NAMAZI BOZAN VE NAMAZDA MEKRUH OLAN
ŞEYLER
METİN
Musannıf
ıztırârı (mecburî) ârızın arkasından ihtiyâri ârızı zikir etmiştir. Namazda
konuşmak ifsâd eder. Konuşmak iki harf söylemektir. Yahud mânâ ifâde eden bir
harfdir. Meselâ: Emir mânâsına «Kı» (kuru) ve «I» (belle) harflerini söylemek bu
kabildendir. Köpeğe ve kediye iltifât ederken yahud eşeği sürerken seslenmek
konuşmak değildir; namazı bozmaz. Çünkü bu harfi olmayan bir sesten ibârettir.
Konuşmanın
kasdîsi hatâsı teşehhüd miktarı oturmazdan önce müsâvidir. Unutarak, uyuyarak,
bilmeyerek, yanılarak veya zorlanarak konuşmak da hükümde müsâvidir. Muhtar
kavil budur.
İZAH
İbâdetlerde
fâsid olmakla bâtıl olmak ayni mânâya gelirler. Çünkü her ikisinden maksad: Bazı
farzlarının elden gitmesi sebebiyle ibâdetin ibâdet olmaktan çıkmasıdır. Şart ve
rükünleri mevcud olmakla beraber bazı vasıflarının elden gitmesine ulema kerahet
adını vermişlerdir. Muamelât bunun gibi değildir. Nitekim usul-u fıkıh ilminden
mâlumdur. Münye şerhi.
«Musannıf
iztırârı ârızın arkasından ihtiyâri ârızı getirmiştir.» Yani namazı bozan şeyler
onun sıhhatine ârız olmuşlardır: Lâkin bazıları iztırârı yani mecburidir. Bundan
önceki babta geçen abdest bozulması bu kabildendir. Bazıları da konuşmak ve
benzerleri gibi burada görülecek ihtiyâri ârızalardır. Onun için musannıf
bunları birbiri ardınca zikir etmiş; fakat birinciyi neden ikinciden evvel zikir
ettiğini söylememiştir. Nehir sahibi bunu beyan etmiş ve şöyle demiştir:
«İztırâr arız olmak hususunda daha tanınmıştır.» Yani ârız olmak hususunda o
asıldır. Bunu Halebî bildirmiştir.
Namazı,
konuşmak ifsâd eder. Secde-i sehiv ile secde-i tilâvet kâil olanlara göre
secde-i şükür de namaz gibidir. Bunu Hamavî'den naklen Tahtâvî söylemiştir.
«Konuşmak
iki harf söylemektir ilh...» Yani konuşma adı verilecek en az miktar iki harfden
mürekkep olur. Nitekim Kuhistânî'de cellâbî' den naklen böyle denilmiştir. Bahır
sahibi şöyle demiştir: «Muhit'te beyan olunduğuna göre harf olarak işitilen o
üfürük imam-A'zam'la imam Muhammed'e göre namazı bozar. İmam ebu Yusuf buna
muhâliftir. Tarafeynin delili şudur: Konuşmak mahrecinden çıkarak işitilen harf
dizisidir. Zirâ anlaşma bununla olur. Harflerin dizilmesi ise en az iki harfle
olur. Delil burada biter. Ama şöyle demek gerekir: «Konuşmanın en azı iki yahud
mânâ ifâde eden «I» emri gibi bir harfden meydana gelir. «Kı» emri de böyledir.
Çünkü bunlarla namazın bozulduğu âşikardır.»
Ben
derim ki: Şöyle de denilebilir: «I» ve «Kı» gibi emirler takdiren harflerden
meydana gelmişlerdir. Şu kadar var ki bu harfler bunun icâbı bir takım
sebeplerden dolayı hazif edilmişlerdir. Ama mezkûr konuşmanın tarifinde bu
dâhildir. Hatta nahiv itibâriyle konuşmadır. İhtimal şârih bundan dolayı bir
harfli emirlerin konuşma olduğunu katî olarak ifâde etmiş; bunun Bahır sahibi
tarafından yapılan bir inceleme olduğuna tenbih etmemiştir. Tedebbür eyle!
Bundan anlaşılır ki, mühmel (mânâsız) bir harfe konuşma denilmez. Ve Hindiye ile
Zeyleî'nin: «Konuşma az olsun çok olsun namazı bozar.» sözlerine dâhil değildir.
Nitekim aşikardır. Anla! Kediye köpeğe iltifât kabilinden çıkarılan harfsiz
sesler konuşmak değildir. Nitekim bunu Fetevây-ı hindiye sahibi açıklamıştır.
Şârihin: «Çünkü bu harfi olmayan bir sesden ibârettir.» diyerek yaptığı ta'lilde
buna işâret etmektedir. H.
Lâkin
cevhere'de şöyle denilmiştir: «Namazı bozan konuşma insanların anlaşmalarında
bilinen şeydir. Onunla harf meydana gelmesi veya gelmemesi müsâvidir. Hatta
eşeği sürerken çıkartılan sesi çıkarsa namazı bozulur.» Zeyleî burada hilâf
olduğunu bildirmiş; ve Kenzin «özürsüz öksürmek» dediği yerde şunları
söylemiştir: «Namaz da üfürürse işitildiği takdirde bozulur. İşitilmezse
bozulmaz. İşitilen şey bazılarına göre öf ve tüf gibi harfleri olan sesdir.
İşitilmeyen böyle değildir. Hulvânî buna meyl etmiştir. Bazıları işitilen
üfürüğün harfleri olmasını şart koşmamışlardır. Hâherzâde de buna meyl etmiştir
.İşitilen üfürükle kuş veya başka hayvan kışkırtmak veya çağırmak da buna göre
hamledilir.» Lâkin tarafeyne göre yukarıda zikir ettiğimiz tarifi işitilen
üfürüğün harfli olduğunu te'yid ediyor. Bedâyi, Feyz, Münye şerhi ve Hulâsa
sahipleri buna cezm etmişlerdir. Evet, Şurunbulâli bozulmamayı eşek sürülen
üfürükle müşkil saymış; buna aşağıda beyân edilecek amel-i kesîrin tarifi
uyduğunu söylemiştir.
Musannıfın:
«Konuşmanın kasdîsi hatası teşehhüd miktarı oturmazdan önce müsâvidir.» Sözü
oturduktan sonra olursa aralarında fark olduğunu ifâde eder. Halbuki oturduktan
sonra da müsâvidir. Namazı bozmazlar. «Müsâvidirler» demeyip kasdîsini hatasını
konuşmaktan bedel yapsa bundan kurtulurdu. H.
Unutarak
konuşmaktan maksad: Namazda olduğunu unutarak kasden insan sözü söylemektir.
Nehir. Yanılmakla unutmak arasındaki fark hususunda ulema ihtilaf etmişlerdir.
İbn Emîr Hâcc'ın tahrir şerhinde şöyle denilmiştir: «Fukaha, usul-u fıkıh
ulemâsı ve lügatçılar aralarında fark olmadığını söylemiş; hükemâ ise aralarında
fark görmüş: Yanılmak bir şeyin sureti hâfızada kalmakla beraber müdrike
kuvvetinden yok olmaktır. Unutmak ise her ikisinden yok olmaktır. Onun husuli
için yeni bir sebebe ihtiyaç hasıl olur. demişlerdir. Bazıları unutmak söyleyen
bir şeyi hatırlayamamaktır; yanılmak ise söylenip söylenmediğinden gaflet
etmektir. Unutmak mutlak surette yanılmaktan ehazdır, demişlerdir.
Uyuyarak
konuşmak da kasden konuşmak gibidir. Bu mesele uyuyanın uyanık hükmünde
sayıldığı yirmi beş meseleden biridir. Bunları şârih Mültekâ üzerine yazdığı
şerhde manzum olarak saymıştır.
Bilmeyerek
konuşmaktan murad: Konuşmanın namazı bozduğunu bilmemektir. Yanılarak konuşmak
da Kur'an okumak veya dua okumak isterken diline insan sözü gelivermekle olur.
H. Namazda okuyanın yanılması meselesinde bunun izâhı gelecektir. Zorla
konuşmak, biri konuşmak için zorladığı halde konuşmamaktır. Şârih «yahud muztâr
kalmaktır.» demedi. Nitekim öksürük ve aksırık tutmak yahud geğirmek galebe
çaldığı zaman hâl budur. Çünkü bunlardan korunmak mümkün olmadığı için namazı
bozmazlar.
Bahır
sahibi diyor ki: «Mezkûr konuşmada Tevrât, Zebûr ve İncîl okumakta dahildir.
Bunlarda namazı bozar. Nitekim Müçtebâ'da bildirmiştir. İmam Muhammed asılda
bunu câiz görmemiş; ebû Yusuf'dan ise tesbîhe benzerse câiz olduğu rivayet
edilmiştir.»
Nehir
sahibi şöyle demiştir: Ben de derim ki, Müçteba'daki sözü: Şâyed zikir veya
tenzih değilse değiştirilmemiş olanlara hamletmek gerekir. Evvelce geçmişti ki.
değiştirilmeyen Tevrât ve sâireyi cünüb kimsenin okuması haramdır.»
«Muhtar
kavil budur.» Bu söz yukarıda zikri geçenlerin hepsine değil, yalnız uyuyana
âittir. Zira uyuyan hakkında bize göre ihtilâf edilmiştir. Nehir sahibi:
«Uyuyanın konuşmasiyle namazın bozulacağını ulemadan birçokları söylemişlerdir.
Muhtar olan kavilde budur. Fahr-ul-islâm bunun aksini tercih etmiştir.» diyor.
Geriye kalan meselelerde bize göre hilâf olduğunu söyleyen görmedim. Bunlarda
başka mezheblere göre hilâf vardır.
METİN
«Ümmetimden
hatâ kaldırılmıştır.» Hadisi hatânın günahı kaldırıldığına hamledilmiştir.
Zülyedeyn hadîsi ise Müslim'in rivayet ettiği: «Şübhesiz bizim bu namazımız
insan sözünden hiç bir şeye elvermez!» hadîsi ile nesh edilmiştir. Yalnız
yanılarak namaz bitti zannıyle bitmeden tahlil yani namazdan çıkmak için selam
vermek müstesnâdır. O namazı bozmaz.
Tahiyye
(selamlamak) için bir insana selâm vermek yahud meselâ namazdan çıkarken terâvih
zanniyle selâm vermek cenâzeden başka bir namazda ayakta iken selâm vermek böyle
değildir. O mutlak sûrette namazı bozar. Velev ki «Aleyküm» demesin. Kezâ velev
ki yanılarak selâm versin. Demek oluyor ki tahiyye için verilen selâm mutlak
surette, Namazdan çıkmak için verilen ise kasdî olmak şartiyle namazı bozar.
İZAH
Fetih
sahibi diyor ki: «Bu lafızla bu hadis hiç bir hadis kitabında bulunmamıştır.
Hadîs kitablarında olan şudur: Muhakkak ALLAH ümmetten hatâ ve unutmayı bir de
zorla yaptırıldıkları şeyi kaldırmıştır. Bu hadîsi ibn Mâce, ibn Hibbân ve Hâkim
rivayet etmiş; Hâkım onun Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu
söylemiştir.» H.
Günahdan
murad: Uhravî hükümdür. Binaenaleyh dünyevî hükmü yani fesâd ile itiraz
edilemez.
Zülyedeynin
ismi Hırbâk'tır. Elleri yahud bir eli uzunmuş. Zülyedeyn hadîsi şudur: «Namaz mı
kısaltıldı yoksa unuttun mu? dedi. Rasulullah (s.a.v.): Ne unuttum, ne namaz
kısaltıldı! buyurdu. Hırbâk: Hâyır unuttun yâ Rasûlullah! dedi. Bunun üzerine
cemâata dönerek: Zülyedeyn doğru mu söyledi? diye sordu. Cemâat evet diye işaret
ettiler.» Zeyleî. Müslim hadîsinin tamamı şöyledir: Muâviye b.
Hakem-es-Sülemî'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: «Bir defa ben rasûlullah
(s.a.v.) ile birlikte namaz kılıyordum. Aniden biri aksırdı. Ben (yerhamükellah)
dedim. Bunun üzerine cemâat bana göz attılar. Ben: Vay canına! size ne oluyor da
bana bakıyorsunuz, dedim. Bu sefer elleriyle uyluklarına vurmağa başladılar.
Beni susturmak istediklerini görünce sustum. Rasûlüllah (s.a.v.) namazını
kılınca beni çağırdı. Annem babam fedâ olsun! Ben ondan evvel ve sonra onun
kadar güzel öğreten görmedim. Vallâhi bana ne surat asdı; ne döğdü; ne söğdü!
Sonra: Gerçektenbu namaz öyle bir şeydir ki onda insan sözünden hiç bir şey câiz
değildir. O ancak tesbih, tekbir ve Kur'an okumaktan ibârettir, buyurdular.»
Fetih ve Münye şerhinde böyledir. Zülyedeyn hadîsini Ebû Hüreyre rivayet
etmiştir. Halbuki ebû Hüreyre sonraları müslüman olmuştur. Binaenaleyh nesih
iddiası doğru değildir, diyenler olmuş ise de buna şöyle cevap verilmiştir: Câiz
ki ebû Hureyre bu hadîsi başkasından rivayet etmiştir. Kendisi vak'aya şâhid
olmamıştır. Tamamı Zeyleî'dedir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu doğru değildir.
Çünkü Müslim'in sahihinde ebû Hüreyre'den naklen: Bir defa ben Rasûlüllah
(s.a.v.) ile birlikte namaz kılıyordum... denilmiş; vaka nakledilmiştir. Bu onun
orada bulunduğunu açık olarak göstermektedir. Ben onun nâmına verilmiş şifâbahş
bir cevap görmedim.» Ben derim ki: Zannıma göre Bahır sahibi Zülyedeyn hadîsi
ile Muâviye b. Hakem hadisini - ki yukarıda sahih müslimden naklettiğimizdir -
karıştırmıştır. Araştırmalıdır!
Terâvih
zanniyle selâm vermek yatsı kılarken olur. Bunun bir örneği de öğle namazının
iki rekatını kıldıktan sonra kendisini müsâfir zannederek yahud cuma veya sabah
namazı kıldığını sanarak selâm vermesidir. Cenâzeden başka bir namazda ayakta
selâm vermek onu bitirdim zanniyle olur. Bahır.
Bu
üç surette namaz bozulur. İnsana selâm vermekle bozulacağı meydandadır. Terâvih
zanniyle selâm vermenin bozması, iki rekatta namazı kesmek istediği içindir.
Bitirdim zanniyle selâm vermesi böyle değildir. Çünkü zanna göre dört rekatta
namazını kesmek istemiştir.
Ayakta
selâm vermeye gelince: Yanılması ancak oturuşta afv edilmiştir. Çünkü oturuş bu
iş zannedilecek bir yerdir. Ayakta durmak zan yeri değildir. Onun içindir ki
cenâze namazında ayakta yanılması afv edilmiştir. Zira bu namazda kıyâm hâli
selâm için zan veridir. H.
«Tahiyye
için verilen selâm mutlak surette namazı bozar.» Bahır sahibi bunu inceleme
neticesi yazmış; sonra Bedâyi'de sarahaten zikir edildiğini görmüş ve bununla
Kenz'in ve diğer bazılarının ibâreleri ile Mecmâ ve başkalarının ibârelerinin
arasını bulmuştur. Kenz'de selâm vermekle mutlak surette namaz bozulduğu
bildirilmiş; mecmâda ise selâm kasdî olursa diye kayıtlanmıştır. Bahır sahibi
kenzin sözünü kasd olmadığı hâl Mecmâın sözünü de kasd bulunduğu zamana
hametmiştir. Çünkü burada kasden selâm vermiştir. Vehim eden böyle değildir.
Kasdî olursa» sözüne terâvih zanniyle verdiği selam dahildir.
METİN
Selâmı
- velev yanılarak olsun - eli ile değilde dili ile almak mûtemed kavle göre
namazı bozar. Eliyle almak mekruhtur. Evet, selâm niyetiyle musâfaha yaparsa
ulema namazın bozulacağını söylemişlerdir. Bu gâlibâ amel-i kesîr sayılacağı
içindir. Nehir'de Sadreddîn-ı Gazzî'den şu mısralar nakledilmiştir: «Şu
dinleyeceklerine selâm vermen mekruhtur: Bu beyan ettiklerinden maadâsına selam
vermen sünnet ve meşrudur. Namaz kılana, Kur'an okuyana, zikir edene. hadis
okuyana, hatibe ve bunları dinleyip işitene, fıkıh tekrar edene, hüküm için
oturan hâkime ve fıkıh müzâkere edenlere selâm verme! Bırak faydalansınlar!
Müezzine veya ikâmet getirene, müderrise dahi selâm verme! Kezâ ecnebî genç
kadınlara selâm vermeği men ederim. Satranç oyuncusuna veahlâkı bunlara
benzeyenlere; ve ehli ile temennâ edene selâm verme! Kâfire de selamı terk et!
Avret yeri açık olana abdestini bozana selâm vermeyi çirkin görürüm. Yemek
yiyeni de bırak! Ancak aç olursan ve yemeği men etmeyeceğini bilirsen o başka!»
İZAH
El
ile selâm almak namazı bozmaz. Bazıları buna muhalif olarak bozardığını İmam-ı
A'zam'a nisbet etmişlerdir. Fakat mezhep ulemasından hiç birinden böyle bir şey
nakledildiği malum değildir. Ulema bozmadığını hilâfsız olarak söylerler. Hatta
Tahâvî'nin açıkça bildirdiğine göre bu kavil üç imamımızındır. Herhalde bozar
diyen kimse ulemanın: «İşâretle selâm almaz» sözlerinden bunun namazı bozacağını
anlamış olacaktır. İbn Emîr Hâcc Halebî'nin Hılye nâm eserinde böyle
denilmiştir.
Bahır
sâhibi «nakledildiği malum değildir ilh...» sözüne itirâz etmiş; bunu mecmâ
sahibi naklettiğini. kendisinin müteehhirîn ulemadan mezhep sâhibi olduğunu
söylemiştir. Bununla beraber hak şudur ki, el ile selâm almanın namazı bozduğu
mezhebte sâbit olmamıştır. Onun ulemadan bazıları Zahîriye ve diğer
kitablardaki: «Namazda olan bir kimse selâm vermek niyeti ile musâfaha etse
namazı bozulur.» sözünden çıkarmış:
«Şu
halde selâmı e! ile kabul etse yine namaz bozulur.» demişlerdir. Halbuki namazı
bozmadığına Rasûlüllah (s.a.v.)ın bizzât kendisinin eli ile selâm almış olması
delâlet etmektedir. Bu hadîsi ebû Davud rivayet etmiş; Tilmizî sahihlemiştir.
Münye'de el ile selâm almanın kerâhet-i tenzihiye ile mekruh olduğu
açıklanmıştır. Peygamber (s.a.v.)in eli ile selâm alması câiz olduğunu bildirmek
içindir. Onun fiîli kerâhetle vasıflanamaz. Nitekim Hılye'de tahkik edilmiştir.
Sadreddîin'in
«selâm vermen mekruhtur.» Sözünden anlaşılan haram olmasıdır. T. Günah olduğu
bazılarında açıkça söylenmiştir.
«Zikir
eden»den murad: Bazılarına göre vâizdir. Çünkü vâiz Allah'ı zikir eder. Cemâata
da zikir ettirir. Umumî mânâda olması daha açıktır. Yani ne vecihle olursa olsun
Allah'ı zikirle meşgul olan kimseye. selâm vermek mekruhtur. Rahmetî.
Hatibin
hutbesi dahi her nevi hutbeler şâmildir. T. «Bunları dinleyip işiten» ifâdesinde
âşikâra okuyan imamı dinleyen bile dâhildir. O da okuyan hükmündedir. T.
Fıkhın
tekrârı ezberlemek yahud anlamak için yapılır. Hüküm vermek için oturan hâkime
selâm vermek mekruhtur. Bazı ulemamız vâlileri ve emîrleri de hâkime kıyâs
etmişlerdir. Şems-ül-Eimme Serahsî diyor ki: «Sahih olan fark bulunmasıdır.
Çünkü halk vâlilere emîrlere selâm verirler; fakat dâvâya çıkanlar hâkime selâm
vermezler. Fark şudur: Selâm ziyâretçilerin tahiyyesidir. Dâvâya gelenler ise
hâkimin huzuruna ziyaretçi olarak gelmemişlerdir. Halk bunun hilafınadır. Şu
izaha göre hüküm ziyaretçi kabûlü için oturmuş olsa dâvâcılar ona selâm
verirler. Emîr dava görmek için otursa ona selâm vermezler. Tatarhâniye'nin
kerâhiyet bahsinde böyle denilmişti": Bunun muktezâsı olarak davacılar müftînin
yanına girerse selâm vermezler.
«Fıkıh
müzâkere edenlere» ifâdesi yerine Nehir'de ve Ziyâda «ilim müzâkere edenlere»
denilmiştir. Binaenaleyh her nevi şer'î ilme şamildir. Müderrisden murâdda şer'î
ilim okutandır.
«Genç
kadınlar» tâbirinin mefhumu ihtiyar kadınlara selâm vermenin câiz olmasıdır.
Hatta ulema şehvetten emin olmak şartiyle ihtiyar kadınla musafahanın câiz
olduğunu açıklamışladır.
«Ahlakı
bunlara benzeyenler»den murad: Fısk ve fücûrda sair mâsiyet erbâbına meselâ:
Kumar oynayanlara, içki içenlere. başkalarını gıybet edenlere, güvercinle
oynayanlara ve şarkı söyleyenlere benzeyenlerdir. Gazzî ihtilâflı olan satranç
oyununa tenbih etmekle ondan daha üstün olanların evleviyetle bu mânâ da
olduklarına işâret etmiştir. Haram helâl bahsinde geleceği vecihle fıskını itân
eden fâsika selâm vermek mekruhtur. İlân etmezse mekruh değildir. Fusûli
Alâmî'de şöyle denilmektedir: «Şakacı ihtiyara, yalancıya, gevezeye. insanlara
sövene, ecnebi kadınların yüzlerine bakana, fıskını ilân eden fâsika, şarkıcıya,
güvercin uçurana tövbe ettikleri bilinmedikçe selâm verilmez. Günah işlemekte
olan veya satranç oynayan bir cemâata onları yaptıklarından alıkoymak niyetiyle
selâm vermek imam-A'zam'a göre câizdir. İmameyne göre ise kendilerini tahkir
lâzım geldiği için onlara selâm vermek mekruhtur.»
«Tövbe
ettikleri bilinmedikçe» sözünden anlaşılıyor ki, fiilen günah işlemedikleri
hallerde onlara selâm vermek mekruhtur. Fiilen mâsiyet işledikleri halde ise
zikir edilen hilâf vardır.
«Ehli
ile temettû»an murad: Cinsi münâsebet ve bu münâsebetin mukaddimeleridir. T.
«Kafire
de selâmı terk et!» Yanı ona bir hâcetin yoksa selâm verme;
ancak
ihtiyacın varsa selâm vermek mekruh değildir demektir. Nitekim haram helal
bahsinde gelecektir.
«Avret
yeri açık olana» ifâdesinden anlaşılıyor ki, zaruretten dolayı bile açılsa ona
selâm verilmez. T.
Abdest
bozmak da büyük ve küçüğüne şamildir. T.
METİN
Ben
buna Kınye'de olduğu gibi hocasından fıkıh okuyan talebeyi. şarkıcıyı ve
güvercin uçuranı da ilâve ederek şöyle dedim: «Kezâlik hoca; şarkıcı ve güvercin
uçurana selâm verme; Bu sözün sonudur. Fazlası fâidelidir.» Ziyâ-i mânevî nâm
kitabda bunların bazısında selâm almanın vacip olduğu, mim'in cezmiyle selâm
aleyküm derse vacip olmadığı açıklanmıştır.
İZAH
Hocasından
fıkıh okuyan talebe meselesine şöyle itiraz edilmiştir: Eshabı kirâm Peygamber
(s.a.v.)e selâm verirlerdi. Bu itirazı Halebî üstâdından nakletmiştir. Cevap:
Maksad okutmakla meşgul iken selâm vermemektir. Nitekim gelecektir. Bundan
anlaşılıyor ki, bu söz yukarıdaki manzumenin «müderrise dahi selâm verme»
ifâdesine dahildir. Buradaki ilâveyi yapan Nehir sâhibidir.
Kezâ
şarkıcı ve güvercin uçuran sözleri yukarıki manzumenin «Ahlâkı bunlara
benzeyenler» ifâdesine dahildir. Lâkin maksad ulemanın sarahaten söylediklerini
göstermektir.
Ziyâ-i
mânevîde bildirilenler Ravzat-uz-Zendüstî'den nakledilmiştir. İbâresini Halebî
zikir etmiştir. Hulâsası şudur: Bir kimse hutbe, namaz, kur'an okumak, ilim
müzâkeresi, ezan ve ikâmet gibişeylerle meşgul olanlara selâm verirse günâha
girer. Hutbe ile namazda selâmı almak icap etmez. Çünkü bu namazı bozar. Hutbe
de namaz gibidir. Geri kalanlarda selâmı alırlar. Zirâ iki fazîleti yani selâm
almakla meşgul oldukları şeyin fazîletini bir araya getirmek mümkündür. Bu
tekrar icap eden bir ibâdet kesilmesine de müeddî değildir. Halebî: «Bu
ta'lilden manzumedeki diğer meselelerin hükmü de anlaşılır.» diyor.
Ben
derim ki: Lâkin Bahır'da Zeyleî'den naklen buna uymayan şeyler söylemiştir.
Orada şöyle denilmiştir: «Namaz kılana, Kur'an okuyana. hüküm vermek için
oturana, fıkıhtan bahsedene ve helâya oturana selâm vermek mekruhtur. Selâm
verirse almaları icap etmez. Çünkü yerinde değildir.» Bundan anlaşılan şudur:
Selâm vermek meşrû olmayan her yerde selâm almak da vacip değildir. Şır'a
şerhinde bildirildiğine göre fukaha bazı yerlerde selâm almanın vacip olmadığını
açıklamışlardır. Şöyle ki: Dâvacılar hâkime selâm verirlerse, talebesi fıkıh
üstâdına ders esnâsında selâm verirse. Kur'an okuyana veya zikirle meşgul olana
o anda selâm verilirse, tesbih, kırâat veya zikir için mescidde oturanlara selâm
verirlerse o halde selâm almaları vacip değildir.
Bezzâziye'de:
«Ebû Yusuf'a göre imama, müezzine ve hatîbe selâm almak vacip değildir. Sahih
olan budur.» denilmiştir. Fâsikın selâm alması vacip olmalıdır. Çünkü ona selâm
vermenin keraheti onu men etmek içindir. Binaenaleyh kendisine vacip olmasına
aykırı düşmez.
Mîm'in
cezmi ile selâm aleyküm demenin kabul icâp etmemesi herhalde sünnete muhâlefet
ettiği için olsa gerektir. Bu izâha göre tenvîn ve harfi târifsiz selâmü aleyküm
demek de ayni hükümdedir. Zira böylesi de sünnete muhalefet etmiş olur. H.
Ben
derim ki: Arapların tenvinsiz olarak selamü aleyküm dedikleri işitilmiştir.
Mügn-il-Beyb sahibi bunu harfi târifin atıldığına yahud müzâf takdirine
hamletmiştir. Yani cümle Selâm-u-llâhi-aley-küm «Allah'ın selâmı üzerinizde
olsun» takdirindedir.»
Lâkin
Zahiriye'de şöyle denilmiştir: «Selâm yâ: es-Selâm aleyküm yahud selâmün aleyküm
diyerek tenvinle verilir. Yâ harfi târifli yahud tenvinli olmazsa câhillerin
yaptığı olur ki, selâm değildir.» Tatarhâniye'de imam ebû Yusuf'un bazı
arkadaşlarından naklen, Selâm-u-ilâhı aleyküm cümlesinin tahiyye (selamlama)
değil dua olduğu bildirilmiştir. Selâm bahsinin kalan kısmını haram mubah
bahsinde anlatacağız.
METİN
Özürsüz
yahud sahih olmayan bir maksadla iki harf çıkaracak şekilde öksürmek namazı
bozar. Özürden dolayı meselâ: Tabiatı iktizâsı olursa bozmaz. Sesini düzeltmek
veya imamı yanıldığını hatırlasın diye yahud kendisinin namazda olduğunu
bildirmek için öksürürse sahih kavle göre namaz bozulmaz.
İnsan
sözüne benzeyen duâyı okumak da namazı bozar. İmam Şâfîi buna muhaliftir. Bir
sızıdan veya ağrıdan dolayı inlemek. ahlamak, oflamak ve harf çıkaran sesle
ağlamak dahi bozar.
İnlemekten
murad: Sesini uzatmadan ah demek, ahlamaktan murad: Sesini uzatarak âh
çekmektir. Oflamak: Öf yahud tüf demektir. Ancak inlemekten ahlamaktan kendini
tutamayan hasta bundan müstesnâdır. Çünkü bu takdirde inilti. aksırık, öksürük,
geğirmek ve esnemek gibidir. Velev ki harf çıksın. Çünkü zaruret vardır. Cennet
veya cehennemi hatırladığı için ağlarsa namazı bozulmaz. İmamın okuması hoşuna
giderde ağlamağa başlar; yahud hay hay, evet, âri gibi bir söz söylerse namazı
bozulmaz. Sirâciye. Çünkü bu söz huşûa delâlet eder.
İZAH
Bahır'da
beyân edildiğine göre öksürmekten murad: Ah yahud oh demektir. İki harfli
öksürüğün hükmü bilinince fazlasının hükmü evleviyetle mâlum olur. Lâkin şârihin
sözü özürden dolayı ikiden fazla harf çıkarırsa namazı bozacağı zannı
vermektedir. Ama Nihâye'de Muhit'ten naklen buna muhalif izahat verilmiştir.
İbaresi şudur: «mecburen değil de sesini düzeltip okuyabilmek için öksürürde ah
oh gibi sözler çıkarsa bunları çıkarmağa özendiği takdirde fakih İsmâil Zâhid
imameyne göre namazının bozulduğunu söylemiştir. Çünkü bunlar dizilmiş
harflerdir.» Yani sahih olan bunun hilâfıdır. Nitekim gelecektir.
«Sahih
kavle göre namaz bozulmaz.» İfâdesinden murad şudur: O kimse kırâatı düzeltmek
için öksürdüğünden mânen bu kırâatten sayılır. Nasıl ki namaz üzerine bina etmek
için yürümek de böyledir. O da namazdan değildir. Fakat namazı ıslah için
olduğundan mânen namazdan sayılmıştır. Bunu Münye şârihi Kifâye'den
nakletmiştir. Lâkin bu nâmazda olduğunu bildirmek için yahud imamının hatâsını
düzeltmek için öksürmeye de şâmildir. Halbuki kıyas mecburî öksürükten mâadâ
hepsinin namazı bozulmasını gerektirir. Nitekim ebû Hanîfe ile imam Muhammed'in
kavli de budur. Çünkü konuşmadır. Yukarıda geçtiği vecihle konuşma ne suretle
olursa olsun namazı bozar. Herhalde ulema bunda kıyâsdan ayrılmışlar ve sahih
bir maksatla olursa bozmayacağını sahih kabul etmişlerdir. Zira nâs vardır. Bu
nâs galiba Hılye'de ibn Mâce'nin süneninden nakledilen hadistir. Mezkûr hadîsi
hazreti ALİ (r.a.) rivayet etmiş ve şöyle demiştir: «Rasûlüllah (s.a.v.);n bana
tahsis ettiği iki kapısı vardı. Biri gece kapısı diğeri gündüz kapısı idi. Ona
geldiğim vakit namazda bulunursa bana öksürürdü.» Bir rivayette: «Tesbih
ederdi.» denilmiştir, Bu iki rivayeti Hılye sahibi değişik hallere hamletmiştir.
Allah-u âlem.
İnsan
sözüne benzeyen duadan murad: Kur'an'da ve hadîsde olmayan ve kullardan
istenilmesi imkânsız olan sözlerle dua etmektir. Şâyed okunan duanın sözleri
Kur'an ve hadîsde varsa yahud kullardan istenilmesi imkânsızsa namazı bozmaz.
Nitekim Tecnîs'den naklen Bahır'da böyle denilmiştir. Bu hususta namazın
sünnetlerinde söz geçmişti. Oraya müracâat edebilirsin.
Hılye'de
bildirildiğine göre Ah ve oh kelimelerinde on üç lügat bulunmaktadır. Bunları
Bahır sahibi sıralamıştır. Of kelimesi de sıkılıyorum mânasına gelen bir ismi
fiildir. Yine Hılye'de bildirildiğine göre bu kelimede de kırk kadar lügat
vardır. (yani kırk çeşid okunabilir) Bunlardan bazıları:
«Üf
- üff - Üfin - ve Üfün» dir. Bazan dua manasına masdar olarak da kullanılır. O
zaman müterâdifi olan tüf kelimeside beraber kullanılır. Ama zâhire göre tüf
usanç bildiren isimlerden değildir. Teemmül et! Harf çıkaran sesle ağlamak
namazı bozar. Fetih, Nihâye ve Sirâc'da böyle denilmiştir. Nehir sahibi: «Ama
sessiz göz yaşı akması yahud harfsiz ses namazı bozmaz.» demiştir.
«Bir
musibetten veya ağrıdan dolayı» ifâdesi inlemeye. ahlamaya, oflamaya ve ağlamaya
yani bunların dördüne aid bir kayıttır. Nitekim Mi'rac'da beyan edilmiştir.
Lâkin bunu «o kimse tabiatının iktizâ ettiğinden ziyâde harf çıkarmağa
çalışmazsa» diye kayıtlamak icap eder. Meselâ: Esneyen kimsenin tekrar tekrar
hah hah demesi bu kabildendir. Bu, hadîsle yasak edilmiştir. Bundan anlaşılıyor
ki, hiç harf çıkarmazsa mutlak surette namaz bozulmaz. Nitekim öksürürde
burnundan harfsiz ses çıkarsa namaz bozulmaz.
İnlemekten
ahlamaktan kendini tutamayan hasta müstesnâdır. Onun namazı bozulmaz.
Mi'râcıd-dirâye
sahibi diyor ki: «Sonra ağrıdan mütevellid iniltiden korunmak mümkünse imam ebû
Yusuf'tan bir rivayete göre namazı bozar, korunmak mümkün olmazsa bozmaz. İmam
Muhammed'den bir rivayete göre ise hastalık hafif olduğu takdirde inilti namazı
bozar: aksi takdirde bozmaz. Çünkü inlemeden oturamaz. Bunu Mahbûbî böyle
anlatmıştır. Cennet ve cehennemi hatırladığı için ağlamak namazı bozmaz. Çünkü
onları hatırlayarak ağlarsa «Yâ rabbî senden cenneti istiyorum. Cehennemden sana
sığınıyorum.»demiş gibi olur. Bunu açıkça söylemiş olsa namazı bozulmaz. Ama
ağrıdan veya musîbetten dolayı ağlarsa: «Başıma belâ geldi. Beni ta'ziye edin!»
demiş gibi olur. Bunu açık söylese namazı bozulur. Kâfi'de böyledir. Dürer.
Arî:
Farsça evet manasına gelen bir sözdür. Nitekim Fetevâ-i hindiye'de
açıklanmıştır. «Çünkü huşûa delâlet eder.» Sözünden anlaşılıyor ki buna na'menin
güzelliğinden lezzet almak için yaparsa namazı bozar. T.
METİN
Başkasına
teşmitte bulunmak yani aksırana yerhamükellâh demek namazı bozar. Aksıran bunu
kendine söylerse bozulmaz. Teşmitten sonra âmin demek bunun aksinedir. Kötü bir
haberin cevabında istircâ yapmakta mezhebe göre namazı bozar. Çünkü cevap
kasdiyle söylenince insan sözü gibi olur. Kezâ cevap kasdiyle söylenen her söz
namazı bozar. Meselâ: Allah'tan başka ilâh var mıdır? denildiğinde: Lâilâhe
illellah diye cevap vermek. ve mâlik nedir? diye sorulduğunda at. katır ve
eşektir. demek; yahud: Nereden geldin? diye sorulduğunda: Körlenmiş kuyu:
kurulmuş köşk... diye cevap vermek bu kabildendir.
İZAH
Yerhamükellâhı
işiten kimse elhamdülillâh der de bununla cevap vermeyi kasdederse ulema bunda
ihtilâf etmişlerdir. Öğretmeyi kasdederse namaz bozulur. Hiç bir şey kasd
etmezse bil'ittifak namaz bozulmaz. Nehir, Münye şerhinde mutlak surette
bozulmadığı sahih kabul edilmiştir. Çünkü bu sözle cevap vermek âdet olmamıştır.
Münye şârihi: «Hamdeleye sevinen kimsenin cevabı bunun hilâfınadır. Çünkü âdet
olmuştur.» demiştir.
Aksıran
kimse kendisine: «Yerhamükellah yâ nefsî «Allah sana rahmet buyursun ey nefsim!»
dese namazı bozulmaz. Çünkü bu söz başkasına söylenmediği için insan sözü
sayılmamıştır. Nitekim: «ALLAH bana rahmet eylesin!» Dese hüküm budur. Bahır.
«Teşmitten
sonra âmin demek bunun hilâfınadır.» Zahîriye'de bildirildiğine göre bu şöyle
olur: İkiadam namaz kılarlarken biri aksırır da namazda olmayan birisi
«yerhamükellah» der ve namazdakilerin ikisi birden âmin derlerse aksıranın
namazı bozulur; ötekinin bozulmaz. Çünkü ona dua etmemiştir. Yani icabette
bulunmamıştır. Bu izâha göre Zahîriye'nin şu sözü müşkil kalır: «Namaz kılan
kimse namazda olmayan birinin duasına âmin derse namazı bozulur.» Bu söz
aksırmadan âmin diyenin namazının bozulmasını ifâde eder ki, ihtimalden uzak
olmadığı meydandadır. Bahır. sahibi şöyle cevap vermiştir: «Biz ikincinin ona
dua için âmin dediğini teslim etmiyoruz. Zira birinci ile dua kesilmiştir.
Ta'lilde buna işaret etmektedir.» Bu sözün hâsılı şudur: Dua aksırana yapılınca
onun âmin demesi dua edene alettâyin cevabtır. Öteki namaz kılanın amin demesi
cevap değildir. Ama onu duyan bir kişi olursa onun âmini cevap için muayyen
olur. Nitekim Zahîre'nin meselesinde öyledir.
Allâme
Makdisî ise Zahîre'nin sözüne cevap olmak üzere dua ettiğine hamletmiştir.
Başkasına dua ederse cevap olduğu anlaşılmaz ve namaz da bozulmaz. Lâkin şârihin
söylediği şu söz buna aykırıdır: «Bir kimsenin lehine veya aleyhine dua ederde
namaz kılan âmin derse namaz bozulur. Bahır'da Mübtegâ'dan nakledilen şu sözde
öyledir: «Namaz kılan biri başka bir namaz kılanın veled-d-âllîn dediğini
işitirde âmin derse namazı bozulmaz. Ama bozulduğunu söyleyenlerde vardır.
Müteehhirîn ulema bunu tercih etmişlerdir.» Bu söz Nehir sahibinin cevabını
te'yid etmektedir. Çünkü âmin diyen bir kişidir. Binaenaleyh onun âmini cevap
için teayyün etmiştir. Velev ki ona dua olmasın. Onun içindir ki Şârih Bahır'ın
sözüne itibar etmemiştir.
İstircâ
inna lillahi ve inna ileyhi raciûn (yani biz Allah'ınız. Ve biz Ancak ona
döneceğiz!) demektir. Sonra bununla namazın bozulması tarafeyne (imam-A'zam'la
imam Muhammed'e) göredir. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Nitekim kâfi ve Hidâye
sahibi bunu sahihlemişlerdir. Çünkü ona göre kâide şudur: Dua ve Kur'an olan bir
şey niyetle değişmez. Tarafeyne göre değişir. Nitekim Nihâye'de beyan
edilmiştir. Bazıları bunun bil'ittifak olduğunu söylemişlerdir. Gayet-ül-Beyan
sahibi bu sözü bil'umum ulemaya nisbet etmiştir. Hâniye'de bu kavlin zâhir
rivayet olduğu bildirilmiştir. Lâkin Bahır'da şöyle denilmiştir: «Namaz kılana
sevindirici bir haber gelirde elhamdülillâh derse mesele ihtilaflıdır» ve Bahır
sahibi bundan sonra şunları söylemiştir; «İhtimal ebu Yusuf'un kavline göre fark
şudur: İstircâ inna lillahi ve inna ileyhi raciûn demek musibetini göstermek
içindir. Namaz bunun için meşrû olmamıştır. Tahmîd (elhamdülillâh demek şükrü
meydana çıkarmak içindir. Namaz bunun için meşrû olmuştur.»
Ben
derim ki: Bu ibâre Hılye'den alınmıştır. Ama söz götürür. Çünkü bu fark ebû
Yusuf'un kavline göre sahih olan mezkûr kâide bozulur. Binaenaleyh evlâ olan
hidâye ve diğer kitaplardakidir. Yani birinci fer'î mesele dahi hilâf üzeredir.
Onun için Münyet-ül-kebîr şerhinde o yoldan yürünmüştür.
«Kötü
bir haberin cevabında istircâ yapmak da mezhebe göre namazı bozar.» Bu ifâde
Zahiriye'nin sözünü red etmektedir. Orada «namazın bozulması sahihtir.»
denilmiştir. Bu sahihleme meşhûra muhaliftir. Ayni zamanda Müçtebâ'nın şu sözünü
red eder: «Cevap maksadiyle söylenenzikirlerden hiç biri namazı bozmaz. Bu ebû
Hanîfe'nin kavline görede imameynin kavline göre de böyledir.» Çünkü bu ifâde
bütün metinlere, şerhlere ve fetvâ kitablarına muhaliftir. Hılye ve Bahır'da
böyle denilmiştir.
Tarafeyne
göre cevap kasdiyle söylenen her söz namazı bozar. Çünkü kasidle senâ insan sözü
olur. Nasıl ki konuşmak maksadiyle kıraat kıraat olmaktan çıkar. Cevap: Senâ
olmayan şey bil'ittifak namazı bozar demekle olur. Gurer-ul-efkâr'da ve Dürer'de
böyle denilmiştir. Dürer'in ifadesi: «Tahmîd ve benzerleriyle kayıt etmesi senâ
olmayan şey bil'ittifak namazı bozar diye cevap verildiği içindir.» şeklindedir.
Ben
derim ki: Senâ olmayan şeyden murad: Kur'an olmayandır. Ama Kur'andan olan bir
âyetle cevap kasd edilirse o da hilaflıdır. Velev ki at, katır ve eşektir,
cümlesinde olduğu gibi senâ bulunmasın buna delil Nihâye'den naklettiğimiz:
«İmam ebû Yusuf'a göre kâide: Senâ veya Kur'an olan şey niyetle değişmez;
tarafeyne göre değişir.» ifâdesidir.
Malik
nedir? diye sorulsada meselâ: Deve, sığır ve kölelerdir, diye cevap verse
bil'ittifak namaz bozulur. Çünkü bu söz ne Kur'an'dır ne de senâ! Ama sevinçli
bir habere tahmîdle yahud şaşan bir kimse tesbih ve tehlil ile cevap verse ebû
Yusuf'a göre namaz bozulmaz. Zira Kur'an olmasa da senâdır. «Cevap kasdiyle»
ifâdesiyle şârih içeri girmek isteyene kendisinin namazda olduğunu bildirmek
için tesbih etmekten ihtiraz etmiştir. Nitekim gelecektir. Yahud imamına tenbih
maksadıyle tesbih edenden ihtiraz etmiştir. Zira tarafeyne göre bunun niyetle
değişmesi lazım gelirse de sahih hadisle kıyâsdan hâriçtir. Hadîs şudur:
«Biriniz namazda iken başına bir hâl gelirse tesbih etsin!»
Bahır
sahibi diyor ki: «Cevaba Müctebâ'nın şu sözü de katılır: Namaz kılan kimse bir
işi men veya emir etmek için tesbih veya tehlil getirirse tarafeyne göre namazı
bozulur.»
Ben
derim ki: Anlaşılan tesbih etmezde âşikâra okursa namazı bozulmaz. Çünkü okumayı
kast etmiştir. Emri veya nehyi sırf sesini yükseltmekle kast etmiştir.
METİN
Yahud
hitâp kasdiyle söylenen her söz namazı bozar. Meselâ: İsmi Yahya veya Musa olan
bir kimseye hitap ederek: «Yâ Yahya huz-ül-kitâb Bikuvvetin» «Ey Yahya kitabı
kuvvetle al!» yahud: «Vemâ tilke biyeminike yâ Musâ» «Bu sağ elindeki nedir yâ
Musa?» Veya kapıda durana: «Vemen dahale Kâne âminen» Oraya giren emîn olur.»
demek böyledir.
F
E R' İ MESELELER: Bir kimse Allah'ın ismini işitirde: «Celle Celâlühü»der yahud
Peygamber (s.a.v.)i işitirde ona salavât getirirse veyahud imamın okuduğunu
işitirde sadakkallhu verasûluhu derse ona cevap vermeyi kasd ettiği takdirde
namazı bozulur.
Şeytanın
anıldığını işitirde lânet getirirse yine namazı bozulur. Bazıları
bozulmayacağını söylemişlerdir. Vesveseyi gidermek için lâhavle velâ kuvvete
illâ billah derse dünya işi için olduğu takdirde namazı bozulur. Ahiret umuru
için olursa bozulmaz. Terasdan bir şey düşerde besmele çekerse yahud biri lehde
veya aleyhde dua ederde âmin derse namazı bozulur. İmam ebû Yusuf'a göre
bunların hiç biri ile bozulmaz. Fakat sahih olan tarafeynin kavlidir. Onlar
konuşmanınmaksadına göre amel ederler. Hatta başkasının emrini dinlerde ilerle
dediğinde ileri gider; yahud safın aralığına biri girerde ona yer açarsa namazı
bozulur. (bozulmaması için) biraz durup sonra kendi reyi ile ilerlemelidir. Bunu
Kuhistânî Zâhidîye nisbet ederek söylemiştir. Bu mesele geçmiş ve gelecektir.
Kınye. Şârihin «cevap kasdı ile» diye kayıtlaması, cevap kasd etmezde kendisinin
namazda olduğunu bildirmek isterse bil'ittifak namaz bozulmadığı içindir. Bunu
ibn Melek ve Mültekâ sahibi söylemişlerdir.
İZAH
Birisine
hitâp için söylenen her nevi söz namazı bozar. Bunda ulemamızın ittifâkı vardır.
Bu ebû Yusuf'un kâidesini bozmak için getirilen itirazlardandır. Çünkü okuduğu
Kur'an'dır. Konuştuğu kimseye hitâp için icâd edilmiş değildir. O kimse.
konuşmak niyetiyle bu sözü Kur'an olmaktan çıkarmış insan sözlerinden yapmıştır.
Zâhire göre o kimsenin adı Yahya veya Musâ olmasa bile âyeti ona hitâp
maksadiyle okuyunca namazı bozulur.
«Oraya
giren emîn olur.» Ayetinde çağırı edâtı bulunmadığı halde hitâp sayılması her
halde «gir» mânâsında olduğu içindir. Bir kimse AIIah'ın ismini işitirde «Celle
celâluhu» der ve bununla ona cevap vermeyi kasd ederse namazı bozulur. Bu
hususta Bahır'da şöyle denilmiştir: «Müezzinin dediğini derse bununla cevap kasd
ettiği takdirde namazı bozulur. Kezâ kast etmese de bozulur. Çünkü zâhire göre
bununla icâbeti kasd etmiştir. Kezâ Peygamber (s.a.v.)in ismini işitirde salavât
getirirse namazı bozulur. Bu da icâbettir. Bütün bu izâhata göre yukarıda
aksıran meselesinde geçen tafsilât müşkil kalır. Yani aksıranı işitip
elhamdülillâh derse namazın bozulup bozulmayacağı müşkil kalır. Şu anlaşılırki,
cevabı değil de Allah'a senâ ve tâzim kast ederse bozulmaz. Çünkü ALLAH Teâlâya
tâzimin ve Peygamber (s.a.v.)e salavât getirmenin kendisi namaza aykırı
değildir. Nitekim Münye şerhinde bildirilmiştir.
Şeytanın
anıldığını işitip lânet getirirse namazı bozulur. Bazıları bozulmayacağını
söylemişlerdir. Bahır sahibi buna cezm etmiştir. Anlaşılan bu söz cevap kasd
etmediğine göredir.
Besmele
meselesi Bahır'da ki şu ifade karşısında müşkil kalır: «Namaz kılan kimseyi
akrep sokar veya sancı tutarsa bismillah dediği takdirde bazılarına göre namazı
bozulur. Çünkü bu inlemek gibidir. Bazılarına göre de bozulmaz, Zira insan sözü
değildir. Nisabta: «Fetvâ buna göredir.» denilmiş; Zahîriye sahibi de buna cezm
etmiştir. «Yarab» demesi de böyledir. Nitekim Zâhîre'de bildirilmiştir. İmam ebû
Yusuf'a göre bunların hiç biri ile bozulmaz.» ifadesinden hitâp kasd ettiği
suret müstesnâdır. Nitekim yukarıda geçti.
«Hatta
başkasının emrini dinlerde ilh...» ifadesinden murad: Fiilen imtisâl etmektir.
Söze imtisâlde böyledir. Bu hususta Bahır'da Kınye'den naklen şöyle
denilmektedir: «Büyük bir mescidde müezzin tekbirleri âşikara alırda içeriye bir
adam girerek müezzine tekbiri âşikâra almasını emreder ve o anda imam rükû
ederse müezzin o adamın emrine uyarak âşikâre tekbir aldığı takdirde namazı
bozulur.» Şârih «yahud safın aralığına biri girerde ona yer açarsa namazı
bozulur.» diyorsa da Tahtâvî «bu hususta mutemed kavil bozulmamasıdır.»
demiştir.
«Bu
mesele geçmiş ve gelecektir.» Yani imamlık bâbında: «Evvelâ erkekler saf olur.»
dediği yerde geçmiştir. Orada Şurunbulâlî'den naklen namazın bozulmadığını
bildirmişti. Bu hususta söylenecek sözün tamamıda orada geçmişti. Geleceği yer
dahi bu babta musannıfın «selâmı eli ile alması da mekruhtur.» dediği yerdedir.
METİN
İmamından
başkasına sökemediği âyetin yolunu açması namazı bozar. Meğer ki okumak
niyetiyle söylemiş olsun. Onun yol açmasıyle okuyan kimsenin namazı da bozulur.
Ancak o kimse berikinin okuduğu tamam olmadan âyeti hatırlarda okursa bozulmaz.
İmamına âyetin yolunu açması böyle değildir. O mutlak surette namazı bozmaz.
Yani yol açanında onun göstermesiyle âyetin yolunu bulan imamın da hiç bir
suretle namazları bozulmaz. Ancak cemâat olan kimse o âyeti namazda olmayan
birinden işitirde okumayı değil düzeltmeyi kasd ederek imamına söylerse hepsinin
namazları bozulur.
Ağzından
evet yahud ârî sözü çıkıverse konuşurken bunu söylemek âdeti ise namazı bozulur.
Çünkü bu onun kendi sözüdür. Adeti değilse bozulmaz. Zira Kur'an'dır. Yiyip
içmek mutlak surette namazı bozar. Velev ki unutarak bir susam tanesini yesin.
Ancak dişlerinin arasında nohut tanesinden küçük bir yiyecek kırıntısı bulunursa
onu yutmak namazı bozmaz. Nitekim oruçda da böyledir. Sahih olan kavil budur.
Bunu Bakânî söylemiştir. Ama çiğnerse o da namazı bozar. Nitekim ağzındaki
şekeri eriterek yutarsa namazın bozulması da bunun gibidir.
İZAH
İmamından
başkasına bulduramadığı âyeti söylemek namazı bozar. Çünkü hâcet yokken öğretme
ve öğrenmedir. Bahır.
Bu
söz cemâat olanın kendi gibisine, yalnız kılana, namaz kılmayana. başka bir
imama şâmil olduğu gibi tilâveti değilde tâlimi kasd eden herhangi bir şahsa
imam ve yalnız kılanın âyet söylemesine de şâmildir. Nehir.
«Onun
yol açmasiyle okuyan kimsenin namazı da bozulur.» Yani imam olmayan kimse âyeti
söyleyenin yardımı ile okursa namazı bozulur. Nitekim Bahır'da Hulâsa'dan naklen
böyle denilmiştir. «Ancak o kimse berikinin söylediği tamam olmadan hatırlarda
okursa bozulmaz.» Kınye'de şöyle denilmiştir: «İmam şaşırırda onun namazında
olmayan biri hatırlatma yapar; fakat onun hatırlatması bitmeden kendi
hatırlayarak okursa namazı bozulmaz. Aksi takdirde bozulur. Çünkü hatırlaması
ötekinin söylemesine izâfe olunur.» Bahır. Hılye'de ise: «Bu söz götürür, çünkü
hatırlama ile hatırlatma beraber olmuştur. Hatırlama onun hatırlatmasından ileri
gelmemiştir. O kimsenin okumayı hatırlatmanın tamamından sonraya bırakmasiyle
namazın bozulacağına hüküm etmenin bir vechi yoktur. Velev ki hatırlama,
hatırlattıktan sonra fakat bitmeden olsun. Zâhire göre hatırlama kendindendir.
Ve hatırlamayı ona izâfe etmek vacip olur. B1naenaleyh okumağa başlaması onun
hatırlatmasının tamamına bağlanmaksızın namaz bozulur.» denilmiştir. Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır.
Ben
derim ki: Şöyle demek icap eder: Hatırlama, hatırlatma sebebiyle olursa mutlak
surette namaz bozulur. Yani ister hatırlatma bitmeden okumağa başlasın, isterse
bittikten sonra başlasın fark etmez. Çünkü öğrenme vardır. Hatırlama
kendiliğinden olursa mutlak surette namaz bozulmaz. Bu tahakkuk ettikten sonra
görünürde okumanın hatırlatma ile olması tesir etmez. Çünkü bu iş hâkemlik
bâbından değil, diyânet umurundandır. Hakemlik işi olsa zâhire göre hüküm
verilirdi. Görmezmisin ki bir kimse Kur'an okumayı kasd ederek imamından
başkasına yanıldığı âyeti söylese namazı bozulmaz. Halbuki görünüre göre bu
tâlimdir. Kezâ müezzinin söylediğini söylerde icâbeti kast etmezse hüküm yine
böyledir.
«Hiç
bir suretle namazları bozulmaz.» İfâdesinden murad: İmam namaz câiz olacak kadar
okusun okumasın; başka bir âyete geçsin geçmesin düzeltme tekerrür etsin etmesin
namaz bozulmaz, demektir. Esah kavil budur. Nehir.
«Ancak
cemâat olan kimse o âyeti ilh...» Bahır'da Kınye'den naklen şöyle deniliyor:
«Cemâat olan kimse âyeti namazda olmayan birinden işiterek söylerse hepsinin
namazları bozulmak icap eder. Zirâ telkîn dışardandır.» Nehir sahibi bunu kabul
etmiştir. Bu sözün vechi şudur: Cemâat olan kimse onu dışarıdan öğrenince namazı
bozulmuştur. İmamına söyleyip o da kabul edince onun namazı da bozulur. Lâkin
Halebî şöyle diyor: «Bu söz o âyeti namaz kılan birinden işitirse - velev ki
başka namaz kılsın - onu imamına söylemekle namazın bozulmamasını iktizâ eder.
Bu ise şübhesiz bâtıldır. Meğer ki «namaz kılmayan» tâbirinden kendi namazında
olmayanı kasd etmiş ola.»
«Okumayı
değil ,düzeltmeyi kast ederek imamına söylerse hepsinin namazları bozulur.»
Sahih olan kavil budur. Çünkü cemâat olana okumak yasaktır. İmamın bulduramadığı
âyeti söylemek yasak değildir. Bahır. (fakat namazda olmayan birinden işiterek
söylediği için namazları bozulur.)
T
E T İ M M E: İmam tutulur tutulmaz âyeti hatırlatmak mekruhtur. Nitekim imamında
kendini darboğaza sokması mekruhtur. İmam âyeti bulduramayınca, okuduğuna
eğlediği vakit namaz bozulmayacak şekilde başka bir âyete veya başka bir sûreye
geçmeli yahud farz miktarı okumuşsa rükûa gitmelidir. Nitekim Zeyleî ve
başkaları buna cezm etmişlerdir. Bir rivayette müstehap olan miktarı okumuşsa
rükûa gitmelidir. Nitekim Kemâl ibn. Hümâm bunu tercih etmiş; delilden bunun
anlaşıldığını söylemiştir. Bahır ve Nehir sahipleri de onu tasdik etmişlerdir.
Fakat Münye şârihi kendisine itiraz etmiş; te'kidi şiddetli olduğu için farz
miktarını tercih etmiştir. «Zirâ Kur'an'dır.» Evet demişse Kur'an olduğu
meydandadır. «Kur' an mananın ismidir.» Rivayete göre ârî kelimesi de öyledir.
Fakat: «Kur' an nazım ve mananın ismidir.» Rivayete göre ârî kelimesi Kur'an
değildir.
T
E N B İ H: Eşbâh nâm kitabın lügazlarında şöyle denilmiştir: «Hangi namaz
kılandır o kimseki evet derde namazı bozulmaz, sen de, Konuşurken bunu âdet
edinendir diye cevap veri»
Hazâin
sahibi: Bunda şaşırma olmuştur. Yani kalem hatası değilse hükmi şaşırmadır.»
demiştir.
Yiyip
içmek mutlak surette namazı bozar. Yani az olsun çok olsun; kasdi olsun
yanılarak olsun farketmez. Onun için velev ki unutarak bir susam tanesi yesin
demiştir. Bunun bir örneğide ağzına yağmur damlası düşerek yutmaktır. Nitekim
Bahır'da beyan edilmiştir. «Bunu Bâkânî Mültekâ şerhinde söylemiştir.» İbâresi
şudur. «Bakalî diyor ki, sahih kavle göre orucu bozan her şey namazı da bozar.»
Hulasa ile Bedâyî sahiplerine uyarak Zeyleî'de b"ü yoldan yürümüştür.
Nehir
sahibi şöyle demiştir: «Hâniye'de bu söz bazı ulemaya nisbet edilmiştir. Diğer
bazıları: «Kusmuk ağız dolusu olmazsa namazı bozmaz.» demişler ve namazla oruç
arasında fark bulmuşlardır. Fakat Zeyleî'nin söylediği daha makbuldür. «Ama
çiğnerse o da namazı bozar.» Çiğnemek çok olursa namazı bozar. Çokluk birbiri
ardına üç defa çiğnemekle takdir edilmiştir. Nitekim başkalarında da öyledir.
Münye şerhi ile Muhit'ten naklen Bahır'da ve .diğer kitablarda böyle
denilmiştir. Çok sakız çiğnerse namazı bozulur.
«Şekeri
eriterek yutarsa ilh...» ifâdesinden anlaşılıyor ki. namazı bozan ya çok
çiğnemektir, yahud yenilen şeyin ayni mideye gitmektir. Tad bunun hilâfınadır.
Bahır
sahibi Hulâsa'dan naklen şöyle demiştir: «Tatlı bir şeyi yerde aynini yutarsa
ondan sonra namaza girerek tadını duyduğu ve yuttuğu takdirde namazı bozulmaz.
Peynir şekerini veya âdi şekeri ağzına atarda çiğnemez fakat tadı midesine
varırsa namazı bozulur.»
METİN
Bir
namazdan başka namaza velev bir cihetten olsun intikal namazı bozar. Hatta
yalnız kılarda imama uymayı niyet ederse yahud bunun aksini yaparsa namaza
yeniden başlamış olur. Bir rekat öğle namazı kıldıktan sonra öğleye niyet bunun
hilâfınadır. Meğer ki niyeti dili ile söylemiş ola! Bu takdirde mutlak olarak
namaza yeniden başlamış olur. Mushaftan yani Kur'an yazılı bir şeyden okumak
mutlak surette namazı bozar. Çünkü bu öğrenmedir. Ancak okuduğunu ezber bilir ve
eline almadan okursa bozmaz. Bazıları: «Namaz ancak bir âyet okumakla bozulur.»
demişlerdir. Halebî bu kavli daha makul görmüştür. İmam Şâfiî bunu kerahetsiz
câiz görmüştür. imameyne göre ise kerahetle câizdir. Çünkü ehli kitâba benzemek
vardır. Yani bunu kasden yaparsa benzemek vardır. Zirâ her şeyde ehli kitâba
benzemek mekruh değildir. Mekruh olan, mezmum şeylerde ve benzeme kasd
edilenlerde onlara benzemektir. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
İZAH
Başka
namaza intikal, tekbir alırken kalbi ile o intikâlı niyet etmekle olur.
Nehir
sahibi diyor ki: Meselâ: Öğlenin bir rekatını kılarda sonra ikindiye başlar.
Yahud tekbirle nâfileye intikal eder. O kimse sahibi tertip ise imam-A'zam'la
ebû Yusuf'a göre nâfileye başlamış olur. İmam Muhammed buna muhâliftir. Yahud
vaktin darlığı veya kazâların çokluğu sebebiyle tertip sâkıt olmuşsa ikindiye
başlaması sahih olur. Çünkü hâsıl olmayan bir şeyi tahsile niyet etmiştir. Ve
birinciden çıkmıştır. Birinciden çıkmanın sebebi muhâlifine başlamanın sahih
olmasıdır. Velev ki bir vecihle olsun. Onun için yalnız kılarken imama uymayı
niyet ederek tekbir alırsa yahud bunun aksi olur veya kadınlara imam olmayı
niyet ederse birinci bozulur; ikinciye başlamış olur. Kezâ nâfileye veya vâcibe
niyet eder yahud cenâze namazına başlarda başka cenâze gelir ve tekbir alarak
her ikisine yahud yalnız ikinci cenâzeye niyet ederse ikinciye yeniden başlamış
olur. Feth-ul-Kadîr'de böyle denilmiştir. «Bir rekat öğle namazı kıldıktan sonra
öğleye niyet bunun hilâfınadır.» Yani yukarıda geçtiği gibi tekbirle birlikte
niyet etmesi bunun hilâfınadır.
Bahır
sahibi şöyle demektedir: «Yani öğle namazından bir rekat kıldıktan sonra yeniden
başlamayı niyet ederek tekbir alırsa kıldığı rekat bozulmaz; hesâba katılır.
Hatta ondan sonra üç rekat kılar do sonunda oturmadan dördüncü bir rekat daha
kılarsa namaz bozulur. Ve ikinci niyet hükümsüz kalır. Niyeti dil ile söylerse
mutlak olarak namaza yeniden başlamış olur. Yani ister başka namaza ister ayni
namaza intikâl etsin hüküm birdir. Çünkü niyeti söylemek konuşmaktır; ilk namazı
bozar. Binaenaleyh ikinciye başlamak sahih olur.
«Yani
Kur'an yazılı bir şey» mihraba da şâmildir. Mihrabdaki âyeti okursa sahih kavle
göre namaz mutlak surette bozulur. Bahır. Yani az olsun çok olsun, imam olsun
yalnız olsun, ümmi olup yazılı olduğu yerden başka bir yerden okuyamasın veya
okusun hüküm birdir.
«Çünkü
bu öğrenmedir.» Ulema İmam-A'zam'ın kavline göre namazın bozulmasına illet
olarak iki vecih zikir etmişlerdir: Birincisi: Mushafı ele almak, ona bakmak.
yapraklarını çevirmek amel-i kesirdir. İkincisi: O kimse mushaftan öğrenmiştir.
Bu başkasından öğrenmek gibidir. İkinciye göre mushafın yerde olması ile elde
olmasının farkı yoktur. Birinciye göre aralarında fark vardır. Kâfi sahibi
Serahsî'ye uyarak ikinci vechi sahih kabul etmiştir. Bu vecihe göre bir kimse
ancak mushaftan okuyabiliyorsa, kıraatsız kıldığı takdirde namazının câiz
olacağını Fazlî söylemiştir. Zahîriye sahibi câiz olacağını sahihlemiştir.
Anlaşılan bu söz zaif olan birinci veche göre tefrî edilmiştir. Bahır.
«Ancak
okuduğunu ezber bilir ve eline almadan okursa bozmaz.» Çünkü bu kırâat onun
hafızlığına izâfe edilir. Mushaftan öğrendiğine izâfe edilmez. EIe almadan
mücerred bakmak namazı bozmaz. Zira bozmanın iki vechinden biri yoktur. Bu
istisnâ musannıfın «mutlak surette namazı bozar.» sözündendir. Râzî'nin kovli de
budur. Serahsî ve ebû Nasr Saffâr dahi ona tâbi olmuşlar; Fetih; Nihâye ve
Tebyîn sahipleri fauna cezm etmişlerdir. Bahır sahibi: «Görüldüğü vecihle bu
kavil güzeldir.» demiştir. Onun için şârih de buna cezm etmiştir.
«Bazıları
namaz ancak bir âyet okumakla bozulur demişlerdir.» Bu ifâde musannıfın mutlak
sözünü takyid eden ikinci kayıttır. Halebî'nin Münye şerhindeki ibâresi
şöyledir: «Kudûrî'de azla çok'un arasında fark yapılmamıştır. Bazıları Fâtiha
kadar okumadıkca namaz bozulmayacağını, bir takımlarıda bir âyet okumadıkça
bozulmayacağını söylemişlerdir. Daha münâsip olan da bu kavildir. Çünkü
İmam-A'zam'a göre namaz câiz olacak miktar bir âyettir.
Her
şeyde ehli kitâba benzemek mekruh değildir. Zira bizde onlar gibi yiyip içeriz.
Bu sözü Bahır sahibi Kâdıhân'ın Câmi-i sağîr şerhinden nakletmiştir. Zahîre.de
«kitab-üt-taharrî»den az önce nakledilen şu ibâre de bunu te'yid etmektedir:
«Hişâm
dedi ki: Ebû Yusuf'un ayağında demir çivi çakılmış ayakkabı gördümde sordum. Bu
demirde bir beis görüyor musun? dedim. Hâyır, cevabını verdi. Süfyan ile Sevr b.
Yezîd bunu mekruh görüyorlar. Çünkü bunda râhiblere benzemek var, dedim. Bunun
üzerine: Rasûlüllah (s.a.v.) kıllıayakkabı giyerdi. Bunlarda râhiplerin giydiği
şeylerden idi. Diye cevap verdi. imam ebû Yusuf bu sözü ile kulların yararına
taalluk eden benzerlik şeklinin zarar etmediğine işarette bulunmuştur. Çünkü
yeryüzünde uzak mesâfelere gitmek ancak bu nevi ayakkablariyle mümkündür.
METİN
Namazı
namaz fiillerinden veya namazı ıslah eden fiillerden olmayan her amel-i kesîr
(çok amel) de bozar. Bu hususta beş kavil vardır ki en sahihi şudur: Amel-i
kesîr, uzaktan bakan bir kimsenin onun sebebiyle sâhibinin namazda olmadığına
şübhe etmediği iştir. Namazda olup olmadığında şübhe ederse o iş amel-i kalîl
(az iş)tir. Lâkin bu tarif dokunmak ve öpmek meselesi karşısında müşkildir.
Binaenaleyh mezhebe göre ziyâde tekbirlerde ellerini kaldırmakla namaz bozulmaz.
Bozulur diye bir rivayet varsada şâzdır.
İZAH
«Namaz
fiillerinden olmayan» kaydı fazladan yapılan rükû veya sücûddan ihtiraz içindir.
Gerçi bu amel-i kesîrdir; Fakat namaz fiillerinden olduğu için namazı bozmaz,
ancak yapılmamalıdır. Çünkü bir rekattan daha az fazlalıklara yol acar. T.
Ben
derim ki: Zâhire göre musannıfın yaptığı amel-i kesîr tarifi bu kayda hâcet
bırakmamıştır.
«Islah
eden fiiller» kaydiyle namazda abdesti bozulan kimsenin abdest alması ve
yürümesi tariften hâric kalır. Zira bunlar namazı bozmazlar. T.
Ben
derim ki: «Özürden dolayı yapılan fiillerden olmayan» ifâdesini de ziyâde etmek
gerekir. Bu ifâde ileride görüleceği vecihle iki kavilden birine göre yılan ve
akrep gibi zararlıları amel-i kesîr ile öldürmekten ihtiraz olur. Ancak, bu
namazı ıslah içindir, denilirse o başka! Zira terk edilirse namazın bozulmasına
müncer olabilir. Amel-i kesîrin târifi hususunda beş kavil vardır. Bunların en
sahihini musannıf söylemiştir. Ayni kavli Beydâyi, Zeyleî ve Valvalciye
sahipleri sahihlemiş; Muhitte «en güzel kavil budur» denilmiş; Sadr-ış-Şehîd
doğru kavlin bu olduğunu söylemiştir. Hâniye ile Hulâsa'da bil'umum ulemanın bu
kavli ihtiyar ettikleri bildirilmiştir.
İkinci
kavle göre âdeten iki el ile yapılan iş amel-i kesîrdir. Velev ki bir el ile
yapılsın. Sarık sarmak, don bağlamak bu kabildendir. Adeten bir el ile yapılan
iş amel-i kalîldir. Velev ki iki el ile yapılsın. Don çözmek tâkiye giymek ve
çıkarmak böyledir. Ancak birbiri ardına üç defa tekrar edilirse amel-i kesîr
olur. Bu kavli Bahır sahibi zaif bulmuş; onun sakız çiğnemek ve öpmek gibi
fiilleri ifâde edemediğini söylemiştir.
Üçüncü
kavle göre birbiri ardınca yapılan üç hareket amel-i kesîr, aksı amel-i
kalîldir.
Dördüncü
kavle göre: Amel-i kesir kasden yapılan iştir. Onu yapan kimse onun için ayrı
yer hazırlar. Tatarhâniye sahibi diyor ki: «Bu kavlin sahibinin delili şudur:
Namaz kılan bir kadına kocası dokunur veya şehvetle öperse; yahud memesini bir
çocuk emerde süt çıkarsa namazı bozulur»
Beşinci
kavle göre: Mesele namaz kılanın reyine bırakılır. Onun çok gördüğü iş amel-i
kesir; az gördüğü amel-i kalîldir. Kuhistânî- «Bu kavil bütün kavillere şamil ve
ebû Hanîfe'nin kavline en yakındır. Çünkü ebû Hanîfe bu gibi yerlerde miktar
tâyin etmez; sözü başına gelene bırakır.» diyor.
Münye
şârihi de şunları söylemiştir: «Lâkin bu söz Mazbut değildir. Bu gibilere yani
avam kısmına söz bırakmak doğru değildir. Ekseriyetle fer'î meseleler veya hepsi
ilk iki târife göredir. Öyle görünüyor ki ikinci târif birinciden hâriç
değildir. Çünkü âdeten iki el ile yapılan iş ekseriya namazda değil gibi
görünür. Tekrarı üç defa birbiri ardına itibar edenin kavli de öyledir. Onun
için ulemanın ekserisi onu tercih etmişlerdir.
«Lâkın
bu târif dokunmak ve öpmek meselesi karşısında müşkildir.» Yani namaz kılan
kadına kocası şehvetle dokunur veya öperse namazı bozulur. Halbuki kadın hiç bir
harekette bulunmamıştır. Nitekim fer'î meselelerde cevabiyle birlikte
gelecektir. Asıl eşkâli ortaya atan Hılye sahibidir. Bahır sahibide ona tâbi
olmuştur. Maksad öpenin ve dokunanın namazı değildir. Çünkü onun namazının
bozulacağı kimseye gizli değildir.
«Binaenaleyh
mezhebe göre ziyâde tekbirlerde ellerini kaldırmakla namaz bozulmaz.» Bu mesele
en sahih kavle göre tefrî edilmiştir. Mekhül'un ebû Hanîfe'den rivayet ettiği
kavil buna muhâliftir. Ona göre bir kimse rükûa giderken ve rükûdan doğrulurken
ellerini kaldırırsa namazı bozulur. Zira namazı bozan ancak amel-i kesîrdir. O
da onu yapan namazda değil zannedilen iştir. Bu el kaldırma böyle değildir.
Kâfi'de de böyle denilmiştir. Evet mekruhtur. Zira namazı tamamlayan fiillerden
olmayan bir ziyâdedir. Münye şerhi. Bu tekbirlere ziyâde adını vermek ıstılâha
aykırıdır. Çünkü ıstılahta ziyâde tekbirler bayram namazı tekbirleridir.
METİN
Namaz
kılan kimsenin pislik üzerine secde etmesi namazı bozar. Velevki temiz yere
secdeyi tekrar yapsın. Esah kavil budur. Zâhire göre elleri ile dizleri bunun
hilâfınadır. Avret yeri açık olarak yahud mânii necâsetle veya sıkışıklık
sebebiyle kadınlar safının içine yahud imamın önüne düşerek hakîkaten bir rükün
edâ etmek bil'ittifak namazı bozduğu gibi üç tesbih miktarı bir sünnetle buna
imkân bulmakta ebû Yusuf'a göre bozar bunların hepsinde tercih edilen kavil
budur. Çünkü daha iytiyattır. Bunu Halebî söylemiştir. Astarı pis olan dikişli
seccâde üzerinde namaz kılması da namazı bozar. Dikişli olmayan seccâde bunun
hilâfına olduğu gibi renk veya kokusu belli olmayan pisliğin üzerine yayılan
seccâde dahi bunun hilâfınadır.
İZAH
Arada
hiçbir mânı bulunmayarak pislik üzerine secde etmek namazı bozar. Elinin veya
yeninin üzerine secde ederse secde bozulur. Namaz bozulmaz. Hatta secdeyi temiz
bir şey üzerine tekrarlarsa câiz olur. Nitekim şârih bunu «namaza başlamak
istediği zaman...» Bâbında anlatmıştı. Lâkin orada söylemiştik ki, aradaki mâni
bitişik olursa mâni sayılmaz. Çünkü namaz kılana tâbidir. Aksi takdirde onunla
secde etmesi câiz olmamak lazım gelir. Velev ki temiz bir şey üzerine olsun.
Mestinin altındaki pisliğin üzerine durmakla namazın sahih olması lazım gelir.
Sözün tamamı orada geçmişti. Müracâat edebilirsin.
Pislik
üzerine secde eden kimse o secdeyi temiz bir yerde tekrarlasa bile namazı
bozulur. Esah kavil budur. Zahir rivayede budur. Nitekim Hılye, Bedâyi ve
İmdâd'da beyan edilmiştir.
İmam
ebû Yusuf: «Secdeyi temiz bir yere tekrar yaparsa namazı bozulmaz. »demiştir. Bu
söz ona göre pis şey üzerine secde etmekle namaz değil, secde bozulduğuna
göredir. Tarafeyne göre ise namaz bozulur. Çünkü bir cüzü bozulmuştur. Namaz
parçalanmayı kabul etmez. Münye şerhinde de böyle denilmiştir.
Sirâc
sahibi ikinci bir rivayetten bahis etmiştir ki, o da şudur: Secdeyi temiz bir
şey üzerine tekrarlarsa üç imamımıza göre namaz câizdir. Buna muhâlif olan
Züfer'dir. Namaza başlama babında arz etmiştik ki. bu kavil Nevâdir'in
rivayetidir. Umumiyetle fürû ve usûl kitablarında birinci rivayet tercih
edilmiştir.
«Zâhire
göre elleri ile dizleri bunun hilâfınadır.» Yani zâhir rivaye budur. Secde de
elleri ve dizleri yere koymak şart değildir. Onları hiç yere koymamak namazı
bozmaz. Pislik üzerine koymak da öyledir. Lâkin namazın şartları bâbının başında
beyân etmiştik ki, birçok kitablarda namazın bozulduğu sahih bulunmuştur.
Nehir'de: «Münâsip olan budur. Çünkü umumiyetle metinler mutlaktır.»
denilmiştir. Münye şerhinde bunun ta'lili şöyle yapılmıştır: Uzvun pisliğe
bitişmesi o pisliği taşımak gibidir. Velev ki o yere koymak farz olmasın. Bu
izahtan anlaşılır ki şârihin burada Dürer sahibine uyarak tercih ettiği kavil
zaiftir. Nitekim Nuh efendi buna tenbih etmiştir.
«Üç
tesbih miktarı bir sünnetle buna imkân bulmakta ebû Yusuf'a göre namazı bozar.»
Ebû Hanîfe'nin bu meselede imam Muhammed'le beraber olduğu söylenir. Hılye.
«Bunların
hepsinde tercih edilen kavil budur.» Yani zikir edilen avret yerinin açıklığı
ile sonraki meselelerde muhtar kavil budur. Münye şerhinde bu üçüncü şartın
sonlarında kayıt edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Ama bunlardan biri kendi fiili
ile olursa hepsine göre namaz derhal bozulur. Nitekim Kınye'de böyledir.» Şârih
namazın şartları bahsinde bunu tercih etmişti. Hâniye ve diğer kitablar da
bozulmadığına delâlet eden sözler vardır. Hılye sahibi: «En münâsibi
birincisidir.» demiştir. Bu hususta sözün tamamı orada geçmişti. Müracâat
edebilirsin.
Astarı
pis olan dikişli seccâdenin üzerinde namazın bozulması, mânii necaset
ayaklarının veya alnının altında yahud ellerini veya dizlerini koyduğu yerde
olduğuna göredir. Nitekim evvelce geçmişti. Sonra bu kavil ebû Yusufundur. İmam
Muhammed'den bir rivayete göre namaz câizdir. Ulemadan bazısı iki kavlin arasını
bulmuş; ebû Yusuf'un kavlini elbise veya seccadenin astarlı ve dikişli olduğu
hâle, imam Muhammed'in kavlini yalnız dikişli olduğu hâle hamletmiştir, yalnız
dikişli olmasından murad: Yalnız kenarları dikişli olup ortası dikişli
olmayandır. Çünkü alt tarafları pis, üst tarafları temiz iki elbise gibidir. O
zaman hilâf yoktur. Mecmaâ'da bu kavil sahih bulunmuştur. Ulemadan bazıları
ihtilaf bulunduğunu hakikat kabul ederek: «İmam Muhammed'e göre nasıl olursa
olsun câizdir. Ebû Yusuf'a göre ise câiz değildir.»
demişlerdir.
Tecnîs'de:
«Esah kavil astarlı elbisenin de hilâf üzere olmasıdır.» deniliyor. Bunun
mefhumu şunu ifâde eder ki, astarsız olanda esah kavil bil'ittifak câiz
olmasıdır. Ve bu üçüncü bir kavildir.
Bedâyi
sahibi ikinci kavli hikâye ettikten sonra şunları söylemiştir: «Bu izâha göre
bir kimse üstü temiz altı pis olan değirmen taşı, kapı, kalın halı veya kalın
dürülmüş elbise üzerinde ıramaz kılsayerin bir olmasına bakarak ebû Yusuf'a göre
câiz olmaz. Bunun altı üstü birdir ve sık dokunmuş elbise gibidir. İmam
Muhammed'e göre câiz olur. Çünkü temiz yerde namaz kılmıştır. Ve altında pis
elbise bulunan temiz elbise üstünde kılmış gibi olur. Sık dokunmuş elbise bunun
gibi değildir. Zira zâhire göre rütûbet onun öbür tarafına geçer.» Anlaşılan
Bedâyi sahibi imam Muhammed'in kavlini tercih etmiştir. Muvâfık olanda budur.
Hâniye sahibi elbise meselesinde ihtiyâta daha yakındır diye ebû Yusuf un
kavlini tercih etmiştir. Tamamı Hilye'dedir. Münye'de ve şerhinde bildirildiğine
göre pislik kerpiçin veya tuhlanın altında olurda üstünde namaz kılarsa câizdir.
Pisliğin bulunduğu tarafla bulunmadığı tarafın arasını yarmak mümkün olacak
şekilde kalın olan ağacın hükmü de budur. Böyle olmazsa câiz değildir.
Hılye'de
şöyle denilmiştir: «Kerpiç ve tuğla meselesi imameyn arasında yukarıda gecen
ihtilâfa göredir. Hâniye sahibi câiz olduğuna cezm etmiştir. Bu onu tercih
ettiğine işarettir ki, güzeldir; yerindedir. Odun meselesi de ihtilaflıdır. En
muvâfık olanı o odunun üzerinde namaz kılmanın mutlak suretle câiz olmasıdır.»
Hılye sahibi bundan sonra bu kavli bir kaç vecihle te'yid etmiştir. Müracaat
edebilirsin.
«Kokusu
ve rengi belli olmazsa pislik üzerine yayılan seccâde dahi bunun hilâfınadır.»
Bu hususta Münye'de şöyle denilmiştir: «Yere pislik isâbet ederde üzerine çamur
veya kireç sıvayarak namaz kılarsa câizdir Bu elbise gibi değildir. Üzerine
toprak düşerde sıvamazsa ve toprak koklandığı vakit pisliğin kokusunu duyacak
kadar az ise namaz câiz değildir. Aksı takdirde câizdir.» Münye'nin şerhinde de
şu satırla'' vardır: «Kuru pislik üzerine yayılan elbisede böyledir. Pisliğin
kokusu olduğu takdirde kokusunu geçirecek yahud altındakini gösterecek kadar
ince ise üzerinde namaz câiz değildir. Bunlar olmayacak şekilde kalın ise
câizdir.» Sonra âşikardır ki, murad pislik ayaklarının altında veya secde
yerinde ise demektir. Çünkü o zaman o kimse pislik üzerine durmuş veya secde
etmiş olur. Zira elbise mâni olmaya elverişli değildir. Namaza mâni olan bizzat
kokunun mevcud olması değildir ki: «yanında kokusunu duyduğu pislik bulunsa
namazı bozulmaz.» Diye itiraz edilebilsin. Anla!
METİN
Özürsüz
göğsünü kıbleden çevirmek bil'ittifak namazı bozar. Abdesti bozulduğunu
zannederde kıbleden döner, sonra bozulmadığını anlarsa mescidden çıkmadan
anladığı takdirde namazı bozulmaz. Çıktıktan sonra anlarsa bozulur.
F
E R' İ M E S E L E L E R: Bir kimse namazda kıbleye karşı yürürse namazı bozulur
mu? Şâyet bir saf kadar yürür; sonra bir rükün edâ edecek kadar durur; sonra
ayni şekilde yürür durursa namazı bozulmaz. Böylece yer değişmedikçe velev ki
çok yürüsün bozulmaz. Bazıları özür hâlinde kıbleden dönmedikçe istihsanen
bozulmayacağını söylemişlerdir. Bunu Kuhistânî söylemiştir. Acaba bozan
yürüyüşte ihtiyar (kasd) şart mıdır? Habbâziye'de bu suâle evet cevabı
verilmiştir.
İZAH
Özürsüz
göğsünü kıbleden çevirmek bil'ittifak namazı bozar. Fakat yüzünü yahud yüzünün
birkısmını çevirmek mekruhtur. Ama mutemed kavle göre namazı bozmaz. Nitekim
namazın mekruhları bahsinde gelecektir. Bahır'da namazın şartları bâbında şöyle
denilmiştir:
«Hâsılı
mezhep şudur: Bir kimse namazda göğsünü kıbleden çevirirse namazı bozulur.
Özürsüz olursa mescidde bile olsa hüküm budur. Nitekim umumiyetle kitablarda
böyle denilmiştir.» Bahır sahibi bunu mutlak söylemiştir. Binaenaleyh aza çoğa
şâmildir. Bu hüküm kendi ihtiyarı ile çevirdiğine göredir. Kendi ihtiyarı ile
olmazsa bir rükün miktarı durmakla namaz bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.
Nitekim Münye şerhinin mekruhlar faslında beyân edilmiştir.
«Abdesti
bozulduğunu zannederde ilh...» ifâdesindeki «namazı bozulmaz.» hükmü
İmam-A'zam'a göredir. Bu Münye şerhinde bildirilmiştir. Ondan sonra gelen
«bozulur» hükmü bil'ittifaktır. Çünkü yerin değişmesi namazı bozar. Meğer ki
özürden dolayı ola. Mescid etraf ve müştemilatının değişik olmasına rağmen bir
yer gibidir. Binaenaleyh içinde bulundukça namaz bozulmaz. Ancak imam olurda
yerine başkasını geçirirse sonradan abdesti bozulmadığını anladığı takdirde
namazı bozulur. Velev ki mescidden çıkmamış olsun. Çünkü yerinde olmayan
istihlâf mescidden çıkmak gibi namazı bozar. Namaz ancak özür varsa câizdir; o
da yoktur. Kezâ abdestsiz namaza başladığını zannederek yerinden ayrılırda sonra
abdestli olduğunu anlarsa namazı bozulur. Velev ki mescidden çıkmasın. Çünkü
namazdan ayrılması terk etmek suretiyledir. Sahrada safların yerine mescid hükmü
verilir. Tamamı Münye şerhinde dördüncü şartın sonundadır. Bundan önceki babta
da geçmişti.
T
E N B İ H: Münye'nin namazı bozan şeyler babında bildirildiğine göre bir kimse
abdesti bozulduğu zanniyle kıbleye arkasını dönerde sonra bozulmadığı
anlaşılırsa mescidden çıkmasa Bile namazı bozulur. Münye şerhinde bunun sebebi
şöyle anlaşılmıştır: Kıbleye arka çevirmesi namazı ıslah etmek zaruretinden
dolayı olmamıştır. Onun için de namazı bozar. Bu izah yukarıda bilumum
kitablardan nakledilene muhaliftir. Meğer ki imameynin kavline yahud imamın
istihlâf yaptığına hamledile. Teemmül eyle!
«Böylece
yer değişmedikçe velev yürüsün bozulmaz.» Yani bu halde bir çok saf miktarı
yürüse mescidden çıkmak ve şâyed namaz sahrâda kılınıyorsa safları geçmek gibi
yer değiştirme olmadıkça namazı bozulmaz. Sahrada bir defada iki saf kadar
yürürse namazı bozulur. Münye şerhinde bildirildiğine göre bu hüküm, az fiil
arka arkaya tekerrür edilmedikçe namazı bozmadığına binaendir. Bir de yerin
değişmesi namazı ıslah için olmazsa namazı bozduğuna göredir. Bu da önünde
saflar bulunduğu zamandır. Fakat imam olurda secde yerini geçerse ve önündeki
safla kendisi arasındaki mesâfe kadar yürürse namazı bozulmaz. Daha fazla
yürürse bozulur. Yalnız kılarsa secde yerine itibar olunur. O yeri geçerse
namazı bozulur; geçmezse bozulmaz. Kadın için ev ebû Ali Nesefî'ye göre mescid
gibidir. Başkaları sahra gibi saymışlardır.
«Bazıları
özür hâlinde kıbleden dönmedikçe istihsânen bozulmayacağını söylemişlerdir.»
Yani çok da yürüse, yer de değişse bozulmaz. Çünkü Hılye'de Zahîre'den şu ibâre
nakledilmiştir «Rivayete göre ebû Berzeh (r.a.) atının yedeğinden tutarak iki
rekat namaz kılmış. Sonra yedek elindenboşanarak at kıbleye doğru yürümüş. O da
arkasından giderek atı yedeğinden yakalamış. Sonra geri dönerek kalan iki rekatı
kılmıştır.
İmam
Muhammed Siyer-i kebîr'de: Biz bununla amel ederiz. demiştir. Sonra bu hadisde
kıble tarafına doğru az yürüyüşle çok yürüyüş arasında fark yapılmamıştır. Bu
sebeple ulemadan bazıları hadîsin zâhiri ile amel etmiş; istihsanen az olsun çok
olsun bozulmadığını söylemişlerdir. Halbuki kıyas çok olursa bozulacağını
gerektirir. Hadis özür hâlini tahsis etmiştir. Binaenaleyh sairlerinde kıyasla
amel edilir. İmam Sügûdî'nin üstadından naklettiğine göre bir kimse gâzi olur da
kıbleye karşı yürürse câizdir. Hac yolunda olanla ibâdet için sefer eden
herkesin hükmü de budur. Ulemadan bazıları hadisi te'vil etmiş; sonra te'vil
hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları: Bunun te'vili safları yahud secde
yerini geçmemiş olmaktır; geçerse namaz bozulur, demiş; Bir takımları: Peş peşe
değil de adım adım yürümektir; peş peşe yürürse kıbleye arkasını dönmese bile
namazı bozulur mutelâasında bulunmuşlardır. Çünkü bu amel-i kesîrdir. «Bunun
te'vili iki saf arası kadar yürümektir.» diyenlerde olmuştur. Nitekim ilk safta
boş yer olduğunu gören kimse ona yürürse namazı bozulacağını söylemişlerdir. O
kimse ikinci safta ise namazı bozulmaz. Üçüncü safta bulunursa bozulur.» İbâre
kısaltılarak alınmıştır.
Zahiriye'de
bildirildiğine göre yürümek çok olursa bozar. Muhtar kavil budur. Şu da var ki,
Hılye'de dahi mekruhlar faslında şu beyânat vardır: Şer'î delillere dayanan
mezhep kâidelerinin iktizasına göre yürümek iki şıktan hâli değildir. Bu yâ
özürden dolayı yahud özürsüz olur. Özürsüz yürüyüş çok ve oralıksız devamlı
olursa kıbleye arkasını dönmese bile namazı bozar. Çok fakat aralıklı hatta ayrı
ayrı rekatlarda olursa yahud az yürürse kıbleye arkasını döndüğü takdirde namazı
bozulur. Çünkü zaruret olmaksızın namaza zıd iş yapmıştır. Aksi takdirde namaz
bozulmaz. Ama mekruh olur. Zira malumdur ki çoğu namazı bozan şeyin zaruret
bulunmadığı zaman azı da mekruhtur. Özürden dolayı yürürse abdesti bozulduğu
için abdest tâzelemek yahud korku namazında bulunduğu için yürüdüğü takdirde
namazı bozulmadığı gibi az olsun çok olsun kıbleye arkasını dönsün dönmesin
mekruh işlemişde olmaz. Bu söylenenlerden başka bir sebeple yürürse kıbleye arka
çevirdiği takdirde az olsun çok olsun namazı bozulur. Arka çevirmezse az olduğu
takdirde namazı bozulmaz; mekruhda olmaz. Çok ve aralıksız yürürse namazı
bozulur. Aralıklı yürürse namazı bozduğunda veya mekruh olduğunda hilâf vardır.
Teemmül et! Kısaltma yapılmıştır.
Hılye
sahibi bu babta şunu da söylemiştir: «Öyle anlaşılıyor ki, peş peşe devam
etmeyen çok yürüyüş namazı bozmaz; özürden dolayı olursa mutlak surette mekruhda
olmaz.»
METİN
Halebî
ihtiyar şart olmadığını söylemiştir. Çünkü bir kimse itilerek yahud kendisini
hayvan çekerek bir kaç adım yürüse. veya birisi tarafından hayvana bindirilse,
yahud namaz yerinden çıkarılsa, veya kadının memesi üç defa emilse yahud bir
defa emilerek sütü inse yahud kocası kendisine şehvetle dokunsa veyahud
şehvetsiz öpse namazı bozulur. Kadın öperde kocası kendisinden şehvetlenmezse
namazı bozulmaz. Fark şudur: Erkeğin öpmesinde cimâ manası vardır. Namazkılanın
yanında taş bulunurda onu kuşa atarsa namazı bozulmaz. İnsana atarsa bozulur.
Velev bir defa olsun vurmakta böyledir. Çünkü bu yâ kavgadır. yâ terbiyedir
yahud şakadır. Ama amel-i kesîrdir. Bunu Halebî söylemiştir.
İZAH
Anlaşılıyor
ki Halebî kast ve ihtiyarın şart olmadığına itimad etmiştir. Çünkü getirdiği
fer'î meseleler bu kavle göredir. T.
«Bir
kaç adım yürüse» ifâdesinden murad: İtilmek veya hayvanın çekmesi sebebiyle
kendini tutamayarak arka arkaya üç adım yürümektir. Bahır'da Zahiriye'den
naklen: «Namaz kılan kimseyi hayvan çekerde secde yerinden uzaklaştırırsa namazı
bozulur.» denilmiştir. Birisi tarafından taşınarak hayvana bindirilen kimsenin
namazının bozulması anlaşılan amel-i kesîr olduğu içindir. Teemmül et! Ama bir
kimse kendisini yerinden kaldırırda sonra bırakırsa yahud bırakırda sonra
kalkarak kıbleden dönmeden yerinde durursa namaz bozulmaz. Nitekim
Tatarhâniye'de beyan edilmiştir.
«Yahud
namaz yerinden çıkarılsa» yani kıbledende döndürülse demektir. Nitekim Bahır'da
böyle denilmiştir. T.
Ben
derim ki: Bunu Bahır'da görmedim. Kezâ kıbleden döndürmek bir rükün edâ edecek
miktarı olursa yerinde dahi olsa namazı bozar. Zâhire bakılırsa bu mutlaktır. Ve
illet cemâat olan hakkında yerin değişmesi yahud amel-i kesîr olmasıdır.
«Veya
kadının memesi üç defa emilse ilh...» bu tafsilât Hâniye ve hulâsa'da zikir
edilmiştir. Bu söz çokluğun birbiri ardınca yapılan üç amele şâmil manasına
tefsir edildiğine göredir. Ama itimad buna değildir. Muhit'te: «Süt çıkarsa
namaz bozulur. Çünkü emzirmek olur. Çıkmazsa bozulmaz.» denilmiştir; Bir sayı
ile kayıtlanmamıştır. Mi'rac sahibi bunu sahih bulmuştur. Hılye ve Bahır.
«Yahud
kocası kendisine şehvetle dokunsa ilh...» Bu mesele Hulâsa' da şöyle
anlatılmıştır: «Kadın namazda olurda kocası cimâ ederse meni indirmese bile
kadının namazı bozulur. Kezâ onu şehvetle veya şehvetsiz öper veya dokunursa
namazı bozulur. Çünkü bu cimâ manasındadır. Ama kadın namaz kılan kocasını
öperde kocası şehvetlenmezse erkeğin namazı bozulmaz.»
Şârihin
gösterdiği farkın vechi muhakkıkin ulemadan Kemâl b. Hümâm'a ve kezâ Hılye ve
Bahır sahiplerine göre açık değildir. Münye şerhinde şöyle denilmiştir: «Hulûsa
sahibinin işaretine göre fark şudur: Erkeğin öpmesi cimâ manasındadır. Yani
cimâı yapan kocadır. Onun cimâ mukaddimelerini yapması da cimâ manasına gelir.
Kadına - velev uylukları arasına olsun - cimâ ederse kadının namazı bozulur. Onu
öpmesi de mutlak surette böyledir. Çünkü cimâın mukaddimelerindendir. Kadına
şehvetle dokunması dahi ayni hükümdedir. Kadın böyle değildir. Zira o cimâ
fiilini yapmış değildir. Binaenaleyh kocası şehvetlenmedikçe cimâın
mukaddimelerini onun yapması cimâ manasında değildir.
Hulâsa'da
şöyle deniliyor: Kocası ric'i talakla boşadığı karısının fercine şehvetle
bakarsa ric'at etmiş (yani karısına dönmüş olur. Bir rivayete göre namazıda
bozulmaz. Muhtar olan kavil budur. Mezkûr farka göre bu söz müşkildir. Çünkü
erkek cimâın mukaddimelerinden olan bir şey yapmıştır. Onun içinde ric'at etmiş
olur. Meğer ki şöyle denile: Namazın bozulması bakmaktan ve düşünmekten başka
olan fiili mukaddimelere bağlıdır. Bakmak ve düşünmek yukarıda geçtiği vecihle
namazı bozmazlar. Zirâ onlardan korunmanın imkânı yoktur. Sair âzanın fiilleri
bunun hilâfınadır. H.
Şu
da var ki, Bahır'da Zâhidî şerhinden naklen beyân edildiğine göre namaz kılan
kadını kocası öperse namazı bozulmaz. Cevhere'de dahi böyle denilmiştir. Şu
halde fark yok demektir.
«Ama
amel-i kesîrdir. Bunu Halebî söylemiştir.» Halebî'nin ibâresi Münye'nin metni
ile birlikte şöyledir: «Namaz kılan kimse âletsiz olarak bir eli ile bir insana
vursa yahud onu kamçı ve benzerî bir şeyle döğse namazı bozulur. Muhit'te ve
diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Çünkü bu yâ kavga veya terbiye yahud
şakadır. Ve cumhurun kabul ettiği ilk tefsire göre amel-i kesirdir.»
Sonra
metnin başka bir yerinde şöyle denilmiştir: «Namaz kılan bir kimse bir taş
alarak bir kuşa veya benzerine atarsa namazı bozulur. Çünkü amel-i kesirdir.
Yanında taş bulunurda kuşa veya benzerine onu atarsa namazı bozulmaz, zirâ
amel-i kalîldir. Lâkin namazdan başka bir fiil ile meşgul olduğu için isâet
(edepsizlik) etmiş olur. Yanındaki taşı bir insana atarsa kamçı ile veya eli ile
vurmasına kıyâsen bozulması gerekir. Zirâ yukarıda geçtiği vecihle bunda kavga
vardır.»
Ben
derim ki: Tatarhâniye'de Muhit'ten naklen bildirildiğine göre bu tafsilât Asıl
nâm kitabdaki beyana muhaliftir. Zirâ imam Muhammed Asıl'da bunun namazının
tamam olduğunu söylemiş; taşın elinde olmasiyle yerden alınması arasında fark
yapmamıştır. Hılye'de: «Hâniye'nin zâhiri bunu tercih ettiğim gösteriyor. Çünkü
mutlak söylendiğini anlatmış; sonra tafsilatı zaif olduğuna işaretle
«denilmiştir» sözüyle hikâye etmiştir.» deniliyor.
METİN
Şimdi
namazı bozan şeylerden şunlar kalmıştır: Kalben dinden dönmek, ölüm, delilik,
baygınlık, abdest icap eden herşey, kaza etmeden bırakılan rükün, özürsüz
bırakılan şart. cemâat olan kimsenin imamına iştirak etmediği bir rüknü ondan
önce yapması meselâ: İmamından önce rükûa eğilip doğrulduktan sonra o rükûu
imamla birlikte veya sonra tekrarlamayıp imamla selâm vermesi, Mesbûkun imamdan
ayrılması kuvvet bulduktan sonra secde-i sehivde imamına tâbi olması - ayrıldığı
kuvvet bulmazdan önce imama tâbi olması vacibtir. - Oturduktan sonra hatırladığı
secde-i tilâveti veya namaz secdesini edâ ettikten sonra son oturuşu
tekrarlamamak, uyurken edâ ettiği rüknü tekrarlamak ve mesbûkun imamının son
oturuştan sonra kahkaha ile gülmesi.
Namazı
bozan şeylerden bazıları da evvelce geçtiği vecihle tekbîrde hemzeyi uzatmak,
manayı değiştirirse kırâatı makam ve nâmelerle okumaktır. Manayı değiştirmezse
namazı bozmaz. Ancak harfi med ile harfi linde çirkinlik hâsıl olursa namaz
bozulur. Çirkinlik hâsıl olmazsa bozulmaz. Bezzâziye.
İZAH
Ben
derim ki: Daha başka namazı bozan şeylerde kalmıştır. Malum şartlarıyle kadının
erkekhizâsına durması, imamın kendi yerine elverişsizi geçirmesi, istihlâf
yapmadan mescidden çıkması, abdesti bozulduktan sonra bir rükün edâ edecek kadar
durması. abdestsiz veya yürüyerek bir rükün edâ etmesi, abdesti bozulan cemâatın
namazını imama uyduğu yerden başka yerde tamamlaması bunlardandır ki, hepsi bu
babtan önce geçmişlerdir. Kezâ bu kabilden olan sahib-i tertibin üzerinde kazâ
olduğunu hatırlaması, oturuştan evvel kendi fiili olmayan namaza zıd bir şey
bulunması bilittifak. oturuştan sonra bulunması İmam-A'zam'a göre namazı
bozacağı meseleleri de yukarıda geçmiştir. Lâkin bunların bazısı namazın aslını
değil, farz vasfını bozar. Nitekim son oturuştan evvel beşinci rekatı secde ile
kayıtlamak böyledir.
Kalben
dinden dönmek küfrü niyet etmekle olur. Velev ki bir zaman sonra olsun. Yahud
küfür olan şeyi itikâd etmektir. T.
Ben
derim ki: Ölümün semeresi ölen imamda meydana çıkar. İmam son oturuşun sonunda
ölürse ona uyanların namazı bozulur. Ve yeniden kılmaları lazım gelir. Kaadeden
sonra ölmekle namazın bozulmasını Şurunbulâli on iki meseleler üzerine yaptığı
ziyâdeler arasında zikir etmiştir. Namazlarının kefâretlerini vasiyet etmiş olsa
kefâretin vacip olmasında semere meydana çıkmaz. Çünkü müteber olan vaktin
sonudur. Halbuki o kimse vaktin sonunda edâya ehil değildir.
Hâniye
sahibi şöyle demiştir: «Bir kimse vaktin sonunda sefere çıkarsa namazı seferî
kılması icap eder. Velev ki vakitten ancak namazın bir kısmını kılacak kadar
kalmış olsun. Görmezmisin ki ölse veya uzun zaman bayılsa yahud devamlı şekilde
delirse veyahud kadın vaktin sonunda hayz görse namazın bütünü sâkıt olur.
Binaenaleyh sefere çıkınca namazın bir kısmı sâkıt olur.
Delilik
ve baygınlık namazı bozar. Vakit içinde ayılırsa namazın edâsı icap ettiği gibi
delilik ve baygınlık bir günle bir geceden fazla sürmezse kazâsı da lazım gelir.
Nitekim hasta namazının sonunda gelecektir.
Şârih
«abdest icap eden her şey» diyeceğine «ve kasden yapılan her hades» dese daha
iyi olurdu. T. Çünkü bazan abdest icap eden şey namazı bozmaz. Nitekim evvelce
görüldüğü vecihle namazda abdesti bozulanın namazı bozulmaz. Şârih bu hususta
Nehir sahibine uymuştur. Kazâ etmeden bırakılan bir rükün Meselâ: Bir secde kazâ
edilmeden selâm verilirse namaz bozulur. Bu kazâ demek mecâzdır. Şart
bırakılırsa namazın bozulması özür bulunmadığına göredir. Avret yerini örtecek
veya elbiseyi temizleyecek bir şey bulamamak ve kıbleye karşı dönememek gibi bir
özür bulunursa namaz bozulmaz. T.
«Meselâ:
İmamından önce rükûa eğilip doğrulduktan sonra ilh...» Burada beş suret vardır.
Şöyle ki:
1
- Bütün rekatlarda imamdan önce rükû ve secde yapar. Bu takdirde okumadan bir
rekat kazâ etmesi lazım gelir.
2
- İmamla beraber rükû ederde secdeyi ondan önce yaparsa iki rekat kaza etmesi
gerekir.
3
- İmamdan önce rükû ederde secdeyi onunla beraber yaparsa kıraatsiz olarak dört
rekat kazâ eder.
4
- Rükû ve sücûdu imamdan sonra yaparsa namaz sahihtir.
5
- Kezâ imamdan önce yaparda imam bunlarda kendisine yetişirse namaz sahih fakat
mekruhtur. Bunun izâhı İmdâd'dadır. Biz imamlık babının sonlarında izâh
etmiştik.
Şârih:
«İmamla selam vermesi» diye kayıtlaması, selam vermezden önce ve bunun gibi
namaza zıd olan her şeyde terk ettiği tahakkuk etmediği için namazın bozulduğu
anlaşılmaz.
Mesbûkun
imamdan ayrılması şöyle kuvvet bulur: İmamla birlikte secdesini yaparak teşehhüd
miktarı oturduktan ve imam selâm verdikten sonra veya selam vermeden
yetişemediğini kazâ etmeğe kalkar. Ama imam secde-i sehiv lazım geldiğini
hatırlarda onda da imama tâbi olursa namazı bozulur.
«Ayrıldığı
kuvvet bulmazdan önce imama tâbi olması vâcibtir.» Ama tâbi olmasa da namazı
câizdir. Çünkü vâcip olan secde de imama tâbi olmamak namazı bozmaz. Kazâ
ettiğini bitirdikten sonra secde-i sehiv yapar.
Mesbûkun
imamı teşehhüd miktarı oturduktan sonra kahkaha ile gülerse onun ve müdrik olan
cemâatın namazları tamamdır. Mesbûkun namazı bozulur. Zirâ namazın rükünleri
tamam olmadan bozan bir şey bulunmuştur. Ancak imamı selâm vermeden kalkarda o
rekatı secde ile kılarsa bozulmaz. Çünkü önceki babta geçtiği vecihle yalnız
kıldığı kuvvetlenmiştir. Tekbirden maksad intikal tekbirleridir. İhram
tekbirinde hemzeyi uzatırsa onunla namaza başlamak sahih olmaz. Namazın
bozulması başlamanın sahih olmasına terettüp eder.
Fetih'te
beyan edildiğine göre makam ve nâme ile okumak harekeleri uzatmakla olur.
Meselâ: Elhamd-ü-lillâhi rabb-il alemin ayetini okurken daldan sonra vâv
getirerek «elhamdü» şeklinde okumak, lâmdan sonra (i) getirerek Lillâhi şeklinde
ve kezâ rabbi okumak böyledir. Müezzinin rabbenâ'yı rabbenâ ve hamdi hâmd
şeklinde okuması da böyledir. Çünkü rab annenin ikinci kocası manasına gelir.
Nitekim kâmus' da da böyle denilmiştir. Karısının oğluna Arabça da rabib derler.
Harfi
med ile harfi lînde çirkinlik hâsıl olursa fazla uzatmak namazı bozar. Velev ki
manayı değiştirmesin. Harfi med ile harfi lîn ayni harflerdir. Bunlardan murad
(vâv, yâ. elif) dir. mezkûr harfler sakin olup üst taraflarında kendi
cinslerinden bir hareke bulunursa harfi med, kendi cinslerinden hareke
bulunmazsa harfi lîn olurlar. (meselâ: kâle, kîle, yekûlu kelimelerindeki vây yâ
elif harfi meddir. Ayn - havf kelimelerinde ise harfi lîndir.)
TETİMME:
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılıyor ki Kur'an'ı makamla okumak şâyet manayı
değiştirmez ve bir harf iki olacak kadar uzatılmayıp sırf sesi güzelleştirmek ve
kıraatı zînetlemek için olursa zarar etmez. Hatta bize göre gerek namazda
gelecek namaz dışında müstehap olur. Tatarhâniye'de böyle denilmiştir.
ZELLE-İ
KÂRİ
METİN
Namazı
bozan şeylerden biri de dil sürçmesidir. (buna Arabça da zellet-ul-kâri derler.)
Dil sürçmesi îrabda veya şeddeli bir kelimeyi şeddesiz, şeddesizi şeddeli
okumakta. yahud sıratallezîne gibi birveya iki harf ziyade etmekle veya iyya
kena'büdü gibi bir harf bitiştirmekle, durmakla veya başlamakla olursa manayı
değiştirse bile namaz bozulmaz. Bununla fetva verilir. Bezzaziye. Ancak
Rabbülâlemîn'in ve İyyake nâ'büdü'nün teşdidini terk ederse namaz bozulur.
İZAH
Münye
şârihi şöyle diyor: «Malûmun olsun ki bu fiil mühim bahislerdendir. Ve
ihtilâftan doğan kâideler üzerine kurulmuştur. Bazılarının tevehhüm ettiği gibi
üzerine bina edilecek kâidesi yok değildir. Bu kâideler bilinince her fer'î
meselenin hangi kaide üzerine bina edildiği anlaşılır ve zikir edilmeyen
meseleyi bu kâidelere göre izah mümkün olur. Şimdi deriz ki: Hata ya i'rabta
yani hareke ve sükûnda olur. Şeddeliyi şeddesiz okumak, çekilecek harfi çekmemek
veya bunların aksini yapmak bunda dahildir, yahud harflerde olur. Bir harfi
başkasının yerine koymak, ziyâde veya noksan yapmak, bir harfi önce ve sonra
okumak bu kabildendir. Yahud bu şekilde cümlelerde veya durakta ve mukabilinde
olur.
Mütekaddimîn
ulemaya göre kaide şudur: Manayı itikadî küfür olacak şekilde değiştiren sürçme
bütün bu söylenenlerde namazı bozar. Hata olarak ağzından çıkan kelime Kur'an'da
bulunsun bulunmasın fark etmez, Meğer ki değiştirilen cümlelerin arası tam bir
durakla ayrılmış olsun. Değiştirme böyle olmazsa bakılır: Söylenenin misli
Kur'an'da yoksa mana da hakikattan uzak son derece değişmiş olursa yine namaz
bozulur. Hâza-l-gurâb yerine hâzâ-l-gubâr okumak böyledir. Kezâ misli Kur'an'da
olmadığı gibi manası da yoksa hüküm yine böyledir. Serâir yerine serâil okumak
bu kabildendir. Misli Kur'an'da bulunur fakat mana hakikattan uzak olurda pek
fazla değişmezse ebû Hanîfe ile imam Muhammed'e göre namaz yine bozulur. İhtiyât
olan da budur. Ulemadan bazıları umum belvâya bakarak bozulmayacağını
söylemişlerdir. İmam ebû Yusuf'un kavli de budur. Kur'an'da misli yok lâkin mana
değişmiyorsa meselâ: Kavvamîn
yerine
kayyâmîn okursa hilâf aksine olur. Binaenaleyh mana çok değişmediği vakit
namazın bozulması hususunda muteber olan ebû Yusuf'a göre mislinin Kur'an'da
bulunması, tarafeyne göre ise mananın uymasıdır. Mutekaddimîn ulemanın kâideleri
bunlardır. İbn mukâtil, ibn Selam, İsmail Zâhid, ebû Bekir Belhî, Kindûvânî İbn
fadl ve Hulvâni gibi müteehhirîne gelince: Bunlar i'râb hatasının mutlak surette
namazı bozmadığına ittifak etmişlerdir. Velev ki itikâdi küfür olsun. Çünkü
insanların ekserisi i'rab vecihlerinin arasını ayıramazlar.
Kâdıhân:
Müteehhirînin sözleri daha sühûletbahş. mütekaddîmînin sözleri ise daha ihtiyat
olduğunu söylemiştir. Hatâ harf değiştirmek suretiyle olursa iki harfin arasını
zahmetsizce ayırmak mümkün olduğu takdirde ulema namazın bozulacağında ittifak
etmişlerdir. Sâlihat yerine tâlihât okumak böyledir. İki harfin arasını
zahmetsizce ayırmak mümkün değilse ekser ulemaya göre namaz bozulmaz. Çünkü
belvâyı âm (umumî ibtilâ) vardır. Dâd'ı zâ, Sâd'ı sîn okumak bu kabildendir.
Bazıları iki harfin arasını ayırmakta güçlük bulunup bulunmamasını bazıları da
mahreçlerinin yakın olup olmamasını nazar itibâra almışlardır. Lâkin fer'î
meseleler bu kavilden hiç birine göre zabtedilmemiştir. En iyisi bu hususta
mütekaddimînin kavlini tercih etmektir. Çünkü onların kâideleri zabt edilmiştir,
Hem onların kavli daha ihtiyattır. Fetvâlarda zikir edilen ekseri fer'î
meseleler onların kavline göredir.» Bunun bir misli de feth-ul-kadîr'dedir.
Tamamı ileride gelecektir. İ'rabda dil sürçmesi kavvâmen yerine kıvamen, nâ'büdü
yerine na'bed okumak gibi olur.
Manayı
değiştirmeye misâl: «innemâ yahşallahe min ıbadihil ulemâü»
ayetini
«innemâ yahşallahü min ıbadihil ulemâi» okumaktır. Mütekaddimîne göre bununla
namaz bozulur. Müteehhirîn ise ihtilaf etmişlerdir. İbn Mukatil ile ona tâbi
olanlara göre bozmaz. Birinci kavil daha ihtiyât, bu daha kolaylıktır. İbn
Hümâm'ın Zâd-el-Fâkîr adlı eserinde böyle denilmiştir. Kezâ «ve asâ ademü
rabbehü» ayetini «ve asâ Ademe rabbühü» okumak da ekser ulemaya göre namazı
bozar.
«Fesee
matar-ül-münzerîn» ayetini «Fesee matar-ül-münzirîn» şeklinde okumak
«iyyâkena'büdü» yi «iyyâkina'büd» çevirmek; musavvir musavver okumak da
böyledir. Ancak, musavvere şeklinde okuyup da bu kelimenin üzerinde durursa
namaz bozulmaz. Nevâzil'de bunların hiç birinde namazın bozulmayacağı
bildirilmiştir. Fetvâ bununla verilir. Bezzaziye ve Hulâsa. Şeddeli bir kelimeyi
şeddesiz okumak hususunda bezzaziye'de şöyle denilmiştir: kuttilü tâktîla yı
kutilü tâktîla okumakta olduğu gibi manayı değiştirmezse namazı bozmaz.
Rabbi-n-nâsi, Ve zallelnâ aleyhim ül gamam, in nennefse-l-emmâratün bis sûi
âyetlerini rabb-in-nâs, ve zalelnâ aleyhim. Leemâratün bis sûi okumakta olduğu
gibi manayı değiştirirse ulema ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyet bozduğuna kâildir»
Feth-ul-kadîr'de
bildirildiğine göre umumiyetle ulema bir kelimede uzatmayı ve teşdidi terk
etmenin i'râb hatası gibi olduğunu söylemişlerdir.
Onun
için bir çokları «rabb il âlemîn» ve «iyyâke na'büd» cümlelerini şeddesiz
okumakla namazın bozulacağını bildirmişlerdir. Çünkü iyyâ kelimesi şeddesiz iyâ
okunursa güneş manasına gelir. Esah olan kavil bozulmamasıdır. iyyâ yı iyâ
okumak az kullanılan bir lugattır. Müteehhirînin kavline göre buna hacet yoktur.
Buna binâendir ki evvelce geçtiği vecihle «ekber in hemzesi uzatılırsa namaz
bozulur demişlerdir.» Şeddesiz bir kelimeyi şeddeli okumak hususunda Münye
şârihi şöyle demiştir: Şeddesizi şeddeli okumanın hükmü hilâf ve tafsilât
hususunda aksinin hükmü gibidir. Bir kimse: Efeaynâ şedde ile yahud
ihdina-s-sırât yı ihdinel sırât şeklinde lamlı okusa namazı bozulmaz.»
Ben
derim ki: Bezzâziye sahibi ülêike hüm ül âdun âyetindeki ü şedde ile okursa
namazının bozulacağına cezm etmiştir. Yine Bezzâziye sahibinin bildirdiğine göre
bir kimse namazda manayı değiştirmeyen bir harf ziyâde ederse tarafeyne göre
namaz bozulmaz. Ebû Yusuf'tan iki rivayet vardır. Nitekim: ve enhâ an il münker
ve kezâ veyeteadde hududehü yudhılhüm nârâ okumak böyledir. Manayı değiştiren
bir harf ziyade ederse namaz bozulur. Meselâ: zerâbi yerine zerâbib, Mesâni
verine mesânin okumak ve kezâ: «Ve inneke lemine-l mürselin» şeklinde (vav)
ziyâdesiyle okumak namazı bozar. Yani bu şekilde okumakla kasemin cevabını kasem
yapmış olur. Nitekim Hâniye'de bildirilmiştir. Lâkin Münye'de bozulmaması
gerekir. denilmiş: şerhinde şu cümlelerziyâde edilmiştir: «Çünkü bu çirkin bir
değiştirme değildir. Cümle Kur'an olmaktan çıkmış değildir. Bunu kasem yapıp
cevabı mahzûftür demek te câizdir. Nitekim Vennâziât garkan ilh ayetinde cevab
mahzûftür.
Ben
derim ki: Zâhire göre zerâbib ve mesânin gibi kelimelerde namaz müteehhirin
ulemâya göre de bozulur. Çünkü bu babta hilâftan bahis etmemişleridir.
Bir
kelimeye bir harfi bitiştirmekle namaz bozulmaz. Bezzâziye'de: «sahih olan
bozulmamasıdır.» denilmiştir. Buna misâl: İyyâkenâ'büd dür. Münye'de şöyle
denilmiştir: «Umumun kavline göre namaz bozulmaz. Bazılarının kavline göre
bozulur. Bir takımları tafsilâta gitmiş ve: Kur'an'ın nasıl olduğunu bilir fakat
diline öyle geliverirse bozmaz. Ama Kur'an böyledir diye itikad ederek okursa
bozar demişlerdir.» Münye şârihi de bu söze şunları ilâve etmiştir: «Anlaşılıyor
ki bu ihtilâf ancak (iyyâ) ve benzerleri üzerinde durulduğuna göredir. Aksi
takdirde aklı başında olan bir kimsenin bunda namazın bozulacağını tevehhüm
etmesi layık değildir.»
T
E T İ M M E: Bir kelimeyi yarıya bölmeye .gelince: Hulvâni bunun namazı
bozacağına fetvâ vermiştir. Ulemanın umumu bozmadığını söylemişlerdir. Çünkü
nefesin kesilmesi ve unutma hususunda belvâ umumidir. Şu izâha göre bir kimse
bunu kasten yapsa bozulması gerekir. Bâzıları: Kelimenin bütününü söylemek
namazı bozarsa yarısını söylemek de bozar. Aksi ise bozmaz, demişlerdir.
Kâdıhân:
«Sahih olan budur. Kasid hâlinde bununla amel etmek evlâdır. Zarûret hâlinde
âmmenin kavli ile amel edilir.» diyor. Tamamı Münye şerhindedir. «Durmakla ve
başlamakla olursa manayı değiştirse bi1e namaz bozulmaz.» Bu hususta Bezzâziye
sahibi şunları söylemiştir: «Başlamak manayı fena halde değiştirmezse namazı
bozmaz. Meselâ: şart ve ceza cümlesinde şartta durmak, ceza ile başlamak ve kezâ
sıfatla mevsuf arasında durmak böyledir. Manayı değiştirirse Meselâ: «Şehide
ellâhü enneh tâ ilâh» diyerek dururda sonra: «illâhu» diye başlarsa ulemanın
umumuna göre namaz bozulmaz. Çünkü avâm takımı böyle şeyleri ayıramazlar. Bir
kimse: diyerek dursa da sonra geri kalanını okusa bilittifak namazı bozulmaz.»
Münye şerhinde: «sahih olan bunların hiç birinde namazın bozulmamasıdır.»
denilmiştir. «Bununla fetvâ verilir. Bezzâziye.» Bu ibâreden anlaşıldığına göre
Bezzaziye sahibi bunu bütün yukarıda gecenler hakkında söylemiştir. Halbuki öyle
değildir. O bunu yalnız i'rabta hata hakkında söylemiştir. Bütün yukarıda
geçenler hakkında Bezzâziye'nin ibâresini biz sana yukarıda naklettik. Tedebbür
eyle! Ancak «rabb-il-âlemîn ilah...» ibaresini Hâniye sahibi ebû âlâ Nesefî'ye
nisbet etmiş; sonra şunları söylemiştir: «Ulemanın umumuna göre teşhidi ve meddi
terk etmek i'rabda hatâ etmek gibidir. Müteehhirînin kavline göre namazı bozmaz.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: Bir kimse iyyâke veya rabb-il-âlemin
kelimelerinde teşdidi terk ederse muhtar olan şudur ki âmmenin kovline göre her
yerde namazı bozmaz.» Bu kavlin esah olduğunu feth-ul-kadîr'den nakletmiştik.
Binâenaleyh şârihin tercih ettiği kavl zaiftir. Şu da var ki manayı değiştirirse
bozulmaz. Kavlini tercih ettikten sonra bunu söylemenin bir manası yoktur. Çünkü
fark yoktur. Teemmül eyle!
METİN
Eğer
bir kelime ziyâde veya noksan eder yahud bir harf noksan bırakır veya onu önce
söyler yahud başka bir harfle değiştirirse meselâ: min semerihi izâ esmere
vestahsada ceddü rabbinâ şeklinde okur veya infeceret yerine infereceb, evvêb
yerine eyyâb derse mana değişmedikçe namaz bozulmaz. Ancak Dâd ile zâ gibi
birbirinden ayrılmaları güç olan harflerde ekser ulema namazın bozulmayacağını
söylemişlerdir, Bir kelimeyi tekrarlamakta böyledir. Bakâni manayı değiştirdiği
takdirde tekrarın namazı bozacağını sahih bulmuştur. Rabbi rabb il âlemîn okumak
böyledir. Çünkü izâfet vardır. Nitekim bir kelimenin yerine başka bir kelime
okurda mana değişirse hüküm budur. İnnel füccâra lefi cennâh okumak böyledir.
Tamamı mufassal kitablardadır.
İZAH
Bilmelisin
ki, ziyâde edilen kelime yâ Kur'an'da vardır; yahud yoktur. Her iki surete göre
yâ mana değişir yahud değişmez; Manayı değiştirirse mutlak surette namazı bozar.
İyilik işler ve küfür ederse sevapları kendilerine verilir. Ve kezâ ve emmâ
semudü fehedeynâhüm ve asaynâhüm Semude gelince onlara hidâyet verdik
ve
kendilerine isyân ettik, şeklinde okumak böyledir. Manayı değiştirmezse bakılır:
vebil vâlideyni ihsanâ vebirrâ Kur'an'da mevcud olursa bütün ulemaya göre namaz
bozulmaz. Kur'an'da yoksa meselâ: fâkihetün ve nahlün ve tüffahun ve rummanün
gibi ve kezâ şârihin verdiği misâlde olduğu gibi okursa namazı bozmaz. Fakat ebû
Yusuf'a göre bozulur. Çünkü Kur'an'da yoktur. Feth-ul-kadîr ve diğer kitablarda
böyle denilmiştir. Şârih kelime noksan etmeye misal vermemiştir. Münye şerhinde
şöyle deniliyor: «Bir âyetten bir kelime bırakırsa mana değişmedikçe namaz
bozulmaz. Meselâ: vecezâü seyyietün mislühâ okuyarak âyetteki ikinci seyyieh'i
bırakmak böyledir. Fakat mana değişirse meselâ: femâ lehüm yü'minun şeklinde
okurda âyetteki lâ yı bırakırsa umumiyetle ulemaya göre namaz bozulur.
Bozulmayacağını söyle yenlerde olmuştur. Sahih olan kavil birincisidir.
Harf
noksan etmeğe gelince: Malûmun olsun ki bırakılan harf kelimenin aslî
harflerindendir; yahud değildir. Her iki hâle göre manayı ya değiştirir; yahud
değiştirmez. Haleknâ yı noktasız «Ha» ile ve cealnâ yı cimsiz okuduğunda olduğu
gibi manayı değiştirirse İmam-A'zam'la İmam Muhammed'e göre namaz bozulur. Kezâ
vema haleknâzzekere vel ünsâ âyeti (Vâv) ı terk ederek okursa namaz bozulur.
Ulema ebû Yusuf'un kavline göre bozulmayacağını söylemişlerdir. Çünkü okunan
kısım Kur'an'da vardır. Hâniye.
Noksan
edilen harf manayı değiştirmezse mesela: Nahivde ki şartlarına uygun olarak
münâdayı terhîm sureti ile ya melik yerine ya mali derse bil'ittifak namazı
bozulmaz. Bunun bir örneği de tealâ ceddü rabbinâ âyetini teale ceddü rabbinâ
okuyarak yâ yı hazif etmektir ki, ittifaken namaz bozulmaz. Nitekim Münye
şerhinde bildirilmiştir. Tatarhâniye'de de bildirilmişse de ittifaken
denilmemiştir.
Bir
harfi yerinden önce okumak hususunda fetih'de şöyle denilmiştir: «Manayı
değiştirirde meselâ: kasverah kelimesini kavserah şeklinde okursa namaz bozulur.
Değiştirmezse İmam Muhammed'e göre bozulmaz Ebû Yusuf buna muhâliftir» Bunun bir
misâlide enfeceret kelimesini enferecet okumaktır.
Bir
harfi başka bir harfle değiştirmek ya peltek kimsede olduğu gibi âcizlikten
dolayıdır. Bunun hükmünü imamlık bâbında görmüştük. Yahud hatâ yolu ile olur. Bu
takdirde manayı değiştirmez ve misli Kur'an'da da mevcud olursa. meselâ:
innelmüslimûne şeklinde okursa namaz bozulmadığı gibi kayyâmîne bilkıstı
okumakla ve şârihin misâlindeki eyyâb şekli ile dahi tarafeyne göre namaz
bozulmaz.
Ebu
Yusuf'a göre bozulur. Manayı değiştirirse tarafeyne göre namaz bozulur. Misli
Kur'an'da yoksa ebû Yusuf'a göre de bozulur.
Bir
kimse eshabis-sâîr'i eshabiş-şâîr okursa namazı bilittifak bozulur. Meselenin
tamamı fetih'tedir. Birbirinden ayrılmaları güç olan harfler hakkında Haniye'de
ve Hulâsa'da şöyle denilmiştir: «Harf yerine harf değiştirdiği ve mana değiştiği
zaman kaide şudur: O iki harfin aralarını zahmetsizce ayırmak mümkünse namaz
bozulur. Za ile da, sa ile se ve ta ile te gibi birbirlerinden güçlükle
ayrılırlarsa ekser ulema namazın bozulmadığını söylemişlerdir. Hızânet-ül-ekmel
nâm kitabda bil-dirildiğine göre Kadı ebu âsım: «Bunu kasden yaparsa namaz
bozulur. Diline geliverdi ise yahud iki harfin birbirinden nasıl ayrılacağını
bilmezse bozulmaz.» demiştir.
Hılye
sahibi: «Muhtar olan kavil budur.» demiş; Bezzaziye'de dahi en âdil kavil bu
muhtar olanda bu olduğu kayt edilmiştir. Tatarhâniye'de Hâvî'den naklen şöyle
denilmiştir: «Saffar'dan rivayet olduğuna göre kendisi: Hatâ harflerde olursa
namazı bozmaz. Çünkü belvayı âm vardır; insanlar harfleri ancak güçlükle
çıkarırlar. demiştir. «Yine Tatarhâniye'de şu satırlar vardır: «İki harfin
arasında mahrec birliği ve yakınlığı olmayıp yalnız umumi belvâ varsa meselâ
avam: sâd yerine zel, zel yerine keskin zâ, dâd yerine yerine tâ okursa bazı
ulemaya göre namaz bozulmaz.» Ben derim ki: Bu izaha göre sâ yı sine,
zamanımızdaki avâmın konuştukları gibi kâfı hemzeye çevirmekle namazın
bozulmaması gerekir. Çünkü avam bunların orasını ayıramıyor. Zâl ile zâ
gibilerinin arasını ayırmak kendilerine son derece güç geliyor. Bâhusus Kâdı ebu
Asım ile Saffar'ın sözlerine göre namazın bozulmaması icap eder. Bütün bunlar
müteehhirînin sözleridir. Bunun daha geniş ve kolaylıklı, mütekaddimînin
kavlinin ise daha ihtiyatlı olduğunu gördün. Münye şârihi şöyle diyor: «Ehli
tahkik ulemanın sahih buldukları ve üzerine mesele tefrî ettikleri kavl budur.
Hangisini istersen onunla amel et! Ama ihtiyat evlâdır. Bilhassa kulun ilk
hesâba çekileceği namaz meselesinde ihtiyata rîâyet etmelidir.» Bir kelimeyi
tekrarlamak hususunda Zâhîriye sahibi şunları söylemiştir: «Bir kelimeyi
tekrarladığı takdirde mana değişmezse namaz bozulmaz.
rabbi
rabbülalemin suretlerinde olduğu gibi miliki mâlikiyevmiddin mana değişirse
bazıları bozulmayacağını söylemişlerse de doğrusu bozulmaktır. Bu fasıl dikkat
icap eden bir fasıldır. Zira bunda incelik vardır. Burada namazın bozulup
bozulmadığını ayırmak ancak muzâf ve muzâf ileyhi bilmekle mümkün olur.»
Ben
derim ki: Bundan anlaşılan, namazın bozulmasının bunu bilmeğe bağlı olmasıdır.
Bilmezse yahud izâfet manasını kast etmeden diline geliverirse veya sırf
harflerin mahreçlerini düzeltmek için kelimeyi tekrarlarsa namazın bozulmaması
gerekir. Hiç bir şey kast etmeden tekrarlaması da böyledir. Çünkü hem izâfet hem
te'kide ihtimali vardır. İzâfet ihtimaline göre de birinci kelimenin mahzûfe
izâfet edilmiş olması ihtimali vardır. İhtimal bulununca bozulma hükmü ortadan
kalkar. Çünkü hata yüzde yüz belli değildir. Evet, hepsini izâfeyi kast ederse
namazın bozulacağında hatta bunun küfür olduğunda şübhe yoktur. Benim anladığım
budur. Bunu teemmül et! Bir kelimenin yerine başka bir kelime okumak dört
şekilde olur. Çünkü okuduğu kelime munayı yâ değiştirir ya değiştirmez. Her iki
ihtimâle göre ya Kur'an'da vardır yahud yoktur. Manayı değiştirirse namaz
bozulur. Lâkin fela'netullahi alelmuvahhidîn gibi değişikliklerde bilittifak,
şârihin verdiği misâl gibilerde sahih kavle göre bozulur. Çünkü Kur'an'da
vardır. Fetih ve diğer kitablarda namazın bozulması «tam olarak durmazsa» diye
kayıtlanmıştır. Tam olarak innel füccâra diye dururda sonra: kısmını okursa
namaz bozulmaz. Mana değişmezse namaz bozulmaz. Lâkin errahmânil kerîm gibi
değişiklikte bilittifak innel müttegîne le fi besatîn gibi yerlerde imam ebû
Yusuf muhâlif olarak bozulmaz. Nesebi değiştirmek de bu nevidendir. Meselâ
meryemübnetü ğaylen okusa bilittifak namazı bozulur.
Îsebnü
lugmân okumakta böyledir. Zira kasden okunması küfürdür. okumak böyle değildir.
Nitekim fetih'de beyan edilmiştir. Allah-u-Alem.
METİN
Yazıya
bakmak ve anlamak, mekruh olmakla beraber velev ki anlamak niyetiyle baksın
namazı bozmadığı gibi esah kavle göre ovada veya büyük mescidde secde yerinden
birinin geçmesi yahud evde veya küçük mescidde önünden yani kıble divarı
tarafından geçmesi - kadın veya köpek bile olsa - mutlak surette namazı bozmaz.
Çünkü bu bir yer gibidir. Namaz kılan yüksek bir yerde olurda aşağıdan onun
önünden geçerse geçenle kılanın bazı uzuvları bir hizâya gelmek şartıyla de
namaz bozulmaz.
İZAH
«Velev
ki anlamak niyetiyle baksın» sözü ile şârih bazılarının: «Anlamak niyetiyle
bakarsa imam Muhammed'e göre bozulur.» İddialarının reddine işaret etmiştir.
Bahır sahibi diyor ki: «Sahih olan kavil bilittifak bozulmamasıdır. Çünkü o
kimseden bir fiil sâdır olmamıştır. Bir de ihtilaf şüphesi vardır. Ulema
fetih'in yazdığı cüzü namazda önüne koymaması gerekir. Çünkü olurda gözü o cüze
değine ilişir ve anlarsa o işe ihtilâf şübhesi karışır. Demişlerdir.» Yani
kasten bakarsa demek istemişlerdir. Çünkü ihtilâfa mahal olan odur. Bakmanın
mekruh olması namaz amellerinden olmayan bir işle meşgul olduğundandır. Ama
kasıtsız olarak gözüne ilişirde anlarsa mekruh olmaz. T. «Secde yer»nden maksat,
ayaklarıyla secde ettiği yerin arasıdır. Nitekim Dürer'de böyle denilmiştir. Bu
ve bundan sonraki kayıtlar günaha girmek için muteberdir. Yoksa namaz
mutlaksurette bozulmaz. Şârih'in «esah kavle göre» diyerek anlattığını
Şems-ül-eimme. Kâdıhân ve Hidâye sahibi tercih etmişlerdir. Bu kavli Muhit
sahibide beğenmiş Zeyleî ise sahih kabul etmiştir. Bu kavlin mukabili: Huşû ile
namaz kılan bir kimsenin secde mahalline bakarken önünden geçene gözü ilişecek
kadar olmasıdır. Timurtâşi ve Bedâyi sahibi bu kavli sahih bulmuşlar:
Fahr-ul-islâm, Nihâye ve feth-ul-kadîr sahipleri dahi bunu tercih etmişlerdir.
İnâye sahibi birinci kavli ikinciye ircâ ile secde yerini yakına hamletmiştir.
Bahır sahibi ise ona muhalefet ederek birinci kavli sahih bulmuştur. Ben Bahır
üzerine yazdığım derkenarda Tecnis'den naklen İnâyenin Söylediklerine delâlet
eden sözler söyledim. Oraya müracaat edebilirsin «Kıble divarı tarafından
geçmesi»nden murad: Ayaklarının yeri ile kıble divarı arasıdır. Bu sütre
olmadığına göredir.
Tecnisîn
ibâresi şudur: «Sahih olan gözünün erdiği nıîktardır ki o da secde ettiği
yerdîr. Ebû Nasr ilk saf ile imamın durduğu yerin arası miktardır. Bu söz
birincinin aynidir. Lâkin ibâre değişiktir. Bizim üstâdımız Minhâc-ül-eimme'den
okuduğumuza göre, huşû sahibleri gibi namaz falan birinin geçene gözü ilişecek
kadar yerden geçmesidir. Bu ibâre daha açıktır.» Hidâye sahibinin eseri olan
Tecnîsin ibâresi burada sona erer. Bütün kavilleri bak nasıl birleştirerek bir
kavil hâline getirmiştir. İhtilâf sâdece ibârededir. Manada ihtilâf yoktur. Bu
söz Şeyh Ekme-d-dîn'in İnâye nâm eserinde söylediklerine açık bir delildir.
Sütre bulunursa onun arkasından geçmesi zarar etmez. Nitekim izâhı gelecektir.
Zâhire
göre «Ev» tâbirinde büyük hânede dahildir. Kuhistânî'de: «Küçük mescidin
hükmünde ev hânenin de dâhil olması gerekir.» denilmiştir Küçük mescid altmış
arşından az olandır. Bazıları kırk arşından az olandır demişlerdir ki, muhtar
olan kavil budur. Nitekim Cevâhir'de de buna işaret edilmiştir. Küçük mescidin
ve evin bir yer hükmünde olması, iki saf miktarı fâsılanın imama uymaya mâni
sayılması cihetindendir. Çünkü bir yer sayılmıştır. Büyük mescid böyle değildir.
Zira büyük mescidde bu miktar mâni sayılır. Burada öyle değildir. Namaz kılanın
önündeki mesâfe kıble divarına kadar bir yer sayılır. Büyük mescid ve ova böyle
değildir. Çünkü ona da bu hüküm verilse geçenlere güçlük lazım gelir.
Binaenaleyh secde yerine munhasır olmuştur. Bu mahali izah ederken benim
anladığım budur.
«Kadın
veya köpek bile olsa» cümlesi mutlakın beyanıdır. Şârih bununla Zâhiriye
fırkasına red cevabı vermeği işaret etmiştir. Onlar: «Namaz kılanın önünden
kadın, köpek ve eşekin geçmesi namazı bozar.» demişlerdir. Ayni zamanda: «Kara
köpeğin geçmesi namazı bozar.» diyen İmam Ahmed'e de red cevabıdır. Bir de bu
hususta rivayet edilenlerin nesh edilmiş olduğuna işarette bulunmuştur. Nitekim
Hılye'de tahkiki yapılmıştır.
Önünden
geçenin bazı uzuvlarının namaz kılanın uzuvları hizâsına gelmesi hususunda Münye
şârihi şunları söylemiştir: «Şüphesiz ki maksat gecen kimsenin âzasının namaz
kılanın bütün uzuvları hizâsına gelmesi değildir. Çünkü bu ancak geçilen yerle
namaz yerinin yükseklik ve alçaklıkta müsâvi olmasiyle mümkündür. Maksat bazı
uzuvların bir hizaya gelmesidir. Bu geçenin başı namaz kılanın ayakları hizasına
gelmekle de olur.» Lâkin Kuhistânî'de bildirildiğine göre âzanın âza ile bir
hizâda bulunmasında gecenin bütün uzuvları müsâvidir. Sahih olan budur. Nitekim
tetimmedeböyle denilmiştir. Bazılarının dediğine göre namaz kılanın bütün
uzuvları, diğer bazılarının dediklerine göre ekserisi bir hizâda bulunacaktır.
Nitekim Kirmâni'de böyle denilmiştir. Bu gösteriyor ki daha azı veya yarısı
hizâya gelirse mekruh olmaz Zâd namındaki kitabta: «Geçenin alt yarısı namaz
kılanın üst yarısı hizâsına gelirse mekruh olur. Nasıl ki geçen kimse at üstünde
bulunursa böyle olur.» denilmiştir. Teemmül eyle!
METİN
Ev
üzeri, karyola ve geçenin boyundan az olan her yüksek yer dahi ayni hükümdedir.
Bazıları sütreden az olan yükseklik demişlerdir. Nitekim gurer-ül-ezkâr'da
bildirilmiştir. Velev ki geçen kimse bunda günahkâr olsun. Çünkü Bezzâr
hadisinde: «Namaz kılanın önünden geçen kimse yüklendiği günahı bir bilse kırk
yıl durur; geçmezdi.» buyurulmuştur. Günah hâil (perde) bulunmadığı zamandır.
Velev ki secde ettiği zaman kalkıp sonra tekrar yerine inen perde olsun. Ama
safta boş yer bulunursa giren kimse o yeri doldurmayanın önünden geçebilir.
Çünkü o kimse kendi hürmetini iskât etmiştir. Agah ol!
İZAH
Bazıları
sütreden murad bir arşından az olan yükseklik demişlerdir. Bahır sahib; diyor
ki: «Bu yanlıştır. Zira böyle olmuş olsa hayvan üzerinde geçmenin mekruh
olmaması icap ederdi.» Bu sözün bir mislide Fetih'tedîr. «Velev ki geçen kimse
bunda günahkar olsun.» sözü namazın bozulmadığına mubâleğâdır. Çünkü günah
fesadı istilzam etmez. öyle anlaşılıyor ki, geçen kimse günahkar olur. Velev ki
namaz kılanın önünde sütre bulunmasın. Bu manayı ifade eden sözleri bizde
söyleyeceğiz. Ve namaz kılana günah olmadığını bildireceğiz. Lâkin Hılye sahibi
şunları söylemiştir. «Fukahadan bazıları burada dört suret olduğunu
bildirmişlerdir.
Birincisi:
Geçen kimsenin namaz kılanın önünden geçmemek imkânı bulunması ve namaz kılanın
işe karışmaması hâlidir. Bu takdirde günah yalnız geçene ait olur.
İkincisi:
Bunun mukabilidir. Yani geçmeğe namaz kılanın sebep olması, geçenin oradan
geçmekten başka çâresi bulunmamasıdır. Bu takdirde günah yalnız namaz kılana
mahsustur. Geçene günah yoktur.
Üçüncüsü:
Geçmeğe namaz kılanın sebep olması ve geçenin oradan geçmekten başka bir çaresi
bulunmasıdır. Bu takdirde ikiside günahkar olurlar. Namaz kılan geçmeğe yol
verdiği için, geçende bunu yapmamak elinde olduğu halde geçtiği için günaha
girerler.
Dördüncüsü:
Namaz kılanın yol vermemesi, geçeninde başka çaresi olmaması halidir. Bu
takdirde ikiside günahkar olmazlar. Şeyh Takıyyiddîn ibn Dakik-ıl-lyd bunu böyle
nakletmiştir.»
Ben
derim ki: Hılye sahibinin sözünden anlaşıldığına göre bizim mezhebimizin
kaideleri de buna aykırı değildir. Zira kendisi bunu söylemiş ve ikrar etmiştir.
Bazıları bunu Bedâyi sahibine nisbet etmişlerse de ben Bedâyi'de görmedim. Olmuş
olsa Hılye sahibi onu Şâfiilerden nakletmezdi.
Öyle
anlaşılıyor ki, şu mesele ikinci sûretindir: Cemâat namaza kalktıklarında bir
kimse mescidin kapısında namaza dursa. dışarıdan gelen onun önünden geçebilir.
Nitekim gelecektir. Bir kimsekendi erâzısinde umumî yola karşı namaza dursa
üçüncü suretten olur. Çünkü geçen kimse durmakla emir olunmuştur, Velev ki başka
yol bulamasın. Nitekim hadislerin mutlak ifâdesinden de anlaşılmaktadır. Evet o
kimse geçmekle mecbur değilse başka yol bulamasa bile durmalıdır. Bu izah onun
durma imkanına göredir. Ama başka bir yol bulur yahud namaz kılanın arkasından
veya önden uzak bir yerden geçmek imkânı bulursa o zaman yine üçüncü suretten
olur. Aksi halde ikinci surettendir. Binaenaleyh bir kimse umumi yol üzerinde
namaz kılsa namazı muhterem değildir. Nitekim safta boş yer varken arkasında
kılanın namazı da öyledir. Böyleleri başkalarının hakkına tecavüz ettikleri için
önlerinden geçmek memnu değildir.
T
E N B İ H : Medenî haşiyesinde beyân olunduğuna göre Kâbe'nin içinde namaz
kılanın, makam-ı İbrahim'in arkasında ve tavaf yerlerinin etrafında kılanların
önlerinden geçmek memnu değildir. Çünkü, İmam Ahmed'le ebû Dâvud'un Muttalip bin
ebî Vedâa'dan rivayet ettikleri bir hadiste hazreti Muttalip: «Ben Peygamber
(s.a.v.)i beni sehim kapısının bulunduğu tarafta namaz kılarken gördüm. İnsanlar
önünden geçiyorlardı. Aralarında sütrede yoktu.» demiştir. Bu hadisin tavaf
edenlere hamledildiği anlaşılıyor. Çünkü tavaf namazdır. Ve sanki önünde namaz
kılanların safları varmış gibi olur. Bu beyanın bir misli de Bahrı Amiktedir.
İzzeddin ibn Cemâa onu Tahavî'nin Müşkilâte-I-âsar adlı kitabından nakletmiştir.
Molla Aliyyülkâri'de Mensik kebîrinde nakletmiştir. Hac bahsinin ihram bâbında
inşâallah bunu te'yid eden sözler gelecektir. Hılye'de bildirildiğine göre
Bezzâr hadisi sahihaynda şu lafızladır: «Namaz kılanın önünden geçen kim&e
üzerine ne aldığını bilse onun için kırk yıl beklemek önünden geçmekten daha
hayırlı olurdu.» Bu hadisin râvilerinden Ebu-n-Nadir: «Rasûlüllah (s.a.v.) kırk
gün mü dedi yoksa kırk ay veya kırk yıl mı dedi bilemiyorum.» demiştir. Hılye
sahibi diyor ki: «Bu hadisi Bezzar tahric etmiş ve kırk yıl demiştir.»
Buharî'nin bazı rivayetlerinde: «Üzerine ne derece vebâl aldığını bilse...»
denilmiştir.
«Velev
ki secde ettiği zaman kalkıp sonra tekrar yerine inen perde olsun» cümlesinden
murad: Secde ettiği vakit başının hareketiyle kalkan sonra tekrar yerine inen
perdedir. Bu sureti Sa'di Çelebi Hidâye sahibi nâmına cevap olarak zikir
etmiştir. Hidâye sâhibi hududun secde yeri olduğunu tercih etmiştir. Nitekim
musannıf da bu yoldan yürümüştür. Hidâye sâhibine itiraz edilmiş ve: «Arada
divar veya direk gibi bir mânı bulunursa önünden geçmek mekruh değildir. Mâni
secde yerinde bulunamaz.» denilmiştir. Sa'di Çelebi bu itirazına cevap vermiş
ve: «Asılı bir yerde olması câizdir. Rükû veya secde ettiği zaman namaz kılanın
başı onu secde yerinden giderir. Sonra kalktığı veya oturduğunda tekrar yerine
döner.» demiştir. Bu şöyle olur: Perde meselâ: Tavana asılarak sarkıtılır. Namaz
kılan ona yakıncacık durur. Secdeye gittiğinde perde sırtına düşer. Secdesi
perdeden hâric kalır. Kalktığı veya oturduğu vakit yere sarkar. Ve örter.
«Ama
safta boş yer bulunursa mescide giden kimse orayı doldurmak için namaz kılanın
önünden geçebilir.» Bu hususta Kınye'de şöyle deniliyor: «Bir kimse mescitte son
safa dururda diğer saflarla arasında boş yerler bulunursa mescide giren saflara
yetişmek için onun önündengeçebilir. Çünkü o kimse kendi hürmetini yitirmiştir.
Binaenaleyh önünden geçen günahkâr olmaz. Firdevs'de ibn Abbâs (r.a.)dan rivayet
edilen su hadis buna delâlet eder: «Rasûlüllah (s.a.v.): Bir kimse bir safta boş
yer görürse onu bizzat doldursun. Bunu yapmazda önünden biri geçerse boynunun
üzerinden adımlayıp gitsin. Zira onun hürmeti yoktur. buyurmuşlardır.»
Ben
derim ki: Boynunun üzerinden adımlamaktan murad: Ensesine basmak değildir. Çünkü
bu o kimsenin ölümüne sebep olabilir ve câiz değildir. Maksat üzerinden
adımlamaktır. Üzerinden adımlayıp geçmek câiz olunca önünden geçmek haydi haydi
câizdir.
Sonra
bu mesele musannıfın: «Velev ki gecen kimse bunda günahkar olsun.» sözünden
istisnâ gibidir. Kâbenin içinde, makam-ı İbrahim'in arkasında ve tavaf yerinin
kenarlarında namaz kılanların önlerinden geçenler dahi istisnâ edilirler.
TETİMME:
Garib-ir-Rivaye'de bildirildiğine göre büyük dere ve kezâ büyük havz sütre
sayılmaz.
Öyle
anlaşılıyor ki bu mesele küçük mescidin içinde büyük dere farz edilerek takrir
edilmiştir. Büyük mescidde veya ovada olursa büyük dere sütre sayılmasa bile
mekruh olan secde yerinden yahud oraya yakın yerden geçmektir. Büyük derenîn
arkasından geçen namaz kılana uzak bulunur.
Kuyu
sütredir. Bir kimse namaz kılanın önünden geçmek isterse elinde bir şey
bulunduğu takdirde onu namaz kılanın önüne koyar. Sonra geçer ve o şeyi alır.
İki kişi geçmek isterse biri namaz kılanın önünde durur. Diğeri geçer. Öteki de
öyle yapar. Yanında hayvan olurda onun üzerinde geçerse günahkar olur. İner ve
hayvanı sütre yaparak geçerse günahkar olmaz. İki kişi birbirleri hizâsında
geçerlerse namaz kılan tarafında olan günahkar olur. Kınye.
Ben
derim ki: Elinde bastonu olurda kendiliğinden yerde durmazsa onu eli ile tutarak
arkasından geçtiği takdirde kâfi gelir mi? bunu bir yerde görmedim.
METİN
İmam
ve kezâ yalnız kılan kimse sahrada ve benzeri yerlerde üç arşından yakın olmak
üzere iki kaşından biri hizâsına bir arşın uzunluğunda ve bakan görsün diye bir
parmak kalınlığında bir sütre diker. Bu menduptur. Bedâyi. Sütre iki gözünün
arasına dikilmez. Sağ kaşının hizâsına dikmek efdaldir. Sütreyi yere bırakmak
veya çizgi çizmek kâfi değildir. Bazıları kâfi olduğunu söylemişlerdir. Çizgi
uzunluğuna çizilir. Mihrap şeklinde çizileceğini söyleyenlerde vardır.
İZAH
İmama
uyan cemâata imamın sütresi kâfidir. Nitekim gelecektir. Sahra ve benzeri
yerlerden murad: Önünden geçilmek korkusu olan her yerlerdir. Bahır'da Hılye'den
naklen şöyle denilmiştir: «Sahra ile kayıtlaması ekseriyetle namaz kılanın
önünden sahrada geçildiği içindir. Yoksa nerde olursa olsun önünden
geçileceğinden korkuluyorsa sütreyi terk etmek mekruhtur.» Sütrenin bir arşın
uzun olması en az miktarıdır. T. Anlaşılan arşından murad: Şâfiîlerin açıkladığı
el arşınıdır ki, iki karış boyundadır. Musannıf gibi Hidâye sahibide
kalınlığının bir parmak miktarı olacağını kayıt etmiştir. Lâkin Bedâyi sahibi
bunun zaif bir kavl olduğunu söylemiştir. Ona göre kalınlığa itibar yoktur. Öyle
görünüyor ki, mezhepte budur. Bahır.
Hâkimin
rivayet ettiği ve Müslim'in şartı üzere olduğunu söylediği şu hadisde bunu
te'yid eder: «Peygamber (s.a.v.): Sütre için semerin arka kaşı kadar bir şey
kâfidir. Velev kıl kadar ince olsun! buyurdular.» Semerin arka kaşı: Semerin
arkasındaki çubuktur. Nitekim Hılye'de böyle denilmiştir.
Sütre
dikmek menduptur. Çünkü bir hadisi şerifte: «Biriniz namaz kıldığı vakit bir
sütreye karşı kılsın. Kimseyi önünden geçirmesin!» buyurulmuştur. Bu hadisi
Hâkim, imam Ahmed ve başkaları rivayet etmişlerdir. Münye'de sütreyi terk
etmenin mekruh olduğu bildirilmiştir. Bu kerahet kerahet-i tenzihiyedir.
Hadisdeki emri hakikatından değiştiren âmil ebû Davud'un Fazıl ile Abbas'dan
rivayet ettiği hadistir. Bu hadiste: «Biz peygamber (s.a.v.) bizim bir çölümüzde
ovada namaz kılarken gördük. Önünde sütre yoktu.» denilmektedir. İmam Ahmed'in
rivayet ettiği bir hadisde: «İbn Abbâs ovada namaz kıldı. Önünde bir şey yoktu.»
denilmiştir. Nitekim Şurunbulâliye'de beyan olunmuştur. Şârih: «üç arşından
yakın...» diyeceğine «üç arşın miktarı» dese daha iyi olurdu. Çünkü Bahır'da
Hılye'den naklen: «Sünnet, sütre ile namaz kılan arasındaki mesafe üç arşından
fazla olmamaktır.» denilmiştir. T.
Şimdi
şu kalır: Acaba bu, namazı sütreye karşı kılma sünnetini yerine getirmiş olmak
için şartmı dır? Yani sütreyi üç arşından uzağa dikerse sütresiz kılmış sayılır
mı? yoksa müstakil bir sünnet midir! bunu bir yerde görmedim.
Sütreyi
sağ kaşının hizâsına dikmek efdaldir. Bunu Zeylei açıklamıştır. «Sütreyi
dikemeyince yere bırakmak veya çizgi çizmek kâfi değildir.» Hidâye sahibi bunu
tercih etmiştir. Gâyet-ül-Beyan'da bu kavl ebû Hanîfe ile imam Muhammed'e nisbet
edilmiştir. Mezkûr kavli ulemadan bir cemâat şahih bulmuştur. Bunlardan biri de
Kâdıhân olup: «Çünkü yere bırakmak maksadı ifâ edemez.» Şeklinde ta'Iilde
bulunmuştur. Bahır.
Sütre
bulamayan kimsenin yere bir çizgi çizmesi dahi iki rivayetten birine göre kâfi
değildir; sünnete aykırıdır. Birçok ulema bu kavlı tercih etmişlerdir. Hidâye'de
tercih edilen de budur. Zira bununla maksad hâsıl olmaz; çizgi uzaktan görünmez.
Bazıları gerek sütreyi yere bırakmanın gerekse çizgi çizmenin kâfi geldiğini,
bununla sünnet yerini bulduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu kavli Kudûri imam ebû
Yusuf'tan nakletmiştir. Sonra sütrenin genişliğine değil, uzunluğuna konulacağı
bildirilmiştir. Tâ ki dikilmiş gibi olsun. Çizgi de sünnettir. Nitekim imam
Muhammed'den rivayet edilen ikinci kavil de budur. Çünkü ebû Dâvud hadisinde:
«yanında sopa yoksa çizgi çizsin!» buyurulmuştur. Bu hadis zaiftir. Ama
faziletler hususunda onunla amel câizdir. Bundan dolayıdır ki Kemâl bin Hümâm:
«Sünnet tâbi olunmağa daha layıktır.» demiştir, Bununla beraber yerdeki sütre az
çok görünür. Zira maksat hayâl dağılmasın diye onu sütreye bağlamaktır. Bahır'da
ve Münye şerhinde böyle denilmiştir. Hadisi zaif çıkaranlara imam Ahmed'le ibn
Hibbân'ın ve diğer hadis ulemasının onu sahih kabul ettikleri hatırlatılarak
itiraz olunur.
Çizgi
uzunluğuna çizilir. Münye şerhinde kayıt edildiğine göre ebû Dâvud şöyle
demiştir: «Ulemadan bazıları çizginin uzunluğuna çizileceğini, bazıları da
genişliğine hilâl gibi çizileceğini söylemişlerdir.» Nevevî birinci kavlin
tercih edildiğini söylemiş «Ta ki sütrenin gölgesine benzesin» demiştir. T.
T
E N B İ H : Bir kimsenin yanında sütre bulunmazda elbise veya kitap gibi bir şey
bulunursa onu önüne koymak kâfimidir değil midir? Ulema bundan bahis
etmemişlerdir. Zâhire göre kâfidir. Nitekim Kemal bin Hümâm'ın yukarıda gecen
ta'lilinden de bu anlaşılır. Kezâ elbiseyi yayarak üzerinde kılarsa kâfidir.
Sonra ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre sütreyi dikmek mümkünse yere
bırakmak kâfi gelmediği gibi yere koymak mümkünse çizgi çizmek de kâfi değildir.
METİN
Namaz
kılan kimse önünden geceni def eder. Bu ruhsattır; terk edilmesi daha iyidir.
Bedâyi. Bâkani diyor ki: «Önünden geçene vururda ölürse Şâfiî (radıyellahü
anha)ye göre bir şey lazım gelmez. Mezhebimizin kitablarından anlaşıldığına göre
bîz buna muhâlifiz. Def etmek tesbih, âşikâra okumak veya işaretle olur. Bize
göre bundan fazlası yapılmaz. Kuhistâni. Tesbihle işaretin ikisi birden
yapılmaz. Çünkü mekruhtur. Kadın el çarpar. Ama avuçlarını birbirine vurmaz.
Erkek el çarpıp kadın tesbih etse namaz bozulmaz; fakat ikisi de sünneti terk
etmiş olurlar. Tatarhâniye. İmamın sütresi bütün cemâata kâfidir. Önünden geçen
kimse ve yol bulunmazsa sütreyi terk etmek câizdir. Fakat fiili evlâdır.
İZAH
Namaz
kılanın önünde sütre olmayıp önünden biri geçerse yahud sütre ile o kimsenin
arasından biri geçerse onu def eder. Nitekim Hılye ile Bahır'da böyle
denilmiştir. Bunun ifâde ettiği mana geçen kimsenin günahkar olmasıdır. Velev ki
sütre bulunmasın. Tatarhâniye'de bildirildiğine göre geçeni başka bir kimse def
ederse ister namaz içinde ister dışında olsun beis yoktur.
Şâfiîlere
göre önünden geçeni def etmek için vurmaktan başka çâre kalmazsa vurur. Zira
Şâfiîler def etmek için hafif bir çâre aramanın lazım geldiğini açıklamışlardır.
Nitekim saldırganı def etmek için de hafif çare aranır. Bizim mezhebimiz
Şâfiînin kavline muhaliftir. Zira ulemamızın açıkladıklarına göre bu ruhsattır.
Azîmet o kimseye dokunmamaktır. Ruhsat olunca selâmet sıfatiyle kayıtlıdır. Bunu
Rahmetî söylemiştir. Hatta «işaretten fazla bir şey yapılmaz.» sözleri, ruhsatın
işaretten ibaret olduğunu açıkça gösterir. Kavga ve çarpışmaya aslâ izin
verilmemiştir. Gerçi bir hadiste: «Namaz kılan kimse onunla çarpışsın; çünkü o
şeytandır.» Buyurulmuşsa da bu hadis nesih edilmiştir. (hükmü kalkmıştır.) Zira
Zeyleî'de Serahsî'den naklen beyân olunduğuna göre çarpışma emri islâmın ilk
zamanlarına; namazda bir işle meşgul olmak mubah olduğu zamana hamledilmiştir.
Bize göre çarpışmak için izin verilmediğine göre o kimseyi öldürmek cinayet
olur. Ve mûcebi olan kısas veya diyet lazım gelir.
Aşikara
okumak'dan murad: sesini o anda okuduğundan daha fazla yükseltmektir.
Anlaşılıyor ki bu gizli okunan namaza da şâmildir. Çünkü buna izin verilmiştir.
Binaenaleyh mekruh değildir. Şu da var ki. azıcık âşikara okumak afv edilmiştir.
Mekruh olan, namaz câiz olacak kadar okunandır. Esah kavîl budur. Nitekim
Bahır'ın secde-i sehiv babında açıklanmıştır. Namaz kılan kimse bir veya iki
kelimeyi âşikar okursa maksat hâsıl olur. Mahzurda lazım gelmez.
Önünden
geçen kimseye işaret el ile başla veya gözle yapılır. Bahır. Bu söylenenlerden
fazlası yapılmaz. Binaenaleyh elbisesinden çekilmez.acıtacak şekilde vurulmaz.
Nitekim Kuhistâni'de Timurtâşî'den naklen beyan edilmiştir. Bundan şu hüküm
çıkarılır: Bu hususta amel-i kesîr (çok meşgul olarak) namazı bozar. İki
kavilden birine göre namazda yılan öldürmek bunun gibi değildir. Nitekim
gelecektir. Kadın el çarpar, ama avuçlarını birbirine vurmaz. Belki sağ elinin
parmaklarının sırtını sol elinin içine çarpar. Bahır ve diğer kitaplarda
gayet-ül-beyan'dan naklen böyle denilmiştir. Lâkin bunun vechi açık değildir.
Zira sağ elinin içi ile sol elinin üzerine vurmakta daha az amel vardır. (yani
bu türlü hareket etmesi namaza zararı olmayan amel-i kalildir.) Galiba şârihi
ibâreyi değiştirip kerahet yerini yani iki avucu birbirine çarpmanın mekruh
olduğunu söylemeğe sevk edende budur.
İmamın
sütresi bütün cemâata kâfidir. Şu halde imamın sütresi varsa küçük mescidin
kıblesinden bir kimsenin geçmesi mekruh değildir. Bu umum mesbûkada şâmildir.
Bunu Kuhistâni açıklamıştır. Zahirine bakılırsa o sütre ile iktifa edilir. Velev
ki imamı namazını bitirdikten sonra olsun. Yoksa fâidesi ne olabilir! Ama şöyle
denilebilir: Bunun fâidesi masbûkun müdrik gibi olduğuna tenbihtir. Namaza
girmezden önce sütre dikmesi istenmez. Velev ki imamı selâm verdikten sonra
sütresiz yalnız kılan hükmünde olması lâzım gelsin. Çünkü itibar namaza
başladığı vakittedir. O vakitte bu adam imamının sütresi ile sütreli idi.
Önünden
geçen kimse ve yol bulunmazsa sütreyi terk etmek câizdir. Yani önünden geçecek
kimse bulunmayan bir yerde namaz kılar ve yola doğru dönmüş olmazsa sütreyi terk
etmesi mekruh değildir. Zira sütre dikmek önünden geçenden korunmak içindir.
Bahır sahibi Hılye'den naklen şunları söylemektedir: «Anlaşılıyor ki, evlâ olan,
bu halde dahi sütre kullanmaktır. Velev ki terki mekruh olmasın. Çünkü sütreden
başka bir maksat daha beklenmektedir ki o da sütrenin ötesindeki şeylere
bakmamak ve hayalini sütreye bağlamakla kendini toparlamaktır.»
Fukahanın:
«Yola doğru dönmüş olmazsa» diye kayıtlamaları, umumi yolda namaz kılmak sütreli
olsun sütresiz olsun mekruh olduğu içindir. Zira yol, oradan geçmek için
yapılmıştır. Haksız yere onu meşgul etmek câiz değildir. Nitekim Muhit'te beyan
edilmiştir. Zâhirine bakılırsa buradaki kerahet, kerahet-i tahrimeyedir.
Meselenin tamamı Bahır'dadır.
METİN