09 Ekim 2012

VEDÎA (EMANET) KİTABI BİRİNCİ BÖLÜM


VEDÎA (EMANET) KİTABI

BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Emânet ile mudarebe hükümde ortaktır. Yani ikisi de esasta emâ-nettir.
Îdâ, emanet vermek demektir. Bu kelime sözlükte: ved'u kökünden gelir ve terketmek anlamındadır.
Bir terim olarak, bir kimsenin malını, koruması için bir diğerine açıkça veya dolaylı yoldan teslim
etmesidir. Dolaylı emanet verme şöyle olur: Bir kimsenin, bal koyduğu kabı delik olsa, sahibinin
yanında bulunmadığı bir sırada bir diğeri onu alsa, bir süre koruduktan sonra da terketse, zayi
olursa onu tazmin etmesi gere-kir. Çünkü bu kabı almakla dolaylı yoldan onun korunmasını üzerine
al-mış bulunur. Bahır.
Vedîa, emin bir kimsenin yanında bırakılan mala denir. Vedîa, ema-netten daha hususîdir. Musannıf
ve diğerleri de bunu araştırmışlardır.
Emanetin rüknü açıkça, kinayeli sözlerle veya konuşmaksızın alıp vermek suretiyle icab ve
kabulden ibarettir.
Açıkça icab: Birisinin diğerine, «Bunu sana emanet olarak verdim.» demesidir.
Kinayeli icab: Birisinin diğerine, «Bana bin dirhem veya şu kumaşı ver.» demesi üzerine, onun,
«Sana verdim.» demesidir. Bu şekilde veri-len emânet olur. Bahır. Çünkü vermek hibeyi de
kapsamına alır. Fakat emanet daha aşağı derecede olduğu için önce o akla gelir. O halde bu ifade
kinayeli sözlerle emanete icabtır.
Konuşmaksızın alıp vermek suretiyle icab: Bir kimse bir kumaş ge-tirerek diğerinin yanına bıraksa,
o da hiçbir şey söylemese, o şey onun yanında emanet olur. Bu da fiilen icabtır.
Kabul de açıkça veya dolaylı yoldan olur. Açıkça kabul, onun ya-nında konulduğu zaman. «Kabul
ettim.» demesidir.
Dolaylı yoldan kabul ise, yanına konulduğu zaman susmasıdır. Me-selâ, elbiselerin hamamda
çamaşırcının önüne bırakılması veya han sahi-bine, «Atımı nereye bağlayayım?» diye sorulunca
onun, «Şuraya bağla.» demesi, emaneti kabul ettiğini gösterir. Haniye.
İşte bu icab ve kabulün lüzumu, emanetin korunmasının vücubu hakkındadır.
Sırf emanet ise yalnız icabla tamamlanır. Hatta, mal sahibi gasbediciye «Gasbettiğini sana emanet
ettim.» dese, gasbeden kabul etmese bile tazmin yükümlülüğünden kurtulur.
İZAH
«Sahibinin yanında bulunmadığı ilh...» Musannıf bu kaydı şunun için koymuştur: Eğer sahibi hazır
olsa, alan kimse zamin olmazdı. Nitekim Musannıf da bunu böyle tesbit etmiştir. Yakûbiye'ye
bakınız.
Minah kitabında, «Emânet, dimânı gerektirmeyen şeye denir. O za-man emanet kelimesi ariyet,
kiralanan şey gibi, hizmet için ariyet olu-nan şahsın elindeki köle gibi dımân olmayan bütün
durumları kapsamı-na alır. Vedâa ise icab ve kabul ile emanet edilen şeye denir. O halde emanet ile
vedîa ayrı şeylerdir.» denilmiştir. Nihaye sahibi de bunu ter-cih etmiştir.
Bahır'da da şöyle denilir: «Emânet ile vedianın bazı durumlarda hü-kümleri çeşitlidir, muhteliftir.
Çünkü vediada ihtilâftan sonra anlaştıkları takdirde emanetçi tazmin etmekten kurtulur. Emanette
ise ihtilâftan son-ra emanetçi tazmin sorumluluğundan kurtulamaz.
Hâmiş'te zikredilen ince bir nokta:
Rivayet olunur ki, Züleyhâ yoksulluğa düşünce Yusuf aleyhisselama karşı hüzününden ötürü
gözlerine ağ inmişti. Bu halde fakirlerin giydiği elbiselerle yolun kenarında oturuyordu. Yusuf
aleyhisselam yoldan geçer-ken ayağa kalkarak, «Ey melik, beni dinle.» diye seslendi. Yusuf aley-'
hisselam durunca, Züleyhâ, «Emanet, köleleri meliklerin yerine ikâme eder. Hiyanet ise melikleri
kölelerin yerine.» dedi. Yusuf aleyhisselam onun kim olduğunu sordu. Onun Züleyha olduğunu
ylediler. Yusuf aleyhisselam acıyarak onunla evlendi. Zeylâî.
«Üstü kapalı bir şekilde ilh...» Üstü kapalı kinâye'den maksat açığın zıddı olan kinayedir.
Boşanmanın üstü kapalı yapılması gibi. Yoksa be-yan ilmindeki «kinaye» değildir.
«Çünkü ilh...» Bahır'da da yine bunun gibi illetlendirilmiştir.
«Hiçbir şey söylemeden ilh...» Eğer malı koyduğu zaman, «Ben ema-net kabul etmiyorum.» derse,
zamin olmaz. Çünkü açıkça reddedildiğin-den örfen kabul sabit olmaz.




Câmiü'l-Fusûleyn sahibi şöyle der: «Ben derim ki, bu mesele, birisi sığır çobanına bir başkasıyla bir
sığır gönderse, çoban elciye, «Bunu ka-bul etmiyorum, sahibine geri götür.» dese, o da götürse,
çobanın ema-netçi olmadığına delâlet eder. Uygun olan çobanın burada zamin olma-masıdır.»
Halbuki bunun aksi geçti. Fakir der ki, Câmiü'l-Fusûleyn sahibinin, «Uygun olan, çobanın burada
zamin olmamasıdır.» sözü uygun değildir. Çünkü hayvanı getiren elci, hayvanı çobana getirmekle
elcilik hükmün-den çıkarak yabancı olmuştur. Zira onun elçiliği sığırı çobana getirene kadardı.
Çoban ona, «Bunu kabul etmiyorum, sahibine geri götür.» de-diği zaman o sığırı bir yabancıya veya
bir yabancı ile geri vermiş ol-maktadır. Bundan dolayı çoban zamindir. Fakat kumaş meselesi
bunun aksinedir. Nûru'l-Ayn. Bahsin tamamı oradadır.
Nûru'l-Ayn'da Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: «Birisi yanına bı-rakılan kumaşı emanetçi
olmamak için, «Kabul etmiyorum.» dese, kuma-şın sahibi de kumaşı yanına bırakarak gitse, onu
kabul etmeyen adam kaldırarak evine koysa, uygun olan zamin olmasıdır. Zira burada ema-net sabit
olmadığından, yerden kaldırmakla gasbedici olmaktadır.
Fakir diyar ki: Bu meselede kapalılık vardır. Şöyle ki, gasb, mâlikin elini gasbedilenden
kaldırmaktır. Bu da burada mevcut değildir. Adamın, yanma terkedilen kumaşı kaldırması, ona zarar
kasdıyla değil, menfaati içindir. Belki mâlikin kumaşı oraya terketmesi, ikinci defa emanettir. Önce
kabul etmeyen adamın onu yerden kaldırması da kapalı bir şe-kilde kabuldür. O halde zahir olan,
kumaşı kaldıran kimsenin zamin ol-mamasıdır. Allahu Teâlâ en doğrusunu bilir.
«Hiçbir şey ilh...» Bir kimse, «ben kabul etmiyorum.» derse, emanetçi olmaz. Çünkü emanetçi
gösteren birşey mevcut değildir. Bahır.
Bahır'da Hülâsa'dan naklen şöyle denilir: «Bir kimse kitabını bir top-luluğun yanına koysa, onlar da
o kitabı orada bırakarak gitseler, kitap zayi olursa hepsi zamindir. Eğer hepsi birden değil de teker
teker kalk-mış iseler, en son kalkan zamin olur. Çünkü, sona kalan korumaya hıfza tayin edilmiş
sayılır. Tayin de korumayı gerektirir.»
Bu bahiste, yakında gelecek olan hancı meselesi gibi, icab ve ka-bulün her ikisi de açık değildir.
UYGULAMA MESELESİ:
Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denir: Birisi hayvanını başkasının ahırı-na bağlamış olsa, ahır sahibi
hayvanı oradan çıkarsa, zayolduğu takdir-de zamin olmaz. Çünkü hayvan binaya zarar verir. Bina
sahibi kendisi-nin hayvan bağladığı yerde bağlanmış bir hayvan görse de onu çıkarsa zamin olur.
Sâyıhânî.
«Susması ilh...» Çünkü susması kabul anlamına gelir.
Hâniye'de bu konu zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: «Başkası-nın evine, ev sahibinden
habersiz birşey konulsa, konulan şey zayi ol-sa, ey sahibi zamin olmaz. Çünkü ev sahibi korumayı
üzerine almamış-tır. Bir kimse diğerinin yanına birşey koyarak, «Bunu sakla.» dese, bıra-kılan mal
zayi olsa, yanma bırakılan adam yine zamin değildir. Çünkü korumayı üzerine almamıştır.
Burada bu kimsenin razı olup olmadığının karine yoluyla anlaşılma-sı mümkündür. Sâyıhânî.
«Çamaşırcının ilh...» Çamaşırcı hazır olduğu sürece, hamamcı ema-netçi olmaz. Eğer çamaşırcı
yoksa, hamamcı emanetçidir. Bahır.
Bahır'da da, Hülâsa'nın kiralamalar konusundan naklen şöyle de-nilir: «Hamamda yıkanan kimse
bir elbise giyse, çamaşırcı onun kendi elbisesini giydiğini zannetse, sonra onun başka birisinin
elbisesi oldu-ğu ortaya çıksa, çamaşırcı zamindir. Sağlam olan görüş de budur. Zira çamaşırcı
sormadığı için görevini yapmamış olur.»
Bu konu ileride gelecek olan, «emin kimseye dımânı şart koşmak geçersizdir.» sözüne zıd değildir.
Ebussuud böyle ifade etmiştir.
«İşte bu ilh...» Bu, kabulün şart olduğunu gösterir.
«Kabul etmese bile ilh...» Metinde geçtiği gibi, kabul ya açıkça veya dolaylı yoldan olur. Bu
meselede gasbedicinin kabul etmemesi red anla-mına gelir. Fakat mal sahibinin, «Sana emanet
ettim.» sözüne karşılık susması, dolaylı yoldan kabuldür.
METİN
Vedianın şartlarından birisi, emanet verilecek malın elle tutulması kabil olmasıdır. O halde kaçan
bir köle veya havadaki kuş birisine ema-net verildiği takdirde emanetçi ona zamin değildir.
Vedianın şartlarından birisi de emanetçinin mükellef olmasıdır. Çün-kü vediayı korumak vaciptir. O




halde bir çocuğa mal emanet edilse, çocuk onu helak etse zamin olmaz. Çünkü mükellef değildir.
Hacizli bir köleye mal emanet edilse, köleliğinde değil, ancak azad edildikten son-ra zamin olur.
Vedia da emanettir. Buna göre hükmü de şudur: Vedîada kabul müstebahtır. Vediayı korumak taleb
edildiğinde vermek de vacibtir. Buna gö-re emanet edilen mal, emanetçinin müdahelesi olmaksızın
helak olursa, emanetçi ona zamin olmaz. Ancak vedia eğer ücretle emanet edilmiş-se, o zaman
emanetçi zamin olur. Eşbâh, bunu Zeylâî'ye nisbet etmiştir. Daru Kûtnî'nin rivayet ettiği, «Hain
almayan emanetçiye yelâk olan ema-netten dolayı dımân yoktur.» hadisine dayanılarak mutlaka
zamin ol-maz. İster korunması mümkün olsun, ister onunla birlikte başka birşey de helak olsun,
ister olmasın.
Hamamcı ve hancı gibi emin kimselerin üzerine dımân şartı koymak geçersizdir. Fetva da bu
görüşe göre verilir. Hülâsa ve Sadrı Şeria.
Emanetçinin emaneti kendi malı gibi gerek kendi nefsi ile, gerek aile fertleri ile koruması gerekir.
Onun ailesi de ister hakikaten olsun, ister hükmen olsun onunla beraber aynı evde oturandır.
Yoksa nafakasını verdiği kimse değildir. Binaenaleyh beraber oturmadığı karısına veya mümeyyiz
olan çocuğuna vermiş olsa, onlarla hükmen beraber oturduğu için emanetçi zamin olmaz. Hülâsa.
Emanetçi olan kadın vediayı kocasına vermiş olsa, yine zamin ol-maz. Çünkü itibar edilen beraber
oturmadır, nafaka değildir. Bazı âlim-ler nafaka verme ve birlikte oturmaya beraber itibar
etmişlerdir. Aynî.
İZAH
«Elle tutulması kabil olmasıdır, ilh...» Faziletli âlimlerden bazıları, bu ifadede müsamaha vardır
demişlerdir. Zira elle tutulmaktan maksat, bilfiil elde olmasıdır. O halde elle tutulabilir olması yeterli
değildir. Nitekim Dü-rer'de de: «Elinde olmayan birşeyi korumak muhaldir.» sözüyle buna işaret
edilmiştir. Düşün. Fettâl. Buna Ebussuud cevap vermiştir.
«Çocuğa mal emanet etse ilh...» Remlî, Minâh haşiyesinde şöyle de-miştir: «Şu mesele çocuğa
emanet etmekten istisna edilmiştir: Çocuk kendi gibi bir mahcura, ikisinin de mülkü olmayan bir
malı emanet etse, malın sahibi emanet edene de, alana da malını tazmin ettirir.» Fevâid-i
Zey-niyye'de de böyledir. Medenî. Fettâl'in haşiyesine bakınız.
«Azad edildikten sonra zamin olur ilh...» Köle eğer baliğ ise. Eğer baliğ değilse, köleye dımân
yoktur.
UYGULAMA MESELESİ :
Hâmiş'te şöyle denilmiştir: «Emanetçi eğer aile fertlerini nakletmeye muhtaç ise veya ailesi yoksa,
o emanet ile yola çıksa ve yolda emanet mal zayi olsa, zamin değildir. Bu da eğer mal sahibi eğer
yer tayin et-mişse böyledir. Eğer mal sahibi yer tayin etmemişse, meselâ, «Şunu fa-lan yerde koru.»
dememişse, emanetçi onunla sefere gittiği takdirde, eğer yol tehlikeli ise icmâ ile zamin olur. Eğer
yol tehlikeli değilse, bize göre (Hanefîlere) zamin olmaz. Baba ve vasinin çocuğun malı ile yola
çıkmaları gibi, bu mesele de böyledir. Emanette yükleme ve zorluk yoksa Câmiü'l-Fusûleyn.
«Eğer emanette yükleme ve zorluk varsa, emanetçi onun korunma-sı ile mutlaka emrolunmuş ise,
bakılır: Eğer mutlaka yola gitmesi ge-rekiyor ve emaneti verilen şehirde korumaktan acizse, o
zaman bilicma zamin değildir. Eğer sefere çıkması mutlaka gerekli değilse, yol ister uzun, ister kısa
olsun, Ebû Hanîfe'ye göre yine zamin değildir. İmam Ebû Yusuf'tan yapılan rivayete göre ise, eğer
yol uzun ise zamin olur, kısa ise zamin olmaz. İmam Muhammed'e göre ise yol ister uzun, ister kısa
olsun her iki halde de zamin olur. Câmiü'l-Fusûleyn.
«Ücret karşılığında emanet alan kimse ise, bu emanetle yola gitme hakkına sahip değildir.» Çünkü
bu emanetin korunma yeri akitle belirlen-miştir. Câmiü'l-Fusûleyn.
«Taleb edildiğinde ilh...» Ancak aşağıdaki birkaç mesele bunun dışındadır.
«Ücretle ilh..Aşağıda da geleceği gibi müşterek işçi zamin olmaz. Malı tazmin etmesi şart koşulsa
bile zamin olmaz. Eğer, «zamin olur» dersek bu metindeki, «Emin kimselerin üzerine dımân şartı
koymak ge-çersizdir» ifadesi ile çelişir. Bu duruma göre müşterek işçi için dımân şartı konsa bile
dımân yükümlülüğü bulunmaz. Dımân şart koşulunca bile hüküm böyle olursa, şart koşulmayınca
nasıl zamin olur?
Bezzâziyye'de, «Hamamcıya ücretle birşey teslim edilse, kaybolduğu takdirde zamin olduğu şartı da
koşulsa, zikrettiğimiz gibi müftabih görü-şe göre onun bu sözünün şartının hiçbir etkisi yoktur.»
denilmiştir. Sâyıhânî.




Bu konuda Fettâl'in haşiyesine bakınız. Çünkü o, iki meseleyi birbi-rinden ayırmıştır. Zira buradaki
hamamcı meselesinde hamamcı özellikle emanet bırakılan şeyi korumak için kiralanmıştır. Fakat
müşterek işçi bunun aksinedir. Çünkü o korumak için değil, çalışması için kiralanmış-tır. Düşün.
«Zeylâî'ye ilh...» Zeylâî'nin misli Nihâye. Kifâye ve başka birçok kitapta da vardır. Remli, Minâh
haşiyesi.
«Hamamcı ilh...» Örfen, hamamcı, koruması karşılığında ücret ayor-sa, zamin olur. Çünkü bu,
ücret karşılığı emanetçiliktir. Fakat fetva taz-min yükümlülüğünün bulunmadığı tarzında verilir.
«Mümeyyiz olan çocuğuna ilh...» Yani çocuğun korumaya gücünün yetmesi şarttır. Hülâsa'dan
naklen Bahır.
METİN
Emanetçinin aile fertlerinin de güvenilir kimseler olması şarttır. O halde eğer aile fertlerinden olan
kişinin hain olduğunu bilerek emaneti teslim ederse, emanetçi zamin olur. Hülâsa.
Emanetçinin aile fertlerinden olan kişinin de kendi aile fertlerine emaneti vermesi caizdir. Eğer mal
sahibi emaneti emanetçinin aile fert­lerinden bir kimseye vermesini yasaklasa, emanetçi de
ailesinden baş-ka kimseler olduğu halde, bu yasaklanan kimseye verse -İbn Melek-zamin olur.
Fakat ondan başka kimsesi yoksa, ona vermekle zamin olmaz.
Emanetçi emaneti ailesinden olmayan kimselerle korusa, zamin olur. İmam Muhammed'den yapılan
rivayete göre, eğer o emaneti vekil, ti-caretle izinli köle, mufâvaza veya inan şirketi ortağı gibi kendi
malını koruyan kişi ile korursa bu caiz olur. Fetva da bunun üzerinedir. İbni Melek. İbni Kemal ve
diğer âlimler de buna dayanmışlardır. Musannıf da bunu kabul etmiştir.
Emanetçi emanetin yanmasından veya suya batmasından korkarsa, yangın veya su da çevresini
kuşatmışsa komşusuna veya başka bir ge-miye vermesi halinde zamin olmaz. Eğer yangın veya su
çevresini ku-şatmışsa, zamindir. Ancak kendi ailesinden olan birisine verme imkânı olduğu veya
diğer gemiye teslim imkânı bulunduğu halde başkasına ver-se veya gemiden diğer gemiye atsa,
emanet de işin başında veya parça parça denize düşse zamin olur. Zeylâî.
Emanet zayi olduktan sonra emanetçi emaneti komşusuna veya baş-ka bir gemiye verdiğini iddia
ederse, o zaman, eğer evinde yangın çık-tığı bilinirse, iddiası tasdik olunur. Eğer evinde yangın
çıktığı bilinmiyor-sa, iddiası tasdik edilmez. İddiası ancak delil ile tasdik edilir. O halde böylece
Hidâye'nin ifadesi ile Hülâsa'nın ifadesi arasında uygunluk mey-dana gelir.
İZAH
«Zamin olur ilh...» Yani o hıyanet eden kimseye verdiği için zamin olur. Emaneti halkın
emanetlerinin bulunduğu bir binaya koyarak gitse, helak olduğu takdirde emaneti yine zamin olur.
Bahir. Hülâsa'dan.
«Kendi aile fertlerine vermesi ilh...» İkinci «ailesi» sözündeki zami-rin birinci «aile» sözüne
döndürülmesi de mümkündür. Şurunbulâliye de böyle açıklanmıştır. İkinci «aile» sözündeki zamirin
emanetçiye dön-dürülmesi de mümkündür. Makdisi de böyle açıklamıştır.
Makdisî şöyle der: «Annesi ile babasının emanetçinin ailesinde bu-lunmaları şart değildir. Fetva da
bununla verilir. O halde emanetçi ema-neti ailesinden başkasına verirse, emanetçinin sahibi bunu
kabul ettiği takdirde emanetçi aradan çıkmış olur. Emanetçi emaneti bir başkasının ambarına
kirasız olarak koyarsa, zamin olur. Emanetçi emaneti evinin kiraya verdiği bölümüne koyarsa
bakılır: Eğer her ikisinin ayrı ayrı kili-di varsa zamin olur. Eğer her ikisinin müstakil kilidi yoksa,
ikisi de bir­birlerinden çekinmeden eve girebilyorlarsa, zamin olmaz. Fakihlerin emanetçinin
emaneti ailesine vermesi hususunda susmaları, emanetçinin ona mâlik olmadığına işarettir.
Şeyhimiz burada ihtilâfı ve dımânın tercih edildiğini nakletmiştir.» Sâyıhânî. Burada «şeyhimiz»den
maksat Ebussuuddur.
UYGULAMA MESELESİ :
Mal sahibi emanetçiye, «Malı dilediğine ver, o bana getirir.» dese, emanetçi de emin bir kimseye
verse, emanet de zayi olsa bazı âlimler, «zamindir», bazı âlimler de. «Zamin değildir» demişlerdir.
Tatarhâniye. Sâyıhânî.
UYGULAMA MESELESİ :
Emanetçi olan kadın vefat etmeden emaneti komşusu olan bir ka-dına verse, emanet, komşusunda
helak olsa, Belhî, «Ölümü sırasında ya-nında aile fertlerinden hiç kimse yoksa, zamin değildir.
Nitekim emanetçi evinde yangın çıkınca emaneti yabancı bir kimseye verdiği takdirde de zamin




olmaz.» demiştir. Haniye. Fetva da bunun üzerinedir. Bahır'da bu meseleyi Nihâye'den nakletmiş,
bu bahisten önce şöyle denilmiştir: «Me-tinlerin açık anlamına göre emanetçiden başkası olan
kimsenin ailesin-den olması şarttır.» Hülâsa sahibi de bu görüşü tercih etmiştir.
«Çevresini ihata etmişse ilh...» Tatarhâniye'de, Tetimme'den nak-len şöyle denilir: «Hâmid el-Vebrî,
«evine ateş düşen bir emanetçi ema-neti başka bir yere nakletmezse zamin olur mu?» sorusuna,
«Bakılır, eğer nakil imkânı olduğu halde nakletmeyerek yanmaya terketmişse za-min olur.» cevabını
vermiştir.
Emanetçi emaneti bir yere bıraksa, orada böcekler onu yese, eğer kaldırma imkânı olduğu halde
kaldırmamışsa, zamin olur. Eğer kaldırma imkânı yoksa, zamin olmaz. Nazım'da geleceği gibi.
İmam Muhammed şöyle der: «Emanetçinin evinde yangın çıksa, ema-netçi emaneti bir yabancıya
verse, emanet onda helak olsa, emanetçi zamin olmaz. Eğer yangın söndürdükten veya evden
çıktıktan sonra ema-neti geri istemezse, zamin olur.» Bu bahsin tamamı Nûru'l-Ayn'dadır.
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da özetle şöyle denilir: «Emanetçi bir özürden dolayı emaneti bir başkasına
verse, özür ortadan kalktıktan sonra geri almazsa, ikinci kişinin elinde helak olduğu takdirde zamin
olmaz. As-lında emanetçi emaneti bir basısına vermekle zamin olur, fakat burada bir özürden ötürü
verdiği için dımân söz konusu olmaz. Emanetçi emaneti ailesinden birisine verse, onların yanında
bıraksa, ailesine bı-rakmaya izinli olduğundan zamin olmaması da bunu gösterir. Bu me-selede de
özürden dolayı başka birisine vermeye izinli sayılır.»
«Hülâsa'nın ifadesi ilh...» Hülâsa adlı eserdeki ifadeler şöyledir: «Evinde yangın çıktığı biliniyorsa,
emanetçinin sözü kabul edilir. Eğer evinde yangın çıktığı bilinmiyorsa, kabul edilmez.»
Hidâye'nin ifadesi de şöyledir: «Onun sözü ancak delil ile kabul edi-lir.»
Minâh'ta da şöyle denilir: «Hidâye'nin sözlerinin şu şekilde anlaşıl-ması mümkündür: Eğer evinde
yangın çıktığı bilinmiyorsa, o zaman an-cak delil ile kabul edilir. Bu şekilde anlaşıldığında
aralarında uygunluk hâsıl olur. Bundan dolayı biz Muhtasar'da buna dayandık». H.
METİN
Emanetçi mal sahibi emaneti taleb edince teslimine gücü yettiği hal-de zulmen vermezse zamin
olur. Eğer taşımaktan kaçındığı için vermiyor-sa, zamin değildir. İbni Melek.
Vekilin talebi, hükmen mâlikin talebi gibidir. Fakat zahir kavle göre. mal sahibinden bir temsil
belgesi gibi bir şey getirse bile elçi bunun aksinedir.
Emanetçi malı vermeyen muktedir değilse veya kendi nefsinden ya-hut malından korkuyorsa,
-meselâ, kendi malı emanetle birlikte saklı ise- İbni Melek zamin olmaz. Zalim bir kimsenin emaneti
talep etmesi gibi. Meselâ emanet bir kılıç ise, sahibi onunla bir adamı öldürmek için taleb ediyorsa,
o zaman emanetçi kılıcı vermeyebilir. Yalnız kılıcı mubah şekilde kullanmak için taleb ettiğini
biliyorsa o zaman verebilir. Cevahir.
Bir kadın, içinde kocasına borçlu olduğunu bildiren bir yazı bulunan kitabı emanete verse veya
içinde kocasından mehrini aldığını bildiren bir yazı bulunan bir kitabı emanet verse, bu durumda
emanetçi kocanın hak-kının zayi olmaması için o kitabı kadına vermeyebilir. Haniye.
Emanetçi emaneti kimseye bildirmeden ölürse, bu da zulmen teslim etmemek gibidir. Yine zamin
olur. O zaman o emanet terekesinde borç olur. Ancak ölen emanetçi varislerinin emaneti bildiklerini
biliyorsa, o zaman zamin değildir.
Mirasçı, «Ben emaneti biliyordum» dese, emaneti isteyen onu reddetse, varis eğer emanetin
özelliklerini açıklar ve «Ben onu biliyordum. O helak oldu.» derse, o sözünde doğrudur. Bu şekilde
emanetin emanetçi yanında kalması ile varisin yanında kalması birdir.
Ancak şu meselede emanetçi ile varis bir değildir. Vâris emaneti hırsıza gösterirse zamin olmaz.
Fakat emanetçi hırsıza gösterirse za-min olur. Hülâsa. Ancak emanetçi, emaneti alacağı zaman
hırsıza en-gel olmak ister ve hırsız zorla alırsa zamin olmaz.
İZAH
«Vekilin talebi ilh...» Hülâsa'da şöyle denilir: «Mal sahibi emanetini taleb etse, emanetçi, «Şu anda
hazırlama imkânım yok.» dese, bunun özerine mâlik bırakıp gitse, bakılır: Mâlik eğer rızası ile
bırakıp gitmişse, emanetin helaki halinde emanetçi zamin olmaz. Çünkü rızası ile gittiği için mâlik
emaneti yenilemiştir. Fakat rızası olmaksızın terketmişse, he-lak olması halinde emanetçi zamin
olur. Emaneti taleb eden mâlikin veki-li ise, mutlaka zamin olur. Çünkü vekil, mâlik gibi değildir.
Yani vekil emaneti yenileyemez.»




Hülâsa adlı eserdeki bu ifade açıkça gösteriyor ki emanetçi emaneti, teslim etmezse, zamin olur. Bu
mesele açıktır.
Fusûl-i İmâdiye'de Zahîre'ye isnadla şöyle denilmiştir: «Mâlikin el-çisi emaneti taleb ettiğinde
emanetçi, «Emaneti ancak bana verene ve-ririm» diyerek emaneti teslim etmese, helak olduğu
takdirde emanetçi zamin olur.»
Bu mesele, Kadı Zahîrüddln'in Fetâvâ'sında da zikredilmiştir. Necmeddin buna cevap vererek, «O
zamindir.» demiştir. Ama bunda bir gö-rüş vardır. Şöyle ki, mâlik emaneti kabz için vekil olduğunu
iddia eden kişiyi tasdik ederse zamin olur. Çünkü İmâdiye adlı eserin sahibi, Ve-kâlet babında,
«Emanetçiye emanetin vekile verilmesi için emredilmez.» demiştir. Lâkin bir âlim şöyle diyebilir:
Burada elçi ile vekili birbirlerinden ayırırız. Çünkü elçi, onu elçi gönderen kişinin dili ile konuşur.
Vekil ise öyle değildir. Görülmüyor mu ki, vekilin azli bilmezden önce azledilmesi geçerli olmadığı
halde, elçi azli öğrenmezden önce, gönderen kimse rücû ederse bu geçerli olur. Kâdı'nın
Fetâvâsında da böyledir. Minâh.
Minâh adlı eseri haşiye eden Remlî, Bahır'ın haşiyesinde, «Fusûl'da olan, «Vekil meselesinde
emanetçi zamin olmaz.» ifadesinin zahiri, Hülâsa'mn ifadesine aykırı olur. Bana ikisinin arası
bulunabilir gibi geliyor. Şöyle ki, Hülâsa'nın ifadesi eğer vekil emanetçinin yanında emanetçinin
yasaklamasından sonra diğer bir zamanda vermek üzere emaneti inşa etmeye hamledilir. Fusûl ve
Tecnîs'deki ifade de şuna hamledilir: Ema-netçi bizzat mal sahibine vermek üzere vekile vermiyor.
Çünkü, «Ben ancak emaneti bana verene veririm» demektedir. Böyle anlaşılınca iki-sinin ara
bulunmuş olur» denilir. Bu bahsin tamamı Bahir hâşiyesindedir.
«Zalim bir kimsenin talebi gibi ilh...» En açık anlamda buradaki, «zâlim»den maksat, mâliktir. Çünkü
burada söz bizzat onun hakkındadır. Bu ifadeden sonra gelenler de buna dayandırılır. Buradaki
zâlimden maksa-dın bizzat mâlik olduğuna Musannifin Minâh'taki, «Bir zâlim emaneti taleb etse, o
da vermese, zamin olmaz. Zira verdiği takdirde zulme yar-dım etmiş olur.» sözü de buna delâlet
etmektedir.
Hâmiş'te zikredilen bir uygulama meselesi:
Emânet olan hayvan hastalansa, emanetçi birisine onu tedavi et­mesini söylese adam tedavi
ederken hayvan ölse, mâlik hayvanını dilerse emanetçiye dilerse tedavi edene tazmin ettirir. Eğer
emanetçi bizzat ken-disi zamin olursa, tedavi edenden bir şey istemez. Eğer tedavi eden za-min
olursa, hayvanı ister emanetçinin, isterse başkasının olarak bilsin, tazmin ettikten sonra döner,
ödediği parayı emanetçiden geri alır. Ama eğer emanetçi tedavi eden kimseye, «Bu benim malım
değildir.» veya «Ben ona tedavi et demedim.» derse, o zaman tedavi eden kişi emanet-çiden bir şey
alamaz. Câmiü'l-Fusûleyn'de de böyledir.
«Bildirmeden ölürse ilh...» Eğer mal sahibine bildirmeden ölürse, dımân yoktur. Ama kabul edilen
söz şüphesiz, yemini ile birlikte mal sa-hibinindir. Hanûtî diyor ki: «Rehinde borçtan fazlası da bu
kısımdan mı-dır? Ben derim ki, o da bundandır. Çünkü fakihler, «İnsan emanette ne ile zamin
olursa, rehinde de onunla zamin olur» demişlerdir. O halde rehin borcun miktarını bildirmeden
ölürse, borçtan fazlasına zamindir. Ben de bununla fetva verdim.» Remlî'den özetle.
«Zamin olur ilh...» Mecmaü'l-Fetâvâ'da şöyle denilir: «Emanetçi, mudarebede işletmeci, emânet
olarak alıp kullanan (ariyet alan), satışı meccânen yapmak için alan, kısaca elinde emanet olarak
mal bulunan her kimse, emanetin neler ve ne miktar olduğunu bildirmeden ölürse, emanet de
ayyla bilinmezse, o emânet onun terekesinde borç olarak kalır. Çünkü o bildirmemekle emaneti
istihlâk etmiş olur. Bildirmeden öl-menin anlamı, emanetin durumunu açıklamadan ölmesi
demektir.» Eşbâh'ta da böyledir.
Şeyh Ömer bin Nüceym'den, «Hasta bir kimse, «Dükkânımda falan kimsenin parası var fakat ne
kadar olduğunu bilmiyorum.» dese ve ölse, paralar da bulunmasa ne olur? diye sorulunca şöyle
cevap verir: «Bu, miktarı bilinmeyen şey kabilindendir. Bir miktar dirheme zamindir. Çün-kü
Bidâye'de şöyle tarif edilmiştir: «Techîl (durumu ve miktarı meçhul şey), emanet ayyla bilinmediği
halde açıklamadan ölmektir.»
Bazı faziletli kimseler, «İbni Nüceym'in bu cevabında düşünme var-dır, sen de düşün» demişlerdir.
«Varislerin emaneti bildiklerini biliyorsa ilh...» Varisi, «O hayatta iken geri verdi.» veya «Emanet
hayatında helak oldu.» dese, sözü delil-siz tasdik edilmez. Emanetçinin hayatta iken, «Ben ona geri
verdim» de-diğine dair delil getirirse, delili kabul edilir. Sâyıhânî.
«Emanetçi yanında ilh...» Yani mâlik helakini iddia ederse, Çünkü burada maksat, vârisin de




emanetçi gibi açıklanması halinde, helaki hu-susundaki sözünün kabul edilmesidir. Ancak varis bir
meselede emanet-çiye muhaliftir. Şöyle ki, mâlik «Emanetçi bildirmeden öldü.» dese, varis de buna
karşılık, «Öldüğü gün duruyordu ve biliniyordu, sonra helak ol-du.» dese, burada mal sahibinin
sözü tasdik edilir.(*) Doğru olan da budur. Çünkü dış görünüş bakımından emanet onun
terekesinde deyn olur. Varislerin sözü de tasdik edilmez. Fakat varisler, «O hayatta iken emaneti
geri vermişti.» veya «emanet onun hayatında telef olmuştu.» deseler, bu sözleri delilsiz tasdik
edilmez. Çünkü emanetçi bildirmeden ölmüştür. O halde tazmin yükümlülüğü terekeye ait olur.
Varisler, emanetçinin hayatında, «Ben emaneti geri verdim.» dediği-ne dair delil getirirlerse, delilleri
kabul edilir. Çünkü delil ile sabit olan birşey ayn olarak sabit olan şey gibidir. Zahîre'den,
Câmiü'l-Fusûleyn.
«Ancak emanetçi ilh...» Emanetçi hırsıza yol gösterirse zamin olur. T, Hülâsa'dan naklen şöyle der:
«Emanetçi ancak hırsıza emanetin yeri-ni gösterir, alırken de engel olmazsa zamin olur. Eğer engel
olursa za­min olmaz.»
«Engel olmak ister ilh...» Yani emanetçi hırsıza engel olmak ister ve o da zorla alırsa. Fusûleyn.
METİN
Emanetçi, mutlak ve mufâvaza ortakları gibi emaneti bildirmeden ölürse, diğer emanetlerde olduğu
gibi zamindir. Ancak Eşbâh'ta olan açık-lamaya istinaden on şeyde zamin değildir.
Bunlardan birisi, vakıf nâzın, vakıf arazisinden gelenleri emanet ola-rak verse de açıklamadan ölse,
zamin değildir. Musannıf burada, «vakıf arazisinin geliri» diye kayıtlamıştır. Çünkü vakıf nâzın vakıf
olan arazi­nin bedelini bildirmeden ölürse, zamin olur.
Ben derim ki: Vakfın kendisine zamin olması daha uygundur. Dirhem-lerin vakfının cevazına hüküm
veren görüşe göre, dirhemleri zamin oldu-ğu gibi. Bunu Musannıf demiştir. Musannifin oğlu da,
-Zevahir adlı eser-de bunu tesbit etmiştir. Musannıfın oğlu, nazırın ölümünü de füc'î (ani-den)
ölümle kayıtlamıştır. Çünkü vakıf nazırı hastalıkla ölürse, açıklama yapma imkânı bulduğundan
zamin olur. İsteyenlere zulmen vermediğin-den de zamin olur. Musannifin oğlu Enfail Vesâil'de
geçen ifadeyi de reddetmiştir. Uyan
Zamin olunmayan şeylerden biri de, kadı (hâkim)in yetimin mallarını bildirmeden ölmesi halidir.
Eşbâh sahibi bu ifadeye, «Yani hâkim yetim-lerin malını kime emanet ettiğini bildirmeden ölürse.»
sözünü ilâve et-miştir. Buna gerek vardır. Zira eğer hâkim yetimlerin malını kendi evi-ne koyar,
bildirmeden de ölürse, zamin olur. Çünkü emanetçidir. Ama başkasına emanet etmesi bunun
aksinedir. Çünkü mutemed görüşe gö-re hâkimin yetimin malını emanet verme velayeti vardır.
Tenvîrü'l-Besâir'de olduğu gibi. Hatırda tutulsun.
Devlet başkanı ganimet malını bir gaziye emanet verse, bildirme-den de ölse, zamin olmaz.
Mufâvaza ortaklarından birisi, mutemed gö-rüşe göre bu meselelerden değildir. Çünkü Musannif
burada ve Şirket bahsinde Hâniye'nin Vakıf faslından naklen, «Doğru olan mufâvaza şir-ketinin
ortaklarından birisi, ortağının hissesini bildirmeden ölürse, za-min olur. Bunun aksi ise yanlıştır.»
demiştir.
Ben derim ki: Bu, «doğru»yu Eşbâh'ı haşiye eden de kabul ve ikrar etmiştir. O zaman istisna edilen
on değil dokuz mesele olur. Hatırda tutulsun.
Şurunbulâlî, Vehbâniye şerhinde Eşbâh'ın istisna ettiği on meseleye dede ve varisi hâkimin vasisi,
altı tane de hacr altında bulunanlardan olmak üzere dokuz mesele daha ilâve etmiştir. Çünkü hacr
yedi sınıfı kapsamına alır. Bunlar: Çocuklar, köleler, gafiller, borçlular, sefihler ve aklı zayıf
olanlardır. Akıl zayıflığı olan da çocuk gibidir. Çocuk baliğ olsa ve sonra ölse, yine de zamin olmaz.
Ancak bulûğdan sonra ema-netin elinde olduğuna şehâdet edilirse, dımana engel olan çocukluk
hali sona erdiği için zamin olur. Eğer çocukla aklı zayıf olan kimse ticarete izinli iseler, çocuk baliğ
olmadan, zayıf akıllı da tam akıllanmadan ölseler, zamin olurlar. Câmiü'l-Veciz'in şerhinde de
yledir.
Şurunbulâlîye, böylece emâneti zamin olmayanların sayısının doku-za ulaştığını söylemiş ve
Vehbâniye'deki beyitlere atfen iki beyit Saha söylemiştir. Bu iki beyit şunlardır: «Emin bir adam
emanet alır ve öl-düğünde emanetler, terekesi içinde bulunmazsa, zamin olduğundan, ema-net
terekesinde borç olur. Yalnız vakıf mütevellisi, müfavaza ortağı, ga-nimet malını emanet veren,
rüzgârın kapısını açarak habersiz birşey at-tığı kimse, mal sahibi tarafından evine habersiz birşey
atılan kimse, baba, dede, hâkim ve bunların vasileri ve mahcurlar ve varis ellerinde bu-lunan
emanetler zayi olduğu takdirde zamin olmazlar.




İZAH
«Diğer emanetler ilh...» Bu emanetlerden birisi de rehindir. Me-selâ rehni alan öldüğünde rehini
kimseye bildirmezse, o rehinin kıyme-ti terekesinden tazmin edilir. Ankaravî'de olduğu gibi. Yani
rehinin kıy-metinden fazla olan da zamin olur. Bunu Remlî'den de nakletmiştik.
Vekil de vekâleten kabzettiğini bildirmeden ölürse, ona da dıman gerekir. Kabzettiği şey onun
terekesinde borç olur. Hayrî'den sonra Hâmidî de böyle fetva vermiştir.
Bezzâziyye'nin İcâre bahsinde yazıldığına göre kiracı da kiraladığı mülkü bildirmeden ölürse, zamin
olur.
«Ölürse ilh...» O zaman alacaklılara zamin olur. Eşbâh üzerine Birî.
«Müfavaza ilh...» Rehin alan kimse gibi, Ankaravî. Hâmiş'te de y-ledir.
«Eşbâh'ta olan açıklamaya dayanarak ilh...» Eşbâh'ın ifadesi şöy-ledir: Vasi yanındaki yetim malını
bildirmeden ölürse, zamin değildir. Câmiü'l-Fusûleyn'de olduğu gibi. Baba, mal sahibi olan
çocuğunun malının miktar ve aynını bildirmeden ölürse, zamin değildir. Varis, murisinin yanına
emanet bırakılanı bildirmeden ölürse, zamin değildir. Rüzgâr, bir kimsenin evine birisinin malını
atsa veya bir kimse ev sahibinin haberi olmadan evine birşey koysa, ev sahibi bunlardan zamin
değildir. Çocuk, yanına bir mahcurun birşey emanet ettiğini bildirmeden ölürse, Zamin de-ğildir.»
Buna göre zamin olmayanların sınıfı yedidir. Musannifin zik-rettiği üç sınıfla toplamı yedi olmaktadır.
İbn-i Abidin'in sözünde bir sakınma vardır. Çünkü zikredilen yedi, altıdır. Eşbah'a müracaat ederek
araştırılsın.
«Emanet olarak verse ilh...» Dürer'in ifadesi «Emanet etse» değil, «kabzetse» şeklindedir. Dürer'in
ifadesi daha uygundur. Düşün.
«Vakıf arazisinden gelenleri ilh...» Ben derim ki: Velvâliciye ve Bezzâziyye'de böyle mutlak bir
şekilde zikredilmiştir. Kâdıyani de bu bahsi, «mescidin mütevellisi» ifadesi ile sınırlamıştır. Yani
mescidin mütevelli­si, mescidin gelirini toplasa, beyan etmeden ölse.
Ben derim ki: Eğer vakfın geliri şartlı olarak bir kavmin hakkı ise, o da beyan etmeden ölürse,
mutlaka zamin olur. Zira fakihlerin sözü bu meselede ittifakidir. Bir ev iki kardeşin üzerine
vakfedilmiş olsa, iki kar-deşten birisi kaybolsa, diğeri dokuz sene evin gelirini alsa, sonra ölse ve
yerine bir vasi bıraksa, ondan sonra kaybolan kardeşi gelse ve vasiden gelirden olan hissesini
istese, Fakih Ebû Cafer der ki, «Daha önce geliri alan adam eğer evin kayyumu ise, ancak her iki
kardeş de o binayı beraber kiralamışlarsa yine öyledir. Yok eğer kaybolan değil de yalnız geliri alan
kiralamışsa, hükmen gelirin hepsi onundur. Ama yemesi mu-bah değildir.»
Bu ifadede bir düşme vardır. Aslı şudur: Geliri alan kimse eğer vakfın kayyumu ise, kaybolan
kardeş ölenin terekesinden hissesini alır. Ama eğer vakfın kayyumu değil ve evli iki kardeş beraber
kiralamışlarsa, yine gaib olan kardeş ölenin terekesinden hakkını alır.
Ben derim ki: Mescidin gelirine şu da katılır. Meselâ, camiin gelirin-den camiin tamiri için nazırın
eline şartlı olarak terkedilen mal da mes-cidin gelirine katılır. Allah daha iyisini bilir. Eşbâh üzerine
Birî.
Hâkîr derim ki: Bu bahis fakihlerin, «Vakıfın geliri, vekilin elinde top-lanan mal vakfın geliri değildir.
Fakat vakıf şartlarına göre hak sahip-lerinin malıdır.» sözünden anlaşılır. Eşbâh adlı eserde de,
«Mülk konusundaki görüşlerden birisi de şudur: Vakfın geliri kabul etmese bile, kime vakfedilmişse
onun mülküdür.» denilir. Molla Ali'nin Mecmuasının Vakıf kitabının sonundan özetle alınmıştır.
Molla Ali'ye «Vakıf mütevellisinin vekili vakfın gelirini bildirmeden ölürse zamin olur mu? diye
sordukların yukarıdaki cevabı vermiştir.
Ben derim ki: Bahır'da iki kişinin davası babında şöyle denilmiştir: «Gelirin davası mülk davası
kabilindendir.» Bahır'a bakınız. Biz ilgili babda da ona işaret ettik. Bundan anlaşılıyor ki, Musannif
ve sarih kayıtlanması gereken yerde mutlak zikretmişlerdir. Enfâil Vesâil'in gelecek olan iadesi de
bunu teyid eder. Uyanık ol.
«Musannıf ilh...» Yani Minâh'ta.
«Oğlu ilh...» Yani Şeyh Salih.
«Füc'î ilh...» Çünkü ansızın ölen kişinin beyanına imkânı olmadığından elindeki malı zulmen
alıkoymuş sayılmaz.
Ben derim ki: Eğer kabızdan hemen sonra ansızın ölürse, bu mesele kabul edilir.




«Enfâil vesail ilh...» Enfâil Vesâil'in ifadesi şöyledir: «Vakfın hak sa-hipleri haklarını taleb ederler, o
da tehir ederek vermez ve bildirmeden ölürse zamin olur. Eğer gelirin hak sahipleri haklarını talep
etmezlerse,o zaman bakılır: Eğer mütevelli eminliği ile maruf zamin olmaz. Eğer mütevelli böyle
tanınmış bir kişi değilse, şer'i bir engel olmadan verme-mişse zamin olur.»
Reddin hülâsası şudur: «Enfâil Vesail'deki bu bahis mezheb ehlinin, «Mutlaka zamiridir, ister maruf
ve mahmud olsun, ister olmasın.» görüsüne aykırıdır. İsmailiye'de de, «Vakıf nâzın hak sahibi olan
kimse hakkını istedikten sonra ölürse zamindir.» diye fetva verilmiştir. Çünkü hak sahiplerinin
hakkına engel olmakla zalim olmaktadır. Bunun şekli de açıktır. Çünkü yasaklama ile emanete
zamin olunur.»
«Hâkim ilh...» Hâkim hayatta iken, «Yetimin malı yanımda zayi oldu.» veya «Ben o malı yetime infak
ettim» demişse, öldükten sonra za-min olmaz. Fakat hiçbir şey söylemeden ölürse zamin olur.
Haniye, Vakıf bahsi. Hâmiş'te de böyledir.
«Zamin olur ilh...» Zamindir çünkü yetimlerin malları varislere geçmez. O zaman hâkimin
terekesinden yetimlere ödenmesi gerekir, işte bundan anlaşılıyor ki, vasi yetimin malını evine koyar
ve bildirmeden ölürse, zamin olur. Çünkü onun mal üzerindeki velayeti ya hâkimden ve­ya
babasından alınmıştır. O halde onun zamin olması öncelikle gerekir. Varisin dıman olmasına dair
Hayriye'de de bir görüş vardır. Sâyıhânî.
«Dokuz olur ilh...» Zira yukarıda açıklandığı gibi mufavaza ortağı bahisten çıkarılmıştır.
«Vasisi ilh... » Vasisi sözü, Eşbâh'ın «vasiû sözüne dahildir. Ancak Musannıf burada açıklamayı
kasdettiğinden dedenin vasisine hamletmiştir. Düşün.
«Altı tane de mahcurlardan ilh...» Bunlar çocuğun dışında olmak üzere altıdır. Çocuk, Eşbâh'ın
saydıkları arasında zikredildiği için Şurunbulâliye burada iskât etmiştir. Çünkü onun maksada
Eşbâh'ta olana ilâ-ve yapmaktır. Anlayın.
«Hacr yedi sınıfı kapsamına alır ilh...» Ama burada yediden hangisi çıkarılarak altıya indirildiğine
bakılsın.
«Çocuklar ilh...» Çocuk meselesi Eşbâh'ta olan on meseledendir. Ancak Musannıf kendi «Çocuk
baliğ olur da sonra ölürse zamin değil-dir.» sözüne itibarla burada tekrar saymıştır. Sonra bana
zahir oldu ki, Musannıfın burada çocukları tekrar sayması, mahcurların yalnıza yedi ol-ması içindir.
Altı demesindeki maksat da, çocuklar dışındakilerdir. Çün-kü çocuklar Eşbâh'ta zikredilmiştir.
Bundan ötürü Musannıf burada, «mahcurlardan altı tanesi» demiştir.
«Akıl zayıflığı olan da çocuk gibidir ilh...» Zannediyorum ki Musannıf bu teşkil ile Veciz'den gelecek
meseleyi kasdetmektedir. Çami'in telhi-sinde, «Mahcur olan on iki yaşında ve akıllı bir çocuğun
yanına birşey konulmuş olsa, o da baliğ olmadan ve emaneti bildirmeden ölse, ona zıman vacib
değildir.» denilmiştir. S.
«Mufavaza şirketi ortağı ilh...» Daha önce açıklandığı gibi bu, güve-nilen sözün aksinedir.
«Habersiz ilh...» Şurunbulâliye burada Eşbâh sahibine uymuştur. Çünkü Eşbâh sahibi, «bilgisi
dışında» demiştir.
Hamevî buna itiraz ederek, «Doğru olan, ev sahibinden izinsiz atılan demesiydi. Nitekim Camii'n
şerhinde de böyledir. Zira insanın bilmediği birşeyi bildirmesi muhaldir.» demiştir. Öyleyse uygun
olan nazımda, «İz-ni olmadan» demesiydi.
«Mahcurlar ilh...» Eğer mahcurlardan kastı geçtiği gibi altı ise, na-zımda mevcut olan onyedi olur.
«Varis ilh...» Varis, murisinin yanındaki emaneti bildirmeden ölürse zamin olmaz.
METİN
Emanetçi, emâneti mâlikin izni olmadan aynı cins olan veya olmayan kendi malıyla veya bir
başkasının malıyla karıştırsa -İbni Kemal- öyle karıştırsa ki birbirinden ayrılmasa, ancak külfetle
ayrılabilse, meselâ buğdayı arpa İle, sağlam parayı kalp para ile karıştırmak gibi -Müctebâ-, emneti
zamin olur. Çünkü karıştırmakla onu helak etmemiştir. Şu kadarı var ki, tazmin etmeden önce onu
yemesi de mubah değildir. Mâlik, ema-netçiyi ibra ederse, ibra sahihtir.
Emanetçi cari kıymetli parayı kıymetsiz para ile karıştırırsa yine zamindir. Çünkü karıştırmakla onu
ayıplı hâle getirmiştir. Eğer emanet olan kıymetsiz parayı kendi kıymetli parası ile karıştırırsa,
emanetçi za-min değil, ortak olur. Çünkü burada malı ayıplı hale getirmek yoktur. Müctebâ.
Emanetçi emaneti mâlikin izni ile kendi malıyla karıştırırsa o zaman mâlik ile emanetçi mülk




ortaklığı ile ortak olurlar. Nitekim emanet ile emanetçinin malı meselâ kesenin arasındaki dikişin
sökülüp iki paranın karışması gibi, emanetçinin müdahalesi olmadan karıştığında emanetçi nasıl
zamin olmazsa, bunda da zamin olmaz. Çünkü emanetçinin tecavüzü yoktur.
Emanet ile emanetçinin malı, emanetçiden başkası karıştırsa, karış-tıran zamin olur. Eğer karıştıran
çocuk ise, çocuğun babası değil, ço-cuğun kendisi zamindir.
Emanetçi, emânet malın bir kısmını infâk etse, sonra onun mislini getirerek emanetin kalan
kısmıyla birbirinden seçilmeyecek şekilde ka-rıştırsa, malın hepsine zamin olur. Çünkü kendi ma
ile emaneti karıştırmıştır.
Fakat karıştırdıktan sonra birbirinden ayırmak mümkün ise veya infak ettiğini getirip
karıştırmamışsa veya ona iki ayrı şey emanet edildiği halde o birisini infak etmişse, o zaman
emanetçi yalnız infak ettiğine zamindir. Müctebâ. Tabiî bu. eğer parçalamak emanete zarar
vermemişse böyledir.
Emanetçi emanet malı kullanmışsa, meselâ, emanet elbise ise giy-miş, hayvan ise binmiş veya bir
kısmını almış ve sonra kullandığı anla-şılmayacak şekilde aynısını mâlikin eline teslim etmişse,
eğer tekrar kullanma niyeti yoksa, zamin olmaya yol açan sebeb de yok olur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...