VEDÎA (EMANET) KİTABI İKİNCİ BÖLÜM
Eşbâh'ın, Niyet'in Şartları
bahsinden.
İZAH
«Kendi
mcdıyla ilh...» Mütevelli, kendi malıyla vakıf malını karıştırırsa, zamin olmaz. Hülâsa adlı
eserde
ise zamin olduğu söylenmiştir. Onun
tazmin yükümlülüğünden kurtulmasının yolu ise onu
caminin
ihtiyacına sarfetmek veya hâkime vermektir. Mintekâ.
Hâkim
çocuğun malı ile kendi malını karıştırsa, zamin olmaz. Yine simsar (komisyoncu) birisinin
malını
diğerinin malı ile karıştırsa, zamin olmaz. Fakat kendi malı ile karıştırırsa zamin olur. Uygun
olan
mütevel-linin de böyle (zamin)
olmasıdır.
Vasi
yetimin malını beyan etmeden ölürse, zamin olmaz. Çocuğun malını kendi malı ile karıştırırsa,
zamin
olur.
Hâkîr
fakih diyor ki: Müntekâ adlı
eserde de nakledildiği gibi vasi çocuğun malını kendi malı ile
karıştırırsa zamin olmaz. Vecîz'de, Ebû Yusuf da, «Vasi çocuğun malını kendi malıyla karıştırır ve
mal
zayi olur-sa, zamin olmaz.»
demiştir. Nûru'l-Ayn yirmi altıncının sonunda Sâyıhânî' nin yazısı ile
Hayriye'den. Vasinin zamin olduğuna dair bir görüş vardır.
Ben
derim ki: İfade olunduğuna göre,
tercih edilen vasinin zamin olmamasıdır. Velhâsıl malı kenai
malı
ile karıştırdığında zamin olmayan-lar mütevelli, hâkim, komisyoncu ve vasi'dir. Uygun olan
babanın
da zamin olmamasıdır. Câmiü'l-Fusûleyn'de olan da bunu
desteklemektedir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
şöyle denilir: «Baba çocuğunun malı almakla gasbedici olmadığı gibi, muhtaç
olduğu
takdirde çocuğunun malından alma
hakkına da sahiptir. Muhtaç olduğu için değil, korumak
için
almışsa yine zamin olmaz. Ancak ihtiyacı olmaksızın onu telef etmişse, o zaman zamindir.»
Şüphesiz
baba vasiden daha önce gelir. Düşün.
Babanın
çocuğundan maksat, küçük çocuktur. Nitekim Fusûl-i İmâdiye.de de böyle kayıtlanmıştır.
«Ayrılmasa ilh...» Eğer birbirinden seçilmesi kolay ve mümkün ise, cevizin bademle, beyaz
dirhemin
siyah dirhemle karışması gibi, o
zaman o maldan mâlikin hakkı icmâ ile kesilmez. Bundan
anlaşılıyor
ki, ayrılmamasından murad, kolayca seçilememesidir. Ayrılma imkânı hiç yok-tur demek
değildir.
Bahır.
«Onu
helak etmiştir ilh...» Helak ederek o emânete zamin olunca, ona mâlik olmuş olmaktadır.
Yalnız
tazmin etmezden önce o malı yeme-si
mubah değildir. Ebû Henîfe'ye göre
mâlikin emanet
üzerinde
artık hiçbir hakkı
yoktur.
Eğer
mâlik emanetçiyi ibra ederse, mâlikin hem ayndaki, hem de deyndeki hakkı düşer.
«Ortak
olur ilh...» Musannıf bunun
benzerini Müctebâîdan da nakletmiştir. Bunun emânetten
başkasına ait olması umulur. Veya bu gö-rüş yukarıda geçen, «Emânette (vediada) karıştırmak
mutlaka
tazmini gerektirir.» görüşüne karşı bir kavildir. T.
Şeyhimiz,
«Bu görüş İmam Muhammed ile Ebu
Yusuf'un emanet meselesindeki görüşleri olabilir.
Çünkü
onlar, «Karştırmak, emanette bir ayıp meydana getirmezse, şirkete mucib olur.» demiştir.
«Emanetçinin
müdahalesi olmadan ilh...» Emanetçinin müdahalesi olmadan karışsalar, karıştıktan
sonra
da helak olsalar, helak olan hem mâlikin hem emanetçinin malından olur. Geri kalan kısım da
emanetçi
ile mâlik arasında ortaklı bir mal gibi hisselerine göre taksim olunur. Bahır.
«Bir
diğeri ilh...» Emanetçiden başkası ister yabancı, ister aile fert-lerinden olsun, eşittir. Bahır,
Hülâsa
adlı eserden.
«Mislini
getirerek ilh...» İbni Sem'a İmam Muhammed'den şöyle nak-leder: «Birisi diğerine emanet
olarak
bin dirhem verse emanetçi bu bin
dirhemle birşey satın alsa, sonra o bin dirhemi hibe veya
satın
almakla temin ederek yerine koysa, yerine koyduktan sonra zayi olsa, zamin
ol-maz.»
Yine
İmam Muhammed'den şöyle rivayet edilmiştir: «Emanetçi, ema-net olan bin dirhemi mâlikin
izni
ile borçlu olduğu kimseye verse, alan adam paraların züyuf olduğunu görerek iade etse, iade
edilen
dirhemler helak olsa, zamin olur. Tatarhâniye.
Şeyhimiz
şöyle demiştir: «Bu tazminin şekli, malikin izni ile onu borçlusuna ödediğinde o parayı
karz
olarak almış olur. Karz olan para ise sahibinin mülkiyetinden çıkmaktadır. Buna göre hak onun
zimmetine
intikal etmektedir. O paranın iade edilişi ile ondaki emanetlik hakkı dönmektedir.»
«Hepsine
zamin olur ilh...» Bir kısmına infak ile, bin kısmına da karıştırmakla zamin olur. S. Bahır.
«Ayırmak mümkün ise ilh...» Meselâ beyaz dirhemle siyah dirhemi,
dirhemle dinarı karıştırmak gibi.
Zira
bu karıştırmada icma ile mâlikin hakkı kaybolmaz. Miskin. S.
«Tabii
bu eğer onu parçalamak emanete zarar vermiyorsa böyledir ilh...» Bu görüş,
«infak etse de
sonra
iade etmese.» sözü ile
bağlantılı-dır.
T.
diyor ki: «Ben emanetçinin yalnız infak ettiğine
mi, yoksa tama-mına mı zamin olduğu
hususunda
birşey görmediğim için yazamıyorum.»
«Parçalamak ilh...» Dirhem dinar, ölçülecek ve tartılacak meta gibi.
«Eşbâh
ilh...» Eşbâh'm ifadesi şöyledir: «Emanetçi emanete karşı aşırı hareket etse sonra bundan
vazgeçse,
fakat tekrar tecavüz etmek niyetinde
ise, aşırı gitme hali ortadan kalkmış sayılmaz.»
Hâmiş'te
de böy-ledir.
«Eşbâh'm
Niyetin şartları bahsinden
ilh:..» Bu bahsi Bahir Zahiri-ye'den naklen, Niyetin şartları
bahsinde
değil, Vedîa bahsinde zikretmiş-tir. Şöyle: «Bir kimse emanet elbiseyi gündüz giyse
akşam
sabahleyin yine gitmek niyetiyle çıkartsa, aynı geçe elbise çalınsa, tazmin
yüküm-lülüğünden
kurtulmuş olmaz.»
METİN
Ariyet alan ile bir şeyi kiralayan emanetçinin
aksinedir. Ariyet alan ile kiracı tecavüzü ortadan
kaldırsalar bile dımândan kurtulamazlar. Çün-kü onların amelleri kendileri içindir. Fakat emanetçi,
satışa,
korumaya, kiraya vermeye, kiralamaya vekil olan, mudarebede işletmeci meccânen işletmeci
inan
veya mufavaza şirketi ortağı ve
rehin için ariyet alan ile kiracının hilâfınadırlar. Eşbâh.
Velhâsıl, emin kimse yanına emanet bırakılan şeye tecavüz etse, son-ra da saldırıyı izale etse,
zamin
olma devam eder. Ancak yukarıdaki on akit bundan müstesnadır. Çünkü eminin eli mâlikin
eli
gibidir.
Mâlik
emin kimsenin, muvafakata döndüğünü
yalanlasa, söz mâlikin-dir. Bazı
âlimler de, «Söz
işletmecinindir» demişlerdir. İmâdiye.
Mâlik'in,
emaneti talebinden sonra emanetçi, emâneti inkâr ede-rek, «Sen bana bir şey emanet
bırakmadın»
dedikten sonra ikrar etmesi tecavüzden sonraki reddin aksinedir. Bununla dımân
ortadan
kalkmaz. Emanetçi emaneti inkâr ile mâlikin hibe ettiğini veya sattığını iddia et-se, zamin
olmaz.
Hülâsa.
Mâlik
emânetin durumunu sorsa, emanetçi onu inkâr etse emanetçi helak olsa, zamin olmaz. Bahir.
Musannıf
bu meseleyi, «İnkâr halinde iken onu yerinden naklederse.» sözüyle sınırlamıştır. Zira
eğer
inkâr sı-rasında onu nakletmezse, helak olduğunda zamin değildir. Hülâsa.
İZAH
«Kiracı
ilh...» Bineği kiralayan veya ariyet olarak alan kimse hayvanı geri vermemeye niyet etse,
sonra
buna pişman olsa, eğer niyeti sıra-sında yolda gidiyorsa, niyetinden sonra hayvan helak
olursa
zamin olur. Fakat eğer niyetinden pişman olduğunda duruyorsa,
niyetini terkettiği vakit
eminliği
avdet eder. Câmiü'l-Fusûleyn.
«Hilâfınadırlar ilh...» Eğer emanetçi emaneti bir ay korumaya memur edilmişse, bir ay geçtikten
sonra
o emaneti kullanırsa, sonra kullanmayı terkederek korumaya dönerse, zamin olur. Çünkü
koruma
müsadesi bir aydır ve o da geçmiştir.
«Vekil
ilh...» Vekil, satışı ile vekil olduğu emaneti kullansa, sonra kullanmayı terketse, zayi olduğu
takdirde
zamin olmaz.
«Kiraya
vermek için vekil ilh...» Yani birisi müvekkiline bir binek kiralamaya veya bineğini kiraya
vermeye vekil olsa, ona binse, sonra terketse, zamin olmaz.
«Mufavaza
ilh...» Fakat mülk ortağı tecavüz
etse, sonra tecavüzü izale etse
dımânı devam eder.
Nitekim
bu açıktır. Zira sabit oldu ki mülk şirketinde ortak, diğer ortağın hissesinde ecnebidir.
Ortaklardan
birisi şir-ketin bineğini başkasına ariyet olarak verse ve tecavüz etse,
sonra te-cavüzü
kaldırsa, dımân devam eder. Fakat binek korumak şekliyle onun nöbetinde olsa, aşırı gitse ve
tecavüzü
kaldırsa, dıman ortadan kalkar. Bu bir fetva vakıasıdır ki, bana soruldu. Ben de zikrettiğim
gibi
cevap verdim. Halbuki ben bu vakıayı fakihlerin sözlerinde görmemiştim. Bunu zikredilen
meseleden çıkardım. Zira o ortak bu halde emanetçidir. Fakat şirketin hayvanını ortağın izni
olmadan
kullanması fakihlere göre dımânla meşhur ve sabit bir meseledir. Minâh üzerine Remli.
«Rehin
için ariyet alan ilh...» Yani rehin vermek için bir köle veya bir hayvanı ariyet verse, rehin
vermezden
önce köleyi çalıştırsa veya hay-vana binse, sonra onu kıymetinin misli
bir mal ile rehin
verse,
sonra o malı ödese, fakat rehin verdiği köle veya hayvanı almasa, o da rehincinin yanında
helak
olsa, rehin veren zamin olmaz. Çünkü o, rehin ver-diği andan itibaren
dımândan
kurtulmuştur.
Bu
mesele Bahır'da olduğu gibi
Musannıfın, «ariyet alanın aksine»
sözünden istisna edilmiştir.
«Muvafakata
döndüğünü ilh...» Nûru'l-Ayn
Mecmaü'l-Fetâvâ'dan şöyle nakleder: «Herhangi emin bir
kimse
mâlike veya akte muhalefet ettikten sonra muvafakata dönerse, eskiden olduğu gibi yine
eminliğe
avdet eder. Ancak ariyet alan ile kiracı
tecavüzlerinden dönseler bile
zamin olarak
kalırlar.» Bunların zamin kalmaları daha uygundur. Düşün.
Nuru'l-Ayn'ın ifadesi şöyledir: «Muvafakata döndüğü ifadesinin yeri şarihin «velhasıl emin
kimsenin»
kavlinin yanında olması lazımdı. Zira şarihin, «Sonra taaddiyi izale etmiş olsa» kavlinde
bir
şüphe vardır. Çünkü taadinin tahakkuk ettiği bir zamandan sonra onun izalesi muhaldir. Ama
Mecmaü'l-Fetava'nın,
«Sonra muvafakata dönse» kavlinde
hiçbir şüphe yoktur. Evla olan da böyle
denilmesiydi.»
«Söz
emanetçinindir ilh...» Çünkü o
dımânı kaldırır.
«Hibe
ilh...» Yani mâlikin kendisine hibe ettiğini veya sattığını iddia ederse.
«Mâlikin
ilh...» Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Gâib olan kimsenin ka-rısı ile yetim çocuğun komşuları
infak
için yetimin veya gâib kimsenin malından taleb etseler vasi de reddetse, zamin olur.»
Sâyıhânî.
Benzeri Tatarhâniye'de de vardır.
«İnkâr
halinde ilh...» Bunun açık anlamı emaneti nakille ilgilidir. Bu-nun meydana gelmesi uzak bir
ihtimaldir.
Hülâsa'da şöyle denilir: «Ecnâs'ın Gasb bahsinde, «Emanetçi, emaneti inkâr halindeki
yerden
nakl-ederse zamin olur. Eğer orada nakletmezse, helak olduğunda zamin ol-maz.»
denilmiştir.»
Bu açıktır. Bunun üzerine Musannıfın, «inkâr halin-de» sözü «yerinden» sözüyle
ilgilidir.
Müntekâ'da
da şöyle denilmiştir: «Ariyet tahvil edilebilecek bir nes-ne ise. tahvil etmeden de inkâr
ile
zamin olur. Şeyhimiz
Şurunbulâliye' den naklen, «Emanet tahvil edilebilen cinsten olsa, onu
tahvil
etse de inkâr ettiğinden zamin
olur.» demiştir. Bu sözü Bedâî'nin, «Zira emanet akti mâlikin
talebi
ile fesholur. Mâlikin talebi ile emanetçi kendisini ko-rumaktan azletmiş olur. O halde
başkasının malı izinsiz olarak kendi elin-de kaldığından o mal zamin olmuş bulunur. Helak
olduğunda
emanetçi-nin dımânı sabit olur.»
sözü de teyid eder. Sâyıhânî.
Tatarhâniye'de,
Hâniye'den naklen şöyle denilir: «Natifî şöyle zikret-miştir: «Emanetçi emaneti
sahibinin
huzurunda inkâr etmiş olsa, o in-kâr emanet akdini fesheder. Hatta emanetçi emaneti
inkâr
ettiği zamanki yerden naklederse
zamin olur. Eğer inkârdan sonra o yerden nakletmez-se,
helak
olduğunda zamin olmaz.»
Düşün.
«Hülâsa
ilh...» Hülâsa adlı eserde yalnız bu mesele üzerinde durulmamıştır. Bunu Ecnâs'ın Gasb
bahsinden
nakletmiştir. Naklinden son-ra da Müntekâ'dan «Emanet ve ariyet olan birşey eğer
nakledilebilecek cinsten ise, nakletmese bile inkârla zamin olur.» sözünü
nakletmiştir.
Remli
de, «Açık olan şudur ki, Ecnâs'ta
olan metin sahiplerine göre sıhhati açık olmayan bir görüş
olduğu
için hiç bakmamışlardır. Ayrıntı-ları fıkıh kitaplarına bakılırsa mesele anlaşılır.» demiştir.
METİN
Musannıf
bu bahsi, «Emanet menkûl de olsa» sözüyle sınırlamıştır. Çünkü gayrı menkûle İmam Ebû
Hanîfe
ve Ebû Yusuf'a göre inkâr da edilse
zamin olunmaz. İmam Muhammed ise sağlam görüşe
göre
on-ların aksine zamin olacağını söylemiştir. Zeylâî. Gasb bahsi.
Musannıf
bahsi, «Orada emanete zarar verecek bir kimsenin olmaması» sözüyle de sınırlamıştır.
Eğer
emaneti naklettiği yerde emanete
zarar gelmesinden korkulmazsa. o zaman zamin olmaz.
Çünkü
bu nakil, hıfzetme
babındandır.
Musannıf
bu bahsi yine, «İnkârdan sonra
emanetçinin emaneti hazırlamaması,» sözüyle de
sınırlamıştır. Zira emanetçi, emaneti inkâr et-tikten sonra hatırlasa, mâlik de ona, «Emanet olarak
kalsın.» dese, eğer emanetçinin onu alıp koruma imkânı varsa, zayi olduğunda zamin olmaz.
Çünkü
bu,
yeni bir emanet vermedir. Eğer alıp saklama imkânı olmadığı halde alırsa, zayi olduğunda zamin
olur.
Zira red tamamlanmamıştır. Mu-sannıf bu bahsi yine, «İnkârı
mâlike yaparsa» sözüyle de
sınırlamıştır. Zira mâlikten başkasına, yanında emanet olduğunu inkâr
ederse zamin olmaz. Çünkü
mâlikten
başkasına inkâr etmek, korumaktır.
Yukarıdan
aşağıya sayılan bütün şartlar tamamlansa dahi emanetçi ikrardan sonra dımândan
kurtulmaz.
Ancak yeni bir kitle beri olabilir ki, bu da mevcut değildir.
Emanetçi,
emaneti inkâr ettikten sonra emanetin geri verildiğini id-dia eder ve buna delil ikâme
ederse,
iddiası makbul dımândan da kurtul-muş olur. Nitekim inkârdan önce geri verildiğine dair
ikâme
etse, in-kârdan sonra da, «unutmuşum» veya «yanılmışım» veya «verdiğimi zan-netmiştim»
veya «Bende senin emanetin mevcut değildir.» diyerek delil ikâme etse, delili makbuldür.
Emanetçi
ikrardan önce emanetin helakini iddia etse, o zaman he-laki bilmediğine dair yemin
etmesi
gerekir. Eğer yemin ederse emanet-çiye tazmin ettirir. Eğer yeminden
kaçınırsa emanetçi
beridir.
Ariyet de bunun gibidir.
Minhac.
Emanetçi,
emanetin kıymeti biliyorsa, inkâr ettiği gündeki kıyme-tine zamindir.
Kıymeti bilmiyorsa,
o
zaman, emanet bırakıldığı günün
kıymeti ile zamindir. İmâdiye.
İşletmeci sermayeyi inkâr ettikten sonra, o sermaye ile mal alırsa, emanetçinin aksine zamin olmaz.
Haniye.
Mâlik
yasaklamadığı ve yolda da emanetten korkulmadığı takdirde emanetçi emanete taşıyıcı da
gerekse, onunla yola gidebilir. Eğer mâlik yasaklamışsa, emanetçide emaneti taşımaktan
korkuyorsa,
sefere gitme-si de zaruri
değilse, emaneti ile sefere gitmesi halinde zamin olur. Eğer
emanetçinin
seferi zaruri ise, yalnız başına gittiği takdirde helak olan emanete zamindir. Ehli ile
birlikte
gitmişse zamin olmaz. İhtiyar.
İZAH
«Mâlike
ilh...» Veya Tatarhâniye'de olduğu
gibi vekiline.
«Mâlikten
başkasına inkâr ederse ilh...» Emanetçi inkârında, «Onun yanında birşeyi yoktur.»
dedikten
sonra geri verdiğini veya helak oldu-ğunu iddia ederse, iddiası tasdik olunur. Fakat
inkârında,
«O bana ema-net olarak birşey vermedi.» dedikten sonra geri verdiğini veya helak
ol-duğunu
iddia ederse iddiası tasdik olunmaz. Bahır.
Birinci
şekilde emanetçinin iddiası, sözü, «Onun yanımda olan malı borçtur.»
şeklinde kabul
edildiği
için tasdik olunur. Çünkü o anda
ema-neti inkâr etmiş olmaktadır. Düşün.
Çâmiü'l-Fusûleyn'de
şöyle denilir: «Mâlik'in emaneti talep etmesi üzerine emanetçi ona, «yarın
taleb
et.» dese, taleb et dediği günde mâ-likin talebi üzerine de, «Emanet, yarın taleb et sözümden
önce
helak ol-du.» dese çelişkiye düştüğünden zamin olur. Fakat
eğer taleb et dediği günden sonra
helak
olduğunu söylerse zamin olmaz. Mâlik
emaneti ta-leb etse emanetçi, «Sana geri verdim»
dedikten
sonra, «Sana geri vermedim ama helak oldu.» dese, yine çelişkiye düştüğü için sözü
tasdik
edilmez ve
zamindir.»
Çâmiü'l-Fusûleyn'de
daha sonra da, «Emanetçiyi zamin eden
her fiille rehinci de zamin olur.»
demiştir.
«Delil
ikâme etse ilh...» Haniye ve Hülâsa'da böylece nakledilmiştir. Bahır'ın Hülâsa adlı eserden
naklinde
de, «Emanetçi tasdik olunmaz.» ifadesi vardır. Lâkin onun ifadesinde düşme vardır.
Düşmeye
de sözün delilde olması delâlet
eder. Zira söz mücerret dava hakkında değil ki, «tasdik
olunmaz»
denilsin. Ben Hülâsa'ya başvurarak
düşen ifadeyi Ba-hır'ın hamişine yazdım.
«Biliniyorsa
ilh...» Minâh'ta bu ifadeden önce,
Hülâsa adlı eserden naklen açıklama yapmadan
emanet
bıraktığı günün kıymetine zamin ol-duğu yazılıdır. Lâkin
Minâh sahibi Hülâsa'dan naklinde.
Bahir
sahibine uymuştur. Halbuki Bahr'ın ifadesinde düşme vardır. Çünkü benim Hülâsa'dan
gördüğüm
İmâdiye'dekine uygundur. Uyanık ol.
«İşletmeci inkâr ettikten sonra ilh...» Yani işletmeci mâlike, «Sen bana hiçbirşey vermedin»
dedikten
sonra.
«Mal
alırsa ilh...» Yani inkârdan dönerek malın verildiğini, «Sen bana sermaye verdin.» şeklinde
ikrar
ederek onunla mal alsa, zamin olmaz. Bunun aksine sermayenin varolduğunu inkârdan sonra
ikrar
etse, fakat bununla mal aldığını inkâr etse, zamin olur. Aldığı da kendisine aittir. Hâniye'den
minâh.
«Ehli
ile birlikte gitmişse im...» Fakihler icmâ ile şöyle demişlerdir: «Eğer emanet ile denizde
yolculuk
yapmışsa zamin olur.» Bunu İsbicabi
söylemiştir. Aynî'de de böyledir.
Medenî.
METİN
İki
kişi birisine misli veya kıymeti takdir edilebilecek birşeyi emânet bıraksalar, emanetçi bunların
birisine
hissesini arkadaşının gıyabında ve-remez, (vermesi
caiz değildir) Eğer verirse zamin
olur
mu?
Dürer'de, «Evet. zamin olur.»
denilmiştir. Bahır'da ise, «İstihsânen zamin olmaz.» denilmiştir.
Tercih
edilen görüş de
budur.
Birisi
taksim olunabilecek cinsten birşeyi iki kişiye emanet bıraksa, onlar da malı taksim ederek
herbirisi
malın bir kısmını muhafaza etse-ler, meselâ iki rehinci, iki meccânen işletmeci iki vasi ve
bir
adamın alışla iki vekili gibi, bunlardan biri kendi elindekini diğer arkadaşına verse, veren kimse
zamin
olur. Bunun aksine iki kişiye emanet edilen şey tak-sim edilemeyen bir cinsten
ise, birisi
arkadaşına verdiği takdirde za-min olmaz. Çünkü malı birisinin izni ile koruması caizdir.
Emanet
bıraktığında mâlik emanetçiye, «Aileme verme» dese, veya «Bu emaneti şu odada koru.»
dese,
emanetçi de emaneti ancak onun koruyabileceği birisine verse veya emaneti mâlikin dediği
odada
değil de başka bir odada korusa bakılır: Eğer o binanın bütün odaları koruma bakımından
eşit
iseler, zamin olmaz. Eğer eşit değil iseler zamin olur. Çünkü takyide uymakta fayda vardır.
Emanetçinin
emanetçisi zamin olmaz. Emanetçi birbirlerinden ayrıl-dıktan sonra helak olursa yalnız
birinci
emanetçi zamindir. Eğer ayrıl-madan önce helak olursa dımân yoktur. Mâlik, «Mal ikinci
emanetçinin
yanında helak oldu» dese,
birinci emanetçi de, «O bana verdi, benim yanımda helak
oldu.»
dese, iddiası tasdik edilmez. Fakat kendisinden gasbedildiğini iddia ederse, sözü tasdik
edilir.
Çünkü emindir. Sirâciye.
Müctebâ'da
şöyle denilir: «Temizlikçi yanılarak
bitişinin kumaşını diğerine verse ve o da kesse, ikisi
de
zamindirler. İmam Muhammed'den şöyle rivayet edilir: «Emanetçi, kendisine emanet edilen
hayvan ise, hay-vana bir hastalık isabet etse, emanetçi bir diğerine, «Bunu tedavi et.» dese hayvan
o
tedaviden ölse, mâlik, emanetçi ve
tedavi edenden dile-diğine tazmin
ettirir. Mâlik hayvanı eğer
tedavi
edene tazmin ettirirse, tedavi eden
de eğer hayvanın bir başkasına ait olduğunu bilmiyorsa
bi-rinciye
(yani emanetçiye) dönerek ödediğini ondan geri alır. Eğer başka-sının malı olduğunu
biliyorsa, emanetçiye rüçû
edemez.»
Gâsıbın
emanetçisi bunun aksinedir. Mâlik dilerse gâsıba, dilerse emanetçisine tazmin ettirir. Mâlik
eğer
emanetçiye tazmin ettirirse ema-netçi malın gasbedilmiş olduğunu bilse bile zahir kavle göre
gâsıbtan
alır. Dürer. Bu görüş Kûhistânî,
Bakânî, Bercendî ve bunlardan başka âlimlerin hilâfınadır.
İZAH
«Misli
ve kıymeti ilh...» İmameyn, bu ifadedeki «misli» hakkında, deyn-i müştereke kıyas ederek
İmama
muhalefet etmişlerdir. Bahir.
«Caiz
değildir, ilh...» Musannifin bu
adem-i cevazı gelecekteki, «Eğer vermiş olsa zamin olmaz.»
sözüne
binaen takdir etmiştir. O zaman «ve-remez» sözünden maksat, «vermesi caiz değildir.»
demektir.
Bu hususta olan itiraz gelecektir. Musannif «veremez» sözü ile vermenin caiz ol-madığına
işaret
etmiştir. İmam-ı Azam'ın görüşlere
göre hâkim dahi emanetçiye onun
hissesini ver diye
emredemez. Fakat verse, onun ver-mesi ittifaken
taksim sayılmaz. Yanında kalan
helak olmuş olsa
his-sesini
almaya, hissesini alana rücû eder ve hakkını ondan alır. Musan-nif yine, «veremez»
sözüyle emanetçi veremediği gibi emanet bırakan-lardan herhangi birisi hissesini alma fırsatı
bulduğunda
alabileceğini ifa de etmekredir.
Fakat
eğer alan kimsenin elindeki helâk olursa, aldığında orada bulunmayan kimsenin kalan
hissesine ortak olmaz
«Arkadaşının yokluğunda ilh... Bu İmam-ı
Azam'a göredir. Hz. Ali'den de böyle
rivayet edilmiştir.
İmam
Muhammed ile Ebû Yusuf ise, «Ema-netçi iki emanet verenden birisine hissesini arkadaşının
gıyabında verebilir.» demişlerdir. Çünkü bu kimse kendi payını taleb etmiştir. İkisi de hazır
olduklarında
birisinin hissesini istemesi halinde verebileceği gibi bunda da verebilir. İmameyn'in
görüşü
ile diğer üç mezhebin imam-ları da kail olmuşlardır.
Emanetçi
misliyattan olan birşeyse zaten icmâ ile emanetçi bir diğe-rinin gıyabında taleb eden
emanet
verene hissesini veremez. Aynî böyle demiştir. Dürer'de de şöyle denilir: «İhtilâf misli
olanla
kıymeti olandadır. Sahih olan ise
ihtilâf yalnız
misliyattadır.»
Bu
açıklamadan anlaşılıyor ki, metin ve şerhte olan Icmâ edilmiş sa-hih bir mesele değildir.
Şeyhimiz
Kadı Abdulmun'im
Medenî.
Fakir
Muhammedü'l-Beytâr demiştir ki:
«Zannediyorum ki, Musan-nıf bu sözünden dönmüştür. Zira
o
öyle bir söz söylemiştir ki, cidden açık değildir. Ben onu yazmayacaktım, ancak kalbime birşey
geldi,
yazarak yanlışlığına işaret ettim. Araştırdığın takdirde
anlarsın.»
Hamiş
ve Dürr-i Müntekâ'da da, «Eğer
emanetçi isteyene yarısını verse, sonra elinde kalan helak
olsa,
gâib olan gelse, Ebû Yusuf, «Eğer verdiğini hâkimin hükmü
ile vermişse, hiç kimse zamin
değildir.
Eğer hâ-kimin hükmü olmadan vermişse, sonra gelen kimse emanetçiden önce-kine
verdiğinin
yarısını alır. Emanetçi de dilerse öncekinden yarısını alır. demiştir.» denilmiştir.
Zahire'de
de böyledir. Fetâvâ-yı Hindiye'nin Vedîa kitabının ikinci babındadır.
Naklettiğimiz
metinler ifade ediyor ki, eğer
emanetçi emanetin tü-münü hâkimin hükmü olmadan
emanet
verilenlerin birisine verirse,
hak-kını almayan emanet bırakan
hissesine düşeni emanetçiye
tazmin
etti-rir. Emanetçi de döner, tazmin
ettiği miktarı verdiğinden geri
alır.
«Tercih
edilen görüş budur ilh...» Makdisî, «Bu görüş büyük imam-ların üzerinde durdukları
meseleye
aykırıdır. Çünkü metinlerin ekserisi büyük imamların görüşü üzerinde
müttefiktirler.»
demiştir.
Şeyh
Kasım da şöyle der: «Nesefî, Ebû Hanîfe sözünü tercih etmiş-tir.» Mahbûbî, Sadrı Şerîa ve
Ebussuud
Hâmevî'den nakletmişlerdir.
«Veren
adam zamin olur ilh.» Islâh'ta olduğu gibi, yalnız yarısına za-min olur. Burada alan değil,
veren
zamindir. Çünkü o, emanetçinin
emanetçisidir.
Bahır.
«Ancak onun koruyabileceği birisine ilh...» Musannif bu sözüyle emanetin ancak mâlikin menettiği
adamın
yanında korunabileceği hâle
işaret eder. Hatta mâlik, emanet olan bir at ise, emanetçinin
onu
karısına vermesine engel olabilir. Emanetçi eğer verirse, zamin olur. Bahir.
«Eşit
değillerse zamin olur ilh...» Meselâ, mâlikin, emanetçinin ema-neti koymasını yasakladığı
yerin
arkasının sokak olması gibi. Bahir.
«Yalnız
birinci emanetçi ilh."..» Yani emanetçi kasden ikinci bir kim-seye emanet
verse.
Câmiü'l-Fusûleyn'de,
«Emanetçi hamama gitse, emaneti alan dirhemleri de elbisesi ile birlikte
çamaşırcının yanına koysa. H. demiştir ki, «Emanetçi, emanet verdiğine zamin olur. S. ve T. de
şöyle demiş-tir: Burada emanetçi zamin olmaz. Çünkü burada emanet verme kasvermede söz
konusu
olur.
Emanetçi
mâlikin izni olmadan emaneti bir diğerine emanet verse sonra mâlik buna icazet verse,
birinci
emanetçi oradan çıkar. Bahir. Hülâsa'dan.
«Tasdik
edilmez, ilh...» Çünkü zamin olmak üzere ikrar etmiş, sonra da berî olduğunu iddia etmiştir.
İddiası
ancak delil ile tasdik edilir.
Câ-mlü'l-Fusûleyn.
«Gasbediltfiğini
iddia ederse ilh...» Yani emanet emanetçiden gasbedildikten sonra onu geri
verdiğini
iddia, ederse, dımânı gerektiren bir fiil işlememişse sözü tasdik edilir. O zaman emanetçi
emaneti
geri ver-meden önce de geri
verdikten sonra da emindir. Fakat emaneti bir ya-bancıya
vermesi
bunun aksinedir. Çünkü bir yabancıya vermesi onun zamin olmasını gerektirir. Sâyıhânî.
Fer'î
bir mesele: Birisi diğerine bin dirhem vererek ona, «Bunu Rey şehrine götür, falan kimseye
ver»
dedikten sonra ölse, emanetçi o pa-rayı Rey'deki kişiye götürmesi için bir
başkasına verse, o
kimse
yolda giderken para çalınsa, emanetçi zamin olmaz. Çünkü ölenin varisidir. Eğer emaneti
bırakan
hayatta ise emanetçi zamin olur.
Çünkü vekildir. Ancak emanetçinin verdiği kimse yabancı
değil,
aile fertlerinden birisi ise o zaman zamin olmaz. Haniye.
Bu
hususta şeyhimiz şöyle demiştir: «Bu ifadenin doğrusu şudur: Müvekkilin ölümü ile vekil onun
vasisi
olur. Müvekkil ona, «Sen ölümümden
sonra da benim vekilimsin» demese de. Bu ise Vekâlet
bahsinde
geçen «Müvekkil, «Sen benim hayatımda ve ölümünden sonra vekilimsin»
demedikçe
vekil,
vasi olmaz» sözüne muhaliftir. Bu
mesele araştırılsın»
Birisi
delil ile bir diğerine on dirhem verdiğini iddia etse, o da, «Sen bana bu parayı falan kimseye
vermem
için verdin. Ben de ona verdim» dese,
bu defi sahihtir. Bezzâziyye, Dava'dan.
«Birinciye
dönerek ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'de,
«Eğer mâlik hayvanı tedavi edene tazmin ettirirse,
tedavi
eden hayvanın bir başkasının
ol-duğunu ister bilsin, ister bilmesin, emanetçiye dönerek
tazmin
ettiğini ondan alır. Fakat emanetçi, «Bu hayvan benim değildir.» veya «Bana tedavi ettirmem
emredilmedi.» dese, o zaman tedavi eden hayvanın kıy-metini ödedikten sonra
emanetçiye dönüp
birşey
alamaz.» denilmiştir.
Düşün.
Fer'î
bir mesele: Emanetçi mâlike, «Benim önüme koydun, kalkarken unuttum» dese o da,zayi olsa
zamin
olur. «Sen evimde önüme koydun, ben de kalktım ve onu unuttum.» dese bakılır: Eğer para
çantası
gibi evin avlusunda korunacak birşey değilse, zayi olduğunda zamin
olur. Fakat evin
avlusunda
korunabilecek birşey ise zamin olmaz.
Bezzâziyye, Hülâsa, Fusûleyn, Zahire, Haniye.
Bu
ifadenin zahiri, herşeyi kendine
mahsus yerde korumanın gerekli
olduğunu bildiriyor. Düşün.
Şu
kadarı var ki, Hırsızlık bahsinde geçtiği gibi Hanefî mezhebinin zahirine göre eşyadan bir çeşit
için
muhafaza yeri olan eşyanın bütün çeşitlerine muhafaza yeri olabilir. O halde tavladan çalının
bir
inci için hırsızın eli kesilir. Düşün.
Ancak
hırsızlıktaki koruma yeri ile emanetin koruma yeri arasında bir fark olması gerekir. Şöyle ki,
hırsızın
elinin kesilmesi için çaldığı ma-lın korunduğu yere itibar edilir.
Şu halde koruma yerleri
bakımından
ara-larında bir farklılık yoktur. Emanetçinin zamin olmasında muteber olan ise onun
korumadaki
kusurudur. Görülmüyor mu ki, eğer
emaneti çevresi duvarlarla çevrili
evine koysa,
zevcesi
emin olmadığı halde evden çık-sa,
emanet de zayi olsa, zamin olur.
Çalınırsa yine zamin
olur.
Halbu-ki ev emanetlerin korunacağı
yerdir. Emanetçinin zamin olması,
koru-madaki küsüşür
yüzündendir.
Emanetçi
emaneti evine koysa, evde kimse olmadığı halde kapıyı açık bırakarak evden çıksa veya
hamama,
mescide, yola ve bunlara benzer bir
yere koyarak gitse zamin olur. Bununla birlikte böyle
bir
yer-den mal çalan hırsızın eli kesilmez. Bunun benzerleri çoktur.
Biz
hırsızlıkta itibar edilen koruma yerine burada da itibar edersek, o zaman bu ve benzeri
meselelerde emanetçinin zamin olmaması gere-kir. Bununla birlikte bu konuda âlimlerin ittifak
ettikleri
illete aykırı hareket edilmiş olur. Burada kesin olarak, emanetteki koruma yeri ile
hırsızlıktaki koruma yeri arasında fark bulunduğu ortaya çıkar.
Bu
açıklamalarla şu hadisenin cevabı da ortaya çıkmaktadır: Emanetçi yüksek değerli bir ,bohça
kumaşı
at ahırına koysa, bohça oradan
çalınsa, onu çalan hırsızın eli kesilse bile emanetçi zamin
olur.
Allah daha iyisini
bilendir.
«Gasbedenin emanetçisi bunun hilaf madır ilh...» Gasbedenin emanetçisi ile diğer emanetçi
arasındaki fark şudur: Ebû Hanife'nin görüşü-ne göre, gasbedenin emanetçisi de gasbedcidir.
Çünkü
mâlikin ne baş-langıçta, ne de devamında izni
yoktur.
«Dürer
ilh...» Bahır'da da bununla kesin hüküm
verilmiştir.
METİN
İki
kişi ayrı ayrı bir kimsenin yanında bulunan bin lirayı kendilerinin emanet bıraktıklarını iddia
etseler
fakat delil getirmeseler, o da inkâr etse, ondan yemin taleb etseler ve her
ikisi için de
yeminden
kaçınmış olsa, o bin lira ikisinin olur ve ikisine bin lira borçlu kalır.
Bir
kimse davacıların birine
üzerinde parası olmadığına dair yemin etse, diğeri için yeminden
kaçınsa, mevcut olan bin lira yeminden ka-çındığı
kişinin olur.
Birisi
diğerine bin lira vererek, «bunu bugün falan kimseye ver.» de-se, o
da onu o gün vermese ve
para
zayi olsa, zamin değildir. Çünkü
önün bu parayı vermesi gerekli değildir. Nitekim mâlik,
«Emânetimi
bugün ge-tir.» dese, emanetçi de, «getiririm» dediği halde götürmese, o mal da helak
olsa
emanetçi zamin olmaz. Çünkü emanetçinin üzerine gerekli olan kendisi ile emanetin arasını
boşaltmaktır.
Yoksa teslim değildir İmâdiye.
Mâlik
emanetçiye, «Emaneti falan kimseye ver.» dese o da, «ver-dim.» dese, vereceği adam,
«vermedi»
diyerek yalanlasa, manet de zayi olsa, emanetçi emîn olduğu için yemin ederse sözü
tasdik
edilir.
Sirâciye.
Emanetçi
başlangıçta, «gitti ama nasıl gittiğini bilmiyorum.» dese sağ-lam görüşe göre zamin
olmaz.
«gitti ama niçin gittiğini
bilmiyorum» de-mesi gibi. Çünkü söz
onun sözüdür.
Fakat,
«Zayi mi oldu, yoksa sen mi yanıma koymadın, bilmiyorum.» dese veya «Ben onu evime
köydüm mu, yoksa evimde veya başka bir yerde gömdüm mü bilmiyorum.» dese,
öncekinin aksine
zamin
olur. Fakat defnettiği yeri açıklamasa, ancak gömüldüğü yerden çalındı.» dese. zamin olmaz.
Bu
konunun tamamı İmâdiye adlı eserdedir.
İZAH
«Yeminden
kaçınsa ilh...» Bu meselenin şekli altıdır. Şöyle ki: Bir kimsenin yanında bulunan
emanete
ayrı ayrı iki kişi sahip çıksalar, fakat delil getirmeseler, o da inkâr etse, ondan yemin talep
etseler,
emanetçi altı durumdan birisini
yapabilir.
1
- İkisine de ikrar etmesi,
2
- İkisine de yeminden
kaçınması,
3
- İkisine de yemin
etmesi,
4
- Birisine ikrar etmesi, diğerinden yeminden
kaçınması,
5
- Birisine yemin etmesi, diğerinden
kaçınması,
6
- Birisine ikrar etmesi, diğerine yemin etmesi.
Sâyıhâni.
«Yemin
etse ilh...» Bu görüş emanetçinin emanetin geri verilmesin-de veya helakinde yemin ettiği
gibi
emaneti inkâr ettiğinde de yemin
et-mesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu yemin ya töhmeti
kaldırmak ve-ya dımanı inkâr etmek içindir. Bu gör,üş yine şunlara da işaret etmekte-dir: Yemin
ettiği
takdirde her ikisine de hiçbir şey ödemez. Hâkim ema-netçiye yemin ettirme hususunda
muhayyerdir. Dilediği kimse için ema-netçiye önce yemin ettirir. Uygun olan kur'a ile yemin
ettirmesidir.
Ema-netçi birinci davacı için yeminden kaçınırsa ikinci davacı için yemin et-mesi
gerekir.
Yeminden kaçınmasıyla hüküm verilemez. Yalnız birisine ikrar etmesi bunun aksinedir.
Çünkü
ikrar, kendi başına bir delildir. Bu konunun tamamı Bahır adlı eserdedir.
«Diğeri
için yeminden kaçınsa ilh...»
Yani ikincisine yemin etmek-ten kaçınsa, emanetçinin yemin
şekli
şöyle olmalıdır: «Allah'ın adıy-la yemin ederim ki ne bu eşya ne de onun kıymeti onun
değildir.»
Birinci davacıya ikrar ettiği için o emanette hak sahibi olduğu sabit olmuştur. Birinciye
ikrar
etmesi, ikinciye bir fayda temin etmez. Eğer yalnız bi-rincisine hasr ederse, sözünde doğrucu
olur.
Bahır.
Birisinin
diğerinde bin lira alacağı olsa, parasını alması için bir adam gönderse, borçlu, «Ben parayı
elçisine verdim.» dese elçi de, «Sen onu alacaklıya verdin» dese alacaklı inkâr etse, makbul olan
söz,
yemini ile birlikte elçinin sözüdür.
Nûru'l-Ayn'da da, «Söz yemini ile
birlikte elçinindir.»
denilmiştir.
Yani
borçlunun zimmetinden berat için
değil, kendi nefsinin beraeti için söz onundur. Zira eğer
elçinin
sözünün borçlunun zimmetinin beraeti
için olduğunu kabul edersek, fakihlerin, «Borçlar
misilleri ile ödenir.» sözüne binaen yalnız elçinin sözü ile borcun alacaklı üzerine gerekmesi lazım
gelir.
Burada, şarihin Nurul-Ayn'dan naklen, «Söz elçinin» demesi, deynin alacaklı üzerinde
olduğunu
gösterir. (Çev: M. T.)
Alacaklı, «Falan kimse ile alacağımı gönder.» dese, o para elçinin elinde zayi olsa, borçludan gider.
Çünkü
zamanında vermemiştir. Bezzâziyye.
«Emanet
zayi olsa ilh...» Yani gâib olsa,
açıkta bulunmasa, aslında bu görüşe ihtiyaç yoktur.
Şeyhimiz.
«Esah
kavle göre ilh...» Bu görüşün
gereği müşterek işçinin zamin olmamasıdır. Şu kadarı var ki,
Hayrü'r-Remlî müşterek işçinin de zamin olacağına dair fetva vermiştir. Bu fetvayı da
Câmiü'l-Fusûleyn
haşiyesin-de Bezzâziyye'ye nisbet etmiştir. Bunu,
«Zamanımızda müşterek işçi
za-min
değildir dersek, birçok mallarımız onların elinde zayi olur» şeklinde gerekçelendirmiştir.
«Öncekinin
aksine burada zamin olur ilh...» Bu görüş Câmiü'l-Fusû-leyn, Nûru'l-Ayn ve bunlardan
başka
kitaplarda bulunan «Zamin olmaz.» görüşüne muhaliftir. Ben Minah nüshasında böyle
gördüm.
Şu kadarı var ki, «yezmunu» (zamin
olur) kelimesinin üzerinde «la» satırlar arasına ilhak
edildiğinden
sanki o «la» kelimesi nüshadan düşmüş zannedilmiş-tir. Sarih de onu aynen düşmüş
şekliyle
naklettiğinden «zamin olur»
de-miştir.
Fer'î
bir mesele: Hâmiş'te ve Nevâzil'de şöyle denilir:
«Üzerinde ye-tim malı olan bir kimse, birşey
hediye etmediği takdirde malın zayi ola-cağı korkusuyla, yol güzergâhı üzerinde olan bir
zâlime bir
miktar
mal verse, verdiğine zamin olmaz.
Mudarıb da bunun gibidir. Meşâyih de
bu görüşü delil
almıştır.»
Ankaravî.
Fetâvâ-i
Nesefî'de de şöyle denilir: Vasi,
hâkimin kapısında ücret alarak değil, rüşvet olarak verdiği
herhangi
birşeye zamindir. Ücret olarak
verirse, verdiğinin ücretli bir
işçiye verdiğinden fazla
olmaması
ge-rekir.»
Ankaravî.
«Zamin
olur ilh...» Kâdıhan da şöyle demiştir. «Emanetçi, emaneti evime koydum ama yerini
unuttum»
dese zamin olmaz. Eğer, «Onu sağlam bir yere koydum fakat yerini unuttum» dese zamin
olur.
Emaneti bil-dirmeden ölen kişinin zamin olması gibi. S. ve A.
Bazı
âlimler de zamin olmaz demişlerdir. «Emanet gitti. Fakat na-sıl gittiğini bilmiyorum» dediğinde
zamin
olmadığı gibi.
Emanetçi,
«Emaneti evime veya başka bir yere gömdüm» dese, göm-düğü yeri beyan etmese bile
zamin
olur. Şu kadarı var ki, «Gömdüğüm
yerden çalındı» dese, zamin olmaz.
Emanetçi
emaneti bir yere gömse, eğer gömdüğü
yere bir işaret koymuşsa zamin olmaktan
kurtulur.
Yok eğer işaret koymamışsa za-min
olmaktan kurtulamaz.
Emanetçi
emaneti çölde gömmüş olsa, mutlaka zamin olur. Bağa gömmüş olsa bağ eğer etrafı
çevrili
ve kilitli bir kapısı varsa zamin
ol-maktan kurtulur.
Emanetçi
çölde giderken hırsızlar ona doğru yönelseler, o da onlar-dan korumak için emaneti
gömse,
döndüğünde gömdüğü yeri
bula-masa, bakılır: Eğer gömdüğü zaman bir işaret koyma
imkânı
olduğu hal-de koymamışsa zamin olur. Korku gittikten sonra yakından dönme im-kânı
varken
dönmemişse, sonra gelmiş bulamamışsa, yine zamin olur.
Emanetçi,
hâkimin emri olmadan emanete birsey infak etse, infak
Emanetçi
emaneti kınye zamanı harap bir binaya
koysa, eğer topra-ğın üzerine koymuşsa zamin
olur.
Eğer gömmüşse zamin olmaz. Nûru'l-Ayn.
METİN
Emanetçi
veya vasi, yanındaki malın bir kısmını vermesi için tehdit edilse, eğer kendisinin veya bir
uzvunun
helakinden korktuğu için verirse zamin
olmaz. Eğer vermediği takdirde hapsedileceğinden
veya bağlanacağından korkarak vermişse, zamin olur. Malın hepsinin gitmesin-den korkuyorsa, bir
miktar
vermesi halinde mazurdur. Nitekim
zulmeden kimse alanın bizzat kendisi ise, dımân yoktur.
İmâdiye.
Emanetin
bozulmasından korkulursa, emanetin satılması için hâ-kime başvurulur. Bozulana kadar
başvurulmadığı
takdirde dımân yoktur.
Emanetçi,
hâkimin emri olmadan emanete birşey infak etse infak ettiği
teberrudur.
Emanetçi
emaneti veya rehin olan mushafı okusa, Mushaf, okuma-sı sırasında helak olsa, zamin
olmaz.
Zira emanetçinin böyle bir
ta-sarrufa velayeti vardır.
Sayrafiyye.
Sayrafiyye'de şöyle denilmiştir: «Eğer lâmba şamdan veya çıranın üzerine konulursa, zayi olması
halinde
emanetçi zamin
olmaz.
Yine
Sayrafiyye'de şöyle denilir: «Adam bir sikke
emanet olarak ver-se o sikkede bazı kimselerin
haklarını
eda ettikleri yazılı olsa, hak sa-hibi ölse, varis o kimselerin haklarını eda ettiklerini inkâr
etse,
o sikke-nin emanetçisi sikkeyi vermekten kaçınırsa ebediyyen hapsedilir.
Eşbâh'ta
şöyle denilmiştir: «Ölünün
borçluları, ölünün üzerinde
baş-kalarının alacağı olduğu
sürece
borcu varise ödemekle borçtan kurtul-muş
olmazlar.
Efendisi,
kölenin emanet bıraktığı şeyi alamaz.
Bir
diğerine emanet olarak çalışan kimse ücret alamaz. Ancak vasi ile nazır çalışırlarsa ücretlerini
alırlar.
Burada
vasiden maksat, hakimin ücretle nasbettiği vasidir.Ölen adamın vasisi ise, Eşbah'da olduğu
gibi
ücret alma hakkına sahip değildir.
Ben
derim ki: Bu ifadeden anlaşılıyor ki, musakâfattan olan vakıfta, nazıra hak sahiplerinin gelirleri
havale
edilirse nazır ameli olmadığından ücret alamaz.
Vehbâniye'de
şöyle denilmiştir: Birisi diğerine beşyüzü karz beşyüzü mudarebe olmak üzere bin
lira
verse mudarebenin kârının tamamı mâlike şart kılınsa, caizdir. Fakat kaçınılması gerekir. Mâlik
verdiği
para-nın karz olduğunu iddia etse,
hasmı da karz değil, mudarebe olduğunu söylese,
mâlikin
sözünün makbul olacağı söylenmiştir. Bunun aksine para mal kazandıktan sonra işletmeci
karzı,
mâlik ise üçte birle mudarebeyi iddia etseler, hüküm yine böyledir. Mâlik, «Sana meccânen
tica-ret
yapman için (bidaeten) verdim» dese, işletmeci de «karzdır.» dese söz yine mâlikindir.
Emanetçi
evimde yalnız senin emanetin zayi oldu. dese bir hırsızın onu acil olarak kaldırdığı
tasavvur edileceğinden sözü tasdik edilir. Yalnız kendisine yemin teklif edilir. Birisi bir topluluğun
yanına
taksimi kabil olmayan bir mal ile üzeri yazılı bir kâğıt bıraksa, onlar da bırakıp gitseler, en
son
kalkan zamin olur. Yaz mevsiminde
yanına yün emanet bırakılan adam, kuruması için yünü
güneşe
bırakmasa, yün güvelenerek zayi olsa, emanetçi zamin olmaz. Emanet mal» fareler yese
veya telef etmiş olsa, eğer koyduğu yerde fare deliği yok-sa, yine dımân
gerekmez.
Emaneti
koyduğu yerde bir fare deliği varsa ve bildiği halde deliği kapatmaz, mal sahibine de
bildirmezse, önceki meselenin aksine fare onu yediği takdirde zamin
olur.
Ben
derim ki: Fare deliğini kapatmış olsa, fare yine açsa ve vediayı ifsat etse, bu zikredilmemiştir.
Bunu
açıklamak uygundur.
İZAH
«Malın
hepsinin gitmesinden korkuyorsa
ilh...» Malın alınmasından korkarsa, kifayet derecesinde
kalmış
olsa zamin olur. Fusûleyn.
«İnfak
etse ilh...» Emanetçi emaneti birşey helak etmese o da helak olsa, zamin olur. Şu kadarı var
ki,
emaneti nafakası mâlikine aittir. Molla Ali Haviyyü'z-Zahidi.
«Şamdan
veya çıranın üzerine konulursa ilh...» Şamdan veya çıra da emanet olursa.
«Ebediyyen ilh...» Yani alacaklının varisi alman kısmı ikrar edinceye kadar.
«Vârise ilh...» Bunun zahirine göre borç ister onun verdiğini içine al-sın, ister almasın, Zahir olan
Musannıfın
adem-i beraeti borcun, borç-lunun
verdiği meblâğın hepsini içine
almasıyla ve varisin
de
emin olmamasıyla kayıtlamasıydı. Nitekim emanetçinin emaneti varise vermesini bu iki şeyle
kayıtlamıştı.
Hâmevî.
«Kölenin
emânet bıraktığı ilh...» Köle ister ticaretle izinli olsun, is-ter borçtan ötürü hacr altında
olsun,
ister olmasın efendi, emanetçinin kazancı olduğunu bilmediği sürece alamaz. Fakat kölenin
kazancı
ol-duğunu veya kendine ait birşey olduğunu bilirse alır.
Tatarhâniye.
«Ben
derim ki ilh...» Hâmiş'te, «Bu görüş Eşbâh sahibinindir» denil-miştir.
«Mâlikin
sözünün makbul olacağı ilh...» Yani söz mâlikindir. Hamiş' te boy denilmiştir: «Mal sahibi
ile
emanetçi ikisi de delil ikâme etseler, delil işletmecinindir İhtilâftan sonra mal işletmecinin elinde
helak
olur-sa, o malı ister çalıştırsın, ister çalıştırmasın, elinde olanın hepsine zamindir.» Şerh-i
Vehbâniye,
İbni Şıhne.
«En
son kalkan zamin olur ilh...» Bundan anlaşıldığına göre, eğer hepsi beraber kalkarlarsa, hepsi
zamin
olurlar. Kâdıhan da bunu açıkça söylemiştir. Benim anladığıma göre, taksim olunamayan her
şey
bunun gibidir. Sâyıhânî.
Hâmiş'te
şöyle denilir: «Birisi bir
topluluğun yanına bir emanet bıraksa,
onlar da onu terkederek
hep
birden kalkıp gitseler, hepsi zamin olur.» İbni Şıhne.
«Uygundur, ilh...» Bu bahis Tarsusî'nindir. Zira o, «Bunda uygun olan açıklamadır» demiştir. Zira
emanetin
korunduğu yerde farenin ema-nete dokunması meselesi mal sahibine bildirmekle ona
haber
vermeden fare deliğini kapatmak arasında deveran eder. Bu ise mevcuttur. İbni Şıhne de bu
görüşe
razı olmuştur. Şurunbulâliye'de buna
karar vermiş-tir.
FER'Î
MESELELER:
Emaneti
bileğine sardığı kolçağın veya sarığının veya bir mendile sararak mendili kolçağın içine
koysa ve mendile sararak cebine atsa, cebine attığını sandığı halde cebine koyamamış olsa, zayi
olduğu
tak-dirde zamin olmaz.
Emanetçi
emaneti bir odaya koysa, çıkarken kapıyı açık bıraksa eğer binada başka kimse yoksa
veya o mekânda içeri girecek birisinin gir-diğini duymayacağı bir yerde ise; emanet zayi olsa zamin
olur.
Emaneti
bir bağa koysa, ağın etrafı
dışarıdan geçen adamın içeride olanı göremeyeceği şekilde
duvarlı
ise, çıkarken kapısını da kilitlemiş ise zayi olduğunda zamin olmaz. Fakat kapıyı
kilitlemeden çıkarsa za-min olur.
Dışarıda
çalışan bir adam yanında emanet olduğu halde
namaza dursa, komşuları onu muhafaza
edeceğinden
helak olduğu takdirde za-min değildir. Bu durum hiçbir zaman emanetçinin emanet
vermesi
de de-ğildir. Şu kadarı var ki, o
emanetçidir ve onu da bile bile zayi
etmemiştir.
Şârih
zamin olmaya delâlet edecek bir ifade zikretmiştir. Fetva verilirken düşünülsün.
Câmiü'l-Fusûleyn.
Doğrusu
şarih değil Saru'ş-Şeria olmasaydı. Çünkü Ş. D. şarihin değil Saru'ş- Şeria'nın rumuzudur.
Bezzâziyye'de şöyle denilir: «Sonuç olarak bu konuda örfe itibar
edi-lir.»
Emanetin
sahibi kaybolsa emanetçi onun
hayatta olduğunu veya öl-düğünü bilmese, ölümünden
haberdar
olana kadar emaneti yanında tut-malıdır. Ondan tasadduk da etmemelidir. Fakat lükâta
(buluntu)
bunun aksinedir.
Emanet
bir hayvan ise hâkimden izin almaksızın ona yedirse, teber-ru eden
durumunda olur. Hâkim
ondan
o malın yanında emanet olduğuna ve mâlikin kayıp olduğuna dair delil ister. Delil getirirse,
eğer
emanet kiraya verilip çalıştırılabilir cinsten ise hâkim onun çalıştırılmasını em-reder ve onun
kazancından
ona yedirir.
Emanet
kiraya verilip çalıştırılabilecek
cinsten değilse, sahibi ge-lir ümidiyle en fazla bir iki veya üç
gün
yedirmekle veya onu satıp pa-rasını saklamakla emreder. Hâkim eğer başlangıçta satışını
emrederse, sahibi geldiğinde malını emanetçiden ister. Şu kadarı var ki, hayvanda kıymetinden
fazlasını
değil, yalnız kıymetini alır. Eğer emanet köle ise, kıymeti artmışsa, arttığı miktar üzerinden
kıymetini
alır.
Emanet
bir hayvan ise ve sütü birikmişse veya bir bahçe ise meyve vermişse, onun bozulmasından
korktuğu
takdirde hâkimin emri ile satar. Eğer şehirde veya haberi hâkime kolayca ulaştırabileceği
yakınlıkta
bir yerde ise, bozulmadan önce hâkime haber vermezse zamin olur. Tatarhâniye'nin
Müteferrikât
bahsinin onuncu bölümünden.
TETİMME
:
Kâdıhân,
emanet bırakanın zamin olması bahsinde şöyle der: «Ema-netçi emanet edilen kumaşlar
arasında
kendisine ait bir kumaş koysa, kendi kumaşının onların arasında olduğunu unutarak
kumaşları ile bir-likte mâlike verse, zayi olduğunda emanetçi
zamindir. Çünkü başkasının kumaşını
izinsiz
olarak almıştır ve bunda bilmemek özür sayılmaz.»
Nûru'l-Ayn'da da özetle şöyle denilir: «Bu meselede uygun olan, mâlikin kumaşlarını alırken
emanetçinin
kumaşı olduğunu bilmemesidir. Sonra kendi kumaşı olmadığını anlarsa zayi
olduğunda
zamindir. Fakat kendi kumaşı olmadığını anlamazsa dımâna kesinlikle bir sebeb yoktur.
O
halde Kâdıhân'm burada, «bilmemek özür değildir» sözünün mutlak olmaması gerekir.»