
çok sekiz rekat olduğuna göre söylemiş ve Serahsî'nin Mebsut'undan alınmıştır.»
Bundan sonra Hılye sahibi üstâdı muhakkık ibn Hümâm'a uyarak mebsutta tayin
edilen en çok miktarını gösteren hadisleri sıralamıştır. Peygamber (s.a.v.)
teheccüdünün en az miktarının vitirden başka dört rekat olduğunu bildiren ebu
Davud hadisini de zikir etmiştir. Bunun tamamı oradadır. Oraya müracâat et!
Lâkin son olarak Peygamber (s.a.v.) den rivâyet olunan şu hadisi zikir etmiştir:
«Her kim geceleyin uyanırda ailesini uyandırır ve iki rekat namaz kılarlarsa
ikisi de Allah'ı çok zikir eden erkeklerle kadınlardan yazılırlar.» Bu hadisi
Nisâî, İbn Mace, sahibinden ibn Hibbân ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Münzirî:
«Bu hadis şeyhaynin şartı üzere sahihtir.» demiştir.
Ben
derim ki: Binaenaleyh teheccüd namazının en azı iki rek'at, ortası dört, en çoğu
sekiz rekattır. demek gerekir. Allahu âlem. Bîr kîmse teheccüd namazını üçe
bölerse, yani üçde birini kılıp üçte ikisinde uyumayı dilerse ortadaki üçdebir
iki taraftakilerden efdaldir. Çünkü o kısımda gaflet daha tamamdır. İbâdetde
daha ağırdır. «Yarıya bölerse sona kalan kısım efdaldir.» Yani yarısını namazla
yarısını da uyku ile geçirmek isterse sona kalan kısmını namazla geçirmek
efdaldir. Zira o kısımda ekseriyetle günahlar az olur. Bir de sahih bir hadiste:
«Gecenin son üçde biri kaldığında Rabbimiz her gece dünyanın semasına nüzul
buyurarak: Yok mu bana dua edecek duasını kabul edeyim. Yok mu benden isteyecek
dilediğini vereyim. Yok mu benden afv dileyen onu afv edeyim! der.»
buyurulmuştur. (nuzulün manası inmektir. Allah Teâlâ hakkında bu tasavvur
olunamadığı için gelmeyi terceme etmeden aldık) Burada Allah'ın nüzûlünden
murad: Emrinin inmesidir. Nitekim halef ile selef ulemanın büyüklerinden
bazıları bunu böyle tevil etmişlerdir. Tamamı ibn Hacer'in Tühfesindedir. Orada
beyân olunduğuna göre efdal olan ortadaki üçdebirin dördüncü ve beşinci altıda
biridir. Çünkü muttefekun aleyh olan bir hadiste:
«Allah
indinde en makbul namaz, Davud'un namazıdır. Gecenin yarısını uyur; üçde birinde
namaz kılar; altıda birini uyurdu.» buyurulmuştur, Hılye sahibi kesinlikle buna
kâil olmuştur.
T
E T İ M M E : Yine Hılye'de bildirildiğine göre adet edinilen teheccüdü bir özür
yokken terk etmek mekruhtur. Çünkü peygamber (s.a.v.) İbn Ömer hazretlerine: «Ya
Abdullah, filan gibi olma! geceleyin namaz kılardı. sonra bunu terk etti.»
buyurmuştur.
Bu
hadis muttefekun aleyhtir. Binaenaleyh mükellef bir insanın yapabileceği işi
yapması gerekir. Nitekim sahihaynda böyle sabit olmuştur. Onun içindir ki,
Peygamber (s.a.v.): «Amellerin Allah'a en makbul olanı en devamlı yapılanıdır.
Velev ki az olsun.» buyurulmuştur. Bu hadisi Buharî, Müslim ve diğer imamlar
rivâyet etmişlerdir.
METİN
Bayram
gecelerini, Şabanın yarılandığı geceyi, Ramazanın son on gecesini ve Zilhiccenin
ilk on gecesini ihya etmek de mendubtur. Geceyi ihya bütün geceyi veya
ekserisine âm ve şâmil olan her ibâdetle olur. Mendublardan biri de iki rekat
istihara namazıdır.
İZAH
Şurunbulâlî
İmdâd nâm eserinde bu gecelerin fazîleti hakkında varid olan hadisleri
sıralamıştır. Oraya müracaat et!
Mütekaddiminden
birinden - ki imam ebû Cafer Muhammed bin Ali olduğu söylenir - nakledildiğine
göre gecenin ihyasını yarısını ibâdetle geçirmektir diye tefsir etmiş ve; «Her
kim gecenin yarısını ihya ederse bütün geceyi «ihya etmiş olur.» demiştir.
Hılye'de «zâhire bakılırsa hadislerin mutlak olun ifadeleri ibadetin bütün
geceyi kaplamasını icap ediyor.» denilmiştir. Lâkin sahih-i Müslim'de hazreti
Âişe'den rivâyet olunan bir hadiste Âişe (r.a.): «Ben Peygamber (s.a.v.) hiç bir
gece sabaha kadar ibâdet ettiğini bilmiyorum.» demiştir. Bu suretle maksadın
gecenin ekserisi veya yarısı olduğu tercih edilir. Ama ekserisi hakikata daha
yakındır. Meğer ki yarıyı tercih ettirecek bir sebepbuluna.
İmdâd'ta
beyân edildiğine göre gecenin ihyâsı muayyen bir sayıya bağlı olmaksızın yalnız
başına nâfile namaz kılmak. Kur'an ve hadis okumak, onları dinlemek, tesbih,
senâ ve salavat getirmekle olur. Bunlar gecenin yarıdan fazlasını kaplamalıdır;
Bazıları bir saatin (cüz'ün) kafi geleceğini söylemişlerdir.
İbn
Abbas (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre yatsıyı cemâatla kılmak ve sabah
namazını da cemâatla kılmaya azim etmekle olur. Nitekim ulema bayram gecelerini
ihya hakkında ayni şeyi söylemişlerdir. Müslim'in sahihinde şu hadis vardır.
«Rasûlüllah
(s.a.v.): Yatsıyı cemaatla kılan gecenin yarısını namazla ihya etmiş gibi olur.
Sabahı cemâatla kılan ise bütün gece namaz kılmış gibi olur. » buyurmuşlardır.
T
E T İ M M E: İmdad sahibi «yalnız başına nafile namaz kılmak» demekle daha sonra
kitabının metnindeki «bu gecelerden birini ihya için mescidlere toplanmak
mekruhtur.» Sözüne işâret etmiştir. Tamamı onun şerhindedir.
«EI'Hâvi-l-kudsî»
de bunun mekruh olduğu açıklanmış ve şöyle denilmiştir: «Bu vakitlerde
kılınacağı rivayet olunan namazların teravihten geri kalanı yalnız kılınır.
Bahır
sahibi diyor ki: Bundan anlaşıldığına göre Recebin ilk cuma akşamı kılınan
Regaib namazını cemaatla kılmak mekruhtur; bu bid'attır. Rumeli halkının kerahet
ve nâfileden kurtulmak için onu nezir etmeleri batıl bir çaredir.»
Ben
derim ki: Bunu Bezzâziye sahibi açıklamıştır. Nitekim şârih bâbımızın sonunda
söyleyecektir. Münye'nin iki şarihi bu hususta uzun uzadıya söz etmiş; ve bu
babta rivâyet edilen sözlerin batıl, uydurmalar olduğunu izah etmişlerdir.
Bilhassa Hılye'nin izahatı geniştir. Allame Nureddin Makdisî'nin bu babta güzel
bir eseri vardır ki, ona «Red'ur Râgıp an salat-ül-Regâib» adını vermiş ve dört
mezhebin gelmiş geçmiş ulemâsından ekserisinin sözlerini bu eserde toplamıştır.
İstihâre
namazı hakkında Cabir bin Abdullah (r.a.) dan şu hadis rivâyet olunmuştur: «Bize
Rasûlüllah (s.a.v.) bütün işlerde istihareyi, kur'andan bir sure öğretir gibi
öğretir ve şöyle buyururdu: Birinizin başı dara geldi mi hemen iki rekat farz
olmayan bir namaz kılsın! sonra:
Allahümme
inni estehiruke biilmike ve estekdiruke bi kudretike. Ve es'elüke min fazlike'l
azîm. Feinneke takdiru velâ ekdiru ve ta'lemu velâ a'lem. Ve ente allâmul guyup.
Allahümme in künte ta'lemu enne hâzel emre hayrun lî fî dîni ve meâşî ve âkıbeti
emrî - ev kal âcili emrî ve âcilihî -Fakdirhu lî ve yessirhü lî. Sümme bârik lî
fîhi. Ve in künte Ta'lemu enne hâzel emre şerrun lî fî dîni ve meaşî ve âkıbeti
emrî - ev kal âcili emri ve acilihi - Fasrifhu annî vasrifni anhu. Vakdir lî el'
hayre haysü kâne sümme radınî bihî.
Mânâsı
şudur: Ya rabbî, senden senin ilminle hayra muvaffakiyet dilerim. Senden
kudretinle kudret dilerim ve büyük fazlından nasip isterim. Çünkü sen kâdirsin;
ben değilim. Sen bilirsin; ben bilmem. Sen gâibleri de bilirsin. Yarabbî! Eğer
senin ilminde bu işde benim dinim, dünyam ve ahiretim için -yahud dünyâ ve
âhiretim için- hayır varsa onu bana takdir buyur ve müyesser kıl! Sonra onda
bana bereket ver! Eğer senin ilminde bu işde benim dilim, dünyâm ve âhiretim
için -yahut dünyâ ve âhiretim için- kötülük varsa onu benden beni ondan ırak
eyle! Hayır nerde ise onu bana takdir buyur! Sonra beni ondan razı et! »
Duâsını
okusun. Hacetini de söylesin.» Bu hadisi Müslim'den maada bütün hadis imamları
rivâyet etmişlerdir. Münye şerhi.
Tetmim:
«Yâhud dünya ve ahiretim için» ifâdesi râvinin şübhesidir. Ulema ikisini de
söylemesini yani «Ve âkıbeti emri âcilihî ve âcilihi» demesini lüzumlu
görmüşlerdir.
«Hâcetini
de söylesin!» Tahtavî diyor ki: «Bundan murad: Bu işde benim dînim ilh... yerine
hâcetini söylemelidir.» demektir.
Ben
derim ki: Yahud istihareden sonra: «Benim hâcetim şöyle şöyledir... demelidir.
Hılye'de bildirildiğine göre bu duaya Allah'a hamd ve Resûlüne salavât getirerek
başlamalı ve bitirmelidir.
Ezkâr'da
ilk rekatta Kâfirun, ikincide ihlâs surelerinin okunacağı kayıt edilmektedir.
Selefden biri ilk rekatta «ve rabbüke yahlügu ma yeşâû ve veyahtar» âyeti
kerimesinin «ya'linûne» kadar; ikincide «ve mâkâne limü'minin velâ mü'minetin»
âyeti kerimesinin okunacağını söylemiştir. İstihare yedi defa tekrarlanmalıdır.
Çünkü ibn Sünnî'nin rivâyet ettiği bir hadiste:
«Yâ
Enes başın dara geldiği zaman o hususta rabbine yedi defa istihare yap! sonra
kalbine gelene bak! Zira hayır ondadır.» buyurulmuştur. Namaz kılmağa imkan
bulamazsa dua ile istihare yapar.
Şır'a
şerhinde şöyle deniliyor: «Ulemadan işitildiğine göre abdestle kıbleye karşı
yatmalı, yatmazdan önce mezkûr duayı okumalıdır. Rüyâda beyaz veya yeşil
görülürse o işin hayır olduğuna, siyah veya kırmızı görülürse şer olduğuna
delâlet eder ki, kaçınmak gerekir.»
METİN
Dört
rekat tesbih namazını üçyüz tesbih ile kılmak da mendubtur. Bunun fazîleti pek
büyüktür. Dört rekat hâcet namazı da menduptur. Bazıları bunun iki rekat
olduğunu söylemişlerdir. Hâvî adlı eserde mezkûr namazın bir selamla oniki rekat
kılınacağı bildirilmektedir. Biz bunu Hazâin'de uzun uzadıya izah ettik.
İZAH
Tesbih
namazı kerahet vakitlerinin dışında her zaman kılınabilir. Yâhud günle gecede
bir defo kılmalı bu olmâzsa 'her hafta veya her cuma, bu da olmazsa her ay, bu
da olmazsa ömürde bir defa kılınmalıdır. Bunu bildiren hadis hasendir. Zira
tarikleri çoktur. Bu hadisin uydurma olduğunu söyleyen vehim etmiştir. Tesbih
namazında sonsuz sevap vardır. Onun için bazı muhakkıklar: «Onun büyü.k
faziletine kulak vermeyen ve onu terk eden ancak dîni tahkir edendir.»
demişlerdir. «Tesbih. namazının mendup sayılmasında namaz nizâmını bozmak
vardır.» diye dil uzatmak ancak onu isbat eden hadis zaif ise doğru olabilir.
Hadis hasen derecesine yükselirse namaz nizamını bozsa da bu namazı isbat eder.
Tesbih
namazı bir veya iki selamla dört rekat olarak kılınır. Bu namazda üçyüz kere:
«Subhanellahi vel hamdülillâhi Velâ ilâhe illellâhu vallahu ekber.» denir. Bir
rivayette «Velâ havle velâ kuvvete illâ billah» cümlesi ziyâde edilir. Bunlar
her rekatta yetmişbeş kere söylenir. Subhâneke okunduktansonra onbeş; kıraattan
sonra, rükûda, rükudan doğrulduktan sonra, secdelerde ve iki secde aralarında
ise onar defa ve rükû sücûd tesbihlerinden sonra söylenir. Namazın bu şekilde
kılınacağını Tirmizî Câmiinde Abdullah bin Mubarek'ten rivâyet etmiştir.
Abdullah bin Mubarek İmam A'zam'ın arkadaşlarından biri olup ilim, zühd ve
takvada ona ortaktır.
Kınye
sahibi bu rivâyetle iktifa etmiş; ve bu husustaki iki rivâyetten muhtar olanın
bu olduğunu söylemiştir.
İkinci
rivâyete göre kıyâm halinde kıraattan sonra yalnız bir defa onbeş tesbih ile
iktifa edilir. Kalan on tesbih ikinci secdeden kalktıktan sonra getirilir.
EI'Havî'l-Kudsî Hılye ve Bahır sâhibleri bu kavli söylemekle yetinmişlerdir. Bu
rivâyetin hadisi daha meşhurdur. Lakin Münye şârihi şöyle demiştir: «İbni
Mubarek'in söylediği şekil Bahır'ın muhtasarında zikir edilendir. Bizim
mezhebimize uygun olan şekil budur. Çünkü bunda istirahat oturuşuna hâcet
yoktur. Bize göre bu oturuş mekruhtur.»
Ben
derim ki: İhtimal kınye sahibi onu bundan dolayı tercih etmiştir. Lâkin
biliyorsun ki bu rivâyetin hadisinin sabit olması bu şekli isbat etmiştir. Velev
ki içinde bu istirahât celsesi olsun. Binaenaleyh bazan biran bazan ötekini
yapmalıdır.
T
E T İ M M E : İbn Abbas (r.a.)a: «Bu namazda okunacak sure biliyor musun?» diye
sorulmuş. O da Tekâsür, asr, kâfirûn ve ihlâs sürelerinin okunacağını
söylemiştir. Bazıları efdal olan hadid, haşr, saf ve tegabün gibi sûreleri
okumaktır. demişlerdir.
Abdullah
bin Mubarek'ten bir rivayete göre bu namazı kılan kimse evvela rükû ve sücûd
tesbihlerinden işe başlar.
Sonra
öteki tesbihlere geçer. Muallâ bu namazın öğleden evvel kılınacağını
söylemiştir. Bunu Hindiye sahibi muzmerattan nakl etmiştir. İbn Mubarek'e: «Bu
namazı kılan yanılır da sehiv secdesi yaparsa tesbihleri onar onar söyleyecek
mi?» diye sorulmuş da: «Hayır! Bu tesbihler ancak üçyüz tesbihtir.» Cevabını
vermiştir. Molla Aliy-yül-Kârî Mişkât şerhinde şunları söylemiştir: «Bundan
anlaşılan şudur: Yanılır da muayyen bir yerden bir kaç tesbihi noksan bırakırsa
matlup sayıyı tamamlamak için o tesbihleri başka bir yerde getirir.»
Ben
derim ki: Anlaşıldığına göre o kimse yanıldığı yere dönemez. Bu açıktır. Ve
Şafiîlerden birinin dediği gibi terk ettiği tesbihleri o rükunden sonra gelen
rükün kısa değilse onun içinde getirmelidir. Meselâ: Rükûdan doğrulma
tesbihlerini secdede getirir. Rükû tesbihlerini dahi secdede getirir. Doğrulduğu
zaman getirmez; Çünkü kısadır.
Ben
derim ki: Birinci secdenin tesbihlerini de ikinci secdede getirir. Celse halinde
getirmez. Çünkü celseyi uzatmak evvelce geçtiği vecihle vaciplerde bize göre
meşru değildir.
Kınye'de
beyân edildiğine göre tesbihleri ezberden sayabilen parmaklarıyle saymaz.
Ezberden saymazsa parmaklarını yumarak sayar.
Hanefilerden
allâme ibn Tülun Dımeşki'nin «Semeru't-terşih fi salat't teravih» adlı bir
risalesini gördüm. Orada kendi el yazısı ile İbn Abbas (r.a.) dan rivâyet edilen
şu sözleri yazmış: «Tesbih namazında teşehhüdden sonra selamdan önce:
«Allahümme
innî eselüke tevfika ehlil hüdâ ve e'mâle ehlil yakîn. Vemünâsamete ehlil
tevbeti ve azme ehlil basari ve cidde ehlil haşyeti ve talebe ehlil rağbeti ve
teabbüde ehlil verai. ve irfâne ehlil ilmi hattâ ehâfüke allahümme innî eselüke
mehafeten tahcuruni an measîke hatta e'mele bitâatike amelen estehukku bihi
rızâke ve hatta ünasıhake bittevbeti havfen minke ve hatta ehlüsalekennasıhate
hubbenleke ve hatta etevekkele aleyke fil ümûri husne zânin bike subhane
halikınnûr.» Duası okunur.
Hâcet
namazı hakkında ise Şeyh İsmail Şunları söylemiştir: «Menduplardan biride hacet
namazıdır. Bu namazı tecnis, Mülteka ve Hızânet'ül fetevâ sahipleriyle bir çok
fetva kitabları, Havî ve Münye şerhi zikir etmişlerdir.
Havî'de
bunun oniki rekat olduğu ve nasıl kılınacağı beyân edilmiştir. Fakat söz
götürür. Tecnis ve diğer kitablarda ise yatsıdan sonra dört rekat olarak
kılınacağı ve merfu bir hadise göre ilk rekatta bir fatiha, üç ayet'el-Kürsî;
kalan üç rekatın her birinde birer fatiha, İhlas ve muavezeteyn okunacağı,
Bunlar yapılırsa kılınan namaz kadir gecesinde kılınmış gibi olacağı kayt
edilmiştir. Üstadlarımız: «Biz bu namazı kıldık ve hacetlerimiz görüldü.»
demişlerdir. Bu. Mülteka, Tecnis ve bir çok fetva kitablarında, kezâ Hızânet'ül
fetevâda zikir edilmiştir. Münye şerhinde ise hacet namazının iki rekat olduğu
bildirilmiştir. Bu husustaki hadisler tergip ve terhip adlı eserdedir. Nitekim
Bahır'da da mevcuttur.
Tirmizî'nin
Abdullah bin Ebî Evfâ'dan rivâyet ettiği bir hadiste hazreti Abdullah şöyle
demiştir: «Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdular ki: Bir kimsenin Allah'dan veya beni
Ademin birinden bir haceti olursa tertemiz bir abdest alsın; sonra iki rekat
namaz kılsın; sonra Allah teâlaya senada bulunsun ve Peygambere salavat getirsin
sonra şunu okusun :
«Halîm
ve Kerim olan Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur. Ulu arşın Rabbi olan Allah'ı
tenzih ederim. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Yârab, rahmetinin
gereklerini, kesin affını, her iyiliğin ganimetini ve her kötülükten selâmeti
dilerim. Af etmedik günah, çözmedik baş bırakma! Ve râzı olduğun bir hâceti
mutlaka bitir ey acıyanlar acıyanı!»
«lâilahe
illallahülhalimül kerim. subhanallahi rabbil arşil azîm. elhamdülillahi rabbil
alemin. Eselüke mücebatin verahmetike veazâime ma'firetike vel ğanimete min
külli birrin vesselâmete min külli ismin. la tede' zenben illâ ğafertehü vela
hemmen illa feractehü vela hâceten hiye leke rizan illâ gazeytehâ ya
erhamerrahimin.»
Ben
derim ki: Hılye sâhibi kitabının sonunda hâcet namazı için müstakil bir bölüm
tahsis etmiş; orada hâcet namazının şekillerini, rivayetleri ve duaları beyan
ile sözü hem uzatmış hem de iyi etmiştir. Nitekim merhumun âdeti budur. İsteyen
oraya müracâat etsin!
H
A T İ M E : Yolculuk eden bir kimsenin her konakta oturmazdan evvel iki rekat
namaz kılması münâsıb olur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) böyle yapardı. Bunu imam
Serahsî Siyer-i kebîr şerhinde beyan etmiş; Kezâ şunu da belirtmiştir: Bir
müslüman ölüme mahkum olursa iki rekat namaz kılması, ondan sonra Allah'a tevbe
istiğfar etmesi müstehaptır. Tâ ki dünyada son ameli namaz veistiğfar olsun.
Şeyh
İsmail'in Şır'a şer^inden naklen bildirdiğine göre tevbe namazı. anne baba
namazı, yağmur yağdığı zaman iki rekat namaz, nifakı def için gizli bir yerde
iki rekat namaz, evine girip çıkarken giriş çıkış fitnesinden korunmak için
namaz kılmak ta mendublar cümlesindendir. AIIah'u Âlem.
METİN
Farzın
iki rekatında mutlak olarak kıraat amelen farzdır. Kırâatın ilk iki rekata
tayini ise meşhur kavle göre vâciptir. Yalnız kılan için nafilenin her rekatında
kıraat da farzdır. Çünkü nafilenin her çift rekatı bir namazdır. Lâkin dört
rekatlı sünnet müekkedelere şâmil değildir. İhtiyatan vitirin her rekatında
kırâat da farzdır.
İZAH
Farzın
iki rekatında kırâat amelen farzdır. İtikaden farz değildir. Binaenaleyh inkar
eden kafir olmaz. Çünkü bu hususta ihtilaf edilmiştir. Ebu Bekir-ı Esâmm, Sufyan
bin Uyeyne ve başkalarına göre sünnettir. Hasan Basrî, imam Züfer ve
Malikîlerden Mugîre'ye göre bir rekatta kırâat farzdır. İmam Malik'ten diğer bir
rivâyete göre üç rekatta farzdır. İmam Şafiî ile imam Ahmed'e ve Malik'in sahih
kavline göre dört rekatta farzdır. Meselenin tamamı Hılye'dedir.
Kıraat
«mutlak olarak» farzdır yani ilk rekatlarda veya son rekatlarda yahud her çiftin
birer rekatında diye kayıtlanmamıştır. T.
Ben
derim ki: Bazen dört rekatlı farzın bütün rekatlarında kırâat farz olur. Nitekim
İstihlâf babında geçmişti ki imam kendi yerine iki rekatta mesbûk birini geçirir
de ona ilk iki rekatta okumadığını işâret ederse bu halîfe imamın dört rekatta
okuması farzdır.
Şârih
«meşhur kavle göre» demekle «kırâat ilk iki rekatta farzdır.» diyenlerle «ilk
iki rekatta kırâat efdaldir.» diyenlerin sözlerini red etmiştir. Lâkin namazın
vacipleri bahsinde gördük ki ilk iki rekatta kırâat farzdır diyen yoktur. Bu
mânâyı yalnız bahır sahibi bazı ibârelerden anlamıştır. Tahkikini orada
yapmıştık!
Nâfile
kılan kimse velev hükmen olsun yalnız kılarsa her rekatta kıraat kendisine
farzdır. Meselâ: İmam reyinde yalnız ve başkasına tabi olmadığı için yalnız
kılan hükmündedir. Bu kayıtla imama uyan hâriç kalır. Ona nâfilede kırâat farz
değildir. Velev ki farz kılana uymuş olsun. Nitekim bunu imamlık bâbında beyân
etmiştik.
«Lâkin
bu, yani nafilenin her rekatında kırâat lazım gelmesi için yapılan ta'lil
noksandır. Dört rekatlı sünnet müekkedelere şâmil değildir.» Zira musannıf
evvelce beyân etmişti ki, dört rekatlı sünnet müekkedelerin ilk oturuşunu da
salavât okunmaz. Üçüncü rekata kalkınca Subhaneke de okunmaz. Nafilenin her çift
rekatı bir namaz olsa idi. salavât ve subhaneke de okunurdu. Bu itirazı yapan
Bahır sâhibidir. Buna şarihin orada işaret ettiği şu sözü ile, cevap
verilebilir. «Bu sünnetler kuvvetli oldukları için farza benzemişlerdir.» Yani
kıyasa göre Bahır sâhibinin dediği doğrudur. Lakın farza benzeyince onlar
hakkında iki tarafa riayet olunmuş ve fukaha onların her rekatında kıraatın
vacip olduğunu söylemiş; ilk oturuşu unutan kalktığı rekatı secde ile
kayıtlamadıkça kıyâm tamamolduktan sonra kaadeye dönebilir. demişlerdir. Dört
rekatlı sünnet müekkedeyi bozan kimse zâhir rivâyete göre yalnız iki rekat kaza
eder. Nitekim gelecektir. Buna aslına nazaran hüküm etmiş; vitirde yaptıkları
gibi benzerliğine bakarak da salavât ve subhâneke okumasını men etmişlerdir.
Halbuki evvelce geçtiği vecihle nâfilenin her çift rekatının bir namaz sayılması
mutlak değil, bazı cihetlerdendir. Öyle olması dört rekatlı bir sünnetin ilk
oturuşu terk edilmekle namazın sahih olmaması icap ederdi. Halbuki istihsânen
farza kıyas edilerek bu sahihtir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Evet, bir kimse
altı veya sekiz rekat nafile namazı bir oturuşla kılsa esah kavle göre câiz
olmaz. Nitekim Hulasa'da da böyle denilmiştir. Çünkü farzlar içersinde bir
oturuşla edası sahih olan altı rekatlı namaz yoktur. Binaenaleyh iş kıyasa
kalır. Nitekim Bedayi'de de böyle denilmiştir. Bu hususta imam Muhammed'in
hilafının sahih kabul edildiği de ileride gelecektir.
METİN
Bir
kimse kasten ihram tekbiri ile veya üçüncü rekata kalkmakla sahih olarak
başladığı nâfile lazım olur. Ancak farz kılanın arkasında nâfileye niyet eder de
sonra onu bozarak farzı kılmadığını hatırlar ve o farza niyet ederse yahud başka
bir nâfile namaza veya zanla kılanın, ümminin, kadının veya abdestsizin namazına
niyetlenirse yani niyetlenir de derhal bozarsa kazası lazım gelmez. Ama devamı
tercih eder de sonra bozarsa kazası lazım gelir.
İZAH
Bir
kimsenin kasten sahih olarak başladığı nâfile namazı lazım olur. Yani o namaza
devam etmesi lazımdır. Hatta bozarsa kazası icap eder. Ve o namazı iki rekat
olarak kaza eder. Velev ki daha fazlasına niyetlenmiş olsun. Nitekim gelecektir.
Sonra bu hüküm namaza mahsus da değildir. Münye şerhinde şöyle denilmiştir:
«Bilmiş ol ki adamakla lazım gelen ve sıhhat hususunda başı sonuna bağlı olan
nâfile bir ibâdete başlamak İmam Malik'le bize göre o ibâdeti tamamlamanın ve
kazasının vücûbuna sebeptir. Ebu Bekir Sıddîk, İbn Abbas ve bir çok eshabı
kiramın kavli bu olduğu gibi tabiînden Hasan Basrî, Mekhul, İbrahim Nehaî ve
diğerlerinin kavilleri de budur.
"Adamakla
lazım gelen" kaydıyle abdest, tilavet secdesi. hasta dolaşmak ve gaza yolculuğu
gibi adamakta lazım gelmeyen şeyler hariç kalır. Çünkü bunlar bizzat maksut
değillerdir. «Başı sonuna bağlı» kaydıyla da sadaka kıraat ve İmam Muhammed'in
kavline göre itikâf gibi evveli sonuna bağlı olmayan şeyler hâriç kalır. Namaz,
oruç, haç, umre, tavaf ve şeyhaynin kavline göre itikaf dâhil olur.
TENBİH
: Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre mücerred sahih olarak bir ibadete
başlamakla kaza lazım gelir. Velevki derhal bozmuş olsun. Miraç'ta Suğra'dan
naklen şöyle deniliyor: "Bir kimse nâfile orucu derhal bozarsa kazası lazım
gelmez. Ama devâma niyet eder de sonra bozarsa kazası lazımdır."
Ben
derim ki: Namaz da öyledir. Bir kadın nafile namaza başlar da sonra hayzını
görürse kaza etmesi vacip olur. Bu sözün benzeri şeyh İsmail'in şerhinde de
mevcuttur. Bu sözü Ebu's Suud maznun olan nâfileye haml etmiştir. Kuhıstânî'nin
sözü de buna delalet eder. Münehin sözü de öyledir. Nitekim gelecektir.
"Üçüncü
rekata kalkmakla" ifadesinden murad: İlk çifti sahih olarak edâ etmişse
demektir. İkinci çifti bozduğu vakit yalnız onun kazası lazım gelir. Birinciye
sirâyet etmez. Çünkü her çift başlı başına bir namazdır. Bahır.
"Sahih
olarak başladığı" kaydıyle şarih ümmi ve kadın gibi birine nâfile niyetle
uymaktan ihtiraz etmiştir. Nitekim gelecektir. "Kasten" tabiri dahi üzerinde
farz borcu var zan edip de aksi zuhur edenden ihtiraz içindir. Bu da gelecektir.
"Ancak
farz kılanın arkasında nafileye niyet eder de sonra bozarsa onu kaza etmez.»
Bedayi'de de beyan edildiği gibi bunu vechi şudur: O adam imamla yanlız bu
namazı edâyi ilzam etmiştir. Gerçekten edâ da etmiştir. Zanla namaz kılmanın
süretini Tatarhâniye sahibi uyundan, o da ibn Semaa tarikiyle imam Muhammed'den
şöyle rivayet etmiştir : Bir adam öğleyi kılmadım zanniyle öğleye niyetlenirde
başka biri nafile niyetiyle ona uyar: öğleyi kıldığını hatırlamayarak namazı
bozarsa ikisine de bir şey lazım gelmez. Lâkin Bahır'ın imamlık bâbında beyân
edildiğine göre bu surette cemaat olanın nafilesi ifsatla garantilidir. Kazâsı
lazım gelir. İmamın namazı öyle değildir. Buna şöyle cevap verilebilir: Bahır
sahibinin ifsattan muradı cemâat olanın namazını bozmasıdır. Bu takdirde onun
namazı kaza etmesi lazım olur. İmamının bozmasiyle kaza etmez. Böyle olunca
ifâde yukarıdaki beyâna aykırı düşmez. Ancak Sirac'ın sözünden anlaşılan imamın
bozmasıdır. Çünkü şöyle demiştir: "Zanla kılan kimse namazdan çıkarsa üç
imasmıza göre çıkmakla o namazın kazası vacip olmaz. Ona uyana ise kaza
vaciptir." Sirâc'ın sözü de bizim söylediğimiz şekilde te'vil olunur. Aksi
takdirde şarihin tercih etmediği ikinci bir rivâyet olur.
Ümminin
namazına uyan kimse hakkında ebu-s-Suud «kaza vacip olması gerekir.» demiştir.
Zira evvelce görüldüğü vecihle bu namaza başlamak sahihtir. Kıraatın yeri elince
namaz bozulur.
«Yani
niyetlenir de hatırladığında derhal bozarsa ...» sözü zan ile kılana mahsustur.
Mineh'de şöyle deniliyor:. «Musannif kasten demekle zan ile namaza başlamaktan
ihtiraz etmiştir. Meselâ: Bir farzı kılmadığını zannederek ona niyetlenir de
sonra kıldığını hatırlarsa niyetlendiği namaz nafile olur. Tamamlaması vacip
değildir. Hatta onu bozmuş olsa da yine vacip değildir.
Suğrada:
«Bu hüküm nafile orucu derhal bozduğuna göredir. Oruca devamı tercih eder de
sonra bozarsa kazası lazım gelir. Namaz da böyledir. Müçteba'da böyle
denilmiştir.» ifâdesi vardır.
Ben
derim ki: Bazı derkenar yazarları da bu sözü Timurtaşî'nin cami şerhine nisbet
etmişlerdir. Lakin Tecnis sâhibi oruç meselesini şöyle illetlendirmiştir: «O
kimse oruca devam edince sanki o anda devama niyet etmiş gibi olur. Zeval'den
önce ise nâfile oruca başlamış sayılır. Ve üzerine vacip olur.»
Hulâsası:
Hatırladığında oruca devamı tercih edince niyetin zamanı da geçmediğine göre
yeniden niyetlenmiş gibi olur. Ve oruç kendisine lazım gelir. Namazda bu mümkün
değildir. Binaenaleyh onu oruca katmak müşkildir.
METİN
Zâhir
rivâyete göre nafileye velev ki güneş batarken, doğarken veya istiva halinde
iken niyet etmişolsun. Bu namazı bozması haramdır. Çünkü Teâlâ hazretleri:
«Amellerinizi bozmayın!» buyurmuştur. Ancak bir özürden dolayı bozulabilir.
Kazası da vaciptir. Velev ki bozulması kendi fiili ile olmasın. Mesela:
Teyemmümlü
bir kimsenin suyu görmesi, namaz kılan veya oruç tutan bir kadının hayz görmesi
bu kabildendir. Bilmiş ol ki, kula kendi iltizamiyle vacip olan şeyler iki
nevidir.
Birincisi:
Sözle vacip olur. Bu nezirdir ki, imam bahsinde gelecektir.
İkincisi:
Fiil ile vacip olur. Bu da nafile ibadetlere başlamaktır. Bunları şu beyt
toplamaktadır:
«Nafilelerden
yedi danesi vardır ki niyetlenene lazım gelirler.
Bu
hüküm şeriat sahibinin sözünden alınmıştır;
Oruç,
namaz, tavaf, dördüncüsü hac;
İtikâf,
Umre, yedincisi de ihramdır.»
İZAH
İmam-A'zam'dan
zâhir rivayete göre bir kimse nafile namaza mekruh vakitlerden birinde başlamış
bile olsa tamamlaması icap eder. O namazı bozarsa haram işlemiş olur.
İmam-A'zam'dan başka bir rivâyete göre mekruh vakitlerde oruca başlamaya kıyas
ile bu vakitlerde başlanan nafile namaz niyetlenmekle lazım gelmez. Zâhire göre
fark: O kimseye o anda oruçlu denmesinin sahih olması, namazda ise secde
etmeksizin namazda demenin sahih olmamasıdır. Onun için oruç tutmayacağına yemin
eden kimse mücerred niyetlenmekle yemini bozulur. Namaz kılmayacağına yemin eden
böyle değildir. Nitekim gelecektir. Nehir.
Özür
bulununca bu namazı bozmak haram olmaz. Bilakis bazen mubah, bazen müstehap
bazen da vacip olur. Nitekim musannıf bunu namazın mekruhları 'bâbının sonunda
beyan etmiş ve şöyle demiştir:
«Özürlerden
biri de mekruh vakitte namaza başlamasıdır.
Bedayi'de
bildirildiğine göre bizce efdal olan o namazı bozmaktır. Tamamlarsa isâet etmiş
olur. Ama kazası lazım gelmez. Çünkü o namazı vacip olduğu sıfatta eda etmiştir.
Bozarsa kazası lazım gelir.»
Bahır
sahibi diyor ki: «Kerahet tahrimiyeden kurtulmak için o namazı bozmanın vacip
olması gerekir. Bu ameli bozmak değildir. Çünkü daha mükemmelini yapmak içindir.
Bu bozmak sayılmaz.»
«Kazâsı
da vacibtir.» Yani velev ki bir özürden dolayı bozsun ve bildiğin gibi özür
kerahet vaktinde kılması olsun.
Bahır'da
şöyle denilmiştir: «O namazı başka bir kerahet vaktinde kaza etse câizdir. Çünkü
nâkıs olarak vacip olmuştur. Ve vacip olduğu şekilde edâ etmiş olur. Bu câizdir.
Nitekim o namazı nâkıs vakitte tamamlaması da câizdir.»
«Bunları
şu beyit toplamaktadır.» Yani başlamakla vacip olan nafile ibâdetler şu
manzumede sıralanmışlardır. Kâide şudur: Adamakla ifâsı lazım gelen ve sahih
olmak için evveli sonuna bağlıolan her ibâdet başlamakla vacib olur. Nitekim az
yukarıda Münye şerhinden naklen arz etmiştik. Buradaki nazmı ebu-s-Suud,
Sadreddin bin İzzet'e nisbet etmiştir.
Mücerred
niyetle tavâfa başlamak onu yedi şavt olarak tamamlamayı gerektirir.
İtikâfa
gelince: Şârih itikaf babında musannıf ile başkalarından naklen bildirecektir
'ki, bazı muteber kitablarda: «Başlamakla itikafın lazım gelmesi zaif kavle
istinad eder.» denilmiştir. Yani bu söz nafile itikaf bir gündür rivayetine
göredir. Zâhir rivâyette itikafın en azı bir saattir ki, Buna göre başlamakla
itikaf lazım olmaz. Belki mescidden çıkmakla sona erer.
Ben
derim ki: Lâkin Bedayi'de beyân edildiğine göre itikafa başlamak edanın
yetiştiği miktarda ilzam eder. Mescidden ancak o kadarcığı vacip olarak çıkınca
fazlası kendisine lazım gelmez.
Evet,
itikaf bâbında fetih'deh naklen beyân edilecektir ki. ramazanın on gününde
itikafa girmek başlamakla lazım gelmelidir.
İhram
meselesinde lübâb-ül-menâsik'te şöyle denilmiştir: «Bir kimse hac veya umre diye
tayin etmeksizin ihrama niyet etse sahihtir. Ve kendisine lazım gelir. O kimse
bunlardan birinin amellerine başlamazdan önce niyetini hangisine dilerse ona
sarf edebilir.»
METİN
Dört
rekatlı sünnet-i gayrı müekkedeye niyet eden kimse o namazı ilk iki rekat
esnasında veya ikinci çiftte bozarsa Halebî ve başkalarının tercihlerine göre
iki rekat olarak kaza eder. Yani iki rekatın teşehhüdünü yapmışsa iki rekat kaza
eder. Aksi takdirde bütün namaz bilittifak bozulur. Kâideye göre her çift rekat
bir namazdır. Ancak imama uymak, nezir ve ilk oturuşu terk etmek gibi bir arıza
olursa iş değişir.
İZAH
Musannıfın
«dört rekatlı» diye kayıtlaması, nâfileye başlar da sayı niyet etmezse
bilittifak iki rekat koza etmesi lazım geleceği içindir. «Niyet eden» diye
kayıtlaması ise, namaz kılmayı nezir edip dört rekata niyetlenirse bilittifak
dört rekatın kazası lazım geleceği içindir. Nitekim Hulasa'da bildirilmiştir.
Çünkü bunun sebebi vucubu vuzu edilmiş sigası ile nezirdir. Bahır.
İki
rekat kaza etmesi zahir rivayeye göredir. Hulâsada imam ebu Yusuf'un evvela dört
rekat kaza eder dediği sonradan imam-A'zam'la imam Muhammed'in kavline döndüğü
sahihlenmiştir. Şu halde iki rekat kaza lazım gelmesi bilittifaktır. Çünkü
başlamak sebebiyle vacip olmak, vaz'an sabit değil, belki edâ edileni korumak
içindir. İki rekat Tamam olmakla edâ edilen korunmuştur. Şu halde zaruret yokken
ziyade lazım gelmez. Bahır.
Halebî
ve başkaları bu kavli tercih etmişlerdir. Halebî Münye şerhinde şöyle
demektedir: «Ama öğleden önceki sünnete yahud cumanın ilk veya son sünnetine
başlar da sonra birinci veya ikinci çift rekatlarda bozarsa bilittifak dört
rekat kaza etmesi lâzım gelir. Çünkü bu namaz ancak bir selâmla meşru olmuştur.
Rasûlüllah (s.a.v)'den böyle rivayet olunmuştur. Binaenaleyh bir namaz
mesabesindedir. Onun için de ilk oturuşunda salavat okunmaz. Üçüncü rekata
kalkınca Subhaneke ile başlanmaz.
Şafih
bir kimse bu namazın ilk iki rekatında iken evin satıldığını haber alır da dördü
tamamlarsa şuf'ası batıl olmadığı gibi muhayyerenin hak hıyarı da bâtıl olmaz.
Keza ilk iki rekatta iken yanına karısı girer de dört rekatı tamamlarsa halvet
sahih olmaz. O kadını boşarsa mihrinin tamamını ödemesi lâzım gelmez. Başka
nafileler böyle değildir. Çünkü bu hükümler bir birinin aksinedir.»
Bahır'da
bu kavli Fazlî'nin de ihtiyar ettiği bildirilmiştir. Nisab'ta bunun esah olduğu
kayıt edilmiştir. Çünkü başlamakla bu namaz farz gibi olmuştur. Lâkin Bahır'da
bundan önce şöyle denilmiştir. «Ulemamızdan nakl edilen zahir rivayete göre
başlamakla bu namazdan yalnız iki rekatın kazası lâzım gelir. Zira nâfiledir.»
Ben
derim ki: Hidâye ve diğer kitabların zâhirlerine bakılırsa onlar da bu kavli
tercih etmişlerdir.
Şârihin
«ilk iki rekat esnasında» diye kayıtlaması, ilk oturuşun sonu ile üçüncü rekata
kalkış arasında bozarsa.bir şey lâzım gelmeyeceği içindir. Çünkü birinci çift
oturmakla tamam olmuştur.
İkinciye
henüz başlamamıştır.
«Veya
ikinci çiftte bozarsa...» yani birinci çifti oturuşla tamamlar da ikinci çifte
geçtikten sonra oturuştan evvel onu bozarsa yine iki rekat kaza eder. Burada
birinci çift tamam olduğu için ikinci çifti kaza eder. Lâkin birinci iki rekatın
tekrarlanması vacip olmak gerekir. Çünkü vacip olan selâmı terk etmiştir. Bu
secde-i sehiv ile de tamamlanmaz. Nitekim bir vacibi terk edilerek kılınan her
namazın hükmü budur. Bu söz ulemanın burada söylediklerine aykırı değildir. Zira
onların sözleri kaza lâzım gelip gelmemek hususundadır. Bu da namazın bozulup
bozulmadığına binâendir. Tekrar kılmak, sahih fakat kerahetle eda edilen fiili
ikinci defa kerahetsiz olarak yapmaktır. «Yani ilk iki rekatın teşehhüdünü
yapmışsa» ifadesinden murad: Teşehhüd miktarı oturmasıdır. Okuyup okumaması
müsâvidir. «Aksi takdirde bütün namaz bozulur.» Yani ilk iki rekatta teşehhüd
yapmaz da ikinci çiftte namazı bozarsa bütün namaz bozulur. Çünkü birinci çift
ancak ilk oturuş bulunursa namaz sayılır. ilk oturuş bulunmazsa dört rekatın
hepsi bir namaz olur. Bahır.
«Kâideye
göre her çift rekat bir namazdır.» Yani o kimseye nâfilenin tahrimesi ile iki
rekattan fazla bir şey lâzım gelmez. Velev ki fazlasına niyet etmiş olsun.
Ulemamızdan nakl edilen zâhir rivayet de budur. Bahır.
İmama
uymak ârızası, dört rekat namaz kılması gereken bir kimseye nâfile kılanın
uymasıdır. Meselâ: Nâfile kılan kimse öğlenin farzını kılana uyar da sonra
namazını bozarsa dört rekat kaza eder. Bu hususta namazın başında veya son
oturuşta uyması fark etmez. Çünkü imamın namazını iltizam etmiştir. O da dört
rekattır. Bunu Bahır ve Nehir sâhipleri Bedayi'den nakl etmişlerdir.
Bir
kimse namaz kılmayı nezir eder de dört rekata niyetlenirse bilittifak dört
kılması lâzım gelir. Nitekim Bahır'dan naklen evvelce arz etmiştik. Nihâye
sâhibi bunu Mebsut'tan naklen şöyle ta'lil etmiştir: «Bu adam sözünün tahammül
ettiği bir şeyi niyet etmiştir. Zira namaz ismi ikiye de dört rekata da
şamildir; Ve sanki: Allah için dört rekat namaz kılmak boynuma borç olsun demiş
gibidir.
Evvelce
geçmişti ki, bir kimse bir selâmla dört rekat namaz kılmayı nezir eder de iki
selâmla kılarsa nezrini ödemiş olmaz. Aksi böyle değildir. Buradakinin ifade
ettiği mânâ ise, bir selâmlakayıtlamasa bile dört rekatı nezir etmenin dört
lâzım gelmek için kâfi gelmesidir. Bu namazı iki selâmla kılarsa nezrini ödemiş
olmaz.
İlk
oturuşu terk etmekte müstesnalardan biridir. Çünkü her iki rekatın bir namaz
sayılması ondan sonra gelen oturuşun farz olmasını iktiza eder; ve bu oturuş
terk edilmesi ile namaz bozulur, Nitekim imam Muhammed'in kavli bu olduğu gibi
kıyas da budur. Lâkin şeyhayn'a göre oturmadan üçüncü rekata kalkınca bu namaz
farza benzeyen bütün bir namaz olmuş; farz oturuş, son oturuş olmuştur ki,
istihsan da budur. Bu izâha göre bir kimse bir oturuşla üç rekat nafile namaz
kılsa, akşam namazına kıyasla câiz olmak gerekirdi. Lâkin esah kavle göre bu
caiz değildir. Zira oturuşun bitiştiği son rekat fâsid olmuştur. Bir rekatlık
nafile namaz meşru olmamıştır. Binaenaleyh ondan evvelki de fâsid olur. Bir
oturuşla altı rekat nâfile kılsa bazılarına göre câiz olmaz. Çünkü istihsan,
farz kıyasla bir oturuşta dört rekatlık caiz olmasıdır. Ama bir oturuşta edâ
edilen altı rekatlık farz yoktur. Şu halde mesele kıyasın aslına döner. Nitekim
Bedayi'de böyle denilmiştir.
T
E N B İ H : Mezkûr kaideden Halebî ile diğerlerinin tercihlerine göre sünnet-i
müekkede de istisnâ edilmek gerekir.
ONALTILI
MESELELER
METİN
Nitekim
her iki çift rekatta yahud yalnız birinci çiftte veya ikinci de, yahud ikinci
çiftin bir rekatında veya birinci çiftin bir rekatında yahud ilk çift rekatla
ikinci çiftin bir rekatında kıraatı terk etse sadece iki rekat kaza eder. Çünkü
ilk çift bâtıl olunca ikinciyi onun üzerine bina etmek sahih olmaz. Bunlar dokuz
şekil olup her birinde iki rekat kaza lâzım gelir.
İZAH
Musannıf
dört rekatlı nâfilenin başka şeylerle bozulduğunu anlattıktan sonra kıraatı terk
etmekle bozulan meselelerini izaha başlıyor. Bunlara sekizli meseleler ve
onaltılı meseleler lâkabı verilmiştir. Mezkûr meselelerde esas şudur: Namazın
ilk çiftine başlamak tahrîme ile, ikinci çiftine başlamak ise tahrîme baki olmak
şartiyle ayağa kalkmakla sahih olur. İmam A'zam'a göre ilk çift rekatta kıraatı
terk etmekle tahrîme kalmaz. Binaenaleyh ikinci çifte başlamak sahih olmaz ki,
bozulduğunda kazası lâzım gelsin. Sadece ilk çifti kaza eder. Çünkü kıraatı terk
etmekle o bozulmuştur. Kıraatı bir rekatta terk etmek bunun gibi değildir. Zira
bu, tahrîmeyi değil, edâyı bozar.
Hattâ
ilk çiftin kazası vâcip olur. İkinci çifte başlamak da sahih olur. İmam
Muhammed'le Züfer'e göre çift rekatın birinde kıraatı terk etmek hem tahrîmeyi
hem edâyı bozar. O kimse iki rekatta kıraatı terk etmiş gibi olur. Binaenaleyh
ikinci çifte başlaması sahih olmaz. Bozulduğu takdirde kazası da lâzım gelmez.
Yalnız ilk çifti kaza eder. İmam Ebu Yusuf'a göre bir veya iki rekatta kıraatı
terk etmek yalnız edâyı bozar. Tahrîme bakidir, Binaenaleyh ikinci çifte
başlaması mutlâk surette sahih olur.
Hâsılı:
Kıraatı terk etmekle tahrîme Ebu Yusuf'a göre mutlâk surette bozulmaz.
İmamMuhammed'le Züfer'e göre mutlâk surette bozulur. İmam-ı A'zam'a göre aslen
terk etmekle yani iki rekatta da okumakla bozulur. Bir rekatta okumamakla
bozulmaz.
Nâfile
namazın her iki çift rekatlarında kıraatı terk eden kimse İmam-ı A'zam'la İmam
Muhammed'e göre birinci çifti kaza eder. Çünkü tahrîme batıl olmuş; ikinci çifte
başlamak sahih olmamıştır. İmam Ebu Yusuf'a göre dört rekat kaza eder. Zira ona
göre tahrîme bakidir her iki çiftte kıraatı terk ettiği için eda bozulmuştur.
Kıraatı
yalnız birinci çift rekatta terk eden kimse bilittifak iki rekat kaza eder.
İmam-ı A'zam'la İmam Muhammed'e göre iki kaza etmesi tahrîme bozulduğu ve ikinci
çifte başlaması sahih olmadığı içindir. Ebu Yusuf'a göre iki kaza etmesi, ikinci
çifte başlaması sahih olsa bile o çiftte kıraat bulunduğundan bozulmadığı
içindir. Binaenaleyh yalnız birinci çifti kaza eder. İkinci çift rekatta kıraatı
terk eden de bilittifak iki rekat kaza eder. Zira birinci çift sahih olmuştur.
İkinci
çifte başlaması sahihtir; bu kısımda kıraatı terk ettiği için edâsı bozulmuştur.
İkinci çiftin bir rekatında kıraatı terk ederse yine bilittifak yalnız o çifti
kaza eder. Bunun için de iki sûret vardır. Zira o rekat ikinci çiftin ya birinci
yahud ikinci rekatıdır. Keza birinci çiftin bir rekatında kıraatı terk ederse
bilittifak iki rekat kaza eder. Burada da iki sûret vardır. Çünkü bir rekatta
kıraatı terk etmekle o çifti bozmuştur. İmam Muhammed'e göre tahrîme
bozulmuştur. İkinci çifte başlaması sahih olmamıştır. Şeyhayn'a göre ise tahrîme
bâkî, ikinci çiftin edâsı sahihtir.
İlk
çift rekatla ikinci çiftin bir rekatında kıraatı terk ederse yine iki rekat kaza
eder. Burada da iki sûret vardır. Yani ilk çiftte ve ikinci çiftin bir rekatında
kıraatı terk ederse İmam-ı A'zam'la Muhammed'e göre ilk çifti kaza eder. Çünkü
tahrîme bozulmuş; ikinci çifte giriş sahih olmamıştır.
İmam
Ebu Yusuf'a göre dört rekat kaza eder. Zira ikinci çifte giriş sahihtir. Kıraatı
terk ettiği için o çiftin edâsı da bozulmuştur.
«Çünkü
ilk çift bâtıl olunca ikinciyi onun üzerine bina etmek sahih olmaz.» Bu ifade
bütün sûretlerde İmam-ı A'zam'ın kavline göre yalnız iki rekat kaza lâzım
geldiğinin ta'lilidir. Ve aslına işaret edilerek yapılmıştır. Aslı şudur:
Namazın ilk çift rekatında kıraat terk edilerek namaz bâtıl olunca ikinci rekatı
onun üzerine bina etmek sahih olmaz; zira bozulmuştur. Bunun mefhumunu alırsak,
ilk çift bozulmazsa üzerine binâ sahih olur, mânâsı çıkar.
Malûmdur
ki, namaza başlamak sahih olduktan sonra bir veya iki rekatta kıraatı terk etmek
edayı bozar; kaza icap eder. Binaenaleyh mezkûr ta'lilin mantuki ile musannıf'ın
«her iki çift rekatta kıraatı terk etse» yahud «yalnız birincide» ve «yahud ilk
çift rekatla ikinci çiftin bir rekatında terk etse» ifadesiyle yalnız iki rekat
kaza etmesi lâzım gelir demesinin vechini anlatmıştır. Çünkü bütün bu sûretlerde
aslen kıraatı terk etmekle birinci çift rekatı bozmuştur. Burada tahrime
bozulmuştur. Onun için o çiftin üzerine ikinci çift binâ edilemez. Binâ
edilmeyince kazası da lâzım gelmez; yalnız birinci çiftin kazası lâzım gelir.
Mezkûr
ta'lilin mefhumu ile de geri kalan sûretlerde yalnız iki rekat kaza etmesi lâzım
gelmesinin vechini anlatmıştır.
Bu
sûretler musannıfın «yahud ikinci çiftte, yahud ikinci çiftin bir rekatında veya
birinci çiftin bir rekatında kıraatı terk etse» sözleriyle ifade ettikleridir.
Bu sûretlerde birinci çift rekat imam-ı A'zam'a göre bâtıl olmamıştır, tahrîme
bâkîdir ve ikinci çifte başlamak sahihtir. Lâkin o çiftte veya onun bir
rekatında kıraatı terk ettiği için yalnız onun kazası lâzım gelir. İlk çiftin
yalnız bir rekatında kıraatı terk edince yalnız o ciftin kazası Iâzım gelir.
Zira ikinci çifti onun üzerine binâ etmesi ve edâsı sahihtir.
«Bunlar
dokuz şekildir.» Musannıf kitabımızın metninde bunların altısını söylemiştir.
Lâkin «çiftin bir rekatında» sözü üç yerde tekrarlanmıştır. Bu söz o çiftin
birinci ve ikinci rekatına şâmildir. Bu sûretle üç şekil daha meydana gelir.
METİN
Altı
sûrette de dört rekat olarak kaza eder. Bu sûretler: Kıraatı her çift rekatın
birinde yahud ikinci çift ile birincinin bir rekatında terk etmesi halleridir.
Bütün rekatlarda okuması halleriyle birlikte sütün sûretler onaltıya ulaşır.
Lâkin hiç oturmadığı veya oturup üçüncü rekata kalkmadığı veya kalkıp da o
rekatı secde ile kayıtlayıp kayıtlamadığı haller kalır,
Âgâh
ol!. Ve iç içe girenleri. İmama uyanın hükmünü ayırt et ki velev teşehhüdde
uysun imamın hükmü gibidir.
İZAH
Kıraatı
her çift rekatın birinde terk etmek şöyle olur:
1
- İlk rekatla üçüncü rekatın,
2
- İlk rekatla dördüncü rekatın,
3
- İkinci rekatla üçüncü rekatın,
4
- İkinci rekatla dördüncü rekatın kıraatlarını terk eder. Böylece dört sûret
meydana gelir.
«Yahud
ikinci çift ile birincinin bir rekatında terk eder.» Burada da iki sûret hâsıl
olur. Çünkü bu bir rekat o çiftin ya ilk rekatı yahud ikincisidir.
Bu
sûretle meydana gelen altı sûrette İmam-ı A'zam'la Ebu Yusuf'a göre dört rekat,
İmam Muhammed'e göre ise yalnız iki rekat kaza eder. Çünkü O'nun kaidesine göre
ilk çift rekatın birinde kıraatı terk etmekle tahrîme bozulur. Bu altı surette
ilk çift rekatın birinde kıraat terk edilmiştir.Binaenaleyh ona göre namazın
ikinci çift rekatına başlamak sahih olmamıştır.
Şeyhayne
göre tahrîme bozulmamıştır; ikinci çifte başlamak sahihtir. Şu halde her iki
çiftin edasını bozduğu için ikisini de kaza etmesi lâzım gelir. İlk dört sûrette
İmam-ı A'zam'a göre dört rekat kaza lâzım gelmesi adı geçen kaidesine uygundur.
Lâkin Ebu Yusuf bunu İmam-ı A'zam'dan rivayeti inkâr etmiş; İmam Muhammed'e
hitaben:
«Ben
sana O'ndan iki rekat kaza lâzım geldiğini rivayet ettim» demiştir. Fakat İmam
Muhammed bunu Ebu Yusuf'tan rivayet etmekten vazgeçmemiş; ve Ebu Yusuf'un
unuttuğuna kâil olmuştur.
İmam
Muhammed'in rivayet ettiği kavl zâhir rivayedir.Ulema ona itimad etmişlerdir.
Ebu Yusuf'un İmam-ı A'zam'dan rivayet edip sonradan inkâr ettiği altı meseleden
biri budur. Bunları İmamMuhammed «el' cami - us - Sağîr» adlı eserinde İmam Ebu
Yusuf'tan rivayet etmiştir. Tamamı Bahır'dadır.
«Bütün
rekatlarda okuması halleriyle birlikte sûretler onaltıya ulaşır.» Şârihin okuma
hallerinden bahis etmemesi namaz sahih olduğu içindir. Sözümüz kıraat terk
edilmekle namaz bozulup kaza lâzım gelmesi hususundadır. Lâkin bu sûretler aklî
taksimin tetimmesidir. Çünkü namazı kılan kimse ya dört rekatta kıraatı edâ
etmiştir. Yahud dördünde de edâ etmemiştir. Yahud üçünde edâ etmemiştir ki,
bunun için de dört sûret vardır. Bunların mecmuu altı suret eder. Yahud kıraatı
iki rekatta terk etmiştir. Yani ya birinci ve ikinci rekatlarda yahud birinci ve
üçüncü veya birinci ile dördüncü rekatlarda okumamıştır. Yahud ikinci ile üçüncü
veya ikinci ile dördüncü rekatlarda okumamış; yahud üçüncü ve dördüncü
rekatlarda kıraatı terk etmiştir. Bunlar da altı sûret eder. Yahud yalnız bir
rekatta kıraatı terk etmiştir. Bunun için de dört sûret vardır.
Hepsinin
mecmuu onaltı eder. Ben bu sûretleri bu tertip üzere bir cetvele çizdim. Kıraata
«K» harfiyle, terk edildiğine «T» ile işaret ettim ve üç imamımıza göre kazası
lâzım gelen rekatların sayısını her sûretin yanı başına yazdım. Onların
kaidelerini iyi belledinse mânâyı çıkarman kolay olur. Cetvel şudur:
Ebû
Hanîfe
Ebû
Yusuf
Muhammed